Mehmet Mahfi Bey
Dedem (babamın babası) Mehmet Mahfi Bey (1875 – 1971) orman mühendisiydi. Orman müfettişi olarak görev yapmış, Orman Mektebi’nin (şimdiki İstanbul Orman Fakültesi) müdürlüğü (şimdiki dekanlık) görevini yürütmüş, orada ders verip hocalık yapmıştı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde memuriyete başlamış, Cumhuriyet döneminde devam etmişti. Sevgili Ali Ekber Yıldırım) bana dedemle yapılmış bir söyleşinin yer aldığı yayının fotoğraflarını yollamıştı. Yüksek Ziraat Mühendisi Hadiye Tunçer tarafından yapılan söyleşi 1958 yılında yapılmış.
Bu söyleşiyi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
“Eski Ormancılarımızdan Mahfi Eğilmez Konuşuyor:
Hadiye Tunçer: Kıymetli meslektaşın
evini bulmak bir hayli güç oldu. Eski arkadaşlarının birçoğundan soruşturduktan
sonra Mahfi Bey’in Cağaloğlu’ndaki evini bulabildim. Kalbim çarparak kapıyı
çaldım. Öyle ya! Bir de evde bulamamak ve bu sıcak günde boş elle geriye dönmek
vardı. Nitekim de öyle oldu Karısı olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir hanım,
‘Mahfi Bey dışarı çıktı, ne zaman döneceği belli değil’ deyince ne yapacağımı
şaşırmış, bir nefeslik soluk dahi alamadan geriye dönüyordum ki kapıda bir
anahtar döndü. Koca bir meyve ve sebze çantası elinde muhterem yüzlü, dinç bir
bey içeri girdi. Hanımı “O, talihiniz varmış. Bugün erken geldi işte” dedi.
Beraber üst kattaki dairelerine çıkmaya başladık. Ona kendimi tanıttım. Eskiden
kalma ve henüz kâr düşünülmeden yapılmış geniş odaları olan bir daireye girdik.
Fakat ne yazık ki Mahfi Beye ev sahibi, çıkması için protesto çekmiş. “Yazık”
diyor, “bir daha böyle bir ev bulamayacağım diye üzülüyorum. Senelerden beri
öyle alışmıştık ki, şimdi bir derdimiz de bu sıcaklarda ev aramak.
O derdin ne olduğunu biz de
biliriz; ev sahiplerinin himmetine kalmış zavallı memurlarız.
(Dedem, 40 yıldan uzun süre memuriyet yapmış, müfettişlik, müdürlük,
dekanlık gibi üst düzey görevlerde bulunup emekli olmuş. Bu söyleşi sırasında
kirada oturuyorlarmış. Sonradan Fındıkzade’de banka kredisiyle bir daire
alabilmişlerdi.)
H.T: Ormancı olmak için siz
evvela Halkalı dergâhından geçtiniz değil mi? (1892 yılında kurulan ve uzun yıllar Türkiye’de tek ziraat fakültesi
görevi görmüş olan Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi.)
Mahfi Bey: Hem de nasıl! Ormancı
ve veteriner de olmak için mutlaka Halkalı’da okumamız icabederdi. Ben
Rüştiye’yi bitirdiğim zaman, ailem Bakırköy’ünde oturuyordu. O zamanki mektep müdürü Mazhar
Bey de bize komşu idi. Ben ve kardeşim, ikimiz de Mazhar Bey’i tanıdığımız için
ziraatçi olmak istedik. Mazhar Bey, bizi kimyadan imtihan etti ve Bursa Ziraat
Mektebine yollamaya karar verdi.
Ailemden hiçbirisi ziraatçi
olmadığı için bizim de bu mesleği seçmemizi istemiyor, bu isteğimize itiraz
ediyorlardı. Fakat biz o kadar ısrar ettik ki nihayet 1309’da (1892) Bursa’ya
yollamak mecburiyetinde kaldılar. Tarlada çalışmak kardeşimi çok yoruyordu.
Bundan hiç hoşlanmamıştı. İki sene zor dayanabildi ve iki sene sonra Mektebi
terk etti. Ben Bursa’dan iyi bir diploma alarak Halkalı Yüksek Kısmına geçtim.
Halkalı’yı da bitirdikten sonra
Nezarette (Tarım Bakanlığı) 100 kuruş
maaşla muhasebe kalemine devam ettim. Bu arada açılan Ziraat Muallimliği (tarım öğretmenliği) imtihanını da
kazanarak Uşak Ziraat Muallimi oldum. Fakat aldığım para çok azdı. Bu yüzden 750
kuruş fazla bir maaşla Orman’a geçtim. O zaman her ay muntazam para alamazdık.
Hükümet halktan 5’er para toplayarak maaşımızı veriyordu. Fakat bu öyle zor bir
işti ki bazı aylar maaşlarımız duyuna kalır ve aydan aya devrederdi.
Hükümetten maaş almak şartıyla
500 kuruş aylıkla Hüdavendigâr Vilayetine (bugünkü
Bursa) Orman Müfettişi oldum. Müteakiben Fethiye, Afyonkarahisar ve Adana
Vilayeti Orman Ser Müfettişliğine (Baş
Müfettişliğine) getirildim. Merkezde de bir ara ücretli Müfettiş olarak
tahkikat işlerinde uğraştım. Bilahare Çanakkale, Muğla Orman Müdürlükleri ve
merkezi Antalya olmak üzere Orman Umum Müfettişliği ve Ziraat Vekâleti Baş
Müfettişliğine getirildim. 1942’de yaş haddini doldurduğumdan tekaüde (emekliye)
sevk edildim.
H.T: Mesleğinizden memnun mu
idiniz? Eskiden okumuş ormancıları halk ve köylüler nasıl karşılardı?
Mahfi Bey: Mesleğimden çok
memnundum. Daima severek çalıştım. O zamanlar dağ, kır, bayır hep at sırtında
dolaşırdık. Bugünkü gibi muntazam yollar ve mükemmel pikap ve cipler yoktu.
Buna rağmen orman bölgelerinde at sırtında dolaşmak bir zevkti. Bir şevk ve
içimizdeki aşkla çalıştığımız için köylüler ve halk da bize dört elle sarılır,
bizi çok severlerdi. Öğütlerimizi tutarlardı. Hala da eski köylü dostlarım beni
sık sık arar, fırsat buldukça da evlerine götürmek isterler.
H.T: Yine böyle sık sık orman
yangınları vaki olur muydu ve böyle bir yangın karşısında ne yapardınız?
Mahfi Bey: O zaman yangınlar bu
kadar fazla değildi, olduğu zaman da çiftçiler, köylüler, iki elleri kanda
olsalar bile hemen koşar, vazifeliler gelmeden yangını söndürmeye uğraşırlardı.
Çünkü köylünün de ormandan intifa hakkı vardı ve o yüzden geçinirdi. Ormanı
kendi malları gibi muhafaza ederlerdi. Bu hak kaldırılınca da işte bugünkü
vaziyetler meydana çıktı. Yangınsız orman olamaz. Ormanda yangın olur, ama
şimdi vazifeliler yetişinceye kadar saha genişliyor ve yangın hemen bastırılıp
söndürülemiyor. Çünkü yakın köyler aldırış etmiyorlar. Koşmak şöyle dursun ona
doğru aheste revan yürümüyorlar bile.
H.T: Meslek hayatınızda sizi
üzen vakalar oldu mu?
Mahfi Bey: Çanakkale Orman Müdürü
iken İngilizlerin işgali zamanı (İngilizlerin
İstanbul’u işgali döneminde, 1920 yılı) beni çete teşkilatında çalışıyorum
diye İngilizler hapsetmişlerdi. Bu, benim çalışma hayatımda cidden üzücü, mühim
bir hadisedir. Gerçi sonradan iş anlaşıldı, beni serbest bıraktılar, İstanbul’a
gelip yeniden memuriyete tayin edildim ama o arada geçirdiğim sıkıntı ve üzüntü
bana yetti. (Dedem Anadolu’ya silah
kaçıranlara yardım edermiş ve İngilizler bir ihbar üzerine tutuklayıp hapsetmişler.
Hapisteyken çetenin üyelerinin isimlerini vermesi için baskı yapmışlar, dedem,
bütün baskılara karşın hiçbirinin ismini vermemiş. Sonunda İstanbul’da görevli
meslektaşları, dedemin çeteyle bir ilgisi olmadığı konusunda İngilizleri ikna
etmiş ve dedemin serbest bırakılmasını sağlamışlar. Soyadı kanunu çıkınca babam
ve halalarım dedemin baskılara karşın arkadaşlarının isimlerini vermemiş olması
nedeniyle aileye Eğilmez soyadını almayı uygun görmüşler.)
H.T: Genç meslektaşları nasıl buluyorsunuz?
Mahfi Bey: Bize nazaran yetişme
sahaları daha geniş ve tahmin ediyorum ki iyi çalışıyorlar. Bizim zamanımızda
da çok kıymetli meslektaşlar vardı. Mesela hocamız Ali Rıza Efendi ki (Fenni
Hayatı Nebat, Tasviri Escet) kitapları sahibidir. Kırk yaşından sonra kendi
kendine Fransızca öğrenmiş ve çok kıymetli nadide meslek kitaplarını
Fransızcadan tercüme etmiştir. Ali Rıza Efendi, eski ormancıların hepsinin
hocasıdır. Ben de onun bütün el kitaplarını Orman Mekteb-i Alî Müdürü iken
tabettirdim. Çocuklar bunlardan çok istifade ettiler. Bir de her ay Orman
Mecmuası çıkartırdık. Ben mektepten ayrılınca maalesef devam etmemiş.
H.T: Çocuklarınız da
mesleğinizi seçtiler mi?
Mahfi Bey: Hayır. Ben onlara
meslek hususunda ısrar etmedim. Onlar da bu mesleği seçmediler (dedem benim ormancı olmamı isterdi. Böylece
üçüncü kuşaktan bir ormancı Mahfi Eğilmez daha çıkacaktı. O zaman Orman
Fakültesi yalnızca İstanbul’daydı. Bizim aile ise Ankara’daydı. Orman
Fakültesi’ne girsem dedemlerde kalıp okuyacaktım. Ankara’da ailemle kalıp
Mülkiye’ye girmek bana daha çekici geldi. Ve öyle yaptım.)
Tam bu sırada içerideki odadan
Bayan Eğilmez seslendi:
Babaannem: İsteseler de ben
yapmazdım. Mahfi Bey’den az çekmedik. Bir ormana çıkardı. Döndüğü zaman toz,
toprak, is içinde döner, onu temizlemek için günlerce uğraşırdık. Çocuklarını
da o yangınlara sokmak istemedim doğrusu.
Mahfi Bey: Dört kız, bir erkek
evladım var. Hepsi de Hukuk’ta okumayı tercih ettiler. Şimdi dördü de gayet iyi
birer avukattır (En büyük halam Nebahat
Sarıyal, Türkiye’nin ilk kadın Cumhuriyet Savcısıydı. Babam İstanbul Hukuk
Fakültesini bitirdikten sonra Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla Paris’e doktora
için gitmiş, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmiş, Nazi işgali
başlayınca doktorasını tamamlayamadan yurda dönmek zorunda kalmıştı. İstanbul
İktisat Fakültesinde asistan, İş ve İşçi Bulma Kurumunda ve sonra Türkiye Zirai
Donatım Kurumunda Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.)
H.T: Ben de ona şöyle bir
tarizde bulundum: Beş avukat babası olan birisi evden çıkmaya korkar mı? Ev
sahibinde de amma cüret varmış. Her birisi bir mahkeme kazansa beş sene evden
çıkmayabilirsiniz. Sualime devam ettim: Şimdi ne ile meşgulsünüz?
Sormam bile garip kaçtı. Çünkü
büyük bir kütüphaneye alınmıştım. Odanın her tarafı tıklım tıklım kitap ve pul
koleksiyonları ile dolu idi (Dedem önemli
bir pul koleksiyoncusuydu. Ölümünden sonra her kardeşe seçme pullardan oluşan birer
albüm hatıra olarak ayrıldı, kalanlar satıldı.)
Mahfi Bey: Çok okuyordum, fakat
gözlerim vücudum kadar sağlam kalamadı galiba ki, şimdi fazla okuyamıyorum.
Esasen eskiden beri pul koleksiyonu yaparım. Bol bol onunla uğraşıyorum. Sabah,
akşam birer defa da çarşı faslı ile vakit geçiyor.
H.T: Onu seven meslektaşlarına
yazı ile de olsa selam yazmamı söylediler. Ben de sözünü vazife bilerek yazdım.”
İnsanın çocuklarına, torunlarına
bırakacağı en değerli miras temiz bir soyadıdır. Dedemiz bize bunu bıraktı,
umarım biz de o soyadına layık olmayı becerebilmişizdir.
Not: Parantez içi italik ifadeler bana aittir.
Bu kadar değerli bir ailenin bir üyesi olmak herkese nasip olmazdı hocam. Sizin gibi değerli bir torun yetiştirdiler. ALLAH mekanını cennet eylesin 🤲
YanıtlaSil🙏🙏🙏
Sil… O zaman her ay muntazam para alamazdık. Hükümet halktan 5’er para toplayarak maaşımızı veriyordu. Fakat bu öyle zor bir işti ki bazı aylar maaşlarımız duyuna kalır ve aydan aya devrederdi…
SilEvet sevgili Nursun, Osmanlı döneminde maaşların bazı aylar ödenememesi ciddi bir sorunmuş. Hazine tarihini inceler ve yazarken bu durumu tespit etmiştim. Cumhuriyet döneminde bu hiç olmadı. Ama bu endişe toplumun genlerine işlemiş olmalı ki, Hazine'de görev yaptığım dönemden hatırlıyorum, bize hep sorarlardı: "maaş ödemede bu ay sıkıntı var mı" diye.
SilMahfş abi ahlak ve ilimle dolu kitap yazacak kadar iyi eğitim almış ve eğitim hayatında Bile dolu dolu insan yetiştiren Osmanlı'nın son döneminde demenizi yetiştiği bu mekteplerden bşz nasıl imam hatipler dolu ve imamlar üzerinden din üzeri den toplum yönetilen bir ülke haline nasıl gıdım gıdım geldik asıl gelecek nesillere akademik olarak öğretil mesş gereken birinci gecen önemli konu bu
SilMahfi Hocam, Dedenizin anılarını keyifle okudum! Ne mutlu size ki arkanızda Dedenizden kalan böylesine değerli ve özel bir hatırat var. Belki Siz de başınızdan geçen anıları bir kitap halinde bizlerle paylaşırsınız ne dersiniz?☺️ Dedenizin anılarını bizlerle paylaştığınız için sonsuz teşekkürler!
YanıtlaSilBenim anılarımı anlattığım bir kitabım var zaten: Light Günlük
SilSonuna kadar soluksuz okudum, rahmetli dedeniz sizlere xaEğilmez soyadından daha büyük miras bırakamazmış, sizde bu soyadı hakkıyla taşıyorsunuz.
YanıtlaSilüstteki yorumumda yanlışlıkla klavye azizliği ile soyadınızın önüne fazladan x ve a harfi basmışım. Kusura bakmayınız.
Sil🙏🙏🙏
SilHocam selam ve saygılarımı sunuyorum. Siz de, daha şimdiden, çok iyi bir miras bıraktınız. İnşallah sizin çocuklarınız da (bu arada evli misiniz, evladınız/evlatlarınız var mı? Bilmiyorum ama...) size layık olurlar..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Benim de kızım var.
SilMahfi bey, öncelikle dedeniz gibi saygın ve sahasında yetkin bir insanı bu röportajı ile bizlere tanıttığınız için teşekkür ediyorum. Başta dedeniz olmak üzere tüm aile büyüklerinize rahmet diliyorum.
YanıtlaSilSadece bir hususu belirtmek isterim. Röportaja eklediğiniz yorumunuzda "rüştiye"nin lise seviyesinde okul olduğunu belirtmişseniz de Osmanlı'da rüştiye mektebi ortaokul seviyesinde okullar iken 'idadi'ler ise lise seviyesinde okullardı.
Merhum dedenizin, rüştiyeden mezun olduktan sonra kaydolduğu Bursa Ziraat Mektebi bugünkü Tarım Meslek Liselerinin muadili bir okuldu, muhtemelen. Nitekim merhum dedeniz de röportajda bu okulu bitirdikten sonra okulun yükseğini okumak için İstanbul'daki okula kayıt yaptırdığını söylemekte ki bu da Bursa'daki okulun lise yani idadi seviyesinde olduğunu gösteriyor.
Saygılarımla...
Çok teşekkür ederim. Haklısınız, oradan Parantez içi açıklamayı kaldırdım.
SilÇok şanslısınız, ardından gururla bahsedebileceğiniz bir dedeniz varmış. Ne büyük miras. Sizin vasıtanızla Mehmet Mahfi Bey'i tanıdık, devri daim olsun.🤲
YanıtlaSilBense ardından kötü anmamak için benimkinin adını bile anmıyorum. ! İnsan ardından iki güzel anı bırakmalı ki böyle gururla anılabilsin.
Sevgili Üstat merhaba.
YanıtlaSilYazınızı her zamanki gibi ilgiyle okudum.
Bir yerlerde okuduğum bir baba oğul konuşması aklıma geldi. Oğlan babasına “Baba benden adam olur mu” diye sormuş. Baba da oğluna dönüp “Oğlum ona deden karar verdi” demiş.
Çok selam ve saygılarımla.
🙏
SilImrendim. Ne mutlu boyle aileler var ulkemizde. Dedesi ciftci, babasi koyden cikan ilk kusak olan bir birey olarak, daha yurunecek cok yol oldugunu fark ettim. Basarilarinizin devamini dilerim.
YanıtlaSil🙏
SilTürkiye'nin neden geri bırakıldığı veya neden geri kaldığının yanıtını arayanlar; yanıtın en önemli kısmını dedenizin bu kısa yaşam öyküsü ile şimdikileri karşılaştırarak rahatlıkla verebilirler.
YanıtlaSil🙏
Silne güzel bir insanmış. tertemiz ve şerefle çalışılmış 40 yıl.
YanıtlaSil🙏
SilHocam , benzeri hikayeler yazmak ben de isterdim. Dedem 1892 doğumlu , Çanakkale'de o dev top mermilerinin patlaması sonucu toprak olmuş , hiç bir iz kalmamış. Annemin Babası yine aynı köyden Çanakkale'den Arabistan'a gönderilmiş 1929 yılında dönebilmiş. Dostum Tarih ve Osmanlı dili uzmanı Sayın Nihat bey eski evraklar üzerinde araştırma yaptı ancak ipucu bulamadı. Diğer dedem gibi gemilerle Arabistan veya Hindistan'a gönderilmiş oralarda binlerce Vatan evladı gibi kaybolup gitmiş. Uzak Ülkelerde dedelerimizin adı sanı bilinmeden mezarlıkları varmış. Sayın Nihat bey 1790 doğum tarihli dedemin kaydını buldu. Hepimizin benzer hikayeleri vardır. Ben de bir gün gerçek öyküler yazmak isterim.
YanıtlaSil👍
Sil1929 da donen dedenizle ilgili biraz daha bilgi verebilir misiniz? Esir mi gitmis, baska ulkelerde surgun mu kalmis, nasil ve neden bu kadar sure uzakta kalmis? Arap cephesinde isyan sirasinda dagilan orduda miymis? Samimen merak ederek soruyorum.
SilArabistan'da Esir kampında kalmış .
SilÜstadım asil duruşunuzu ve derinlikli yazılarınızın kaynağını hep merak ediyordum, demek ki asaletiniz deden ve atadan geliyormuş. Öğrenince çok mutlu oldum. Saygılarımla
YanıtlaSil🙏
SilMahfi Bey, sağolun ve varolun. Şu tozlu, dumanlı ortamda, yıllar önce yaşanmış günlerin, karşılaşılan zorluklara rağmen, artık görülmesi nerede ise olanaksız olan İNSAN olmanın hikayesini anlattığınız. Tekrar teşekkür ederim.
YanıtlaSil🙏
SilDedenizle yapılan röportajı meslektaşı olarak ayrı bir keyif ve gururla okudum.Ormancılıkta ilk öğretilen prensip ormanların sürekliliğinin sağlanmasıdır.Canlı-cansız varlıkların uyumuyla yüzyıllar içinde oluşan muhteşem ekosistemde huzurla yaşayan,yaşanan ve yaşatan ormanları ebeveynlerin ,çocukların ve torunların bilmesi,biriken hasılattan faydalanması ve sahiplenmesi bu prensibe bağlı çalışan orman mühendisleri sayesinde gerçekleşmektedir.Dedenizle yapılan söyleşide bunu fark ettim;kendisine rahmet diliyorum.Gölge veren ağacı solmasın.Taceddin YÜCE
YanıtlaSil🙏
SilSn.Hocam,
YanıtlaSilBu ülkede,sayısı az da olsa düzgün işleyen her şeyin arka planında,tıpkı sizin dedeniz gibi,liyakatli,gücün karşısında eğilmeyen ve vatansever insanlar vardır.Ruhları şad olsun..
🙏
SilEğilmez dede ye, milli mücadelede yer alanlara, görevini doğru yapmaya çalışan iyi niyetli memurlara rahmet olsun
YanıtlaSil🙏
SilEski Türkiye'de iş ahlakı,haysiyet,dürüstlük herşeyden önce gelirdi.Dedinizin yaşamı önünde saygıyla eğiliyorym
YanıtlaSil🙏
SilKeşke bu röportajı yapay zeka ile görselleştirseniz. Teknolojinin çok güzel bir nimeti faydalanmak gerekir. Çalışkanlık, vatansevdası, özveri... her şey var. Geleceğe aktarılması gereken güzel erdemler.
YanıtlaSil🙏
Sil" Nereden nereye " söyleminin tipik bir örneği. O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler . Günümüzde en büyük gereksinim dedeniz düşüncesindeki her kademe yöneticiler..Bizimle paylaştığınız için sağolunuz..
YanıtlaSilMahfi bey, dedenize ait röportajı dikkat ve gururla okudum. Bir Orman Mühendisi olarak meslek büyüklerimizin yaşadığı sıkıntıları okur ve dinlerdik ama bu röportaj tarihe düşülmüş bir not olarak gördüm.
YanıtlaSilRöportajı yayınladığınız için teşekkür ediyorum. Meslek büyüğümüz Mehmet Mahfi Beye (dedenize) Allah'tan rahmet diliyorum.
Ahmet Akbaş
Çok teşekkür ederim Ahmet Bey, sevgiler.
SilBu ülkeyi bugünlere(!) getiren dedeniz gibi "eğilmeyen" ve para pul demeden ülkeyi bir hiçten var edilmesi için çalışan bir nesildir. Daha sonra da hepimiz bir şeyler yapmağa çalıştık ama onların çektiklerini çekmeden yaptık, bunu da o nesillere borçluyuz. Ümidim gençlerimiz de aldıkları bu mirası heba etmez, ileriye taşımak için çalışırlar. AÇ Not: dedenizin silah kaçırdığından bahsediyorsunuz, o zaman (işgal kuvvetlerinin ambarlarını basıp aldıkları ve gemilerle gelen) silahları ve savaşmağa gidecek subayları İstanbul'dan Anadolu'ya kaçırılmasını organize eden MİM MİM teşkilatının Yönetim Kurulunda çalışmış olan büyükbabam ile yolları kesişmiş olabilir:) Nurlar içinde yatsınlar.
YanıtlaSilAllah rahmet etsin, ruhu şad olsun, ne güzel bir müktesebat ve soyad bırakmış size
YanıtlaSilHocam çok keyifli bir hikaye idi, iyiki paylaştınız. Anadolu’ya silah kaçırıp milli mücadeleye katkı veren, bunun için bedel ödeyen büyük dedeler, bütün hayatını mesleğine adayıp çocuklarını en güzel şekilde yetiştirip topluma faydalı bireyler yetiştirmeye çalışan dedeler.Eğilmeyen, ne yaptığının farkında koca koca yürekli adamlar. Hikayede 40 yaşından sonra Fransızca öğrenip meslekle ilgili çeviriler yapıp gelecek nesillere bilgi bırakmaya çalışan insanlar da var, bu cumhuriyetin ilk yılları hakikaten inanılmaz hikayelerle dolu. Hepsine gani gani rahmet dilerim.Umarım gelecek nesiller bu hikayelerden gereken enerjiyi, dirençi ve isteği alırlar, buna çok ihtiyaçımız olacak…
YanıtlaSilSizin gibi değerli insanlar bizim başımızda olmalı. Çocuklarına, torunlarınıza başarılar diliyorum.
YanıtlaSilMahfi Hocam, yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Türkiye ormancılık tarihine önemli katkılar sunmuş bir bilim ve meslek insanının, aynı zamanda sizin aile büyüğünüz olması biz orman mühendisleri için ayrıca anlamlıdır.
YanıtlaSilMesleki hafızamıza değerli bir katkı sunduğunuz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.