Kuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye

1971 Nobel ekonomi ödülü sahibi iktisatçı Simon Kuznets (1901 – 1985) 1950’lerde Kuznets Eğrisi Hipotezi olarak anılan bir görüş ortaya atmıştı. Bu görüşe göre ekonomi gelişmeye devam ettikçe piyasa güçleri sisteme egemen olmaya başlar ve sonuçta ekonomik eşitsizlik azalır.[1]

Bu hipotez şöyle bir şekille gösterilebilir:

Kuznets Eğrisi Hipotezi açısından eşitsizlik (Inequality - In) gelir dağılımı ölçüsü olarak kullanılan Gini katsayısıyla ölçülür. Gini katsayısı, gelir dağılımı adaletini ölçmekte kullanılan bir katsayıdır. 0 ile 1 arasında değişir. Katsayı sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımı adaleti yükselir, 1’e yaklaştıkça eşitlikten uzaklaşır. Yine bu hipotez açısından ekonomik gelişme de kişi başına gelir (per capita income - PCI) düzeyindeki değişimle ölçülür. Hipoteze göre kişi başına gelir arttıkça (şekilde PC1'den PC2'ye ilerledikçe) eşitsizlik azalır (şekilde In1'den In2'ye iniş.) Y noktası, X noktasına göre refahın arttığı ve eşitsizliğin azaldığı bir noktadır.

Kuznets bu hipotezi ortaya koyduğu (1 numaralı dip notta yer verdiğimiz) makalesinde bu tezden emin olmadığını, hatta bunun bir anlamda temenni (wishful thinking) olduğunu samimiyetle vurgulamıştır.   

Zaman içinde çeşitli ülkeler üzerinde yapılan gözlemler Kuznets Eğrisi Hipotezinin ortaya koyduğu iddiayı ya da temenniyi doğrulamamıştır. Hatta tam tersine ekonomiler geliştikçe gelir dağılımı daha da bozulmuş ya da değişmeden kalmıştır.

Thomas Piketty, Kuznets Eğrisi Hipotezinin geçerli olmadığını, hiçbir yerde ekonomik gelişmenin kendiliğinden gelir dağılımı eşitsizliğini azaltmadığını kanıtlamıştır.[2]

Hipotezin Türkiye’de geçerliliğini görebilmek açısından ekteki tabloda yer alan verileri kullanarak Türkiye için geçerli bir Kuznets Eğrisi grafiği çizelim. Dikey eksende eşitliği temsilen Türkiye için hesaplanan Gini Katsayısı (In), yatay eksende de yine Türkiye için USD cinsinden hesaplanan kişi başına gelir (PCI) yer alıyor. Kuznets Eğrisi Hipotezinin doğrulanması demek kırmızıyla çizilen eğilim çizgisinin aşağıya doğru gitmesi demektir. 

Türkiye için burada yaptığımız analiz de Piketty’nin tespitinin Türkiye için de doğru olduğunu, Kuznets Eğrisi Hipotezinin Türkiye için de geçerli olmadığını bir başka ifadeyle Türkiye’de ekonomik gelişmenin gelir dağılımına olumlu hiçbir katkısının olmadığını göstermiş bulunuyor.

Piketty’nin çalışması ve diğer çalışmalar ekonomilerin geliştikçe gelir dağılımı adaletinin daha da bozulduğunu ve en kötüsü de orta sınıfın giderek zayıfladığını ortaya koyuyor. Bunu biz Türkiye’de somut olarak yaşıyoruz. Son on yılda gelir dağılımındaki gelişmeye bakarsak gelirden en yüksek pay alan yüzde 20 nüfusun (P80) elde ettiği gelirle, en düşük pay alan yüzde 20 nüfusun (P20) elde ettiği pay arasındaki farkın küçülmek bir yana açıldığını görüyoruz (Aşağıdaki grafik TÜİK’in Gelir Dağılımı İstatistiklerindeki veriler kullanılarak tarafımızdan hazırlanmıştır.)


Grafikten ve özellikle kırmızı kesikli eğilim çizgisinden görüleceği gibi en zenginle en yoksul grup arasındaki fark kapanmak bir yana açılmaktadır. Orta sınıfın sayıca az bir bölümü yukarı sınıfa, çok daha büyük bölümü da alt sınıflara dağılmakta ve orta sınıf yavaş yavaş yok olmaktadır. Oysa orta sınıf bir toplumun en önemli sınıfıdır. Bunun ilk tespit edip açıklayanlardan birisi Aristoteles’tir. Aristoteles Politika adlı eserinde orta sınıfı demokrasinin temeli olarak tanımlar ve orta sınıfın güçlü olmasının demokrasinin sağlam olmasına katkı yapacağını savunur.[3] Bu düşünce Aristoteles’ten sonra demokrasi düşüncesinin de temelinde yer almıştır. Dolayısıyla orta sınıfın yok olması bir ülkede demokrasinin tehlikeye girmesine yol açabilir. O nedenle ne yapıp edip orta sınıfı yerinde ve sağlam tutmak gerekir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ekonomideki gelişmeyle, kişi başına gelirin artmasıyla gelir dağılımı eşitliği arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Gelir dağılımını düzeltmek, ekonomik gelişmeye bırakılacak bir iş değildir. Orta sınıfın yok olmasını ve demokrasinin aşırı uçlara kaymasını önlemenin yolu; ücret geliri elde edenleri, kendi işini kurmuş olanları, kısaca orta sınıfı koruyucu bir devlet politikasını uygulayarak gelir dağılımını düzeltmekten geçer.


Ek: Türkiye’de Kişi Başına Gelirin ve Gini Katsayısının Gelişimi (Tablodaki veriler için kaynak: TÜİK GSYH hesapları ve TÜİK Gelir Dağılımı İstatistikleri) 




[1] Simon Kuznets, Economic Growth and Income Inequality, American Economic Review, Volume XLV, March 1955, Number One.

[2] Thomas Piketty, Yirmi birinci Yüzyılda Kapital (Çeviren: Hande Koçak), T. Niş Bankası Kültür Yayınları, 2014.

[3] Aristoteles, Politika (Çeviren: Mete Tunçay), Remzi Kitabevi yayınları, 2014



Yorumlar

  1. Hocam, 2 nolu grafikte 2021-2022'de P20'de ne olduğu için grafikte bir dalgalanma olmuştur? Siz nasıl yorumluyorsunuz? Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Coronavirüs üst gelir gruplarını daha fazla vurdu.

      Sil
  2. Değerli Mahfi Hocam,

    Yine kıymetli bir konuyu biz okuyucularınız için sade ve anlaşılır şekilde anlatmışsınız.Ben yeni mezun bir iktisat(ingilizce) bölümü öğrencisi olarak yaklaşık 4 senedir yazılarınızı takip ediyorum ve bu konuda her hafta konular hakkında farklı bir bakış açısı kazandığımı düşünüyorum sizin gibi değerli ve tecrübeli insanların her daim devletin etkin ve önemli mekanizmalarında bulunmuş olması biz gençler için de büyük bir şans oluyor teşekkürlerr...

    YanıtlaSil
  3. Hocam, referans kişi bulmanın zor olduğu bugünlerde, sizi ekonomiyi yorumlama konusunda bir referans olarak alıyorum genelde, vaktinizi ayırıp bizlerle paylaştığını için teşekkürler. Grafikleri okuduğumda, 3 nolu grafikle ilgili 2 sorum olacak; 1) 2018, 2015'den itibaren GINI katsayısının 0,4'den son küçük olduğu yıl olarak görünüyor, özel bir sebebi var mıdır? 2) Grafiğin 2015'den itibaren 7.4-8 arasında dalgalı olması normal kabul edebilir miyiz? Dünya standartlarını ne olarak düşünmeliyiz? 3) Asgari ücretli çalışan sayısı ve 500+ $ üstü olması genel duruma nasıl yansıyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.
      (1) 2018 yılında biliyorsunuz başkanlık seçimi yapıldı ve düşük gelirlilere zamlar yapıldı. Onun etkisiyle Gini katsayısı düzelmiş göründü.
      (2) Aslında grafik hep dalgalı, asgari ücrete ve genel olarak ücretlere yapılan zamlara veya yapılmayan zamlara göre dalgalanıyor. 2021den itibaren 2 yıl durulmasının nedeni de Covid Pandemisinin yarattığı durgunluk. Bu gibi krizlerde yüksek gelirlilerin kaybı daha çok olduğu için gelir dağılımı da düzelir görünür.
      (3) Asgari ücretli sayısının çoğalması gelir dağılımının bozuk olduğunu ve orta sınıfın eridiğini gösteriyor.

      Sil
  4. Merhaba Mahfi hocam normal şartlarda bir yerde vergi arttırımı ve transfer harcamaları yoluyla gelir dağılımı sağlanmaya çalışıldığında çok uluslu büyük şirketler ülkeden çıkıp daha ucuz üretim yapacakaları yerlere üretimlerini kaydırıyorlar. Hem bu şirketlerin ülkeden çıkmasını önleyip hem de gelir dağılımını daha iyi seviyelere getirmek mümkün mü?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunun tek yolu bütün dünyada bu konuda işbirliği yapılması ki bu da mümkün değil.

      Sil
  5. hocam merhabalar. ilk önce yazınız için çok teşekkür ederim. yazıdan bağımsız olarak bir şey sormak istiyorum hocam. Özel üniversiteler bazında bir soru soracağım hocam. Kimse Tüfeyi baz alarak zam yapmadı hocam. Çoğu %80-90 ortalama zam yaptılar. Niye kimse Tüfeyi dikkate almıyor? İş zama gelince seve seve Tüfeyi dikkate alıyorlar ama hocam?

    YanıtlaSil
  6. Hocam okudum pek bir şey anlamadım ama bence haklısınız. 😃

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İş maaş zammına gelince diyecektim. yani mal ve hizmetlere yapılan zamlar %80-90 ama maaşlara gelince Tüfeyi referans alıyorlar. Özür dilerim :)

      Sil
    2. 😀 Evet bu biraz teknik bir konu ve ancak bu kadar basitleştirilebiliyor.

      Sil
    3. Özetin özeti:
      Ekonomik büyüme, gelir eşitsizliğini kendiliğinden azaltmaz; adil gelir dağılımı için devletin aktif politikalar uygulaması gerekir.

      Sil
  7. Hocam kişi başına gelir usd açlık sınırına yakın ,yoksulluk sınırına çok uzak halk sefaletin sorumluluğunu taşıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kişi başına geliri kullanıyoruz çünkü elde başka bir ölçü yok. Ama bu da iyi bir ölçü değil. Aslında ülkede kişi başına gelir gerçekten herkes için öyle olsa hiç fena olmaz. Ama bunların içinde milyon dolar kazanan da var 300 dolar kazanan da (yıllık olarak). Biz hepsinin ortalamasını9 alınca sanki herkes 13 bin dolar yıllık gelir elde ediyor gibi oluyor.

      Sil
  8. Tarihçi & Akademisyen Stephen Kotkin'in yazdığı "Stalin biyografi serisi"nin ilk iki cildi yayınlandı, Türkçe'ye de çevrildi.

    Kendisiyle yapılan röportajı izlemek için:

    https://www.youtube.com/watch?v=YMfd3EoHfPI

    Süre:
    2 saat 14 dakika

    Bu uzun röportajın bazı konu başlıkları şunlar:

    • SSCB'nin ilk yıllarında milyonlarca sovyet vatandaşı, Stalin'i niçin destekledi?

    • Stalin'in gizli polis örgütünün kuruluş aşamasında neler yaşandı?

    • Stalin'e sadık olan kişiler, Stalin'in onları öldürmesine nasıl rıza gösterebildi?

    • Niçin Stalin'i öldürmeye teşebbüs eden birileri çıkmadı?

    • Çin'i fakirlikten kurtaran şey, "komünizm" değildi.

    • Çin, Sovyetlerle bağını ne zaman kopardı?

    • Günümüz entelektüelleri, Marksizm'e niçin çok fazla sempati duyuyor?

    • "Solcular"ın 100 yıldır devam eden iç savaşı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. neoliberal kapitalizm çöktüğü için sempati duyuyorlar

      Sil
  9. "Bir ülke ekonomik olarak geliştikçe, başlangıçta gelir dağılımı bozulur (eşitsizlik artar), ancak daha sonra bu eşitsizlik azalır."

    Hocam belkide başlangıctayız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki bu sadece bizim için değil gelişmiş ülkeler için de doğru çıkmıyor.

      Sil
  10. Joseph Stiglitz, Nobel ödüllü bir iktisatçı olarak gelir dağılımı adaletsizliği, eşitsizlik ve devlet müdahalesi konularında çok sayıda çalışma yapmış ve Kuznets eğrisi gibi klasik varsayımları açıkça eleştirmiştir.

    Stiglitz’in bu konudaki temel görüşleri:

    1. “Eşitsizlik ekonomik büyümenin doğal bir sonucu değildir.”

    Stiglitz’e göre:

    “Eşitsizlik, piyasanın doğal sonucu değil, kötü politikaların ve bozulmuş kurumların ürünüdür.”

    Yani ekonomik büyüme, otomatik olarak gelir eşitliği getirmez. Aksine, kontrol edilmezse eşitsizlik daha da artabilir. Bu, Kuznets eğrisine doğrudan bir eleştiridir. Çünkü Kuznets, büyümenin bir aşamasında eşitsizliğin azalacağını varsaymıştı.

    2. Devlet müdahalesi şarttır.

    Stiglitz, devleti sadece ekonomik düzenleyici değil, aynı zamanda sosyal dengeleyici olarak da görür:

    Yüksek gelir gruplarından daha fazla vergi alınması (progresif vergilendirme),

    Eğitim, sağlık ve konut gibi alanlarda eşit hizmet sunulması,

    Yoksullukla mücadele eden sosyal yardımların güçlendirilmesi gerektiğini savunur.

    “Sadece gelir dağılımı değil, fırsat eşitliği de bozulmuştur. Devlet bu adaletsizliği düzeltmek zorundadır.”

    3. Aşırı eşitsizlik, demokrasiyi tehdit eder.

    Stiglitz, gelir uçurumunun sadece ekonomik değil, siyasal sonuçları olduğuna dikkat çeker:

    Orta sınıfın erimesi, toplumsal istikrarsızlık doğurur.

    Aşırı zenginlerin siyaset üzerindeki etkisi artar.

    Demokratik sistem, "para gücünün egemenliğine" dönüşebilir.

    Bu görüş, senin önceki metninde geçen “orta sınıfı korumak gerekir, yoksa demokrasi uçlara kayar” fikriyle birebir örtüşür.

    Stiglitz’in bu konuları detaylıca ele aldığı bazı önemli eserleri:

    “The Price of Inequality” (Eşitsizliğin Bedeli):
    Eşitsizliğin nasıl ekonomi ve toplumu çökerttiğini anlatır.

    “People, Power, and Profits” (İnsanlar, Güç ve Kâr):
    Demokrasi ile kapitalizm arasındaki gerilimi ve çözüm yollarını tartışır.

    Stiglitz’e göre Kuznets eğrisi gerçekçi değil, eşitsizlik kendiliğinden azalmaz.Devletin rolü aktif müdahale şarttır; piyasaya bırakmak yıkıcıdır,orta sınıf korunmalıdır, çünkü demokrasinin temelidir. Demokrasi eşitsizlik artarsa yozlaşır ve kutuplaşma olur .

    YanıtlaSil
  11. Simon Kuznets’in hipotezi, büyük ölçüde sanayileşmenin ilk evrelerinde tarım sektöründen sanayiye geçiş sürecine bağlı olarak artan gelir eşitsizliğinin, sanayileşmenin olgunlaşması ve refah devletinin gelişmesiyle azalacağı varsayımına dayanır. Anakronik bir genel teoriye dönüştürmemek daha isabetli olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşin ilginç yanı GSYH hesaplarını ilk yapan kendisidir ve elde ettiği sonuçlar tezini doğrulamamıştır.

      Sil
  12. Mevcut muhalefet gibi saldırmadan , saygılı bir şekilde eleştirinizi yapmışsınız hocam.Ne güzel. Bu şekilde yapılan yapıcı eleştiriler başımızla beraber.

    YanıtlaSil
  13. Emeğinize sağlık Mahfi Bey, teşekkürler. Gelir eşitsizliği çok önemli olmakla birlikte, asıl odak noktasının servet eşitsizliği olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü servetin reel değerindeki büyüme hızı, gelirin reel değerindeki büyüme hızından daha yüksek. Bunu hem kendi modellerimde tespit ettim hem de bu konuda zaten güçlü bir akademik literatür mevcut.
    Ayrıca, gelir seviyesi arttıkça zamanla nüfus demografisi de değişmekte. Özellikle emekli olup geliri düşen bireylerin sayısı giderek artarken, tam zamanlı olarak iş gücüne aktif katılım yaşı da yükseliyor.
    Bu bağlamda, kişi başına gelir (income per capita) yerine; iş gücüne aktif katılanların kişi başına gelirine göre sınırlandırılmış bir Kuznets eğrisi veya Gini katsayısı hesaplaması yapmak daha isabetli olmaz mı?
    Berlin'den saygı ve selamlarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dediğinizi yaparsak sadece işgücüne katılanlar arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğini belirlemiş olmaz mıyız?

      Sil
    2. Evet, bence bu tür "tam zamanlı çalışanlar arasındaki ücret dağılımı" gibi bir analiz, toplam servet ve gelir eşitsizliği ölçümleriyle birlikte kullanıldığında, eşitsizliğin kaynağını daha sağlıklı şekilde ayrıştırmaya yardımcı olacağı kanaatindeyim.

      Sil
  14. Mahfi hocam, bence ekonomik eşitsizlik konusu ekonomi biliminin içindeki teorilerle açıklanmaktan ziyade sosyoloji ve coğrafya bilimiyle açıklanmalı. Sizin de gösterdiğiniz gibi hiçbir teori bu konuya bir açıklama getiremiyor. Şu anda inşaat işçileri hakettikleri gibi yüksek ücretler alıyorlar. Orta sınıf akıllı olursa ve politikalar da buna uygun olursa orta sınıf gücünü korur. Ancak Türkiyedeki gibi mesela avukat ve mimarlık öğretmenlik gibi meslekler artık kotasını doldurmuş durumda. Ve eğer orta sınıf çocuklar bu bölümleri okurlarsa piyasada ezilirler ve eşitsizlik artar ayrıca zaten politikalar da onları korumayacaktır.

    YanıtlaSil
  15. Murat Bozdoğan29 Temmuz 2025 20:18

    Merhaba Hocam,
    Anladığım kadarıyla servet transferi yerine insanların kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak politikalar öneriyorsunuz. Bir nevi balık verme, balık tutmayı öğret diyorsunuz. Ben de açıkçası çalışmış çabalamış kendi imkanları ile zengin olmuş kişileri yolup hiç bir çaba göstermeden her şeyi başkalarından bekleyen asalaklara verilmesine karşıyım. Dönüp dolaşıp popülist politikalara geliyoruz. EYT, seçim zamanı verilen avantalar vb. Mevcut demokratik sistemin revize edilme zamanı geldi. Tüm halka oy kullandırmak hata. Sadece belirli niteliklere sahip kişilerin oy verebileceği bir seçim sistemi üzerinde kafa yorulmalı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu gerçekten Murat Bozdoğan mı?

      Sil
    2. Öneri çok mantıklı. Pusulanın altına basit bir matematik işlemi sorulup cevabı doğru ise oy işleme alınmalı..

      Sil
    3. Murat Bozdoğan30 Temmuz 2025 14:24

      Mahfi Eğilmez29 Temmuz 2025 22:14 Hayır hocam, ilk yorum bana ait değil. Maalesef bir kaç haftadır birisi benim yorumlarıma salça olup duruyor. Ne zaman sıkılıp vazgeçecek bilmiyorum.

      Sil
  16. Serbest piyasa için geriye dönüp ,bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler realitesi geçerliligini koruyor.Pasta büyüdükçe toplum katmanlarının aldıgı pay oranı degişmedikçe-siyasette devrim olmadıgı için- katmanlar arasındaki farkın artması gayet dogal .Adil düzen kurulması demokrasi içinde mümkün olmadıgından ve dünya siyasetinde egemenlerinde böyle bir dertleri olmadıgı için üsttekilerle alttakiler arasındaki fark giderek açılacaktır sonuç fakirlik paylaştırılır zenginlik asla

    YanıtlaSil
  17. Hocam küresel ekonomi kripto paralar sayesinde kayıt dışılığa teslim mi oluyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sadece onlar değil ama bu, bütün dünyada yayınlaşan bir eğilim. En temel nedeni insanlar verdikleri vergilerin doğru yerlere harcanmadığı görüşündeler.

      Sil
  18. Mahfi hocam, "hiçbir diktatörlük orta sınıfa yaşam hakkı tanımaz" diyebilir miyiz? Açıkçası bunun aksine bir örnek gelmiyor da aklıma.

    YanıtlaSil
  19. Tüm ekonomik yaklaşımların mevcut küresel sistem özelinde dönüp dolaşıp bağlandığı tek nokta "ÜRETMEK" gerçeğidir. Bunu mal üretmek, hizmet üretmek, sanat üretmek, fikir üretmek şeklinde çeşitlendirebilirsiniz. Bu seçim değil, zorunluluktur. Bir ülkede gelir dağılımı dediğimiz kavramı incelerken öncelikle o ülkenin gelirini dağıtacağınız kitlenin üretkenlik değişkenini ele almak zorundasınız. Üretmeyen daima tüketme odaklı bir kitleyi, geliri konfor getirici seviyede dağıtmak suretiyle refaha ulaştırırsanız bu ülkesel olarak uzun vadede çöküş demek olacaktır. Geliri ile mutlu olan, belli bir standartta refah içinde yaşayan bir halk, ülkesini bir yerden bir yere taşıyamayacak nesiller boş şekilde var olup yaşamını tamamlayarak yok olacaktır. Çalışan, üreten, emek veren ve dolayısı ile günün sonunda bunun doğal bir sonucu olarak gelirini arttıran insanların üretkenlikten, emekten, çalışmaktan uzak zihniyetlerin kurtarıcısı olduğu bir düzen de, yine zamanla ülkesel bir çöküşe sebebiyet verecektir. Bu ülkede en hızlı şekilde hayata geçirilmesi gereken sistem halkın üretken bir kitleye dönüştürülmesi olacaktır. Mevcut Dünya düzeni (kapitalist sistem) esasında "ülke" kavramı altında bir nevi şirketlere bölünmüştür. İçinde yaşayan halkta bu şirketlerin çalışanları gibidir. Ne kadar üretip diğer ülkelere yani şirketlere satabilirse o kadar değerli ve dolayısı ile güçlü hale gelir. Bırakın gelir dağılımının artmasını maaşlı sistemin bile bu ülkeye zarar verdiği aşikardır. Zira kendi gözlemlerim ile çeşitli araştırmalarda da insanların belli bir maaşla çalıştığı sistemin içinde üretkenliğinin günden güne zayıflayarak yok olduğu açıkça görülmektedir. Çalışanın, üretenin ezilerek boğularak günden güne daha da sömürüldüğü bu düzenin değişmesi çok çok zaruridir. İstisna durumlar haricinde şirketlerin çalışanları o şirketlerin aynı zamanda ortakları olmalıdır. Yani şirketin çalışanının fazla çalıştığında gelirinin arttığı bir sistem kurgulanmalıdır. Böylelikle bu algısal değişiklik ile insanlar tüketken olmaktan çıkarak üretken bireyler haline gelecek maaş düzeninin getirdiği durgunluk ve asalaklık yerine üretme ve kazanma heyecanı ile dolmuş insanlar ve algılar çoğalarak yaygınlaşacaktır. Gelirin kaynağı üretken insanların cebi değil, gelişmemiş başka coğrafyalarda yaşayan tüketken insanların cebidir. İnsanlar her anlamda üretmeye yöneltilmeli bunlar devlet-millet ortak aklıyla desteklenerek yüceltilmelidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 80 li yıllar lise kitabından alıntı gibi,2025 sonrası düşünen yz çağında ise şirketlerin çalışanlara ihtiyacı zaten minimum seviyeye inecek.

      Sil
    2. nekadar üretirsen üret birşey değişmez diyor işte yazıyı okumadınmı para tekelde toplanıyor halkın çoğunluğunada fakirlik kalıyor

      Sil
  20. Şu konudaki yaklaşımınızı öğrenmek isterim, çünkü olaylara "salt bilimsel" bakabiliyorsunuz:

    Blockchain teknolojisi, kripto paralar, "yapay zeka"nın gelişmeye devam etmesi, vb. vb. vb.

    Eğer "merkezî bir kurum ve/veya regülatör" olmaz ise; muazzam bir kakafoninin oluştuğunu, bundan daha da tehlikelisi; çeşitli suç örgütlerinin parasal hareketlerini sistem dışında tutabilmek için, yasal takibe yakalanmamak için, "blockchain teknolojisi"ni ve "kripto paraları" istismar ettiğini, bunları "güvenlik kalkanı" gibi kullandığını söylüyorsunuz.

    Sorum şu:

    Günümüzde, hayatımızın pek çok alanında:

    * "Merkezîleşmeye" karşı çıkarken, serbestleşmeyi savunurken,

    * Blockchain teknolojisi, kripto paralar, "yapay zeka"nın kullanım amaçları gibi konularda "regülatörler"in olmasını isteyişimiz;

    Birbiriyle çelişen davranışlar değil mi?

    Sorumu size, herhangi bir siyasî ideolojiye yaslanmadan soruyorum.

    "Bilimsel" yaklaşımınızı öğrenmek istiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Merkezîleşme karşıtlığı" ile "regülasyon ihtiyacı" arasındaki bu görünür çelişki, dijital çağın en kritik gerilimlerinden birini yansıtıyor. Bilimsel bir bakış açısından ele alırsak mesele birkaç temel eksende değerlendirilebilir: karmaşık sistemler teorisi, güvenlik, etik, ve sosyoteknik denge.

      1. Merkezsizlik vs. Regülasyon: Gerçekten Çelişkili mi?
      Hayır, bu ikisi özünde çelişmek zorunda değil. Çünkü:

      • Merkezsizlik (decentralization); verinin, kararların ve gücün tek bir otorite yerine dağıtılması anlamına gelir.

      • Regülasyon ise; sistemin istismara açık olmaması için belirli sınırlar ve denetim mekanizmalarının konmasıdır.

      Bilimsel olarak, bir sistem merkezî olmak zorunda olmadan da regüle edilebilir. Bu noktada “protokollerle regülasyon” devreye girer. Yani; hukuki regülasyon yerine, kodla tanımlanmış kurallar uygulanabilir (örnek: Ethereum üzerindeki akıllı kontratlar).
      2. Suç, Kötüye Kullanım ve Güvenlik Açıkları

      Salt bilimsel olarak bakıldığında, merkezî olmayan bir sistem aşağıdaki zaaflara sahiptir:
      • Koordinasyon maliyeti yüksektir (kaotik bilgi akışı, sorumluluğun dağılması).
      • Kötü niyetli aktörler, sistemin izlenemezliğinden faydalanır (Dark Web, Silk Road, NFT dolandırıcılıkları, vs).
      • Yasal otoriteye karşı direnç, suçların soruşturulmasını zorlaştırır.

      Bu nedenle; bilimsel yaklaşım, tam serbestliğin bir “optimum denge noktası” olmadığını gösteriyor. Mutlak merkezsizlik, uzun vadede istikrar değil, entropi yaratır.

      3. Merkezsizlik Bir Değer, Ama Mutlak Olmamalı
      Bilimsel sistem teorilerine göre, bir sistemin hem özgürlükçü hem de sürdürülebilir olabilmesi için şu üç ilke arasında denge kurması gerekir:

      • Adaptasyon: Sistemin çevreye ve yeni tehditlere uyum sağlayabilmesi.
      • Koordinasyon: Aktörler arasında ortak hedeflerin oluşabilmesi.
      • Denetim: Sistem dışı tehditlerin ve iç istismarların önlenmesi.

      Bu üçü yalnızca “merkezî sistemlerde” değil, akıllı regülasyon sistemlerinde de kurulabilir. Örneğin:

      • Kripto dünyasında KYC/AML kurallarının uygulanması (merkezîleşme değil, güvenliktir).
      • Yapay zekâ için şeffaflık ilkeleri, “explainability” zorunluluğu (denetim mekanizmasıdır, sansür değil).
      • Blokzincir protokollerinde güçlü yönetişim modelleri (örneğin DAO’lar, zincir içi oylamalar) → bunlar merkezî değil ama regüle edici yapılardır.

      4. Çelişki Değil, Evrimsel Zorunluluk
      Yani bilimsel açıdan şunu söyleyebiliriz:
      Başlangıçta “tam serbestlik” yaratıcı ve inovatif olabilir; ancak sistem büyüdükçe, “kurallar” doğal olarak evrilir. Bu çelişki değil, biyolojik ve sistemsel bir zorunluluktur.

      Doğada da örneği var:
      • Bakteriler özgürce çoğalabilir ama organizmalar oluştukça immün sistem devreye girer.
      • İnternette ilk zamanlar “serbest bilgi” vardı, ama sonra “gizlilik”, “güvenlik”, “etik” talepleri oluştu.

      Sonuç: Ne Mutlak Merkezsizlik Ne Mutlak Kontrol

      Bilimsel öneri şudur:
      “İzlenebilirlik” ile “özgürlük” arasında dinamik bir denge kurulmalıdır.

      Bu da:
      • Merkezî kurumlara karşı değil, şeffaf, hesap verebilir protokollere sahip kurumlara ihtiyaç var.
      • Kripto paralar kötü değildir, ama kara para aklamaya araç olmaması için regülasyon gerekir.
      • Yapay zekâ gelişmeli, ama ayrımcılık, istismar ve manipülasyon üretmemeli.
      Özetle:
      Merkezsizlik ve regülasyon; biri diğerinin düşmanı değil, tamamlayıcısıdır.
      Bu nedenle tutarsızlık değil; evrimsel denge arayışı söz konusudur.

      Sil
    2. Günümüzde merkezileşme hiç olmadığı kadar arzulanan bir eğilim. Bu sadece ekonomide değil siyasette de böyle. Batılı ülkeler sözde demokraside en ileri olanlar merkezileşmeye özenir oldular.

      Sil
  21. Enflasyonun gelir dağılımını bozan bir faktör olarak bu hesaplamalara katılması gerekmez miydi? Gelir dağılımını bozan yüksek enflasyonlu bir büyüme Kuznest'in hipotezini nasıl doğrulayabilir ki? Kuznest enflasyonsuz bir ortam varsaymış herhalde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Enflasyonun yüzde 2 - 3 gibi olduğu ekonomilerde de yani enflasyonsuz sayılabilecek büyümelerde de (ABD ve Avrupa'nın önde gelen ekonomileri) gelir dağılımı düzelmiyor. En iyisi yerinde duruyor, bozulanlar da var.

      Sil
    2. Hocam cevabınız teşekkür ederim. Bazı modellerde bir faktördeki küçük bir değişim çıktıda anlamlı değişime yol açabilir. Hipotezin testi için, enflasyonun sıfıra yakın veya altında olduğu Japonya, daha uygun bir test alanı olamaz mı?

      Sil
    3. Japonya'da Gini katsayısı 2013'den 2023'e kadar hemen hemen hiç değişmemiş. Enflasyon yok ama büyüme de yok. Dolayısıyla Japonya iyi bir örnek değil.

      Sil
  22. Hocam , "Ekonomideki gelişmeyle, kişi başına gelirin artmasıyla gelir dağılımı eşitliği arasında bir ilişki bulunmamaktadır " Ekonomi gelişmiş , kişi başı gelir artmış . Benim gelir dağılımı içindeki payım düşmektedir. Eskiden gelen orta direk konumum , kira vermediğim için şimdilik idare etmektedir. Kira vermemek , ortalama emekli maaşının bir tık üstünde olmam , ufak da olsa part time çalışabilmem , bana yaşam hissi ve mücadelesi vermekte.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu kişisel gözleminiz genel olarak da doğru. Yani ekonomi büyüdükçe tuhaf bir biçimde gelir eşitsizliği de ya artıyor ya da en azından sabit kalıyor. Azalmıyor.

      Sil
  23. Hocam dolar baskılanmasaydı kişi başına gelir kaç çıkardı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Orası biraz karışık. Çünkü Türkiye'de kabaca % 30 dolayında bir kayıt dışılık olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan enflasyonun da açıklananın üzerinde olduğunu düşünüyoruz. Demek ki TL ile hesaplanan GSYH daha yüksek enflasyon ve kayıt dışılık hesaba katılırsa olması gerekenden yüksek çıkar. Buna karşılık USD/TL kurunun normal koşullarda görünenden % 25 - 30 yukarıda olması gerektiğini düşünürsek hepsi birbirini götürür ve GSYH'miz USD cinsinden açıklanan düzeye yakın bir yerlerde çıkar. Yani eğrisi doğrusuna denk gelmiş olur.

      Sil
  24. Hocam sayın Bakana (Mehmet Şimşek) aşağıdaki tespitlerden dolayı bir cevap yazmanız iyi olur kanaatindeyim. O kadar çok hatalı (ampirik manada değil ama çıkarsama ve mukayese kriterlerinde) analiz barındırıyor ki. İsterseniz sayın Şimşek'in sözlerini kısaca hatırlayalım:

    "Rezervlerimiz mart ortasında 170 milyar dolar üzerindeydi, şimdi yine o seviyelere geldi. Dolayısıyla bu şoklar başlamadan önceki seviyelere döndük. Net rezervde 3'te 2'den fazla toparlanma söz konusu.
    Borsa İstanbul'da da aynı seviyelerdeyiz. Yüzde 98 oranında bir toparlanma var. Bizim CDS'ler 256'lar civarındaydı 300'leri buldu, şimdi tekrar 280 civarına geldi. Büyüme olumlu bir şekilde devam ediyor. Cari açıkta önemli bir bozulma yaşamadık.
    Reel sektörün bilançosundaki bozulma dönem dönem ifade edildiği boyutlarda değil. Konkordato ilan eden firma sayısı 3 bin 70 civarındaydı. Bunların özel sektör cirosundaki payı yüzde 1'in oldukça altında.
    Karşılıksız çek konusu çok işlenen konulardan bir tanesi. Karşılıksız çeklerin oranı yüzde 2,6. 10 yıllık ortalaması da yüzde 2,5.
    Ticari kredilerin yüzde kaçının tahsilinde sorun var? Batık kredi derler ya, yüzde 1,6.
    En çok eleştiri nereden geliyor, dolaylı vergiler yüksek. Dolaylı vergilerin milli gelire oranı, yüzde 11. AB'de bu oran yüzde 13. OECD ülkeleri ile biz benzeriz."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bakan siyasetçi, ben değilim. Dolayısıyla kendisine şahsen yanıt verecek konumda değilim. Bu yanıtları muhalefet partilerinin siyasetçileri vermeli.

      Sil
  25. Hocam Trump ve Powell çekişmesi nasıl sonuçlanır. 2 fed üyesi faiz indirimi konusunda destek vermiş. Sonraki fed başkanlığı için atılmış adım olarak yorumlayanlar var.
    Ama powell'in faiz direnişi fed bağımsızlığı için mücadele olarak görende var, eleştirende var.

    Bu duruma nasıl bakılmalı? Bütün piyasa bu çekişmeyi diken üstünde takip etti. Powell ne kadar direnebilir? Powell sonrası Fed bağımsızlığı biter mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunların hepsini yaşayarak göreceğiz. Ama Powell sonuna kadar haklı görünüyor. ABD'nin büyümesi iyi, istihdamda sorunu yok, bu durumda Fed'in yüzde 2'lik enflasyon hedefinde ısrar etmesi son derecede mantıklı.

      Sil
  26. Sayın Eğilmez, hatırlıyor musunuz; 2018 yılının Temmuz-Ağustos aylarında "Rahip Brunson krizi"yle çalkalandığımız günlerde Dolar/TL kuru "4 TL"nin üzerine çıkmıştı ve bir daha hiç inmedi!

    2025 yılının Ağustos ayına girmek üzereyiz; kur "40 TL"ye ulaştı! Ama ülkede hiç kimse bu konuyu konuşmuyor!

    Sebebi ne?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Konuşanlar var: İhracatçılar ve turizmciler konuşuyor. Buna karşılık onların da fazla ısrarlı olmamasının nedeni Euro / TL kurunun ve asıl olarak Euro /USD paritesinin Euro lehine seyretmesi. Çünkü biliyorsunuz bizim döviz gelirlerimiz ağırlıklı olarak Euro ile buna karşılık dış borçlarımız ağırlıklı olarak USD ile. Bu durumda USD'nin düşük Euro'nun yüksek olması bizim lehimize.

      Sil
    2. Bir ek soru da ben sorayım:

      "Enflasyonda kur geçişkenliği" hâlâ devam ediyor mu peki?

      Euro/Dolar paritesi baz alındığında ihracatçılar seviniyor olabilir, peki ya "enflasyonda kur geçişkenliği" ?

      Sil
    3. Dolarizasyon etkisinde olan bütün ülkelerde kur geçişkenliği vardır.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı

II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası