Kayıtlar

Mayısın Ondokuzu

Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta 19 Mayıs’ı anlatıyor: “1919 yılı Mayısının 19 uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ‘Ateşkes Anlaşması’ imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda… “Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… “İtilâf devletleri, Ateşkes Anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919 da İtilaf devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor. Bundan başka,...

Bakır

Resim
Bakır ilginç bir metaldir. Yumuşaktır, kolay eğilip bükülür. Hava koşullarından etkilenir, kolayca oksitlenebilir. Bu oksitlenme sonucunda yemek kabı olarak kullanıldığında zehirlenmeye yol açabilir. O nedenle bakır kaplar belirli aralıklarla kalaylanır. Kalay da yumuşak bir metaldir. Buna karşılık oksitlenmeye karşı dirençlidir. Bakır kapların üzerine kaplandığı zaman oksitlenmeyi önler. Çocukluğumuzda kalaycılar vardı. O dönemlerde alüminyumdan, çelikten yapılmış ya da teflonla kaplanmış yemek kapları, tencereler olmadığı için daha çok bakır kaplar kullanılır, kalaycılar bu kapları kalaylarlardı. Şimdilerde bakır kaplar yeniden moda olduğu için kalaycılar da yeniden çıktı ortaya. İkisi de yumuşak birer metal olan bakırla kalay belirli bir derecede ergitilip belirli bir oranda (genellikle yüzde 85 – 90 bakır yüzde 10 - 15 oranında kalay) birbirine karıştırılırsa bronz (ya da tunç) denilen sert ve oksitlenmeyen bir metal karışımı ortaya çıkıyor.   M.Ö. 2000’lere gelin...

Hazine Faizi

Resim
Türkiye ekonomisinde son on yıldaki en önemli gösterge değişimi nedir diye soracak olursanız benim yanıtım kamu kesimi borç stoku / GSYH oranı ve faizler olur. 1980’li yılların ortalarına doğru başlayan kamu borçlanmasına dayalı büyüme modeli başlangıçta yüzde 5 – 6’lar düzeyine, 2001 krizine yaklaşılırken de yüzde 10 düzeyine yaklaşan bütçe açıklarına neden olmuştu. Bu açıkların finansmanı daha fazla borçlanmayla o da daha yüksek oranlı faiz ödemeyle mümkün olabiliyordu. 2001 krizinden sonra alınan bir dizi önlem ve değiştirilen büyüme modeli bütçe açıklarının ve kamu borç yükünün düşmesini sağladı. Aşağıdaki grafik kamu borç stoku / GSYH oranının 2001’den 2012’ye kadar olan gelişimini gösteriyor. 2009 yılındaki sıçrama küresel krizin Türkiye ekonomisinde yarattığı etki dolayısıyla ortaya çıkmış bulunuyor. Kamu kesimi borçlanmasında ve dolayısıyla borç stokundaki düşüş iki etki yarattı: (1) Borçlanmanın maliyeti yani faizler düştü, (2) Özel kesim için borçlanabil...

Cari Açık Düşüyor

Resim
İki gün önce Hazine Nakit Dengesi verileri açıklandığında nakit açığındaki hızlı yükselişe dikkat çekmiş ( http://www.mahfiegilmez.com/2012/05/hazine-nakit-acg-buyuyor.html ) ve bu artışın ithalatta ve dolayısıyla cari açıkta başlayan düşüşle tutarlı olduğunu vurgulamıştım. Bugün Mart ayı cari açık verileri açıklandı. İlk çeyrekte cari açık 16,2 milyar dolar. Geçen yıl bu miktar 21,6 milyar dolardı. Demek ki bu yılın ilk çeyreğinde cari açıkta yaklaşık 5,4 milyar dolarlık bir düşüş var. Bu gelişimin temel taşları her zaman olduğu gibi ithalat ve ihracattaki gelişmeler. Geçen yılın ilk çeyreğinde 33,2 milyar dolar ihracat bu yılın ilk çeyreğinde 37,6 milyar dolara çıkarken geçen yılın ilk çeyreğinde 53,8 milyar dolar olarak gerçekleşen ithalat bu yılın ilk çeyreğinde 54,2 milyar dolar olmuş. Yani ihracat geçen yılın ilk çeyreğine göre yüzde 13’ün üzerinde artarken, ithalat aynı dönemde yalnızda yüzde 0,7 dolayında bir artış sergilemiş bulunuyor. Özetle belirtmek gerekirse Türk...

Hazine Nakit Açığı Büyüyor

Hazine nakit dengesi, bütçe nakit dengesinden farklıdır. Bütçe nakit dengesi merkezi bütçenin nakit dengesini ifade ettiği halde Hazine nakit dengesi merkezi bütçenin bir parçası olan genel bütçenin nakit olarak tahsil edilmiş gelirleri ve özelleştirme fon gelirlerinin toplamıyla nakit olarak ödenmiş giderleri arasındaki farkı ifade eder. Hazine Nakit Dengesi = Nakit Gelirler + Özelleştirme ve Fon Gelirleri – Nakit Giderler Nisan 2012 itibariyle elimizdeki sonuçlara göre bunları sayılara dökelim: Hazine Nakit Dengesi = (99.080 + 1.169) – 113.030 = - 12,8 Buna göre 2012 Nisan ayın Hazine nakit dengesi 12,8 milyar TL açık verdi. Aynı dönemde Hazine’nin yine nakit olarak sağladığı faiz dışı fazla 7,5 milyar TL’dir. Açığı finansmanı şöyle bir denklemle gösterilebilir: Hazine Nakit Açığı = Hazine Nakit Finansmanı Hazine Nakit Finansmanı = Net İç Borçlanma + Net Dış Borçlanma + Özelleştirme Gelirleri + TMSF’den Aktarılan Gelirler + Devirli ve Garantili Borçlardan Geri Dön...

Türkiye'de Ekonomi Politikası Uygulamaları

Resim
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye liberal bir ekonomi politikası izledi. Bu, Lozan Antlaşmasının öngördüğü bir modeldi. Lozan Antlaşması’nın koşulları arasında Türkiye’nin serbest dış ticaret politikası izlemesi vardı. Bu politika 1930’a kadar sürdü. Bu dönemde aşağıda sunduğum grafikten de görülebileceği gibi Türkiye önemli miktarda dış ticaret açıkları verdi. 1929 Büyük Dünya Bunalımı çıkınca Lozan Antlaşmasına taraf olan devletler bu antlaşmanın koşullarını denetleyecek durumu kalmamış, herkes bunalımın yarattığı yıkıntı nedeniyle kendi başının derdine düşmüştü. Bu fırsattan yararlanan Türkiye liberal politikaları terk ederek devletçi politikalara geçiş yaptı. Bu dönemde Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ve dolayısıyla katı bir döviz rejimi devreye girdi. Türkiye ithal ikamesine dayalı, devletin KİT’ler aracılığıyla üretimin doğrudan içinde bulunduğu bir model uygulamaya başladı. 1935 yılından başlayarak iki kez 5 yıllık sanayi planı uygulandı. Bu dönem, yukarıd...

Hiç

Resim
Baba evimizin bir duvarında asılı çerçeve içinde eski Türkçe bir hat yazısı vardı. Yazı olarak biçimi güzeldi ama hiç bir maddi değeri yoktu. Fotokopiydi çünkü. Yazının anlamı “hiç” idi. Maddi değerinin olmadığını vurgulamak ister gibi. “Bu ne demek” diye soranlara “hiç” diye cevap vermeyi severdi babam. Üsteleyenlere de “yazının anlamı hiç” derdi. “Yani ne demek” diye hala üsteleyen olursa “herşey bir koca hiçten ibaret değil mi? İşte onu anlatıyor bu yazı” diye açıklardı.             İstanbul Hukuk Fakültesi’ni ve Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu bitirmişti babam. İngilizce ve Fransızca bilir, Edgar Allan Poe gibi çevrilmesi son derecede güç yazarlardan belki de yalnızca kendisi için çeviriler yapardı. Paris dönüşü İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne asistan olarak girmişti. Paris’e gitmeden önce, Hukuk Fakültesi’nde, Nazi Almanya’sından kaçıp İstanbul’a gelen, birçok ünlü hocanın öğrencisi olmuş, Paris dönüşü asistan olarak girdiği İk...

2001 Sonrası Değişen Büyüme Modeli

2001 krizine gelinceye kadar Türkiye temel taşı kamu kesimi harcamalarının yüksek tutulması olan bir büyüme modeli uyguladı. Personel harcamaları gibi cari harcamalar, sosyal güvenlik kuruluşlarına verilen destekler ve KİT’lere yapılan görev zararı ödemeleri gibi transfer harcamaları ve yatırım harcamaları bütçede yüksek düzeylerdeydi. Buna karşılık devletin topladığı vergiler sınırlıydı ve artırılması için bir çaba da yoktu. Aslında o dönemde vergileri artırmak pek moda değildi. Bu model yüksek bütçe açıkları ve kamu harcamaları yoluyla büyümeyi sağlamayı hedefliyordu ve 1980’lerin ortasına kadar yerine bir alternatif aranmadan uygulandı. 1980’lerin ortasında harcamalar gelirlerin öylesine üzerine çıkmaya başladı ki bütçe açıkları taşınamaz boyutlara ulaştı. O aşamada üç yoldan birisinin seçilmesi gerekiyordu. Ya vergiler artırılacak ve harcamalar bu yolla finanse edilecekti veya harcamalar kısılıp bütçe açığı düşürülmeye çalışılacaktı ya da açık borçlanmayla finanse edilecekti....

Bir Korku Öyküsü

Edgar Allan Poe’nun öyküleriyle bir seri katili buluşturan ve adını Poe’nun ünlü şiirinden alan Kuzgun adlı filmi izleyince 16.01.2000 de Radikal’de yayımlanmış aşağıya aldığım yazım takıldı aklıma (Bu arada Kuzgun filmini özellikle Poe öykülerini beğenenlere ve gerilim filmlerini sevenlere öneririm.) İstanbul, yazları güzel, kışları tuhaf bir kent. Kışın hava kararıp ta el ayak çekilince kentin kalabalık olmayan yöreleri gizemli ve ürpertici bir görünüme bürünüyor. Hele Sarıyer tepelerinde bir yerlerde oturuyor da vadiye bakıyorsanız bu duygu çok daha fazla egemen oluyor. Karadeniz’den Boğaz’a doğru rüzgar esmeye başladığı zaman öyle uğultular oluşuyor ki, içinizin ürpermemesi mümkün değil. En iyisi öyle havalarda başka bir yerde olmak. Ama eğer gidecek yeriniz yok ta evdeyseniz yarı korku yarı ürperti içinde, rüzgarın sesini duymamak için müziğin sesini açıp, oturmaya çalışacaksınız. Öyle bir gecede yapılacak en büyük hata televizyonda korku filmi izlemek ya da bir korku öyküsü...