tag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post5439555819347159815..comments2024-03-29T11:12:18.497+03:00Comments on KENDİME YAZILAR: Temel YanılgılarımızMahfi Eğilmezhttp://www.blogger.com/profile/13789214803163419552noreply@blogger.comBlogger117125tag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-64468483429127116952014-12-13T21:33:48.498+02:002014-12-13T21:33:48.498+02:00Çok güzel bir yazı olmuş.Çok güzel bir yazı olmuş.Economistnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-39721217194682499222014-12-13T00:42:05.698+02:002014-12-13T00:42:05.698+02:00Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine s...Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” <br />Bu maddeye rağmen,okuduğu şiir yüzünden hapse giren kişinin yönettiği iktidarın on yılda hak ve özgürlükleri alıp götürdüğünü, yok ettiğini yazmışsınız. Bunun sebebi olarak üç çocuk söylemi,sigara ve alkol düzenlemelerini vs. öne sürmeyeceğinizi düşünerek bu yazınıza kesinlikle katılmadığımı belirtmek isterim.<br />Hocalarımın tavsiyesi üzerine sıklıkla takip ettiğim yazılarınızın çoğunu beğeniyorum ama bunun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.Anonymousnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-75146448314574953352014-07-26T06:28:00.655+03:002014-07-26T06:28:00.655+03:00Mahfi hocam, size basortusuyle ickiyi ayni kefeye ...Mahfi hocam, size basortusuyle ickiyi ayni kefeye koyuyorsunuz diye cikisan Adsiz arkadasa izninizle bir cevap vereyim: Her icki icene alkolik diye bakan, din ozgurlugunu her turlu ozgurlugun ustunde goren, sanki icki icmek ayip bir seymis gibi 'evinizde icin iceceksiniz' dayatmasi yapan bir zihniyete once sunu hatirlatmak gerekir, toplumsal acidan sorun yaratan alkol degil alkolizmdir, Anayasamizda da "devlet gencleri alkolizmden korur" der,alkolden degil... Alkolizm var diye ickiyi toplumsal hayatta yasaklamak diyabet hastaligi var diye tum sekerli urunleri yasaklamaya benzer, kaldi ki Dunya Saglik Orgutu dahi icki ile sigara bagimliligini ayni kefede degerlendirmiyor,sigaradan bir tane bile icseniz zararlidir, ama ickiyi kararinca tuketirseniz vucuda zarari yoktur, tam tersine faydasi vardir, doktorlar mesela kalp hastaligina karsi gunde 1 kadeh kirmizi sarabi onerirler…<br /> <br />Dunya Saglik Orgutunun Icki sigara ile ayni kefeye konmamasina sasirmamak gerekir, bugune kadar icine tutun katilan bir yemek tarifi ne bizim mutfagimizda ne dunya mutfaginda yer almamistir ama dunya mutfaginda icki hem guzel bir yemegin tamamlayicisidir (raki-balik, buftek kirmizi sarap kombinasyonu gibi) hem de bir cok yemegin, tatlinin tarifinde biradan saraba, viskiden likore farkli ickiler kullanilir. Icki kulturu denen bir sey vardir, medeni memleketlerde mesela sarabin iyisinden anlamak takdir gorur, nasil klasik muzik, felsefe bilmek onemliyse icki kulturu de onemlidir, icmeyen icmez ama icene, icki kulturune sahip insanlarin ozgurluklerini de kimse kisitlayamaz, kisacasi icki icmek veya icmemek bir tercih meselesidir…<br /><br />Ulkemiz ozelinde getirilen icki yasaklarinin alkolizmin zararlarindan toplumu korumaktan ote ideolojik bir anlam tasidigi, dini kurallari devlet yonetiminde hakim kilma amaci guttugu cok aciktir, zira bizzat TUIK verilerine gore Turkiye, Avrupa ortalamasi ile kiyaslandiginda en az icki tuketilen ulkelerden biridir, yani ulkemizde Bati ulkelerinde goruldugu sekilde devletin asiri onlem almasini gerektirecek bir alkolizm veya asiri icki icme (binge-dinking) sorunu yoktur, kaldi ki bugun alkolizm sorunu yasanan Bati ulkelerinde bile, icki reklamlarini yasaklamak, icki icilen yerleri sinirlamak gibi asiri onlemlere basvurmak yerine, icki reklami yapilan her mecrada 'ickinin sorumlu sekilde tuketilmesi' (Drink responsiblely!) uyarisi yapilmakta ve alkolizmin tedavisine yonelik diger tedbirler alinmaktadir, bizde ise giderek icki icenler aforoz edilmekte, binlerce yildir sarap uretilen Anadolu topraklarinda sarap festivalleri yasaklanmakta, hem milli ekonomimize hem turizmimize ideolojik gerekcelerle zarar verilmektedir, ickiye konulan agir vergiler, icki reklamina getirilen sinirlamalar piyasaya hakim olan yandas market zincirlerinin icki satmayi reddetmesi, belediye tesisleri dahil cami veya okul yakinlarinda icki satilamamasi, vs seklindeki uygulamalar, fiilen memlekette icki satmanin da tuketmenin de yasak hale gelmesi sonucunu dogurmaktadur, sadece turbana ozgurluk taniyan, diger kisisel ozgurlukleri hice sayan zihniyeti kimse kusura bakmasin ama ozgurlukcu ve demokrat diye nitelemek mumkun degildir…sedonahttps://www.blogger.com/profile/02386680189994601329noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-55383026274459488392014-06-11T18:13:54.284+03:002014-06-11T18:13:54.284+03:00Haddini bilmeyi içki konusunda yazmıştım. Yani ne ...Haddini bilmeyi içki konusunda yazmıştım. Yani ne kadar içileceğini bilirim anlamında. <br />Keşke sizin dediğiniz kadar basit olsaydı bunlar. Neyse. Mahfi Eğilmezhttps://www.blogger.com/profile/13789214803163419552noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-61506142923304848662014-06-11T15:58:43.059+03:002014-06-11T15:58:43.059+03:00Benim size haddinizi bildirme gibi bir amacım olam...Benim size haddinizi bildirme gibi bir amacım olamaz hocam ben haddimi bilirim.Başörtüsünün veya içkinin kimlerin için önemli olduğu meselesi değil sorun Toplumsal açıdan sorun yaratıp yaratmadığı. Siz içtiğiniz de adapla içiyorsunuzdur ama sizin adapla içmeniz içkinin topluma zarar verdiği gerçeğini değiştirmez. O kadar trafik kazasının tacizlerin ölümlerin nedenini sizin adapla içmeniz mazur kılmaz Ki, Sizin içmenize kimse hiçbirsey demiyor şu anda ben gidip marketten istediğim alkolü alır içerim bir engel yok sadece toplumsal açıdan düzenleyici önlemler alınıyor. Okullara, yaşam alanlarına göre düzenleme yapılıyor kişilere göre düzenleme yapılamaz düzenlemeler toplumun genelini ilgilendirir. Siz bu akşam bir viski alıp içebilirsiniz hocam deneyin isterseniz..Anonymousnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-86969443076384773542014-06-11T14:42:26.442+03:002014-06-11T14:42:26.442+03:00Gördünüz mü? Sizin görüşünüzde olmayan birisine he...Gördünüz mü? Sizin görüşünüzde olmayan birisine hemen haddini bildirmeye kalkıyorsunuz. <br />Sizin için başörtüsü önemli olabilir. Benim için değil. Ama ben başkasının kendisi için önemli gördüğü bir şeye saygı gösteririm. Bana zorlamadığı sürece. Benim için içki önemlidir. Arada bir içmek isterim. Hiç bir zararını da görmedim. Çünkü haddimi bilirim. Ben nasıl sizin başörtüsü görüşünüze saygı duyuyorsam sizden de benim içkime saygı duymanızı beklerim. Mesele bu kadar basittir. Mahfi Eğilmezhttps://www.blogger.com/profile/13789214803163419552noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-72240976322750234422014-06-11T14:20:42.754+03:002014-06-11T14:20:42.754+03:00Hocam siz başörtüsüyle içkiyi aynı kefeye koyuyors...Hocam siz başörtüsüyle içkiyi aynı kefeye koyuyorsanız zaten bunu konuşmaya bile gerek yok. Siz başörtüsünden dolayı başka birinin zarar gördüğü kaç örnek verebilirsiniz. Ben size içki yüzünden zarar görer binlerce insan örneği verebilirim İkisi birbiriyle kıyaslanacak değerler değil. Ayrıca Fazıl say:"Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her müminine 2 huri vereceğim diyorsun, cenneti ala kerhane midir? Bilmem farkettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi Allahçı, bu bir paradoks mu?", "Müezzin 22 saniyede okudu akşam ezanını yahu. Prestissimmo con fuco!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?" ve "Tanrı; uğruna yaşayacağın bir şey mi, öleceğin bir şey mi, yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi ? Bunu da düşün!" bu cümleden dolayı yargılandı. Size göre size hakaret eden birinin yargılanmaması gerekir o halde düşünce özgürlüğü.. Böyle özgürlük olmaz hocam kim olursa olsun haddini bilecek veya üslubunu bilecek Fazıl Say olması olayı değiştirmezAnonymousnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-11423323237252668212014-06-11T13:04:52.297+03:002014-06-11T13:04:52.297+03:00Hayır bu şekilde kitap yazılması ve yalan haber ür...Hayır bu şekilde kitap yazılması ve yalan haber üreten gazetelerin var olması özgürlüğün değil kalitesizliğin göstergesi. <br />Evinizde içki içmenize karışan yok diyorsunuz. O çok eleştirdiğiniz zamanlarda da evde başörtüsü bağlamaya karışan yoktu. O zamanki toplum kuralları da başörtünün kamu alanında yasaklanması biçimindeydi. <br />Düşüncenizi açıklamanıza karışan mı var diyorsunuz. Fazıl Say, Ömer Hayyam'ın rubaisini rt etti diye bu ülkede yargılanmadı mı? Ben mi yanlış hatırlıyorum. Mahfi Eğilmezhttps://www.blogger.com/profile/13789214803163419552noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-3905241078798395562014-06-11T10:52:39.859+03:002014-06-11T10:52:39.859+03:00Hocam bu şekilde kitap yazılması, her gün yalan h...Hocam bu şekilde kitap yazılması, her gün yalan haber üreten hakaret içeren gazetelerin var olması aslında ifade özgürlüğünün en açık göstergesi. Siz ne söylemek istediniz de söyleyemediniz? Eleştirme aşılmış artık hakarete kadar dayanmış ve siz ifade özgürlüğü yok diyorsunuz. İçkiyle kimse uğraşmıyor istediğin zaman istediğin şekilde içebilirsin ama istediğin yerde içemezsin. Birileri çıkıp bunu dindarlığa bağlıyor hayır! Toplum kurallarıyla Din kuralları çoğu zaman örtüşür aynı uygulamayı Kenan Evren yapmış olsaydı kimse dine bağlamayacaktı. Alkol düzenlemesi de bir toplum düzenlemesidir. Uç bir örnek vereyim fuhuş yapılan yerlere gitmek bir özgürlüktür ama biz buna karışılmamasını bekleyemeyiz. Geceleri parklarda, sağda solda içip kadınların yürüyüş yapmalarını engellemek veya naralar atmak bir özgürlük değildir. Sizin eviniz de içmenizle ilgili hiçbir kural ve yasak yok. Toplum çıkarları bireysel çıkarlardan üstündür ve insan olarak bizi diğer varlıklardan ayıran özelliklerden birisi de sosyal olmamızdır. Sosyal yaşam kurallardan bağımsız olamaz bana uysa da uymasa da kurallar var olmalıdırAnonymousnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-3935933662596078842014-06-10T19:18:20.008+03:002014-06-10T19:18:20.008+03:00Bu dedikleriniz doğrudur. Ama siz bana düşünce özg...Bu dedikleriniz doğrudur. Ama siz bana düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konularında yakın geçmişe göre daha ileri gittiğimizi söyleyebilir misiniz? Hükümet aleyhine yazılan kitapların artmış olması ya da benzer biçimde Atatürk ve kurtuluş savaşı aleyhine yazılan kitapların artmış olması özgürlüğün arttığını göstermez. Başörtüsüyle uğraşılan dönemin geride kalması iyidir ama içkiyle uğraşılan dönemin gelmiş olması iyi bir şey midir? İleri gitme, bizim gibi düşünmeyen insanların varlığına ve yaşam biçimine karışmadığımız zaman söz konusu olur. Mahfi Eğilmezhttps://www.blogger.com/profile/13789214803163419552noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-58106956399129271142014-06-10T15:45:23.921+03:002014-06-10T15:45:23.921+03:00Mahfi hocam. Geçenlerde bir kitap mağazasına gitti...Mahfi hocam. Geçenlerde bir kitap mağazasına gittim en meşhur mağaza isim vermeyim. Orada hükümet aleyhinde yazılan kitaplara şöyle bir baktım artık özgürlüğü aşmış hakarete varmış.Bu ülke hükümet alyhine yazılanların yasaklandığını geçtim Kur'an-ı kerimin yasaklandığı, duaların tanrı uludur şeklinde yapılmaya zorlandığı, yıllar boyunca sadece başörtüsüyle uğraşıldığı dönemleri gördü. Siz nasıl oluyor da şu 10 yılı önceki yıllardan daha antidemokratik buluyorsunuz anlamıyorum yaşınız benden büyük siz o yılları benden daha iyi gördünüz kesinlikle objektif değilsiniz. Eğer demokrasi olarak daha kat etmemiz gereken yol var derseniz sizi alkışlarım ama eskiye göre daha geriyiz dediğiniz de buna tepkimi kusura bakmayın koyarım çünkü bu doğru değil.Anonymousnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-87157792921224293212014-06-04T04:41:15.233+03:002014-06-04T04:41:15.233+03:00[12. BÖLÜM - SON]
Sokağa çıkmaktan korkmayın!
“E...[12. BÖLÜM - SON]<br /><br />Sokağa çıkmaktan korkmayın!<br /><br />“Edilgen!” olmaktan bir an önce sıyrılıp “etken!” olmak için mücadele etmekten korkmayın!<br /><br />Dünyaya gelen bir bebeğin poposuna vurarak onu ağlatırlar; çünkü ciğerlerine hava dolması, “yaşaması!” gerekir.<br /><br />Bebek her nefes alışında oksijen ciğerlerini yakar; yaktıkça hayata bağlanır ve özgürleşir, yaktıkça hayata bağlanır ve özgürleşir, yaktıkça hayata bağlanır ve özgürleşir!<br /><br />Sizler de yukarıda yazılan referans kitapları okudukça özgürleşeceksiniz!<br /><br />“Benim adım da Köylü Ekrem”:<br />(1-2 saniyelik ses-görüntü uyumsuzluğu var.)<br /><br />http://www.izlesene.com/video/koylu-ekrem/7225200 <br /><br />Alternatif (a): http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/177130/koylu-ekrem <br /><br />Alternatif (b): http://www.youtube.com/watch?v=Cm4brGyuLD4 <br /><br />“Büyük insanlık gemide güverte yolcusu<br />tirende üçüncü mevki<br />şosede yayan<br />büyük insanlık.<br /><br />Büyük insanlık sekizinde işe gider<br />yirmisinde evlenir<br />kırkında ölür<br />büyük insanlık.<br /><br />Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter<br />pirinç de öyle<br />şeker de öyle<br />kumaş da öyle<br />kitap da öyle<br />büyük insanlıktan başka herkese yeter.<br /><br />Büyük insanlığın toprağında gölge yok<br />sokağında fener<br />penceresinde cam<br />ama umudu var büyük insanlığın<br />umutsuz yaşanmıyor.”<br /><br />Nâzım Hikmet Ran, Taşkent, 7 Ekim 1958<br /><br />“Şiddete başvurmayan doğrudan eylem;<br />Yaratmayı amaçladığı bunalım ve gerilim yoluyla,<br />Müzakere masasına oturmaya ısrarla yanaşmayan toplumu sorunla yüz yüze gelmeye zorlar.<br />Sorunu daha fazla göz ardı edilemeyecek biçimde dramatik duruma sokar!<br />Acı tecrübelerimizden biliyoruz ki:<br />Ezenler özgürlüğü asla gönüllü olarak vermezler;<br />Ezilenlerin özgürlüğü kendi elleriyle alması gerekir!”<br /><br />Martin Luther King, Jr., ABD-Alabama, Birmingham hapishanesi, 16 Nisan 1963<br /><br />http://thezeitgeistmovement.com/ <br /><br />http://www.tzmchapters.net/ <br /><br />https://www.facebook.com/tzmglobal/ <br /><br />http://blog.thezeitgeistmovement.com/ <br /><br />http://thezeitgeistmovementforum.org/ <br /><br />https://twitter.com/ZeitNews <br /><br />https://www.facebook.com/peterjosephofficial <br /><br />https://twitter.com/ZeitgeistFilm/ <br /><br />Saygılarımla.Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-71395407151410036442014-06-04T04:38:43.353+03:002014-06-04T04:38:43.353+03:00[11. BÖLÜM]
“Asıl sorulması gereken:
Neden aç in...[11. BÖLÜM]<br /><br />“Asıl sorulması gereken:<br /><br />Neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen insanın greve gittiği değil;<br /><br />Neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir?!”<br /><br />Çünkü Nuran Yıldız’ın bizleri uyardığı: “...En önemlisi ‘Bağlanmak yok!’, ‘Uzun vade yok!’, ‘Tek başınasın!’, ‘Kullan at!’, ‘Çabuk ol!’, ‘Unut gitsin!’, ‘Biri benim yerime karar versin!’...” cümlesini artık sayın Mahfi Eğilmez’in bu blog sayfasında öğrendiğimiz hâlde, eyleme geçmeye “korktuğumuz!” için cevabı/cevapları bulamıyoruz!<br /><br />Çünkü cevap yazmak için çok acele ediyoruz!<br /><br />Lütfen Robert Lee Frost’un bizlere yaptığı uyarıyı unutmayın:<br /><br />“Dünya istekli insanlarla dolu:<br />Bazıları birşeyleri değiştirmeye istekli;<br />geri kalanlarda onları kendi hâline bırakmaya!”<br /><br />Lütfen “konformizm tuzağı”nın ne demek olduğunu en kısa zamanda öğrenmeye çalışın!<br /><br />Bu satırların yazarı “Adsız” kişi başta olmak üzere, en azından bu sayfayı ziyaret eden ve ziyaret edecek olanlar bu ölümcül tuzaktan kurtulmak için yukarıda yazılan referans kaynaklara ve bu kaynakların daha fazlasına yönelmeli.<br /><br />Katılımcı/ziyaretçi bu blog sayfasını okumayı bitirdiğinde, imkânı elverdiği müddetçe, yukarıdaki referans kaynakları okumak için derhâl harekete geçmeli; 1 saniye bile kaybedecek vakit artık kalmadı!<br /><br />Çünkü her boş geçen 1 saniye, bizleri yeni Soma “cinayetlerine!” yaklaştırıyor!<br /><br />Çünkü her boş geçen 1 saniye;<br /><br />Aralık 2013’de Konya/Ereğli’de donarak hayatını kaybeden 40 günlük “Ayaz Bebek”in<br /><br />Ve<br /><br />Şubat 2014’te Van/Gürpınar/Yalınca Köyü’nde hastaneye yetiştirilemediği için hayatını kaybeden, ve o körpe bedeni bir çuval içinde toprağa verilmek üzere taşınan 3 yaşındaki “Muharrem Taş”ın hesabını sormamızı geciktiriyor!<br /><br />Yukarıda yazılanlar;<br /><br />“Ölümler üzerinden ve mağdur edebiyatıyla (C.D.S.)’ye yandaş kazandırmak!”,<br /><br />“Felaket tellallığı yapmak!”,<br /><br />“Karamsarlık aşılamak!”,<br /><br />“Sayın Timur Çimen’in veya herhangi bir katılımcının fikirlerini çürütmeye çalışıp; liseli-ergen heyecanı yaşamak!”<br /><br />“İç savaş çıkarmak için sayın Mahfi Eğilmez’in sitesini propaganda aracı olarak sömürmek!” demek değildir!<br /><br />Lütfen; Gabor Maté ↔ John McMurtry ↔ Ahmet Hamdi Tanpınar ↔ Mustafa İnan ↔ Yankı Yazgan ↔ Nuran Yıldız ↔ Desmond Tutu ↔ Adam Curtis’in yukarıda aktarılan anekdotlarını hatmedin ve yayabildiğiniz kadar çok yere yayın!<br /><br />[Devamı 12. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-24884778467527889802014-06-04T04:35:01.294+03:002014-06-04T04:35:01.294+03:00[10. BÖLÜM]
“The Zeitgeist Movement” 2014 itibari...[10. BÖLÜM]<br /><br />“The Zeitgeist Movement” 2014 itibariyle: Arjantin, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti, Danimarka, Ekvador, Fas, Filipinler, Finlandiya, Fransa, Guatemala, Güney Afrika, Hindistan, Hollanda, İrlanda, İsrail, İtalya, İngiltere, İspanya, İsveç, İsviçre, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Kazakistan, Litvanya, Malezya, Meksika, Nikaragua, Norveç, Paraguay, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan, Singapur, Slovakya, Suriye, Şili, Ukrayna, Uruguay, Venezuela, Yeni Zelanda, Yunanistan’da faaliyetlerini tüm hızıyla sürdürüyor.<br /><br />Yeni ülkelerin kalbini her zaman kazanmaya çalışıyor. Türkiye tabii ki bu “kalbi kazanılacaklar” listesi içinde.<br /><br />(T.Z.M.) ve (C.D.S.):<br /><br />1989 Çin-Pekin, Tiananmen Meydanı protestolarında,<br /><br />(1989 “Berlin Duvarı”nın yıkılışı “T.Z.M.” ve “C.D.S.” için bir anlam ifade etmiyor. Çünkü bu duvarın yıkılışı; “Özel sektör kapitalizmi!”nin zaferini “Sovyet kapitalizmi!”ne karşı ilânından başka bir şey değildir! Ölümcül tehlike “kapitalizm” yerli yerinde duruyor!)<br /><br />1999 ABD-Seattle’da “Dünya Ticaret Örgütü”ne karşı yapılan protestolarda,<br /><br />2008 Yunanistan’da 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve ülkenin sancılar içinde kıvrandığı derin “serbest piyasa ekonomisi!” problemleriyle birlikte bir kartopu gibi büyüyen protestolarda,<br /><br />2010 Tunus’da sokakta tekerlekli tezgâhı üzerinde meyve & sebze satarak ailesini geçindirmeye çalışan, “eve ekmek götürmek için gecesini-gündüzüne katan!” Muhammed Bouazizi’nin, “devlet aygıtına mensûp!” zabıta ekiplerinin sürekli tacizi ve “rüşvet sarmalı!”nın getirdiği öfkeyle üstüne benzin döküp kendini yakması ile başlayan ve hemen ardından tüm Tunus’a yayılan protestolarda,<br /><br />2011 İspanya’da; ABD’de “2007-08”de “subprime mortgage crisis” adıyla başlayıp tüm dünyaya yayılan ve nihayetinde bir “Avrupa Birliği finansal krizine” de evrilen “serbest piyasa ekonomisi!” zemini üzerinden “ekonomik kemer sıkma politikaları (austerity measures)” ve yüksek işsizlik oranları nedeniyle; evlerini, işlerini, ailelerini kaybetmeye başlayan insanların; Madrid lokantalarının mutfak bölümlerinden dışarıya bırakılan, “arka sokaklardaki yığılmış çöpler!” arasından, karınlarını doyuracak birkaç parça yemek bulabilmek için verdikleri mücadele sonucunda onlarca insanın “zehirlenerek!” hayatını kaybetmesi nedeniyle yayılan protestolarda,<br /><br />2011 ABD-New York, Zuccoti Park’ta başlayan; “subprime mortgage crisis”in tetiklediği ve sonuçta “tüm kapitalizmi!” saran günümüzün ve gelecek 50 yılın en ölümcül tehlikesi olan “gelir dağılımı adaletsizliğine” karşı ve “Devlet!” adlı aygıtın tamamen bir “insanları kameralarla gözetleme mekanizmasına!” dönüşmesini temel alarak; tüm dünyaya bir uyarı mesajı göndermek amacıyla “Occupy Wall Street” ismiyle yapılan protestolarda,<br /><br />28 Mayıs 2013 Türkiye-İstanbul, Taksim Gezi Parkı’nda,<br /><br />“direct democracy ~ doğrudan demokrasi” uygulamasını başlatanlardan biriydi!<br /><br />Peki niçin genişleyerek devam edemiyor?!<br /><br />Çünkü Wilhelm Reich’in sorduğu soruya, yukarıda yazılan referans kaynakları okuyup inceledikten sonra cevap vermeye yanaşacak kadar sabrımız ne yazık ki yok!<br /><br />[Devamı 11. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-38173756536631355922014-06-04T04:33:26.251+03:002014-06-04T04:33:26.251+03:00[9. BÖLÜM]
Ali Akay (prof.), Mimar Sinan Güzel Sa...[9. BÖLÜM]<br /><br />Ali Akay (prof.), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Ünv. Sosyoloji Bölüm Başkanı (Mart 2012) uyarmıştı: <br /><br />“Bugünkü üniversite sistemine baktığımızda; bilginin değeri ‘bildiğin kaç para ediyor?’ sorusu üzerine kuruludur. Bu görüş 1970’lerde hızla yayılmaya başlamıştır. Steve Jobs ve Mark Zuckerberg gibi kişiler bu konuya verilebilecek en iyi iki örnektir. Bu nedenle bir bilimsel kimlik/başarıya sahip olmanın üstüne ‘businessman-iş adamı’ kavramı inşa edilmeye, bu anlayışa sahip öğrenci profili yaratılmaya çalışılıyor.” <br /><br />Celal Şengör (prof.), İstanbul Teknik Ünv. Jeoloji Mühendisliği Öğretim Görevlisi (Aralık 2006) uyarmıştı: <br /><br />“Üniversiteler artık bilginin üretildiği değil, üretilmiş bilginin nasıl maddî kazanca çevrileceğinin öğretildiği yerler haline geldi.” <br /><br />Mustafa İnan (prof.), İnşaat Mühendisi (1911-1967) uyarmıştı: <br /><br />“Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar?! <br /><br />Oppenheimer gibi hissediyorsanız; bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. <br /><br />Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. <br /><br />Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. <br /><br />Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi ‘Kuvvet nedir?’ diye merak ediyorsanız; buyrun, sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. <br /><br />Çünkü bazılarına göre ‘Kuvvet’; para ile organizasyonun çarpımına eşittir;<br /><br />Bize göre de kuvvet; ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. <br /><br />Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın, olur mu çocuklar?! <br /><br />Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın, olur mu çocuklar?!”<br /><br />Günümüzde devam etmekte olan, hangi “siyasi ideolojiden!” beslenirse beslensin faktetmez, her tür “Devlet” aygıtının ve ceberut “serbest piyasa ekonomisi!” mahlaslı sistemin fonksiyonlarını daha yakından öğrenmek için:<br /><br />KİTAP: Prens<br />Yazan: Niccolo Machiavelli<br />(Birden çok çevirmen ve yayınevi tarafından Türkçe’ye kazandırılmış.)<br /><br />KİTAP: Leviathan<br />Yazan: Thomas Hobbes<br />Çeviren: Semih Lim<br />Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları<br /><br />KİTAP: 1984<br />Yazan: George Orwell<br />Çeviren: Celal Üster<br />Yayınevi: Can Yayınları<br /><br />KİTAP: Cesur Yeni Dünya<br />Yazan: Aldous Huxley<br />Çeviren: Ümit Tosun<br />Yayınevi: İthaki Yayınları<br /><br />KİTAP: Diplomasi<br />Yazan: Henry Kissinger<br />Çeviren: İbrahim H. Kurt<br />Yayınevi: Türkiye İş Bankası Yayınları<br /><br />“Olması gereken” sistemleri öğrenmek için:<br /><br />(“Olması gereken” derken neyin kastedildiğini anlamak için lütfen yukarıda Gabor Maté’nin söylediklerini bir kez daha okuyunuz!)<br /><br />KİTAP: Federasyon İlkesi<br />Yazan: Pierre Joseph Proudhon<br />Çeviren: Merve Özsalan<br />Yayınevi: Öteki Yayınevi<br /><br />KİTAP (a): Anarşi / Felsefesi-İdeali<br />KİTAP (b): Anarşist Ahlak<br />Yazan: Peter A. Kropotkin<br />Çeviren: Işık Ergüden<br />Yayınevi: Kaos Yayınevi<br /><br />KİTAP: Tarlalar Fabrikalar ve Atölyeler<br />Yazan: Peter A. Kropotkin<br />Çeviren: Sibel Sevinç<br />Yayınevi: Kaos Yayınevi<br /><br />KİTAP: Doğal Yaşam ve Başkaldırı / Sivil İtaatsizlik Makalesi ve Walden Gölü<br />Yazan: Henry David Thoreau<br />Çeviren: Seda Çiftçi<br />Yayınevi: Kaknüs Yayınları<br /><br />KİTAP: Ekonomik İtaatsizlik<br />Yazan: Henry David Thoreau<br />Çeviren: Eylül Desen Kaytancı<br />Yayınevi: Kafekültür Yayıncılık<br /><br />Ve<br /><br />* “(C.D.S.) Collaborative Design System ~ (O.T.S.) Ortak Tasarım Sistemi”,<br /><br />* “(L.S.P.) Localized Solutions Project ~ (Y.Ç.P.) Yerelleştirilmiş Çözüm Projeleri”,<br /><br />* “(G.R.I.) Global Redesign Institute ~ (K.Y.E.) Küresel Yeniden-Tasarım Enstitüsü”<br /><br />Kitaplarını & oluşumlarını tekrar tekrar okuyup; gözlemleyiniz. Daha önce okuyup, gözlemlediyseniz; şu anda daha özgür, daha cesur bir beyinle bir kez daha okuyunuz, gözlemleyiniz!<br /><br />[Devamı 10. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-2501853613038528872014-06-04T04:31:27.629+03:002014-06-04T04:31:27.629+03:00[8. BÖLÜM]
- Daha önceleri “sevmekten” bahsetmişt...[8. BÖLÜM]<br /><br />- Daha önceleri “sevmekten” bahsetmiştim, fakat artık sevmek de yeterli değil; daha öteye geçmek lâzım. Fikri ve duyguyu canlı bir şey gibi yaşamayı bilmiyoruz. Halbuki halkımız bunu istiyor. <br /><br />- Hakikaten istiyor mu? Bana öyle geliyor ki, halkımız bütün bunlara başından itibaren kayıtsız! Bütün geçmiş boyunca bizden o kadar uzak kalmış ki… bu işlerde âdeta ümitsiz. Yahut hiç olmazsa şüphe içinde. <br /><br />- Evet halk istiyor. Tarihe “gündelik ve geçici hesaplar” arasından bakmazsan bu memleketin de herhangi bir memleket gibi yaşadığını kabul edersin. Aradaki fark: Bizde “orta sınıfın” adam akıllı meydana çıkmamasıdır; hem kültürel kapasite olarak hem de sayıca henüz yeterli değiller. Geçmişte bu sınıf her an doğmak için olayları zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. “Ayrılık/kopukluk” manzarası buradan gelir. Halkın kayıtsızlığı veya biz “Aydınlar”dan şüphesi; yine biz “Aydınlar”ın uydurduğu bir masal olsa gerek! Aramızdaki ideoloji kavgalarında karşımızdakini yenmek için bulduğumuz bir sınıf, bir tür “günah keçisi”. Hani o kısacık ve sadece okuyanın kafasında bir an için parlayan veya okunan gazete sayfalarında kalan “anlık zaferler” yok mu; işte onları kazanmak için!.. Hakikatte halkımız münevverine inanır. Onu benimser. Zaten başka türlüsüne imkân yoktur. 200 yıldır yaşanan siyasi olaylar bizi bir nevi “gemi düzeni” altında yaşatıyor. Mutlak olan tehlikeler bize bu terbiyeyi verdi. Halkımız münevverine daima inandı ve gösterdiği yolda gitti. <br /><br />- Ve daima da aldandı?.. <br /><br />- Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o da aldandı. Yani her millette olduğu gibi. Sen tarihte aklî bir yürüyüş kabul eder misin? Böyle bir şey elbette imkânsız. Fakat her türlü cemiyetin binyıllarca birikmiş tecrübesi nesillerin hatası üzerinden atlar. Bize her şeyin iyi gittiği görünümünü verir. Emin olun biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik… <br /><br />- Fakat halkın ızdırabını görmüyorsunuz? <br /><br />- Görüyorum. Fakat oradan hareket etmek istemiyorum. Halkı mazlûm gördükçe bir gün zalim olmasını hazırlayacağımı biliyorum. Niçin o kadar çok ızdırap çekiyoruz; yani bütün dünya olarak. Çünkü özgürlük uğrundaki her mücadele yeni bir adaletsizliği gözümüzün önüne seriyor. Ben aynı silahlarla mücadele etmeyi artık bırakmak istiyorum. Türkiye’nin bütünü benim merceğim, ölçüm ve gerçekliğimdir.<br /><br />Sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne veya Bursa’ya odaklanmak, koskoca ülkeyi adı ön plana çıkmış birkaç ilden ibaret sanmak.. bu hataya düştük ve içinde hâlâ debelenip duruyoruz!<br /><br />Merceğin çapını genişletmek, camın kalitesini yükseltmek ve bu merceği daha yukarıda tutup bakarak: “Aaa.. bu Türkiye’de -başka- hayatlar da varmış, -öteki- hayatlar da varmış, gözümüzü kaçırdığımız köyler, seslerini duymayı inkâr ettiğimiz kasabalar da varmış…” diye kendi kendimizi şaşırtmalıyız artık!<br /><br />- Bu yeterli değil! <br /><br />- Bir ütopyaya kapılmak istemeyen için yeterli. Hattâ olumlu bir iş görmek isteyen için.<br /><br />- Peki nedir bu Türkiye? <br /><br />- İşte mesele burada. O’nu bulmakta… <br /><br />- Ben bu soruya bazen cevap verir gibi oluyorum. Kendi kendime “biz gurbetin insanlarıyız” diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar. Onun aşkı, ızdırabı, hürriyeti. Tarihimiz, sanatımız; hiç olmazsa halkta böyle…<br /><br />Kaynak: “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 - Bir huzursuzluğun romanı: Huzur; Ahmet Hamdi Tanpınar incelemesi” - Prof. Berna Moran - İletişim Yayınları - 2012<br /><br />[Devamı 9. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-81749287136100505892014-06-04T04:30:05.519+03:002014-06-04T04:30:05.519+03:00[7. BÖLÜM]
Şimdi okuyacağınız anekdotun kaynağını...[7. BÖLÜM]<br /><br />Şimdi okuyacağınız anekdotun kaynağını bir sonraki yorumda göreceksiniz:<br /><br />- Halkı sever misiniz? <br /><br />- Hayatı seven herkes halkı sever… <br /><br />- Hayatı mı, halkı mı?.. Bana öyle geliyor ki, hayatı daha çok seversiniz, yahut kavramları? <br /><br />- Halk hayatın kendisidir. Hem manzarası, hem tek kaynağıdır. Halkı hem sever, hem tadarım. Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Orada her şey büyük ölçüdedir. Halk, çok defa büyük denizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağızı bulunca da… <br /><br />- Fakat ona gitmek, ona gidemiyorsunuz? Sefaletleri, ızdırapları, endişeleri, hattâ zevki size kapalı kalıyor. Yani “hepimize kapalı” demek istiyorum. Ben Adana’da çalışırken bunu çok iyi hissettim. Daima kapının dışındaydım; içeri nasıl girileceğini bir türlü çözemedim! <br /><br />- Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi; önünde değil, arkasında durduğumuz içindir! Büyük şeylerin hepsi böyledir. Bir formülde hapsetmek için yakalamaya çalıştın mı, senden uzaklaşırlar. Küçük sefaletlere inersin! Birisinde; akla, mantığa, şüpheye, inkâra / öbüründe; imkânsızlığa, acze, isyana gidersin… Halbuki kendinde ararsan bulursun. Bu bir disiplin, hattâ bir yöntem meselesidir. <br /><br />- Peki ama nasıl buluruz?.. O kadar zor ki… <br /><br />- Hangi köklere gideceğiz? Halk ve halkın hayatı bazen bir “hazine”, bazen de bir “aldanış”tır. Uzaktan bakınca ucu-bucağı olmayan bir şey gibi görünür. Fakat yaklaştın mı; 5-10 motifin ve modanın içinde sıkışır kalırsın, yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerine girersin. “Klasik” dediğimiz şey, yahut “yüksek tabaka” kültürü, ondan birçok yerlerde kopmuşsun… ve zaten sıkı sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış. <br /><br />- Dediğiniz gibi; ip koptu bir kere. Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu 5 ortak kitap bulamayız. Çok küçük bir azınlığın dışında, eskilerden zevk alan gittikçe yok oluyor! Biz galiba son kuşağız! Yarın bir Nedîm, bir Nef’î, hattâ bize o kadar çekici gelen “eski müzik” ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek.<br /><br />Ben burada geçmişe saplanalım, “nostalji içinde” kalalım, demiyorum. Ama bir yolu olmalı.. Yüzbinlerce kadim kültürün imbiğinden süzülerek günümüze kadar gelmiş değerler bize yarınlarımız için ışık tutabilmeli. Geçmiş ve geleceğin buluşmasını “bugün” sağlayabilmek için neler yapabiliriz? Ne zaman “geçmişten ders almak” öbeğini kullanmaya yeltensek, hemen yüzümüze “modern dünya karşıtı ↔ geri kafalı ↔ hoş ve boş romantik” yaftasını yapıştırıyorlar!.. <br /><br />- Evet önümüzde zorluklar var. Fakat çözümler imkânsız değil. Şu an bir tepki, bir “reaksiyon göstermek” çağında yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi’yi bir Richard Wagner olmadığı için / Yunus Emre’yi bir Paul Verlaine yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz hâlde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden “yeni bir doğuş” bekliyor; biz sahip olduğumuz değerlerin hâlâ farkında değiliz. Başka kültürlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz.<br /><br />[Devamı 8. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-9523495003662489262014-06-04T04:28:50.501+03:002014-06-04T04:28:50.501+03:00[6. BÖLÜM]
[[Not (a): “(T.Z.M.) The Zeitgeist Mov...[6. BÖLÜM]<br /><br />[[Not (a): “(T.Z.M.) The Zeitgeist Movement”ı ve “(C.D.S.) Collaborative Design System ~ (O.T.S.) Ortak Tasarım Sistemi”ni; son zamanlarda bir tür “Godzilla” olarak lanse edilen “ paralel yapı ! ” nın piyasaya saldığı yeni bir çocuk oyunu zannetme ihtimâliniz de var!<br /><br />Bu şüpheye konunun en başına açıklık getireyim:<br /><br />(T.Z.M.) ve (C.D.S.); her tür “metafizik” ve “dini” konuyu, bireyin tekil olarak ve toplumların çoğul olarak; “şahsi” inancı kabul eder, yani soyuttur; birer “fiziki olarak vücut bulmuş kurum!” olarak kabul etmez. Yukarıda yazılan “duygularımız” bölümünü tekrar okuyarak bu konuyu daha yakından anlayabilirsiniz.<br /><br />(T.Z.M.) ve (C.D.S.); “laik” oluşumdur, ama “laisist” değildir! Her tür “metafizik” ve “dini” konuyu; kâdim kültürlerden insanlığın bugününe ve yarınına yol gösteren birer miras olarak kabul eder; daha ötesini değil.<br /><br />Bu nedenle “metafizik” ve “din” konuları; (T.Z.M.) ve (C.D.S.) içinde özgürce faaliyet gösterir ve/fakat getirilen yeni sistem/sistemler üzerinde dominantlık sağlayamaz. Baskın gelmeye yeltenirse; yukarıda bahsedilen “hukuk” kavramı ve “Güçler dengesi” devreye girer.<br /><br />Son olarak; (T.Z.M.) ve (C.D.S.) bilimi temel alan özelliği sebebi ile “ateist” değil; “agnostik” bir sistemdir.<br /><br />“Allah & Tanrı” ve/veya “din/dinler” var mı; yok mu? → sorularını sormaz.<br /><br />Oluşum içinde faaliyet gösteren hiçkimsenin dini inancına müdahale edilmez; ve bir dine/dinlere inanan kişi/kişiler kendi “şahsi” inancını sisteme yaymaya yeltenirse, tekrar ediyorum; yukarıda bahsedilen “hukuk” kavramı ve “Güçler dengesi” devreye girer.<br /><br />Not (b): (T.Z.M.) ve (C.D.S.) kabul edildiğinde; her tür “Devlet” aygıtının ortadan kalkacağı söylendi.<br /><br />Bu durum;<br /><br />Ülke isimlerinin yok olması,<br /><br />Ülke tarihlerinin yok olması,<br /><br />Ülke kurucu-liderlerinin mirasının yok olması,<br /><br />Ülkelerin kendi bağımsızlık savaşları dönemlerinde hayatlarını kaybetmiş insanlara saygısızlık yapılması,<br /><br />Tüm toplumların tek-tipleştirilmesi,<br /><br />Tek tip kıyafet giyilmesi,<br /><br />Tek tip tablet bilgisayar üretilmesi,<br /><br />Tek tip mobilya üretilmesi,<br /><br />Tek tip lahmacun yapılması,<br /><br />Tek tip uzay mekiği üretilmesi,<br /><br />Tek tip ev inşa edilmesi,<br /><br />Müzik-resim-sinema-tiyatro-edebiyat gibi yüzlerce beşeri alanda tek-tip konuların işlenmesi,<br /><br />Kâdim kültürlerden gelen her tür mirasın erozyona uğraması vb. olarak yanlış anlaşılmamalıdır.<br /><br />“Devlet” aygıtı + bu aygıtın her uzvu ortadan kaldırıldığında<br /><br />ve<br /><br />“Özel sektör kapitalizmi” ile “Sovyet kapitalizmi” yok edildiğinde;<br /><br />ortaya kendiliğinden çıkacak olan “gerçek özgürlüğün!” bir “tek-tipleşme” değil,<br /><br />tam tersine; tam anlamıyla bir kültürel çeşitlilik ve bu çeşitliliğin sonucunda “gerçek kalkınma!”yı getirdiğini göreceksiniz!<br /><br />“Gelen gideni aratmasın sakın!”,<br /><br />“Sayın uçarı yorumcumuz ‘Adsız’ bey; sen eski köye yeni adet getirmeye mi çalışıyorsun?!”,<br /><br />“Her şeyin eski tas - eski hamam kalacağını hâlâ öğrenemedin mi?!”,<br /><br />“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovduklarını daha önce duymadın mı?!”<br /><br />diyerek kendi kendimizi korkutmaya devam edersek; bu “ gerçek kalkınma ! ” yı hiç bir zaman göremeyebiliriz!]]<br /><br />[Devamı 7. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-51620241104324321782014-06-04T04:27:19.901+03:002014-06-04T04:27:19.901+03:00[5. BÖLÜM]
Yine yanlış anlaşılma doğmasın: “Rahat...[5. BÖLÜM]<br /><br />Yine yanlış anlaşılma doğmasın: “Rahatlık” asla gelmeyecek demiyorum.<br /><br />Dersim/Ovacık Belediyesi “iktidarını!” kazanmış olan “Türkiye Komünist Partisi!”nin bölgede kuracağı “slave/labour camps ~ çalışma kampları”nda talim ve terbiye süzgecinden geçmek için ülkede 15-25 arasındaki her kişi bu kamplara 2 senelik “eğitim!” görmeye mecbur bırakılacak da demiyorum! (“Eğitim!” kelimesinden neleri kastettiğimi daha iyi kavramak için lütfen Michel Foucault’un “Hapishanenin Doğuşu” eserini okuyunuz!)<br /><br />Bir insanın ve bir toplumun:<br /><br />“Rekabet!” ve “para!” denilen iki büyük ceberut sistem ortadan kaldırıldıktan sonra;<br /><br />“PARA KAZANMAK için çalışmak!” eyleminin getirdiği “ölümcül yıkımlar”ın insanlığa bıraktığı nasihatlar ile (Bu “ölümcül yıkımlar”ı iyice anlamak için lütfen Gabor Maté’yi ve Yankı Yazgan’ı bir kez daha okuyunuz),<br /><br />“MUTLU OLMAK için çalışmak!” eyleminin getirdiği o muhteşem “feyz!” ve “ilerleme!” duygusunu;<br /><br />yukarıda yazılan referans kaynakları okudukça<br /><br />ve<br /><br />Gandhi’nin uyardığı gibi; “bizzat kendiniz!” hareket etmeye başladıkça,<br /><br />ruhunuzun en derin noktasına kadar hissedeceğine şahit olacaksınız! Size garanti veriyorum!<br /><br />Bir örnek:<br /><br />(C.D.S.) ve benzeri bir sistem kainatta kabul gördüğünde; fabrikada bir otomobili kendi elleriyle, kendi kollarıyla, kendi aklıyla üreten işçi (lütfen dikkat buyurun: “C.D.S.”de; “Mavi Yaka & Beyaz Yaka” ayrımı ortadan kalkmış olacak!) bu arabayı kullanmak için; o fabrikanın kendisine ödediği maaşın üzerine bankadan (lütfen dikkat buyurun: “C.D.S.”de; “Banka” adlı kurum ortadan kalkmış olacak!) “taşıt kredisi!” çekmek zorunda kalmayacak!<br /><br />İşçi; bizzat “kendisinin!”, “kendi alın teriyle!” ürettiği bu araca yine bizzat “kendisi!” binecek!<br /><br />Bu kısa örneği, aklınıza gelen her tür “üretim araçları” ve bu araçların, bir zincirin halkaları gibi, kainatta örülü olan “bütün mal & hizmet sektörü”ne yayarak; (C.D.S.)’nin nasıl bir hayat vadettiğini daha net görebilirsiniz!<br /><br />Biraz daha yakından anlamak için lütfen önümüzdeki 5 yıl içinde çığır açacak “3D printing” ~ “3 boyutlu ürün yapabilen yazıcılar” teknolojisini iyi takip edin! Ne yazık ki bir “kâr amacıyla kurulmuş özel şirket!” tarafından yönetilen meşhur arama motoru “Google!”a yazarak “3D printing”in bir meteor gibi dünyaya nasıl yaklaştığını öğrenebilirsiniz.<br /><br />Yukarıdaki yorumlar içinde yazılan referans kaynakları henüz ciddiyetle okuyup deneyim kazanmadığınız için “mutluluğu para ile eşdeğer tutmak” düşüncesine alıştırılmış olma ihtimâliniz yüksek. Bu sahte ilişkiyi bir an önce fark edip, “özgürleşme!”ye başlamak için; lütfen imkânınız izin verdiği müddetçe yukarıdaki kitapları okuyun; Yankı Yazgan’ın uyardığı gibi “hemen!” cevap yazmaya lütfen yönelmeyin.<br /><br />[Devamı 6. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-9205050303185357262014-06-04T04:25:59.357+03:002014-06-04T04:25:59.357+03:00[4. BÖLÜM]
Günümüzdeki sistemde adaletsizliği “ez...[4. BÖLÜM]<br /><br />Günümüzdeki sistemde adaletsizliği “ezen” taraf işliyorsa, hukuk “yumuşatılmış yaptırım!”;<br /><br />Adaletsizliği “ezilen” taraf işliyorsa, hukuk “tam yaptırım!” uyguluyor!<br /><br />Bunu şahsım da dahil, kimse görmezden gelemez! Yukarıda verilen “Nexavar” ilacı örneğini aklınızdan lütfen çıkarmayınız! Sayın Desmond Tutu, bu dehşetengiz akıl tutulmasına işaret etmeye çırpınıp durduğu için yukarıdaki vecizeyi dünyaya kazandırdı!<br /><br />Peki “ezen!” ve “ezilen!” ayrımı artık bir son bulduğunda; “hukuk” nasıl bir misyon üstlenecek? Cevabı aşağıda:<br /><br />Bir önerme olan (C.D.S.) adlı sistemin;<br /><br />“Technocracy ~ Teknokratlar hükümeti”nin meydana gelmemesi için,<br /><br />“Juristocracy ~ Yargıçlar hükümeti”nin meydana gelmemesi için,<br /><br />“Dünya gezegeni içinde yaşayan tüm insanlar”ın alınan her kararda ortak ve “doğrudan demokrasi” içinde bizzat var olması için<br /><br />“Güçler dengesi” prensibini kabul ettiği yukarıda yazıldı.<br /><br />(Not: “Direct democracy ~ Doğrudan demokrasi” ile “Representative democracy ~ Temsilî demokrasi” arasında çelişki yaşamanız doğal. Kafanızdaki pürüzleri referans kitaplara yönelerek kendi kendinize temizleyebilirsiniz. Temizlik işlemi için ilk dört düşünür tavsiyesi aşağıda tekrar yazılmıştır.<br /><br />“Soruyorum, bu programı kim denetleyebilir? 9 milyar insanın verdiği oyun değişmediği bu insanlar bir araya gelip kendi kendine kontrol edemez değil mi?” → Yukarıda bahsedilen pürüzü gidermediğiniz müddetçe bu sorunun cevabını bulamazsınız.<br /><br />Cevaplara giden yolları keşfetmek için; lütfen ilk olarak “Proudhon”, “Kropotkin”, “Bakunin” ve “Thoreau”nun eserlerini okumaya çaba sarfedin. Özellikle bu dört düşünürün kitaplarını okuduktan sonra “doğrudan demokrasi” kavramını daha iyi anlayacaksınız.)<br /><br />“...Malum bir seçim yaşadık. Ve bu süreçte bu oy verme işlemlerinin elektronik ortamda olması gibi bir seçenek de konuşuldu. Seçimde sizin dediğiniz gibi ortak karar verme uygulamanıza bir örnek olduğu için anlatıyorum. Seçmen oyunu elektronik bir ortamda kullandı diyelim. Bu programı inşa edenin yardımıyla oylarda değişiklik yapma imkanı teknik olarak var mı yok mu? Var. Yani programlara fazla güvenmemek lazım.” →<br /><br />1. “...bir seçim yaşadık.” → “Direct democracy ~ doğrudan demokrasi” sisteminde işleyen seçim anlayışı, şu an deneyimlediğimiz seçimler ile bir benzerliğe sahip değil. Lütfen referanslara yöneliniz.<br /><br />2. Yukarıda yazdığım “...akışın çataklaşmadan sağlanabilmesi için bir programlamanın/programlamaların ortak kararlar ile her zaman demokratik zeminde alındığı...” ifadesi içinde geçen “...programlamanın/programlamaların...” kısmını sanırım;<br /><br />“Her şeyi elektronik ortamda makinelerin kontrol ettiği”,<br /><br />“Tüm hayatın bilgisayarların doğurduğu sonuçlara göre yönetildiği”,<br /><br />“Kainatı dev robotların sırtında taşıdığı” bir sistem gümbür gümbür geliyor; oh ne güzel, tahinli-pekmez kadar lezzetli bir hayat bizi bekliyor desenize! ; şeklinde anlamış olma ihtimâliniz yüksek.<br /><br />“Bütün bunlar yaşanırken ben de valizimi hazırlayıp, şnorkel, parmak arası terlik, Hawaii desenli %100 pamuklu bir gömlek, hasır şapka, balık tutmak için olta takımımı da yanıma alıp ömrümün geri kalanını, o ülke senin bu ülke benim gezerek, ayak bastığım her şehrin en ünlü meydanında çektiğim -selfie!-yi hemen -instagram!-ımda paylaşarak, sürekli tatil yaparak, -hiç çalışmadan!- geçireceğim; yan gel yat, keyfine bak, oh ne rahat!” diye tahayyül ediyorsanız, yanılıyorsunuz!<br /><br />[Devamı 5. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-71054208261568009652014-06-04T04:24:32.734+03:002014-06-04T04:24:32.734+03:00[3. BÖLÜM]
Sayın Eğilmez’in “Ahbap Çavuş Kapitali...[3. BÖLÜM]<br /><br />Sayın Eğilmez’in “Ahbap Çavuş Kapitalizmi” başlıklı yazısında yazılan ilk 3 yorumu henüz anlamamışsınız. Lütfen o 3 yorumu tekrar okuyunuz. “Aslan veya kaplan” kelimeleri ile Peter Joseph ne ifade etmeye çalışmış, siz ne anlıyorsunuz; lütfen kendi kendinizi yine kendiniz kontrol ediniz. Bu 3 yorumu tekrar okuduktan sonra John McMurtry’nin muazzam şekilde anlattığı Locke ve Smith tâhlillerini gözden geçirdiğinizde, özellikle “ön koşul!” derken neyi kastettiğini iyi idrak ederseniz; bulanıklık yaşadığınız “kaplan” kelimesi de açıklığa kavuşacak. Bu paragrafta yazılan işlemi yaparken lütfen acele etmeyin.<br /><br />Konuyu daha fazla uzatmamak için son örnek: <br /><br />Aralık 2013 / Ocak 2014:<br /><br />Dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden biri olan “Bayer”in CEO’su “Marijn Dekkers”; şirketin kanser ilacı olan “Nexavar” için hasta başına yılda 67 bin dolar talep ettiğini hatırlattı. Ve “ilacı Hintliler için değil, zengin Batılılar için geliştirdik.” dedi!<br /><br />“Business Week” adlı derginin son sayısında yer alan habere göre; etken maddesi “sorafenib” olan kanser ilacının patentsiz üretimine Hindistan hükümetinin onay vermesine tepki gösteren “Bayer” şirketinin Hollandalı CEO’su Dekkers; “Doğruyu konuşma zamanı geldi: Biz bu ürünü Hindistan pazarı için geliştirmedik. Kanser ilacını Batı’da yaşayan ve maddi güce sahip insanlar için geliştirdik.” dedi!<br /><br />Hollanda’da üretilen ve hasta başına yılda 67 bin dolara mal olan ilacın Hindistan’da ise sadece 177 dolara satıldığına dikkat çekilen haberde, Dekkers’in bu şok açıklamaları nedeniyle birçok derneğin dava açmaya hazırlandığı ileri sürüldü.<br /><br />Kaynak 1: http://www.haberturk.com/polemik/haber/918944-zenginler-icin-ilac-olur-mu <br /><br />Kaynak 2: http://www.businessweek.com/news/2014-01-21/merck-to-bristol-myers-face-more-threats-on-india-drug-patents <br /><br />Kaynak 3: http://www.cjr.org/the_audit/bloombergs_viral_misquote_1.php <br /><br />(Orijinal İngilizce metin: “Is this going to have a big effect on our business model? No, because we did not develop this product for the Indian market, let’s be honest. We developed this product for Western patients who can afford this product, quite honestly. It is an expensive product, being an oncology product.”)<br /><br />“... ezilenleri göstermek, önerdiğiniz sistemi doğru yapmaz.” → Lütfen dikkat buyurun: Sayın Desmond Tutu’nun söylediği sözün sadece bir kısmını alıyorsunuz; tamamını değil. “Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda eğer ‘ben tarafsızım’ diyorsan, adaletsizlik yapanın tarafındasın demektir. Eğer bir fil bir farenin kuyruğunu eziyorsa, bu fare senin nasıl hâlâ tarafsız kalabildiğine anlam veremeyecektir!” (C.D.S.)’nin kainatın görüp görebileceği en muazzam kurtuluş yolu olmadığı yukarıda defalarca söylendi.<br /><br />Peki günümüzde uygulandığı iddia edilen Montesquieu’nun sistemleştirdiği “Separation of powers ~ Güçler ayrılığı” prensibi; “serbest piyasa ekonomisi!” sistemi içinde “ezenden” yana mı, yoksa “ezilenden” yana mı tavır alıyor?! Bu soru üzerine ilk önce yukarıda yazılan referans kaynakları okuduktan sonra cevap yazmaya yönelin; lütfen acele etmeyin!<br /><br />[Devamı 4. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-63852905316666508032014-06-04T04:23:33.196+03:002014-06-04T04:23:33.196+03:00[2. BÖLÜM]
Yine tekrar etmek zorunda kalıyorum; ç...[2. BÖLÜM]<br /><br />Yine tekrar etmek zorunda kalıyorum; çünkü yukarıda yazılan yorumları dikkatle aklınızda tutmadığınızı tahmin ediyorum:<br /><br />(Umarım bu tahminimde yanılıyorumdur. Eğer yanılıyorsam şimdiden özür dilerim.)<br /><br />“Apple” örneğini vermiştim:<br /><br />Bu şirketin; ABD sınırları içinde kurulu olan fabrikalarında üretim maliyetlerinin yüksek olmasını sebep göstererek; gidip Çin’de, Tayvan’da, Kamboçya’da, Hindistan’da, Endonezya’da veya Güney Kore’de yeni fabrikalar kurması (veya var olan fabrikalarla anlaşması; “Foxconn” gibi), bu fabrikalarda çalışan işçilerin maliyeti düşük olduğundan neredeyse “karın tokluğuna mahkûm” bir hayat sürmesi; “Amerikan pragmatizmi”nin tipik bir örneğidir!<br /><br />Dikkat buyuralım: “Komünist!” bir rejimle yönetildiğini iddia eden “(Ç.H.C.) Çin Halk Cumhuriyeti”yle, “Kapitalizm”in kalesi olduğunu iddia eden ABD nasıl bir kukla gibi oynuyor görüyoruz!<br /><br />Peki Ç.H.C.; kendini kullandırttığının, “sağmal inek!” durumuna düştüğünün farkında değil de, bu satırların yazarı “Adsız” kişi mi biliyor sadece!<br /><br />Tabii ki hayır.<br /><br />Uzak Asya’da, Ç.H.C.’nin de çevresinde (tıpkı ABD’nin, AB’nin veya Rusya’nın olduğu gibi) kendi “uydu devletçikleri!” var; o meşhur “Sovyet kapitalizmi!” ile bu “uyduları!” sömürmeye devam ediyor.<br /><br />Referans kaynakları ciddiyetle okumaya henüz başlamadığınız için: (C.D.S.)’nin de bir tür “komünist!” yapılanma olduğunu; bundan başka hiçbir şeye benzemediğini kafanızda kuruyorsanız, yanılıyorsunuz!<br /><br />“... ezilenleri göstermek, önerdiğiniz sistemi doğru yapmaz. Rusya’ya, Çin’e komünizm gelmeden önce de muhakkak önderleri halkına sizin söylediğiniz örnekleri vermiştir kapitalizm hakkında. Sonuç? Çin örneğinden gidelim, okuyoruz fabrikalarda çalışan işçilerin durumlarını.” → Bir üst paragrafta “Apple” örneği verilerek tarafımdan yazılan yorumun, bu sayfanın başında da bir kez daha yazıldığını, cevap vermek için acele ettiğinizden, aklınızda tutamamış olabilirsiniz.<br /><br />“Ç.H.C.”, “Kuzey Kore”, “Vietnam”, Küba” ve bütün bunlara ekleyebileceğimiz onlarca “komünist!” rejimle yönetildiğini iddia eden ülke:<br /><br />Hepsi “Sovyet kapitalizmi!”nin çağımızda güncellenmiş hâli ile yönetilmektedir! Başka hiç bir ideoloji ve/veya sistemle değil!<br /><br />“Komünist partilerin!” içindeki en yetkili organ olan -- adeta bir “demir çekirdek!” kadar sert ve ulaşılamayacak kadar yüksekte! -- “politbüro” hangi kararları alıyorsa; tüm ülkeye bu kararları “despotça!” uygular!<br /><br />“Özel sektör kapitalizmi” ile “Sovyet kapitalizmi”nin aynı kaynaklardan beslendiği yukarıda söylendi. “İktidar” denen mefhum ve her tür “Devlet” aygıtı ortadan kaldırılmadıkça; “despotizm!”, her ne şekile bürünürse bürünsün farketmez, devam eder!<br /><br />“...Sonuç? Çin örneğinden gidelim, okuyoruz fabrikalarda çalışan işçilerin durumlarını.” → Eğer kaynaklara ulaşabilirseniz: Lütfen merkezi Pekin’de olan ceberut “politbüro!”nun kararlarına karşı; 2014’te hâlâ devam etmekte olan:<br /><br />Özellikle “Hong Kong özel yönetim bölgesi”nde yapılan (ve çoğu zaman “kanlı!” sonuçlanan!) protesto eylemlerini,<br /><br />“Gounzghou” şehrinde yaşanan fabrika ve tarım işçisi ayaklanmalarını,<br /><br />Ve Tayvan’la yaşanan “ekonomik sınır egemenliği!” çatışmasında; “Heixiazi” adası, “Kinmen idari bölgesi”, “Hainan” ve “Kachin” gibi iki önemli eyalette yaşanan başkaldırı eylemlerini ciddiyetle incelemeniz tavsiye edilir.<br /><br />“Televizyon!”da ve “internet!”in önemli bir bölümünde yukarıda bahsedilen eyalet ve şehirlerdeki tarihi ayaklanmalar yayınlanmadığı için, sanki o bölgelerde hiçbir olay yaşanmıyormuş gibi; “Sovyet kapitalizmi!” altında “ezilen!” işçilerin seve seve boyun eğerek, kuzu kuzu sömürülmeye devam ettiğini zannediyor olabilirsiniz!<br /><br />[Devamı 3. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-5850587352237982732014-06-04T04:22:24.485+03:002014-06-04T04:22:24.485+03:00[1. BÖLÜM]
[Toplam 12 bölümlük yorum]
Sayın Çime...[1. BÖLÜM]<br /><br />[Toplam 12 bölümlük yorum]<br /><br />Sayın Çimen ve bu nadide siteyi ziyaret eden herkes,<br /><br />Referans bilgi eksikliği ve acele cevap yazma yöneliminden dolayı konunun neredeyse bütününü anlamakta güçlük çekiyor; ve yukarıda yazdığım “c.” maddesini uygulamaya kendinizi zorunlu hissediyor olabilirsiniz.<br /><br />Bu sayfanın en başında sorduğunuz sorular ile ip uçlarını yakalamaya başlamıştınız; fakat her bireyin içinde doğuştan var olduğu zorla kabul ettirilen “ön koşullar!” ı kendinden bir çırpıda koparıp atması ve bir çırpıda “özgürleşmesi!” ne yazık ki o kadar kolay değil!<br /><br />Sayın Çimen lütfen size veya bu sayfayı ziyaret eden herhangi bir kişiye karşı “yıkıcı & çürütücü reaksiyoner!” bir tavrı kasten benimsediğim algısı yeniden oluşmasın. Çünkü bu tavrı “kasten benimsiyormuşum” algısı, yüksel ihtimâlle; kimliğimi deklare etmememden (tekrar; “c.” maddesi) ve bu yorumları yazarken kullandığım üslubun sertliğinden kaynaklanıyor olabilir. Eğer aklınızda yeniden böyle bir algı oluşuyorsa şimdiden tekrar özür dilerim. Ve bu “özür dilemeyi” şahsım bizzat şu anda bir kez daha belirttikten sonra; algının tarafınızda tekrar oluşmaması için lütfen duyargalarınıza hükmediniz.<br /><br />Şahsım da; “(C.D.S.)” oluşumu, “doğrudan demokrasi” kavramı ve “mülkiyet nedir?” sorusu üzerine yıllar önce ilk kez ciddiyetle eğilmeye başladığında; bu blog sayfasında en az sizin gösterdiğiniz, en az sayın Kaya Ersoy’un, en az sayın Fahri Çulcuoğlu’nun veya herhangi bir kişinin gösterdiği kadar bir tepki göstermiş, anlamak ve kabul etmekte güçlük çekmiş, “gelen gideni aratmasın sakın!” diyerek şu an hâlâ sürmekte olan ceberut sistemin, aksak aksak da olsa gelecekte devam etmesini, içim kan ağlasa da, istemeye mecbur bırakılmıştım!<br /><br />Çünkü “edilgen!” olmaktan “etken!” olmaya geçişin, bir kadının bir bebek dünyaya getirme anı gibi, ne kadar sancılı olduğunu tahmin edebilmiştim ve “bu sancıya dayanamam!”, diye korkmuştum!<br /><br />Fakat:<br /><br />Yüksünmeden, bıkmadan, zamana yayarak; yukarıda yazılan referans kaynakları (bu kaynakların bu blog sayfasında sadece birkaç adet olduğu yukarıda ifade edildi. Yukarıdakilere ek olarak yüzlercesinin daha var olduğunu bir kez daha tekrar etmeme gerek yok!) okumaya, içinde yazan önermeleri ciddiyetle takibe devam ettikçe;<br /><br />Niçin “(1973) Oil crisis ~ Petrol krizi”nin,<br /><br />Niçin “(1979) Zamanın ABD başkanı Jimmy Carter’ın yaptığı ‘Crisis of Confidence ~ İtimat krizi’ konuşması”nın,<br /><br />Niçin “(1987) Black Monday ~ Kara Pazartesi”nin,<br /><br />Niçin “(1994) Meksika ekonomik krizi”nin,<br /><br />Niçin “(1997) Asya finansal krizi”nin,<br /><br />Niçin “(1998) Rusya finansal krizi”nin,<br /><br />Niçin “(2000) Dot-com balonu”nun,<br /><br />Niçin “(2001) Türkiye ekonomik krizinin (Kara Çarşamba)”,<br /><br />Niçin “(2002) Hisse senedi piyasasının çöküşü”nün,<br /><br />Niçin “(2007-08 ... devam ediyor!) Küresel ekonomik krizin”,<br /><br />Ve niçin “(13 Mayıs 2014) Soma -cinayetleri!-”nin<br /><br />meydana geldiğini “öğrenerek!”; “insan etine toplu iğneyi batırıp çıkarmak, batırıp çıkarmak, batırıp çıkarmak!” gibi bir dehşetengiz acıyla uyandım!<br /><br />(Not: Jimmy Carter’ın o muhteşem konuşmasında dünyaya verdiği en önemli mesaj -- kainatın gördüğü en vahşi “tüketim kültürü!”nün kalesi “ABD” isimli ülkenin başkanı olmasına rağmen! -- : “ -İnsan- kimliği artık ne YAPTIĞI ile değil; ne yazık ki ne SAHİP OLDUĞU ile tanımlanıyor!” cümlesi idi!)<br /><br />Bu yorum pencerelerinde kainatı kurtarmaya başlamak şimdilik ne yazık ki mümkün değil. Ama bir kıvılcım ateşlenmeye çaba sarfediliyor; bugün bir kıvılcım ateşlemeye mecburuz!<br /><br />Bu yorum pencerelerinde sonsuza dek sürdüremeyeceğimiz bu verimli fikir alışverişini; lütfen ilk önce acele etmeden, zamana yayarak, yukarıda yazılan referans kaynak, anekdot, kitap ismi, belgesel vs.’yi okuyup, izleyip, inceleyip, yazılan önermeleri gözlemledikten sonra aklınıza takılan sorular varsa (ki bu sorular büyük ölçüde azalacaktır; buna emin olabilirsiniz!) yine bu referanslar aracılığıyla sizlere cevap verebilecek tecrübeli kişilerin tavsiyelerine danışın.<br /><br />[Devamı 2. bölümde]Adsızhttps://www.blogger.com/profile/17869860347631715401noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-64437012388552090952014-06-03T11:41:49.882+03:002014-06-03T11:41:49.882+03:00Biat derken de, söylediğiniz herşeyi kabul mu edel...Biat derken de, söylediğiniz herşeyi kabul mu edelim anlamında. İşte sıkıntıları söylüyorum, çözümü varsa onu yazarsınız. Ama "programlar vasıtasıyla ortak kararlar" bir cevap değil. Devleti, temsil sistemini kaldırıyoruz diyorsunuz, ama yerine programları koyuyorsunuz. Şablon değişmiyor. Ben de onu söylüyorum. Burada kapitalizm devam etsin demiyorum. Soruyorum, bu programı kim denetleyebilir? 9 milyar insanın verdiği oyun değişmediği bu insanlar bir araya gelip kendi kendine kontrol edemez değil mi? Ve bir de tespit edilen şu husus da varsa, " Neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir?!”" bir de geçim derdi de yoksa?<br /><br />Ama yine söylüyorum vaat güzel, bir cennet vaat ediyorsunuz. Bunu hangi insan istemez. Hele bu dünyayı tüketmeden. Zaten bu hızla gittiğimizde, kaynakları tükettiğimizde, böyle bir sistem eninde sonunda gelecek, tıpkı bir zamanlar bizim ülkemizin de yaşadığı karneyle ekmek alması gibi. O dönemde bilgisayar sistemleri gelişseydi, karne yerine kart verirlerdi kuşkusuz :)<br /><br />SaygılarımlaTimur Çimenhttps://www.blogger.com/profile/15661097057665516843noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2709216080693648313.post-1676118647169861452014-06-03T11:18:37.567+03:002014-06-03T11:18:37.567+03:00"Lütfen dikkat buyurun (a): “Bir gerçekten ba..."Lütfen dikkat buyurun (a): “Bir gerçekten bahsediyorsunuz, ezilenlerden, bu gerçek sizi haklı yapar mı?” → Sadece şahsımı değil, ezilen herkesi haklı yapar; buna siz de dahil!"<br /><br />Tabi burada ben ifademi tam yazamadım. Demek istediğim, ezilenleri göstermek, önerdiğiniz sistemi doğru yapmaz. Rusya'ya, Çin'e kominizm gelmeden önce de muhakkak önderleri halkına sizin söylediğiniz örnekleri vermiştir kapitalizm hakkında.Sonuç? Çin örneğinden gidelim, okuyoruz fabrikalarda çalışan işçilerin durumlarını. Muhakkakki ileride çocukları daha iyi yaşam standartlarına kavuşacaktır.<br /><br />Yani ben de ortaya çıkayım, halkın duygularını sömürerek bir çıkar arayışına gideyim. Verdiğim örnek, ezilenler, doğru olsa da, bu beni haklı çıkarır mı? Asla. Ben bundan bahsettim. Sizi tenzih ederim, çıkar sağlıyorsunuz demiyorum. İfademi size anlatmaya çalışıyorum. Umarım bu yazdıklarımı da çarpıtmazsınız.<br /><br />Verdiğim kaplan örneğindeki gibi. Siz öyle bir anlatıyorsunuz ki, sisteminiz şu an dünyada tıkır tıkır çalışıyor, artık kaplan olmanıza gerek yok diyorsunuz. Ben diyorum ki, sizin sisteminiz tıkır tıkır çalışana kadar, bizler bu sisteme göre yaşamaya devam edeceğiz, yem olmamak için kaplan olun, güçlü olun diyorum. Siz de sistemi inşa edinceye kadar, biryerlerde çalışacaksınız değil mi? Kaplan olmayı bıraktınız mı yoksa? Burada kaplan olmak temsili bir örnek. İlla birilerini yemeniz gerekmiyor. Ama bu sistemden besleniyorsunuz değil mi? En azından diğerini kurana dek. <br />Sizi çürütmeye çalışmadığımı anlamaya başladığınız anda siz aydınlanmaya başlayacaksınız bence.<br /><br />"akışın çataklaşmadan sağlanabilmesi için bir programlamanın/programlamaların ortak kararlar ile her zaman demokratik zeminde alındığı...”<br /><br />“...ortak kararlar ile her zaman demokratik zeminde alındığı..."<br /><br />Bir örnek vermek istiyorum. Malum bir seçim yaşadık. Ve bu süreçte bu oy verme işlemlerin elektronik ortamda olması gibi bir seçenek de konuşuldu. Seçimde sizin dediğiniz gibi ortak karar verme uygulamanıza bir örnek olduğu için anlatıyorum. Seçmen oyunu elektronik bir ortamda kullandı diyelim. Bu programı inşa edenin yardımıyla oylarda değişiklik yapma imkanı teknik olarak var mı yok mu? Var. Yani programlara fazla güvenmemek lazım. <br /> Timur Çimenhttps://www.blogger.com/profile/15661097057665516843noreply@blogger.com