Sağ, Sol, Kapitalizm, Sosyalizm, Demokrasi ve Eğitim
Günümüz dünyasında sağ ve sol ayrımı asıl olarak ekonomik
yaklaşım farkından doğar. Ekonomik yaklaşım da temelde üretim araçlarının
mülkiyetinin kime ait olacağına ilişkin kabulden yola çıkar. Sağ ekonomik
düşünce (buna genelleme yaparak kapitalizm diyelim) üretim araçlarının
mülkiyetinin özel kesimin elinde, sol ekonomik düşünce (buna da genelleme
yaparak sosyalizm diyelim) üretim araçlarının mülkiyetinin kamu kesiminin elinde
olmasını savunur.
Üretim araçlarının mülkiyeti denilince mesele üretimi kimin
ve ne amaçla yapacağı sorusuna verilen yanıtların farklılığında ortaya çıkar.
Sosyalist yaklaşım, üretim araçlarının kamu kesimi elinde olmasını yani üretimin
kamu kesimi eliyle yapılmasını öngörür. Bir başka deyişle üretimi yapacak olan
birimler (fabrikalar, tarım işletmeleri, havayolu vb gibi büyük hizmet
işletmeleri, büyük satış mağazaları vb) kamu kesimine ait olmalıdır. Özel kesim
mülkiyeti ancak kamu kesiminin girmesinin verimli olamayacağı küçük işletmeler
(mahalle bakkalı, manav, taksi vb) için geçerlidir. Bu ekonomik düzende, üretim
araçlarının mülkiyeti kamu kesiminde olduğu için fiyatları, üretim miktarını
kamu kesimi belirler. Bunu yapabilmek için geniş bir planlama örgütüne ihtiyaç
duyulur. Nereye ne kadar ve hangi alanda yatırım yapılacağı buradan elde
edilecek ürünlerin nerede, ne zaman ve hangi fiyata satılacağını belirlemek bu
planlama örgütünün görevi olarak ortaya çıkar.
Buna karşılık kapitalist sistem, üretim araçlarının özel
kesim elinde olmasını yani üretimin özel kesim eliyle yapılmasını öngörür. Bir
başka deyişle üretimi yapacak olan birimler (fabrikalar, tarım işletmeleri,
havayolu vb gibi büyük hizmet işletmeleri, büyük satış mağazaları vb) özel
kesime ait olmalıdır. Kamu kesimi mülkiyeti ancak özel kesimin girmesinin kârlı
olmayacağı, toplumun tümünü ilgilendiren alanlarda (yollar, barajlar, köprüler,
demiryolları vb) geçerli olmalıdır. Bu ekonomik düzende, üretim araçlarının
mülkiyeti özel kesime ait olduğu için fiyatları, üretim miktarını piyasa
sistemi belirler. Özel kesim, üretimini piyasa için yapar ve hangi malın, hangi
fiyata ve ne miktarda satılacağı piyasada belirlenir.
Günümüzde dünya uygulaması genellikle üretim araçlarının
mülkiyetinin her iki kesime de ait olduğu karma bir sistem içinde yürür. Üretim
araçlarının mülkiyetinin kesimler arası ağırlığı sistemin de ağırlığını
belirler. Mesela üretim araçları mülkiyetinde özel kesimin ağırlığının çok
fazla olduğu ABD’deki sisteme kapitalist sistem deniyor. Buna karşılık kamu
kesimi mülkiyetinin ağırlıkta olduğu Çin’deki sistem sosyalist sistem olarak
adlandırılıyor. Ne var ki her ikisi de aslında tanımların dışına çıkmış, işin
içine birbirinden unsurlar katmış bulunuyorlar. Örneğin ABD’de işçi
sendikaları, asgari ücret uygulamaları, genel sağlık sigortası gibi uygulamalar
sistemi kapitalizmin saf halinden uzaklaştırırken, Çin’de piyasa sisteminin
varlığı ve özel kesimin giderek daha çok üretimde yer alması sistemi
sosyalizmin saf halinden uzağa taşıyor.
Özetle söylemem gerekirse günümüz dünyasında kapitalizm de
sosyalizm de, ortaya atıldıkları çerçeve içinde bulunmuyorlar. Bir çeşit
‘sulandırılmış kapitalizm’ ile ‘sulandırılmış sosyalizm’ var karşımızda.
Kuşkusuz işin ekonomi dışında da özellikleri var. O zaman
ayrım demokrasi rejimi ile kumanda rejimi arasında yapılıyor. Demokrasi, her ne
kadar seçime yani sandığa indirgenmeye çalışılsa da günümüzde taşıdığı anlam bu
kadar basit değil. Örneğin güçler ayrımı (yasama, yürütme ve yargının
ayrılması), yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi birçok temel kurum günümüz
demokrasisini tanımlamak için kullanılıyor. Kumanda sisteminde, çoğu kez seçim
yapılsa da güçler ayrımı, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi temel
kurumları bulmak mümkün değil. Batı demokrasileri (ABD, Kanada, Avrupa gibi) ve
bazı doğru demokrasileri (Japonya gibi) bu kurumlara sahip bulunuyorlar. Bazı
ülkeler tümüyle demokrasiden uzak kumanda sistemine sahip durumdalar (Suudi
Arabistan, Kuveyt gibi.) Kendilerini demokrasi olarak tanımlasalar bile bazı
ülkeler kumanda ağırlıklı bir sistem yürütüyorlar (çoğunlukla Afrika ve Asya
ülkeleri gibi.)
Günümüzde siyasal sistem ayrımını yaparken demokrasinin
kurumlarının nasıl işlediğine bakarak ayrım yapmak gerekiyor. Adı demokrasi
olan sistemlerin çoğunda yasama erki yürütmenin emrinde hareket ediyor. Yargı
bağımsızlığı, basın özgürlüğü görünürdeki hukuk düzenlemelerinde var gibi olsa
da gerçek yaşamda uygulanmıyor. Bunlara da ‘sözde demokrasi’ diyoruz.
Bir de ahlak sorunlarının ortaya çıktığı sistemlere
değinebiliriz belki. Bunun hangi sistemde olduğunun önemi yok. Ama çoğunlukla
kapitalist sisteme geçmiş görünen gelişme yolundaki ülkelerde ortaya çıkıyor.
Demokrasinin kurumlarının tam olarak işlememesinin, denetim mekanizmasının tam
çalışmamasının sonucu olarak birçok ‘sözde demokrasi’ ülkesinde yolsuzluklar,
kayırmalar görülüyor. Buna da ‘ahbap çavuş kapitalizmi’ deniyor. Ne var ki bu
kumanda tarzıyla yönetilen sosyalist ekonomilerde görülen bir durum. O zaman
ona da ‘ahbap çavuş sosyalizmi’ demek doğru olabilir.
Son bir konu var. Bazı ülkelerde bu ayrımlar din üzerinden
yapılıyor. Örneğin bizde sağ – sol
ayrımı, üretim araçlarının mülkiyeti ya da demokrasinin derecesi vb üzerinden
değil, dine yaklaşım açısından yapılıyor. Onun için bizdeki gibi bir sağ ve sol
ayrımı batılı insanın kafasında hiçbir şekil alamıyor.
Günümüzde batıda sağcı dendiğinde liberal demokrat –
kapitalist ekonomi politikası görüşüne sahip kişiler, solcu dendiğinde sosyal
demokrat – sosyal piyasa ekonomisi görüşüne sahip kişiler anlaşılıyor. Bizde
ise sağcı dendiğinde siyasete din ağırlıklı yaklaşım yapanlar, solcu dendiğinde
ise siyasete laiklik çerçevesinde yaklaşım yapanlar anlaşılıyor. Pek çok konuda
olduğu gibi bu konuda da kavramları birbirine karıştırdığımızı söyleyebiliriz.
Bu kadar kafası karışık bir toplumda doğru çözümlere ulaşmak ise gerçekten
mucize gibi görünüyor. Onun için iki lafın birini getirip eğitime bağlıyoruz.
Eğitim, bugünlerde anlatıldığı gibi okulda geçirilen süreyle de ilgili değil. Okulda
hangi bilgilerin, hangi kalitede öğretildiği, öğrenimde geçirilen süreden çok
daha önemlidir.
İşte bunun için laiklik çok önemli.
YanıtlaSilİşte bunun için laiklik demokrasinin ilk şartı.
İşte bunun için laiklik özgür insan olmanın ilk şartı.
Laiklik olmazsa ne olur ?
Seçimlerde 2 dua okursun 3 puan, 2 ayet okursun 5 puan kazanırsın.
Ötekiler de işsizlik var dedikçe 2 puan, yolsuzluk var dedikçe 3 puan kaybeder.
Batılı bir demokrasi asla olamazsın.
laiklik kotu demiyorum her devlette olmasi gerekir ama laiklik cozum degildir. insanlarin dusunce yapisi degismedikce laik olsan da olmasanda bir fark olmaz. en basitinden amerika laik degil dolarin uzerinde in god we trust yaziyor ama batili bir demokrasi. demekki batili bir demokrasi olmak icin laiklige gerek yokmus. Turkiyenin sorunu alti dordurmadan devrim yapmak sen alt yapiyi hazirlamadikca insanlar degiseme uygun olmadikca laik olsan ne olur olmasan ne olur.
SilDoların üzerinde In God We Trust yazması Amerikanın laik olmadığını göstermez. Tıpkı bizim Anayasamızda Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik, hukuk devleti yazmasının bu kavramlara sahip olduğumuzu göstermediği gibi. Kanunlarda, parada ya da başka yerde yazılı olanların uygulamada var olup olmadığını sorgulamayı öğrendiğimiz zaman o kavramlara sahip olacağız demektir.
SilBende onu demeye calistim hocam. Istediginizi kavrami degistirin, yerine baska birsey getirin. Insanlarin zihniyeti degismedikce, toplum bu degisime hazir olmadikca, kavramalarin icini yasayis olarak doldurmadan laik devletiz diye geciniriz sadece.
SilSayın Adsız, anlıyorum ki laiklik çözüm değildir derken aslında bunu demek istemiyorsunuz. Anlatmak istediğinizi ikinci yorumunuzda belirttiniz. Ben bu kısımda sizi esastan değil şekil yönünden eleştireceğim.
SilDemek istediğiniz ikinci yorumunuz ise, neden laiklik çözüm değildir dediniz Anlatmak istediğinizi laiklik çözüm değildir demeden de anlatabilirdiniz Ve sonrasında benim anlatmak istediğim şuydu demek durumunda kalmazdınız.
Çoğumuzun hastalığı bu. Düşüncelerimizi bir argüman haline getirmeden, sonrasını düşünmeden, sağlamasını yapmadan ham haliyle söylüyoruz, cümle çok olsun diye birkaç cümle ekliyoruz sonrada ayıklamaya çalışıyoruz pirincin taşını..
Esastan gelelim. Laiklik bir çözümdür. Bir toprak gibidir, ihtiyacımız olanın yeşermesi için gerekli olan yegane kavramdır. Aksi haliyle de yeşermesi mümkün değil mi?Şöyle izah etmeye çalışayım. Gücü elinde tutanın kararına kalır. Güç kötüye kullananların eline geçerse hiçbir şey yeşermeyeceği gibi olanlarıda kaybederiz.
Şimdi böylesine önemli bir husus halkımız hazır değil demekle geçiştirilebilir mi?
T.Ç.
Bence insan laikliği ile devlet denen mekanizmanın laikliği ayrı olarak değerlendirilmeli.devlet mekanizması butun unsurlara karşı aynı mesafe içinde katı bir laiklik anlayışı içinde olmalı ama insana dayalı eylemlerde özgür düşünce algısıyla bakarsak arkadaşın dediğine katılıyorum
SilAslında burada halkın hazır olup olmaması durumu değil de şu mesele dikkate alınmıyor gibi gözüküyor:
Sil1. Laikliği bir toplumun kendiliğinden talep etmesi,
2. Laikliğin tepeden inmeci zihniyetle topluma kabul ettirilmeye çalışılması.
Asya toplumlarının geneline baktığımızda, tarih boyunca dinlerin hayatı şekillendirdiğini kabul etmek zorundayız (semavi dinler olsun/olmasın mühim değil).
Belki o bilinen tanımın, yani 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması' tanımının Asya toplumlarındaki isimlendirilişi 'laiklik' değildi. Kelimenin kendisi de sorun yaratıyor olabilir.
Daha öz ifade etmek gerekirse:
Dersim ismi ile Tunceli ismi,
Amed ismi ile Diyarbakır ismi nasıl Türkiye genelinde farklı algılanıyor ise, laiklik kelimesinde de aynı bocalamayı yaşıyor olabiliriz.
Çetin Altan'ı pek sevmem ama şu örneği okuduğunuz zaman 'laiklik' kelimesine niçin yabancı/uzak kaldığımızı ve kalacağımızı daha iyi anlayabilirsiniz:
Altan, 60'lı yıllardaki köşe yazılarından birinde 'her köyde bir piyano olması & piyano çalan köylüler' temelinde bir Türkiye geleceği hayalini kurduğunu ifade etmişti!
Buna mukabil TC Cumhurbaşkanı RTE'nin bir gün önceki konuşmasından bir bölüme bakarsanız: 'Benim Zerdüştlerle işim olmaz.' cümlesini söylediği dikkatinizi çekecektir!
Fazla genelleme yapmadan Türkiye toplumu ile sınırlı tutarsak:
'Laiklik' kelimesinin toplum genelinde 'dinin hayatın dışında tutulması' olarak algılandığı anlaşılıyor! Bunu asla unutmayınız!
Hayatın en içinden bir örnek daha vereyim:
Askerlik yapmış olanlar bilir:
Yemek öncesi dua vardır. Duayı okuyan rütbeli ve erat tayfasından biri 'Tanrımıza hâmdolsun' diye başlar, çünkü TSK öyle emretmiştir!
Fakat askerler (özellikle 'acemiler') 'Tanrımıza hâmdolsun' ile 'Allahımıza hâmdolsun'u aynı anda bağırırlar. Bölüğün sesi karman çorman çıkar!
Zaman geçtikçe 'Tanrımıza hâmdolsun' yaygınlaşır ama o askerlerin azımsanamayavak bir bölümü; içlerinden 'Allahımıza hâmdolsun'u sessiz sessiz bağırır!
Emin olunuz İslam dinini kabul etmemiş olsaydık da, başka bir dine mensup bir toplum olsaydık da, 'laiklik' kelimesini tartışmaya devam edecektik.
Türkiye toplumu ile binlerce ortak özelliğe sahip Rusya toplumundan bir örnek verelim:
SilKentleşme kavramında uzmanlaşmış, siyaset bilimi profesörü ve düşünür Marshall Berman şu veriye ulaşmış:
18. yüzyılın başlarında durum Rusya'da tümüyle değişti.
Büyük Petro, Rusya'yı Avrupa'ya benzeterek değiştirmek istiyordu. Uyruklarını Avrupa kıyafetini giymeye ve sakallarını tıraş etmeye zorladı. Bu etkinliğin uygulanmasını Birinci Petro etkin şekilde gerçekleştirdi. Çar, yakınlarını toplayarak birkaç soylu aile temsilcisinin sakalını kendi eliyle kesmişti.
Rusya halkları gönül rızasıyla sakal tıraşı olmak istemiyorlardı. O zaman Çar, sakal vergisini uyguladı. Ücretsiz olarak sakala sahip olma hakkı sadece köylü ve papazlara tanınırdı. Sakal vergisi onlarca yıl sonra kaldırıldı. Vergi kendi amacını yerine getirmiş oldu, herkesin sakallı olduğu zamanlar maziye karıştı.
Fakat toplumların belleğinde kalan bir tortu gibi 'gayri resmi yasak' yaşıyor. Çeşitli dönemlerde memurların, askerlerin ve öğrencilerin sakala sahip olmaları yasaklanırdı. Denizciler dışında askerlerin, günümüzde bile tıraş olmaları şarttı. Belki bu nedenle 19. yüzyılda ve Sovyet döneminde sakal fikir serbestliğinin sembolü sayılırdı.
Halihazırda ise Rusya'daki erkekler sakalı bir süs olarak kullanıyor. Berberler, sakalın biçimini müşteri yüzünün tipine göre seçmeyi teklif ediyor, işadamları ise sakalın bakımı için kozmetik geliştiriyor ve satıyorlar. Stilistler, günümüzde 'a la oduncu' denen geniş ve genel sakalların moda olduğunu söylüyor.
http://tr.sputniknews.com/turkish.ruvr.ru/2014_09_29/Rusyada-sakal-moda/
Ekonominin üç sorunu var; kaynakların tam kullanımı, verimlilik ve adil bölüşüm. Çin ve Batı bloğu ülkeler artık ideolojik felsefe temellerinde ekonomi,siyaset ve yönetişime bakmıyor. Her yaklaşımın olumlu ve olumsuz tarafları var ve 200 yıllık modern iktisat tarihinde bunlar denenerek ispatlanmış.Her yeni yaklaşım geçmişin sorunlarını çözerken, geleceğin sorunlarının tohumunu atıyor. Önemli olan sorun tohumları yeşermeden politikayı değiştirebilmek. Medeni dünya bilimsel yollarla çözümler arıyor, dar kalıplara kendini hapsetmiyor. Milletimiz ise ekseriyetle bu olgulara ideolojik felsefeden bakıyor. İnanç ise siyasi laf cambazlarının elinde bir oyuncak. Toplum yozlaşmış, ahlaki değerler anlamsızlaşmış, konformist bir anlayış her tarafa sinmiş. Bu tür toplumlar ya tarihten silinir yada çok şiddetli ve acı veren olaylar ile ancak kendine gelir. Umarım tarih ve tanrı bize müsamaha gösterir aksi takdirde başımıza gelecek olan şey büyük birşey. Geçmişe baktığımızda bu müsamahayı asla göstermediklerini de unutmayalım. Hocam,değerli görüşleriniz ile bizleri aydınlatıyorsunuz, kaleminiz kılıçtan keskin olsun.Saygılarımla.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim hem sözleriniz hem katkınız için.
Sil"Bizde ise sağcı dendiğinde siyasete din ağırlıklı yaklaşım yapanlar, solcu dendiğinde ise siyasete laiklik çerçevesinde yaklaşım yapanlar anlaşılıyor" cümleniz her bölge için geçerli değil. tam tersi, Ege, Marmara ve Akdeniz'de 80 ve 90'larda kendini sağ seçmen olarak niteleyen birçok kişi şu an din eksenli siyaset yapan AKP'den kaçıyor ve oyunu CHP'ye veriyor. 80'lerde "gün gelecek CHP İzmir'de %55-60 oy alacak" denilse muhtemelen kimse inanmazdı. bu seçmenler sağcılığı din eksenli anlasaydı AKP'ye oy verirlerdi ancak öyle değil. CHP'nin anketlerde görünen 26-27 puan oy oranının sadece 17-18 puanı sosyal demokrasiye yakın duran kişilerden geliyor. geri kalan 9-10 puan liberal demokrasiye yakın duran merkez sağ seçmen, ancak sağ siyasete din etiketi yapıştıran AKP'yi antipatik buldukları için oy vermiyorlar.
YanıtlaSilyine G.Doğu'da kendisini dindar olarak tanımlayan seçmenin yaklaşık yarısı Türkiye'nin belki de dine en mesafeli siyasi figürü A.Öcalan'ın perde arkasından yönettiği HDP'ye oy veriyor. bu seçmenler için etnisite dinden daha belirleyici olduğundan AKP'yi tercih etmiyorlar.
fakat İç Anadolu, Karadeniz ve D.Anadolu'da sağcılık denilince akla önce yapay "dindarlık/laiklik ayrımı" geliyor. oysa ki dindarlık, laiklikle zıt bir kavram değil. tam tersi Allah, ibadetini/inancını açık edip malını-servetini gizleyenden hoşlanmaz, ibadetini gizli yapıp malını açık eden/paylaşandan hoşlanır. ibadetlerin gizlenmesi, mal-servetin gizlenmemesi ancak laik ve ahlakı üstün tutan bir sistemde olabilir. laik olmayan bir sistemde ise karın doyurmak, iş bulmak ibadetini açık etmekten, bu yolla yöneticilere yaranmaktan geçer.
Dindarlık laiklikle zıt değil ama dini siyaset amaçlı kullanmak laiklikle tamamen zıt.
SilAVRUPADAKİ ÇOĞU DEVLET LAİK O VAKİT Kİ...HERŞEY ÇOK GÜZEL...ÜLKEMİZDEKİ LAİKLİK ANLAYIŞI DÖNEMİNE GÖRE DEĞİŞEN VE BİR GÜÇ OBJESİ OLARAK KULLANILDIĞI SÜRECE,KARŞIT TARAF OLACAK VE O DA DİNİ LAİKLİĞİN KULLANILDIĞI GİBİ KULLANACAKTIR...
SilLaiklik konusu toplumda oluşturulmuş ekonomik piramidin katmanlarına göre değerlendiriliyor.
SilÖrtülü bir düşünsel kast sistemi var. Ancak bu ağdalı cümlelerle gerçeklikle buluşmakta zorluk çekiyor. Buna rağmen piramidin katmanlarında bir arı kovanındaki uğultu gibi sesler geliyor.
Bunlar kovanın içinde ki arıların sesleri. Birde şöyle dönüp bakabilmek lazım. Bal yapsın diye, onun için kovanı var eden Arıcı ne düşünüyor?
Bir TOFAŞ işçisi anlatıyor:
YanıtlaSil19 Mayıs 2015
Adres:
https://twitter.com/postmohican/status/600667848432865280
Şöyle oldu; fikri çalışmalarda bulunmuş bir insanım. Farklı gruplara da katılıyorum, farklı kitaplar da okuyorum. Fabrikada çalışma esnasında iş arkadaşlarımızla konuşma imkânımız olmadığı için sürekli yapabildiğim tek şey düşünmek oluyor!
Bu düşünceler gerçekten, yani hep acı düşünceler; sonumuzun düşüncesi, dünyanın ne olacağı düşüncesi. Ben bir düşünürü ziyaret ettim arkadaşlarla. O düşünür dedi ki (Belki de onu karşımda canlı olarak görünce onun heyecanı mı sardı diye düşünüyorum) "Güneş her gün doğuyor, yeni bir anlamla doğuyor."
Ben sadece bu lafı düşündüm ve açılan kapıların ardı arkası gelmedi. Yani ben düşünüyorum, güneş her gün doğuyor ama yeni bir anlamla doğmuyor! Her gün ben o fabrikaya gidiyorum, aynı şeyleri yapıyorum, yapıyorum ve saatlerce aynı şeyi yapıyorum ve günlerim ziyan oluyor!
Bir anlamsızlık belirdi ve anlamsızlık da amaçsızlığı beraberinde getiriyor!
Bu da beni uçurumun kenarına getirdi,
Düşüncelerimle yaşantım arasında bir uçurum olduğunu farkettim!
*
"Yabancılaşma"nın ne demek olduğunu unutmayınız !
http://www.yordamkitap.com/book.php?bookId=185
"Doğal Yaşam ve Başkaldırı, Sivil İtaatsizlik Makalesi ve Walden Gölü"nü unutmayınız !
http://www.kaknus.com.tr/new/index.php?q=tr/node/490
[...
Sil'Ulusların Zenginliği' çok uzun bir kitaptır; Smith'in zamanında, yeni ekonomi taraftarları kitabın sadece dramatik ve umut dolu başlangıç kısmına atıfta bulundu. Oysa kitap ilerledikçe daha karanlık hale gelir: İğne fabrikası giderek uğursuz bir yere dönüşür. Smith, iğne imalatında, işlemleri parçalara bölmenin, iğne işçilerine saatler boyunca bir tek küçük işlem yaptırmak ve onları uyuşturucu, sıkıcı bir işgününe mahkum etmek olduğunu farketmişti. Rutin, belirli bir noktada zararlı hale gelmeye başlar. Çünkü insanoğlu kendi çabası üzerindeki kontrolünü yitirir; çalışma zamanı üzerindeki kontrolün yitmesi ise insanın zihnen öldüğü anlamına gelir.
Smith, kendi çağındaki kapitalizmin bu yol ayrımına geldiğini düşünüyordu. Smith, yeni düzende 'en çok emek sarf edenler en azla yetiniyor' dediğinde, aklında ücretlerden ziyade işin bu insani boyutu vardı. Ulusların Zenginliği'nin en karamsar pasajlarından birinde Smith şöyle yazar:
'İşbölümünün ilerlemesiyle birlikte, emeğiyle geçinen insanların çoğunun işi bir dizi çok basit işlemle, hattâ bir veya iki işlemle sınırlı hale gelir. Bütün hayatı birkaç basit işlemi gerçekleştirmekle geçen insan son derece aptal ve cahil hale gelir.'
Bu alıntının gösterdikleri doğrultusunda hareket edersek:
Sanayi işçisi, bin dize ezberlemiş bir tiyatro oyuncusundaki özdenetime ve dinamik ifade gücüne asla sahip değildir. Diderot'nun aktör ve işçi arasında kurduğu benzeşim yanlıştır; çünkü işçi yaptığı işi kontrol edemez. İğne işçisi işbölümü sürecinde 'aptal ve cahil' bir yaratığa dönüşür; yaptığı işin tekrara dayalı doğası onu pasifleştirir. Bu nedenlerden ötürü, endüstriyel rutin, insan karakterinin bütün derinliğini yok etmek tehlikesini barındırır!
...]
'Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri'
Richard Sennett (Sosyolog)
Ayrıntı Yayınları
Sayfa 38, 39
Universiteler de hatta idari bilimlerde sagin solun ne oldugunu tam bilmeden orgutlenen radikal gruplar var sag ne kapitalizmi savunuyor sol ne kamu kesiminden bahsediyor
YanıtlaSilEvet traji-komik bir durum.
SilHaklısınız. Konu dönüp dolaşıp eğitime geliyor...
YanıtlaSilÇünkü eğitim sistemimiz baştan sona hatalı.
Özellikle lise müfredatlarımız çok gereksiz bilgilerle dolu.
Danimarka'da okuyan bir lise öğrencisi, dünya üzerindeki tarihi gelişmeleri, din ve kültür farklılıklarını ve sosyal yönetim biçimleri ve ülkelerin ekonomik parametrelerini, farklı düşünme tekniklerini öğreniyorken, Türkiye'de okuyan bizim çocuklarımız, paralel- meridyen ve çarpım tablosu arasına sıkışmış durumda...
Sağ-sol kavramını biz yetişkinler bile yanlış biliyorken çocuklarımızın işin doğrusunu keşfetmesini beklemek mucize olur.Ortaokul ve liseden başlayarak eğitim müfredatları bir an önce değişmeli ve yenilenen müfredata göre önce eğitimcilerimiz eğitilmeli, sonra da çocuklarımız ve gençlerimiz. Bu değişime bugün başlansa, devreye girmesi 5-6 yıl sürer. 15 yıl içinde meyvelerini toplamaya ancak başlarız. Ama zararın neresinden dönülse kardır.
Ne yazık ki bu dönüş artık o kadar kolay değil.
SilSorunlar onları yaratanların mantığıyla çözülmez. Albert Einstein
YanıtlaSilÇok doğru
SilTipik batıcı hezeyanı!
YanıtlaSil1930'lu yıllar bakış açısı biraz güncellenerek 2015'e uyarlanmış. Ana fikir: Aynı!
Edward Said'in oryantalizm ikazı pek işe yaramıyor maalesef!
Kapitalizm ve sosyalizm başta olmak üzere, ideolojilerin ve iktisadi akımların çok büyük kısmı 1700'lerde doruk noktasına ulaşan aydınlanma ismiyle nitelenen dönemin ürünleridir.
Fakat din dediğimiz şey her zaman vardı!
Eğer dini doğru kaynaklardan tecrübe ettiyse, herhangi bir dindara göre mülkiyet yaradana aittir! (Buna ister Allah deyin, ister God deyin, ister Jesus deyin, ister Brahma deyin farketmez.)
Siz zannediyormusunuz ki, sağ ve sol kavramlarına yüklenen 'sapmış' anlamlar sadece (çoğunlukla Afrika ve Asya ülkelerine) mahsus bir durum! Aynı kafa karışıklığı, kapak atmak için çırpındığınız batıda da var!
Kendinizi öyle bir kalıba sokmuşsunuz ki, hayat sadece ama sadece batı terminolojileri üzerinden yürür yanılgısından kurtulamıyorsunuz!
13 yıldır iktidarda olan parti dini (ve tabii ki Müslümanlığı) öyle bir hale getirdi ki, din, Müslüman, İslam gibi kelimeler kullanılınca ilk akla gelenler IŞİD vb. oluyor!
Önyargılarınızı birkaç saatliğine yıkın ve (Antikapitalist Müslümanlar) ne uyarılar yapıyor, biraz öğrenin lütfen!
http://www.antikapitalistmuslumanlar.org/index.html
https://docs.google.com/file/d/0B1eXizO3mNKJcTk0RENIVDVQUkE/edit
Antikapitalist Müslümanlar: Hem muhafazakâr hem de sol kesim kendisini sorgulamalı:
http://t24.com.tr/haber/antikapitalist-muslumanlar-turkiyedeki-muslumanlar-ozur-dilemeli,202763
Bu yorumu okuyunca kaliteli eğitimin niçin gerekli olduğunu bir kez daha anlıyor insan.
SilMüslümanın sıfatı benim bildiğim hanifdir sadece.Antikapitalist müslüman olursa,antisosyalistde olabilir pekala.Esasında kendini kalıplara sokan,önyargılara kapılan sizsiniz.Kapitalizm veya sosyalizm fark etmez,ikisininde olumlu ve olumsuz tarafları var.Önemli olan ideolojik değil bilimsel yaklaşmaktır.Üretimden gelmeyen,hamaset yapan kişiler bunu anlayamaz.Hoca ne diyor,siz ne anlıyorsunuz?Ali Şeriati veya İhsan Eliaçık okumakla sadece olmaz(ki ikisinede saygım vardır).Beğenseniz de beğenmeseniz de literatür batı da oluştuğundan,kavramlarda oralardan geliyor.Takip ettiğiniz akım bile oralardan besleniyor.Paul Tillich'i okumanızı tavsiye ederim.
SilMüslümanın sıfatı sizin bildiğiniz hanif değildir sadece.
Sil1940-50-60-70'lerde 'Komünizmle Mücadele Derneği' denen garabet yapı(lar) var idi!
1990'lardan günümüze yürüttüğümüz ve 2012'de temelini attığımız 'Kapitalizmle Mücadele Derneği' var!
'Gerçek', hayatta farklı şekillerde tezahür edebilir.
Eğer Paul Tillich'i inceledi iseniz, şimdi de şunlarda menzil arayınız:
VEDALAR: Rigveda, Yajurveda, Samaveda, Atharvaveda
UPANİŞADLAR
PURANALAR: Brahma Purana, Vishnu Purana, Naradeya Purana, Garuda Purana, Padma Purana, Shiva Purana, Linga Purana
ITİHASALAR: Ramayana, Mahabharata (özellikle 'Bhagavad Gita' kısmı)
Menzili aramaya buralardan başlarsanız 'gerçeğin' semavi geleneklerdeki duraklarına da zamanla ulaşacaksınız.
Selametle...
'Kominizimle mücadele dernekleri garabetse' kapitalizimle mucadele dernekleri şifa mı dağıtıyor. Onlar sana garabet derse ne diyeceksin. Lütfen bilimsel yazalım. Herkes faydalansın. Her dernegin zıddi vardır. Kendi görüslerini anlatır. Ayrıca kullandığın deyimler İslamî değil ama 'selamet' diye islami vurgu yapıyorsunuz. Anlaşılmadı anlıyacağınız. Daha sade lütfen. Köpükler size kalsın.
Silkalkınmanın temeline "din"i oturtan hiçbir ülkenin kalkındığını ben göremedim.... Ancak ve ancak yöneten kesim zengin olmuştur geridekilere de bolca övünebilecekleri inançları kalmıştır...
SilAdsız kardeşim,
SilYazılanın bütününe dikkat buyurmadığınızdan ne ifade edildiğini anlamamanız gayet normal.
Eğer:
'Menzili aramaya buralardan başlarsanız 'gerçeğin' semavi geleneklerdeki duraklarına da zamanla ulaşacaksınız.'
kısmına da dikkat buyursa idiniz;
'Ayrıca kullandığın deyimler İslamî değil ama 'selamet' diye islami vurgu yapıyorsunuz.' yazmazdınız.
Lütfen ama lütfen ilk önce şu yazılanları, önyargılarınızı yıkarak okumaya çalışın:
http://www.antikapitalistmuslumanlar.org/index.html
https://docs.google.com/file/d/0B1eXizO3mNKJcTk0RENIVDVQUkE/edit
Antikapitalist Müslümanlar: Hem muhafazakâr hem de sol kesim kendisini sorgulamalı:
http://t24.com.tr/haber/antikapitalist-muslumanlar-turkiyedeki-muslumanlar-ozur-dilemeli,202763
Okuduktan ve anladıktan sonra:
Hangileri hastalık yayıyor, hangileri şifa dağıtıyor daha net göreceksiniz.
Selametle...
Ben inanıyorum o halde kesin var mantığıyla toplumu din eksenli yönetmek tavrını içselleştirmiş insanlar beni korkutuyorlar ama inandıkları için değil başka türlü olabileceğini düşünmeye kapalı oldukları için bu zihniyetin etkisinde kalmış bir toplumu bekleyen tehlike geri kalmışlıktır fakat asıl acıklı olan bunu bir matah sanmalarıdır.Din çekirdekli toplumsal planlamada egemenlerin bu dünyadaki sonuncular öbür dünyada birinci olacak şeklinde bir uyuşturucuyu kullanmaya olan eğilimleri de bütün o kul hakkı güzellemelerinin de boşa çıkmasından başka bir şeye yol açmıyor.Hepimiz için ideolojisi ne olursa olsun adalet laik,sosyal,demokratik ve evrensel hukuk düzenine dayalı devletten geçer.Eğitim özgür düşünceyi içselleştirmeyi amaçlamadığı sürecede böyle devletler oluşamaz.Eğitim saf felsefeyle beslenmediği sürecede bu amaca hizmet edemez.
Sil''VEDALAR: Rigveda, Yajurveda, Samaveda, Atharvaveda
SilUPANİŞADLAR
PURANALAR: Brahma Purana, Vishnu Purana, Naradeya Purana, Garuda Purana, Padma Purana, Shiva Purana, Linga Purana
ITİHASALAR: Ramayana, Mahabharata (özellikle 'Bhagavad Gita' kısmı)''
Bu kelimelerin müslümanlıkla ne alakası var ki anlamadığımı söylüyorsun canim benim. Hinduizm misyöneri misiniz. Açıkça söyleyin.
Antimüslümanlık sitelerini niye salik veriyorsunuz. Nihayetinde onlar müsluman degil mi.
Onların yukarıdaki anlamsız kelimelerlerle işi olmaz. Onlar Kur'an-i konuşurlar. Sizin gibi Hindu kelimelerle işleri olmaz.
Velhasıl tak sepeti koluna herkes kendi yoluna canım kardeşim.
Adsız kardeşim,
Sil1. Husus
'Yazılanın bütününe dikkat'
ve
'gerçeğin' SEMAVİ geleneklerdeki DURAKLARINA DA'
diye bir hatırlatmada bulunduk ama konuyu uçurdunuz.
2. Husus
Velek ki Hinduizm misyoneriyiz, bunun ne sakıncası var!
Açıklamanız şuna benziyor 'Şu, şu ve şu gruplara dikkat edin haa; hepsi Alevidir!'
3. Husus
'Antimüslümanlık siteleri' ile 'Antikapitalist Müslümanlar'ı birbirine karıştırdığınızın kanıtı;
Sitelerin hiçbirini ziyaret etmediğiniz, etmiş olsanız bile okuduklarınızdan hiçbir şey anlamadığınızın göstergesi!
4. Husus
Kainatta geleneklerin beslendiği kaynaklar hakkında en ufak bir fikriniz yok ki 'Onların yukarıdaki anlamsız kelimelerlerle işi olmaz. Onlar Kur'an-i konuşurlar. Sizin gibi Hindu kelimelerle işleri olmaz.' çamurunu atabildiniz. Umarız kendinizi düzeltirsiniz!
5. Husus
Kolumuza taktığımız sepetten herkesin faydalanması için,
Hikmet yoluna ulaşmakta el uzatabilmek için,
Mücadeleye devam ettik, ediyoruz, edeceğiz!
Selametle...
Alevi dediğin insanlar benim yoldaşım. Kapı komşum. Aynı dinden geliyoruz.
SilHinduizimle işimiz olmaz. Bizim dinimiz bize yetiyor. Onu yaşamaya çalışıyoruz. Eğer ilk dinin müslümanlıksa Kur'an okumanı tavsiye ederim.
Aklına takılan bir soru varsa sor. Yoksa bu son cevabımdır.
"Senin dinin sana benim dinim bana" (ayet)
Adsız kardeşim,
SilGörmezlikten gelmeye devam ettiğiniz müddetçe anlayamazsınız:
'gerçeğin' SEMAVİ geleneklerdeki DURAKLARINA DA'
diye bir hatırlatmada bulunduk ama konuyu uçurdunuz.
Kur'an, bütün insanlığı 'Müslüman' kabul eder. Bari bunu hatırlamanızı tavsiye ederiz.
Hinduizm de desen, Taoizm de desen; kadim geleneklerin hepsinde 'semavi' bir işaret vardır:
Bırak Hindular 'Trimurti'ye inanmaya devam etsin,
Bırak Budistler Tibet & Nepal'de ritüellerini sürdürsün,
Bırak Hristiyanlar Jesus'u Tanrı yerine koymaya devam etsin
Ve bırak Müslümanlar namaz kılsın, Umre & Hac'ca gitsin ve 'kapitalizm deccalliğini' anlatamaya devam etsin...
İlk önce hayata ve bütün dinlere 'önyargılı' bakışınızı azaltabilmek için şu cevapları dinlenmiş bir beyinle okumanızı yeniden tavsiye ederiz:
http://www.antikapitalistmuslumanlar.org/index.html
https://docs.google.com/file/d/0B1eXizO3mNKJcTk0RENIVDVQUkE/edit
Antikapitalist Müslümanlar: Hem muhafazakâr hem de sol kesim kendisini sorgulamalı:
http://t24.com.tr/haber/antikapitalist-muslumanlar-turkiyedeki-muslumanlar-ozur-dilemeli,202763
Selametle...
Sanayii devriminden bu zamana sermayenin karşısındaki butun oluşumlar belirli bir seviyeye geldikten sonra sermayenin emrine girmek yada yok olmak zorundadır.
SilSu an yaşayan, sermayenin karşısında olan bütün oluşum, sendikalar dahil bu ortak kaderi paylasmaktadir.
Tabanını dinden alsın baska bir yapidan alsin, yeni bor hareket olustursun sonuç degismeyecektir.
Doğru olan sermayenin emrine girene kadar yaşamına devam etmek, veya o seviyede korumaktır.
Çünkü ekonomik yapı bu sistemi gerektiriyor.
Bu yapı karşısında toplumsal hareket tek çare ondan saglanacak kazanım ise biraz daha rahat yaşamdır. Daha da fazlasi olmayacaktır.
Bu yapı karşısında toplumsal hareket tek çare...
SilGüzel.
Daha fazlası olacak mı, olmayacak mı hep birlikte göreceğiz!
Kapitalizm'i sadece ama sadece 'Türkiye gözlükleri'nden bakarak anlamaya devam edersek kaybedeceğimiz şey çok!
'Sanayi devrimi' denen şey, 2000 başlarında ve en son 2008 itibariyle çöküş aşamasına girdi.
Yepyeni bir çağ geliyor, adeta bir doğum sancısı!
Bütün bu sebeplerden ötürü:
'Bu yapı karşısında toplumsal hareket tek çare' cümlenizin üstünde yazdığınız her şey artık bitti!
Kapitalizm 'yapay'dır; yok olmaya mahkumdur, tıpkı komünizm gibi!
Hayat 'doğal'dır; her zaman ileriye hareket eder!
Selametle...
"IMF'YE BORCU SIFIRLADIK" DİYORLAR!
YanıtlaSil(Prof. Dr. Vefa Tarhan / 25 Mayıs 2015
Merzifon doğumlu Prof. Dr. Vefa Tarhan ilkokul öğrenimini bu ilçede tamamladıktan sonra Darüşşafaka Lisesinden birincilikle mezun oldu.
Daha sonra Boğaziçi Üniversitesinin Ekonomi dalından mezun oldu.
Ekonomi doktorasını, Fullbright bursu ile gittiği University of California’dan aldı.
Prof. Tarhan, 1990-1999 yılları arasında Loyola University Chicago’nun finans bölümü başkanı olarak görevliydi.
Doktorası Ekonomi dalında olan Vefa Tarhan, halen ABD’de Chicago Loyola Üniversitesinde Finans bölümünde öğretim üyeliği yapmakta.
Bu yıl ise Bilkent Üniversitesinin İşletme bölümünde Misafir Profesör olarak görevli.)
Anadolu Partisi’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini de yürüten Prof. Dr. Vefa Tarhan, gazeteci Bünyamın Altıntaş ile yaptığı söyleşide, AKP iktidarının ekonomi oyunlarını gözler önüne serdi.
Prof. Dr. Vefa Tarhan, “Türkiye’nin toplam dış borcu 129 milyar dolar iken, 2014 Eylül'ünde IMF’ye borcu sıfırken, toplam dış borcu 396 milyar dolara ulaştı” dedi.
İşte sorular ve yanıtları:
SORU: TÜRKİYE'NİN MEVCUT EKONOMİK DURUMUNU ÖZETLER MİSİNİZ?
CEVAP: Türkiye zor bir süreçten geçiyor, ama bunu şimdiki AKP yönetiminin başından bu yana kısaca özetlemekte yarar var.
Örneğin, bu iktidar IMF’ye Türkiye’nin borcunu ödediğini söylüyor. Doğru, IMF’ye borç ödendi, ama IMF’ye borçlu olduğu yıllarda, yani 2002'nin sonlarında Türkiye’nin toplam dış borcu 129 milyar dolar iken, 2014 Eylül'ünde IMF’ye borcu sıfırken, toplam dış borcu 396 milyar dolara ulaştı. Merkez Bankası kasalarında 130 küsur milyar dolarlık rezervleri var, ancak bu parayı dış borcu ödemede, ya da dövize müdahale etmesi için kullanması mümkün değil, zira TCMB'nin bu parasının 100 milyar dolarını zorunlu karşılıklar ve diğer yükümlülükleri oluşturuyor, net rezervler sadece 35 milyar dolar civarında. Yani bu parayı kullanamaz çünkü söz konusu para Merkez Bankası’nın değil. Bir bakıma Merkez Bankası Türk Lirası’nın değerini korumak istese de bu parayı kullanma şansına sahip değil, dolar satamaz. Elinde o kadar dolar yok.
Şehir efsaneleri üretilerek bir ülke yönetilmez. Kişi başına gelir diyelim 1 dolar = 1 TL iken bin dolar gözüküyor ama TL elli kuruş değer kazandığında, milli gelir doğal olarak iki bin dolar oluyor. Tersi olduğunda, yani TL döviz karşısında değer kaybettiğinde milli gelir artışından söz etmek mümkün değil. Buna ekonomide kur üzerinde oynamak deniyor. Uzun yıllar kişi başına milli gelirin 3 kat arttığı hikayesini dinledik, ama bu tamamen bir kur oyunu; TL'nin aşırı değerli olmasından kaynaklanan bir durumdu. Nitekim son 6 yılda TL değer kaybetmiş olduğu için kişi başına milli gelirin (KBMG) ne kadar arttığından bahsedilmiyor. Nitekim 2008'de 10,444 olan KBMG, 2013'de 10,822 olmuş, 2014'de ise 10,404 seviyesine düşmüş yani artmak bir yana, 2008 seviyesinden bir miktar düşük olmuştur. Dokuz yılda milli gelirin arttığı, 3 kat arttığı iddia edildiğinde, reel artış ancak yüzde 41 düzeyindeydi. Üç misli artış nerede, yüzde 41 nerede?
>>
SORU: PEKİ BU EKONOMİDE "KRİZLERİ ATLATTIK" SÖYLEMLERİ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?
YanıtlaSilCEVAP: 2011 yılında kimi ekonomi uzmanları, Çin’den sonra en hızlı büyüyen ülke olduğumuz gerekçesiyle halay çekiyorlardı. Doğru muydu bu, evet doğruydu.
Ama unutulan şuydu:
Cari açık seviyesi olarak dünya ikincisi, oran olarak ise dünya birincisi durumundaydık. 2001-2007 yılları arasında dünya ekonomisi bir bahar yaşadı. Sıcak para dönüşü hızlıydı. 2007-2009 arasında bir kriz oldu, ama gelişmiş ülke Merkez Bankaları para musluklarını açtı ve para yeniden bollandı, faizler “sıfırlandı”, Türkiye’de bundan faydalanarak krizi atlatır gibi göründü. Ardından petrol fiyatları yüzde 60 düştü, Türkiye bundan da yararlanabilirdi, ama olmadı, zira dolar TL karşısında değer kazandı. Yine de geçiştirildi.
Bu böyle devam edemez! ABD Merkez Bankası faizleri artıracak, bu belli! Türkiye yukarıda belirttiğim dönemlerde kronik problemlerini çözme fırsatı yakalamıştı, ama bunu çözmek yerine yeni problemlerle karşılaştı. Sorunları çözmek için yapısal çözüm yollarına gidilmedi!
Neydi bu kronik problemler: İşsizlik, dolaylı vergiler, kayıt dışı ekonomi... Oysa yapılması gerekli en kolay reformlar vergilerde olur. Dolaysız vergilerden bile dolaylı vergiler alınır duruma getirildi ekonomi. Türkiye ekonomisinin üçte biri kayıt dışı. Tasarruf oranı yüzde on iki... Örneğin Çin’de bu oran yüzde 52. Türkiye’de tasarruf oranları çok düşük ve bu konuda hiçbir önlem alınmadı, hiçbir işlem yapılmadı!
Çılgın projelerin en büyüğü bence, İstanbul’un dünyanın en büyük 10 finans merkezinden birisi olacağı şehir efsanesiydi. Bu nasıl olacak? BIST’de işlem gören şirketlerin değeri 76 milyar dolar civarında. Öte yandan yalnızca Apple firmasının Pazar değeri 700 milyar dolar. Dikkat edin, bir tek firmanın değerinden söz ediyoruz!
SORU: DIŞ BORCUN ÖDENMESİ NASIL GERÇEKLEŞEBİLİR? PARA NASIL BULUNACAK?
CEVAP: Türkiye’nin dünyadaki tüm doğrudan yatırımlardan aldığı oran son elli yılda iki kez yüzde 1'in üstüne çıkmıştır, bir daha da bu oranları görmemiştir Türkiye!
Doğrudan yatırımlardan para çekebilmiş değiliz. Bir ülkenin 50 milyar dolar cari açığı varsa, elinizde 50 milyar dolarla bunu kapatabileceğinizi, 50 milyar doların yetebileceğini sanıyor herkes, ama öyle değil! 50 milyar dolara ek olarak bir de yıllık 166 milyar dolar vadesi gelmiş borçlar var. Sonuçta sizin yıllık ödemeniz 216 milyar dolara ulaşıyor demektir ki, bu da Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 27’si kadar bir parayı dışarıdan bulmasını gerektiriyor! Bu durum Türkiye’deki şirketler için büyük bir tehlike anlamına geliyor!
Yüz milyon dolar borç aldıysa eğer bir şirket, dövizin değer kazanması nedeniyle, bu krediler şirket bilançolarında büyük hasar yaratıyor. Sanılıyor ki döviz değer artışı nedeniyle Türk şirketleri döviz kredilerini ödeyemezse bu yabancı bankaların problemi... Bu doğru değil! Türkiye'deki bankacılık sektörünün kredi hacminin yüzde 30’u döviz kredisi. Yani, bu sadece yabancı bankaların değil, Türk bankacılık sisteminin de problemi.
>>
SORU: SORUN NASIL ÇÖZÜLEBİLİR VE SİZCE SORUNLAR NE?
YanıtlaSilCEVAP:
Önce şunu söylemeliyim:
Gezi direnişi sırasında Divan Oteli’ni açtığı için hükümet Tüpraş’a müfettiş ordusu gönderdi. Koç firması Türkiye’nin milli hasılasının yüzde onuna sahip bir firma. Bu büyük darbe vuruyor Türk ekonomisine ve büyük şirketlere!
Diğer yandan, kazanılan ihalelerin iptali yoluna gidiliyor. Sn. Tayyip Erdoğan başbakanken bu yolu hep uyguladı ve bir çeşit intikam aldı, ama bunu yabancı yatırımcılara anlatamazsınız! Onlar böyle bir “hamle” gördüklerinde kaçıyorlar, yatırım yoluna gitmiyorlar çünkü hukuki güvenceleri olmadıklarını görüyorlar! Hükümet de bu tür yatırımların yapılmamasını tamamen sanal bir nedene, faiz lobisi diye bir sebebe bağlıyor! Böyle bir şey yok! Bu tür yaklaşımlarla yapılan yanlış ekonomi dışı hamleler doğrudan yatırımları kaçırıyor veya gelmesini engelliyor!
Gelelim cari açık sorununun çözümü maddelerine. Bunu dört ana başlıkta toplayabiliriz:
1. Türkiye acilen tarım ekonomisine dönmeli. Bakın dünyanın domates, salatalık gibi sebzelerinin ihtiyacının üçte birini Hollanda sağlıyor, oysa Hollanda’nın ekilebilir toprak alanı Türkiye’nin 28’de biri.
2. Lojistik konum. Tükiye’nin bulunduğu lojistik konum, bir anda dağıtım merkezlerini ve ülkeleri yakınlaştırmakta kullanılabilir. Bu avantajı mutlaka kullanmalıyız.
3. Bilinen bir konu, ama ana konuların da başında geliyor: Turizm ekonomimizi canlandırmak ve daha çok işlevselliştirmek zorundayız.
4. Yüksek katma değeri olan AR-GE’lerin teşvik edilmesi, yazılım üzerinde daha fazla çalışılması gerek. Artık YÖK gibi 12 Eylül mirası olan ve çağdışı uygulama sayılan sistemin kaldırılması, eğitim sisteminin yeniden ve ekonomiyi de düşünerek düzenlenmesi şart. İşsizlik için en önemli sorun bu konuda atılacak adımlarla mümkün! Meslek okulları canlandırılmalı. Tarım konusunda hukuki alt yapıyı hazırlayacak olanlar da bu eğitim kurumları. En basitinden, toprağın en rantabl kullanılmasını bilmek gerek. Üç beş dönümlük arazide en son teknolojik tarım makinelerini kullanamazsınız mesela.
Sonuçta, bizim 'mukayeseli avantaj ihracat alanı'mıza bakan hiçbir hükümetimiz olmadı! Neyin ihracatı bizim için önemli, bu gündeme getirilmedi, araştırmaları yapılmadı! Bilgisayar teknolojisi, telefon teknolojisi, otomotiv sektörü gibi alanlarda ihracat için üretim yapmak bizim 'mukayeseli avantaj ihracat alanı'mızın çok dışında. Bizim neyi ihracat etmemiz halinde kazançlı çıkacak kalemleri bulmamız gerekiyor!
http://odatv.com/n.php?n=imfye-borcu-sifirladik-diyorlar-2505151200
BORÇ YİĞİDİN HÂLÂ KAMÇISI MI !
YanıtlaSilMert Yıldız
21 Mayıs 2015
Yeterince takdir etmesek de dört yılda bir sandıklara gidip siyasi bir tercih yapmak çok büyük bir lüks. Dünyada bu lüksten mahrum olan insanlar ve ülkeler var. Ülkemizde bile bu lüksten mahrum olanlar var.
Oy kullanmayanlardan bahsetmiyorum. İçinde bulunduğu koşullardan ötürü tek tercihi olanlardan bahsediyorum! İstedikleri için değil, zorunlu oldukları için AKP’ye oy vermek zorunda olanlardan söz ediyorum.
BİR İNSANI KÖLELEŞTİRMEK!
İnsanı köleleştirmenin iki yolu vardır. Birincisi merhum cumhurbaşkanımız Kenan Evren'in yaptığı gibi kaba kuvvet veya kaba kuvvet tehdidiyle. İkinci yöntem ise borçla.
Borç yiğidin kamçısıdır... Çok ilginç bir atasözü. Mecazi anlamını kullanıyoruz bu sözün. Borç insanları çalışmaya teşvik ediyor diye düşünüyoruz. Halbuki gerçekte kamçı borcu yiğide verenin elindedir! Borcu alanı istediği gibi yönlendirebilir!
GÖRÜNMEYEN %20...
AKP’nin hemen her mitinginde söylenen bir söz var:
‘Biz iş başına geldiğimizde kişi başına düşen gelir 3 bin dolardı, biz 10 bin yaptık.’
Kişi başına düşen gelir çok yüzeysel bir rasyo. Toplam geliri toplam nüfusa bölüyorsunuz böyle bir rakam çıkıyor. Ulusların gelir seviyesi bu rakamla belirleniyor. Ama bu rakam size ülkedeki 'gelir dağılımı'yla ilgili hiçbir şey söylemiyor!
Evet ülkemizde kişi başına düşen gelir yıllık 26 bin TL. Vergileri düşün kişi başına düşen gelir 17 bin TL gibi bir şey kalıyor. Yani takriben aylık 1500 TL. Ama bu bir ortalama. İşin gerçeği şu ki bu parayı kazanamayan milyonlarca insan var bu ülkede!
Ortalamaya değil de hanehalkı gelir verisine baktığınız zaman çok acı bir tablo çıkıyor:
Ülkemizdeki en düşük gelirli ailelerin %20’sinin ortalama aylık kazancı yaklaşık 800 TL. Bu gelir seviyesinde ortalama hanehalkı en az dört kişi!
Bu işin gelir tarafı. Peki giderleri?
+
Akşam yattım, sabah kalktım benim 2700 $'ım daha olmuş. O yeni hesaplamayı unutmadık. Ayrıca 1,850 trilyon tl/2,60=712 milyar$ eder. 712 milyar$/78 milyon=9,129 $. Kişibaşı gelir bu. Hesap ortada.. 2 yıldır bas geri bas..
Sil+
YanıtlaSilÖncelikle yaşamlarını idame ettirmeleri için gereken harcamalar var. Kira, yemek ve ısınma masrafları, çocukların eğitim masrafları, telefon faturası derken gelirin tamamı ve hatta fazlası gidiyor. Gider gelirden fazla olunca borçlanmak gerekiyor. Bankalar kredi kartlarını ve ihtiyaç kredilerini hibe gibi gösterip bu kesime verdikleri için giderleri daha da fazla artırıyor.
Son bir yıl içinde bu kesime ait (geliri 1000 TL’nin altında) 4 milyon birey toplamda 38 milyar liralık kredi çekmiş. Bu kredilerin ortalama vadesi 18 ay. Yani ortalama kişi başına düşen aylık ödeme nerdeyse 550 TL. Düşünebiliyor musunuz; 1000 TL geliriniz var ve bunun yarısı bankaya gidiyor!
Görseli incelemek için aşağıdaki adresi ziyaret ediniz:
Toplam borcun yıllık gelir içindeki payı:
http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2015/05/20150521-mert-gorsel1.png
Kaynak: TÜİK, TCMB, yazarın hesaplamaları
Diyeceksiniz ki: "Siyaset bu işin neresinde?"
Maddi olarak bu kadar zordaysanız, size gelen sosyal yardımlar bir anda ciddi bir önem kazanıyor! Çünkü kazandığınız kadarıyla geçinemeyeceğiniz kesin. Ülkemizde doğru düzgün bir iflas kanunu olmadığı için, mevcut düzen de bankalardan yana olduğu için iflas etmek bir opsiyon değil! Bu yüzden yardımlara muhtaçsınız! AKP de bunu çok iyi kullanıyor!
'Maliye Bakanlığı' sosyal yardımları gizlemek için çok özel bir yöntem geliştirmiş:
Her dönem açıklanan verilere yeni bir kalem ekleniyor, eski bir kalem çıkıyor, isimler değiştiriliyor ve veriyi takip etmekte zorlanıyorsunuz!
Ama genel hatlarıyla baktığınızda takriben 22 milyar liralık yardım yapıldığını görebiliyoruz. Bu gelir seviyesinde hanehalkı sayısı 9,4 milyon. Yani hanehalkı başına düşen yıllık yardım 2 bin 400 TL. Bu da yıllık gelirin yaklaşık dörtte biri.
Görseli incelemek için aşağıdaki adresi ziyaret ediniz:
Hanehalkı yardımlarının dar kesimli grubun toplam gelirine oranı (%)
http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2015/05/20150521-mert-gorsel2.png
Kaynak: Maliye Bakanlığı, TÜİK, yazarın hesaplamaları
Özetle: Gelirinizin yarısını bankalara bırakırken size dörtte birini devlet hibe ediyor. Siz de bunu yapan hükümetin kölesi haline geliyorsunuz!
Seçim zamanı geldiğinde sizin için bir tercih yok, olamaz!
Bu yardımları size sağlayan bağlantı 'partiler üstü bir şahsiyet' değil; kasabanızın bağlı olduğu ilçedeki AKP görevlisi! Başka parti iktidara gelirse bu şahıs ortadan kaybolabilir. Daha kötüsü yardımlar ortadan kaybolabilir. Bu yüzden isteseniz de istemeseniz de AKP’ye oy vermek zorundasınız!
İSTEDİKTEN SONRA ÇÖZÜM BOL
Elbette çözümü var. Hanehalklarının borçluluğu yüksek tek ülke biz değiliz.
Çözüm bu borçların düşürülmesinde ve hatta iptalinde. ABD’den İngiltere’ye, İspanya’dan Uruguay’a kadar pek çok ülkede bu yapıldı. IMF bile artık bunu bir çözüm olarak sunuyor!
Borç düşürülmesi veya iptali pek çok şekilde olabilir:
Kamu, zararın tamamını üstlenebilir,
Bankalar bir bölümünü üstlenir,
Piyasalar aracılığıyla borçlanıp riskler ekonominin tümüne yayılabilir...
İstedikten sonra çözüm bol!
Peki bu kadar kolaysa neden yapılmıyor?
Sizin elinizde bir kamçı varsa neden kamçınızı kamçıladığınız insana geri veresiniz ki!
AKP; bu borcu iptal ederek bu insanlara ekonomik ve siyasi özgürlüklerini geri vermiş olacak! Belediyedeki sosyal yardımı dağıtan AKP’li arkadaşın borçlu adamın gözünde itibarı ve lüzumu kalmayacak! Bir süre sonra insanların kendisine oy vermesine sebep kalmayacak. En iyisi insanları düştükleri bu zindanda bırakıp bir gün çıkacaklarına dair ümit vermek!
Başta dediğimiz gibi:
Siyasi bir tercih yapabilmek büyük bir lüks. Bunu yapamayanlar var. Belki bir gün bu kesime ekonomik özgürlükleri geri verilirse hepimiz bu lüksü tadabiliriz!
http://www.diken.com.tr/borc-akpnin-kamcisi/
Hocam yauv sen'abıyoon yauv...
YanıtlaSilBu devirde sağ mı kaldı sol mu kaldı... Bırak bu işleri allasen...
Bak dalgana. Zaten yaz da geldi...
Cehalet bütün hücrelerine işlemiş. 4. evre deniyor buna, teavisi yok.
SilHancı Anadolu'nun yani toprağın kendisi; biz yolcuyuz. Devlet adına ortada pek birşey bırakmayışımıza istinaden; bizim de tarihin tozlu sayfalarında yer alma zamanımız gelmiş gibi görünüyor diyebiliriz. Halimiz yerimize geleceklere ders, kalanlara selam olsun.
YanıtlaSilKendini batı terminolojileriyle tanımlayıp başkalarını hayatı batı terminolojileri kalıplarıyla düşünmekle suçlayan antikapitalist müslüman kardeşim; sana da selam olsun.
Allah bize beyin vermese de olurmuş; ne de olsa kullanmıyoruz.
Hikmet yolu çoğu zaman perdelidir, belli belirsizdir. Siz bu perdeyi aralamayı az da olsa başarmışsınız yarenim.
SilKendimizi topluma batı terminolojisi ile anlatmaya mecbur kalıyoruz ki iletişim kurabilelim. Çünkü iletişim kanallarını kıran, köprüleri yıkan ilk taraf çoğu zaman ne yazık ki garp oldu!
Allah cümlemize necasetten taharet nasip etsin.
Selametle...
Hocam yazınız için teşekkürler.Bu konuda öneebileceğiniz bir kitap var mı?
YanıtlaSilTek bir kitap yok.
SilHocam sağ ve solu tanımlarken bence biraz eski kalıpta kalmışsınız. Daha çok sonuçtan bahsetmişsiniz. Yani mülkiyetin kamuda mı özel sektörde mi olduğu gibi. Oysa günümüzde bence solun tanımı çok daha geniş. Sol işçi sınıfı veya üreticiler adına hareket eder. Onun çıkarlarını savunur. Aslında mülkiyetin kimde olduğu da çok önemli değildir. Sağ ise kapitalist sınıfın ideolojisidir. Çıkarına hareket ettiği sürece o da kamu mülkiyetine çok da ses çıkarmaz. Bir de sağ ve soldan bağımsız liberalizm ve otoriterlik tercihi vardır. Liberalizm ister sağ ister sol yorumu olsun bireyin haklarını savunur, otoriterlik ise devletin veya kilisenin, partinin her neyse kesin egemenliğini savunur.
YanıtlaSil"Bir de sağ ve soldan bağımsız liberalizm ve otoriterlik tercihi vardır. Liberalizm ister sağ ister sol yorumu olsun bireyin haklarını savunur" bu cümleniz ne garip değil mi. Pes valla. Onceki cümle ile sonraki ile karışmış mı ne.. Liberalizm ezo gelin çorba olmuş gibi..
SilSağı solu anlamak için Marx'ı okumak lazım. Onu okumayınca kafalar karışıyor. Gerçi tabii Marx'ı okuyunca kafası daha da karışan çok kişi var ama. Okumayınca da işet böyle işin temelinde yatan mülkiyet ayrımını önemsiz zannediyor insanlar.
SilÖnce Bir zahmet Marx'ı okuyun. Zordur ama onu okumadan bu tür konuları modası geçmiş zannetme tuzağından kurtulamazsınız.
Öyleyse: Alkışlıyoruz, milletçe alkışlıyoruz...
SilO zaman Ingiliz isci partisi. Alman sdp. Chp. Dsp. Bunlar hep sağ parti mi oluyor. Ben bu partilerin kamu mulkiyetini savundukarını sanmıyorum
SilHocam likidite bolluğu ile fazla emisyon (emisyon fazlalığı) ayrı şeylermidir. Selamlar.
YanıtlaSilEmisyon MB'nın dolanıma çıkardığı paradır. Genel olarak değerlendirilirse emisyon likiditenin bir parçasıdır. Yani likidite daha geniş bir kavramdır.
Silhocam özlemişiz kaç gündür yoktunuz , iyisiniz değil mi?
YanıtlaSilsaygılar
Kıbrıs'a gidip geldik, 11'de Ekonomiyi oradan yaptık. İyiyim teşekkür ederim.
SilHocam elinize sağlık. Şunu sormak istiyorum. Eger baska bir parti secilirse bu belirsizlik ortami yaratıp ekonomiyi daha bozar mi yani dolari da da yukseltir mi ? Eğer yukselirse ne kadar sürer bu belirsizlik ?
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilBundan sonra kim seçilirse seçilsin işler zor.
Turkiye`de ekonomi ve dis politika son 250yildir bizim disimizda olusan global dis konjokture baglidir. 1800lerin basinda isyan eden kendi valileri ile bas edemeyen Osmanli Devleti, dogal olarak yikilip yerine zamanin ruhuna uygun dinc yeni devlet kurulmasi gerekirken 1815 anlasmasi ile Pax-Britanika`da sinirlarin dondurulmasi ile kurtulmus, 1843de Kirim savasi ile guclu rakip komsusu Avrupa tarafindan zayiflatilmis, 1878 Berlin anlasmasi ile ilave 40yil kazanmistir. Ekonominin iyi yada kotu olmasi da buna paraleldir. 1980 sonrasi Reagan-Teacher neo vahsi kapitalizm dalgasi ile Ozalizmi yasamis. 1990larin sonunda Asya ve Rusya krizleri ile dibe batip, 2000lerin basindan beri de bol Amerikan dolari, ucuz Cin mamulleri ile refah patlamasi yasamaktadir. Simdi global konjoktur degisiyor. FED`in faiz artirmasi yeni bir donemin baslangici. Lale Devri bitti, ilan edilecek tarih Haziran mi olur Eylul mu olur onu tartisiyoruz. Bu secimde kim basa gelirse gelsin ekonomik cokus bizi bekliyor. Ben gecmis 10yilda yasanan "ekonomik mucize"nin mimarlarinin basta kalip ruzgar arkadan esmeden nasil kaptanlik yapacaklarini gormek isterim. Yoksa yasanacak kriz ve krizler yeni gelenin basarisizliklari olarak degerlendirilecek, "dumende biz olsaydik bunlar yasanmazdi, gecen 10sene referansimizdir" denecek. Bugun giden erken secimle daha guclu geri gelecek.
SilAnalizinizi çok beğendim. Katkı için teşekkürler.
Silhep merak etmısımdır ve anlayamamısımdır hocam sol politikalar emeği işçiyi koruyor sağ politikalar daha çok sermayeyi koruyor peki nasıl oluyor da örneğin ülkemizde sağ partiler genelde hükümeti kuruyor nasıl oluyor düşünüyorum ya türkiyede sol politikalar yok ya sol politikaları sağcılar yapıyor ya sol politikalar milllete tükaka olarak gösteriliyor ya olayın dini boyutuyla ilgili bu adamlar inanmıyorlar falan diyorlar ya da nedir hocam? ülkemizde durum buyken örneğin avrupada amerikada çinde rusyada japonyada durum nedir hocam? örneğin yunanistanda solcular başa geldi ispanyada sanırım solcular yeni başa geldiler peki diğer ülkelerde durum nedir orda da tıpkı bizim gibi bir anlayış mı vardır? yoksa küresel sermaye şirketleri sol politikaları uygulayanların başa gelmesini önlemek için kendi menfaati adına içeriden içeriye hesaplar planlar yaparak sol politikaları kötü mü göstermeye çalışmaktadır? biliyorum çok soru sordum kusura bakmayın hocam.saygılar
YanıtlaSilBizim kafalarımız karışık olduğu için bütün kavramları da birbirine karıştırıyoruz.
SilMerhaba hocam daha oncede dpü ekonomi toplulugu baskani olarak sizinle iletisime gecmistim. Yazilarinizi ilgiyle takip ediyorum yine bu yazinizda da guzel noktalara değinmissiniz verdiğiniz guzel bilgiler icin tesekkurler.
YanıtlaSilTeşekkürler
SilGenel seçimler öncesi siyasilerin kısır ideolojik tartışmalar (turban, laiklik, sag sol) yerine ekonomi ve refahı ön plana çıkarması ümit verici değil mi? Bence türkiye'yi ingiltere ile kıyaslayarak karamsar olmak yerine içinde bulundugu ligdeki ülkelerle kıyaslayıp (mısır vb) ümitli olmak daha iyidir.
YanıtlaSil2015 yılında kendimizi hala Mısır ile kıyaslıyorsak bir arpa boyu yol gidememişiz demektir.
SilHocam,
YanıtlaSilFed'in satın aldığı tahviller itfa tarihleri ne zaman? Fed piyasayı oyalayarak bu süreyi geçirebilir mi?
Bunların hepsi aynı sürede itfa edilmiyor. Yıllara aylara ve günlere dağılmış bir yapısı olsa gerek.
SilHocam "Operation Twist" ile Fed elindeki kısa vadeli tahvilleri uzun vadeliler ile değiştirmişti.Bence bu yaklaşım daha devam edecektir.
SilMümkündür.
SilHocam liberalizm ile kapitalizm arasındaki farklılık nedir?
YanıtlaSilliberalizm siyasi sistemin adıdır nasıl bir devlet sorusuna cevaptır.Özgürlükçü,sosyal,laik,hukuk devleti payandalarına dayanır.Kapitalizm liberal siyasi sistemin ekonomik sisteminin adıdır.Serbest piyasa ekonomisi ve rekabetin gücüne inanır.Devlet ekonominin oyuncusu değil hakemidir.En büyük işlevi serbest piyasa ekonomisinde adil rekabeti sağlamaktır. Adam Simith bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler diye sanırım devlet egemenlerine söylemiştir.Bu söylem liberal sistemin her yönünün ruhudur.not:Her ne kadar siz soruyu hocama sormuşsanızda benim bu cevabımı bir yeni yetmenin acaba doğru cevabı verebildim mi merakı olarak algılarsanız sevinirim.
SilLiberalizm ile kapitalizm arasında BUGÜN HİÇBİR FARKLILIK YOKTUR!
Sil(Kapitalizmi özet şekilde, yukarıda Mahfi Bey anlatmış zaten.)
Fakat ortalama 250 yıl ve öncesini araştırabilme imkânınız var ise, 'liberal' kelimesi ile 'kapitalist' kelimesinin pek uyuşmadığını öğrenirsiniz.
Liberal kelimesi kökü itibarıyla oldukça derin ve 'iyi' bir anlama sahip. 16. yüzyıl sonları 17. yüzyıl başlarına kadar 'libertine' kelimesi 'özgür/serbest/kısıtlamaya maruz kalmayan düşünmenin ve eylemin savunuculuğu' olarak bilinirdi. En eski ifadesi ise Latince 'liber' kelimesidir.
Ne yazık ki hiç şüphe götürmeden söyleyebiliriz:
Bu kelimenin içeriğini kirleten en büyük akım 'kapitalizm', tabii ki bu akımın yüklenicileri 'kapitalistler' oldu!
Konu çok uzun. Aklınızdaki bulanıklığı biraz kaldırabilmek için şu örneği verelim:
Mahatma Gandhi bir liberal idi. Ülkesi Hindistan ve dünya için söylediği sözler ve yaptıkları liberal kelimesinin özünü ihtiva eder.
Bill Gates de bir liberal olduğunu söyler! Ama 'hangi liberal'?
CEO'luktan ayrıldıktan sonra kendini tamamıyla hayır işlerine adadı diye yerlere göklere sığdırılamıyor!
Ama gelin görün ki: Microsoft'un Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki teknoloji piyasasında 'monopollüğünü' sürdürmesi için suç işlediği saptandı ve para cezasına çarptırıldı! (Bu para cezası Microsoft için çıtır/çerez! Maksat, piyasa hakimiyetini kaybetmemek!)
Bir taraftan:
Bütün dünyada yaygın bir marka olmasının getirdiği avantajla Bill Gates'in vakfı itibarını sürekli yükseltirken,
Diğer taraftan:
Microsoft'un o yaygınlığının, 'monopollüğününün' devam etmesi için gözlerini kırpmadan suç işleyebiliyorlar!
Liberal kelimesinin başka ideolojilerle de ilişkisi var elbette.
Ama sorunuzu liberalizm ile kapitalizm çemberi içinde sorduğunuzdan, nasıl bir iki yüzlülük olduğunu yukarıdakilerle öğrenmiş oldunuz!
Bir uyarıda bulunalım:
'Liberal' kelimesi ile ilgili detaylı bilgiyi, BUGÜN kendine liberal diyen bir kişiden, gruptan, dergiden, dernekten, kitaptan öğrenmeye kalkarsanız büyük ihtimalle kandırılacaksınız! Size anlatılacak şey daha çok 'kapitalizmin nimetleri ve sol düşüncenin sakatlığı' olacak!
Yukarıdaki Gandhi ve Gates örneği temelinde ilerlersek;
Sartre boşuna dememiş: Liberal, iğrenç bir sözcüktür!
Cevaplar oldukça yeterli.
SilBırakınınız yapsınlar lafını Adam Smith söylememiştir. tamamı "laissez faire laissez passer, le monde va de lui meme" olan, türkçesini "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler, dünya kendini idare eder" şeklinde söyleyebileceğimiz cümledir ve adam smith'ten çok önce fransa kralı 14. louis'in ekonomi danışmanı jean baptiste colbert tarafından zamanın fransa'sının iktisat politikalarını tanımlamak için söylenmiştir. zaten adam smith söylese muhtemelen ingilizce söylerdi. Oda "Let do and let pass, the world goes on by itself!" derdi. :))))
SilEvet 'Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler' sözü Adam Smith'e atfedilse de ona ait değil. Ama onun meşhur ettiği kesin. Öte yandan Adam Smith'in bu deyimi Fransızca olarak kullanmış olduğu da kesin. Çünkü iki yıl Fransa'da kalmış ve Fransız düşünürlerden oldukça etkilenmiş.
SilSayın Eğilmez, yazılarınızı uzun bir süreden beri takip ediyorum. Özellikle ekonomi konusunda çok faydalandığımı söylemeliyim, size teşekkür borçluyum. Ancak ekonomi konularınıza çoğu zaman din konuları karıştırılıyor. Son zamanlarda merak etmeye başladım, düşünüyorum da acaba semavi dinlerin, özellikle Müslümanlığın karışmadığı bir alan var mı acaba? bilimden, sanata, müziğe her alanda dinlerin, özellikle Müslümanlığın etkileri görülüyor. Bu durum bilimi de, sanatı da, müziği de etkiliyor, zıtlıklara, düşmanlıklara, ayrışmalara sebep oluyor. Bunlar olası tartışmalar, doğruyu aramalar değil de tamamen dinin üstünlüğü veya dinin zararları münakaşasına götürüyor ki, bir çıkmaz sokağa girilmiş oluyor. Dini karıştırmadan bu tartışmaları yapmamız galiba 2 veya 3 nesil sonra gerçekleşecek. Ümitsizliğe kapılıyorum, acaba yanılıyor muyum? .
YanıtlaSilUmutsuzluğa kapılmakta haklısınız. Çünkü Türk toplumu herşeyin arasında kalmış bir ülke durumunda. Laiklik deseniz laikliğe düşman olanlar var. Laikliği din gibi görenler var. Laikliği doğru yerine koyanlar ise çok az. Zor bir durum.
SilHocam merhaba. Ödünç verilebilir fonlar piyasasındaki talebin tahvil talebinden ne farkı var? Tahvile olan talep fiyatları yükseltip faizi düşürürken, ödünç verilebilir fonlara olan talep neden faizleri yükseltiyor ve devletin borçlanması dışlama etkisi yaratıyor?
YanıtlaSilÖdünç verilebilir fonlar paranın kendisi. Paranın (eğer döviz değilse) ayrı bir değeri yok. Paranın değeri faizi. Oysa tahvil tek başına bir mal. Yani faizinden ayrı bir değeri var. Bu farklılık faiz meselesinde de farklılık yaratıyor.
SilHocam, her şey yönetmek fiilinin başından çıkıyor!
YanıtlaSilDünyada hiç kimse hiç himseyi yönetmese sorunlarımızın %99'u çözülecek!
Ama bunu anlamak mesele!...
Bize Fransız devriminin ruhu lazım;
YanıtlaSilÖzgürlük, Eşitlik, Kardeşlik.
Ne yazık ki bugün artık bu üçlü yeterli değil. Bugün en önce eğitimin bilim temeline oturtulması gerekiyor. Onu yapamazsak hiçbir şey yapamayız.
SilYaparız.
Sil'Allah' De ötesini bırak!
Yazilarinizi surekli olrak takip ediyorum ve cok sey ogreniyorum . Bundan oturu tesekkur ederim saygi duydugumuda belirtmek isterim.
YanıtlaSilYaziya gelince sizde burdan milletce alkislamissiniz.benim de alkista bi payim olsun bir oy blki kazandirabilirim cehapeye mantigiyla yazilmis bir yazi. Tabi cehape propagandasi yapmakdaki amaciniz menfai dusuncelerinizdir... blki basa gelirler sunu bunu koparirim turunden seyler. Bunlar cok normal cunku herkes kendi menfaatiyle ortusen seyi yapar soyler yada yazar... ama ben yinede sizin sadece ekonomi uzerine yazmanizi burayada siyaset karistirmamanizi isterdim. Siyasete din karistiranlari elestirirken kendinizinde ekonomiye cehape karistirmaniz en basta kendinizle celustiginizi gostermeye yetecektir. Cunku millet ankalari marmaraylari yollari tunelleri barajlari atak helikopterleri vs herseyi goruyor. Yazsam buraya hepsini blog da yer kalnaz :-)
Ha bide bunlarcok ufak seylerse on iki yilda engelllere ragmen bu yapilanlari acaba cehape neden yapamadi. Blki donemin siyasetcileri ayik kafayla cok dusunemedikleri icindir
Nazik sözlerinize çok teşekkür ederim.
SilAma benim yazılarımdan çok şey öğrenmiş olsaydınız benim bu yazımdan bu sonucu asla çıkarmazdınız. Bu yazının hiçbir noktasında CHP veya başka bir parti yok. Nasıl bu sonuca vardığınızı ben anlayamadım belki başka okurlar yardımcı olabilirler.
Bence bazen yanıt vermemek sadece ....en güzel cevaptır
Silhocam , sende benim gibi jöle süremeyeceğin için bu arkadaşların neyi anlatmaya çalıştığını anlamaması ya da anlamak istediği biçimde anlaması çok normal... biz ne jöle sürebiliyoruz ( fiziksel olarak mümkün değil) ne de 2 tabancamız bolca mermimiz var ( buda zihinsel olarak mümkün değil )
SilEger gercekten bagimsiz iseniz icinde sahsiniza hakaret olmayan her nesaji yayinlarsiniz bunu da gorecegiz
YanıtlaSilHerhalde tarafsız demek istediniz. Bağımsızlıkla tarafsızlık çok farklı şeylerdir.
SilBenim tarafsızlığımı ölçmeye çalışmayın. Siz tarafsızsanız benim yazılarımda objektif olduğumu görebilirsiniz. Eğer benim yazılarımın yanlı olduğu kanısına kapılmışsanız önce kendi durumunuzu bir kontrol edin. Belki siz yanlısınızdır da o yüzden beni öbür yanda sanıyorsunuzdur.
Ülkemizin eğitim sisteminde geometrik terimler farklı amaçlarla kullanılıyor. Paralel, teğet, çember daire gibi. Bunların gerçek anlamlarını boşa öğreniyoruz.
YanıtlaSilSiyaset ve sosyal bilimlerde; üst yapı yatırımları halkın moralini artırır ve süratle oya tahvil edilir der.Algı yönetimi kurbanlarıyız ve günümüzde alt yapı yatırımı dağ delmek, tünel olarak belletilsede Eğitim,Bilgi toplumu nu konuşmaya devam edeceğiz.Avrupa örneğini sorgulayan arkadaşlara sormak istediğim birkaç soru.
YanıtlaSilOrtaçağdan çıkışda aklın kullanılma mecburiyeti neden doğmuştur?Aklı hakim kılmak nasıl mümkün olabilir?
Hocam yüksek müsaadelerinizle hem tartışmaya katkı yapmak hem de kısaca deminden beridir içinde bulunduğum beyin fırtınasını sizlerle paylaşmak isterim. Belki yeni ufuklar aramamıza faydası olur.
YanıtlaSilŞimdi öncelikle devletin mi yoksa bireysel girişimcilerin mi sahipliğinin gerekli olduğu dediğiniz gibi tartışmanın temeli. Karl Marx beyefendiye göre bu böyle. Bu tartışmayı bu çapta ilk o açtığı için de çıkış noktası ve kavramlar olarak onu temel alıyoruz. Bu tamam. Ama temelin de altına derine inmeye çalışmak isterim ben, müsaadenizle.
Şimdi öncelikle mülkiyet tartışmanın temeli, zira hem malın veya hizmetin yönlendirilmesinde karar alıcı olmayı sağlıyor hem de oluşan artı değerden pay almayı. Bu tamam. Ve de aslında buradaki önemli bir nokta da demek ki karar alışın ve artı değerin paylaşımı. Yani bunları devlet mi alsın özel şirketler mi? Peki devlet nedir? Russeau ya referansla toplumsal sözleşmeyle kurulmuş bir aygıttır. Ve onun aitlik ve sahiplişi doğumla kurulur. Doğan herkes ondan bir pay alır ve ona hizmet eder. Yani aslında o BİZİZ! Devlet işte tam bu birlik eşitlik düşüncesidir. Aslında bunu hocamızın kullandığı tabirlerin de içsel anlamlarına bakarak çıkarabiliriz. 'Kamu' diyor kendileri. Devletin sahiplik ilişkisi için. Hani şu KAMUOYU kavramında kendine yer bulan kamu, yani halk. Bütünlükçü bir biçimde tüm toplum fertleri.
Buradan şu kısma geçelim. Demek ki sağcılar varlığın mülkiyetin ve kararın, yani çıkarların bireyler arasında bölüştürülmesi taraftarı iken sol, bunu birleştirme taraftarı. Bir birlik bütünlük oluşturma taraftarı toplum içinde. Bu anlamıyla herkese önce insan olduğu için bu varlıktan pay alma hakkı verdiği için de daha hümanist diyebiliriz belki de. Tabi hemen VAHŞİ kapitalizm kavramı akla geliyor bunun karşıtı olarak. Neden vahşi, belki de işte böyle bir hümanizme kapıları kapattığı zamanlar olduğundan.
Pekala, son olarak şuna değinmek isterim yine üstaddan izin alarak. Dedik ya sol birlikçi paylaşımcı sağ ise dağıtımcı rekabetçi diye, Adam Smith ile başlayan liberalist akım işte tam da bu ikincisinin gelişimin tetikleyicisi olduğunu ileri sürer.
Burada bir parantez açayım. Mustafa Kemal Paşa ve Atatürk devrimleri, birliği önceleyen anlayışıyla tam bir SOL reformdur aslında. Bu toprakta doğmuş ya da buraya yerleşmiş herkesi Türk ve bu vatanın öz evladı kabul edebilmek ve o kapıyı hep açık tutmak devrimci bir düşüncedir. Ve üstelik kendisi bunu düşünmekle kalmamış uygulamıştır da. Ve hatta kapitalizm sosyalizm ikiliğinde kendisi bu tartışmalarda uygulamada masaya yeni kavramlar getirme gibi harikulade işer de yapmıştır. Mesela devlet eliyle şirket kurdurmuş, onun sahipliğini ve karar alıcılığını da çalışanlarına bırakmıştır. Bu da devrimci bir fikirdir. Ve üstelik tutmuştur da. Kardemir'i efendim İş Bankası'nı bir araştırın derim.
Son olarak da şöyle bağlayacağım değerli hocamın değerli sayfalarını fazla doldurmadan. Rekabet dedik değil mi temel itici güç diye. Yani düşük yoğunluklu bir sürekli çatışma hali. Yani kısaca SOL barışalım, paylaşalım derken SAĞ çatışalım, kazanalım diyor. Çünkü çatışmadan kazanamazsınız. Kazanan olması için bir oyun-rekabet-çatışma olması gerekir. Şu halde toplumsal barışı tesis etmek en SOL eylemdir. Zira Mustafa Kemal Paşa da 'Yurtta barış dünyada barış!' diyerek bu yolun yolcusu olduğunu en açık şekilde belirtmiştir. Hatta inanıyorsanız din-inanç da bunu emreder. İslam mesela barış-esenlik demektir, o kökten gelir kelime olarak. Ve selam verirken de aslında Barış Üzerine Olsun (Selamun aleyküm) denir.
Lütfen artık BİR olalım yeniden, Dirlik bulalım. Ayrılıklar çatışmalar üretmeyi bırakalım. Irkı kimliği hatta dili dini ne olursa olsun herkesin Türk olduğunu, ya da en azından o kapının hep açık olduğunu unutmayalım. O bu şu öteki değil BİZ olalım. Şu andaki buhranlarımıza belki en temel çözüm budur.
Saygılaarımla.