Eski Türkiye’den Bir Sokak ve Bir Apartman
1950’lerin Ankara’sında iki katlı bahçeli evler vardı. Biz Atatürk Bulvarı’nın hemen altındaki sokakta, bahçe içinde iki katlı bir evin alt katında kirada otururduk. Oturduğumuz Adakale Sokak, Ankara’nın en iyi sokaklarından birisiydi ve babamın memur maaşıyla orada kirada oturabiliyorduk. Yanımızdaki evde üst katta ev sahibi bir anne kız, orta katta bir tüccar ve ailesi, bodrum katta da SSK’de çalışan dul bir anne ve üç çocuğu otururdu. Öteki yanımızda İngiliz Kültür Heyetinin üç katlı binası vardı. Onun hemen altında bir serbest avukatla eşi ve üç çocuğu vardı. Hepimiz arkadaştık, birlikte okula gider, okul sonrası birlikte oynardık. Bütün mahallede yalnızca tüccar ailesinin arabası vardı. Bir de babamın makam arabası. O arabaya bir kez bile ne annemi ne de bizi bindirdi babam. Kendisi de yalnızca evden işe giderken ve işten eve dönerken kullanırdı. Sokaktaki evlerin tamamı iki katlıydı: Genellikle üst katlarda ev sahipleri, alt katlarda bizim gibi kiracılar otururdu. Evlerin bahçeleri bizim oyun alanlarımızdı. Kimse kimseye hava atmazdı o zamanlar. Aslına bakarsanız o zamanlar öyle hava atacak kadar farklar da yoktu. Tüketim malı ithalatı falan kısıtlıydı. Hiç kimse pahalı spor ayakkabılar, cinler, çantalar ya da gözlüklerle hava atma lüksüne sahip değildi. O nedenle kimse kimsenin zenginliğini, fakirliğini pek bilmezdi. O zaman karpuz böyle dilimlenmiş olarak veya elma taneyle satılmazdı, en düşük gelirlimiz bile karpuzu bütün ve elmayı kiloyla alacak kadar gelire sahiptik. Herkes iyi kötü et yapabilecek, bilemedin kıyma alıp köfte yoğurabilecek durumdaydı. Gelirler mi yüksekti yoksa üretim mi daha çoktu, satın alma gücü mü yerindeydi hatırlamıyorum ama kimse yiyeceğinden içeceğinden bugünkü gibi kısmazdı. Kimse bahçede barbekü falan yapmazdı. Ayıp sayılırdı, görgüsüzlük sayılırdı böyle şeyler. Bahçelerde kayısı, kiraz, üzüm, şeftali yetişirdi. Mesela bizim evin bahçesinde kayısı, ayva, yan komşunun bahçesinde erik, üzüm, öteki taraftaki komşunun bahçesinde elma ve armut olurdu. Bütün bu meyveler mahalle çocuklarının emrine amade birer açık hava meyve sofrası gibiydi. İlk toplananlar mutlaka komşulara birer tabak içinde verilirdi. Onlar da aynısını yapardı. Gelir dağılımı böyle farklı değildi. Zenginlerle orta halliler, hatta fakirler aynı yerlerden alış veriş yapar, aynı pazara giderdi. Okuldan gelir, yemeğimizi yer, varsa ödevimizi yapar, bahçeye çıkardık. Akşam yemeğine kadar da eve su içmek ve meyve almak dışında girmezdik. Birbirimizin evi kendi evimiz gibiydi. Kimin evine yakınsak oraya girer hep birlikte su içer, meyve alır dışarı çıkardık. Hava aydınlıkken, futbol, dokuztaş, yakan top, ebecilik, hava kararınca da saklambaç oynardık. Bırakın cep telefonunu, çoğu evde sabit telefon bile yoktu. Sonsuz bir özgürlüğün tadını çıkarırdık. Şimdiki çocukların evde tabletlerde oynadığı sanal oyunların gerçeğini bahçede, sokakta oynardık.
Evimize en yakın okullara
giderdik. Öyle servis arabası falan yoktu. Bize en yakın okul Mimar Kemal
İlkokuluydu. Yüksel Caddesinde bahçe içinde giriş katıyla birlikte üç katlı
tarihi bir binaydı. Sınıflar kalabalıktı. Bizim sınıf 60 kişiydi. Üç kişi bir
sırada kızlarla erkekler yan yana otururduk. İlkokuldan sonra ablam Ankara
Kolejine, mahalleden iki arkadaşımız Galatasaray Lisesi’ne gittiler. Geri
kalanlarımız Ankara’daki ortaokullara gittik.
1950’ler süresince Ankara’da
Adakale Sokak’ta kiracı olarak oturduğumuz evden 1961 yılında çıktık. O yıl babam
o zamanki Emlak Kredi Bankası’ndan on yıl vadeyle aldığı kırk bin lira krediyi,
kendi birikimi olan otuz bin liranın üzerine koyarak yetmiş bin liraya o
zamanki adı Ahmetler Caddesi olan caddenin Olgunlar Sokak ve Tunalı Hilmi Caddesiyle
kesiştiği yerdeki Uğur Apartmanından bir daire satın almıştı. Borçlu olmak onu
inanılmaz rahatsız ediyordu. Her ayın ilk günü maaşını alır almaz bankaya gider
kredi taksitini öderdi. Herhalde ondan gördüğümüz için olacak bizler de
borçlanmayı hiç sevmedik. Oysa enflasyonun olduğu ülkede borçlanmak
akıllılıktır. Uğur Apartmanı, beş katlı mütevazı bir apartmandı, her katında
iki daire vardı. On daireden üçünde milletvekilleri otururdu. Diğer dairelerde
oturanlar toplumun çeşitli kesimlerinden insanlardı: Bir ordu komutanı, emekli
bir ağır ceza hâkimi, müteahhit, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının bir
üyesi, restoran sahibi. Milletvekillerinden birisi bakanlık ve TBMM Başkanlığı
da yapmış olan İsmet Sezgin’di. Dairelerden birinde de dönemin önde gelen Türk
sanat musikisi bestekârı İsmail Baha Sürelsan ve eşi otururdu. Bu, birbirinden
tamamen farklı aileler arasında hiçbir mevki, makam farkı yoktu. Herkes
birbiriyle selamlaşır, bayram ziyaretlerine gider, hatır sorar, bizler de apartmanın
arka tarafındaki bahçede birlikte oynardık. Bugünkü Kocatepe Camiinin yeri o
zaman boştu, orası bizim futbol sahamızdı. Hiç kimse ötekinin ne kazandığını,
ne harcadığını merak etmezdi. Zaten aşağı yukarı gelirler ve harcamalar da birbirine
yakındı. Müteahhit olan daire sahibi daha fazla kazanırdı ama hiç belli
etmezdi. Yanımızdaki, karşımızdaki apartmanlarda da durum aynıydı. Toplumun her
kesiminden insanlar aynı apartmanlarda yan yana oturur, üç aşağı beş yukarı
benzer yaşamlar yaşardık. Hepimiz aynı okullara giderdik. Erkekler, o semte o
zaman en yakın okul olan Atatürk Lisesine, kızlar Ankara Kız Lisesine giderdi.
Bazı çocuklar da Ankara Kolejine giderdi. Bizim aile karma bir yapıdaydı bu
açıdan: Ablam Ankara Kolejine, biz de erkek kardeşimle Ankara Atatürk Lisesi’ne
giderdik. Milletvekilleri bizlerle aynı binalarda oturup, çocukları aynı
okullara gittiği için halkın dertlerini bilirler ve bu dertleri mecliste dile
getirirlerdi. Kimsenin geçiş üstünlüğü, çakarlı araçları yoktu. Kimse torpil
aramak, ayrıcalık yaratmak için uğraşmazdı, öyle şeyler bilinmezdi. Sınavlarda
haksızlık yapıldığına ilişkin bir iddia ortaya atılması bir yana böyle bir şey
düşünülemezdi bile. Herkes hakkıyla girer, hakkıyla çıkardı.
Okullara genellikle yürüyerek
gider, yürüyerek dönerdik. Yağmur ve kar yağarsa otobüse binerdik. Bu yürüyüş
geleneğimiz üniversitedeyken de bozulmadı. Sınıf arkadaşım Hasan bizden biraz
daha yukarıda otururdu, o gelirdi ben de onu görünce aşağı inerdim konuşa
konuşa giderdik Cebeci’deki Mülkiye’ye. Yaklaşık kırk dakika falan sürerdi yol.
Öğleden sonra ders bitince ben biraz kantinde takılırdım sonra yine yürüyerek
eve dönerdim. Üniversite yaşamımda otobüsle okula gittiğim gün sayısı bir elin
parmaklarından fazla değildir. Haftada bir, bazen iki kez sinemaya giderdik.
Bugünkü fiyatlarla karşılaştırınca neredeyse bedavaymış o zamanlar sinema.
Kentlerde yaşayanların keyfi
yerindeydi ama köylerde yaşayanlar mutsuzdu diye yorumlayanlar var o günleri.
Bu doğru değil. Köylü de çiftçi de mutluydu. Tek sorun köylerde okul ve hastane
sorunu vardı. Sonraki yıllarda bu sorunlara yoğunlaşıp onları çözerek köylüyü
ve çiftçiyi yerinde tutacağımıza onları kentlere yönlendirdik. Sonuçta kentler kalabalıklaşıp
beton yığınlarına dönüşürken köylerimiz boşaldı. İnsanlar tarımı ve hayvancılığı
boşladılar. Çocukluğumuzun kendi kendine yeten ülkesi her şeyi ithal eden bir
ülkeye dönüştü. Kaybettiğimiz yalnızca ekonomiyle ilgili şeyler olsa o kadar da
önemli sayılmazdı. Çünkü onları yeniden derleyip toparlamak mümkün olabiliyor.
Biz asıl olarak ahlâkı, birbirimize olan saygıyı ve sevgiyi kaybettik. İnsanlar
her giriş sınavında hile yapıldığına inanıyor, enflasyon verisi inandırıcı görülmüyor,
büyüme verisi tartışmalı, işsizlik oranı tuhaf, bütçe açığı tutarsız görünüyor,
adalete güvenilmiyor. Yapılan anketler insanların büyük çoğunluğunun, devlete,
devlet kurumlarına ve onların yaptığı açıklamalara inanmadığını ortaya koyuyor.
Geçmişin en kötü yanı askeri
darbelerdi. Darbeler devletin her köşesini ağır biçimde yaraladı, zedeledi ama
hepsinden fazla üniversiteyi perişan etti. Her darbede üniversitenin hocaları
işten atıldı, üniversiteden uzaklaştırıldı, bazıları hapse atıldı. Sonuçta
üniversiteler suyunun suyunun suyu diyebileceğimiz hocalara kaldı. İçlerinde
çok saygın ve değerli olanları var kuşkusuz ama bu sayı çok düşük ne yazık ki.
Mülkiye’de doktora yapmaya karar verdiğimde Tuncer Bulutay Hoca bana “hem
maliye müfettişliği yeterlik sınavına hazırlanıp hem de doktora yapamazsın.
İkisi de ciddi işlerdir” demişti. Haklıydı, üç yıl süren muavinlik döneminde bir
yandan turneye gidip, yorucu teftiş ve incelemelerle uğraşırken yeterlik
sınavına hazırlanmak bir yandan da doktora kurlarına gidip onun yeterlik sınavına
hazırlanmak çok ağır olacaktı. Bu durumda önceliği mesleğime verip yeterlik sınavına
hazırlanmaya karar verdim. O aşamaları geçtikten sonra doktoramı yaptım. Aradan
zaman geçti üniversitede lisans ve yüksek lisans dersleri vermeye başladım. Yüksek
lisansta ilk derste öğrencilere hangi amaçla yüksek lisans yapmaya geldiklerini
sorardım. Erkek öğrencilerin bir bölümünün askerliği erteletmek için
geldiklerini öğrendiğimde hem çok şaşırır hem de üzülürdüm. Askerliği
erteletmek için yüksek lisans yapmak! Dünyada örneği var mıdır böyle bir şeyin
bilmiyorum. Bu yanıtları duyunca gözümün önüne Tuncer Hoca’nın eğitimi ciddiye
alışı gelirdi. Oradan buralara geldik biz.
Eski Türkiye’nin hep iyi
taraflarını anlatıyorsun kötü tarafı yok muydu diye soranlar oluyor sık sık.
Olmaz olur mu vardı tabii. Darbeler vardı, ambargolar nedeniyle yaşanan yokluklar
vardı, enflasyon vardı, silahlı sağ – sol kavgaları vardı, fakirlik vardı, altyapı eksikleri vardı. Ama eski
Türkiye’nin en kötü zamanlarında bile gelecek umudumuz çok daha güçlüydü. Şimdi
daha zenginiz belki ama umudumuz eskisi kadar güçlü değil.
Muhteşem bir yazı olmuş eskilere gittik geldik sayenizde kaleminize sağlık..
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilÇok hoş bir yazı hepimizin kişisel tarihinde rastlayacağımız örnekler anekdotlar yazmış hocamız. Ben 70 yaşındayım emekli bir devlet memuruyum Umut konusunda bende umut var ama çocuklarım da yok..
SilKaleminize sağlık hocam. O dönemleri görmemiş biri olarak gözlerim dolu dolu okudum özlemle...
SilSağ olun.
Sil10:23 Çocuğunuz olmamasına rağmen gelecekten umutlu olmanız çok güzel bir şey.
SilÜstadım senin yaşadığın yerlerde yaşadım oğlum mimar Kemal de okudu herzamanki gibi harika bir yazı okudum gençliğimi yaşadım teşekkürler emin IŞIK atmaca gürgensu
SilTeşekkürler sevgili Işık üstat.
SilSayın Üstadım 1970 lerin Ankarasını Muhteşem bir yazıyla canlandırmışın.
SilSayın hocam ben de 80'li, 90'lı yıllarda Ankara- Bahçelievler'de yaşadım. Memur baba, ev hanımı anne çocuğu olarak çok daha rahat ekonomik koşullarda (meyve, sebze, et) büyüdük. Dediğiniz gibi çok değerli ve mütevazı insanlar vardı. Yazınızı okuduktan sonra şu aklıma geldi. Acaba ''biz büyüdük ve kirlendi dünya'' şarkısında gibi oldu, ne oldu da böyle olduk?
YanıtlaSilHiç anlayamadık nasıl buraya geldiğimizi.
SilŞimdi de evde soba yaksanız, çocuğu devlet okuluna gönderseniz, hastalandığınızda devlet hastanesine gitseniz, tatilde otele değil de köyünüze gitseniz, kıyafetlerinizi yıllarca giyseniz, telefonu sürekli değiştirmezseniz , araba yerine dolmuş otobüs kullansanız daha iyi bir hayatı yaşarsınız.80'lerde herkes böyle yaşıyordu çünkü.
Sil80'li yıllar, sizin bahsettiğiniz tablo gibi ağır degildi yapmayın lütfen..herşey vardı.. genctim yeni evlenmistik, ikimiz de devlet memuruyduk, restoran, kulüp, güney tatillerine gidebiliyor ve kirada otutuyorduk üstelik..giyim mağazaları full olurdu..çocukluğum Bahcelievler'de kaloriferli kendi evimizde gecmisti ve evlliyken de kaloriferli dairede oturuyordum..sorun yok muydu tabi ki vardı ama"sorunlar yumağı" halinde kesinlikle değildi ülke..subjektif bakmıyorum, çoğunluk aynı durumdaydı..o eski Turkiye'yi, yeni diye tabir edilen bu kaotik ortama bin kez tercih ederim.
Sil"Sonraki yıllarda bu sorunlara yoğunlaşıp onları çözerek köylüyü ve çiftçiyi yerinde tutacağımıza onları kentlere yönlendirdik. Sonuçta kentler kalabalıklaşıp beton yığınlarına dönüşürken köylerimiz boşaldı. İnsanlar tarımı ve hayvancılığı boşladılar."
YanıtlaSilKurumlarda ve sistemin genelinde bulunan liyakatsizligin dışında en önemli sorunun bu kısımda tespit edildiğini, çözümün yine burada olduğunu düşünüyorum. Ama kim ne zaman nasıl bu terse dönüşü sağlar çok merak ediyorum. Keyifle okudum ellerinize sağlık.
Teşekkürler.
SilBerkan Bey, aç kalınca çözülecek. Ne yapılırsa yapılsın, depremler sayesinde, abartma değil bu söylediğim, dünyanın en bereketli topraklarında yaşıyoruz ve kimse ve kimsenin herhangi bir planı bizden alamaz bu toprakları. :-)
SilEline emeğine yüreğine sağlık hocam
YanıtlaSilSağ olun.
SilÇok güzel bir yazı, ben de size çok yakınlarda oturmuş ve aynı mahallelerde büyümüş bir anne babanın çocuğuyum. Üst düzey bir bürokrat olan dedemin, aynı babanız gibi, Ankara'nın karlı günlerinde dahi işyerine gittiği yolun üzerinde olmasına rağmen, "ben çocuğunu devletin arabasında gezdiriyor dedirtmem" diyerek babamı bir gün dahi makam arabasına bindirmediğini; ve buna benzer ankedotları dinleyerek büyüdük. Şimdiki ar damarı çatlamış insanların yaptıklarını görünce kahroluyoruz.
YanıtlaSilSormayın.
SilÇok güzel anlatmışsınız hocam, emeğinize sağlık 💐
YanıtlaSilSağ olun.
SilHocam Merhaba yazınızı şimdi okudum. Haklısınız adalet yok devlet kurumlarına güven cumhuriyet tarihinin en düşük seviyelerinde, ülkede gelir dağılımında bu kadar eşitsizlik olmamıştı ama bunları düzeltmek için yapısal reformlar neden hayata geçirilmiyor. Önceki yazılarınızda sizin müfettiş olduğunuz yıllarda lüks arabaların satılıp (renault 12) kullanıldığını bile söylemiştiniz. Ülkede makam arabaları; korumalara bile tahsis edilen arabalar vatandaşın yanına bile yaklaşamadığı arabalar haline geldi. Tasarruf önce kamuda olması gerekmiyor mu?
YanıtlaSilKararı alan o karara uymuyorsa kimse uymaz.
Silİç Anadolu köylerinde 2000'li yıllara kadar aynı sizin çocukluğunuz gibiydi. Şimdi oralarda eskiyi özlüyor.
YanıtlaSilHaklısınız.
SilKıymetli hocam, yüreğinize -kaleminize sağlık.
YanıtlaSilSağ olun.
SilDün bir yerde gördüm. Viyana'da yeşil alanın toplam şehre oranı %46 imiş. İstanbul'da %2,2. Memleketin en tepesindeki zat bir taraftan İstanbul'a ihanet ettik derken öte taraftan Kanal İstanbul adı altında kalan son yeşil alanları da yok etmekle meşgul.
YanıtlaSilHalkın bir kısmı zorunluluktan, büyük kısmı aç gözlülükten doğayı katlediyor. Arsamı müteahhide vereyim bana oradan 5 daire verir. Birinde oturur diğerlerini kiraya veririm diyor.
Sabah işe giderken yaya geçidinde dakikalarca bekliyorum bir Allah'ın kulu durup yol vermiyor. Aracını yolun ortasına bırakıp gidiyor. Gecenin bir vakti arabanın müziğini son ses açıp mahalleyi turluyor. Emniyete şikayet ediyorum yapabileceğimiz bir şey yok cevabını alıyorum. Devlet bitmiş.
😔
SilAma en kötüsü geleceğe dair umudumuzun kalmamış olması.Daha önce "zor günler gelir geçer" anlayışı hakimken, şimdi "zor günler bitti, sırada daha zor günler var" anlayışı hakim maalesef.
SilHocam sayenizde maziyi hatırladık. Eskiler bence daha güzeldi. Temel ihtiyaç ların çoğunu karşılayabiliyorduk. 60 yıldır her açıdan bu kadar kötü dönem görmedim. Saygılarımla Fatih Demirtaş
YanıtlaSilHaklısınız Fatih Bey.
SilHocam , " insanın en güzel anıları aile ocağında geçen çocukluğuna dair oluyor " alıntıdır . 1955'li yılların o dönem nüfus açısından pek çok şehrinden büyük işçi kasabasında büyüdük . O dönem ailelerin % 80 'i en az 1 dönüm bahçesi olan kendi evlerinde yarı köy yarı şehir ortamında yaşadık . Evi olmayanlar dışardan iş için memur olarak gelen ailelerdi . Bunların da büyük kısmı devlete ait bahçeli lojmanlarda yaşardı . O döneme göre okul ve hastane açından bölgenin sıkıntısı yoktu . Hatta o yıllarda her evin elektriği vardı . Sadece aydınlatma ve radyomuz çalışıyordu . ( yöre Zonguldak , o günün kasabası Kozlu ) Hepimizin hayaller vardı .
YanıtlaSilÇok doğru. Hayaller yıkıldı gitti.
SilHocam adalet dürüstlük merhamet sevgi saygı yardımlaşma kibir olmayan güzel insanlar keşke şimdi yaşadıklarınızı bizlerde yaşasak selam sevgi saygılar teşekkür ederim
YanıtlaSilTeşekkürler. Bunları geçmişte yaşayıp da her geçen gün kaybederek gelmek daha da üzücü emin olun.
SilMahfi Bey, Tuncer Hoca 1982 darbesinden sonra üniversiteden atılmıştı diye hatırlıyorum. Eskiyi özlemle yad ederken bu detayları da hatırlamakta fayda var.
YanıtlaSilEvet Tuncer Hoca atıldı, sonra af çıktı ama o üniversiteye bir daha dönmedi. "Affetmesi gereken biziz onlar değil" diye düşünüyordu sanırım.
SilHocam,
YanıtlaSilBaktınız ki; ekonominin gidişatı kimsenin umrunda değil, anılarınızı yazmaya mı yöneldiniz?
Benim bundan 25 yıl önce yayınlanmış Light Günlük adlı bir anı kitabım var. Şimdi yazmıyorum yani.
SilKitapçılarda bulabilir myiz?
SilEvet her yerde var.
Silhttps://www.remzi.com.tr/kitap/light-gunluk-1
Bu metin, nostaljiyle yoğrulmuş, bireysel anılar üzerinden bir dönemin toplumsal yapısını, değerlerini ve dönüşümünü çarpıcı biçimde yansıtan etkileyici bir tanıklık metnidir. 1950’li yılların Ankara’sından başlayarak, hem bireysel yaşam öyküsü hem de Türkiye’nin toplumsal değişim süreci anlatılıyor. Bu metni farklı açılardan analiz edebiliriz:
YanıtlaSil1. **Toplumsal Dayanışma ve Sadelik**
* Mahalle yaşamı, komşuluk ilişkileri, oyunlar, gelir dağılımındaki görece denge; bunların hepsi ortak bir yaşam kültürünün parçaları.
* Herkesin birbiriyle eşit gibi yaşadığı bir sosyal yapı vurgulanıyor. "Herkesin evi kendi evimiz gibiydi" cümlesi, bu hissiyatı özlü bir şekilde aktarıyor.
2. **Mütevazı Yaşam ve Tüketim Kültürü**
* Tüketim mallarının sınırlı olduğu ama herkesin temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği bir dönemden bahsediliyor.
* Bugünle kıyaslandığında sade ama huzurlu bir yaşamın altı çiziliyor. Barbekü bile "ayıp sayılırdı" diyerek dönemin görgü anlayışına ışık tutuluyor.
3. **Eğitim ve Eşitlik**
* Zengin-fakir ayrımı olmaksızın herkesin benzer okullarda eğitim aldığı, sınavların hakkaniyetli yapıldığı bir dönem anlatılıyor.
* Bu eşitlik algısı, toplumun adalet ve güven duygusunu pekiştiriyordu.
4. **Toplumsal Güven ve Devlete İnanç**
* Eskiden devlete, kurumlara ve verilere duyulan güvenin yüksek olduğu; bugünse bunun neredeyse tamamen yitirildiği vurgulanıyor.
* En çarpıcı cümlelerden biri: “Biz asıl olarak ahlâkı, birbirimize olan saygıyı ve sevgiyi kaybettik.”
5. **Darbelerin Tahribatı**
* Askerî darbelerin özellikle üniversiteleri nasıl çoraklaştırdığına dair güçlü bir saptama yer alıyor.
* Tuncer Bulutay gibi hocaların temsil ettiği ciddiyetle, günümüz üniversite algısı arasındaki uçurum oldukça sarsıcı bir şekilde gösterilmiş.
**Zamanlar Arası Kıyas**
Metin, geçmişin bazı eksikliklerini (köylerdeki okul ve hastane sorunları gibi) teslim ederken, bugünün çok daha büyük sorunlarına işaret ediyor:
* Ekonomik güvensizlik
* Eğitimde ve sınavlarda adaletsizlik algısı
* Sosyal güvenin ve ahlakî değerlerin çöküşü
Burada bir nostaljiden çok, eleştirel bir hafıza ve kayıp kültürlerin farkındalığı söz konusu.
**Dil ve Üslup**
* Anlatım sade, samimi, içten. Akademik değil; yaşanmışlıklarla dolu bir halk dili.
* Herkesin anlayabileceği bir dille, derin ve önemli meseleler dile getirilmiş. Bu da metni etkileyici kılıyor.
**Bazı Dikkat Çekici Cümleler**
* “Kimse kimseye hava atmazdı o zamanlar.”
* “Zenginlerle orta halliler, hatta fakirler aynı yerlerden alış veriş yapar, aynı pazara giderdi.”
* “Herkes hakkıyla girer, hakkıyla çıkardı.”
* “Askerliği erteletmek için yüksek lisans yapmak!”
Bu cümleler, hem zamanlar arası çelişkiyi netleştiriyor hem de düşündürüyor.
**Sonuç**
Bu metin, kişisel bir yaşam öyküsü gibi başlasa da, aslında bir **toplumun hafıza arşividir.**
Okuyucuyu geçmişin huzurlu düzeniyle bugünün dağınıklığı arasında bir sorgulamaya yönlendiriyor:
Gerçekten gelişiyor muyuz, yoksa sadece değişiyor muyuz?
Bu söyledikleriniz, çok temel ve derin bir farkı işaret ediyor: **“fiziksel refah” ile “psikolojik ve toplumsal huzur”** arasındaki uçurum.
SilEvet, eski Türkiye'nin romantize edilen yanları kadar, göz ardı edilmemesi gereken ciddi sorunları da vardı. Sizin de dürüstçe belirttiğiniz gibi:
**Askerî darbeler:** Demokrasiye doğrudan müdahale; toplumun, özellikle üniversitelerin, düşünce özgürlüğünün bastırılması.
**Ambargolar ve kıtlıklar:** Özellikle 1970'lerde benzin, yağ, şeker kuyrukları; ithalat yasakları nedeniyle mal bulunamaması.
**Yüksek enflasyon:** 1980 öncesinde %100’lere varan yıllık enflasyon oranları.
**Sağ-sol çatışmaları:** Üniversiteler başta olmak üzere toplumsal alanda günlük şiddet ve ölümler. Siyasi kamplaşmaların çok ciddi sonuçları vardı.
**Fakirlik:** Anadolu’nun birçok yerinde ciddi yoksulluk, altyapı yetersizliği, sağlık hizmetlerine ulaşım sıkıntısı.
**Altyapı eksiklikleri:** Yol, su, elektrik, eğitim gibi temel kamu hizmetlerinin birçok bölgede yetersiz olması.
**Ama Buna Rağmen Ne Vardı?**
“Geleceğe dair umut.”
İşte fark burada başlıyor.
Siz bunu şu cümleyle özetliyorsunuz:
**“Şimdi daha zenginiz belki ama umudumuz eskisi kadar güçlü değil.”**
Bu çok derin ve sosyolojik açıdan anlamlı bir gözlem. Umut, sadece maddî koşullara değil; adalet duygusuna, eşitliğe, emeğin karşılık bulduğuna, liyakate ve güven duygusuna bağlıdır.
Eski Türkiye'de insanlar şunu hissediyordu:
* “Ben çalışırsam, çocuğumu okuturum, memur olur, öğretmen olur, adam olur.”
* “Sınavda torpil yok, çocuğumun hakkı yenmez.”
* “Devlet dediğin bir şey var ve en azından niyeti iyi.”
Bugün, daha fazla araba, ev, AVM, telefon var ama insanlar şunu soruyor:
* “Bu sistemde benim emeğim ne kadar değerli?”
* “Çocuğumun hakkı yenmeyecek mi?”
* “Bu ülke nereye gidiyor?”
**Sonuç: Zenginleşen Ama Yalnızlaşan Bir Toplum**
Toplum olarak daha çok şeye sahip olduk ama daha az şeye güvenir hale geldik.
O yüzden geçmişin yoksulluğu bugünkü umutsuzluktan daha hafif gelebiliyor insanlara.
Bu noktada şu sözü hatırlatmak anlamlı olabilir:
**"Bir ülkenin geleceği, halkının umut düzeyiyle ölçülür."**
👍
SilHocam bugünden o günlere bakınca yazdıklarınızdan sizler (kısmen bizler) askeri darbelere rağmen komünizmle yönetilen bir ülkede yaşamış gibiyiz. Kapitalist sistem her geçen gün tüm değerleri yok ediyor. Sonuç: Geleceğe dair umut yok.
SilFalih Rıfkı Atay Çankaya kitabında cumhuriyetin ilanıyla birlikte Ankara’nın imar planları hazırlanırken dönemin bürokratlarının vekillerinin önceden arsa alıp imar teşvikleri aldığından bahsediyor. Milletimizin kronik bir açlık problemi var. Bahsettiğiniz yıllarda belki satın alınabilecek şeyler kısıtlı olduğu için zengin fakir arasında fark olmuyordu. Gene de eski zamanlara dair anılar okumak keyifliydi, sağlıklı uzun ömürleriniz olsun
YanıtlaSilHaklısınız, ahlaksızlık, yolsuzluk her dönemde vardı ama en önemli farkı o zamanlar bunlar sistematize değildi. Hep örnek veriririm: Süleyman Demirel Başbakanken, yeğeni Yahya Demirel hayali ihracat yaparak devletten haksız yere vergi iadesi almıştı. Maliye müfettişleri bunu ortaya çıkardı, savcı iddianameyi yazdı ve mahkeme mahkum etti. Yahya Demirel hapse girdi. Süleyman Demirel Başbakandı.
SilHocam benim bildiğim Demirel’in banka sahibi bir yeğeni vardı.90’ların ikinci yarısında, “dövizinize yüksek faiz” diyerek büyük miktarlarda mevduat toplamıştı.Ama yanlış hatırlamıyorsam bankanın içini boşaltıp paraları yurt dışına kaçırmıştı.Sonrasında yakalanıp mahkum olmuştu sanırım.2001 krizinde bankaya el konulduğunu hatırlıyorum…
SilBu kişi Yahya Demirel miydi yoksa başka bir yeğen miydi?
Aynı kişi.
SilAslında aynı kişi değil, Şevket Demirel’in oğlu Murat Demirel olmalı
SilKaleminize yüreğinize sağlık.Film şeridi gibi önümüze serdiniz👏👏
YanıtlaSil🙏
SilHocam Şimşek in biletinin kesildiği söyleniyor,nasın dönüsü kobileri kurtarırmı?
YanıtlaSilSizce?
SilKOBİ’ler için iyileşme, yalnızca ulusal enflasyon hedefine ulaşmakla değil; yapısal reformlarla birlikte finansmana erişim, vergi adaleti, teknoloji ve kurumsallaşma alanlarında gerçek desteklerle mümkündür.
SilŞimdilik, uygulanan ekonomi programının KOBİ’lere beklenen rahatlamayı sağladığını söylemek zor — ancak uzun vadede, makro dönüşüm stratejileri KOBİ’lerin kurtuluşunu destekleyebilir.
hocam kaleminize sağlık ankara altındağ cincinde yaşadıklarımın aynısı 1982-1993 sonrası babamın emekli olusu ve çubukdan ev alıp taşındık tan sorası zaten ilk okuldan sonra çalışma hatayı ve halen çalış çalış.
YanıtlaSil🙏
SilHocam bu günlerdeki yazılarınız sayesinde geçmişe çok fazla yolculuk yaptık. Acaba özlediğimiz o günkü hayat kalitesi mi, çocukluğumuz mu, ya da hayatımızdan yitip gidenlere karşı duyduğumuz özlem mi, yoksa bugünlerin yozlaşmış kültürü ve berbat ekonomisi mi? Yoksa hocam bunların hepsi mi? Yazılarınız için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilKim bilir belki de dediğiniz gibi hepsi.
SilSorumu yine yanıtsız bırakacağınızı biliyorum Mahfi bey.
YanıtlaSil"Uyarı" mahiyetinde kalsın diye, yine yazıyorum:
• Sistemler; kendiliğinden mi doğar, kendiliğinden mi yaşar, kendiliğinden mi yıkılır?!
Sistemler "kendiliğinden" doğmadığına, yaşamadığına ve yıkılmadığına göre; "insanlar"a karşı mücadele etmek gerekir!
İyi günler...
Diyelim ki Mehmet Şimşek'e karşı mücadele4 dip onu değişmesini sağladınız. Sizce sistem değişir mi? Değişmez. O zaman bu sistemin değişmesi için mücadele etmek lazım.
SilProblemin "sadece ama sadece" Mehmet Şimşek'ten kaynaklanmadığını siz de çok net biliyorsunuz!
SilArıza verdiğini söylediğimiz sistemin kendi kendini tamir etmesini ummak; rasyonel de değil, realist de değil!
14:24 Troll basmış her yeri.Nasıl kurtaracağız bu blogu bilmiyorum hocam.
SilBen de eski bir Meşrutiyet caddesi sakini ve Ankara Kolejliyim.Geldiğimiz durumu o güzel zamanlarda rüyamda görsem kabus olurdu.Elinize sağlık.
YanıtlaSil🙏
SilYazının ilk kısmı yeşilçam filmi gibi :) Teşekkürler
YanıtlaSilÖyleydi gerçekten. Sevgiler.
SilMerhaba, ben Ankarada alt katında otururduk dediğiniz evin üst katında oturan evin küçük oğlu Ferudun Eray. Çok nostaljik yazmışsınız. Selamlar
YanıtlaSilSevgili Ferudun yıllar sonra bu vesileyle senden bir ses duymak çok hoş. Umarım iyisindir. Sevgiler.
SilSağol teşekkürler, herşey yolunda, sevgiler
SilTeşekkürler hocam.Zevkle okudum.
YanıtlaSil🙏
SilSizin aileniz kamu kesimindeymis. Şanslı kesimdesiniz. Bence eski turkiyeyi almanyaya giden kafileden dinlemekte fayda var. Dünyanın her yerinde ve her devirde insanoğlunun fıtratı aynıdır. Değişen şey yaptırımlardır ve iletişim araçlarıdır. Sizin yazdığınız devirde belki radyo yaygındı ama tv bu kadar yoktu. Insanların biraz din birazda gelenek ahlakları vardı. Yapılan ölümlü ve olumsuzluklar aylar sonra insanlara ulaşıyordu. Yoklugun etkisiyle insanlar iç içe yaşıyordu. Bunun etkisininde olduğu bir saygı ve sevgi vardı.
YanıtlaSilO dönemde sadece Türkiye değil Avrupa da çok zengin değildi. Savaş sonrasında ancak toparlanıyorlardı. Almanya savaşı kaybetmesine karşın hızlı toparlanmış, dünyanın birçok yerinden işçi almıştı. Sadece Türkiye'den değil Yunanistan'dan, Yugoslavya'da, Romanya'dan.
SilMahfibey boz son 20 yılda yanlış yapmış olabiliriz ama bizim ederimiz bu. 1. Dünya savaşından yenik ayrılan bir ülke bizim cumhuriyet donemi yatırımlarımızı yapıyorsa....
SilMagfi bey sizler o dönemde elit kesimin hayatını yaşadınız, kendi mahallenizdeki ilk okul, lise ve üniversiteye gittiniz, o dönemde köylerde elektrik, su yoktu, köylerde varsa sadece ilkokul vardı
YanıtlaSilHayır bu dedikleriniz elit hayatı dediğiniz hayatı yansıtmıyor. Bunlar zorunlu şeyler. Şimdi köylerde elektrik, su var ama insan kalmadı.
SilMagfi bey o dönemde babalar çocuklarını okutabilmek ve daha iyi şartlarda yaşatmak için zorunluluktan şehirlere geldiler, keyiften gelmediler,
YanıtlaSilBen de aynı şeyleri yazım zaten.
SilTarlada çalışıp köyde yaşamayı az gelişmişlik olarak tanımlandı sanayi Istanbul ve civarına toplandı tersi yapılsaydı tarım teşvik edilseydi TR için daha iyi olurdu.
SilEski Türk filmlerinde izlenen ailesini köyde bırakıp İstanbula iş aramaya gurbete gittiler,
YanıtlaSilSayın Eğilmez, değinmediğiniz bence önemli bir nokta var. Bizler maalesef 1950 lerden beri sağcı - solcu diye bölünmüş idik. İnönü tarafı (solcular), Menderes (Demokrat Parti) tarafı (sağcılar). Bu iki kesim taraf kirliği hala devam ediyor. Darbeler hep sol kesimi (o zaman komünistler denirdi) hizaya getireceğiz diye sol kesimi ezdiler, ancak en çok ağlayan taraf, çile çeken taraf olarak (Menderesçiler) reklamlarını yaptılar. Solcular hep ezildiler ve yok edildiler, darbeler hep sağcıları desteklediler. Bu durum, bölünmüşlüğümüz hala devam ediyor. Sağcılar darbelerin de desteğiyle Tarikatlar, Cemaatler, Dini Vakıflar olarak haddinden fazla güçlendiler ve kontrolden çıktılar. Şimdi iktidarın arkalarında olmasıyla her istediklerini yapabileceklerini, istemediklerini ise yok edebileceklerini düşünüyorlar,
YanıtlaSilSayın Eğilmez sağcılar, Tarikatlar, Cemaatler, Dini Vakıflarda Yönetim zihniyeti yoktur. Bu kesimde "ELEGEÇİRME" zihniyeti vardır. Ele geçirdikleri şeyleri asla bırakmayı düşünmezler. Halbuki YÖNETİM demek bir süre sonra yönetimi başkalarına bırakmak demektir. Ele geçirmek demek ölene kadar yönetmek anlamınadır. Bizler 1960 lardan beri bölünmüş olarak yaşamaya devam ediyoruz.
Keşke sağcı - solcu olarak kalsaydık. Şimdi kaça bölünmüş olduğumuzun envanterini bile çıkaramayız.
SilHocam yazınız okuyunca eskilere gittim, ayni yaşamı 60 lı yıllarda Bursa yaşadım, üniversite bitene kadar ayrılmadım Bursa dan. en büyük zenginliğimiz eğitimde fırsat eşitliği idi, anlattığınız gibi. Teşekkürler canlandırdığınız anılar için, kaleminize sağlık.
YanıtlaSil🙏
SilGelir eşitsizliğinin ve transferinin hiç düşünülmeden yapıldığı, zenginin daha da zengin fakirin umursanmadığı kalan sağlar bizimdir kafasında gidilen bir düzen, nedense 2018 ile başlayan bir ralli gibi artık insanların dayanacak gücü kalmadı, yazınız gerçekten de mükemmel, keşke eskiye dönebilsek dedirtti. emeğinize sağlık.
YanıtlaSil🙏
SilNeden bu hale hem de bu kadar hızlı düştüğümüzü anlamak için Nobel ekonomi ödülünü alan Daron Acemoğlu'nun Ulusların Düşüşü kitabını okumanızı öneririm. O kadar vaktim yok diyorsanız 16. Nahl suresi, 90. ayet'i etrafınızda kimlerin bildiğini bir araştırın...
YanıtlaSilGüzel bir karşılaştırma yapmışsınız. Daron Acemoğlu'nun Ulusların Düşüşü kitabının ana fikri gerçekten şöyle özetlenebilir:
Sil"Adaleti tesis edip zorbalığı engelleyen, geniş kesimleri kalkınmaya dâhil eden kurumlar varsa ulus zenginleşir; bunlar yoksa fakirleşir."
Öte tarafta, sizin de belirttiğiniz gibi Nahl Suresi 90. ayet var. Bu ayetin şu meali (Diyanet Vakfı Meali) her Cuma namazı vaazında tüm camilerde okunuyor:
"Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."
Burada ayetin vurgusu, imkânı olanın önce en yakınındaki ihtiyaç sahibini gözetmesi üzerine. Ancak doğrusu ben de uzun süre, cuma cemaatinin bu ayeti yanlış yorumlayarak "akraba kayırmak ya da iltimas geçmek Allah'ın emridir" gibi algılayabileceği endişesini taşıdım. Bu da beni rahatsız ediyordu.
Acaba siz de mi benzer bir endişeyi dile getiriyorsunuz, yoksa farklı mı düşünüyorsunuz?
Bence ülke halkı olarak çok kalabalığız. sığmıyoruz hiçbir yere boş alan yok boş dediğim bi bölgede bile 1 insana rastlıyorum. coğrafi olarak tehlikeli bir bölgede yaşıyoruz insanımızın kabiletli ve kalabalık olması lazım ki caydırıcı olalım. ama bu kadar büyük bir kalabalığın içi boş ki kalabalık olsak ne yazar insanların büyük bir kısmı cahil kendi tarihini bile bilmeyen insanlarla doluyuz. ahlaksız yolsuzluk torpil kovalayan nerde kurnaz bi yol var ordan gitmeye çalışan bir ülke olduk. umut falan hikaye hocam ne umudu böyle bir ortamda. komplo teorisi gibi gelebilir ancak geldiler yıkıyolar gidecekler.
YanıtlaSilDoğru,talancı istilasına uğramış eski roma gibiyiz.
SilKalabalığız doğru ama nüfusun coğrafyaya yayılımını gösteren grafik şeklinde haritalar var internette Avrupa için. Bunlara bakınca Türkiye kasar büyük ülkede insanın nasıl şehirlere yığıldığını görebilirsiniz. En basitinden Almanya ile kıyaslamak yeterli; eş nüfus.
SilBenzer yazı çoğu ülke için yazılamaz mı? Bu kapitalizmin doğal bir sonucu değil mi?
YanıtlaSilBence iyiye giden ülkeler oldu. Mesela Balkan ülkeleri. Hepsi bizden iyi durumda. Biz çevremizi mahvettik. Kimse bizim kadar bozmadı çevresini.
Silbalkanlarin ve polonyanin iyiye gitmesinin tek sebebi amerikanin destegi. bu ulkeler duzgun yasanilir yerler olursa rusyayla kooperasyon ihtimali az olur. yanlis miyim hocam?
SilMahfi bey, siz bu konularda uzmansınız:
YanıtlaSilTayland ile Kamboçya arasındaki sınır gerilimi bir savaşa dönüşür mü, ve bu savaş "3. Dünya Savaşı"nı tetikler mi?
Görüşünüz nedir?
Bu konularda uzman değilim. Bu konuyu bir uluslararası ilişkiler - uzak doğu uzmanına sormak lazım.
SilMahfi hocam, komşular bir araya geldiğinizde farklı siyasi görüştekiler günlük siyaseti konuşabilir miydiniz? Yoksa siyasetten uzak bir muhabbet mi tercih edilirdi?
YanıtlaSilBabamın arkadaşları bize eşli yemeğe geldiklerinde siyasal ve sosyal durumu tartışırlardı. Ama edebiyattan, sanattan, müzikten, sinemadan sanki daha çok konuşurlardı.
SilÇok duygulandırdı beni yazınız, çocukluk ve gençlik dönemlerimizi ne güzel anlatmışsınız.
YanıtlaSilKızların alındığı dönem de ben de Atatürk Lisesinde okudum, 1979 mezunuyum. O güzel günler 1980’den sonra uçup gitti ve bambaşka bir Türkiye oluştu.
2000 yılından sonra olanlar ise içler acısı! 2002 yılında çocuklarımızın eğitimi için, her şeyi geride bırakıp Amerika’ya yerleştik. Her şeye sıfırdan başladık. Tabi ki çekilen çok çileler oldu ve hep doğrumu yaptık diye eşimle aramızda konuşup durduk. Son 10 yıla kadar hep içimizde bir kuşku vardı, fakat ülkemizdeki çocuklarımızla aynı yaştaki gençlerin yaşadıklarını ve bizim çocukların buradaki emeklerinin karşılıklarını almalarını görünce sonunda doğru yaptığımıza karar verdik.
Biz de misyonumuzu tamaladık, buradan da emekliliklerimizi alacağız, artık ülkemize dönmek istiyoruz, ama yaşananları gördükçe çok üzülüyoruz ve cesaretimiz kırılıyor.
Sizin yazınız bana Türkiye’nin nereden nerelere geldiğini, sevgi-saygı çerçevesindeki insan ilişkilerini nasıl tükettiğimizi gösterdi tekrar.
Çok teşekkürler, sevgiler ve selamlar!
Biz de aynı durumdayız ama nereye nasıl döneceğiz diye düşünüyoruz… :(
Sil🙏
SilAnkara’da Kinyas Kartal kiracımızdı. Süleyman Demirel her ay bir kere Kinyas beyi ziyarete gelirdi. Meclis Başkanlığı yapmış Kinyas bey bazen birkaç ay kirayı ödeyemez, CHP seçmeni olan babam da utanır isteyemezdi. Bir kaç ay sonra ödemediği ayları topluca getirir verirdi. Bu günleri görünce eskilere çok haksızlık etmişiz. Bir sürü yanlışlar yaptılar ama hiç birisi Cumhuriyetin kuruluş değerlerini pazarlık konusu yapmadı.
YanıtlaSilKinyas Kartal, açılış oturumlarına hep başkanlık ederdi çünkü meclisin en yaşlı üyesiydi. Evet dediğiniz çok doğru Cumhuriyet değerleri asla pazarlık masasına konmamıştı.
SilHocam merhaba benim de annem öğretmen okulu mezunu bir ilkokul öğretmeniydi. O dönemleri, her hafta gittikleri yeşilçam filmlerini, o dönemin sevgisini saygısını çok anlatırdı. Eskiden anladığımız kadarıyla baba adamlar vardı, itibara önem veren, dürüstlüğe, emeğe önem veren. Gerçekte bu adamlar/kadınlar nereye gitti. Toplumun değer yargıları bu kadar kolay (kısa sürede) değişir mi? Belki 40-50 yıl uzun süre ama, o öz o maya bu kadar kolay bozulur mu? Belki de inanmak istediğimiz, her şerde bir hayır var gibi; bu günleri görmeli, anlamalı ve geleceği artık daha iyi bilerek daha dikkatli inşa etmemizdir. Umarım çok geç kalmamışızdır/kalmayız. Bir de iyi ki varsınız hocam!
YanıtlaSilMaalesef çok geç kaldık. Umarım arayı kapatabiliriz. Sevgiler.
SilSayın hocam, yazı o kadar güzel ama bir o kadar hasretle okunacak cinsten; okusak yürek kaldırmıyor, okumasak gönül razı değil.
YanıtlaSilYan not olarak kendimden şunu ekleyim. Yıllarca Kolej den Kızılay a yürüdüm okul sonrası; Adakale sokak gibi güzel bir isimli sokak ismini fark etmemişim. Tarihimizle ilişkili çok güzel sokak isimlerinin olduğu bir bölge.
Saygılarımla
Adakale Sokağa yıllar sonra gittiğimde o güzelim sokağın kişiliksiz, beton yığını tipik bir Türkiye sokağına dönüşmüş olması beni o kadar üzmüştü ki bir daha hiç gitmedim. Aynı durum Pendik için de geçerli. O güzelim sayfiye kasabası Pendik, iğrenç bir beton yığınına dönüştü.
SilSayin hocam, 60'li yillarin sonunda Namik Kemal Mahallesi 2. caddede oturduk. Yaz aksamlari bazen Atatürk bulvarina yürüyüse cikardik. Bu yürüyüslerde bazen rahemtli Ismet Inönü ile Mevhibe hanima rastlardik. Sihhiye Orduevinin karsisindan o zaman ki Yüksel Palas'in önünden Kizilaya dogru yürürlerdi. Karsi tarafta Kizilay yönüne dogru arabalari da onlari takip ederdi. Izmir Yün'ün hemen yanindaki Renault Mais bayiinde sergilenen arabayi seyredelerdi, halkla selamlasarak Zafer Meydanina kadar gelirler oradan karsiya gecer kendilerini bekleyen arabalarina binip Cankaya ya dogru giderlerdi. Kurtulus savasi kahramani, Cumhuriyetin kurucularindan, Türkiyenin ikinci adamini ne bir koruma ordusu korur ne de bir arac konvoyu takip ederdi. Bu büyük insanlari cok özlüyorum....
YanıtlaSilBiz de Cuma akşamları ailece Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerine giderdik. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım konser başlamasına 15 dakika kala gelirlerdi ve ön sıradaki yerlerine otururlardı. Korumaları falan yoktu. Alkışlara başlarını eğerek selam verir, yerlerine otururlardı.
SilMahfi Hocam, yazınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSil🙏
SilHer zaman olduğu gibi harika bir yazı olmuş.Sevgili hocam;çok ciddi bir kültürel yozlaşma içinde farklı bir toplum ortaya çıktı.Her yanımız hoyrat insanlarla doldu.Nasil olacak gelecek ,ne yazmalıyız bilemiyoruz .Bunlara ilişkin görüş ya da tavsiyeniz var mi
YanıtlaSil🙏 Keşke olabilse.
Silinsan 25 yaşında ölür 75 yaşında gömülür demiş tartovski. herkesin en mutlu anılarının çocukluk ve gençlik günleri olması tesadüf değil.
YanıtlaSil80 darbesinde çocuktum. İlkokula yeni başlamıştım. Jandarmalar köy yollarını kapatmış köylüler bahçelerine gidemiyordu. Mahsul ortada kalmıştı. Sonra izinle bahçelerine gidebildiler. Bense o dönemde yaşanan öğretmen kıyımından nasibimi aldım. Ortaokul ve lisede çoğu dersimiz boş geçti çoğuna ilkokul öğretmenleri girdi. Dolayısıyla üniversitede yetersiz eğitimden düşük puan aldım. Anadoluda küçük bir üniversitede işletme okudum. Sonra banka sınavı akabinde banka özellesecek diye maliyeye geçiş. Kafam biraz iktisat işletme mali konularına çalışıyor 😊😊. Memuriyetten 2 senedir aldığım maaşla zor geçirirdim evim kira olsa. O kadar çok enflasyonu hissediyorum ki asgari ücretli insanlar nasıl ev geçiştiriyorum, nasıl et süt ürünü alabiliyor! Yetersiz beslenme de benim darbede aldığım öğretmen eksikliği gibi yetersiz insan yapıyor. Kafası açlıktan çalışmayan insan ordusu. Buna rağmen çoğalmaya devam ediyor...Eskiden karnım toktu beynim açtı şimdi her 2side aç..sevgiler
YanıtlaSilMahfi hocam üzdün beni, kahroldum.. bitti o ülke bitirdiler..
YanıtlaSilBen sadece duygularınıza tercüman oldum.
SilMahfi hocam çok teşekkürler, o bölgenin 70-90 arasını yaşadım ben. Yüksel caddesinde pastanemiz vardı. Ankara Kız Lisesi sonra odtü 90 yılında istanbul'a geldim. Ankara'dan sonra istanbul saldırgan ve ürkütücü gelmişti. Yine de umudumuz vardı. Halen Ankara'ya gittiğimde o sokakları gezerim. Fakat Kızılay, o bölge çok kötü dönüştü. Başlangıçtaki planlama ilkeleri uygulanmadı. Tüm Türkiye'de olduğu gibi planlamanın temeli rant kavgası oldu. Yorumlarda bahsedilmiş, tarım ve yerel kalkınma ihmal edildi, yolsuzluk üzerine kurulu kalınma ve yanlış yatırımlar, dinin alet edilmesiyle bugünkü korkunç duruma geldik. Umudu yitirmesek de yorgunluk çöküyor hocam. Zihninize, ruhunuza, bedenize sağlık, ömrünüze bereket.
YanıtlaSilSağ olun.
SilEvet maalesef çok bozuldu o eski yapılar ve mimari. Ankara'ya gidiyoruz Kızılay ve çevresi facia, İstanbul'a geliyoruz Beyoğlu perişan. Ne Paris, ne Roma, ne Madrid böyle bir facia yaşamadı. Londra son yıllarda epey bir değişmiş olsa da merkezi Londra'ya dokunmak mümkün değil. Bizden başka değer bilmeyen yok.
Sultanahmet kaldı hocam.
SilO bile 30 yıl önceki gibi değil.
Sil1453 yılında girilmiş 2025 yılında hala yerleşilememiş şehir, heryer inşaat.
SilÜniversite öğrenciliğini anlattığınız sokaklarda geçirmiş biri olarak okuduğumda taşlaşmış yüreğim yumuşacık oldu.Bu son yirmi yıl özellikle katılaştırdı beni öfke doluyum. Hocam toplumsal olayları ve sonuçlarını ekonomik olarak analiz eden biri olarak dönüş var mı yazınızdaki Türkiye'ye? Ahlaklı bir ülkeye dönüş çünkü en çok ahlakımızı yitirdik galiba sağlıkla kalın değerli hoca
YanıtlaSil🙏
SilBenim çocukluğum ve ergenlik dönemim sizinkine çok benziyor. Subay babam ve öğretmen annenin oğlu olarak 1960’ların Ankara’sında büyüdüm. 40 yıldır ABD’de yaşıyorum. Öğretim üyeliğinden emekliyim. Son 20 yıldaki politik, ekonomik ve ahlaki çöküşü kahrolarak sürekli takip ettiğim memlekete ziyarete bile gitmek istemiyorum. Türkiye gerçekten bir “failed state” durumuna gelmiş. Bizi eskilere götürdüğünüz için teşekkür ederim. Saygılar.
YanıtlaSil🙏
SilHocam çok güzel nostaljik bir yazı olmuş, elinize sağlık. Yalnız, bir noktaya takıldım. Yazıda kötü günler olarak askeri darbelerden bahsetmişsiniz, ki 1997'deki post-modern darbeyi de sayarsak 4 darbe yaşamışsınız. Ancak, yanlış hatırlıyorsam beni düzeltin, başka bir yazı veya yorumunuzda Türkiye'nin bugünkü duruma düşmesinin başlıca nedeni olarak da askerin demokrasi ve hukuk düzeni üzerindeki koruyucu kalkanının kaldırılmasını göstermiştiniz. Bu biraz çelişkili bir pozisyon değil mi?
YanıtlaSilHayır değil. Onu birkaç kez açıkladım. Orada sözünü ettiğim ayakta tutma darbelerle alakalı değildi. Disiplini, sağlam, Atatürkçü bir ordunun varlığıydı. Yoksa sisteme en büyük zararı verenlerden birisi de ordunun yaptığı darbeler oldu. Bu soğuk savaşa benzer. Dünyanın kapitalizmi dengelemesinin onun vahşileşmesini engelleyen şey aslında soğuk savaştı. Küreselleşmeyle birlikte kapitalizm kural tanımaz bir hale dönüşünce her şey bozuldu. Onun gibi. Ordu o haliyle hiçbir şey yapmadan dursaydı devletin birçok kurumu da sağlam kalacaktı diye düşünüyorum.
SilOkuduğuma göre; Türkiye’de Otuz Bin Profesör varmış, bir o kadar da Asistan, dünyanın başka tarafında böyle altın orantı kuralı var mı, bilemiyorum.
YanıtlaSilSon duruma göre Türkiye'de 36 bin profesör var. Önemli olan nicelik değil niteliktir. Niteliği artırmadığımız sürece sayının artması anlam ifade etmiyor.
SilPsikolojide gecmisi romantize etmek diye bir kavram vardir, hoca maalesef bu kavrami kanitlar gibi. Bugünkü Türkiye her bakimdan cok kötü yönetiliyo dogru. Ama hocanin yazisina bakinca sanki Türkiye eskiden Isvicre gibiymis diye düsünüyor insan. Halbuki gecen hafta hoca sunu yazmisti „… O zamanın memur maaşları ancak geçinebilmeye yeterliydi….“. Neyse üzmeyelim hocayi, yazdigi bu kadar dogrularin hatirina…
YanıtlaSilHiçbir zaman eski Türkiye İsviçre gibiydi demedim. Ama şunu çok açık söyleyebilirim 1960'ların Türkiye'si nitelik açısından İsviçre'ye bugünkünden çok daha yakındı. Bugün nicelik açısından İsviçre'ye yaklaşıyor olsak nitelik açısından hızla orta doğuya dönüşüyoruz.
SilMahfi bey merhaba instagramda bizli_gecmis_zaman profilimde sıkça Adakale sokaktan bahsederim. Sizden sonra biz de aynı sokakta oturduk. Hatıralarınızı paylaştığınız için cok tesekkur ederim. Acaba sokağın o zamanki halinin fotografları var mı sizde?
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Maalesef yok.
SilÜniversitedeki bir hocamız Türkiye'de darbe frekansı yaklaşık 20 yıldır derdi. Umarım başka darbeler görmez çocuklarımız.
YanıtlaSilBir de görüşü ne olursa olsun saygı duymak zor, birbirini tehdit olarak görmek kolay geliyor.
Askeri darbeler devri bitti.
SilSaygıdeğer Üstadım, insan yaşlandıkça geçmişi daha çok hatırlıyor yenileri unuturken :) yeniler de böyle huzursuz ayak sendromu gibiyken daha da gelecekte kimbilir bizleri neler bekliyor.. Teknoloji ahlaki yozlaşmayı artırdığı ve kapitalist kültürün yaygınlaşmasına sebebiyet verdiği için gün geldiğinde bugünler bile aranır hale gelecek ne yazık ki.. sağlıcakla hocam.
YanıtlaSil🙏
SilHey gidi Mahfi kardeşim. Bir de birlikte maliye bakanlığında gelirler genel müdür yardımcılığı yaptığımız günleri yaz bakalım durum nasıldı?
YanıtlaSilİsminizi yazarsanız sevinirim.
SilHalit Demir
SilBen o günleri Light Günlük'te yazdım. Yazarken eleştirilerim fazlaydı ama şimdi bugünleri gördükten sonra o eleştirilerim neredeyse tamamen silindi.
Silellerinize sağlık Mahfi bey.
YanıtlaSilBen de 1970'ler Ankara'sında Aydınlıkevler/Türkiş Bloklarında büyüdüm. Mahalle mektebi, Ankara Koleji ve Mülkiye'de okudum. Anlattığınız toplum dokusu 1970'lerde de birebir aynıydı. Sadece sağ-sol klikleşmesi maalesef daha belirgin hale gelmişti. Yazınız her zamanki gibi isabetli tespit ve yorumlarla dolu. Ama şu cümleniz son derece net vurucu bir özet niteliğinde: "Biz asıl olarak ahlâkı, birbirimize olan saygıyı ve sevgiyi kaybettik"
Maalesef öyle.
SilAğlattın beni hocam ...... Bursa dan selamlar....
YanıtlaSilSevgiler.
Silİşte Adakale sokağındayım ve birden
YanıtlaSilbenim işte dünya kadar güzel ağzın artık
durup bir yıkık aşk dedim İlhan Berk bir yıkık
aşk şimdi o şiirlerde senden kalan ancak
öyle güzel sürükleyici yazmışsınız ki, hele ki Ankara'yı çok sevmeyen ben dahi Atatürk Bulvarını, Tunalı Hilmi'yi, Mithat Paşa'yı nasıl özledim
YanıtlaSil🙏
SilKaleminize sağlık hocam, gözümden yaşlar süzülerek okudum.. 24 yaşında biri olarak sürekli umutla bakmaya çalışıyorum, çevremdekileri de umutlandırmaya çalışıyorum ama maalesef itiraf etmem gerekiyor ki çok üzülüyorum ülkem için, korkuyorum. Bir şeyler yapılıyor ama sadece göstermelik gibi, kalıcı gerçekten bir şeyleri kökten düzenleyecek hiçbir adım göremiyorum. Umarım bir mucize olur ve ülkemiz, insanımız kendine gelir çünkü başka Türkiye yok..
YanıtlaSilHaklısınız.
SilÜstad, ne oldu bize!!!
YanıtlaSilBen sizden 30 yıl sonra, benzer bir senaryoda (Mimar Kemal Ilkokulu 82 kisilik sınıf, Esat ta bir ev, sürekli oyun ve sosyal ortam, meclis başkanı oğlu-milletvekili oğlu ve bütün apartman gorevlilerinin çocukları ile) büyüdüm. Neredeyse birebir aynı, meyve ağaçlarından faydalanma kısmını da ekleyebiliriz üzerine hatta. Topyekün ve global seviyede bütün bu koşullar değişti artık, bundan sonra da devamı gelecek ve galiba bizim dedelerimizle olan akran uyumsuzluğu bizim için çok daha büyük seviyede olacak.
YanıtlaSilGururlu, tertemiz, çocuklarını düzgün büyütebilme üzerine hayat kurmuş babalarımız-dedelerimize müteşekkiriz, ülkenin geneline aynı prensipleri ve omurgayı yerleştirememiş sorumlulara (politika mesleğindekiler, uyanıklar, kendilerini akıllı kabul edip kural kaide ile yaşayanlara "saf" etiketi koyanlara) kırgınız.
95 yılında bir iç anadolu şehrinde doğdum. 2000'lerin başlarında bir çocuk olarak günlük yaşamım ve mevcut ortam üç aşağı beş yukarı aynı şekildeydi. Günümüzdeki değişimde ekonomi dışında teknolojinin de çok etkili olduğunu düşünüyorum.
YanıtlaSil