Para Politikası Giderek Tuhaf Bir Hal Alıyor

Merkez Bankası ve para politikası denildiğinde akla üç politika bileşeni gelir: (1) Faiz politikası, (2) Açık piyasa işlemleri (APİ), (3) Karşılıklar politikası. Merkez Bankası halktan mevduat kabul etmez ve halka kredi vermez. Mevduat kabul ettiği ve kredi verdiği kurumlar kural olarak yalnızca bankalardır. Geçmişte kamu kesimine de kredi verirdi ama günümüzde bu uygulama terk edilmiş bulunuyor.

Bankalar, gün sonunda ellerinde kalan fazla parayı Merkez Bankası’na yatırır ya da gün sonunda hesapları açık kalmışsa o kadar parayı Merkez Bankası’ndan borç alırlar. Bu borç alış verişinin Merkez Bankası’nca belirlenmiş faizleri vardır. Bence Merkez Bankası’nın piyasaları etkilemekte kullandığı asıl faiz budur. Bunun yanı sıra Merkez Bankası bankaların likidite akımı sorununun çözümü için onlarla repo işlemleri yapar ve bu işleme faiz uygular. Merkez Bankası bu faize “politika faizi” adını veriyor. Ben ise bu faize “politikacı faizi” diyorum. Yani politikacıların dikkatini bu faize çekiyor ama gecelik faizleri değiştirmek yoluyla piyasa faizlerini etkiliyor. Bu faizler bankaların maliyetini etkilemek suretiyle piyasada oluşacak faizler üzerinde etkili oluyor. Para politikasının faiz etkisi de bu şekilde ortaya çıkıyor.  

Para politikasının ikinci aracı olan APİ işlemleriyle Merkez Bankaları, ellerinde tahvil bulunduranlardan tahvil satın alarak ya da kendi elindeki tahvilleri piyasaya satarak piyasadaki likiditeyi denetler ve bu yolla ekonomide etki yaratır.

Bankaların açtıkları kredinin bir süre için geri dönüp mevduat olması ve bu yeni mevduat üzerinden yeniden kredi açılması biçiminde özetlenebilecek kredi – mevduat – kredi ilişkisinin ortaya çıkardığı kaydi para miktarını denetlemenin bir yolu para poltikasının üçüncü aracı olan karşılıklar politikası aracılığıyla yapılır. Merkez Bankaları, bankaların kabul ettiği mevduatın bir bölümünü kendisine yatırmasını ister. Bu yolla açılabilecek kredi miktarını düşürür. Ekonominin aşırı canlı olduğu hallerde karşılık oranı artırılır, tersi hallerde ise karşılık oranı düşürülür. Karşılıklar tek bir oran olabileceği gibi farklı mevduata farklı oranlar biçiminde de uygulanabilir.

İşte para politikası dediğimiz şey bu üç enstrümanı kullanarak para miktarını etkilemek ve bu yolla da genel olarak ekonominin gidişatını etkilemek, özel olarak da fiyat istikrarını sağlamaya çalışmaktan ibarettir.

Bizim Merkez Bankası (TCMB) bu üç enstrümanı farklı şekilde uygulayarak para politikasına değişik bir yaklaşım yapmaya başladı. Geçtiğimiz hafta kurların yükselişinden ya da kurlardaki yükselişin fiyat istikrarını bozucu etkisinden rahatsız olmuş olmalı ki yaklaşık 1,4 milyar dolarlık döviz satış ihalesi açtı. Bu yüklü miktardaki dövizi piyasaya satacak ve bu yolla döviz kurunu düşürecek ve oradan yarattığı etkiyle enflasyon üzerindeki kur baskısını kıracaktı. Piyasanın, bu ihaleden anladığı buydu. İhaleye yaklaşık 1,1 milyar dolarlık teklif geldi. Fakat sonuçta teklif edilen fiyatı beğenmemiş olsa gerek ki TCMB yalnızca 50 milyon dolarlık satışla yetindi. TCMB bu döviz satış ihalesini parite açtığında 1 USD = 1,88 TL dolayındaydı. İhaleden sonra parite 1,90 TL’nin üzerine çıktı ve haftayı o düzeyde kapadı.

TCMB’nin döviz ihalesinden sonra ortaya çıkan soru şuydu: “TCMB TL’nin değerini artırmaya mı uğraşıyor yoksa düşürmeye mi?” Eğer artırmaya uğraşıyorsa dediği satışı yapıp ardından benzer bir ihale daha açmalıydı. Eğer sıcak para çıkışını cezalandırmak için kuru yükseltmeye çalışıyorsa bu tehlikeli bir oyundur ve başka sorunlar yaratır.

TCMB Bankası yapmaya çalıştığını yapamayan bir otorite izlenimi vermeye başlamışsa para politikası uygulanamaz noktaya geliyor demektir.          

Yorumlar

  1. TCMB bu hamleyi sıcak para çıkışını cezalandırmak yerine kontrol altına almak adına yaptığını düşünüyorum zira sıcak para çıkışını cezalandırmak için yapılan müdahale mutlaka bir tarafların işine yarayacaktır. Zaten 50 milyon dolarlık satış ile yetinmesi bunun en bariz göstergesi düşüncesindeyim.

    YanıtlaSil
  2. Sn. Eğilmez,

    TCMB'nin aldığı kararlar ve uyguladığı politikaların kurumun yetkili birimlerinin çalışmalarının bir sonucu olduğunu biliyorum. Zira, başkanının değişimi kısa süre zarfında bankanın performansını yukarı yada aşağı yönde etkilemesi sanırım pek mümkün değil.
    Ancak temsil yetkisi bakımından birinci sırada yer alması, kamu oyunun alınan politikaları yorumlama yetisi de göz önüne alındığında, başkanın olup bitenleri ifade ediş biçimi ve duruşu kurmun yetkinliğinin algılanması bakımından çok önemli.
    Yeni atamanın TCMB'na olan bakışı şu ana kadar daha yukarı taşımaktan uzak olduğunu düşünüyorum.
    Sanki sıkıntı kurumun neyi yapmak istediğini bilip bilmediğinden ziyade, başkanın bunu ifade edebilme performansı ile de ilgili.

    Saygılarımla,
    Cafer Demir

    YanıtlaSil
  3. Mahfi Bey:

    Konuyla ilgili yorumlarımı bir yazıyla paylaşmak isterim: http://ardatunca.blogspot.com/2011/12/tcmb-ve-ecb.html

    Merkez bankacılığının en temel fonksiyonlarını çok yalın bir anlatımla paylaşmışsınız.

    Teşekkür ederiz.

    Arda Tunca

    YanıtlaSil
  4. hocam teorik bilgilerden bikmistik o yuzden uygulamada nasil oldugunu anlattiginiz icin tesekkurler. Benim merak ettigim nokta bu ihale olayi. 1.4 milyar dolarlik ihale nasil oluyor? 1.1 milyar dolar teklifin tam olarak manasi nedir? bankalar 1.1 milyar dolarlik alim mi yapariz demek istiyor? ihale kismini biraz daha seffaf anlatabilir misiniz?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!