Kritovulos Tarihi'ni Okumanın Tam Zamanı

Asıl adıyla Mihail Kritopulos, bilinen adıyla Kritovulos 1410 yılında Gökçeada’da doğmuş, 1470 yılında Aynaroz’da (Yunanistan) ölmüş. Fatih Sultan Mehmet’in hükümdarlık süresinin 1453 – 1467 yılları arasını kapsayan tarih kitabını padişaha “Bahtiyar, mazhar ve muzaffer, üstün ve yenilmez, Tanrı’nın yardımıyla karanın ve denizin egemeni, şahların şahı, yüce imparator Mehmed’e kullarının kulu adalı Kritovulos’tan” diye yazdığı ithaf mektubuyla takdim etmiş.

Kritovulos, kitabında Osmanlı askerlerinin İstanbul’a girişini şöyle anlatıyor:  
‘Sonra, orada bulunan birçok insan kılıçtan geçirildi…karşı koymaya çalışanlarla dua etmek üzere kiliselere sığınanların tümü, erkek, kadın ya da çocuk olduklarına bakılmaksızın acımasızca öldürüldü…Kıyım konusunda doyuma ulaştıktan ve şehri ele geçirdikten sonra, askerlerden bazıları birliklerine göre dizilmiş halde asillerin konaklarını yağmalayıp talan ettiler, diğerleri kiliseleri yağmaladılar. Kimileri yağmalamak, çalmak, ganimet toplamak, yaş ve sınıf farkı gözetmeksizin erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı, din adamı ve keşişleri öldürmek, kirletmek ve esir almak üzere evlere dağıldılar…Korkunç, yürekler acısı ve herhangi bir trajediden daha acıklı olaylar sergileniyordu…Hangi kötülüğü yapmadılar ki? Yırtıcı vahşi hayvanlar gibi evlerin içine atlayarak kabaca çekiştiriyor, sürüklüyor, parçalıyor, hayasızca kaçırarak yolun ortasında kirletiyorlardı…Kiliselerin kirletilmesi, talan edilerek yağmalanması kelimelerle nasıl anlatılabilir?...Mihraplardan aldıkları kutsal kaplarda içki içip sarhoş oluyor(lardı)…[i]

Fethin beklenen süreye göre çok uzaması Fatih’in askeri gayrete getirmek için onlara ‘üç günlük yağma’ sözü vermesine, ancak fetihten sonra girişilen yağmanın şehri yakıp yıkmaya vardığını haber alınca şehre girerek yağmayı durdurmasına yol açtığı söylenir. Kritovulos, kitabında Fatih’in kente girişini şöyle anlatıyor: 
‘Bunlardan sonra sultan, Polis’e (İstanbul’a) girerek, büyüklük, konum, parlaklık ve güzelliğini, çok sayıdaki kiliseleriyle kamu binalarının ihtişamını, sıradan halkla seçkinlerin evlerinin hoşluğunu ve limanla tersanelerinin konumunu büyük bir dikkatle teftiş etti…Ölenlerin çokluğunu, evlerin boşaldığını, şehrin tümüyle uğradığı yıkımı, felaket ve tahribatı da gördü. Yapılan bu yıkım ve talan için birden acıma ve pişmanlık duygularına kapılarak gözleri yaşlarla doldu, derin derin iç geçirerek, üzüntüyle: “Nasıl bir şehri talan ve yıkıma terk ettik?” dedi. Canı o derece yanmıştı…Söylencelerde ve tarihi eserlerde anılan, bu şehrin dengi olabilecek büyüklükteki başka eski şehirlerden hiçbirinin fethi bu kadar sert ve haşin olmamıştı.[ii]

Kritovulos, yazdığı tarih kitabını Fatih Sultan Mehmet’e takdim ettiği için bunları padişahın onayı olmaksızın yazmış olduğu düşünülemez. Dolayısıyla burada yazılanlar, bir dönemi veya kişiyi kötülemek amaçlı yazılan kitaplardan farklıdır. İstanbul’un fethinde aşırılıklara kaçılmış olabilir ama Portekizlilerin, İspanyolların, İngilizlerin fethettikleri yerlerde yaptıkları farklı değildir. Her dönem, o dönemde geçerli koşullar ışığında değerlendirilmelidir. O nedenle bunları, dünyada başka yerde olmuyormuş gibi abartıp, bir Osmanlı düşmanlığına dönüştürmek doğru değildir. Doğru olmayan bir başka mesele de bu gerçekleri görmezden gelip Osmanlının düşmanlarına hoşgörü gösterdiğinden söz etmektir.

Daha önce de bu kitaptan söz etmiş ve okumanızı önermiştim, günümüzde yeniden alevlenen tartışmalar açısından bu kitabı okumanızın, okuduysanız da bir kez daha gözden geçirmenizin tam zamanı olduğunu düşünüyorum.



[i] Kritovulos Tarihi (1451 – 1467), Çeviren: Ari Çokona, T. İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi, 208, sayfa 83 – 89.
[ii] a.g.e, sayfa 90.

Yorumlar

  1. Objektif tarihçiliğe her zamandankinden daha çok ihtiyacımız var. Şimdi Osmanlı fetişistleri gelip sizi linç etmese bari hocam ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beni değil de Kritovulos'u linç etmeleri gerekir. Onu da yapamazlar çünkü bunları yazdıran Fatih'in kendisi.

      Sil
    2. Avrupa baktı ki sürekli kale kapılarında başlarına bela olacağız.

      Daha sonra ki padişahlar döneminde bizim atlarımızın yönünü boş arabistan çöllerine döndürdüler.

      Sonra arkalarına yaslanıp kendi rahatlarına baktılar.

      Bu süre zarfında sanat, bilim ve askeri güçte ilerlediler.

      Vay be...Avrupalılar harbiden çok zeki milletmiş.

      Sil
    3. İSTANBUL'UN FETHİNDE KİLİSELERİN YIKILDIĞI, EVLERİN HARAP EDİLDİĞİ, MALLARIN YAĞMALANDIĞI DOĞRU MUDUR?



      Soru detayı:

      - Bir yazıda, İslamiyet'te fethedilen toprakların ilk üç günü yağma için gazilere müsaade edildiğini okudum. Örneğin İstanbul fethedildikten sonra kiliselerin yıkıldığı, evlerin harap edildiği, malların yağmalandığı söyleniyor. Bunun dini temelli olduğu da iddia ediliyor…

      - İslamiyete göre, savaş kuralları var mıdır, varsa kaynaklarıyla açıklar mısınız?

      Cevap
      Değerli kardeşimiz,

      - Hemen şunu ifade edelim ki, bu tür iddiaları, bizzat fethe katılan Bizans tarihçileri bile söylemeye cesaret edememiştir. Zira Fâtih Sultân Mehmed, İstanbul'un fethini de ve diğer fetihlerini de tamamen İslâm Hukukunun hükümleri çerçevesinde yapmıştır.

      İslâm Hukukuna göre, bil-fiil harp halinde bile, İslâm ordularına düşmanın şahıs ve mallarına karşı bazı fiillerin icrası, yasaklanmıştır. Ecdadımızı zaferden zafere koşturan en önemli sebeplerden biri, bu esaslara harfiyen uymalarıdır. Zaten zaferler, bu esaslara uymaları ile doğru orantılıdır.

      İslam’a göre savaş, ordunun dilediği şeyleri serbestçe yağmalayıp dilediği yerlere baskın düzenleyeceği kanlı bir oyun değildir. İslam’da savaş, bir milletin veya bir grup insanın diğer insanlar üzerinde gerçekleştirmeyi düşündükleri zulüm ve haksızlıklara engel olmaktır.

      Bu nedenle, savaşta şahsi çıkar, ırk asabiyeti, maddi menfaat, öç alma ve sömürü gibi insanlık dışı duygular etkili olmaz. Savaş esnasında, zorunluluk arz etmedikçe düşmana ait olan hayvanlara, ağaçlara, ziraat alanlarına, sivil ve dini mekânlara zarar vermek amaçlanmamıştır.

      Hz. Peygamber (asm) uygulamalarıyla dini ve kültürel varlıklar, mamur yerler harap olmadan, kısacası dünya ateşe verilmeden de savaşın olabileceğini göstermiştir.

      İslam'da savaşın gayesi ganimet elde etmek, yağma ve talanda bulunmak değildir. Bir ayette Müslümanlar, kendilerine haksızlık ve zulüm yaparak Mescid-i Haram'dan alıkoyan düşmanlara karşı hak ve adaletten ayrılmamaları ve zulümle misillemede bulunmamaları hususunda uyarılmışlardır. (Mâide, 5/2, 8)

      Hz. Peygamber ise savaş esnasında ve özellikle barış yapıldıktan sonra Müslüman askerlerinin taşkınlık yapmalarını yasaklamış, özellikle yaşlı, çocuk ve kadınların güvenliğine dikkat edilmesini istemiştir. (Ebû Dâvûd, Cihad, 82)

      Dolayısıyla, savaş ile düşmanın tecavüzü önlenirken, zaruret sınırını geçmek doğru değildir. Nitekim Hayber gazasında barışın yapılmasından sonra bazı Müslüman askerlerinin haddi aşarak yağma ve talana başladıkları Yahudilerin lideri tarafından "Ya Muhammed, sizlerin eşeklerimizi kesip meyvelerimizi yemek ve kadınlarımızı dövmek hakkınız var mı?” şeklinde şikâyet konusu edildiğinde, Hz. Peygamber derhal askerin toplanmasını emretmiş, onlara "Şüphesiz Allah, onlar size üzerlerindekini (cizye ve harac mükellefiyetini) verdikleri takdirde Kitap ehlinin evine izinsiz girmenizi, kadınlarını dövmenizi ve onların meyvelerinden yemenizi helal kılmamıştır." (Ebû Dâvûd, İmâre 33) diyerek yaptıklarının doğru olmadığı uyarısında bulunmuştur.

      Yine o (asm), bir savaş yolculuğu esnasında askerlerden birisinin haksızca bir kuzu alıp yemek üzere hazırladığından haberdar olunca gelerek kabı ters yüz etmiş ve

      "Şüphesiz yağma, meyteden (leşten) daha az haram değildir." (Ebû Dâvûd, Cihad 128)

      buyurarak tepkisini ortaya koymuştur.

      Hayberli bir Yahudi’nin çobanlık yapan zenci kölesi İslâmiyet’i kabul edip Hz. Peygamber'e gelmişti. Çoban gütmekte olduğu efendisine ait koyunları ne yapması gerektiğini sorduğunda, Hz. Peygamber ona sürüyü sahibinin bulunduğu kaleye doğru sürmesini ve serbest bırakmasını emretmiştir. Çoban da böyle yapmış ve sürü de gidip kaleye girmiştir. (İbn Hişam, Sîre, 3/344–345) Hz. Peygamber burada sürüye el koymayı veya zarar vermeyi düşünmemiştir.

      Hz. Peygamber'in yağma ve talan yoluyla zorla alınan şeyleri yasakladığını belirten başka hadisler de vardır. (bk. Buhârî, Mezalim 30; Ebû Dâvûd, Cihad, 128)

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    6. Hz. Ömer Câbiye’de bulunduğu sırada bir zimmî gelerek kendisine, üzüm bağlarını yağmalamakta Müslümanların adeta yarış içinde olduğunu bildirmiş, durumu tahkik eden Hz. Ömer de Müslümanların açlık sebebiyle zimmîlerin malından aldıklarını öğrenmiş ve bunun üzerine bağ sahibine üzümün kıymetinin ödenmesini emretmiştir. (Ebû Ubeyd, Emvâl, Çev. Cemaleddin Saylık, İstanbul1981, s. 187)

      Ebû Hüreyre de gazaya çıkmak isteyen bir kişiye “sakın ekinleri çiğneyip (hasara uğratmayasın), kumandanın izni olmadan bir tepeye çıkmayasın. Sakın ben gaziyim diyerek ehl-i zimmetin malından bir veya iki torba ot almayasın” diye tavsiye etmiştir. Adam daha sonra İbn Abbas’a rast geldiğinde o da kendisine aynı şeyleri söylemiştir. (Ebû Ubeyd, Kitâbu’l-Emvâl, s. 186)

      Şu halde savaş, ordunun dilediğini serbestçe öldüreceği, dilediği şeyi serbestçe yağmalayıp dilediği kimseye hücum edip baskın yapacağı kanlı bir oyun değildir. Her hangi bir bölgeye egemen olduktan sonra savaşçılar diledikleri kimsenin malını talan edip servetini elinden zorla alamazlar. Diledikleri her an düşmanı yok edip ortadan kaldırmak için uygun görecekleri her şeyi işleyemezler. Hatta komutanın izni olmaksızın herhangi bir asker, düşman arazisindeki bir ağacın meyvelerini koparmak hakkına dahi sahip değildir. (1)

      İslamın bu hükümlerine göre hareket eden Fatih Sultan Mehmed de asla yağma ve talan yapmamıştır. Nitekim Fâtih'in Kazaskeri olan Molla Hüsrev'in kitabındaki yasaklar da bunu açıkça göstermektedir:

      “Zulüm ve işkence ile öldürmek; muharip sınıfına girmeyen kadınları, küçükleri, sahiplerine hizmet için gelmiş köleleri, sakat ve müzminleri, yaşlıları, hastaları, akıl hastalarını ve dünyadan el etek çekmiş din adamlarını öldürmek yasaktır. Ancak bunlardan biri bedeni, fikri ve malı ile savaşa katılırsa, öldürülebilirler. İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi (müsle) de yasaktır. Verilen söze veya muahedeye aykırı hareket yasaktır. Savaş zarureti bulunmadan ziraî mahsuller, orman ve ağaçlar yakılmaz. Zina ve gayr-i meşru münasebetler yasaktır. Rehineler öldürülemez; ölülerin başı ve uzuvları kesilemez ve katliam yapılamaz. Başta baba olmak üzere yakın akraba, savaşla ilgisi olmayan esnaf ve tüccarlar öldürülmez…”

      Bu hükümleri, resmi kanun hükümleri olarak kabul ve tatbik eden bir devlet adamına, İstanbul'u ve içindekileri yaktı yıktı gibi isnatlarda bulunmak, sadece delilsiz konuşmanın kötü örneklerini teşkil eder.

      Sil
    7. Müslümanların tutumu istisna edilirse öteden beri savaşların genellikle kumandanların ve askerlerin şahsî inisiyatiflerinde sınırlama olmaksızın vahşice sürdürüldüğü görülür. Öyle ki Batı’da devletler hukukunun kurucusu diye bilinen Hugo Grotius, 1625 yılında yayımlanan eserinin önsözünde, hristiyan milletlerin savaşlarda barbarları bile utandıracak çılgınca yöntemler izledikleri ve savaş sırasında Tanrı ya da insan kaynaklı her türlü hukuku ayaklar altına aldıkları için böyle bir eser yazmak zorunda kaldığını söyler. (Savaş ve Barış Hukuku, s. 11)

      Savaşlarda insan haysiyetine aykırı işkence ve tecavüz gibi uygulamalarla savaşa katılmayanların öldürülmesini önlemeye ve savaşın tahribatını sınırlı tutmaya yönelik hükümlerin konulması, İslâm dünyası hariç ancak 1864 Cenevre ve 1907 Lahey sözleşmelerinde kabul edilebilmiştir. Fakat bu sözleşmeler ve daha sonra kabul edilen uluslararası sözleşmelerin hükümleri gerek güçlü devletlerin kendi menfaatlerini hukukun üstünde tutmaları, gerekse savaşanların yeterli seviyede ahlâkî erdemlere sahip olmamaları sebebiyle maddî ve mânevî yaptırımlardan mahrum kaldığı için uygulamaya yeterince yansımamıştır.

      Bu çerçevede İslâm hukukunda benimsenen temel kurallar şöylece sıralanabilir:

      1. Savaş halinin gerektirdiği bazı istisnalar bulunmakla birlikte genel olarak İslâm ülkesinde Müslümana helâl sayılan şeylerle haram olanlar savaşın yapıldığı düşman ülkesinde de aynı hükmü taşır. (Şâfiî, el-Ümm, 7/322)

      2. Savaşın asıl hedefi yok etmek değil zararsız hale getirmek olduğundan öldürücü niteliği sınırlı silâhların kullanılması esastır. Bununla birlikte bir âyetten (Enfâl 8/60) caydırıcılığı temin için günün savaş teknolojisini takip edip çağın silâhlarına sahip olmak gerektiği anlaşılmaktadır. Bu âyette, gereksiz ve haksız yere kullanmak için değil kötü niyetler besleyen düşmanı caydırmak için silâhlanma istendiğinden Müslümanlar, kitle imha silâhlarına sahip bulunsalar da onları ilk kullanan taraf olmamaya gayret göstermekle yükümlüdür.

      Kimyasal, nükleer ve biyolojik silâhları kullanmanın meşrûluğu günümüz hukukçuları tarafından tartışılıp bu tür silâhların kullanımıyla ilgili uluslararası antlaşmalar akdedilmekle birlikte bunlar Batılı büyük devletlerce sürekli ihlâl edilmektedir. (Documents on The Laws of War, s. 29, 35, 137, 377; Yaman, İslâm Devletler Hukukunda Savaş, s. 117-120)

      3. Askerî maksatlarla veya düşmanı aldatmak için savaş hilelerine başvurmak meşrûdur. Hz. Peygamber’in, “Savaş hiledir” şeklindeki tesbiti (Buhârî, Cihâd, 157; Müslim, Cihâd, 18), savaşta uyanık olup ihtiyatı elden bırakmamak gerektiğini ve karşı tarafı şaşırtacak oyunlardan faydalanılabileceğini göstermektedir. İslâm âlimleri, aradaki antlaşmayı bozmamak ve verilen emanı ihlâl etmemek kaydıyla bu çerçevede mümkün olan her aldatmacaya başvurulabileceğinde görüş birliği içindedir. Bu husus Lahey yönetmeliğinin 24. maddesinde de kabul edilmiştir. (Meray, II, 456)

      4. Savaşa bizzat veya dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, özürlüler, hastalar, yaşlılar, mâbedlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile kendi işlerini yürütmekte olan çiftçi, işçi ve iş adamlarının öldürülmesi yasaktır. Resûl-i Ekrem’in savaşlarda ölümlerin mümkün olduğu kadar azaltılması yönündeki tavsiyeleriyle (Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-kebîr, I, 78-79), “Öldürme konusunda insanların en affedici olanları Müslümanlardır.” sözü (Müsned, 1/393), kadın ve çocuklar dışında herkesin öldürülebileceği yönündeki görüşün (Mâverdî, s. 50) tartışmaya açık olduğunu göstermektedir.

      Sil
    8. 5. Düşman askerlerini yakmak veya cesetleri üzerinde tahribat yapmak yasaktır. (Buhârî, Cihâd, 149; Müslim, Cihâd, 3)

      6. Düşman tarafın kadınlarına tecavüz etmek ve onlarla gayri meşrû ilişki kurmak yasaktır; hatta bazı mezheplere göre had cezasını gerektirir.

      7. Karşı taraf Müslüman rehineleri öldürse bile suçun ferdîliği ilkesine göre düşman rehineleri öldürmek yasaktır. (Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, s. 48; Serahsî, el-Mebsûŧ, 10/169)

      8. Resûl-i Ekrem’in, “Yağmalayan bizden değildir” (Ebû Dâvûd, Hudûd, 14) ve “Yağma tıpkı murdar hayvan eti yemek gibi haramdır.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 128) şeklindeki uyarıları gereğince yağmalamada bulunmak kesinlikle yasaktır.

      9. Beslenme ihtiyacını gidermek veya düşmanın savaş gücünü kırmak amacıyla yapılması ya da harekât zaruretinin bulunması dışında bitki dokusunu ve diğer canlı varlığını yok etmek çoğunluğa göre doğru değildir. (Haşr 59/5; Sahnûn, 2/8; Serahsî, Şerĥu’s-Siyeri’l-kebîr, 1/52-55)

      10. Stratejik mevkileri, kale vb. müstahkem yerleri tahrip etmek, ateşe vermek, su altında bırakmak savaş gereklilikleri çerçevesinde serbesttir. (Haşr, 59/2) Aynı şekilde Bedir ve Hayber savaşlarında örneği görüldüğü gibi düşmanın su kanallarını kesmek veya kullanılmaz hale getirmek de câizdir.

      11. Düşman kendi kadın ve çocuklarını veya elindeki Müslüman esirleri kalkan olarak kullanırsa bu durumda bütün fakihler, bunların da isabet alabileceği korkusuna bağlı olarak savaşın en düşük yoğunlukta sürdürülmesi gerektiği konusunda görüş birliğine varmıştır. Fakat düşük yoğunluğun derecesini belirleme konusunda ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler, düşmanın bunu bir yöntem haline getirmemesi için anılan siperlerin hedef alınabileceğini belirtirken çoğunluk, ancak savaşa devam edilmemesi durumunda Müslümanların mağlûp olması veya daha büyük zarara uğraması söz konusu ise zarureten bu yola başvurulabileceğini belirtmiştir.

      12. Cinsiyet ve yaş şartı aranmaksızın her gayri müslimin savaş sırasında veya zimmet anlaşması imzalanmamışsa savaş sonunda esir alınabileceği fakihlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. (Enfâl, 8/67-69; Muhammed, 47/4) Bununla birlikte esirlere kötü muamelede bulunulması yasaklanmış, barınma ve beslenmelerine özen gösterilmesi, aile fertlerinin birbirinden koparılmaması, özellikle kadın esirlerin namusu konusunda titizlik gösterilmesi istenmiştir.

      Savaş karşı tarafın İslâm’ı kabul etmesi veya teslim olması, fethin gerçekleşmesi, süreli veya süresiz barış antlaşması yapılması, tahkime müracaat etmek üzere ateşkes antlaşması imzalanması, Müslümanların mağlubiyeti veya savaşı bırakması yollarından biriyle sona erer.

      İslâm hukukçuları bu durumların her biriyle ilgili olarak ayrıntılı hükümler tesbit etmiş ve konuyu hukuk zemininin dışına kaydırmamaya özen göstermiştir. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Savaş, Sulh, Cihad md.)

      Dipnotlar:

      1) bk. Yunus Macit, Savaş Kuralları Açısından Hz. Peygamber’in Sünnetinde Doğal ve Fizikî Yapının Masuniyeti, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 4.
      2) Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, 1/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, 1/343; Damad, Mecma'ul-Enhür Şerhu Mülteka'l-Ebhur, 1/643 vd.; Ebüssuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevârih-i ÂH Osman, VII. Defter, sh. 62 vd.; Baştav, Şerif, "XIV. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı tarihine göre İstanbul'un muhasarası ve zabtı", sh. 51-82; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.l, sh. 448 vd.; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, 251-260; Solakzâde, 191-201; Âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; Clot, Fâtih, 60 vd.; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.

      (bk. Ahmet AKGÜNDÜZ, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 2000, s. 106-109)


      Selâm ve dua ile...
      Sorularla İslâmiyet

      Sil
  2. Hocam selamlar, bir önceki paylaşmınıza da yorum atmıştım ama cevap bulamamıştım. ''Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları'' adlı kitabı okudunuz mu? Okuduysanız nasıl buldunuz tavsiye eder misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fatih Kömürcüoğlu14 Temmuz 2020 16:55

      Boşuna okumayın Hocam. Zaman kaybı. Saçma sapan şeyler. Her ülkede olan "tamam size kredi sağlarız ama bizim işaret ettiğimiz firmalarla çalışacaksınız" talebinin komplo teorisine dönüştürülmüş hali.

      Sil
    2. Sayın 14:32,

      Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I-II (Halil İnalcık) kitabını size tavsiye edebilirim.
      Daha önce Mahfi Bey in de tavsiye ettiği bir kitaptı.Ben çok faydalandım.
      Bence Perkins’in kitabından daha sağlam bir eser.
      Yalnız II.Cildinin yeni baskısı henüz yapılmadı.Eski yayınevinden çıkan baskının da satışı yok.
      Belki 2. eli bulunabilir.
      Eğer forumu takip eden bir İş Kültür Yayınları çalışanı veya bilgisi olan bir arkadaş var ise,II.cildin ne zaman yayınlanacağını öğrenmek isterim.

      Sil
  3. Hocam dün ödemeler dengesi rakamı açıklandı. Finans hesabına 7 milyar dolar para girişi olmuş. Bu para nereden geldi? CDS primi bu kadar yüksek iken nasıl para geldi. Portföy yatırım çıkışı var iken Doğrudan yabancı yatırım girişi 118 milyon dolar iken nasıl oldu da 7 milyar dolar para girişi oldu ? Katar'dan gelen swap rezervi mi dahil ettiler ? Yoksa borç para mı geldi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki ben de bilmiyorum ama görünce benim de aklıma swap geldi.

      Sil
  4. Fatih Sultan Mehmet isteseydi tüm Avrupayı'da fethedebilirdi.

    Belki de sebebi bundandır. Kim bilir..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunu bilemeyiz ama 8 bin kişinin yaşadığı Bizans'ı 53 günde fethedebilmesi kafasını karıştırmış olabilir.

      Sil
    2. Fatih Kömürcüoğlu14 Temmuz 2020 17:17

      Kuşatma 53 gün sürdü ama savaş 53 gün sürmedi. 53 günün büyük çoğunluğu top atışları ile geçti. Benim bildiğim şehre 3 büyük umumi taarruz oldu, şehir üçüncüsünde zaten düştü. Osmanlı ordusunu asıl korkutan şehir değil yaklaştığı söylenen büyük Haçlı ordusu ile Venedik filosuydu. Venedik filosu gerçekten de toplanmış ancak geç kalmıştır. Osmanlı'nın Fatih zamanında Avrupa'da ilerlemesini en çok geciktiren ise Arnavut İskender Bey olmuştur. Defalarca Osmanlı ordularını mağlup etmiştir.

      Sil
    3. 1541, FSM Tavuk çiftliğine mi gidiyor?
      İstiyordu zaten Avrupayı almayı, nasıl alacak bir uçtan öbür uca?
      Kanuni dönemine kadar bile Avrupada doğru dürüst ordusu olan millet yoktur, çoğu feodal köylülerden toplama erkek sürüsüydü. Sabah akşam idman yapan Yeniçeri karşısında duramazdı hiçbiri.
      Osmanlı ordusu da öyle kolay kolay italyaya gidemezdi, gitmesi için en az 3-4 ay yürümesi lazım. FSM sırtında mı taşıyacak o kadar adamı?
      At sırtında gidilecek yere kadar gittiler, Viyana'dan iki tokat yediler geldiler.
      Desen ki, Osmanlı yerine Cengiz Han olsaydı, o adamın ordusu Avrupayı iki kere turlar gelirdi.
      Osmanlı ordusu hareket kabiliyeti zayıf bir ordudur.
      Ruslar azıcık toparlanınca, şamar oğlanı yaptılar Osmanlıyı, Çatalcaya kadar geldiler, Rusları ingilizler durdurdu, yoksa Osmanlı 1810 bilemedin 1820 dedi mi bittiydi.
      Ruslar Osmanlıdan korkmuyordu ki, Napolyon dan daha çok korkuyordu. Napolyonun küçük bir birliğini Osmanlı yendi, ama Napolyon Osmanlıya yürümedi, niye? Çünkü Rusları alt ederse, Osmanlı çay yanında kek gibi kolay lokmaydı.

      Sil
    4. 53 günün cezasını Sadrazam Çandarlı Halil Paşa canıyla ödemiştir.

      Sil
    5. O hainliginin cezasını ödemiştir 53 günün degil

      Sil
    6. Fatih dahi koskoca sadrazamın hain olduğunu anlamayacak kadar kandırılmış demek. Çandarlı Halil'in öldürülmesinin sebeplerinden belki de en önemlisi, Fatih'in vefat eden ağabeyi Alaattin'in annesinin Çandarlı ailesine mensup olmasıdır. Bütün mallarına (vakfına)el konulmasının sebebi de buna bağlı olabilir. Akrabalık ilişkisi kesilmiştir. Fatih'in annesinin devşirme bir cariye olduğu tarihi kayıtlarda bulunuyor. Fatih'le birlikte sadrazamlık makamına Türklerin yerine devşirmelerin alınmaya başlanması önemlidir.

      Bazı olaylar gidişatı değiştiriyor. Mesala Yıldırım Beyazıt'ın Timur'a esir düşmesinin getirdiği sonuçlardan birisi, tahta çıkan Osmanlı padişahlarının eşlerine nikah kıymaktan vazgeçmesidir. İstisna olan Hürrem Sultan ise Kanuni'ye zorla nikah kıydırabilmiştir.

      Sil
  5. GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEK BAZI ŞEYLERİ OLDUĞU GİBİ, OLDUĞU ZAMANIN STANDART VE DEĞERLERİ GÖRE YORUMLAMAK GEREKİR. İNSANOĞLU İNSAN OĞLUDUR. HANGİ IRK DİN VS YE MENSUP OLUNDUĞU ABARTILDIĞI KADAR DA ÖNEMLİ DEĞİL.
    BUGÜN ÇOK YAKIN GİBİ GÖRÜNEN KAĞIT ÜSTÜNDE BAZI UFAK FARKLARA AYRILAN (EN AZINDAN HRİSTİYANLIĞA MENSUP OLMAYANLAR TARAFIMIZDAN ÖYLE GÖRÜLÜYOR) HAÇLILARIN O ZAMANKİ ADI İLE KONSTANTİNOPOL DE YAPTIKLARI İNSANLIK DIŞI OLAYLAR, KONTROLSÜZ NEREDE İSE YILLAR SÜREN ŞEHRİN SAHİP OLDUĞU TÜM MADDİ VE MANEVİ DEĞERLERİ YERLE BİR EDEREK BELKİDE BİZANS İMPARATORLUĞU NUN KADERİNİ BELİRLEYEN YIKIM, YAĞMA VE TALAN DA BU BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLEBİLİR. ÇOK DAHA YAKIN BİR TARİH OLAN 2. DÜNYA SAVAŞI NIN HEMEN ÖNCESİNDE BUGÜN MAÇ SONRASI ÇIKIŞTA TÜM ÇÖPLERİNİ TOPLAYARAK STATLARI PIRIL PIRIL TERK EDEN JAPONLARIN, ÇİN DE VE KORE DE O DÖNEMLERDE YAPTIKLARI VAHŞET, ESTİRDİKLERİ TERÖR VE FELAKET FIRTINALARI, BİR ZAMANLAR BUGÜNÜN STANDARTLARI İLE KESİNLİKLE KABUL EDİLEMEZ ŞEKİLDE HAREKET EDEN, ROMALILAR TARAFINDAN BARBAR SÖZCÜĞÜ İLE ADLANDIRILAN, GÜNÜMÜZ EN MODERN VE GELİŞMİŞ TOPLUMLARININ TEMELİNİ VE GEÇMİŞİNİ OLUŞTURAN VİKİNG (MODERN ZAMANLARIN İSKANDİNAV ÜLKERLİ) VE GERMEN (GÜNÜMÜZ ALMANLARI) KAVİMLERİNİN YAPTIKLARINI DA BU BAKIŞ AÇISI İLE DEĞERLENDİRMEK GEREKİR. SONUÇTA GEÇMİŞTE YAPILAN OLUMLU VE OLUMSUZ HER ŞEY İLE YÜZLEŞMEK, HAMASET EDEBİYATI YAPARAK HEMEN HEMEN TÜM TOPLUMLARIN GEÇMİŞİNDE BENZER ŞEKİLDE VAR OLAN OLUMSUZLUKLARI ART NİYETLİ ÇEVRELER KULLANSINLAR DİYE MALZEME OLARAK TERK ETMEMEK, İLERİSİ İÇİN GEÇMİŞTEN GELEN SÜREKLİ SIRTIMIZDA TAŞIMAKTA OLDUĞUMUZ AĞIR BİR YÜK HALİNE GETİRMEMEK VE GETİRTMEMEK, TERSİNE DOĞRU BAKIŞ AÇISI YORUMLAYIP TOPLUMSAL DEĞERLENDİRME VE İŞLEME MAKİNESİNDE ERİTİP İŞLEMDEN GEÇİREREK GELECEK ZAMANLAR İÇİN OLUMLU UYGULAMALARDA DEĞERLENDİRECEK MALZEME OLARAK KULLANABİLMEK YETENEĞİNE SAHİP OLMAK GEREKİR. ANCAK BÖYLE BÜYÜK, GELİŞMİŞ VE MODERN BİR TOPLUM OLUNABİLİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı kanıdayım yalnız gerçekler diyerek başka bir takım safsatacıların, uyduruk tarihçilerin peşine takılırsak mevcut durumdan daha kötü bir yere de gidebiliriz. Baksanıza toplumun önemli bir kesimi Lozan Antlaşması'nın 2023'de yürürlükten kalkacağını ve bir takım gizli maddeleri olduğu için madenleri çıkaramadığımızı yazan safsata yazarlarının dediklerine inanıyor.

      Sil
  6. Tarihi eserlerimiz ibadete acilmalidir.Din turizmi icin bu tur hamleler onemlidir. Arabistan israil din turizminden gelir elde ediyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Meryem Ana evini hristiyan hac turizmine açsak mesela.

      Sil
    2. Zaten açık değil mi? Oraya gelen hristiyanlar hacı olmuyor mu? Ne oluyor?

      Sil
    3. Açık ama biz bunu bir hac mevsimine çevirip tanıtımını yapmıyoruz. Oysa biraz uğraşılsa tıpkı müslümanların haccı gibi olabilir ve çok ciddi gelir elde edilebilir buaradan.

      Sil
    4. Pilgrim turlari duzenlense hem maliyet olarak ucuz hem de cevreye duyarli luks olmayan ciddi turistik gezi alis-veris konaklama imkani saglar. Dahasi orasi treking pilgrem turlari icin de cok elverisli dahasi kulturel kaynasmada olur. Bir tasla birden fazla kus

      Sil
    5. Ege'de milyonlarca dönüm(6 milyon dönüm, 3 milyon dönüme yakını İngiliz vatandaşlarının) arazi, Sultan Abdülaziz'in çıkarmak zorunda kaldığı (İngiltere'den para istemişti. İngiltere'de toprak satışı serbestiyeti istemişti) 7 SAFER Kanunu ile mülkler satılmıştır.(Aynı bugünkü durum) Bu kanun 1914 yılında iptal edilmiştir. Tabi araziler kişilerin tapulu mülkü olarak onlarda kalmıştır. Neden Gavur İzmir denilir bir de buradan sorgulayınız. Tabi ilk satış 1854 Kırım Savaşı sırasında Abdülmecid'in aldığı borç paraların ödemesinin iyileştirilmesi karşılığı satılmıştır. Bugün oralarda fazla bir şey yapılamıyorsa, belki de satılan mülklerin sahiplerinin izni gerektiğindendir. Avrasyaf.

      Sil
  7. Bizim İç Anadolu (Kapadokya) tarihinde günümüz benzeri vakalar çoktur.

    Ana hatları ile; Bizans, 10. ve 11. yy larda İç Anadolu'nun dini bütün Hristiyan cemaat ve kiliselerine maddi baskıyı artırınca, ahali daha fazla dine yöneldi. Cemaat ve Kiliselerin topladıkları yüzünden Bizans vergi gelirleri zayıflamaya başlamıştı.

    Papazlar, devlet büyükleri aleyhine vaazlar vermeye, halkı daha çok kiliseye bağlarken devletten koparmaya başladılar. Ahali askerlikten de kaçmaya başladı. Kiliseler küçük tavizler karşılığında Kafkaslar ve Doğu'da İran tarafından gelen Türk öncüler ile işbirliği yapar hale geldi. Karşılıklı anlaşmalar Afşin Bey gibi bazı Türk beylerinin İç Anadoluya kadar sefer yapmasına imkan veriyordu. Kiliseler, vergiye gidecek pay yerine Türk beylerine para verip, Bizans'a yağmalandıklarını para kalmadığını da söylerlerdi. (İroni şekilde Pontus başta olmak üzere Karadenizlilerin İmparatorların yakın çevresinde ciddi lobileri vardır.)

    Alparslan'ın 1071 zaferine kadar gel git şeklinde anlaşmalı akınlar oldu. Bizans yenilince artık akınları durduracak devlet gücü kalmadı.

    Bu vakalardan önce de, İstanbul Patriği beslediği adamları ile İmparatoru devirmek istemiş, meşru İmparatoru düşüremeyince, devlete sızan tüm adamları idam edilmiş, tüm varlıklarına el konulmuş idi.

    Türklere en büyük desteği veren gruplardan biri de mezhep farkı dolayısı ile Ermeniler idi. Bizans döneminde, İç Anadoluya doğru sürgün edilen Ermeniler de Türklerin öncü akınlarına destek vermiştir.

    İç Anadolu, Anadolu devletlerinin kaderini pasif şekilde etkilerler. Kanuni Sultan Süleyman'da Bizans gibi İç Anadolu halkı üzerine vergileri artırınca, isyanlar başlamış, Osmanlı tarihine Celali isyanları diye geçen devleti zayıflatan hareketler başlar. Osmanlı da tıpkı Bizans gibi Ermenileri sürmüştür, Bizans gibi yok olmuştur.

    1919 da Mustafa Kemal'de İç Anadolu'daki bazı tekkeleri ziyaret etmiş, bunlardan en önemlisi olan Hacı Bektaş Veli'de bir gün kalmıştır. Ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra, tüm Türkiye'deki görüştüğü bazı cemaatler gibi, tüm Alevi gruplar Milli Mücadeleye etkin şekilde katılmışlardır.

    Mustafa Kemal'de cemaatler ile mücadele etmiş, tekke ve zaviye kanunu, medeni hukuk, hilafetin kaldırılması gibi muassar medeniyete uygun, İç Anadolu kültürüne uygun olmayan kanunlar yapmış, gelinen noktada kendi kurduğu düzen de cemaat düzenine yenik düşmüştür.


    http://www.ekevakademi.org/Makaleler/1264418673_13%20Abdullah%20KAYA.pdf
    http://www.fibhaber.com/gundem/muskara-18-hanelik-bir-yerlesim-alaniydi-h56860.html
    http://www.fibhaber.com/nevsehir-tarihcesi-makale,2129.html

    YanıtlaSil
  8. Fatih Kömürcüoğlu14 Temmuz 2020 17:08

    Hiç savaş görmemişler savaş psikolojisini idrak edemez. Tanıdığım çok naif bir Kıbrıs Gazisi savaş anılarını anlattı. Yaptıkları ile karşımdaki o naif insan asla normal şartlarda bir araya gelmez. Savaş hukukunu harp zamanı uygulamak kolay değildir. 2. Dünya savaşında işgal edilen halklar Alman ordusunun kendilerine çok iyi davrandığını anlatmışlardır. Alman subaylar askerlerini bir noktaya kadar zabtu rapt altına alabilmişlerdir ancak onlar da zaman zaman SS askerlerine söz geçirememişlerdir. Şimdinin dünyasında çok saygılı bir halk olarak bilinen Japonlar yine 2.Dünya savaşında Çinli bebekleri popolarından süngülemek suretiyle annelerinden ayırmışlardır.
    Sonuç olarak yakın zamanda bile ordumuzun Kıbrıs'ta ve Güneydoğu'da tasvip edilmeyecek işler yaptığı apaçık bir gerçektir. Ama vay vahşiler demeden önce bir savaş görün ondan sonra derim ben.

    YanıtlaSil
  9. Hocam, Osmanlı 3 kıtaya yayılmış ama tüm Avrupa denizlere, teknolojiye yatırım yaparken mal gibi bakmışlar, hiç gemi yok, gemi teknolojisi yok, korsandan devşirme adamları denizcilerin başına koymuşlar, onlar da Akdenizdeki ticari gemileri soyup soğana çevirmiş. Tren yok, demiryolu yok, sanayi yok, endüstrileşme yok, üniversite yok, üniversite hocası yok, bilim yok. Olsa olsa, günümüzde car car car konuşup kafa şişiren cemaatçilerin benzerleri var.

    Millet nasıl bıktıysa, taa Afrikayı dolanıp Hindistana gitmiş, yetmemiş döndükleri burna da Ümit burnu demişler.

    Osmanlıyı anlatırken, aldığı topraklar ile sevinmek mi lazım?
    Yoksa, beceriksizliği sebebiyle aldığı toprakları kaybederken öldürülen milyonlarca masum müslümanın kanı ile üzülmek mi lazım?

    Ruslar, Kırım'ı alırken, her ağaç altında bir müslüman cesedi, her haneden bir iki müslüman ölü vardı derler.

    Balkanlar kaybedilirken, Edirneye doğru kaçan müslümanlar keşke ölseydik de görmeseydik dedikleri manzaralar görmüşler. Yollarda ölü bebekler, çocuklar, tecavüz edile edile sakatlanmış kadınlar, karnı deşilmiş hamileler, kurşun harcanmasın diye süngü ile kesilmiş müslüman türkler...

    Osmanlıcılar bunları da savunsa ya? Beceriksiz sultanları dünyanın en büyük devletini batırmış.
    2. Abdülhamit 33 yıl tırsıp adam gibi ordu kuramadığı için kaç yüz bin müslüman Balkanlarda öldürüldü. Güçleri haremde hatun kovalamaktan öteye gidemeyen tipler.

    Konuşmayalım diyoruz ama gerçekleri söylemek lazım, adamların ükuyup kutsadıkları üfledikleri kitapları bile sahte, hayatları, bu ve öbür dünyaları hep yalan üzerine kurulmuş. Neylerine güvenilir bunların? Bunu yazınca da ağlıyorlar topluca, inkar da edemiyorlar, yine car car car laf kalabalığı yapıyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın anonim 17:58, yazdıklarınızı ciddiye almamız için adınızı, soyadınızı da açıkça yazsanıza. İnsanların inandıkları kutsal kitaba, pervasızca sahte deme cesaretini gösteren kişinin kim olduğunu öğrenmiş olurduk!

      Sil
    2. Saçma saçma Kelimeler yazdığının fatkındamısın. Din inancın olmayabilir ama olanlara saygı duymak zorundasın... Osmanlı her dönem kötü değildi evliya Çelebi okumanı tavsiye ederim...istanbul dan Çine kadar türkçe konuşulduğunu yemek kültüründen ve 8 dönemki teknolojik gelişmelerden bahsediyor bilgilen.

      Sil
  10. KIYMETLİ HOCAM;EMEKLİ MAAŞLARININ SÜRESİZ OLARAK ÖDENEMEMESİ SÖZ KONUDUR.HAZİNE MÜSTEŞARLIĞIN DA NAMUSLU TEKNOKRATLAR İLE BAKAN ALBAYRAK GRUBU ARASINDA SERT TARTIŞMALAR HÂTTÂ YUMRUKLU,TEKMELİ KAVGA ÇIKTIĞI İDDİA EDILIYOR.BU KONUDA YORUMLARINIZ NEDİR?BİZİ DAHA NELER BEKLEMEKTEDIR.SAYGILARIMLA

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ülkede mürekkep ve kağıt olduğu sürece emekli maaşları ödenir.

      Mürekkeb ve kağıt biter ise, bir şekilde temin edilemez ise,
      plastikten banka kartı verilir emekliye, o maaş yine ödenir.

      Merak etmeyin, bu devirde kimse iş yerinde emekli maaşı için tekme tokat kavga etmez. Hele bürokratlar asla etmez. Yumruk tekme tokat işyerinden kovulma sebebidir. Niye kavga etsinler, niye kendi emekliliklerini çöpe atsınlar, niye maaşlarından olsunlar, niye bu kadar agresif olsunlar?

      İş hayatı bu, raporlarını sunar, gerekçelerini söylerler, üst makam kabul etmez ise, üst makamın dediklerini yaparlar.

      Sil
    2. Klasik taktik. "İddia ediliyor." Kim ediyor, dayanağı ne, söylediklerinin kanıtı var mı belli değil. Bu taktikleriniz işe yaramıyor artık. İnsanlar sizin bu iğrenç taktiklerinizden bıktı, usandı. İşiniz gücünüz, varınız, yoğunuz algı oluşturmak.

      Sil
  11. Bizim ümmetin kafa karışıktır hocam, seküler kesim de bizim ülkede ümmettendir.
    Bunlara okullarda, ilkokul sıralarında devlet öğretmiştir, Türkiye Türk'tür, Türkiye'nin %99 u müslümandır, Türk-İslam sentezdir, Türk iyidir öteki tu kakadır.

    Ümmet içinden kendi başına araştıran soran sorgulayan çıkar ise neyin ne olduğunu anlar.
    Araştıran sorgulayan bilgilerini paylaşan ışık tutmak isteyen olursa, onlara da "Uğur'lar Olsun" denir. (Herkes de anlamasın, anlayan anlasın)

    Geri kalanlar eğitilemez olmuşlardır.
    Bırakın kendi hallerine, ne halleri varsa görsünler.
    Hayat kısa hocam, bunlar ile ömrü heba etmeye değmez,
    insan enerjisini kendini gerçekleştireceği alanlara vermeli,
    benim eserim şudur demeli, gerekir ise göç edip yaşadığı toplumu değiştirmeli.

    Bana denk geliyor, kendi başına sorgulayıp araştırıp bulmuş gençler, ne yapalım diyorlar?

    Karşıma alıp, hayatını nasıl kazanıyorsun diye soruyorum. Anlatıyorlar bir şeyler.

    Diyorum ki, şu şu kadar çalış, bildiğin yabancı dilin hakim olduğu ülkede iş imkanlarını araştır,
    o ülkenin maaş, gelir durumuna bak, mesleğin ile ilgili hangi işlerin revaçta olduğuna bak.

    Sonra, ister staj olsun, ister yarı zaman çalışma, bir şekilde çalışma vizesi al.
    Arkanda mal mülk yapma, ekmeğini kazandığın yerde yap ne yapacaksan.

    Ben bilmezdim, benim akıl verdiğim gençler buldular, Ankara anlaşması varmış İngiltere ve Türkiye arasında. Süresi bitti galiba. O anlaşmadan faydalanan 3-4 genç oldu. Bir tane de evli çift İstanbuldan evlerini kiraya verip 3 yaşındaki çocukları ile gittiler. Gidenler iyi ki akıl verdin diyorlar, mutlular.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 14 temmuz 18 40 Anonim,bence sen kendini biraz gaza getirmişsin , her ülkenin kendi koşullarına ait sorunları var ,,eğer bahsettiğin ülkeler gelişmiş batı ülkeleri ise orda deniz bitiyor, Emperyal hırsızlık artık kaybolma trendinde ,o nun yerine üretim potansiyeli yüksek özellikle gelişmekte olan ülkeler alacak, burda Türkiye en öncelikli olanlarından ,,sana iyiki bize akıl verdin gönderdin diyenler bir zaman sonra ,,küfredebilir ,,,ha bunu benden duymuş olma ,,,,bir de Türkiye ile ilgili olumsuz düşüncelerin varsa ,yorulma ,,,,,biraz bekle derim ,

      Sil
  12. Bu millet:

    1- Gerçek islâmla,
    2- Gerçek Osmanlı ile

    yüzleşmedikçe bir yere varamaz, bugünkü gibi hamaset, cehalet ve ilkellik denizinde debelenir durur...

    YanıtlaSil
  13. Bize anlatılanların doğruluğunu sorgulayıp, yeni nesilleri de bu sorgulama kültürüyle yetiştirmeliyiz.

    YanıtlaSil
  14. Hocam siyasi ideolojiniz nedir ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiçbir ideolojiyi yeterli bulmadığım için belirli bir ideolojiye bağlılığım yok.
      Blogun Hakkımda bölümünü okursanız orada düşüncelerimi açıkladım. Kısaca söylemem gerekirse ekonomi konusunda müdahaleli piyasa ekonomisi anlayışına sahibim, siyasal ve sosyal açıdan merkez soldayım. Yani tam anlamıyla karma bir modele yatkınım.

      Sil
    2. Hocam merkez solu açabilir misiniz ? Sosyal liberal veya Sosyal demokrat ?

      Sil
    3. Kemal Derviş örneği gibi?

      Sil
    4. Hocam Avrupa'da liberal sol var, siyasi olarak yakın bulur musunuz ?

      Sil
    5. Benim görüşlerim parça parça farklı görüşlerce temsil ediliyor. Ben kendi durduğum yeri net bir biçimde hakkımda bölümünde açıkladım. Benim durduğum yeri tam olarak temsil eden bir görüş yok.

      Sil
    6. Ben soyliyeyim Hocanin ekonomi siyasasi daha cok iskandinav tarzi ekonomi.
      Sosyal devletin oldugu ozel ozerk hur tesebbusun oldugu ulkenin hem tarim hem sanayi olarak geri kalmis yerlerinde de uc bes devlete ait fabrikanin oldugu ve veya ozel sektorun uretmedigi uretmek de istemedigi disaridan gelen urunleri devletin uretebildigi karma ekonomik sistem. Buna uygun demokratik ozerk ve gucler ayriliginin oldugu siyasal sistem tum bunlari besleyen iyi bir egitim sistemi

      Sil
    7. hocam ciddi olmak gerekirse güneydoğu anadoluda kit yapma fikriniz gerçekten saçma onun yerine her il kendi asgari ücretini ve işyeri regülasyonlarını kendisi belirlerse istanbul ve çevresindeki yerler doğuya gider.1973-1978 arası kitte çalışan kişi oranı yüzde 52 arttı.Stagflasyon içindeyken hala herkesin ağzında keynesian öneriler işe yaramayacağı açık.supply side economics gerekli.margaret thatcherın ilk bütçesine saldıran keynesian gürüh gibi tüm türk ekonomistleri ve politikacılar.açık şekilde yanlış.1978 yılında konsolide bütçenin yüzde 50si kitlere gitti.1979 yılında battın.Bunu burda fabrika yap devletçilik diyenlere söylüyorum açık şekilde gerizekalılık.hiç bir endüstride devlet kendine yasalarla alan yaratmadan kar edemez.geleneksel endüstriler özellikle.2003 yılında asgari ücret 250 liraydı.dolar değerinin korumak için zam yapsaydık 1600 lira olacaktı.şimdi 2900 lira.böyle saçma zam olmaz.bu sene asgari ücret ve memur maaşlarını dondurmamak salaklıktır 2019dan bahsediyorum.stagflasyondayız.bir kaç keko yol yapıyor.diğer kekolar devlet fabrikası saçmalıklarını tekrarlıyor.stagflasyondan keynesian metodlarla çıkılmaz.100 kere kanıtlanmıştır.acilen kamu bankaları botaş 3 e parçalanıp satılmalı.devlet telekomlardan tamamen çıkmalı.tamamenin altını çizin.bütçe açıklarında para basmayın ne de bankaları dibs almaya itin.bunu yaptınız.paranın kaynağı gene merkez bankası.hem enflasyon yaratıyor hem bankaları yokediyor.imf sizleri 1996da uyarmıştı.bütçe açıklarını kesin diye dinlenmedi.1999 resesyon 2001 gene stagflasyon o aradaki 12 çeyrekin 9unda gdp küçüldü.lüks tüketim vergileri arttılıp gelir vergileri (her ikisi de) düşürülmeli.vergi kodumuz yatırım ve tasarrufu arttırmalı.yüzde 40 a çıkarıldı şimdi bütçe dengelensin diye saçmalık.acilen yüzde 25 e getirilmeli.şirket vergisi 15e getirilmeli.gene aynı şekilde para arzı takip edilerek enflasyon yüzde 5 e getirilmeli.yani faizler yükselmeliydi.bu işin monetarist bakış açısı ama tek başına yeterli değil.stagflasyonlara devletçi karşı hamlelerle başarılı olamazsınız.bunu buraya yazdım .chp gene aynı salaklığı yapacaktır.devlet fabrikası isteyen gürüh.1930larda bir inşaata gitsinler.baksınlar çok az değişmiştir.x para karşılığı en fazla iş oluşturacak sektörlerden birisi.ama salaklık şurada sen staglasyondasın gidip karşılık olarak keynesian şeyler yapıyorsun.anlamsız.1999da askeriyeye 15 milyar para harcadın.gdpin 255 yüzde 6 yapıyor.bu parayı harcayıp batmamış ülke yoktur.gene harcamaların büyüme hızı azalmalı ve vergilerde kesinti yapılmalı.bütçe açığı olursa kesinlikle para basılmamalı ya da bankalar üzerinden dibs alımı yapılmamalı(aslında 2001 de patlayan sistem budur.100 de 100 devletin suçudur.).dış borç ile kapatılmalıdır.akpli diyenler olursa akpyi nasıl eleştirdiğim ortada.devletçi kafalar ekonomi yönetemez.buna akp de dahildir.özellikle stagflasyon olmuş ve olacak bu dönemde.supply side economics kafası gerekli yoksa hiç bir şey yapılamaz.

      Sil
    8. Hayatında 2-3 işiçi çalıştırmamış, işyeri kirası, SGK primi, kıdem tazminatı ödememiş insanların Devlet fabrikasında şef, müdür, genel müdür olarak bütçe imkanlarını çar çur edecekleri devlet fabrikaları ekonomik anlamda intihar demek. Şartlar 1930, 1946 şartları değil.
      Devlet girişimciyi kredi ile ödeünç hayvan vererek destekleyecek. 10-20 koyun verdiği çoban ailesi 3 yıl içinde 10-20 yavru ile borcunu ödeyecek. o yavrular yeni çoban ailelerine verilecek.
      Herkesi bankada tek bir gelir hesabı olacak. Gelirden ve kdv'den 1 Tl değil 1 kuruş bile kaçırmak mümkün olmayacak. Asgari ücret 3-5 farklı bölge için farklı olmalı. Asgari ücret aylık değil saatlik olmalı. Haftada 20-25 saat çalışandan sadece SGK primi kesilmeli, ücreti tek gelir hesabına ödenmeli. Temizliğe giden kadınların, yevmiye ile çalışan inşaat işçilerinni günlük ücretleri de banka hesaplarına ödenmeli.
      Devlet Bütçesindeki harcamalar TBMM çoğunluğunun kontrolünde olmamalı. GV, Kurumlar vergisinden Belediyelere ödenen paylar doğrudan Belediye hesabına ödenecek sistem geliştirlimeli.
      Her işin başında Adalet sistemi İcra organının arzularına göre düzenlenmemeli.
      TBMM üyelerinin parti liderleri, parti politbüroları seçmemeli. DOğrudan Halk seçmeli.
      Türkiye Her bir 3 Milletvekili ile temsil edilen 200 Seçim bölgesine ayrılamlı. CB veya icra organı Canı istediğinde MV seçim bölgelerini değiştirip erken baskın seçim yapamamalı. Elektronik imza ile Bir MV seçmek için gerekli kişi sayısı E-Devlet YSK seçmen kütüğünde biraraya geldiğinde ( örnek 100.000 kişi) kendi temsilcilerini TBMM'ye gönderebilmeli. Seçtiği kişiyi her iki yılda bir değerlendirip E-Devlet üzerinden seçimle değiştirme hakkı olmalı.

      Sil
  15. SN.EĞİLMEZ;SİZİ HAZİNE MÜŞTEŞARLIĞI YILLARINIZDAN İTİBAREN SÜREKLİ OLARAK TAKİP ETMEKTEYİM.YAZIK Kİ GÖREV SÜRESİNİZ ÇOK KISA SÜRDÜ.SİZİ KİMLERİN VE NEDEN İSTEMEDİĞİ SON ZAMANLARINIZDA Kİ YAZILARINIZDAN GAYET NET OLARAK ANLAŞILMAKTADIR.SİZE SORMAK İSTEDİGİM ŞUDUR:BİR İKİ GÜNDÜR ÇEŞİTLİ BASIN YAYIN ORGANLARINDA EMEKLİ MAAŞLARIN ÖDENEMEYECEĞİ AÇIK OLARAK İFADE EDİLMEKTEDİR.KAMOYUNUN YAKINDAN TANIDIĞI SN.YAŞAR OKUYAN VE ALİ TEZEL DE DURUMUN ÇOK VAHİM OLDUĞUNU SOYLEMEKTEDİRLER.SİZİN BU KONUDA Kİ UZUN VADELİ OLARAK GORÜŞLERİNİZ NEDİR?TÜRKİYE SENE SONU GELMEDEN MORATORYUM İLAN EDECEK NOKTADA MIDIR? KAPALI KAPILAR ARDINDA MC KINSEY V.B.YAPILARIN ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE TÜRKİYE'YE KENDİLERİNDEN ZORLA GELİP;DEVLETİN BİR KISIM ALACAKLARINA EL KOYACAĞI SÖYLENMEKTEDİR.BÖYLE BİR TEHLİKE VAR MIDIR?MC KINSEY'İN TÜRKİYE'DE BULUNDUĞU YILLAR ASLINDA BİR ŞEKİL DE "Düyûn-ı Umûmiye"OLARAK NİTELENDİRİLEBİLİR Mİ?YA DA BATAKTA Kİ TÜRK İKTİSÂD-İ YAPILANMASI TAMAMEN DEVLET İRADE VE İSTEDİĞİ İLE; GÖNÜLLÜ OLARAK BREXIT SONRASI POST-VİRAL YENİ SOĞUK SAVAŞ DÜZENİN DE ÜSTÜNDEKİ AĞIR BASKILARDAN KURTULABİLNEK NAMINÂ VERGİ GELİRLERİNDE YETKİ DEVRİNE GİDEBİLİR Mİ?ŞAYET BU GERÇEKLEŞİRSE BU TÜRK DEVLETİN ÇÖKÜŞÜNÜN KANITI DEĞIL MİDİR?ŞİMDİDEN YANITLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merak etmeyin, oy deposu olan emeklilere her türlü maaş ödemesi yapılır. Hükümet para basar, enflasyon yapar, yine o paraları öder. Parayı alan emekli ne yapar bilemem.

      Bir de hak ve hakikat denilen bir şey vardır. O emekli insanlar arasında çoğu, 40-45 yaşında emekli olan gençlerdir. Türk emeklilik sistemi bir nevi halkın bir kısmına helikopter para atmak ile aynıdır. O kadar avantaya bu kadar verimsiz ekonomi bir yere kadar dayanır. Bir yerde o insanların da alım güçlerinin düşmesi beklenmelidir.

      Gençlerin işsiz olduğu, parası olanın parayı yurtdışına çıkardığı, ülke servetinin yurtdışına gittiği, yetenekli insanların yurt dışında iş arayıp iş kurmaya başladığı zamanlarda devletin zora düşmesi normaldir. Anormal olan, devletin hala bu durumu sürdürmeye çalışmasıdır.

      Sil
    2. Maaş ödeyememe Osmanlı zamanında çeşitli defalar olmuş ve sonuçları da ağır olmuştur ama ben Cumhuriyet döneminde maaş ödenememesi diye bir olay hatırlamıyorum. Böyle bir şeyin olmayacağını tahmin ediyorum.

      Sil
    3. Maaşlar ödenir ödenmesinede,ödenen parayla emekli ne alabilir,mesele orada.

      Sil
    4. Hocam para basar basar yine öder.

      Sil
    5. Sayın Anonim 10.59 net bir şekilde ifade etmiş arkadaşlar. Sana 2500 tl öder her şekilde ama 1 kg peynir 250 tl olursa vs vs sen o parayı ne yaparsın )) iste asıl soru bu ))

      Sil
  16. Fatih ve ordusu Peygamberimiz (S.A.V.) tarafından müjdelendiği için yeri diğer padişahlardan biraz farklı oluyor bende . Kritovulos'u ilk defa sizden okumuş oldum, çok şaşırdım. Sonuçta okullarda anlatılmıyor. Kritovulos fetih sırasında İstanbul' damıymış da bu kadar net yazmış ola. Üniversitede bir Hocamız dedi ki: Yabancılar tarih yazarken kendi gözlüklerinden baktıkları için betimlemelerinde bizi de kendileri gibi düşünerek yazabilmektedirler. Mesela bizde şarap haramken bizimkileri de kendileri gibi şarap içerken yazabilmektedirler. Sonuçta suç kürk olsa kimse üstüne giymez:) Neyse ben biraz araştırayım bu konuyu en iyisi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam 2132,

      Fatih ve ordusunu Peygamber müjdelemedi. Sahih hadis değildir. Olay şudur:

      Ali'yi şehit eden, peygamber torunlarını öldüren Emevi ailesi Medine ve Mekkeyi aldı. Alırken,
      sahabeden 400 kadar kadına tecavüz ettiler. Kuranı ezbere bilen kişileri kılıçtan geçirdiler. Kabe'yi mancınık ile yıktılar.

      Hal böyle olunca, cennetlik insanların birbirini öldürmesi, kabenin yıkılması, din duygusunu bir kısım insanda zayıflarken, diğer bir kısım insanda da Emevi ailesine karşı kin oluştu.

      Emeviler, Bizans ve İstanbul'a askeri harekat yapacağı için bu psikolojiyi kırmak amacıyla, ayetlerde değişiklik yaptılar, sizin yazdığınız İstanbul'u Fetheden Ordu ve Komutan hadisini uydurup yaydılar. Böylece askerin motivasyonu artarken, Halife Yezid ve komutanlara dini anlamda da peygamberden gelen bir müjdeyi de uydurdular. O hadiste geçen güzel kelimesine odaklanırsanız, peygambere ait olduğu söylenen pek çok hadisten farklı olduğunu anlarsınız.

      Bu arada, Fatih de Kuran'a inanmazdı, Kuran'ın insan yazımı olduğunu bilirdi. Akıl hocalarından ve kütüphanecisi olan zat-ı muhterem de sofi müslümanları saray ve ilim çevrelerinden uzak tutmuştur. Sofu olan Beyazid padişah olunca, ilk iş ilmiye sınıfında babası Fatih tarafından yerleştirilen alimleri kovmakla yapmış, yerlerine sunni müslüman tekkecileri koymuştur.

      Akşemseddin, de benzeri düşüncelere sahip olduğu için dini kullanmıştır. Misal, İstanbul'u kuşatan askerin motivasyonu yükselsin diye bir gecede Eyüp Sultan'ın mezarını bulmuştur! Artık kim yatıyorsa (ya da biri gerçekten yatıyorsa) mezarının bu kadar meşhur olacağını asla bilemeden öldü.

      Siz biraz araştırın, ve çok derinden iyi araştırın.

      Türk-İslam sentezcilerinin çoğu yazdıkları okumayan araştırmayan halka toplum mühendisliği çalışmasıdır.

      Sil
    2. kim tarihi otekinin gozuyle yazmis?

      Sil
    3. Özellikle fatih konusunda yazdıklarına bilimsel kanıtlar sunabilir misin?

      Sil
    4. Fatih'in annesi Hüma Hatun, Halil İnalcık'a göre hristiyan, diğer bazı tarihçilere göre Yahudi devşirmesidir. Tarihçi Babinger ve İnalçık, cariye olduğu konusunda hem fikirdir.

      Osmanlı, saray kadınlarının çoğu gayrimüslim kökenli olup sonradan müslüman eğitimi aldıkları için farklı dini inanışları beraber bilen insanlardır. Bu tarz insanların büyük kısmı, deist, ateist olup, bulundukları ortama göre dışarıya dini ritüellerini yaparlar.

      Dedemin babası Çanakkale şehididir, yüksek bir askeri rütbeye sahipti. Bu sebeple, sarayda yetişmiş bir kadın ile evlenmiştir. Eşi hamile iken savaşa gitmiş, büyük dedem çocuğunu görememiştir. Büyük annem dedemi yetiştirmiştir, 1970 lerde vefat etmiştir. Bundan dolayı, babam ve amcalarıma da bilgilerini aktarma imkanı bulmuştur. Saray ortamında Sultan 2. Abdülhamid de dahil, son dönem padişahların ve çoğu şehzadenin eşi, kardeşi ve annelerini tanır, onlar ile anılarını paylaşırdı.

      Bu uzun önbilgi sonrasında aileye şunları aktarmıştır:

      1- Saray kadınları arasında din, kültür ve inanç olarak kabul edilir, inanılmaz, toplum tarafından kabul edilen bazı ritüeller yapılır. Saray mensupları dindar değildir. Aynısı Suudi ailesi için de geçerlidir, aşağıya yazdım.

      2- Osmanlı hanedanı Mekke ve Medine'nin sahipleri olarak geçmiş tarihi kayıtlarına ve dahi Romalılara kadar uzanan vergi kayıtlarına hakimdirler. Mekke, tarihi olarak İbrahim peygambere kadar uzanan bir tarihe sahip değildir.

      3- İslam peygamberinin soyu, Arabistan yarım adasının güneyindeki Yemenlilere dayanır (Bilinen ismi olan Kureyş Kabilesi). Mekke'ye yerleşen ikinci veya üçüncü nesil göçmenlerdir. Kabaca MS 350 ile 450 arasında yerleşmişlerdir. Yani Peygamber doğmadan 130 veya 200 yıl önce.(Bu tarihi ben İngiltere de okuyan Suudi ailesi ferdinden teyit ettim.) Peygambere ait olduğu iddia edilen ve İbrahim peygambere kadar uzatılan şecere sahtedir. İbrahim'in yaşadığı Kudüs civarındaki karısı ve oğlu İsmaili sürgün ettiği çöl ile Mekke arasında 1800km -2000km fark vardır. Yani zemzem suyu İsmail için annesinin ayağını vurduğu yerden çıkmamıştır.

      En kuvvetli delil elbette o dönemin devleti Romanın vergi kayıtlarıdır ki, onlar da İslam tarihini yalanlayıp, bizleri doğrulamaktadır.

      4- Orjinal Kuran malesef yoktur, yazılı olan Kuran Emevi Halifesi tarafından sonradan yazılmış, ayetleri değiştirilmiştir.

      Bunlar Osmanlı Hanedanının 100 yıl önceden bildiği konulardır.

      Sil
    5. Ya siz hayatınızda kuran-ı kerimi hiç okudunuz mu içinde ne yaziyo biliyor musunuz siz bunları nasil söylüyorsunuz hiç kitap filan okumaz misiniz siz ne cahil insanlarsiniz açıyorum siei yazık ya

      Sil
  17. Bütün bu tarihi ve bizi çok iyi bilen Avrupa, bizi sürekli kolluyor. Zamanı gelince tokmakla kafamıza bir tane indiriyor. Biz de bitimiz biraz kanlanınca hemen Türk devletlerinin Abisi, Afrikalıların hamisi ve Eyyy Amerika diyerek kendimizi Dünyanın Efendisi sanıyoruz. Toplumsal IQ'muz 78 olunca bir çare bir ilaç da göremiyorum. Zamaında ismini hatrılayamadığım Avrupalı bir ekonomist " Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve hep de öyle kalacak" demişti. Ama biraz yanılmış gibi. Biz sürekli zaafiyet geçirip eriyoruz. Gelişmek şöyle dursun.

    YanıtlaSil
  18. Azeri kardaşlarımız da Ermenilere vuruyor şimdi.
    Gazaları mübarek olsun, Rusya olmasa Azeriler ortada Ermenistan bırakmazlar.

    YanıtlaSil
  19. Bu kitap zinhar yasaklanmalıdır.

    YanıtlaSil
  20. Birincisi bu tarihçi yazdıklarından dolayı padişahın kendine hiddetleneceğinden korkmadan bu kitabı nasıl takdim edebilmiş? Bu mektubu nasıl ulaştırmış? Padişah yazılanlara kızmayıp değerlendirmeye okumaya layık bulduysa büyük bir anlayış timsali olmuyor mu? Kaç padişah eleştirilere böyle kulak asar acaba? Eğer bu mektup olayı doğruysa ve Fatih yapıldığı iddia edilen yanlışlıkları en güçlü olduğu dönemde dikkate alıp üzüntüyle karşılamışsa böyle bir padişah yetiştiren Osmanlı'ya ben bir kez daha hayran oldum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Unutmayın ki Fatih Sultan Mehmet, döneminin en iyi yetişmiş hükümdarlarından birisi. 7 lisan biliyor, ayrıca analığı Mara Bronkoviç (ya da Mara Despina) tarafından son derecede özgür düşünceli yetiştirilip batı kültürü almış bir imparator. Yunan klasiklerini okumuş, o zamanın müslüman toplumunda hayali bile günah olan şeyi yapıp Bellin'yi davet edip resmini yaptırmış bir padişah. Bu tür değerlendirmelere açık olmasa zaten o başarıları da elde edemezdi.
      Ben, Kritovulos'un bu yazdıklarını Fatih'ten dinleyip yazdığını tahmin ediyorum. Aksi taktirde bunları padişaha sunamazdı.

      Sil
    2. Etmeyin, eylemeyin Mahfi Hocam. Ne yani Fatih batı kültürü almasa özgür düşünceli olmayacak mıydı? Avrupalıların kendilerinin söylediği şekliyle, dönemin Orta Çağ Avrupa'sında hangi özgür düşünce vardı ki Fatih oradan beslensin?
      Diğer yandan; söylediğiniz değerlendirmelere açık olmadığı, resmini çizdirmediği halde Yavuz da çok başarılı bir padişahtı. Belki Fatih'ten bile başarılıydı. Demek ki başarı için illa o tür değerlendirmelere açık olmak gerekmiyormuş.

      Sil
    3. Fatih tam bir rönesans prensi olarak yetişmiştir. Hiçbir Osmanlı prensi onun gibi yetişmemiştir. Ayrıca Yavuz'un da (gerçi ona ait olup olmadığı tartışmalı da olsa) kulağı küpeli bir resmi vardır ama ne öncekiler ne sonrakiler hiçbiri Fatih ayarında değildir. Kanuni bile. Burada sözünü ettiğimiz özgür düşünce demokrasi vs anlamında değil tabii. Beslendiği özgür düşünce ortaçağ Avrupasının düşüncesi değil çok daha öncesinin eski Yunan kültürünün özgür düşüncesi. Ama resim yaptırmayı o kadar küçümsemeyin. 15'inci yüzyılda bir müslüman ülkeden söz ediyoruz.

      Sil
    4. Fatih'in doğup eğitildiği dönem, Avrupa'da kara ölüm denen veba salgını sonrası rönesans düşüncesinin yeşermeye başladığı, Rönesans'ın en büyük hamisi olarak kabul edilen Medici ailesinin Floransa'da köklendiği ve rönesansın özellikle İtalya'da hızlandığı bir dönemdir. Fatih'in yetişmesinde bunlar çok etkili olmuştur.

      Sil
    5. Türk-İslam sentezinin devlet tarafından empoze edilmesinin ne kadar hatalı olduğunu bu yorumlar ispatlıyor.

      Osmanlı gibi yakın tarih konusunda bile tarih araştırmacıları özgür olarak düşüncelerini açıklayamıyorlar, devlet ise sadece Türk-İslam sentezinin izin verdiği bilgilerin halka erişimine imkan sunuyor. Bilim yöntemlerini kullanan çoğu tarihçimiz malesef, bilgilerini topluma aktarmaktan korkuyorlar. Hem işlerini kaybediyor, hem de toplumdan dışlanıyorlar.
      Doğruyu ise, kimse yukarda yorumlarda gördüğümüz kadarı ile bilemiyor.

      Az önce bir yorumda sarayda yetişen büyük büyük annemin bize aktardıklarından bir kısmını derledim.

      16-17 yaşına kadar saray terbiyesi alan bir kadının müslüman dindarı olmadığını, müslüman dindarlığı ile sarayda insan yetiştirilmediğini aktarmaya çalıştım.

      Fatih ve diğer dönem düşünürleri eğitim imkanlarının doğası gereği toplumlarından 150 200 yıl ileriyi düşünen insanlardı. Toplumun onlara yetişmesi ve anlaması çok zordur. Tarihi şartlar sebebi ile aydınlanma Avrupanın küçük bir bölgesinde olmuş, zaman ile matbaa ve bilginin yayılması ile gelişmiş toplumlara yayılmıştır.

      Günümüze gelir isek; Suudi Arabistan krallık ailesini tanımak önemlidir. Bu aile, Mekke, Kabe, eski vergi kayıtları, Kuranın yazılması süreci ve Peygamberin hayatı ile ilgili somut belge ve bilgileri ellerinde tutmaktadırlar.

      Kral hanedanından, Muhammed bin Salman önemli bir kişidir. Kendisi ve aileden bazı prensler zaman ile Arap toplumunu dönüştürmek istiyorlar. (Politik hatalarını ve kişisel karakterini bir kenara koyuyorum). Toplum ve dünya müslümanları hazır olduğunda Hanedan elindeki belgeler yavaş yavaş bağımsız araştırmacılara aktarılacaktır.

      Onlar aktarıldığında, aslında Kabenin nasıl yapıldığını, Kabe ile Güney Arabistanda kare bina tarzında, Kabe gibi onlarca daha pagan putlarının tapınaklarının olduğunu, zaman ile ortadan kalktıklarını, siyah taşın(Hacerül Esvet) putperestler için önemini, nereden geldiğini, niçin konulduğunu ve putperest geleneği olarak müslümanların nasıl sahip çıktığını, iki tepe arasında gidip gelen hacıların aslında o iki tepede önceden bulunan eski iki putu gidip gelerek ziyaret eden putperest ritüelini devam ettirdiklerini, o putların hikayesini, niçin gidip gelindiğini, İslam sonrasında o putperest adeti kimin İsmail ile Annesinin yürüyüşüne çevirdiğini belgeleri ile öğreneceğiz.

      Belki, ülkemiz bu kadar Türk islam sentezine kapılmasaydı, bu bilgileri şu anda milyonlarca Türk bilecekti, bizler, daha güzel bir hayat yaşıyorduk.

      Sil
  21. Çok güzel ve cesur bir yazı olmuş kaleminize sağlık üstad. Bu devirde biz gençlerin sizin gibi objektif ve çok yönlü insanlara ihtiyacı var. Sağlığınıza duacıyız.
    Saygılarımla,

    YanıtlaSil
  22. danıstay " Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği, bu hususun tüm gerçek ve tüzel kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu Devletin, vakıf varlığının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve hakları ile ilgili olarak vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde de negatif yükümlülüğünün bulunduğu kuşkusuzdur." demis. peki neden kimse Ataturk orman cifligi konusunda miras edenin iradesini ortadan kaldiracak sekilde mudahaleden bahsetmez?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ediyorlar ama dinleyen yok. Çünkü Türkiye bir süredir çelişkiler hukukunun örneklerini sergiliyor.

      Sil
  23. Selam hocam, bazı yorumcularınız gerçekten her şeyi nokta atışı ile biliyorlar.
    Bir kaç gün önce işsizlik yazınız altına Ayasofya ile ilgili yazanlar ve Rusya ile ilişkisini kuranlar mesela.
    Bugün bir baktık, Ayasofya'daki ezanın sesi Ermenistan Azerbaycan arasındaki sınırdan yankı buldu.
    Bazen insan korkuya kapılıyor, eğer gerçekten bazılarının yazdığı gibi olursa ülkemizin son güzel yıllarını geçiriyor olabiliriz.

    YanıtlaSil
  24. Kötülükten bahsederken onun özel bir durum olduğu unutulmamalıdır. Bir kötülük halini bir başkasıyla kıyaslarsanız ona meşruiyet kazandırmış olursunuz.

    YanıtlaSil
  25. İsrail benim toprağımda benim kararım deyip İslami ibadethaneleri sinagoga çevirse ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yapmadığı şey mi? İsrail'deki Osmanlı eserlerinin akıbeti için Marmara Belediyeler Birliğinin Çevre ve Toplum dergisini okumanızı öneririm. İlgili yazının hangi sayıda yer aldığını hatırlamıyorum.

      Sil
  26. Hocam aşırı fiyatlama konusunda fikrinizi çok merak ediyorum. Bununla ilgili bir yazı yazabilirsiniz çok memnunum. Örneğin Bodrum'da bir "beach" de bir lahmacun 100 TL ye satılıyor, maliyeti olsun olsun 5 TL dir, bu durumda sizin görüşünüz fiyatların belli bir standart aralıkta olması yönünde midir? Yada bir azami fiyat. Yada bunu arz talep dengesi içinde kabul mu etmeliyiz? Günün sonunda bu hizmeti ve malı alanlar zorla almıyor. Veya bu tür aşırı fiyatlandırmalar ek vergilendirmeli mi? Saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Piyasa sisteminin geçerli olduğu bir sistemde aşırı fiyat diye bir ley yoktur. Fiyat arz ve talebe göre belirlenir. 100 liraya lahmacun satan bir yer böyle bir fiyattan lahmacun talebi olmasa satamaz. Normal olarak 5 liraya lahmacun satan onun, 100 liraya satan da onun vergisini öder. Bütün mesele devletin buralardan gerçek vergiyi alıp almadığıyla ilgilidir.

      Sil
    2. Hocam ,çok çok beğendiğim yazıları görünce hemen kalp şeklinde beğeni butonuna basma ihtiyacı duyuyorum ,,nasıl çözülür ,,,yukarıda anlattığınız bir büyük ders ,bazıları ve medya habire 100 tl lahmacun diye toplumu eksik bilgilendiriyorlar

      Sil
    3. bunlar medyanın abartamasi.. paran çoksa ye yoksa yeme.. adam lahmacuna değil mekana fiyat biçiyor. diyor ki" fakir buraya gelmesin zengin gelsin." 100 tane fakire 5 tl den satacagima 1 zengine 100 tl ye satarım.bence mantıklı... fakir adam zaten tatile gitmesin

      Sil
  27. Biz Türklerin fethedip neredeyse 600 yilda yasadigimiz su anki Istanbul ile Ingiliz, Ispanyol ve Portekizli'nin 600 yildir var oldugu herhangi bir sehri kiyaslarsak yagmadan beter ettigimizi daha iyi anlayabiliriz. Istanbul, son 20 yilda hizla kimligini kaybetti, eski sehir korunamadi, nüfus sadece Asya'da olabilecek sekilde göcle korkunc oranda artti, yasanmaz hale geldi.

    Istanbul'un fethinde tam olarak ne oldugunu bilmiyoruz. Ama son yüzyilda güzellikleri yagmalama, talan etme, ötekini ezme, korkutma, kacirtma tecrübemizden yola cikarsak 1453'te de cok da hos seylerin olmadigini tahmin edebiliriz. Esas korkunc olan 560 yilda neredeyse hic bir yere gitmedigimizdir. Lütfen hükümet yanlisi medyanin Ayasofya haberlerine ve altindaki okuyucu yorumlarina bakin. Korkunc insanlar bunlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar emin olmayın Mehmet Bey. Brezilya Portekizliler tarafından ele geçirilmiş sonra İspanyollara sonra tekrar Portekizlilere ait olmuş. Rio de Janeiro'nun İstanbul'dan pek bir farkı yok.

      Sil
  28. ...
    Görünüşte Fâtih Sultan Mehmed’e çok bağlı olan Kritovulos kendini onun sadık bir bendesi gibi gösterir. Ancak eseri dikkatle okunduğunda gerekli gördüğü yerlerde Bizanslılar’ı, Bizans ileri gelenlerini ve son imparatoru övmekten geri kalmadığı da farkedilir. Kritovulos ve eseri hakkında kısa bir makale yazan G. Emrich’in işaret ettiği gibi o her şeyden önce bir Bizanslı olarak kalmış ve eserini de Fâtih’in “medh ü senâ”sı için kaleme almamıştır. Kritovulos İstanbul’un fethi olayının içinde bulunmamış, verdiği bilgileri görenlerden derlemiştir. Buna karşılık Adalar denizindeki bazı hadiselerin doğrudan doğruya içinde yer almış olup bu konularda tek kaynak onun yazdıklarıdır. Özellikle Venedik-Ceneviz çekişmesini ve Enez ile adaların bazılarındaki hâkimiyet rekabetlerini iyi bilmekte, bu arada henüz tam aydınlatılamamış bazı politika oyunlarında kendisinin de rolü olduğu sezilmektedir. Buna göre eseri yazışının asıl amacını anlamak pek kolay olmasa da onun Fâtih’in yardımıyla bazı adalarda hüküm sürecek küçük bir devletin başına geçmeyi planladığı düşünülebilir.
    ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katkılar için teşekkür ederim. Hangi amaçla kaleme alınmış olursa olsun Fatih gibi bir aydının kendisine sunulmuş olan bu tarihi okumamış olması düşünülemez. Bu şekliyle yazdığına göre Fatih'in onayından geçmiş diye düşünüyorum.

      Sil
    2. Fatih sultan mehmetin onayına sunuldu diyorsunuz onayından gectigini düşünüyorum diyorsunuz osmanlı tarihçileri var o dönemde devletin tarihi yazdırdığı insanlar var resmî tarih var onları niye dusunmuyorsunuz keşke modernlik diye bir günde cahil edilmeseydik zamana yayılsaydı atalarimizin tarihini atalarimizin yazılarıyla okuyabilseydik atalarimizin düşmanlarının yazdığı kendi yazılarıyla degil

      Sil
  29. Sayın Eğilmez, 1453 yılında Sultan Mehmet Constantinopolis'i (o zaman böyle anılıyordu, daha İstanbul adı kullanılmıyordu) fethettiğinde yapılan yağmalar, katliamlar, herhalde 1204 yılında Haçlıların (Latinlerin) Constantinopolis'i fethettiğinde yaptıkları yağmalardan, katliamlardan daha fazla değildi. Kötü misal, misal olamaz doğrudur, ancak zamanın uygulamaları maalesef böyle idi.
    Ayrıca lütfen 1880 li yıllarda bir Fransız sanat tarihi araştırmacısının uydurduğu "Bizans" kelimesini aşırı kullanmayalım. Şehri kuran Constantin Yunanlı değildi, Romalıydı. Fatih Sultan Mehmet Şehri fethedene kadarda hep Romalılar Kayzer olarak Doğu Romayı yönetmişlerdir, hiç bir Yunanlı Kayzer olmamıştır. Şehri kuranların M.Ö. 700 lı yıllarda Mora yarımadasından gelen Megaralıların olduğu da bu Fransız sanat tarihi araştırmacısının uydurmasıdır. Marmaray kazıları esnasında Yenikapı'da, Sirkeci'de, Üsküdar'da bulunan tarihi eserler bu alandaki yerleşimlerin M.Ö. 2000 li yıllara kadar uzanmaktadır. Sayın Eğilmez, siz bir antik Anadolu tarihi araştırmacısı olarak bunu çok daha iyi bilirsiniz diye düşünüyorum. Bizi aydınlatırsanız çok memnun olurum. Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kritovulos bu kitabında İstanbul'un fethini başka birçok kentin yağmalanmasıyla ve o arada Haçlıların ilk İstanbul yapmasıyla kıyaslıyor ve bunun en kötüsü olduğunu yazıyor.

      Sil
    2. Selam Bağnazlığımızı Azaltalım,

      İstanbul kelimesi eski latin ve yunanca da şehir, metropol, bazı aksanlara göre de şehre doğru anlamının taşır. Bizim kullandığımız İstanbul kelimesinin kökü budur.

      Konstantinapolis denirdi, ki o da Konstantinin şehri anlamına gelir. Şehirde çok büyük bina yatırımları yaptığı için öyle anıldı.

      İstanbul ismi bu şehrin binlerce yıllık ismidir. Geçmiş telaffuzlara göre Ein sta pol, Ein sta polis gibi türevleri kullanılmıştır.

      Belki de dediğiniz sebeplerden dolayı, Türk hükümeti, Doğu Türkistan'da tecavüz edilen kadınlara, öldürülen ve hapsedilen erkeklere ses çıkaramıyor.

      O mantık ile, Çin'in bugün yaptığı yüzbinlerce kadına tecavüzler, camileri yıkmalar, kocasını hapse attıkları ailelerin kadınlarına her ay farklı Çinli erkekleri gönderip resmi tecavüz etmeleri (Çin hükümeti buna gece verilen aile eğitimi diyor), Türk hükümetince de sessiz kalınarak meşrulaştırılmış oluyor.

      Sil
    3. Aslında Konstantin şehre “Nova Roma” ismini vermiştir ama bu isim halk arasında tutmamış, zaman içinde Konstantinopolis diye anılır olmuş...

      Sil
  30. Hocam bence "düşünelemez" değil, "düşünebilinir", esas Fatih in kendi halkı için kadınları çocukları öldürdüler , içki içip sarhoş oldular heryeri yağmaladılar dedirtmesi veya bunun yazılmasını onaylaması "düşünülemez" koskoca Fatih halkına neden hakaret etsin, hele hele bunu neden tarih sayfalarında dökümante ettirsin? Hiç mantıklı değil

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Halkı için değil yeniçeriler için. Bunu sadece tarihe geçirtiyor. "İstanbulun tümüyle yağmalanmasına ben mani oldum" demek için olabilir. Bu yazılanları halkının ve yeniçerilerin okumayacağını biliyor. O zaman matbaa yok basım yok. Bu sadece bir iki kopyası olan el yazması bir kitap. Öte yandan Osmanlı'da içki bolca içiliyordu. Padişahlardan da içki içenler içmeyenlerden fazla.
      Aksi taktirde böyle bir kitabı yazıp da padişaha verebilir mi Kritovulos?

      Sil
  31. Hocam bir de kapitilasyonlar meselesi vardı ki Atatürk ün kaldırılması yönünden vazgeçilmez bağımsızlık unsurlarındandı. Hep duyarız ama tam anlamıyla bilemeyiz Osmanlının son dönemlerde ki kapitilasyonlarını. Şuan da kapitilasyonlar diyebileceğimiz , yabancılara verilmiş, bağımsızlığımızı tehlikeye atan uygulamalar var mı? Bizi aydınlatırsanız sevinirim. Tşk.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katar'ı incele derim.

      Sil
    2. Günümüzde kapitülasyonlar olmasa da farklı bazı imtiyazlar veriliyor. Mesela yap işlet devret imtiyazları böyledir.

      Sil
  32. Sanırım siz yazınca alıp okumuştum, tarihi o tarihte yaşayanlardan okumak daha keyifli, daha ilginç ve çarpıcı. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  33. Mahfi bey size iki şey soracağım ama sanki size tuzak soru soruyormuşum gibi algılayacağınızdan çekiniyorum açıkçası:

    1) "Hilafet" kurumunun, 2020 dünyasında, herhangi bir hükmü var mı?

    2) Size göre; Türkiye'de, "hilafet"i yeniden getirmeyi deneyebilirler mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1) Sanmam. Papalığın hristiyan aleminde sembolik etkisi dışında bir etkisi var mı? Bu da öyle.
      2) Onu da sanmıyorum. Kimse ciddiye almaz.

      Sil
    2. Kısa vadede sembolik olarak getirilecektir,devamında kurumsallaşması ve yönetimdeki yeri sağlanır.

      Sil
  34. Osmanlıda esasen hristiyanmış başkasıymış vs. düşmanlığı,yağma ve insana zarar vermek devlet politikası olmamıştır. Eğer iddia edilen yanlışlıklar devletin tercihi olsaydı anlık olmaz uzun zaman devam eder ordaki halk her şeyiyle yerinden kaçar giderdi. Halbuki daha sonraki dönemlerde İstanbul hristiyanlar için yaşam alanı olmaya devam etmiş hiçbir padişah buna itiraz etmemiştir. Ortodoksluk Fatihle varlığını güçlendirip Batıya karşı hristiyanlığın güçlü bir unsuru olarak ayakta durabilmiştir. Fatihin ortodoks hristiyanlarla çatışmak değil aksine Osmanlıyı onların da kendi devletleri olarak görüp Batıya karşı birlikte hareket etme niyeti vardı. Bu politikanın ilk adımı olarak Fatih İstanbulun fethi sırasında yaşandığı iddia edilen olumsuzluklardan dolayı hristiyanların gönlünü almaya çalışmış olabilir. Bu niyet keşke bugün de devlet politikamız olsa da şu Avrupaya karşı Ortodokslar bizim yanımızda yer alsa.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru. Ortodoks kilisesini katolik kilisesine karşı koz olarak kullanmak istediği için bunları yazdırmış olabilir.

      Sil
    2. Hocam güzel yazı için teşekkürler. Ben de Dukas Kroniği'ni okumuştum, fırsatınız olmadıysa tavsiye ederim. Sizin alıntıladğınız kısımlarla Dukas'ı kıyaslayınca, iki anlatımda da Fatih'in fetihten sonraki tavrının oldukça benzediğin farkettim. Buradan Kritovulos'un ifadelerinin (yazınızda alıntıladıklarınız için konuşuyorum) gerçekleri ifade ettiğini düşünebiliriz. Zira Dukas bile bu olumlu yorumu yapmış, ki kendisinin Fatih ve Türkler için ifadelerinden Fatih'e ve Türklere karşı beslediği olumsuz duygular rahatça anlaşılır.

      ... Osmanlı askerlerine dedi ki: "Servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir." Sultan zaten şehrin servetinin tükenmekte ve esirlerin sonu gelmekte olduğunu görerek askerleriyle yaptığı mukaveleden pişman olmuştu.
      *İstanbul'un Fethi Dukas Kroniği (1341-1462), Kabalcı Yayıncılık sayfa 203

      Sil
    3. Fatih veya diğer Osmanlı sultanları, Katolik Avrupayı sıkıştırmak için Ortodoksları etki altına almak istedi.

      Diğer sebep, Osmanlı tebası ve komşusu olan Ortadokslar isyan etseydi, devlet parçalanırdı. Osmanlı da olsa vergi topladığı tebasının inancına fazla karşı gelemez.

      Zaten, Yavuz ve Kanuni döneminde sunni islam şeriatını uygulanmasının başlaması, 1600 lerde de yaygınlaşması ile ortodokslar da isyanlara başlamış, devlet 250 yıl sonra hasta adam olmuş, Rusların güçlenmesini sağlamış, Ruslarda Osmanlıyı çökertmiştir.

      Önce Fransızlar, sonrasında İngiltere, Rusya için denge mekanizması olmasaydı, Ruslar ve Balkan Ortodoksları Osmanlıyı 1700 lerin ortasında yok ederlerdi.

      İslam şeriatı hukuken hakim olunca, Ortodokslar ayak diremeye başlamış, iki nesil diyebileceğimiz bir zaman diliminde devlet durmuş, Osmanlı Viyana'da bozguna uğramıştır. Sonra toprak kayıpları ve çöküş.

      Şöyle düşünün, Kanuni zamanında Şeyhülislamlar kendi adamlarını hukuka ve devlete yerleştiriyor, adamın ortodoks dedesi 1620 lerde Osmanlıya kızıyor, Osmanlıyı kafadan siliyor vergiyi azaltıyor, çocuklarını ona göre yetiştiriyor, adamın babası 1650 lerde vergi vermeyi bazen kesiyor, adamı Osmanlı düşmanı yapıyor. O adam da 1683 te Viyanalılara destek oluyor, Osmanlı yeniliyor. 1699 Pasarofça anlaşması ile Osmanlı devletine tüy dikilmiş oluyor.

      Sil
  35. Mahfi bey, 12 Eylül 1980 öncesini hatırlarsınız; kamu/özel fark etmez, çeşitli meslek ve sivil toplum kuruluşları, siyasi angajmanlara göre gruplaşmıştı. Örneğin, polisler arasında ve hâttâ öğretmenler arasında bile; "muhafazakâr & mukaddesatçı" dernekler ve "devrimci" dernekler vardı. Darbeyle birlikte, hepsi sona erdi.

    Biliyorsunuz, "çoklu baro" konuşuluyor. "Avukatlık" gibi çok önemli bir kurumun, tıpkı 12 Eylül 1980 öncesindeki gibi gruplaşmaya yönlendirilmesi mi bugünlerde olanlar?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Darbeyle hepsi sona erdi dediğiniz gruplaşmalar hiçbir zaman sona ermedi. Dolayısıyla yeniden ortaya çıkıyor diye bir şey yok.

      Sil
  36. Hocam batının iyi yanlarını mı kötü yanlarını mı aldık sorusundan Osmanlı’nın iyi yanlarını mı aldık kötü yanlarını mı aldık sorusuna geldik sanırım. Birde hala iktidarda kalırlarsa nasıl beraber yaşamaya devam edeceğiz hocam?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir yerden sonra beraber yaşamak bir tarafa ağır gelmeye başlar, isyanlar çıkar. Diğer taraf yönetim gücünü ve odağını kaybeder. Eğer sıcak çatışmalar olursa azınlık tarafı dışardan destek arar ve bulur. Yeni bir devlet veya yerel idareler kurulur.

      Sil
  37. Hocam bu kitap gerçekten Fatih Sultan Mehmet e verilmiş mi? Bu kesin ise gerçekten dediğiniz gibi ben olmasam bu şehir harap olurdu biterdi mesajı vermek istemiş olabilir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı kanıdayım. Fatih o sıralarda Roma İmparatoru olmak istiyor. Ortodoksları yanına alıp katolik Avrupa'yı devirmek ve bir Avrupa kralı olmak istiyor. Zaten kendisine de Kayzer-i Rum unvanını alıyor. O nedenle bu kitap ortodokslara karşı bir çeşit ben sizi kolluyorum mesajıdır. Ben kitabın Fatih'e verilmesinden öte ona danışılarak onunla görüşülerek yazıldığı kanısındayım.

      Sil
  38. Hocam sizi çok takip ederim, severim ama bu Fethi küçümseme imanız çok hoşuma gitmedi, yukarıda 8 bin kişilik Bizans'ı 53 günde fethetti yazmışsınız. O kadar kolay olsaydı daha önce başkası yapardı diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha önce yapamazlardı, daha öncekiler o surları aşamıyordu.
      Fatih'in dev topu vardı, surlarda gedik açabildi.
      Daha öncekiler İstanbul'a takviye yollarını kapatamıyorlardı. Fatih takviye yollarını kapatmak için hisar inşaa etti kuşatma öncesinde, sonra kuşatmaya başladı.
      Yetmedi, gemileri de haliçe indirdi ki yeni bir cephe açabilsin.


      Evet içerde gerçekten bir kaç bin kişi kalmıştı, seferin haberi duyulduğu için çok fazla kişi şehri terketti. İçerde kalanlar en umutsuz olanlardı. İçerde 9-10 bin adam daha olsaydı girebilir miydi? Zor giremezdi. Mart'tan Mayıs'a kadar kuşatıldı. 9-10 bin kişi 3-4 ay daha dururdu içerde, o sürede Avrupalılar başka yerden bir savaş patlatırdı, Fatih çekilmek zorunda kalırdı.


      Günümüz Türkiye'si gibi, parası olanlar, evi barkı olup satanlar yurtdışına çıkıyor, Türkiye de durmuyor, servetlerini çıkarıyorlar. Dünya çapında emeğini satabilen, iş kurabilen insanlar ülkeden çıktılar. Geriye umutsuz vakalar kaldı. O dönem imkanı olan tüm İstanbullular da şehirden gittiler.

      Sil
  39. Hocam Ermeni soykırımı iddası hakkında ne düşünüyorsunuz? Eğer çok tepki geleceğinden çekinmiyorsanız o konu hakkında da yazabilir misiniz? Yada yazmak istemezseniz bize bu konuda hangi kitapları okuyabiliriz yazabilir misiniz?
    Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu konu hakkında yeterli incelemem yok. Bir iki kitap ve belge okumuşluğum var. Bu okuduklarım beni bir yargıya varabilecek sonuca götürmedi. Genellikle en azından beni tatmin edecek bir yargıya varabilecek kadar incelemediğim bir konuda yorum yapmıyorum.

      Sil
  40. Hocam ben şöyle bir soru sromak istiyorum. Bankalar örneğin kendi sistemlerinden altın satışı yapıyorlar. Bu altın satışının bir sınırı var mı? Yani istedikleri kadar altın satabilirler mi? Yoksa bir sınırı var mıdır?

    YanıtlaSil
  41. Yine aynı şekilde bankaların döviz satım limitleri kişiye göre değil genel olarak var mıdır hocam?

    YanıtlaSil
  42. Hocam bütçe açığının gsyh oranı %2 seviyesinin üzerinde. Cari açığın gsyh oranı %2 seviyesinin üzerinde. Ödemeler dengesinde açık var. Hâlâ ekonomi iyi diyorlar.

    YanıtlaSil
  43. Degerli hocam, enerji ekonomisi uzerine calismalariniz mevcut mu? Bu alanda onerebileceginiz isim ve kitaplar var midir?

    Sonsuz tesekkurler,

    S.P. ARIKAN

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayır yok. Bu alandaki en iyi kitap hangisi bilmiyorum.

      Sil
  44. Hocam bilgi seviyeniz gerçekten derya deniz, bize lütfen tarih okumamız için biraz kaynak gösterin, yine kitaplarınızdan paylaşabilirseniz çok memnun olurum, okulda vs anlatılan değil daha objektif bilgileri nereden alabileceğimi anlamak istiyorum. saolun varolun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerek bu blogda gerekse twitterda birçok kez kaynak gösterdim. Toplu tarih okumakla bir yere varmak pek kolay değil. Dönem seçip okumalısınız. Mesela İstanbul'un fethini objektif olarak öğrenmek istiyorsanız Roger Crowley'in 1453 adlı kitabını okumanızı öneririm.

      Sil
  45. Hocam merhaba benim bir soru olacak. Şu an negatif faizler düştüğü için tasarruflar azalıyor ve bunlar yatırıma dönüşmüyor denilmiyor. Ama insanlar parasını faiz yerine konuta ve arabaya yatırınca bu para bir şekilde yine bankalara ulaşmıyor mu yatırım için? Yani bankalar daha fazla kredi verdiğinde kaydi parada olduğu gibi bu paranın tekrar bankalara ulaşıp yatırım için finansmanın oluşması lazım değil mi? Soruyu teorik olarak soruyorum hocam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Konut alımı sokak dilinde yatırım sayılsa da ekonomi açısından yatırım değil tüketim olarak sınıflandırılır. Yatırım, üretim kapasitesini artıracak şeylerin yapılmasıdır.

      Sil
  46. Hocam,

    Plânınızı merak ettiğim için soruyorum, üniversitede ders vermeye devam edecek misiniz? Korona nedeniyle nasıl bir karar almayı düşünüyorsunuz diye öğrenmek istedim sadece. (Mahsuru yoksa, hangi üniversitede ders vereceğinizi de yazar mısınız?)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi Altınbaş Üniversitesi'nde ve yalnızca yüksek lisans için Ekonomi dersi vereceğim.

      Sil
  47. Büyük Klasik Dönem Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık hocanın birçok kitabından bahisle;
    O dönemki İslami fütuhat (fetih) politikasınca bir şehir önce kuşatılır, akabinde teslim oma çağrısında bulunulurmuş.En fazla üç kere teslim ol çağrısı yapılır ardından taarruza geçilirmiş.Eğer şehir teslim ol çağrılarına uymaz ve saldırı başarlı olur da şehir düşerse yağma yapmak taarruzdaki askerlerin hakkı olarak görülürmüş. İstanbulda da olay aynen böyle gerçekleşiyor.zaten islam fütuhat politikasında olan bir kural olduğu için Fatihin bu yağmayı engelleme ihtimali yok. Celal Şengörün aktardığına göre de Fatih askerlere şehirdeki bütün kitaplar benim ganimetim sadece kitaplara dokunmayacaksınız diye talimat verdiğini söyler. Diğer yandan Osmanlı teslim ol çağrısına riayet eden (uyan) şehirlerde yağma yapmamıştır. Mesela Bursa. Bursa üçüncü teslim ol çağrısından sonra teslim olduğu için yağma yapılmamıştır.

    YanıtlaSil
  48. söz konusu fatih'e gönderilmesi fatih'in onu yazdırdığı manasına gelmez.

    olsa olsa şu manaya gelir: o zamanlar bile bu zaman olmayan düşünce ifade hürriyeti olduğunu gösterir.

    YanıtlaSil
  49. İstanbul'un Fethi ile ilgili ilk kaynak gerçekten de budur fakat aynı kitapta Osmanlının soyu Ahemeniş İmparatorluğu ve Persler filan diye de gösterilir, yani bu kitapta yazılan her şeyi mutlak doğru olarak kabul edebileceğimiz bir kaynak değil. Batılı kaynaklarda dahi bu tarihçinin bir çok şeyi abarttığı yazılıdır.
    Bunun en büyük kanıtı olarak da katledildiler denilen bazı asilzadelerin daha sonra Osmanlı Tebaasına geçip devlette önemli mevkilere getirilmesi gösterilir. Evet savaşa katılmamış fakat şehri savaş döneminde terk etmemiş bazı asilzadelerden bahsediyorum, kendilerinin tek tek isimleri dahi bellidir, O savaştan sağ olarak kurtulan bir çok insan olmasına rağmen Kristo efendinin söylediklerini doğrulayan ikinci bir kaynak hiç bir zaman ortaya çıkmamıştır.

    Yine kitapla ilgili bazı çelişkiler olduğu da çok açıktır, neymiş Fatih 3 gün yağmaya izin vermiş ama şehrin yakılıp yıkılmasını görünce üzülüp durumu engellemiş, zaten bu bile başlı uydurma tarih olduğunu gösteriyor, 53 gün boyunda süren bir savaş, o dönemde tarihin gördüğü en büyük top ve gülleleri ile şehir zaten mahvolmuş, mancınıklardan etrafı yakacak maddeler atıldığı kesin olarak bilinen bir şey, Fatih tüm bunlar yapılırken üzülmedi de, askerler 3 gün yağmaya girince üzüldü ve yağmayı durdurdu öyle mi?

    Bakın bu kitapta özellikle günümüz Yunanlıların bayılacağı şeyler yazmaktadır lakin onların bir çok tarih profesörü bile Kristobulos'u abartıyı seven, çok güvenilmeyecek bir tarihçi olarak görür.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!