İşsizlik Histeresisi

İşsizlik oranı, işsiz sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle hesaplanıyor. İşgücü tanımı değişmekle birlikte genellikle 15 - 64 yaş arasında olup da çalışmaya elverişli olan kişileri kapsıyor. 1978 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Milton Friedman ve 2006 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Edmund Phelps'in geliştirdiği doğal işsizlik oranı, işsizlik oranının hiçbir zaman sıfırlanamayacağını, beklenen enflasyonla gerçekleşen enflasyonun eşitlendiği makroekonomik dengedeki işsizlik oranının doğal işsizlik oranı (yani bir anlamda alt limit) olarak kabul edilmesi gerektiğini öne sürüyor. Ekonomide bir doğal işsizlik oranının varlığını kabul edenler kısa dönemde değişiklikler gösterse bile uzun dönemde böyle bir alt limitin oluşacağını ve bunun pek o kadar kolay değişmeyeceğini söylüyorlar. Bunun çeşitli nedenleri var. Her şeyden önce sendikaların gücü, ücretlerin düşmesini ve işsizlik oranını sıfıra kadar geriletecek bir orana gelinmesini engelliyor. Sonra sosyal devlet statüsüne ulaşmış bulunan günümüz ekonomilerinde uygulanan asgari ücret uygulamaları da bunun önünde engel oluşturuyor. Doğal işsizlik oranını belirli bir yüzde olarak tanımlamak zor olsa da bir ekonomide uzun dönemde oluşan işsizlik oranı ortalamasının o ekonomi için doğal işsizlik oranı olarak kabul edilmesi yolundaki görüşler ağırlık kazanmış görünüyor. Örneğin ABD'de bu oran yüzde 5'ler dolayında bir oranla ifade ediliyor. Yani ABD'de yüzde 5 dolayında bir işsizlik aşağı yukarı tam istihdam haline yakın bir alt limit olarak alınıyor.

Olivier Blanchard ve Lawrence Summers, uzun süren işsizlik oranlarının doğal işsizlik oranını yukarılara çektiğini, yani bu tür eğilimlerin uzun dönemli işsizlik oranının da değişmesine yol açtığını öne sürüyorlar. Blanchard ve Summers'a göre bunun temel nedenlerinden birisi sendikaların varlığı. Sendikalar, üyelerinin reel ücretinin düşmesine direnirler. Bu direnç ücretlerin düşerek işsizliğin azalmasını engeller ve işsizlik oranının sıfıra yaklaşmasını önlerler. Uzun süreli işsizlik ortamlarında sendikaların bazı üyeleri de işsiz kalır ve sendika üyesi olma konumunu kaybeder. Bu durumda sendikalar reel ücretlerin düşmesine karşı çıkarak eski üyelerinin iş bulmasına da engel olmuş olurlar. Dolayısıyla uzun süreli işsizlik ortamları doğal işsizlik oranını yukarı taşır. Blanchard ve Summers bu olguya 'işsizlik histeresisi' adını veriyorlar. Histeresis, Yunancadan alınmış bir kelime ve gecikme, kısa kalma anlamlarına geliyor. Asıl olarak fizikte kullanılıyor. Bir hamur topağını alıp da yumruğumuzla bastırıp bırakırsak yavaş yavaş eski biçimine dönmeye yöneldiğini görürüz. Topağa bastırma süremiz ne kadar uzun olursa eski hale dönüş o kadar zaman alır ve o kadar başarısız olur. Blanchard ve Summers'ın bu deyimi kullanma nedeni de budur. Uzun süren yüksek işsizlik doğal işsizlik oranının eski haline gelmesine engel olur. 
Türkiye uzun süredir yüksek oranlı işsizlik yaşıyor. 1980-2000 aralığında işsizlik oranı ortalaması yüzde 8 dolayındaydı. Yani bunu bir anlamda Türkiye'nin doğal işsizlik oranı olarak almak mümkün görünüyor. 2001 yılındaki kriz sonrası yükselen işsizlik bu ortalamayı yüzde 10 düzeyine çıkarmış bulunuyor. Aslında istihdamda da artış olmasına karşın ortaya çıkan bu yükselişin temel nedeni tarım kesiminde yaşanan dönüşüm. Tarım kesiminin GSYH'ye katkısı giderek azalıyor, buna paralel olarak da tarım kesiminde istihdam edilen ya da öyle görünen nüfus da işsiz kategorisine girmeye başlıyor. Dolayısıyla bir yandan da bu kesimden açığa çıkan işgücü söz konusu oluyor.
Aşağıdaki grafik Türkiye’nin 1980 – 2013 Eylül arasındaki işsizlik oranlarını gösteriyor.

Grafik bize açık biçimde 1980 – 2000 arasında işsizlik oranının yüzde 8 dolayında salındığını ve bu oranın bir anlamda bu dönem için doğal işsizlik oranını oluşturduğunu gösteriyor. Grafikten 2001 krizini izleyerek yükselen işsizlik oranının 2009 yılında yüzde 14’ün üstüne çıktığını ve sonra gerilediğini izleyebiliyoruz. Kriz sonrasında Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 10 dolayında bir oranla yeni bir doğal taban yaratmış görünüyor.  
Türkiye'deki işsizlik oranı artışının bir işsizlik histeresisi olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Daha çok kriz etkisiyle ortaya çıkmış bir işsizlik artışı söz konusu. Buna karşılık işsizlik oranının yüzde 8’lik doğal oranına geri dönememesi farklı bir histeresis olgusuyla karşı karşıya olduğumuza işaret ediyor. Türkiye açısından işsizliğin düşmemesinin nedenini başka yerlerde aramak gerekiyor. Mesela büyüme modelimize bakmakta yarar var.  
Not: Bu yazı, ilk kez 7 Kasım 2006’da Radikal Gazetesinde yayınlanmış olan aynı başlıklı yazının gözden geçirilip güncellenmiş halidir. 

Yorumlar

  1. Ellerinize sağlık Hocam yine çok yerinde bir yazı ile karşılaştık.
    2000 yılına kadarki %8 lik oranların 2001 ve sonrası bir daha o seviyelere dönememesinin nedeninde yapısal modellemelerin etkisinden bahsetmişsiniz. Bende aynı görüşteyim. Hatta işsizliğin kaynağına göz atmakta da yarar buluyorum. (Çünkü Ülkemizde yapısal anlamda işsizlik daha etkili.) Doğal işsizlik tanımındaki yapısal işsizlik ve friksiyonel işsizliğin diğer ülkelerdeki gibi alt bir seviyeye çekmenin yollarının aranmasının doğru olduğu kanaatindeyim.
    Merak ettiğim ise Hocam, dünya ülkelerinde esas alınan doğal işsizlik oranı kavramı mı %5 tir yoksa bu oran ülkeden ülkeye değişebilir mi. Yani teorinin ötesine geçen bir uygulama var mıdır ? Herhangi bir ülke bu sınırı farklı bir oran görebilir mi ? Bir diğer sorum ise işsizliği azaltmak adına emek talep eden ile emeğini arz edecek arasındaki bağın ne tür uygulamalarla kapatılabileceği. Sadece yapısal reformlar yeterli mi ? İlginiz için teşekkür ederim Hocam.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim.
    Bence genel bir doğal işsizlik oranı söz konusu olamaz. Son elli yılın ekonomi teorisi ABD'de oluşturulduğu için ABD'nin doğal işsizlik oranı veya enflasyon oranı hep dünya geneli için model olarak alınmış bulunuyor. Oysa her ekonominin kendisine özgü koşulları var. İspanya mesela hiçbir zaman işsizlik oranını ABD düzeyine indirememiş bir ülke. Belki onlar için doğal işsizlik oranı % 20.
    Bence doğal işsizlik oranı ülkeden ülkeye, koşuldan koşula hatta zamandan zamana değişebilir bir oran.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba Hocam,
    Şu sıralarda VDK mülakatları yapılıyor ve bu mülakatlara mühendislerden de alım yapılıyor.
    Bir İİBF' li olarak vergi müfettişliği ile mühendislik kavramını pek bağdaştıramıyoruz.
    Sizce böyle bir alım yapılmasının sebebi nedir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilmiyorum. İş sosyla bilimcilere gelince "herkes kendi işini yapsın" derler ama öte tarafta "niye olmasın" derler.

      Sil
    2. Sevgili arkadaşım,

      şu anda Türkiye de mühendislerin çalışması gereken bir çok yerde de özellikle bilişim alınında, su ürünlerinden tutta, inşaatçıya, işletmeden tutta, doktora kadar bir çok alandan kişi "bilişim" yapmaya çalışıyor. sen diyorsun ki mühendisten vergici olur mu?

      bu eğitim ve üretim vizyonuyla o da olur...

      Sil
  4. Hocam yazı için elinize sağlık. Yazıda bahsettiğiniz Lawrence Summers geçenlerde Fed'e başkan adayı gösterilen Larry Summers ile akraba mıdır acaba ? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lawrence'a Amerikalılar kısaca "Larry" derler. Robert'a "Bob" William'a "Bill" Amanda'ya "Mandy" demeleri gibi :) Larry Summers, Obama'ya 2009 başlarında "1-2 trilyon dolarlık harcama paketiyle Kasım 2010 seçimlerinde işsizliği %7'ye çekerim" diyerek kariyerini heba etmiştir. ancak işsizlik %10'lara yaklaşıp seçimlerde hezimete uğrayınca Obama tarafından istifaya zorlanmıştır. ve Obama hala bunu unutmamış ve Fed başkanlığı yarışında isminin üstünü ilk seferde çizmiştir.

      Sil
    2. Değerli bilgiler için teşekkürler :)

      Sil
  5. Hocam elinize saglik. Tam gundemle ilgili bir konu yine ve siz cok farkli noktalara vurgu yapiyorsunuz. Anladigim kadari ile issizlik histeresizi dogal issizlik oraninin artmasina ve uzun donem Phillips egrisinin saga kaymasina yol aciyor. Dogru mudur? Sonra tekrar buradan geri donus icin yapisal reformlar gerekiyor. Ama su an gidisata bakarsak bu pek mumkun gozukmuyor. O zaman bizim icin yeni dogal issizlik %10' larda seyredecek gibi gozukuyor.

    YanıtlaSil
  6. ABD işsizlik teorilerinde model diyoruz ama orada da özellikle Clinton dönemiyle birlikte işsizlik anketleri epey bir mutasyona uğramış. mesela ABD'de 1980'lerde ortalama büyüme %3,1 ortalama işsizlik %7,3 iken son 10 yılda ortalama büyüme %1,7'ye indiği halde ortalama işsizliğin %6,9'a gerilediğini (!) görüyoruz. çünkü 1980'lerde işgücü anketlerinde sadece 1-2 soru sorulurmuş. bunlar:
    1- çalışma gücüne sahip misiniz ve çalışmak istiyor musunuz?
    2- piyasada geçerli ortalama bir ücret seviyesi teklif edilirse iş başı yapar mısınız?
    80'lerde bu sorulara evet diyenler işsiz olarak kabul edilirken şimdi fiilen işsiz durumdaki kişileri işgücüne dahil etmemek ve işsizlik oranını düşük göstermek için seksen tane soru soruyorlar :)
    Hocam biz de ABD'den çok farklı değiliz. birkaç yıl önce, yanılmıyorsam 2009'da, bir komşum TÜİK'in işgücü anketine muhatap oldu. Komşumuz 5 kişilik bir aile. baba özel sektörden emekli ama emekli maaşı yetmiyor ve iş arıyor. anne çalışmıyor ancak iş aramıyor. çocuklardan biri çalışıyor, biri öğretmen atanmayı bekliyor yani o da işsiz, diğer çocuk da işsiz ve iş arıyor. bu 5 kişilik ailede 3 kişi iş aradığı için TÜİK bu aileyi "5 kişilik ailede 3 işsiz olmaz, çalışan çocuk kazık kadar adam olmuş neden hala sizinle yaşıyor vb." şeyler diyerek örneklemden çıkarmış. dolayısıyla TÜİK'in anketleri de şüpheyle yaklaşılması gereken anketler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet anketler ne yazık ki bu tür eksikliklere çok açık.

      Sil
  7. Kimse alınmasın ama Mühendisler bir bizim ülkemizde bu kadar el üstünde tutuluyor. Hangi iş olsa öncelik hep mühendislerden yana kullanılıyor artık.

    Bence bir fizik, kimya, matematik mezunu mühendisin yaptığını fazlasıyla da yapabilir.

    Ayrıca, mühendis olaylara asla İİBF mezunu gözüyle bakamaz.

    Arada çok fark var bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1970'lere gelinceye kadar mühendisler devlette yevmiyeli teknik personel yasasına tabiydi. Üniversite mezunları 495 lira maaş alırken mühendisler günlük net 90 lira yevmiye alırlardı. Yani ayda 2700 lira. O nedenle Türkiye'nin en parlak beyinleri mühendis olurlardı. Bana sorarsanız Türkiye'nin dünya çapında müteahhitlik firmaları çıkarmasının nedeni budur.
      Zaman içinde bu ücret farkı kalktı ama mühendis okulları o kadar çoğaldı ki buralardan mezun olanlar kendi dallarında iş bulamaz oldular.

      Sil
    2. Hiç kimseye değil ancak mühendis ya da eğitim fakültesi mezunu müfettişlere eğitim verecek üstatlara acırım. Hayatında muhasebe görmemiş insanlara 100 kasa hesabından başlayarak muhasebe öğretmek, dünyayı tersine döndürmeye eşdeğerdir.

      Sil
    3. hocam merhaba, konumuzla alakası yok ama bir soru sormam lazım, bir türlü anlamadım? malum İran ın Türkiye de kurduğu şirketler vasıtasıyla kara para akladığı iddia ediliyor. haberi doğru farzedersek, İran Türkiye^deki şirketleri aracılığıyla bunu nasıl gerçekleştiriyor? bu aşamada buradaki şirketler nasıl bir rol oynuyor? meşhur basit örneklemelerinizle anlatırsanız çok sevinirim. şimdiden teşekkürler.

      Sil
    4. Bu iddianın gerçek olup olmadığını henüz bilmiyoruz. O nedenle bu aşamada varsayımlara dayalı olarak bir şeyler yazmak doğru olmaz diye düşünüyorum.

      Sil
  8. Hocam benim anlamadığım bir nokta var eğer fed tapering uygulamasına geçerse bir çok ekonomist Türkiye'nin dış finansmana ihtiyaç duyan bir ülke olduğundan olumsuz etkileneceğini söylüyor .fed genişletici para politikasından yavaş yavaş vazgeçse ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırımlar ve sıcak para azalacaktır bunu anlıyorum ama bunların yanında başka bir sermaye girişi olarak borçlanma var sıcak para yada soğuk para ile gelen sermaye akımları azalsa bile ülke olarak riskimiz atmadığı sürece dışardan borçlanarak verdiğimiz 60 milyar $ kadar cari açığı yine vererek büyümemizden ödün vermemiş olmazmayız .yoksa hocam şöyle mi düşünemeliyim dışarda para arzı daralacağımdan ülke olarak riskimiz artmasada faizler yüksek olacaktır ve borçlanma iştahımız azalacaktır böyle mi düşünemeliyim emin olamadım
    2)hocam önce ki yorumlarınızda da belirtmiştiniz birey olarak dışardan borçlanmayız çünkü dışardakiler bizi tanımaz ancak bir işletme olarak yada bir banka olarak dışardan borçlanabileceğimizi belirttiniz ben şunu sormak istiyorum örneğin bir işletmenin 100.000 $ lık ithalat yapacağını ve bu kadar finasmana htiyacı olduğunu düşünelim kurda 1$=2 tl ise bu ithalatı gerçekleştirebilmesi için (tam emin olamadım ama ) ya 200.000 tl yi bankaya yatırıp transferi o şekilde yapacak bunu anlıyorum şu şekilde yapabilir mi 100.000$ dışardan borçlanarak belirli bir faiz karşılığında bu şekilde transferi gerçekleştirebilir mi ? Eğer bu şekilde olabiliyorsa bu gün için hangisi daha uygun bankaya tl karşılığı para yatırıp gerisini bankaya bırak mak mı ? Yoksa direk doları dışardan bulmak mı ? (Hangisi daha ucuz bir finansman yöntemdir )
    3) son olarak 2 ye paralel olarak bu 100.000 $ I direk dışardan borçlanmanın yerine ülkeden döviz kredisi çekerek te bu ihtiyacını karşılayabilir mi ? Söylediğim 3 yöntemden hangisi daha çok tercih ediliyor ? Hangisinin riski ve maliyeti en az
    Birde saydığım 3 yöntemle de işimizi gerçekleştirebilşrmiyiz bir hatam varsa düzeltirseniz sevinirim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (1) Türkiye'nin 2014 yılındaki dış finansman ihtiyacı sadece cari açıktan kaynaklanacak 60 milyar dolar değil. Bunun yanında vadesi gelen 160 milyar dolarlık dış borç ödemesi var. Yani dış finansman ihtiyacı 220 milyar dolar. Bu kadar parayı borç olarak bulmak kolay değil. Ayrıca Türkiye, riski artan ülkeler arasında gösteriliyor. Riski artan bir ekonominin bu kadar dış finansmanı bulması ciddi bir mesele.
      (2) Büyük ve tanınmış holdingler dışarıdan dövizle de borçlanabilir ama KOBİler bu borçlanmayı kolay yapamaz. Çünkü onları tanıyan olmaz ve borç vermezler. Bu tür şirketler ancak dışarıdan makine vb alırlarsa onu kredili olarak alabilirler. Borçlanmaları genellikle satıcı kredisi şeklinde olur.
      Dışarıdan borçlanmanın maliyeti duruma göre değişir. Çok büyük ve tanınmış bir holding borçlanıyorsa ucuza borçlanabilir ama daha az tanınmış bir şirket pahalıya borçlanabilir.
      (3) Her üç yöntem de kullanılabilir. Döviz kredisi borçlanırken döviz geliriniz olup olmadığı da önemli. Çünkü eğer TL değer kaybederse krediyi geri öderken maliyeti çok yükselebilir. Hangisinin çok tercih edildiği şirketten şirkete değişir. Dövizle gelir elde edenler dövizle, TL ile gelir elde edenler TL ile borçlanmayı, her iki kanaldan gelir elde edenler ise karma bir borçlanmayı tercih edebilirler.
      Bugün daha çok TL ile borçlanma tercih ediliyor.

      Sil
  9. Mahfi hocam, ekonomik konjonktüre göre iktisat teorilerinin ortaya çıktığını ve nobel ödüllerinin de bu teorilere biraz da 'torpil' yapılarak verildiğini düşünüyorum.Keynesyen iktisat 70'li yılların sonuna doğru çökerken, liberal sistemin önündeki duvarlar bir bir yıkılırken, ''teknolojik gelişmenin emek tasarrufu'' olduğu bi ortamda işsizlik yukarı tırmanmaya başlamışken, tarım gibi emek yoğun sektörden ziyade finans ve hizmetler sektörü gibi sermaye yoğun ve daha az emek gerektiren bir sanayi ortaya çıkarken doğal işsizliğin olmayacağı ya da sıfır olabileceği gibi teorilerin destek görmesi beklenemez diye düşünüyorum, yazınız için teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet benim de düşüncem bu yönde. Yani ekonomi, insana, topluma, algılamalara, koşullara ve zamana göre değişen bir bilim. Dün geçerli olan bir ekonomik kanun bugün geçerli olmayabiliyor (Say Kanunu gibi.) Paradigma değişimleri ekonomi teorilerinin de değişmesine yol açıyor. Yaşanan küresel kriz değişen paradigmaya uygun bir ekonomik teorinin henüz ortaya atılmamış olmasından kaynaklanıyor. Yani ekonomide, fizik bilimlerin aksine teori, uygulamadan sonra geliyor.

      Sil
  10. Hocam ülke olarak tasarruf yetersizliğinden bahsediyoruz ve buna bağlı olarak bankada ki tasarruflar verilen kredileri karşılamadığından banka başka kaynaklara müracaat etmek durumunda kalıyor ( örneğin;tahvil ihraç etme, m.b dan borçlanma ,para piyasasından borçlanma , dışardan borçlanma gibi) bunlar yapılarak tasarruflardan daha fazla kredi veriliyor . Benim sormak istediğim ; örneğin bir işadamı nın parayı içeride harcamak üzere 100.000 tl ye ihtiyacı olsun ve bu ihtiyacını bankaya bildirirse banka şu cevabı verir mi ülkede tasarruf oranı düşük olduğundan bendede fazla para birikmedi sen en iyisi bu parayı dışardan borçlan bize yatır biz de sana onun. Karşılığında tl verelim mi der ?
    Yoksa banka gelen 100.000 tl talebi karşısında müşterisine dışardan bul demenin yerine bankanın mevduatları yetersiz se kendisi dışardan borçlanıp eğer tl kredisi verecekse bunu merkez bankasına yatırarak tl alacak ve krediyi bu şekilde verecektir .hocam bunlardan hangisi gerçekleşir bana 2.si daha mantıklı geldi ama size sorarak emin olmak istedim.
    2)Hocam şundan dolayı soruyorum ;yazınızda ülkede tasarruf oranı yetersizse dışardan borçlanılacağını söylediniz Ben burada acaba bireyin mı dışardan borçlanması mı kastettiniz bankanın mı dışardan borçlanmasını kastettiniz tam açıklığa kavuşturamadığımdan soruyorum .kusura bakmayın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (1) Banka, kendisine gelen kredi isteğini, eğer o şirket ya da işadamı ya da kişi kredi verilecek itibarda birisiyse geri çevirmez. İçeriden ya da dışarıdan borç alır yine verir. Sonuçta daha düşük faizle bulduğu parayı daha yüksek faizle kredi olarak vermeyi ister. Banka, işadamına sen dışarıdan borçlan bize yatır biz de sana TL verelim demez. Bunu kendisi yapar. Çünkü bankalar daha ucuza borçlanırlar.
      (2) Birey de banka da işletme de dışarıdan borçlanabilir. Yalnız bireylerin ve KOBİ ya da küçük işletmelerin dışarıdan borçlanması ancak dışarıdan satın aldıkları makine teçhizat vb yi kredili almak şeklinde yani satıcı kredisi yoluyla olur. Çünkü dışarıda o bireyi ya KOB'yi kimse tanıımaz ve doğrudan kredi vermez. Tanınıyor ve itibarı varsa o başka. Ama bu da istisnai bir durumdur. Şimdi siz burada bankacı olsanız hiç duymadığınız bilmediğiniz küçük bir Alman şirketi gelip sizden Euro kredisi istese ne yaparsınız. Muhtemelen vermezsiniz. Ama adamın bankası gelse istese muhtemelen bu krediyi açarsınız. Çünkü o banka ile karşılıklı bir çok işiniz vardır.

      Sil
  11. gelişmiş ülkelerde 2000'lerin başından bu yana "hamur topağına baskı yapan" gücün gelişmekte olan ülkeler olduğunu düşünüyorum. ABD'de 2000 yılının başında (tarım dışı istihdam/çalışma çağındaki nüfus) oranı %75 imiş. 2001'deki durgunluğun ardından bu oran %73-74'e gerilemiş ve 2002-07 arası konut balonu şişerken bile %72-73'ün üstüne çıkamamış. 2008-09 krizi sonrası %68'e kadar geriledikten sonra bugün itibarıyla %70 civarında. aradan geçen zamanda belli ki Amerikada doğal işsizlik oranı artmış. Hocam ben bu farkı gelişmişlerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın kapanmasına bağlıyorum. gelişmekte olanların verimliliklerini daha hızlı artırmaları gelişmişlerde işsizlik olarak tezahür ediyor. Türkiye'deki doğal işsizlik oranındaki artışı da bu olguyla ilişkilendirmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum çünkü Çin, uzakdoğu ve diğer gelişmekte olan birçok ülke bize kıyasla daha üretkenler. bu ülkelerle aramızdaki fark her geçen yıl açıldığı için de hem doğal işsizlik oranı bir türlü düşmüyor hem de yapısal cari açığımız artıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet güzel ve doğru bir yaklaşım. Çeşitli ülkelerde doğal işsizlik oranındaki artışta rekabete açık, çok daha ucuza üretim yapabilen ekonomilerin etkisi olduğu açık.

      Sil
  12. Hocam Merhaba,
    Sendikalardan ve asgari ücretlerden ziyade patronların ve üst düzey yöneticilerin aldığı paraların işsizliğe etkisini ortaya koyan bir araştırma yapmak gerekir kanımca...
    Yazı için teşekkürler.

    Saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediğiniz daha çok gelir dağılımı meselesi.

      Sil
    2. İktisat içine girdikçe derinleşen ve bağımlılık yapan bir şeymiş. Farklı bakış açılarından bakabilmeyi öğretiyor insana ve ben şimdi söylediğinizi daha iyi anladım. Teşekkürler,

      Sil
  13. Hocam yazı için teşekkürler

    Burada sendikanın esas yapması gereken nedir açıkcası kendi içinde tezatlık var mıdır yok mudur? Çünkü reel ücretler artsa işsizlik artacak ki bunu hiç bir taraf istemeyecektir yani burada olması gereken ücret misal 2013 enflasyonu için %7 dersek reel ücret enflasyon arındırıldıktan sonra biraz daha misal %8-10 arası gibi? Fazla uzattım kısacası mekanizma nasıl çalışıyor ve uzlaşma nasıl oluyor? Teşekürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.
      Mekanizmanın sizin yazdığınız kadar net çalıştığını sanmıyorum. Ama geline aşamada bütün dünyada belirli işler dışında enflasyonun biraz üzerindeki ücret artışlarının her iki tarafı da tatmin ettiği bir yerdeyiz. Sendikaların 1970'lerdeki etkinliği kalmamış görünüyor. Artık öyle uzun ve kapsamlı grevler yapılmıyor.

      Sil
  14. Hocam aslında bu sorumu 6 ekonomi 6 durum adlı yazınızda sormuştum ama ben gönderdiğimi zannettim ama göndermemişim heralde . Kısaca şunu sormak istiyorum ; devletin gelirlerinide tasarruflar dan sayarsak S -I =cari açık olmaktadır siz de yazınızda söylüyorsunuz S =I olursa yani ülke tasarrufları kadar yatırım yaparsa dışarının tasarruflarını kullanmamış olacağını belirtmiştiniz yani ülke cari açık veriyorsa dışarının tasarruflarını kullanmış demektir.hocam benim yalnız kafama şu takıldı örneğin ülkenin.mevduatlarının 100 tl olduğunu düşünürsek dışarının tasarruflarını kullanmak istemiyorsa 100 liralık yatırım yapabilecektir ama şöyle de bir şey olamaz mı bankalara bireylerden içeride harcamak üzere tl kredi talebi gelse bankalarda dönüp dışardan borçlansa ve bunuda merkez bankasına yatırarak 20 tl alsa ve bireylere bunu kullandırsa bireyler de bu parayı dışarıda harcayıp cari açığı artıracağına içeride harcayarak yatırımları 120 tl ye ulaştırdığını düşünürsek sonuç olarak bankalar denge 100=100 de değilde 120=120 de sağlanmış oldu ve yine S=I dengesi sağlandı sonuçta cari açık vermedik ama dışarının tasarruflarını yinede kullanmış olmadık mı? Yani hocam dışarının tasarruflarını kullanmak için illa cari açık vermemize gerek yok değil mı örnekte ki senaryo gibi olsada olabilir diyebilirmiyiz ?
    2) örnnek kurgulamasında bir hata var mı ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir ekonomi mutlaka cari açık verdiğinde dışarıdan borçlanacak diye bir şey yok tabii. Zaten çoğu zaman diyelim ki 40 milyar dolar cari açık versek 50 - 60 milyar dolar borçlandığımız da oluyor. Para nerede ucuzsa oradan sağlanıyor sonuçta.
      Bir ekonomi eğer yeni kurulmamışsa sadece bu yılın cari açığından kaynaklanan bir borçlanma durumu söz konusu değildir. Geçmiş yıllardaki açıklar nedeniyle de borçlanıldığı için o borçların anapara ve faizleri de ödenmektedir.
      Diyelim iç tasarruf açığımız 40 milyar dolar ve geçmişten gelip de bu yıl ödememiz gereken borçların tutarı da 60 milyar dolar olsun. Bu durumda bu ülkeye 100 milyar dolar gerekecektir. Diyelim ki iç tasarruflarda mucize yarattık ve cari açık kadar ek iç tasarruf yarattık. Ülkenin geçmiş borçlarını karşılamak için 60 milyar dolar borçlanması gerekecektir. Ama 100 milyar dolar yerine 60 milyar dolar borçlanmak demek 40 milyar dolar az dış borçlanmak demektir. Bunu sonraki yıllarda da sürdürürse dış borçlanma gereksinimi giderek azalacak demektir.

      Sil
    2. Hocam örneğin bir ülke cari açığı kadar tasarruflarını artırırsa (örneğin 60 milyar$ ın karşılığı kadar tasarruflarımızı artırırsak ) cari açığı sıfır mı olacak ? Burasını açıklığa kavuşturursanız sevinirim .
      Anlamadığım nokta bizim cariaçığımız 60 milyar$ tl karşılığında 60*2=120milyar tl ediyor . Biz 120 milyar tl kadar ek tasarruf yapsak (zor ama yapsak ) S =I dengede gözüküyor ama anlamadığım biz sonuçta biriktirdiğimiz tasarruflarla dışardan makine teçhizat alamayacağımıza göre bunları almak için yine dövize ihtiyaç duymayacakmıyız ? Yoksa S =I olduğu için cari açık ta sıfır oluyor gelen ihracat ve turizm geliriyle makine ve teçhizat alabiliyorum böyle mi düşünemeliyim .
      3) son olarak hocam bir ülke tasarruflarını artırırsa hem içeride tl kullanabilmek için dışardan döviz le borçlanmak zorunda kalmaz hemde tasarruflar artığında cari açığımızın finansmanı içinde fazla borçlanmanıza gerek kalmaz eksiğim varsa düzeltin lütfen .

      Sil
    3. Hocam Türkiye'nin önümüzde ki dönemde cari açığı kadar (55milyar $ kadar) finansmanın ötesinde dış borç ödemeleri içimde (160 milyar $ kadar ) finansmana ihtiyacı var kabaca 220 milyar$ a ihtiyacı olduğunu belirttiniz olası ki fed tapering uygulamasına geçerse (ki elinde sonunda geçecek ) Türkiye'ninde riskleri arttığından bu kadar paranın hepsini dışardan bulmamın mümkün olmayacağını belirttiniz . Peki hocam önümüzde ki dönemde uzun vadeli ve kısa vadeli sermaye akımında da girişler azalacağına ve eskisi kadarda borçlanmayacağımıza göre bu kadar finasmanı nasıl bulunacak ? Bir kısmını rezervlerimizden mi karşılayacağız ?
      2) hocam heralde 160 milyar $ dış borç ödemesini mutlaka ödememiz gerektiğini düşünürsek onu kesim bulmalıyız onun haricinde sermaye akımlarında olası bir azalmada kurlarda yükseleceğinden eskisi kadar cari açık veremeyiz değil mi hocam ?
      3) son olarak sermaye akımlarında olası bir azalma olsada bireyler eskisi kadar cari açık vermek istediğinde (örneğin 55milyar$ ) banka o parayı bulabilir mi ? Önceki yorumlarınızda ülkede döviz kıtlığı varsa ithalat permileriyle işin gerçekleşeceğini söylemiştiniz tabi burada sermaye akımı azalsada döviz kıtlığı olması zor ihtimal olduğundan eğer 55 milyar $ cari açık verilmek isteniyorsa sermaye girişinin azlığından dolayı kur yükselecek yeni bir denge noktasına mı kavuşularak örneğin 55 milyar değilde 30 milyar $ gibi bir yerde dengeye gelebilir diyebilirmiyiz ?

      Sil
    4. Mahfi bey, bu konudaki düşüncelerimi şu şekilde ifade edersem yanılır mıyım?

      Cari açık, Mal,Hizmet ve Gelir Dengesi ile Cari Transfer toplamlarının eksi vermesi demektir. 2013 Ekim sonu cari açığımız 51.901 milyar USD dir.
      Diyelim ki, 2013 Ekim sonu itibariyle de 51.901 milyar USD karşılığı TL kadar bir tasarruf artışımız oluşmuş olsun.
      Bu durumda cari açık yine sıfır olmuyor. Ödemeler dengesi tablosunda yine 51.901 milyar USD cari açığı görürüz.
      Neden, çünkü bu tasarruf artışının kaynağı ihracatımız, turizm geliri vs. olsaydı 2013 Ekim Ödemeler tablosunda cari açık oluşmazdı.Denk olurdu.

      Üzerinde konuştuğumuz cari açık tarihsel bir veri. Yani 2013 ocak-ekim döneminde dış ülkelerle yapmış olduğumuz Mal,Hizmet ve Gelir işlemlerinden 51.903 milyar USD açık verdik demek. Yani bu dönem kendi kendini finanse edemedi demek. Bu tablonun Sermaye ve Finans kalemlerinde ise bu açığın nasıl finanse edildiği gözüküyor.

      Yurt içinde yerleşiklerin birbirleriyle yapmış olduğu alışverişlerden sağlanan tasarruflar;
      1- Ülke para birimi rezerv para niteliği taşımadığı için
      2- Her yıl cari açık verilmiş olduğundan dolayı netleştirme yapılarak konuşacak olursak, ülkemizin döviz stoğunun kaynağı kazançlarımız değil, borçlarımız,yükümlülüklerimiz oluşturduğu için
      Bu TL tasarruflar ile alınacak dövizler cari açığımızı kapatmaz. Çünkü ülkeye giren dövizin kaynağı borç olacaktır. Ve bu borç sonuçta faiziyle birlikte geri ödenecektir. Bu ödemede o dönemdeki cari dengemize olumsuz yansıyacaktır.

      Adsız kardeşimizin sorduğu "biriktirdiğimiz tasarruflarla" cümlesindeki tasarrufun kaynağı cari fazla olmalıdır ki, S=I olsun.
      TL nin Rezerv para olmaması ve yıllardır cari açık vermemiz nedeniyle, ayrıca yapılan ithalat, hizmet, gelir ödemeleri sadece yatırım amaçlı olmadığı için o yıl S=I olsa bile cari açık veririz. Yatırım çok karlı bir döviz gelirine dönüşürse, sonraki yıllarda cari dengemize olumlu katkıları olacaktır.

      Düşüncemi tam anlatamamış, mantık hataları yapmış olabilirim.

      Sadece basit düşünmeye çalışıyorum. 2000 li yıllardan buyana cari fazla vermemişiz, ülkemizin parası rezerv para niteliği taşımıyor, Döviz giderimiz, Döviz gelirlerimizden fazla, ve tüm bunlar değişmediği müddetçe tasarruf artışı cari açığı sıfırlamaz. Çünkü bunlar haricindeki tasarruf artışı yani bankalardaki TL artışı biz bize yaptığımız alışverişlerden kaynaklanan bir artış olacak. Döviz gelirlerimizi de döviz giderlerimiz sıfırladığı için bize kalan döviz, borç oluyor:)

      Sil
    5. Doğkan Aygün18 Aralık 2013 15:26

      Timur bey siz yanlış anlamadıysam S =I olsa bile cari açığımızın olacağını söylediniz .Bence bu cümleniz hatalı harcamalar yöntemi ile milli geliri yazarsak Y=C +I +G +(X-M ) olacaktır X-M yi sadece mal ve hizmet ihracatı ve ya ithalatı değilde turizm gelirleri v.s yide içine katarsak bize cari açığı verecektir . ayrıca G( kamu harcamalarıda ) tüketim ve yatırımdan oluştuğuna göre denklem şu halini alacaktır .Y=C+I +X-M olacaktır ve denklemi düzenlersek Y-C -I =X- M olacaktır . Y-C =S olduğundan denklem şu halini alıyor S-I =X-M (cari açık ) olacaktır cari açığın sıfır olması demek ancak ve ancak S=I olması halinde mümkün olacaktır yani cari açığı azaltmak istiyorsak taarruzlarımızı artırmak yeterli olacaktır .belki şöyle düşünülebilir bizim para rezerv para değil tasarrufumuzu artırsakta dışardan makine aramalı almak için dövize ihtiyaç duyacağımız düşünülebilir zaten Buda tasarruf yaparak ülkeye döviz olarak girmekte ve bu saydığım makine ve aramallarını ihracatımız la finanse etmekteyiz .ben böyle düşünüyorum hocam bir yanlışım yada eksiğim varsa düzeltin lütfen .

      Sil
    6. İyi akşamlar Doğkan Bey.

      Yanlış bilmiyorsam GSYH içindeki X-M eşitliğinde mal ve hizmetler dikkate alınıyor. Yani turizm dahil X-M eşitliğinde. Bir tek Gelir dengesi hariç. (X-M) eşitliğine ödemeler dengesi tablosunda beyan edilen Gelir Dengesini hesaba katmak gerekiyor.

      Tasarruf yaparak ülkeye döviz girmesi demiştiniz, bu, Net ihracat + Gelir Dengesi eşitliğinin pozitif olması yani, cari fazla olması sayesinde olur. Aslında siz de beni teyit ediyorsunuz. Tasarruf-Yatırım eşittir Net ihracat. Yani tasarrufun artması Net ihracata bağlıdır.
      Negatif olması durumunda da ülkeye döviz girişi olur. Ama bir gün geri ödenmek kaydıyla. Tabii artı faiz ve kar payıyla beraber.
      Sadece tasarruflarımız arttırırsak dediğimizde, eşitliğin diğer tarafı düşünülmüyor. Net ihracat + Gelir dengesi artı olmadığı müddetçe, döviz tasarrufumuz nasıl artacak? Tabi varlıklarımızı satarak ta döviz girişi olur, ama bu seferde varlıklardan elde edilen karlar transfer edilmeye başlar. Sonuçta yine bizim cebimizden çıkar, bir sene sonra veya 10 yıl sonra.
      Tasarruf ancak gelirden elde edilir değil mi? Bir ülke içinde döviz geliri, Net ihracat + Gelir dengesinin pozitif olması sayesinde olur.
      Bir ülke tabii yurtiçindeki faaliyetlerinden dolayı da tasarruf elde eder. TL tasarruflarımız oluşur. Şimdi düşünelim, net ihracatımız eksi, yurtiçindeki TL tasarruflarımızla döviz satın alıyoruz. Satın alınan bu dövizin kaynağı net ihracatımız eksi olduğu için, döviz gelirimiz değil, yurda birçok şekilde giren ithal tasarruflar oluyor.
      Bizim sıkıntımız ihracatımızın, ithalatımızdan fazla olamaması. Ve her türlü hammadde bu ülke topraklarından çıkmıyor ve her türlü üretimi yapacak teknolojiye, bilgi birikimine sahip değiliz. Şimdi Net ihracat eksi, TL kabul görmüyor, bankamızdaki TL tasarruflarla nasıl ithalat yapacağız?

      Sil
  15. Hocam 2 sorum olacak izninizle; 1- cari açığın sürdürülebilirliği denince ne anlamalıyız? 2- cari açık vermeden büyümenin maliyeti nedir? Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer cari açık yüksek borçlanmaya neden olmayacak bir düzeydeyse sürdürülebilir. Mesela Türkiye'nin bugünkü durumunda yüzde 4 - 5 oranındaki cari açık sürdürülebilir olarak kabul ediliyor.
      Cari açık vermeden büyümenin bir maliyeti yoktur. Ama cari açık vermeden büyüyemiyoruz çünkü tasarruflarımız yetmiyor.

      Sil
  16. hocam merhaba çoğu ülkenin para politikası olan enflasyon hedeflemesine bize iten şey dünyada malların çok olup talebi ayarlamaktır diyebilirmiyiz. mesela trde dışarıdan mal ithal etmezsek içeride üretim tüketimden az olduğu için enflasyondan bahsedebilirmiyiz. dünyada da bu şekilde midir. saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Enflasyon hedeflemesi enflasyonla mücadele politikalarından birisidir. Bu tür politikaların çoğu arz yoluyla talebi ayarlamaktır.

      Sil
  17. Hocam benim sorum arada kaynadı galiba kusura bakmassanız sorumu buraya alıyorum ;
    hocam Türkiye'nin önümüzde ki dönemde cari açığı kadar (55milyar $ kadar) finansmanın ötesinde dış borç ödemeleri içimde (160 milyar $ kadar ) finansmana ihtiyacı var kabaca 220 milyar$ a ihtiyacı olduğunu belirttiniz olası ki fed tapering uygulamasına geçerse (ki elinde sonunda geçecek ) Türkiye'ninde riskleri arttığından bu kadar paranın hepsini dışardan bulmamın mümkün olmayacağını belirttiniz . Peki hocam önümüzde ki dönemde uzun vadeli ve kısa vadeli sermaye akımında da girişler azalacağına ve eskisi kadarda borçlanmayacağımıza göre bu kadar finasmanı nasıl bulunacak ? Bir kısmını rezervlerimizden mi karşılayacağız ?
    2) hocam heralde 160 milyar $ dış borç ödemesini mutlaka ödememiz gerektiğini düşünürsek onu kesim bulmalıyız onun haricinde sermaye akımlarında olası bir azalmada kurlarda yükseleceğinden eskisi kadar cari açık veremeyiz değil mi hocam ?
    3) son olarak sermaye akımlarında olası bir azalma olsada bireyler eskisi kadar cari açık vermek istediğinde (örneğin 55milyar$ ) banka o parayı bulabilir mi ? Önceki yorumlarınızda ülkede döviz kıtlığı varsa ithalat permileriyle işin gerçekleşeceğini söylemiştiniz tabi burada sermaye akımı azalsada döviz kıtlığı olması zor ihtimal olduğundan eğer 55 milyar $ cari açık verilmek isteniyorsa sermaye girişinin azlığından dolayı kur yükselecek yeni bir denge noktasına mı kavuşularak örneğin 55 milyar değilde 30 milyar $ gibi bir yerde dengeye gelebilir diyebilirmiyiz ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok soru kaynamadı ama ben bu soruyu o kadar çok yanıtladım ki artık yoruldum. Hatta sonunda bu soru için ayrı bir yazı yazdım blogda.

      Sil
  18. Hocam Merhaba !

    Türkiye'nin büyümesi niye istihdam yaratmıyor ? Ege CANSEN bir yazısında iş adamlarına verilen yatırım teşviklerinin bu kadar büyük istihdam vergileri ve sigorta primleri nedeniyle istihdam yaratmada çare olamayacağını, teşviklerin bireylere verilmesini ve herkesin kendi işini kurması halinde istihdamın aratabileceğini belirtimişti.TOBB Başkanı Rıfat Bey'de bir konuşmasında ''Devir artık iyi bir iş bulma değil, iyi bir iş kurma devridir '' demişti . Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türkiye'nin büyümesi burada üretimi artırmaktan çok ithal edip burada bir araya getirip satmak üzerine kurulu. Öyle olunca da yeterli istihdamı yaratamıyor.

      Sil
  19. Hocam

    Anlamadigim bir sey var. Issizlik orani ile gercekten calisan ve SGK primi odeyen insan sayisinin calisabilir nufusa orani farkli seyler. Neden issizlik orani gibi cok anlamsiz bir rakama kafa yoruluyorda esas ve anlamli olan ikincisi hakkinda pek konusulmuyor? Cunku birincisi yalnizca issizlik maasin basvuranlarin orani ve cok anlamsiz, Haksizmiyim?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!

Konut Fiyatları Niçin Eskisi Kadar Artmıyor?

Paradan Para Kaybetme Dönemi