Enflasyon ile Faiz İlişkisini Anlama Rehberi
Enflasyon, genellikle malın az (yani arzın
sınırlı) paranın çok (yani talebin arzdan fazla) olduğu zamanlarda ortaya
çıkar. Eğer az miktarda mala çok miktarda talip varsa malın fiyatı yükselir. Bu
durumda talip sayısını azaltmak için faizi artırmak gerekir. Ki içlerinden bir
bölümü faizden kazanacağı parayı düşünerek o mala talip olmaktan vazgeçsin.
Böylece mala olan talep düşerse fiyat artışı da durur. Faizi indirmek tam tersi
etki yaratır. Faiz düşürüldüğünde, hele bir de negatif reel faiz söz konusu
olduğunda, insanların tasarruf yapması için neden kalmaz o zaman hep beraber
mallara talip olurlar ve mal fiyatları yükselmeye başlar.
Ekonomide en bilinen denklemlerden birisi
Irwing Fisher’in miktar teorisi denklemidir: MV = PQ olarak ifade edilir. Bu
denklemde M para arzını, V paranın dolanım hızını (yani her bir TL’nin yılda
kaç kez el değiştirdiğini), P fiyatlar genel düzeyini, Q ise üretilen mal ve
hizmetlerin miktarını gösterir. V ve Q kısa sürede değişebilecek yapıda
değildir. V, geleneklere, toplumsal anlayışlara bağlıdır. Üretim (Q) ise yapılacak
yeni yatırımlara bağlı olarak artacağı için ancak orta – uzun vadede artması mümkün
olur. Yani V ve Q'yu kısa dönemde sabit kabul edebiliriz. Bu durumda: P = f (M)
olur. Yani fiyatlar genel düzeyi, para arzının bir fonksiyonu haline gelir.
Bunun anlamı şudur: Ekonomide para arzı artmışsa fiyatlar genel düzeyi de artar
ve enflasyon dediğimiz olgu ortaya çıkar. Para arzını sadece piyasaya sürülen
kağıt para ve madeni para toplamı olarak almamak gerekir. Bu toplama bankalardaki
mevduatlar da dahil edilir. Bu durumda faizin düşmesi demek bankalarda duran
paranın çekilip harcamaya dönmesi yani kullanılan para miktarının artması
demektir. Ki bunun para arzını genişleteceğini ve MV = PQ denkleminden türeyen
P = f (M) fonksiyonel ilişkisi sonucunda enflasyonu artıracağını
söyleyebiliriz. Enflasyon dediğimiz sürekli ve genel fiyat artışlarının
çoğunlukla nedeni budur. Bunu önlemenin yolu talebi, yani insanların tüketimini
düşürecek, onları tüketimden tasarrufa kaydıracak şekilde pozitif reel faiz
vermekten geçer.
Bazı hallerde enflasyon maliyet enflasyonu olarak ortaya çıkar. Yani üretimde kullanılan malların maliyetleri artar. Örneğin petrol, doğalgaz, elektrik fiyatı yükselir ya da işçi ücretleri sendikal baskılar sonucu artarsa o zaman malın fiyatının artırılması kaçınılmaz hale gelir ve bu da enflasyonu yükseltir. Faiz ödemeleri de maliyetler içindeki finans maliyetleri grubunda yer alır. Dolayısıyla faizlerde ortaya çıkacak artışlar, finansman maliyetlerini artıracağı için mal fiyatlarının, o da enflasyonun yükselmesine yol açabilir. Bunun söz konusu olabilmesi için faiz giderlerinin toplam maliyetler içindeki payının yüksek olması gerekir. Eğer bu pay yüksekse o zaman faiz indirimi enflasyonu düşürebilir.
TCMB Başkanının TBMM’ye yaptığı sunumda yer
alan tablodan hareket edersek Türkiye’de imalat sanayi sektöründe faaliyet
gösteren firmaların toplam giderlerinin bileşenleri 2012 yılı itibariyle
şöyledir (söz konusu verileri yer aldığı kaynak www.tcmb.gov.tr sitesinde konuşmalar başlığı altında yer alıyor.)
Maliyet kalemleri
|
İçeriği
|
Toplam Giderler İçindeki Payı (%)
|
Satılan malın maliyeti
|
Yerli ve ithal hammadde ve malzeme giderleri, elektrik –
doğalgaz – su giderleri, işgücü giderleri
|
86,2
|
Faaliyet giderleri
|
Genel yönetim giderleri, pazarlama satış ve dağıtım
giderleri, araştırma ve geliştirme giderleri vb
|
8,5
|
Finansman giderleri
|
Faiz, komisyon vb
|
2,2
|
Diğer giderler
|
Yukarıdakilerin dışında kalan giderler
|
3,1
|
Buna göre Türkiye'de faizin de içinde
bulunduğu finansman giderlerinin toplam giderlerdeki payı 2012 yılında yüzde 2,2’dir
(finansman giderlerinin 2002 – 2012 yılları arasındaki 11 yıllık dönemde
ortalama payı yüzde 3,4 olarak hesaplanmaktadır.) Yani faiz giderlerinin toplam
giderler içindeki payı oldukça düşüktür. Dolayısıyla faizi indirmenin etkisi
fiyatlarda çok küçük bir etki yaratabilir. Buna göre faizi düşürmek yoluyla maliyet
artışını önlemek mümkün olmadığı gibi böyle bir indirim, talebin canlanmasına
yol açarak tam tersine fiyatların artmasına yol açabilir.
Bir başka iddia Türkiye’de bugün ağırlıklı
olarak maliyet enflasyonunun geçerli olduğu tezidir. Bunun geçerliliğini
anlayabilmek için üretici fiyat endeksindeki değişimlerle tüketici fiyat
endeksindeki değişimleri karşılaştırmak gerekiyor. Aşağıdaki tablo yılbaşından
bu yana her iki endeksteki değişimleri gösteriyor.
2014
|
TÜFE
(%)
|
Yİ-ÜFE
(%)
|
Ocak
|
7,75
|
10,72
|
Şubat
|
7,89
|
12,40
|
Mart
|
8,39
|
12,31
|
Nisan
|
9,38
|
12,98
|
Mayıs
|
9,66
|
11,28
|
Haziran
|
9,16
|
9,75
|
Temmuz
|
9,32
|
9,46
|
Tablo, üretici fiyatlarındaki (ÜFE) artışın
düşüşe geçmiş olmasına karşılık tüketici fiyatlarındaki (TÜFE) artışın devam
ettiğini gösteriyor. Üretici fiyatları endeksi geniş ölçüde maliyetleri,
tüketici fiyatları endeksi ise talebi temsil eder. ÜFE’de yani maliyetlerde
artışın hız kesmiş olmasına karşın, TÜFE’de yani talepteki artışın devam ediyor
olması Türkiye’de bu dönemde ağırlığın talep enflasyonunda olduğunun bir
göstergesidir.
Hocam elinize sağlık. Sizin bu enflasyon ve faiz ile ilgili yazıları biraraya getirip Ankara'ya yollamak lazım.
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilYazıları ankaraya dil, ankaradaKINI Mars'a yollamak lazım!
Silsadelestirme icin paranin dolasim hizini sabit kabul etmek makul; fakat ne kadar dogru:
YanıtlaSilhttp://research.stlouisfed.org/fred2/graph/?g=GHo
Türkiye için M3 para arzını esas alarak yaptığım hesaplama bu kabulün kısa vadede doğru olduğunu hatta orta vadede bile geçerli olduğunu gösteriyor.
Silparanın dolaşım hızı (GSYH/TL arzı) Türkiye'de sabit değil, sürekli bir düşüş trendinde ancak bu düşüş yavaş ve kademeli. GSYH/M3 şeklindeki bir hesaplama doğru olmaz çünkü M3'ün içerisinde döviz mevduatları da var. dövizin yurtiçinde doğrudan bir ödeme aracı olarak kullanımı çok sınırlı. dövizi olanlar ödemelerini önce dövizi TL'ye çevirerek yani TL stoku üzerinden yapıyor. dolayısıyla TL arzını baz almak daha doğru bir yaklaşım olur.
SilHocam,paranın dolaşım hızını nominal gsyh'yı nominal M3 para stoğuna bölerek mi buluyorsunuz?veya keynes ve friedman'ın içine başka değişkenleri de alan fonksiyonlarını mı kullanıyosunuz,merak ettim açıkçası.
SilParanı dolanım hızını iki şekilde hesaplamak mümkün ilki M2 / GSYh ikincisi M3 /GSYH. Her iki hesaplama da aşağı yukarı değişmeyen hatta çok az da olsa azalan bir yapı içinde olduğunu gösteriyor.
SilHocam paranın gelir dolaşım hızı miktar teorisine göre V=P*Y/M diye biliyorum.neden tersi para stoğu nominal gsyh'ya bölünüyor?
SilEvet doğru siz Q yerine Y yazmışsınız aynı şey. PQ ya da PY = nominal GSYHYani MV = GSYH oluyor ve V'yi bulmak için GSYH / V yazmak gerek. Ben yukarıdaki yanıtta ters yazmışım haklısınız.
Sil1. Finansman giderlerinin çok düşük olması sermaye sahiplerinin yeni yatırımlar yapmadıkları anlamına geliyor? Bu durumda ellerinde tuttukları parayı faizde kullanacakları açıktır.(yada şampiyonlar ligine sponsor olurlar) Faizi çok düşük tutarak yatırım yapmak zorunda bırakamazmıyız? Yine de yatırım yapmazlarsa...
YanıtlaSil2. Bir firmanın maliyetleri geçen seneye göre değişmediği halde yöneticiler ürünlerin fiyatlarını keyfi olarak artırırlarsa ne olur? ben buna keyfi enflasyon diyorum. doğru mudur? lütfen aydınlatın bizi
İkinci sorunuzun cevaplamaya çalışayım, eğer o firmayı tekel kabul edersek o ülkede alternatifi yok farz edersek veya firma kimsenin sahip olmadığı teknoloji ile üretiyorsa böyle keyfi davrana bilir. Serbest piyasa koşullarında piyasa keyfi enflasyonları dizginler. Tüketicinin alternatifleri çoğalır ve o firmadan almazlar.
Silİkinci sorunuzu Ahmet bey son derecede net biçimde yanıtlamış, eklenecek bir şey yok.
Silİlk soru ise tam olarak sizin yanıtladığınız gibi değil. Çünkü finansman giderleri içinde yer alan faizlerin dayanağı olan krediler sadece yatırım amaçlı alınmıyor bir bölümü de işletme amaçlı alınıyor. Ona rağmen oran bu. Yatırım yapmanın düşük faiz ile ilgisi kadar risk derecesiyle de yakın ilgisi var. Ekonomide riskler yükseliyorsa ya da siyasette gerginlik artıyor ve bunun ekonomide risk yaratabileceği algısı doğuyorsa faiz ne kadar düşük olursa olsun yatırım arzusu doğmayabilir. Bunun en tipik örneği Euro bölgesi ve Japonya. Faizler sıfır dolayında, enflasyon da yok ama kimse yatırım yapmıyor. Neden? Çünkü ekonominin geleceğiyle ilgili belirsizlikler yatırımcının kafasında risk algısı yaratıyor.
Türkiye'de KOBİ sahiplerinin sıcak paralarını arsa-konut ile değerlendirmesine de değinmek gerekiyor.
SilMerhaba hocam ağzınıza sağlık, yine çok sade bir anlatımla faiz-enflasyon ilişkisini anlatmışsınız. Kendime Yazılar'ın güncel baskısı ne zaman çıkacak acaba.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilKendime Yazılar kitabı daha çok felsefe, tarih, siyaset, edebiyat, deneme ve ekonomi felsefesi ağırlıklı yazılardan oluştuğu için güncellenmesi gerekmiyor. Ama o kitapta yer almayan yazılarımı içeren ikinci bir kitap düşünebilirim.
bu "faiz sebep enflasyon neticedir" söyleminin dayanağı faizin toplam maliyetler içindeki payı değil de miktar teorisi gibi. tasarrufları artırmak için merkez bankası faizleri yükseltirse faizlerdeki yükseliş mevduat faizleri yoluyla para arzını artırır. ayrıca faizlerdeki artışla birlikte döviz mevduatlarının bir kısmının TL'ye çevrilmesi ve merkez bankasının piyasaya TL vererek döviz rezervlerini de artırma olasılığı bir hayli yüksek. tüm bunlar para arzını artırır ve paranın dolaşım hızını da sabit kabul edersek enflasyon yaratabilir.
YanıtlaSildiğer taraftan faiz maliyetlerinin yükselmesi kredilerdeki büyümeyi düşürecek ve bu yolla TL arzı üzerinde baskı yaratacaktır. ayrıca daha değerli bir TL ithal girdi fiyatlarındaki gerilemeyle birlikte yine enflasyona aşağı yönlü etki edecektir.
hangi faktörler daha ağır basarsa hangisinin sebep hangisinin netice olduğuna karar verebiliriz.
Merhaba hocam. Aklıma takılan bir hususu arz etmek istedim konu ile ilgili.
YanıtlaSilReel faiz oranları çok cazip hale gelirse ve konuya arz tarafından bakılacak olursa; üreticiler üretim yapmak yerine faize yönelirler ve bu da arz daralmasına yol açarsa enflasyon olarak geri dönüşü olmaz mı acaba?
Reel faiz oranlarının 1 - 2 puan olması bu dediğiniz cazibeyi yaratmaz. 2002 - 2010 arasında reel faiz 2 - 3 paundı ve böyle bir cazibe yoktu. Önemli olan faizin enflasyonun altında kalmaması. Ayrıca yabancı yatırımcılar zaten 4 - 5 puan reel faiz kazanıyor (onlarda enflasyon düşük olduğu için) kazanamayan bizim tasarruf sahipleri.
SilTürkiye'de 2002-10 arası 6 ay vadeli TL mevduatın stopaj sonrası reel getirisi ortalama +%5,1 idi. zaten o nedenle 2002'de ortalama 1,50 olan dolar kuru 2010'da da değişmeyerek ortalama 1,50 düzeyinde kaldı.
SilTek nedeni bu değil tabii ama bu da önemli nedenler arasında.
SilTablodaki finansman giderlerinin sadece faiz ve komisyon olduğundan emin miyiz? Kur farkı giderleri/gelirleri nerede? Ayrıca faiz giderlerinin ne kadarı firmaların yurtdışındaki kendi paralarını kredi olarak kullanmaları ile ya da grup içi para transferi yoluyla oluşan borçlanmalar için tahakkuk ettirildiği incelendi mi? Daha açık sorarsak bu faiz giderlerinin ne kadarı yatırım/işletme ihtiyaçları için ne kadarı vergi planlaması için tahakkuk ediyor? Faizler yükseldiğinde faaliyet dışı gelirler niye artıyor?
YanıtlaSilKur farkları da dahil diye biliyorum. Gerisi konusunda bilgim yok. Bu oranları TCMB'den aldım. Belki onlara sorarsanız yanıt alabilirsiniz. Eğer alabilir ve bizi de bilgilendirirseniz burada yayınlar herkesi bu konuda daha fazla bilgi sahibi yapabiliriz.
SilMahfi Bey,
YanıtlaSilPara dolanım hızını kısa dönemde sabit alıyorsunuz. Bununla ilgili bir sorum olacak.
Para dolanım hızı Türkiye'de kaç civarındadır? bu OECD ülkelerinde ne düzeydedir? Zamanla OECD düzeyine yükselirse/azalırsa bunun enflasyona etkisi nasıl olur?
Ben para arzı olarak M3'ü alıyorum. Bu durumda paranın dolanım hızı 1,8 çıkıyor. Paranın dolanım hızı M3 ile alındığında Almanya'da 1,27, Fransa'da 1,3 çıkıyor. Genel olarak gelişmişlik arttıkça paranın dolanım hızı düşüyor.
SilParanın dolanım hızı artarsa MV = PQ denklemi gereğince enflasyonu artırıcı etki yaratır.
YanıtlaSilSayın Mahfi Eğilmez, ekonomiden pek anlamamakla beraber yazılarınızı ilgiyle okuyor ve anlamaya çalışıyorum. Kafama devamlı takılan soru şu: İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler faiz - enflasyon dengesini nasıl muhafaza edebiliyorlar, veya iyileştirebiliyorlar. Tamam biz halk olarak onların halkından daha az gelişmiş bir halkız, ancak bunun faiz - enflasyon dengesine etkisi nedir, ne kadardır? Saygılarımla
Örnek verdiğiniz ülkeler başta siyasal risk olmak üzere risklerin düşük, disiplinin yüksek olduğu ülkeler. Bu ülkelerde kavga yok. Kavga olmayan yerde risk düşük olur. Bütçe açıkları da denetim altında. Dolayısıyla bu ülkeler fazla borçlanma ihtiyacı içinde değiller. Bu tür artılar enflasyon oluşmaması ve dolayısıyla faizlerin yükselmemesi için önemli faktörler.
SilMahfi Bey, aydınlatıcı yazılarınız için tekrar teşekkürler.
YanıtlaSilTCMB sunumundaki gider kırılımları hangi ölçüm standardında (UFRS, Yasal Mevzuat vb..) bilmiyorum ancak; %2.2 Faiz gideri ağırlığından bahsederken; satılan malın maliyeti içindeki faiz giderlerinide (Stoklar üzerinde aktifleştirilmiş finansman giderleri) dikkate almamız gerekmiyormu sizce?
Evet hepsini dikkate almak gerekiyor. Ben de TCMB'nin bu verileri nereden alıp da sunuma dahil ettiğini bilmiyorum. Sunumda kaynak vermemişler.
SilHocam,günümüzde paranın MBlarıyla bankaların be bankalarla müşterilerinin borç ilişkisinden daha doğrusu paranın borçtan yaratıldığı doğru mu gerçekten?Yoksa komplo teorisi severlerin farazi uydurmaları mıdır bunlar?
YanıtlaSilbanka bilançolarının pasiflerindeki mevduat paradır. bu pasifin karşılığındaki aktifler, bankaların alacaklarıdır. bankaların alacakları başkalarının borcudur. merkez bankası bilançosundaki rezerv paranın karşılığı ise merkez bankasının net dış rezervleri ve biraz da yerli hazine kağıdıdır ki bu net dış rezervler (çoğu ABD ve Avrupa ülkelerinin hazine kağıdıdır) ve hazine kağıtları da bir başkasının borcudur. yani para=borç denklemi doğrudur. komplo teorisi değil. bir ülkenin para biriminin değerini de borçlu olanların kalitesi belirler. İsviçre'deki borçlunun kalitesiyle Türkiye'deki borçlunun kalitesi aynı değil. dolayısıyla iki ülke para biriminin değerleri ve itibarı farklıdır.
SilYanıt güzel olmuş, eklenecek başka bir şey yok.
SilHocam Türkiye dünyada üretim gücüne bağlı olarak en büyük 17.büyük ekonomi arasında gösteriliyor . Olması mümkün değil belki ama açıkçası hangi sebeplerle olamayacağını merak ediyorum örneğin; Türkiye tarım,sanayi ve hizmetler sektöründeki üretimini kısa bir zaman için de 2 katına çıkararak on büyük ekonomi arasına girecek kadar üretim yapamaz mı?
YanıtlaSilYapamamasının sebebi de arkasında talep olmadan hiçbir ülke üretim yapmaz ayrıca bu kadar büyük üretim artışı için ister istemez dışardan yüklü miktarda sermaye mallarını ithal ederek üretim kapasitesini artırmak gerekir ki Buda büyük bir maliyettir belki de kur artışı yatırımın karını götürüp diğer ülkelerle rekabet edilinemeyecektir ve üretilen mallar satılmayacak ve stoklara çalışılmış olacaktır .bu nedenleri göz önünde bulundurarak mı üreticiler aşırı üretim yapmaz lar ?
Bu yolla en büyük ekonomi sıralamasında öne geçmek mümkün değil. Çünkü talep olmadan yapılacak arz artışı ya satılamadan elde kalır ya da genel fiyat düşüşüne yol açarak kazancın düşmesine neden olur. Bir ülkenin bulunduğu sıradan üst sıralara tırmanmasının sağlıklı yolu üretimde yeni buluşlar, daha ileri teknolojiler yaratmasıdır. Bunun da tek bir yolu var: Bilimsel eğitime geçmek. Yani Türkiye'nin hiç yapamadığı bir şey.
SilHocam bugün merkez bankası Hazine'nin ihraç ettiği tahvilleri (yanılıyorsam düzeltin lütfen )doğrudan almıyor fakat ikincil piyasada merkez bankası bu tahvilleri alarak piyasaya para sürüyor diye biliyorum aslında merkez bankası bu hareketiyle hazineyi dolaylı finanse etmiş olmuyor mu ve piyasada ki parayı çekene kadar piyasaya para vermiş olmuyor mu?
YanıtlaSil2) hocam bütçenin açığının finasman yollarına bakılırsa 1)iç borçlanma 2)dış borçlanma dır. İç borçlanmada hazine piyasaya para sürmeden hâli hazırda olan piyasa daki parayı ödünç olarak alıyor .fakat dış borçlanma yapılmak suretiyle bütçe açığı finanse edildiğinde ise hazine dışardan aldığı borcu açığı finanse etmek için merkez bankasına yatırıp karşılığını da malum tl olarak aldığında piyasaya fazla para sürmüş olacaktır diye düşünüyorum sizinde dediğiniz gibi fisher denkleminde ki gibi para arzı arttığından direk enflasyonist bir baskı yaratmaz mı ?
(1) Evet doğru. TCMB bu tahvilleri APİ yoluyla alıyor genellikle. Dediğiniz doğru buna dolaylı finansmandeniyor. Bazı ülkelerde (Yeni Zellanda) bu da yasal olarak engellenmiş. Yani Yeni Zelanda MB, Hazine tahvillerini dolaylı olarak da alamıyor. Bazı ülkelerde ise kaçınılmaz bir durum. Çünkü özel kesim tahvilleri henüz yeterince yaygın ve gelişmiş değil.
Sil(2) Kesinlikle doğru. Ama Hazine'nin yaptığı dış borçlanmadan elde ettiği paranın yine vadesi gelmiş dış borçların anapara ve faiz ödemesinde kullanıldığını düşünürsek piyasada enflasyonist baskı yaratacak bir para arzı oluşmayacağını görebiliriz.
Hocam piyasada ki para arzı artmasa bile marjinal tüketim eğiliminin yüksekliğine bağlı olarak paranın dolaşım hızının artması yinede enflasyonun sebebi olarak düşünebilirmiyiz? Yani enflasyon için illa para arzının yani M'in artması gerekmiyor değil mi ?
YanıtlaSil2)Japonya da fiyatlar genel düzeyi düşüş eğilimi gösteriyor. Fisher'in denklemi itibariyle Japonya'yı değerlendirmeye tabi tutarsak M.V=P.Y denkleminde ki P'nin düşmesi üretiminin yüksekliğinden mi kaynaklanıyor yoksa bunun başka bir sebebi mi var mı?
(1) Evet eğer paranı dolanım hız artıyorsa enflasyon yaratır. Çünkü MV = PQ denkleminin sol tarafında bir artış olmuşsa sağ tarafı da zorunlu olarak artacak demektir. Sağ tarafta Q kolay ve hızlı artmayacağına göre P yani fiyatlar artacak demektir. Ama söylediğim gibi V kolay kolay artmıyor. Örneğin Türkiye'de son 5 yılın ilk 3 yılında 1,9 son iki yılında 1,8 olmuş. Yani tam tersine azalmış.
Sil(2) Japonya'da işler değişti. Genişletici para politikası sonucu bu yıl enflasyon oluştu. Şu anda yüzde 3,6 enflasyon var. Geçmişte sizin dediğiniz gibi enflasyon eksi idi. Bunun nedeni Fisher denkleminden çok talep yetersizliği ile açıklanıyor. Gelecek için karamsar olan insanlar para hacamıyor, biriktiriyor. Para harcanmadıkça da enflasyon düşüyor. O nedenle Japonya Abe başbakan olduktan sonra para arzını artırarak enflasyon yaratmaya çalıştı ve bunda bir miktar başarılı oldu.
Hocam hazır, para arzı ile enflasyon ilişkisi ni incelemişken kısa bir sorum olacak; bütçe açığının enflasyon yaratacağı konusunda iktisatçılar arasında bir görüş birliği var. Ben şunu sormak istiyorum acaba bütçe açığını piyasaya fazla para sürmeden iç borçlanma ile finanse edilse bile yani harcamalar yer değiştirse bile yinede enflasyonist bir baskı yaratır mı? Yaratmasının sebebi ni dolaşım hızının artmasına mı bağlamalıyız ?
YanıtlaSilThomas Sargent ve Neill Wallace'ın bu konuda "Hoş Olmayan Parasal Aritmetik" başlıklı bir makaleleri var. Buna göre bütçe açıklarının para basma yerine borçlanmayla kapatılması uzun vadede daha ağır bir enflasyon yaratıyor. Bunun bir uygulamasını Türkiye Özal döneminde yaşamıştır. Uzun süre borçlanmayla finanse edilen bütçe açıkları iki haneli yüksek enflasyona yol açmıştır. Bu gelişimin nedeni dolaşım hızının artmasından değil para arzının artmasından kaynaklanmıştır. Alınan borç geri ödendiğinde en az faizi kadar para arzı genişlemesi yaratır.
SilYine, yeniden teşekkürler hocam siz anlatmaktan bıkmadınız bizde okumaktan .Hocam bence bu faizin enflasyon a sebep olduğunu düşünenler tüfede ki mal sepeti içerisindeki ağırlıklandirmaya bakmalı acaba faiz'ın etkisi ne kadar diye ?yanılıyor muyum ...
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilTÜFE'den ziyade ÜFE'ye bakmak gerekir. Ayrıca bir anket yapılarak işletmelerde faiz giderlerinin payının toplam giderlerdeki payını çıkarmak gerekir.
Kurduğunuz mantık doğru ama sistem tam olarak böyle çalışmıyor. Yabancı yatırımcı parasını getirip 12 yıl aynı yerde bırakmıyor. Kurların arada yükseldiğini görünce hemen TL'den dövize dönüp dışarı kaçıyor. Sonra işler durulunca geri geliyor. Ama böyle olmasa bile yine de büyük getiri sağlıyor. Bizim yerli tasarruf sahibi ise içeride enflasyon yüksek olduğu için zararlı çıkıyor.
YanıtlaSilYukarıdaki hesapta kur değişiklikleriyle ortaya çıkan kayıplar ve yatırımcının kendi ülkesindeki enflasyon hesaba katılmamış.
Hocam ama Ankara'da tam tersi söyleniyor bunun. Ben de sizin gibi düşünüyorum ancak faizin fazlası da ülkeye zarar tabi ki kuru paracılara para ödüyoruz. Hem üretim ve istihdamın artması için de faizin düşük olması gerekir. Ancak bu da enflasyona sebep oluyor. Ekonomideki bir yığın çelişkiden sadece biri. Sanırım optimum faiz dengesini çok iyi tutturmak gerekir ne yardan ne serden geçmek için öyle değil mi hocam?
YanıtlaSilEvet üretim ve istihdam için çok yatırım gerekir. Onun için de faizin düşük olması gerekir. BUna karşılık faiz düştükçe tasarruf azalır, harcama artar. Harcama arttıkça enflasyon olur, tasarruf azaldıkça da yatırım için gerekli kaynaklar dışarıdan borçlanılır. Cari açık artar.
SilHocam bunun ilacı maliye politikaları ile çözülemez mi? Vergiler gibi. Üretim girdi maliyetlerini düşürücü bir etki yaratmaz mı veya sgk işveren payının düşürücü etki yaratmak hem üretim artar hem de işsizlik azalır.
SilDoğru ama o zaman da enflasyon artar.
SilBen parayı bankaya yatırıyorum ve taksitle(vade farksız) alış veriş yapıyorum. Taksitleride faizle ödüyorum. Diyelim. Bu durumda faiz artışı benim daha çok harcama yapmama ve dolasıyla enflasyon artışına sebep olmaz mı? Tabi faizlerin enflasyonun üzerinde olduğu dönemler için yazdım.
YanıtlaSilTuncay ÖZ
Vade farksız denilen alışverişin içinde faiz var. Yok gibi görünse de onu fiyata yansıtıp fiyatlıyorlar. Taksitle de alış veriş yapsanız sonunda faturayı ödeyeceksiniz. Bütün mesele şu anda bankanın size verdiği faizin enflasyonun altında olması. Bugün eğer mevduat faizi diyelim ki yüzde 11 olsa o zaman harcama eğiliminiz değişebilir. O zaman da bu taksitle vadesiz adı altında şişirilmiş talep bir anda düşebilir ve fiyat artışları da durabilir.
SilHocam paranın dolaşım hızının gelişmiş ülkelerde ve bizde düşmesinin sebebi para arzının para talebinden daha hızlı büyümesi mi? Örneğin bir ekonomide bir yılda 200 milyar dolarlık üretim olsun para stoğu da 50milyar dolar dolaşım hızı 4 olur bir sonraki yıl 250 milyar dolar gelir üretilsin ve bir sebebten para arzı 2 katına çıktı diyelim 100 milyar dolar oldu. Bu durumda dolaşım hızı 2,5 a düşer.yani nom gsyh %25 artarken işlem saikiyle talep edilen para miktarının da %25 artması gerekirken para arzı %100 arttırıldı. Bu durumda dolaşım hızı düşüyor şeklinde açıklayabilir miyiz?teşekkürler hocam.
YanıtlaSilparanın dolaşım hızının düşmesindeki en önemli neden (krizin çok yoğun hissedildiği dönemleri hariç tutarsak) gelir ve servet dağılımındaki adaletsizliğin her geçen yıl artmasıdır. harcama eğilimi düşük olan daha yüksek gelirli bireylerin toplam mevduatlar içindeki payı her geçen yıl artıyor. o nedenle paranın devir hızı düşüyor. Türkiye gibi ülkelerde buna ilave olarak enflasyonun 2000'lerin başına göre düşmesi, halkın TL'ye daha çok güvenmesini ve daha çok TL tutmasını sağlıyor. TL mevduatların toplam mevduatlar içindeki payı artıyor ve bu da devir hızını düşürüyor.
SilSizce katılım bankalarının uyguladığı kâr payı ile faiz arasında fark var mı?
YanıtlaSilBence adı dışında fark yok.
SilMahfi Hocam Merhaba... bugün FED'in yayınladığı raporlarda istihdamda yaşanan olumlu gelişmelerin faiz oranlarını arttırabilceği söylenmekte.İstihdamdaki gelişmelerle faizler arasında nasıl bir ilişki söz konusudur,istihdam artışı faizlerde neden bir artış ortaya çıkarıyor ? Ayrıca faiz artışı durumunda Türkiye bu durumdan nasıl etkilenecektir ? Bilgilendirebilirseniz çok memnun kalırım ...kaleminize sağlık.
YanıtlaSilMURAT DOĞAN
İşsizlik oranı düşüyor. Bu, ekonomide canlanma demektir. Devamı halinde enflasyonist baskılar ortaya çıkabilir. O nedenle Fed faizi artıracak. Ama daha değil. Çünkü istihdamdaki gelişmeler henüz tam olarak büyüme sinyali vermiyor. Muhtemelen 2015'in 3 veya 4. çeyreğinde o noktaya gelecekler.
SilHocam saygılar,
YanıtlaSilBen Maliyetler çerisindeki vergi yükünün düşürülmesinin talebi artırıp tekrar bir enflasyon artışına sebep olup olmayacağını sormak istiyorum.
tekrar saygılar...
Hasan Durmaz
Eğer pozitif reel faiz varsa fazla etkisi olmaz.
SilDeğerli hocam yazılarınız büyük bir ilgi le takip ediyorum. Son yazınız da faiz-enflasyon ilişkisi anlamında okuduğum en tutarlı ve rasyonel yazı. Ancak, neden enflason ile mücadelede ülkemizin kullandığı tek silah faizmiş gibi bir algı oluştu? Ana çerçevede Para Politikası ile birlikte Maliye Politikası tedbirleri de kullanılıyor. Nitekim 2014 yılı başından itibaren taksit sınırlandırmaları(cep telefonunda taksitin kaldırılması, araç kredilerinde vade sınırlandırmaları..vs) Isınan ekonomiyi, aşırı talebi baskılamak için bir takım önlemler zaten alındı. Bunu üzerine bir de faizi yükseltmek sizce de resesyona sebep olmaz mı? Bugün kur istikrarı için mecbur kalınan sert faiz artış ile birlikte oluşan biraz da bu kısır döngü değil mi? Hem en güçlü para politikası silahı(faiz) hem de sert mali politikası (yüksek vergiler+taksit-vade sınırlandırmaları.) Ekonomiye aynı yönde aşırı müdahale ortaya çıkmıyor mu? Saygılar.
YanıtlaSilAslında sorunuzun cevabı sizin yorumunuzda saklı. Biz bugün faizi kur artmasın diye yükseltmek zorundayız. Bunu denedik te. Faiz düşük iken kurlar arttı, korktuk ve faizi artırdık. Kurlardaki hızlı artış aynı zamanda ithal girdi maliyetlerini artırarak enflasyonda da yükselişe neden oluyor.
SilFaiz enflasyon ilişkisini anlamam için yaklaşık 2 ay önce tez danışman hocam fisher etkisini incelememi önermişti. O gün teorilerin ne denli gerekli ve geçerli olduğunu anladım. Aydınlatıci yazınız için teşekkürler.
YanıtlaSilTeşekkürler
SilBence boşuna zaman harcamışsınız. Çünkü Türkiye'deki faiz enflasyon tartışması gerçek anlamda bir akademik tartışma değildir. Merkez Bankası'na "indir lan şu faizi" türünden yöneltilen söylemin arkasında yatan ana neden, tamamen inşaata dayalı siyasi ve ekonomik yapının çökmesinden duyulan korkudur.
YanıtlaSilEvet belki bunları okuyup da işin doğrusunu öğrenenler olur diye yazıp duruyoruz işte. Ben de bu tartışmanın akademik olmadığını çok iyi biliyorum.
SilHocam bir konuda fikrinize çok ihtiyacım var bana bir akıl fikir verirseniz size çok minnettar kalırım. Bu sene bir üniversitede yüksek lisansa başvurdum ve kazanamadım. İşletme mezunuyum ve çalışmak zorunda olduğum için açıköğretim okumak zorunda kaldım. uzun süredir çalışmıyorum ve eğitim süremcede çalışmayacağım. Ekonomiyi aşırı derecede çok sevdiğim için ciddi anlamda ekonomi okumak ve akademisyen olmak istiyorum. Sizin bütün kitap ve yazılarınızı okudum bunun dışında son bir yıl içinde onlarca ekonomi kitabı okudum ama nekadar okursam okuyayım eğitim almadan hep eksik kalıyor. Bu yüzden tezsiz yüksek lisans yapmayı düşünüyorum. Ortalamayı 3,50'den yukarıda tutarsam tezliye geçiş yapabiliyorum ki rahat tutarım. fakat bir sorunda şurada karşıma çıkıyorki oda benim okulda iktisatda tezsiz yok. İşletme anabilim dalında finansman bölümü var ekonomiye en yakın bölümde o zaten. İŞLETME FİNANSI,FİNANSAL SİSTEM VE KURUMLAR,ANALİTİK FİNANS,MATEMATİKSEL FİNANS,FİNANSAL RİSK ANALİZİ,BÜTÇELEME VE FİNANSAL KONTROL,MENKUL KIYMET PİYASALARI,YATIRIM PROJELERİ ANALİZİ,FİNANSAL OPERASYONLAR,MENKUL KIYMETLER ANALİZİ VE PORTFÖY YÖNETİMİ,FİNANS MÜHENDİSLİĞİ,ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERDE FİNANS YÖNETİMİ derslerini veriyorlar ki ben bunların dışında ileri mikro ve makro derslerinide alacam girmem durumunda. Ama çevremdekiler tezsiz yapma diyorlar. Ekonomiye yıllarını vermiş birisi olarak sizin fikriniz ne. Bana bir akıl fikir verirseniz yol gösterirseniz çok sevinirim hocam. Şimdiden çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilEğer ekonomi okumak ve o dalda akademisyen olmak istiyorsanız Bu derslerin yanına dediğiniz gibi ileri makro ve mikro ile ekonomik analiz gibi dersleri eklemeniz lazım. Ben ders programını beğendim. Akademisyen olacaksanız zaten bunun üzerine doktora yapmanız gerekeceği ve doktora da tezli olduğu için o zaman tez yazmayı hedefleyebilirsiniz.
SilŞimdiden başarılar diliyorum.
Bir ülkenin ulusal parası döviz karşısında aşırı değerlenirse dış ticaret açığında hangi yönde bir değişme olur. Bunun mantığı nedir? Açıklarsanız sevinirim. Şİmdiden teşekürler...
YanıtlaSilEğer diğer koşullar da uygunsa bu durumda ülkenin ihracatı düşer, ithalatı artar ve dolayısıyla cari açığı yükselir.
SilDiyelim ki 1 Dolar = 2 TL olsun ve siz ihracatçısınız. ABD'ye 100 dolarlık mal satıp TL'ye çevirdiğinizde elinize 200 TL geçiyor. Şimdi diyelim ki TL değerlendi ve 1 Dolar = 1,5 TL oldu. Bu durumda ABD'ye 100 Dolarlık mal sattığınızda elinize 150 TL geçmeye başlayacak. Bu durumda sizin ihracatınız düşer. Diyelim ki ithalatçısınız ABD'den 100 Dolarlık mal getirdiğinizde (1 Dolar = 2 TL iken) cebinizden 200 TL çıkacak. TL değerlenir de 1 Dolar = 1,5 TL olursa 100 Dolarlık mal getirdiğinizde ödeyeceğiniz TL 150 TL olacak. Bu durumda aynı malı TL değerlendiğinde daha ucuza getireceğiniz için ithalatı artırırsınız.
Bu veriler, küresel parasal genişleme ile, bol likidite-ucuz para çerçevesinde oluşan bir tablo. bu şekilde kaynak bulmak, türkiye'de reel sektörün borçlanma oranlarını hem arttırmış, ve vade yapısındaki sorunlar nedeniyle, borçların yeniden çevrilme riskini büyük oranda arttırmıştır. Keza toplam borçların aktif içindeki büyüklüğünün değişikliğine de baktığımızda. toplam borç/aktif oranı 2004 %45,5, 2012 %52,8, 2013 %57. Yine parasal genişleme ile beraber artan risk iştahının bizi getirdiği noktayı karşımızda görüyoruz. Bu seviyede kaldıraç oranları bütün bu şirketler için sağlıklı olarak kabul edilebilir olup olmadığı, bu denli hızlı bir borçlanma oranı ile gerçekleşen yatırımların verimliliğini sene sonunda özel yatırımların gsyh'ye katkısında görülüyor zaten. Nitelikli büyüme ile niceliksel büyüme arasındaki fark, işte bu şekilde bol para döneminde yok oluyor.
YanıtlaSilTüm bunların yanında belirsizliklerin maliyet enflasyonu üzerindeki etkisini de hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum. Bir numaralı olağan şüpheli olan döviz kuru hareketinin enflasyon rakamlarını açıklamaya yetmediği, altın enerji gibi emtia fiyatlarındaki hareketin enflasyon hareketinde ana unsur olmadığı, 2014 yılında özel tüketim harcamalarını kısıtlayan politikalar ile beraber talep yönlü bir enflasyonun etkili olmadığı bir ortamda, Türkiye'de maliyetleri yukarı yönlü baskılayan "olağandışı" bir şüphelinin aranması için yeterli sebep var gibi görünmektedir.
Bir yandan küresel belirsizlikler, bir yandan enflasyon gerçekleşmeleri ve siyasi riskler kaynaklı belirsizlikler, diğer yandan hem vade yapısı bozuk hem de niceliksel olarak yüksek borçluluk oranları, şirketlerin uzun vadeli üretim ve stok planı yapmasının önünde engel teşkil ediyor. kısa vadeli gerçekleşen hareketler de; bir yandan, kimi zaman, dönemsel olarak, ara mamüllerde gerçekleşen kısa vadeli arz-talep dengesizliğinden ötürü, diğer yandan kısa vadeli üretimin, hem girdi maliyetlerinden, hem de hatalı planlama ile oluşan verim kaybından ötürü, birim maliyetleri olumsuz etkilemesiyle enflasyonun yukarı yönlü gitmesine kayda değer bir katkı yapıyor.
Benzer şekilde bulgular manşet enflasyonun alt bileşenleri teker teker incelendiğinde de görülmektedir. 2014 temmuz verilerinde, manşet enflasyonu oluşturan 12 alt harcama grubundan 9 tanesindeki senelik enflasyon rakamı, Türkiye'nin sene sonu hedefine ulaşması için tahmini olarak gerçekleşmesi gereken %8,5 enflasyon oranının üzerinde gelmiştir. Diğer bir deyişle, en son gelen yüksek enflasyon verisinin tek sorumlusu olarak, kuraklık dolayısıyla yüksek seyreden işlenmemiş gıda fiyatlarını gösteremeyiz. Alkollü içecekler ve tütün, konut, ve haberleşme dışında bütün harcama gruplarından kabul edilebilir seviyenin üzerinde fiyat artışı yaşanmaktadır.
Yazımı daha da uzatıp sizi meşgul etmemek için ÜFE-TÜFE karşılaştırmasında çok kısa olarak şunu söyleyemek istiyorum. Sizin belirttiğiniz şekilde ÜFE'nin artış hızı son dönemde yavaşlamasına rağmen, hala yıllık ÜFE'nin, TÜFE'den yukarıda olması, maliyet enflayonunun, üretici maliyetlerindeki artış tarafından yukarı yönlü baskılanmasıyla etkin bir etken olduğunu göstermiyormu. Bu karşılaştırmayı yaparken 1. derece yerine, 2. dereceye inmenin ben pek doğru olduğunu düşünmüyorum.
Değerli görüşleriniz için şimdiden teşekkür ederim.
Yorum için teşekkürler.
SilÜFE'nin TÜFE'den yüksek olmasının en önemli nedeni ÜFE'nin kurdaki değişimlere TÜFE'den daha duyarlı olması ve daha çabuk etkilenmesi. 2013 yılında kurun yukarı gitmesi ÜFE'yi de yukarı itti. 2014 Ocak'ta TCMB'nin faizi artırıp kur artışını denetim altına alması sonucu kurda düşüş yaşandı ve ÜFE de yavaş yavaş düşmeye baişadı.
Teekkürler hocam, yazımın ilk kısmı çıkmamış. bütünlü sağlanması açısından önceki yorumumun başı;
Silmahfi hocam değerli yazılarınızı bizler ile paylaştığınız için size teşekkür etmek.
bu değerli yazınızı da bütünsel anlamda oldukça değerli bulmakla beraber, bazı noktaları eğer izin verirseniz tartışmaya açmak isterim.
tcmb ağırlıklı ortalama fonlama maliyetinin hangi seviyede olması gerektiği konusundan bağımsız olarak (cari açığa bağlı kısa vadeli sermaye akımlarının geri çekilmemesi, politik riskler ile artan risk primi, enflasyon beklentileri doğrultusunda oluşan negatif reel faiz beklentileri, aşırı hızlı kredi genişlemesi vs.) maliyet enflasyonu ile ilgili yaptığınız tespitler ile ilgili bazı karşı görüşlerim mevcut.
öncelikli olarak iso 500'ün bu sene yayımladığı araştırma raporunu okudunuz mu bilmiyorum? bu rapordaki eğilimleri de dikkate almak gerekir diye düşünüyorum. tcmb başkanı başçı'nın sunumununda yer alan tabloyu doğru yorumlamak gerekir. finansman giderini, tüm maliyet kalemleri içerisinde değerlendirmek, finansman maliyetlerindeki artışın enflasyon üzerindeki olası etkisini olduğundan daha ufak görünmesine neden olabilir. çünkü en nihayetinde finansman giderinin karlılık üzerinde etkisi, fiyat genel seviyesinin artmasına yol açan bir etken. onun için doğru karşılaştırma firmaların nihai hedefi olan karlılık üzerinden incelenmeli diye düşünüyorum.
ıso 500 rapor verilerinde; 2012 yılında 500 sanayi kuruluşunun finansman öncesi karı 34 milyar 900 milyon tl civarında, finansman gideri ise 8 milyar 600 milyon tl civarında. 2013 yılında ise finansman öncesi kar 44 milyar tl civarında, finansman gideri ise 19 milyar 200 milyon tl civarında. oransal olarak ifade edersek yuvarlak rakamlar ile 2012 yılında finansman gideri/ finansman öncesi kar %24,6 iken 2013 yılında bu oran %44 seviyesine çıkmış. bu seviye artışının dikkate değer olduğunu ve finansman maliyetlerindeki artışın, karlılık oranları üzerinden fiyat genel seviyesine kayda değer bir baskı oluşturduğunu düşünüyorum.
diğer yandan, türkiye'de tahvil piyasasının, bankacılık sektörü dışında neredeyse sıfır olduğunu ve uzun vadeli finansmanın türkiye için pek mümkün olmadığını da hesaba katmak gerekir. finansmanın ağırlıklı olarak kısa vadeli olarak gerçekleşmesi, türkiye'de reel sektörün faiz oranlarındaki olası değişikliklere olan hassasiyetinin üst seviyede olmasına neden oluyor. yine ıso 500 araştırma raporu üzerinden verilere bakarsak; 2012 yılında toplam kısa vadeli borçlar 123 milyar tl seviyesinde iken, 2013 yılında 151 milyar tl seviyesine çıkmış. uzun vadeli borçlar 66 milyar tl seviyesinden, 87 milyar tl seviyesine çıkmış. bu borçların ortalama yarısı mali borçlardan oluşuyor. bir senede kısa vadeli borçlar %22,5 artmış, uzun vadeli borçlar ise %30,9 oranında artmış! mali borçlardaki artış da yine %30 seviyesinde. ++
Hocam Merhaba,
YanıtlaSilYazınız ve yazının üstüne yaptığınız açıklayıcı ve sabırlı birçok yorum için teşekkürler,
Ben sorumu bu dengenin içinde farklı bir konuya doğru yönlendirmek istiyorum, Türkiye'de uyguladığımız kur politikası 2013 yılının sonuna kadar bakıldığında gerçekçi kur politikasından ziyade dalgalı kur politikası yönündeydi, bu durum da 2013 yılına kadar TL'nin aşırı değerlenmesi şeklinde seyir gerçekleştirdi ve 2011'den bu yana bu durum git gide azaldı.
Dalgalı kur politikası ve TL'nin aşırı değerli seyri 2011 yıllarından 2013 yıllarına doğru ülkemizde emek yoğun iş gerçekleştiren birçok işletmenin uluslararası pazarda rekabet gücünü doğal olarak olumsuz yönde etkiledi ve silinmelerine neden oldu.
Benim sorum : Dalgalı kur politikasının terk edilip , gerçekçi kur politikasına geçtiğimiz durumda sizin yukarıda bahsetmiş olduğunuz denge ne yönde etkilenir? Benim anladığım kadarıyla ekonomi yönetimi dalgalı kur politikasını bu dengede maliyet enflasyonu açısından avantajlı bir opsiyon olarak kullanıyor.
Doğru diyorsunuz da biz dalgalı kurun gerçek anlamda dalgalanmasına izin vermedik ki. MB, TL'nin değerli kalması için çeşitli yollarla uğraştı durdu. Bıraksak kur belki de olacağı yere gelecek TL o kadar değerli kalmayacaktı. Ama o zaman da GSYH'mız dolar cinsinden o kadar yüksek görünmeyecek kişi başına gelirimizi üçe katladık diye övünemeyecektik. Ekonomide her atılan adımın bir vazgeçme maliyeti var biliyorsunuz. O adımların vazgeçme maliyeti de yerli üretimin darbe yemesi oldu.
SilYapılması gereken şey eğer dalgalı kur uygulanıyorsa dalgalanmasına izin vermek gerektiğidir.
Hocam selamlar,
YanıtlaSilFaiz maliyeti üretilen mallara, birkaç aşamada giriyor. Misal plastik üretimi için alınan hammadde için kullanılan kredide faiz yansıyor, burada yarı mamul veya mamul haline gelen ürün, tüccar tarafından kredi kullanılarak alınıyor. Doğal olarak birkaç aşamada faiz fiyatlara etki ediyor. Ayrıca artan maliyetler nedeniyle üretim seviyelerinde yaşanacak ufak düşüşlerde dengenin bozulmasına , yani faiz maliyeti nedeniyle üretilen malın azalması talep enflasyonunu da tetikleyebilir. Bu sebeple ÜFE ve TÜFE enflasyonun maliyet kaynaklı mı, talep kaynaklı mı olduğu konusunda kesin kararlar vermemizin önüne geçiyor.
Üretimin içinde ithal malların ağırlığını düşünürsek faizden çok kurun etkili olduğunu görürüz.
SilÖte yandan bizde talep ve maliyet enflasyonu birlikte yaşanıyor. Sadece faizle uğraşırsak olayın küçük bir bölümüyle uğraşmış oluruz. Ama tabii öteki bölümleriyle uğraşmak hem siyasal açıdan çekici değil hem de kolay değil.
Hocam Fisher etkisi formulunden ger uc degiskenin ayni anda degismedigini Biliyorum fakat Bunun nedenini pek de aklim almiyor bir fikriniz var mi Bu konuda acaba,simdiden tesekkurler
YanıtlaSilHocam Enflasyonu düşük tutmak için neden faiz yerine vergiler artırılmaz?
YanıtlaSilMerhabalar hocam, bloğunuzu sürekli takip ediyorum ve size bir soru sormak istiyorum. Benim yıllardır anlamadığım bir konu var, belki size bu sorduğum soru çok basit gelebilir lakin gerçekten hiçbir kaynakta buna cevap bulamadım. Bu yüzden size sormamın doğru olduğunu düşündüm. Hocam, şimdi TÜFE ve ÜFE rakamlarını incelediğimizde son yıllarda bu rakamlar 5-10 aralığında seyrediyor. Lakin GSYH'nın cari fiyat ve net fiyatlarını karşılaştırdığımda yıllar geçtikçe aradaki uçurumun arttığını görüyoruz. Yani ÜFE ve TÜFE normal bir şekilde seyrederken nasıl oluyor da bu uçurum artıyor. Tabi ki bir artış olmalı aradaki farkta lakin bu artış normalin üzerinde. Benim varsayımım şu, doğru mudur bilmiyorum. Mesela elimizde tuz var ekmek var, bir de cımbız var diyelim. Cımbızı bir yılda bir kez alıyoruz, tuzu ayda bir, ekmeği ise her gün. Mesela cımbıza yüzde 0 oranında zam geldi, tuza yüzde 2, ekmeğe ise yüzde 16 diyelim. Bunların aritmetik ortalaması yüzde 6 oluyor yani enflasyonumuz %6. Peki bu gerçek enflasyon değeri midir? Yani açıkçası sorum şudur; ÜFE,TÜFE değerleri tüm ürünlerdeki fiyat artışlarının aritmetik ortalamasına göre mi hesaplanıyor. Yoksa belirttiğim gibi ürün kullanım oranı da hesabın içine giriyor mu? Giriyorsa o zaman bu anormal uçurum neden?
YanıtlaSilSaygılarımla...
Çok güzel bir yazı olmuş hocam, teşekkürler. Maliyet enflasyonu referansı vererek düşen faiz oranlarının enflsyon oranını aşağıya çekebileceğini savunan hayalgücü yüksek siyasi ve ekonomistlere(!) rakamlarla çok güzel bir ders vermişsiniz. Tabii anlamak/dinlemek istemeyen ideolojik yaklaşıma sahip kişiler için ne söylense fayda etmez.
YanıtlaSilMerhaba Hocam, Türkiye'de Faiz ve Vadeli Piyasaların olmadığını var sayarak; parayı maliyetsiz hale getirdiğimizde ve Milli Gelir karşılığında basıldığını düşünürsek (Borçlanarak Faiz ile elde edilen Döviz karşılığındaki elde edilen Emisyon yerine) Paranın devinim Hızı ne kadar olur. Devlet bu dolaşımdan ne kadar vergi elde edebilir. Basit olarak sorum; Devlet bir emekliye ilk ay 4000 TL maaş verirse; 1 yıl için de piyasaya giren bu paranın dolaşım sayısı (işlem) ile ne kadar vergi elde eder? Verdiği bu para 1 yılın sonunda vergi olarak tekrar kendine dönmüş olmaz mı? Kendine dönmesi için ne kadar bir vergi oranı uygulanmalı? Bu konu için bir görüşünüz var mı?
YanıtlaSilçok açıklayıcı oldu teşekkürler
YanıtlaSilhocam merhaba,
YanıtlaSilüfenin tüfeden büyük oldugu durumda hem fiyat istikrarı hem de büyüme saglanabilir mi ? nasıl ?
3) Miktar teorisinin normal zamanlarda ve normal dışı (yüksek enflasyon ve deflasyon) zamanlarda nasıl işlediğini Klasik dikotomiyi göz önünde bulundurarak kısaca belirtiniz.
YanıtlaSil