Nutuk'u Bir Kez Daha Okurken
Nutuk’u geçmişte birkaç kez
okudum. Şimdi bir kez daha okurken üç konu dikkatimi çekti. Bunları paylaşmak
isterim.
Atatürk, telgraf sistemini adeta internet
gibi kullanmış.[i]
1920’lerde elektriğin Osmanlı’da her yerde olmadığı, olan elektriğin
sürekliliğinin pek sağlanamadığı, Mors alfabesinin okunup yazıya dökülmesinin belirli
bir süre aldığı gerçekleri göz önünde tutulursa bunun hiç de kolay bir iş
olmadığı anlaşılacaktır. Buna karşın Nutuk, neredeyse yarısına yakın bölümü
itibariyle telgrafla yapılan yazışmalara dayanıyor. Bu da gösteriyor ki
Atatürk, milli mücadelenin önemli bir bölümünü sürekli olarak telgraf başında
örgütleme faaliyetleri, ikna çabaları, zaman zaman tehdit girişimleriyle
geçirmiş. Telgrafı günümüzün e-postası, whatsapp’ı gibi kullanarak,
İstanbul’dan, hükümetin ne yaptığından, düşman kuvvetlerinin nerede olduğundan
sürekli bilgi sahibi olmuş.
Atatürk, “Hattı müdafaa yoktur,
sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” sözlerini Sakarya Meydan
Muharebesinde söylemiş. Ama Nutuk’u okurken aslında bu sözün onun kafasında
1919’da Samsun’a doğru yola çıktığı andan itibaren oluştuğunu anlıyor insan.
Milli mücadele örgütlenmeden önce Anadolu’nun çeşitli kentlerinde, bölgelerinde
hatta dağlarında kendi başlarına düşmanla mücadele eden çeteler ortaya çıkmış.
Bir bölümü bu mücadeleyi o bölgede bağımsız bir devlet kurmak için verme
aşamasına gelmiş. Atatürk, Samsun’a giderken bu tür birbirinden bağımsız
birbirinden kopuk mücadelelerle bir yere varılamayacağını, bu girişimlerin
düşmanca kolaylıkla bastırılabileceğini görmüştü. O nedenle bu çeteleri,
girişimleri bir araya getirmek, mücadeleyi bir ulusal çerçeve içinde toplamak
için kongreler toplamaya ve sürekli yazışmalarla milli güçleri bir arada
tutmaya özen göstermişti. Bu sözün de kafasında o dönemlerde oluşmaya
başladığını sanıyorum. Kendi başına bir şeyler yapmaya uğraşan bölük pörçük
güçleri bir araya getirmeye çalışırken telgraf başında ya da toplantı
çerçevesinde geçirdiği zamanın değerini birçok kişi anlamamış ve onun masa
başında zaman kaybettiğini düşünmüş.
Düşmanın önlem almasını önlemek
için Büyük Taarruzu sürekli basit bir takım hareketler gibi göstermiş. Bunu
kendisi Nutuk’ta şöyle anlatıyor: Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna
kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek
önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar
dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik.
Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni
teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi
sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek
olarak biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf
Bey’den (Rauf Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4
Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.”
Atatürk’ün uygulanan stratejinin
bir taktik yansıması olarak yapılan işi önemsiz gibi göstermesi ve Nutuk’ta
savaşları kısa kısa anlatma yöntemine bakarak günümüzde Büyük Taarruzu hatta
Kurtuluş Savaşını basit bir savaş gibi gören ve göstermeye çalışanlar çıkıyor
ortaya.
Savaşları kısaca anlattığı halde
savaş hazırlığını, toplantıları, yazışmaları, aldığı yanıtları uzun uzun
anlatmış. Bu da Mustafa Kemal’in asıl kurtuluş savaşını iktidardakiler, onlarla
birlikte davranarak düşmanla işbirliği yapanlara karşı verdiğini gösteriyor.
Savaşı kazanmaya yaklaştıkça en yakınında olanlar bile saltanatı korumak amacıyla
ona karşı çıkmaya ya da en azından desteklerini azaltmaya başlayınca bu kez
onlarla mücadeleye girmiş. Birlikte başladıkları mücadelede birçok arkadaşıyla
yolları ayrılmış buna karşılık doğru bildiği yolda ilerlemekten hiç dönmemiş.
Atatürk’ün son yıllarında
çekilmiş fotoğraflarında gözlerindeki o yorgun ifadenin nedeni de bu olsa
gerek. Bu kadar mücadeleyle geçmiş bir yaşamın yorgunluğunun ve yaşanan
ihanetlerin yüze ve özellikle gözlere vurması kaçınılmaz.
[i] Artık pek kullanılmadığı için genç kuşaklar telgrafı
bilmezler. Telgraf, iki
yer arasında haberleşme sağlayan bir araçtır. Bir vericiyle bir alıcı ve ikisi
arasında elektrik hattı vardır. Verici (ya da telgrafçı deyişiyle maniple);
elektrik devresini açıp kapayan anahtarın adıdır. Basıldığında devre kapanır, bırakıldığında
devre açılır. Alıcı bir elektrik bobininden (elektromıknatıs) ibarettir.
Bobinin karşısında bir demir çubuk, çubuğun ucunda da kalem vardır. Elektrik
akımı gelince çubuğu çeker, akım kesilince çubuğu bırakır. Çubuk hareket
ettikçe ucundaki kalem, karşısındaki hareketli bir mekanizmaya bağlı kâğıda
noktalar ve çizgiler çizer. Bu nokta ve çizgilerin oluşturduğu alfabe Mors
alfabesidir. Her harfin nokta ya da çizgi olarak alfabede bir harf bir
karşılığı vardır. Sonuçta ortaya çıkan şekiller Mors alfabesi yardımıyla okunup
önce harflere sonra da metne dönüştürülür.
nutuk u hangi yayinevinin baskisindan okudunuz?
YanıtlaSilBu kez okurken İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan baskıyı okuyorum.
SilHocam Atatürk'ün 1929 büyük bunalim yillarinda göstermiş oldugu yonetim basiretide çok ilginc ve destansi hem osmanlinin borclarini ödüyor hemde ekonomik sistemde köklü değişimlere gidiyor devletin ekonomideki müdahalesini kuvvetlendirirken krizden etkilenmemis sscbnin etki alanina ulkeyi sokma kolayciligina girmiyor
SilM.K.ATATÜRK sadece askeri değil iktisadi olarak da bir dâhidir bence. onun yaptıklarının yarısını bugünkü devasa finansman imkanlarıyla yapamayanlar hatta yaptıklarını ucuza babalar gibi satanlar bu millet yüzünden başımıza kral kesildiler. bu millet ATATÜRKE yaptığı ve bazı geçmiş değerli siyasetçilere yaptığı vefasızlıklarının bedellerini ağır biçimde ödeyecektir er ya da geç inşallah!.
SilAttila İlhan "Bu ülkenin hain kontenjanı %10'dur" derken çok iyimser davranmış. Bugünleri görseydi oranı yükseltir, %20'lere falan çıkarırdı herhalde.
YanıtlaSilbence de ,,,
SilBu cografya Kadar hain üreten baska bir yer söyleyebilirmisiniz.
Silbence %20 den bile fazladır. çözüm süreci denen çözülme süreci Ergenekon-balyoz süreçlerinde aslında bazı hainleri zaten gördük. öcalana sayın çekenleri gördük. Mehmetçik için bir damla gözyaşı dökmeyip rabia işaretleriyle arap milliyetçiliği yaparak ağlayanları gördük. bunların hepsi zaten haindir.
Silşu an başka hangi kitapları okuyorsunuz?
YanıtlaSilAhmet Mumcu: Osmanlı Devletinde Rüşvet, Tevfik Güran: Resmi İstatistiklere Göre Osmanlı Toplum ve Ekonomisi
Silhocam ayni anda baska baska kitap okunmak yerine tek kitap okunup bitirilmesi daha sonra digerine gecilmesi anlam ve kavrama acisindan daha iyi olmuyor mu merak ettim gercekten
Silbu arada elinize saglik hocam bende gecen sene okudum ama sanki bu kadar hizli deforme olan bir ulkede yeniden okumak gerek
SilHocam yazdığım tüm yorum yanlışlıkla silindi galiba. Nutuk bence başucu kitabı olmalı ve liselerde zorunlu her sabah derslerden önce 5dk okutulmalı.
YanıtlaSilGene finansal bir sorum olucak. KGF kredileri, ÖTV KDV SGK prim destekleri, yol köprü vs. ile ilgili şirkete gelir ödemeleri sonucundan bütçe açığımızın GSYH'a oranı geçen seneye göre 1 kat artarak %2 oldu. 2018'de 3 hatta daha fazlada görebiliriz.
1-Bu kadar destek verilirken ve ekonomik büyüme %5,2 yaptırılırken eğer bu destekler olmasaydı durum ne olurdu?
2- Bütçe açığının/GSYH oranı ne zaman alarm verir hatta daha önceki krizlerde olduğu gibi büyük yaptırımlar gerektirir? Mesele %5 olsa ''çok kötü ama henüz felaket değil'' diyebilirmiyiz? veya 10 olsa.
3- CDS primleri için demiştiniz ki; yurtdışından fon geliyor CDS primi düşüyor, prim düşüyor para gelmesi artıyor. Tavuk yumurta misali. Mesela ben çok çok fazla parası olan bir A ülkesi olsam ve kötü durumda bir B ülkesini yok etmek veya köle almak istesem, sürekli fonlayıp CDS primini düşürekek diğer fonlarında buraya akmasını sağlasam ve en sonunda bu B ülkesini duvara toslatmak ve kendime mahkum etmek istesem bu yöntemle mümkün mü?
İyi günler
Dediğiniz gibi ihanete rağmen hala dimdik ayaktaydı.kimşn ne mal olduğunu biliyordu şüphesiz.ülkesi konusunda hiç kimse onu Kandıramadı, kandırmazdı
YanıtlaSilHocam çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim
SilAtatürk hattı ve sathı müdafaa ederken bizimkiler bir türbeyi bile (S.Şah) müdafaa edemedikleri gibi üstüne üstlük bir de Ege adalarını sessizce Yunanistan'a terk ettiler..Referanduma da ciddi bir tepki yerine dostça uyarıda bulundular
YanıtlaSilHocam, Türkiyenin ithalat ve ihracat bilgilerinin en güncelini nerede bulabilirim?
YanıtlaSilTÜİK sitesinden
SilHocam sizlerin değerlendirmeleriniz ile ufkumuz bir kat daha açılıyor.
YanıtlaSilMerak ettiğim husus şu hocam 9.Ordu Müfettişliğinden istifa ederek maddi olarak kaynaklardan yoksun kalan Mustafa Kemal Atatürk yaşamını nasıl idame ettirmiştir.
Halkın desteğiyle.
SilHocam Merhaba,
YanıtlaSilYazınız için gerçekten çok teşekkürler. Bir konuda katkıda bulunmak istedim.
Uzun yıllar Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır bu satıh bütün vatandır sözünü sizin de belirttiğiniz gibi düşündüm. Şüphesiz Atatürk bu sözü kullanırken sizin de belirttiğiniz üzere yurt genelinde düşmana karşı bir savunmadan ve direnişten bahsediyordu.
Buna ilave olarak sizin de yazınızda belirttiğiniz üzere bu laf Sakarya muhaberesinde dile getirilmiştir fakat bu konuda çeşitli taraflardan aktarılanlara göre aslında konu tam anlamıyla bir savaş taktiğine dayanır ve Atatürk Sakarya meydan muharebesi kötü giderken bir karar alır ve bunu İsmet İnönü'ye uygulatır. Olay şu şekildedir :
Normal savaş taktiğine göre düzenli ordular bir cephe hattı oluşturur. Bu hat düşman tarafından herhangi bir kısmından delinirse normalde tüm cephe hattı delinen kısım kadar geriye çekilir. Sakarya Meydan muhaberesinde de Türk hatları Yunan orduları tarafından delinmiştir ve durum hiç iyi gözükmemektedir. İsmet paşanın savaşı kazanacağımıza dair umudu tükenmek üzeredir. Atatürk cephe hattından gelen son raporlara bakar ve İsmet İnönü'ye şu emri verir :
Cephe hattı herhangi bir yerden delinse dahi delinen hat üzerindeki askerler geri çekilecektir fakat cephe hattının geri kalanı bulunduğu yerde kalacaktır. Bu emir çok riskli olmakla beraber ( düşman cephenin arkasına sızdığında diğer hatları çok rahat bozguna uğratabilir ) Türk ordusu Yunan ordusunun deldiği hat üzerinde direnebilmiştir. Bununla beraber düşman Türk ordusunun delinen hatlara rağmen geri çekilmemesini arkasında farklı destek orduları olduğunu yorumlayarak çekingen davranmış ve Türk ordusunun geri çekilmemesi Yunan komutanların bulundukları hattı korumasına neden olmuştur ve bu taktik Sakarya muhaberesinin kazanılmasının ana unsuru haline gelmiştir. Atatürk Sakarya muhaberesinden sonra Ankara'ya döndüğünde kurmaylarına cephede yeni bir taktik uyguladıklarını ve bu taktiğin tamamını not aldığını bunu daha sonradan harp okulları müfredatına eklenmesini emretmiştir.
Benzer taktiği Ruslar Napolyon orduları için kullanmış ve onların karşısına Moskova'ya kadar hat kurmayarak zayıflamalarını ve ikmal hatlarına darbe vurmayı hedeflemişler ve başarılı olmuşlardır. ( Napolyon orduları Rus ordularından kat ve kat kuvvetli olmasına rağmen )
Yani aslına bakarsanız Atatürk çok radikal bir karar alarak kötü giden Sakarya muhaberesini bu taktikle çevirmiştir. Tabi ki bu taktikten halka da bir mesaj çıkarmak gerekiyordu. O da sathın tüm vatan olduğudur.
Bu konu ile ilgili detaylara Celal Şengör'ün Atatürk kitabından da ulaşabilirsiniz.
Saygılarımla.
Ya da yer bilinci'nin siyaset kitabina bakacaginiza Ankara Antlasmasi'na bakarsaniz Fransizlar'dan askeri egitim icin destek alinmasi yonunde antlasma saglandigini gorursunuz.
SilTaktik Ruslardan alınmıştır. O nedenle de zaten Taksim anıtında iki Rus generalinin heykelleri arka sırada yer alıyor.
SilHocam bu yazınızın zamanlaması müthiş.
YanıtlaSil" Ben bu toprakları seviyorum,yurdumun topraklarını, taşlarını.../Göğsünü havasını seviyorum..../İnsanlarını seviyorum memleketimin.../ Köylüsünü, çiftçisini,ırgatını, işçisini, balıkçısını,çobanını, sanatçısını, askerlerini,gençini, ihtiyarını tüm insanlarını seviyorum memleketimin.../Kadınlarını, erkeklerin i./Bazı şarkılar bana bu insanlardan bir gün kopacağımı hatırlatıyor./Onlardan uzak düşeceğimi.../Bir gün onlarla olamıyacağımı.../İşte o zaman, şarkının sözleri ne olursa olsun içime bir ateş düşüyor.../Ve sonradan.../ Gözyaşı olarak akıp gidiyor."
YanıtlaSilMustafa Kemal ATATÜRK
Tek Adam serisini okuyorum.Atatürk'ün ben de birkaç şaşırdığım olayını aktarayım kitaptan.Teğmenken gazete çıkarmaktan hapse giriyor herneyse sonra çıkıyor.Kurmay akademisini bitirip yuzbaşı olarak Suriyeye sürülüyor ama oradan kaçıp Selaniğe geliyor.Evet bildiğiniz bir yüzbaşı kaçıp Selaniğe geliyor.Her neyse sonra tayinini Selaniğe çıkattırıyor da kurtuluyor.Yarbayken de ülkenin gidişiyle ilgili genelkurmay başkanına ve devlet büyüklerine bu ne cürret diyebileceğimiz mektuplar atıyor.Enver Paşa onu pasifleştirmeye çalışıp başarılı olduğunda da Enver Paşaya laflarını esirgemiyor görduğu yerde başarılı oldun bravo diyor.
YanıtlaSilSiz asıl Kerem Çalışkan'ın yazdığı Mustafa Kemal'in İsyan Muhtırası kitabını okuyun. Orada Genelkurmay'a verdiği muhtıranın tam metni var.
SilHocam yazı için teşekkürler.
YanıtlaSilBence Milli mücadele döneminde telgraftan çok Martonaltı Hamdi, Fatsalı Halim gibi cesur, canları pahasına journal veren kahramanlardan bahsetmek lazım.
Ayrıca Mustafa Kemal Milli Mücadele'nin başına geçmeden önce bu görevin Ahmet İzzet(Furkaç) Paşa'ya verildiğini ancak Paşa'nın yapamayacağını beyan etmesiyle M. Kemal'e tevdi edildigini biliyoruz. Tabi bu görevi saltanatın ya da padişahın verdiğini söylemiyorum. Bir de unutulmaması gereken Anadolu'daki halk hareketlerinin köylü ve halk tarafından başlatıldığı düşüncesidir.Bu düşünce yanlış ve romantiktir. Halkın da katkısını göz ardı etmeden, bu hareketi,gerekli zemin ve örgütsel yapıyı Anadolu'ya daha önceden geçen İttihatçılar başlatır. Bu konuda Zurcher'in Milli Mücadelede İttihatçılık adlı kitabı ilginç bilgiler veriyor.
Mustafa Kemal, Padişah'ın onayıyla Anadolu'ya gitmiştir. Bu doğrudur. Ama verilen onay milli mücadeleye önderlik etme görevi için değil, İtilaf Devletlerinin Anadolu'da başlayan yerel mücadelelerin önlenmesi, yatıştırılması talebini karşılamak için bir inceleme ve önlem alma görevi için verilmiştir. Bu görevi milli mücadeleye çeviren Mustafa Kemal'dir. Verilen görevin dışına çıkıp da işi mücadeleyi örgütlemeye yani milli mücadeleye çevirmeye yönelince hakkında idam fermanı çıkarılmıştır.
SilYerel mücadelelerin halk tarafından başlatıldığı aslında doğrudur. Mustafa Kemal bu bölük pörçük, birbirinden haberi olmayan parçaları birleştirip yerel mücadeleyi milli mücadeleye dönüştürmüştür. Yerel mücadeleler tek başlarına kalsa büyük olasılıkla tek tek yok edilip gidecekti. Atatürk'ün başarısı oradadır.
Ittihat ve Terakki'nin 1. Dunya savasi planinin savasta yenilgi halinde Anadolu'ya cekilip oradan direnc baslatmak oldugunu bilseydiniz bu klasik hikayeye inanmazdiniz. Bir monark ferdi ulkesini teslim edecek, o monarkin askeri ve halki buna dur diyecek? Ya Milli Mucadele icin Turk isyani dersiniz (ki diyen ulusalcilar mevcut), ya da yapilandan kahraman cikartmaya ugrasmazsiniz. Ittihat ve Terakki'nin planinin isledigini dusunursunuz (ki deliller bunu gosteriyor).
SilAdsız 12:58
SilMonark'ın konuşacak, kıpırdayacak hali yok. Adamcağız Sevr'i bile kabul etmek zorunda kalmış. Hangi İttihat ve Terakki? Mustafa Kemal'i bir kaşık suda boğacak olan Enver Paşa mı? Biraz okuyun. Özellikle tarafsız tarihçilerin yazdıklarını okuyun. Atatürk'e düşman olmuş, ondan nefret edenlerin nefret dolu hatıralarından öğrenmeye çalışmayın tarihi.
Mahfi Egilmez, Milli Mucadele'yi tek kisiye indirgediginiz gibi Ittihat ve Terakki'yi de tek kisiye indirgiyorsunuz. Aslinda surece nesnel bir sekilde bakabilseniz cok tartisma goturecek gerceklerden de bahsetmiyoruz. Osmanli'nin son donem eliti, fikirsel genisligi oyle sandiginiz gibi bitmis, tukenmis bir elit degil, aksine Cumhuriyet elitinden cok daha ileri ve liberal goruslere sahip bir elit de. Bugunun aydinlari ile liderler arasinda nasil bir ucurum varsa, o gunde durum cok farkli degildi. Sonucta aydinlar, bilim adami olur, yazar olur, sair olur. Asker ya da savasci karaktere sahip degillerdir. Yapilani anlamak icin liderlerin yaptigina degil, aydinlarin ne dedigine bakmak gerekir. Yazik ki sonraki nesiller rol model olarak liderleri aliyorlar, liderlerin fikir dunyasini olusturanlari almiyorlar, kimler olduklarini, neler soylediklerini merak bile etmiyorlar.
SilOlaylari ve kararlari tek kisiye indirgemek gunumuzde dahi kullanilan hikayesel anlatim icin propaganda amacli hos gorunebilir ama gerceklerle bagdasmiyor.
Milli Mücadeleyi tek kişiye indirgemiyorum tabii ama Atatürk olmasa milli mücadele filan da olmazdı bu çok açık. Öte yandan savaşların sonunda orduda kimlerin olduğunu fazla hatırlayan olmaz. Herkesin hatırladığı komutandır, liderdir. Komutan kimse savaşı da o kazanmış olur. Napolyon'dur hatırlanan veya Barbaros Hayreddin ya da Amiral Nelson. İstanbul'u Fatih Sultan Mehmet almıştır, yanındaki komutanlar veya hocaları değil. Kimse onların yanında kim vardı hatırlamaz bugün. Belki bir kaç dönem tarihçisi bilir o kadar. Dolayısıyla Milli Mücadelenin birçok kahramanı olsa da asıl kahramanı Atatürk'tür.
SilSayın hocam, Mustafa Kemal'in yaptıklarını tabiki göz ardı etmiyoruz ve biz Atatürk'ü seviyoruz. Ancak bu hareket onunla başlamadı. Ortodoks tarih yazını sizin anlattığımız gibi ancak 'padişaha söyleyin düşman tarlama girmediği sürece savaşmam,bana güvenmesin 'diyen, savaşlardan bıkmış bir halk var. Bu halkı Mustafa Kemal Atatürk tek başına harekete geçiremez. Halide Edip Mehmet Akif, Osman Nevres ,Şahin bey, Kazım paşa Fevzi paşa vb. birçok kahraman aydın dört koldan halkı örgütlemek için çalışıyor .Siyasi konuşmuyorum ama Mustafa Kemal olmasaydı aynı düşünceye sahip bir başkası olacaktı bundan emin olmalıyız. Belki erken belki geç.
SilSevgili Fatih Çelik, Atatürk işin içine girmeden başlayan mücadele milli değildi. Yerel mücadelelerdi onları örgütleyen, birbiriyle bağlantısını kuran Atatürk'tür. Yoksa yerel mücadeleler kendi başlarına kalacak birbirinden kopuk olacaktı ve büyük olasılıkla hepsi de bastırılacaktı. Atatürk olmasa da mücadele olurdu doğru ama kesinlikle milli bir şekil alıp bütün ülke sathına yayılamazdı. Atatürk olmasaydı onun deneyimi, iradesi, inadı ve inancı olmasaydı bu mücadele millileşemez ve büyük olasılıkla da kazanılamazdı.
SilEfendim, İttihatçıların da içinde bir çok vatansever ve ülkesini kurtarmak için elinden geleni yapmaya hazır bir çok adam vardı. Bunlar Atatürk harekete geçmeden önce de örgütlenme yolunda ve insanları bilinçlendirme yolunda bir çok faaliyete giriştiler. Zaten Selanik'e bakarsanız kaynayan kazan olduğunu ve herkesin birşeyler yapmaya çalıştığını görebilirsiniz.
SilTüm bu olgular bir yana; Atatürk bir yanadır. Öncesindeki mücadelesiyle, kurtuluş savaşındaki mücadelesiyle ve hatta ülke kurulduktan sonraki mücadelesiyle, o TEK ADAM'dır, DAHİ'dir, bu millete doğan GÜNEŞ'tir.
Hocam tartışmada Kurtuluş Mücadelesine öncülük eden Atatürkte dahil çoğu asker ve sivil bürokratın da İttihat ve Terakki temelli olmasını gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Burada sorun bu vatanseverlere liderlik edenin sonuç üzerine ne kadar etki ettiğidir. Bence burada topyekün bir mücadele ve bu mücadeleyi en akılcı şekilde örgütleyerek vücut kazandıran büyük bir lider olduğunu kimse inkar edemez. Kurtuluş savaşı dünyada pek çok örneği olduğu gibi Atatürk gibi gerektiğinde en yakın arkadaşına karşı dahi bu mücadeleyi sürdürebilen kararlı bir lider öncülüğünde yapılmasaydı sonumuz ne olurdu düşünmek dahi istemem. İttihat ve Terakkinin en önemli lideri Enver paşanın ordu Sakarya mücadelesi verirken Batum da Mustafa Kemalin başarısızlığını kapı önünde beklemesini,sonrasında da Türkistan dağlarında Ruslara karşı kurulan küçük direniş gruplarını örgütlemeye çalışırken can vermesi Mustafa Kemal gibi bir liderin Kurtuluş Mücadelemizi yönetmesinin ne kadar hayati olduğunu bize apaçık göstermektedir.
Sil
YanıtlaSilÖnümüzdeki kısa vadede dünyanın ABD’nin mi, İngiltere’nin mi yoksa başka bir ülkenin liderliğinde mi şekilleneceği tartışılıyor. Bu sorunun cevabı devletler, milletler ve ekonomik faaliyette bulunanlar için mutlaka çok önemli, fakat aslında gözden kaçırılan başka stratejik unsurlar var mıdır? Bu soruyu; mevcut ekonomik-finansal-mali sistemin birçok ülke tarafından sürdürülemez olarak nitelendirilmesi ve değerlendirilmesi ile bütünleştirdiğimiz taktirde daha net cevaplara ulaşılması mümkündür.
Gerçekten de bugün küresel liderlik arayışları Uzak Doğu ve Güney Asya’nın oluşturduğu yeni ekonomik-finansal-mali durum ve ekonomik zihniyetin dünyanın Batı bölgelerinde oluşturduğu devlet, birey ve şirket ekonomisindeki ağır darbelerin ortadan kaldırılması veya kabul edilebilir çizgiye çekilmesi ile çok yakından ilgilidir. Buna karşılık, küresel liderlik yarışında olan ülkelerin bu yaşamsal öneme sahip hususlarla ilgili “çözüm önerileri listesi” ya da yeni bir ekonomik, sosyal, finansal ve küresel hukuk ve güvenlik sistemini içeren ideolojiyi ortaya koymamış olmaları inanılmazdır. Bu durumda şu anki küresel rekabet, sadece “Uzak Doğu, Asya ve Güney Asya’da ortaya çıkan yeni ekonomik dünyanın liderliğini hangi devlet yapacak” sorusuna cevap aranması olarak basitleştirilebilir. Bu soruya bulunacak cevabın çok kısa vadeli bir küresel hegemonya sağlayacağı mutlak. Türkiye' nin bu arayıştaki yeri,hedefi, hedefleri,planları, hazırlıkları ne olmalı, esas bunları tartışmamız bu coğrafyanın bize yüklediği bir görev olsa gerek.
Evet Ali Hakan Bey. Bize yüklenen görev basiretsiz siyasete malzeme olmaktir.
SilAdsız 12:21;
SilBlogun adı malum," Kendime Yazılar"Kendi adınıza konuşun veya yorum yapın,yazın lütfen.
Mahfi Hocam, bu kadar fazla kitabi hizli bir sekilde okumak icin gelistirdiginiz ya da faydalandiginiz ozel bir yontem var mi?
YanıtlaSilAz uyuyorum.
Silhttp://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/luks-2013691/
YanıtlaSil"Devlete külfet olan şeyleri bırakıp güneş enerjili bisiklet yolları yapacağız." Gerçekten çok mu uzak oldu?
YanıtlaSilNeyle yapılır bu? Harcamalar üzerinden alınan vergilerle mi? Gelir üzerinden alınan vergilerin bütçe içindeki ağırlığı artmalı. Hoş onu da alamıyor devlet.
SilAlsa hortumlar patlar.
SilMerhaba hocam
YanıtlaSilPortföy yönetimiyle ilgili uzmanlasabilecegimiz önerebileceğiniz kitap var mi?
Tesekkurler
Benim uzmanlığımın dışında olduğu için bir öneride bulunamayacağım.
SilHocam bu millet çok ağır bir bedel ödeyecek. İnsanlık tarihinde örneği görülmemiş bu nankörlüğün bedeli çok ağır olacak. Bu millete her türlü yokluk içinde savaşarak, düşünerek, çalışarak dünyanın merkezinde 780 bin kilometrekarelik pırlanta gibi bir ülkeyi, kendi kurduğu hukuk, eğitim, tarım v.s. sistemleri ile teslim eden adamı "biz alnı secdeye deyen iktidar istiyoruz" diyerek satan, satmakla da kalmayıp ona "o" çocuğu olmaktan sübyancılığa kadar her türlü rezilliği yakıştıranları başının üzerinde taşıyan bu halk bunun bedelini de tarihte örneği görülmedik biçimde ağır bir şekilde ödeyip tarih sahnesinden silinecek. Bekleyin ve görün.
YanıtlaSilAtatürk böyle mi yapmıştı?Bu milletten bir şey olmaz deyip kenara mı çekilmişti?"Milletin bağımsızlığını,yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." deyip ve vatanı gelecek nesillere emanet etmemiş miydi?
SilAtatürk böyle bir çözülmeyi reddetmiştir.O yüzden karamsar olmamıza gerek yoktur.Elimizden geldiği kadar kendi meziyetlerimizin elverdiği şekilde insanları uyarmalıyız.Allah doğru yolu tutanlarla beraberdir.
Tabiiki dilerim dediğiniz gibi olur,ama korkularım var zira Tito'nun Yugoslavya'sınıda şimdiki bize uygulanan metot ve siyasilerle yok ettiler.
SilAma ile başlayan cümleler yersizdir. İnsan, aklının gücünü bilmeli.
SilMahfi Bey sayfanızı yeni keşfettim.Bu yüzden bütün yazılarınızı okuyamadım.Soracağım soruları önceki yazılarınız da cevaplamış olma ihtimaliniz yüksektir.Kusuruma bakmayın.
YanıtlaSil1)Yabancı dilde eğitime nasıl bakıyorsunuz?Özellikle mühendislik gibi zor bir bölümde yabancı dille eğitim verilmesini nasıl karşılıyorsunuz?Bu şekilde verilen eğitimin hem mühendisliği hem de yabancı dili yarım yamalak öğrenilmesine hatta öğrenilememesine neden olmuyor mu?
2)Bu şekilde verilen eğitimin dünyayı takip etmek amaçlı ve yeni düzene ayak uydurmak için yapıldığını söyleyebilirsiniz fakat bu eğitimin bilim ve teknikteki kelimelerin, en azından 2-3 bin yıllık tarihi olan ve kelime türetme yeteneği çok zengin olan Türkçe'de ,karşılığı bulunamamasından(!) mı uygulanıyor?
3)Yoksa bu yabancı dilde eğitimi, bilimsel kayda değer hiç bir şeyimiz olmamasından kaynaklanan aşağılanmışlık duygumuzdan ötürü yabancı dilde eğitime muhtaç olduğumuz için mi kabul ediyoruz?
Buradan sakın "yabancı dil eğitimi verilmesin" kanısı çıkarılmasın sadece yabancı dilde eğitimi uygulamamızın sebebini soruyorum.Teşekkür ederim.
Arapca anadilde egitim olmali. 5milyon suriyeli mazlum savastan kacmis ulus realitesini gotlrmezden gelemeyiz gelinemez. Bu sebeble suriyelilere ilkokulfan doktoraya kadar sinavsiz kosulsuz parasiz anadilde egitim hakki taninmalidir
SilArtık onlarda burada yaşadığına göre Türkçe eğitim alması şarttır.Dışarıdan gelen göçmenler,mülteciler için eğitim dili değiştirilemez.Aksine Türkçe dilde eğitim ile Türk kültürünü sevebilen insanlar yetiştirebiliriz. Tabiki hiç bir şekilde onların kültürlerine karışma hakkımız yoktur fakat onlar burada yaşadığına göre bizim kültürümüze ayak uydurmalıdırlar. Bu kültürel etkileşimde dille olur.
SilAyrıca Mahfi Bey sizinde düşüncelerinizi dinlemek isterim yabancı dilde eğitim konusunda.
SilYabancı dilde üniversite eğitimine sıcak bakmıyorum. Sadece mühendislikte değil diğer alanlarda da öğrencilerin çoğu ne yabancı dili ne de konuyu öğrenemeden mezun oluyorlar.
SilKonut fiyatlarinda isinmadan sonra dususun gerceklesmesi
YanıtlaSilHane halki borcunun yuksek olmasi buna dusuk faiz oranlarinin neden olmasi
Enflasyon ve cekirdek enflasyonun hedef enflasyon seviyesinden oldukca uzak %1lerde dolasmasi daha dusebilecegine dusmese bile mevcut seviyesini koruyacagina dair beklentiler
Buyumenin mevcut potansiyel buyumeyebyakin seyretmesi
Sizce boyle bir ortamda ulusal merkez bankasi zaten dusuk olan faiz oranini daha da dusurmeli midir?
Normal koşullarda eğer MB'nın tek görevi enflasyonu denetlemekse o zaman faizi düşürmek bir yana artırması gerekir. Ama o zaman yabancılar daha fazla kazanır hale geliyor. Belki bu şamada yabancıların kazancından pay almak için bir Tobin vergisi düşünülebilir. Aksi takdirde biz faizi artıramıyoruz, artıramayınca enflasyon da düşmüyor.
SilEnf %1hocam enflasyon degil deflasyon tehlikesi mevcut, sanirim yanlis algiladiniz soruyu
SilBöyle bir ortam büyük olasılıkla likidite tuzağına işaret eder, dolayısıyla MB'nın faizi düşürmesi tek başına sonuç vermeyebilir hatta tam tersi sonuçlar da yaratabilir. Bu gibi hallerde yapılacak şeyin ne olduğunu bizde Fed'in uygulaması göstermiş bulunuyor: Faizi düşürmekle birlikte parasal genişleme yapılması.
SilBugün Atatürk e burun kıvıranlara onu düşman gibi görenlere bakıyorum ve öfkeleniyorum hocam tarih bilmezliklerine cahilliklerine kendi vasat köhne kültürlerini en mükemmel kültür sanmalarına hayattan lezzet almayı kurnazlıkla köşeyi dönmek sanmalarına Allaha her tür menfaatlerini gerçekleştirmek için inanıyor olmalarına çok öfkeleniyorum. Fakat büyük Atatürk ün yolu sabır çalışkanlık bilimsel düşünce ve çağdaşlıkla bezelidir deyip öfkemi yeniyorum. Yazık bu ülkeye bu zihniyetle yönetilmemeliydi.
YanıtlaSilCehaletten daha kötüsü menfaat için birilerinin peşine takılmaktır. Dün Fetönün peşine takıldı koskoca profesörler, generaller, bürokratlar bugün başka tarikatların, şeyhlerin, hocaların peşine takılıyorlar. Bu sadece cehaletle açıklanamaz, menfaat çok daha etkili. Atatürk de bunlara dikkat çekiyordu.
SilÇok haklısınız hocam saygılar ve emekleriniz için çok teşekkürler iyiki varsınız
SilFarklı kavram... http://www.cumhuriyet.com.tr/m/koseyazisi/809203/Curume.html
SilMerhaba hocam
YanıtlaSilKonu dışı bir sorum olacak.
Yastik altinda altin ya da para saklamak işe yarar bir yöntem midir? Sonuçta altının ya da paranın değeri değişmesi durumunda yastık altında olanların da değeri değişir.
Yani bence banka ya da yastık altı bir farkı olmamalı.
Benim gözümden kaçırdığım ya da bilmediğim bir detay var mı yoksa gerçekten böyle mi?
Çünkü bana çok mantıksız geliyor.
Teşekkürler
Yastık altı çok abartılıyor. Bizde yastık altında saklanan altınların çoğu kadınların sigorta amaçlı sakladığı altınlardır. O nedenle tahville kağıtla ortaya çıkmazlar.
SilYastik altinda (ya da fiziksel altin diyelim) biriktirmenin soyle bir pratik faydasi var.
SilAltin az bulunan degerli bir madendir. Para'yi yastik altinda saklarsaniz, merkez bankasi paza arzi oldugunda piyasaya yeni para surer, yani yastik altinda sakladiginiz para piyasada bulunan parayi azaltmaz. Ancak altin caniniz istediginde piyasaya surebileceginiz bir madde degildir.
Sayet fiziksel altin saklarsaniz, altin arzi oldugunda (ki bu donemsel olarak artar ya da azalir) piyasada hali hazirda bulunan altini azalttiginiz icin elinizdeki altinin da degerini arttirmis olursunuz. Banka'da hesabinizda 'altin' olarak gorunen rakam buyuk oranda fiziksel altin olarak saklanmadigi icin bankada sahip oldugunuz altinin, genel altin degerine katkisi hic olmayacaktir.
Altin depo hesaplarinda donen oyunlar ve hukuksuzluk asagidaki makalede hukuk diliyle de olsa guzel bir sekilde anlatilmis, ancak ulkemizde halkin bankalar uzerinde yaptirim gucu olmadigi, ve hukuk gucluler icin isledigi icin yapabilecegimiz pek bir sey yok, o acidan imkaniniz var ise fiziksel altin alin, o sekilde birikim yapin, ya da mevcut duruma razi gelin:
http://unalsomuncuoglu.net/sayfa/115/bankalarda-acilan-altin-depo-hesaplari
Mahfi bey sizde akademik despotluk mu var?
YanıtlaSilNiçin 'enflasyon sebeptir, faiz sonuç'ta inat ediyorsunuz?
Ben değil Merkez Bankası inat ediyor. Enflasyonu düşürmek için faizi indirecek yerde artırıyorlar. Acaba onlarda mı akademik despotluk var? Bir de onlara sorun isterseniz bakalım ne diyecekler?
SilEte zam sinyali soylentisi var et fiyatlarina zam gelexek mi 80 lira olacak siylentisi piyasada soyleniyor si ne siylersiniZ?
SilTek bir şeyde fiyat artışı enflasyon olmuyor.
SilSöylenti değil. Ev ev gezip anket yapmalısınız. Sepet içinde hangi ürünler var bilmelisiniz.
SilBu tespitiniz son derece de doğrudur hocam. Ben bunu Lozan görüşmelerinde daha iyi anladım. Lozan'daki heyetle olan iletişim tamamen telgraf üzerindendir. Bilal Şimşir'in Lozan günlüğü kitabı Lozan sürecinde devamlı gidip gelen telgraflardan oluşur.Düşünün genç devletin daha Dışişleri teşkilatı yok. Sadece Fransa da Ankara hükümetinin bir temsilcisi var. Ferit Tek. Dolayısı ile Lozan da Ankara ile iletişim direkt olarak İsmet Paşa ile telgraf başında geçmiştir. Zaman zaman geciken telgraflar yüzünden karar alamayan İnönü bunalıma dahi girmiştir. İngilizlerin hatlarımıza girerek telgraflaşmaları izlemeleri sorun olmuş Romanya üzerinden haberleşme için tertibat alınmıştır.Kurtuluş Savaşında da Ordu ile iletişim Mustafa Kemal tarafından komutanların telgraf başına çağrılmaları sureti ile sağlanmıştır. Dediğiniz gibi Atatürk telgrafı bizim "mail kutusunun" al ver prensibi ile kullanmıştır..Saygılar.
YanıtlaSilGerçekten de öyle. O tarihte son derecede sınırlı sayıda telgraf bağlantısı olduğu düşünülünce işin zorluğu çıkıyor ortaya.
SilBence de. Hiç bir millet bu kadar hain yetirememiştir.
YanıtlaSilBu dahil,bütün genellemeler yanlıştır.
YanıtlaSilözellikle de troller bu genellemelerin tam merkezindedir.
SilHocam selamlar. Harika tespitlerle çıktınız gene karşımıza. Özellikle telgrafın zamanın bilgi akış mekanizması olması be Atatürk'ün buna ne derece önem atfettiğini vurgulamanız; bugünü, nasıl dönüşümler yaşadığımızı, Dataizm denen şeyin nelere gebe olduğunu anlamamız açısından mühim. Son olarak da şu konuya değinmek isterim. Bilhassa Atatürk'in yorgun yüzünden bahsederken bilmek gerekir ki Mustafa Kemal en çok yakınlarını iknaya uğraşmıştır. Bunu en iyi özetleyen kitap Armstrong'un Türkiye'de bir dönem yasaklanan GreyWolf kitabıdır. Yani Bozkurt. İnternette PDF halinde mevcut. Kitap özetle şunu diyor: Atatürk bu savaşı yanındakilerle birlikte değil, onlara rağmen kazandı. Kitabın neden yasaklandığını anlıyoruz buradan :) Saygılarımla,
YanıtlaSilCok sevdigi amcasini da ikna edemedigi, ve buna cok uzuldugu de soyleniyor.
SilBen İngiltere'deyken okumuştum Grey Wolf'u. Atatürk'le ilgili çeşitli suçlamaları da içerdiği için yasaklanmış görünse de dediğiniz gerekçeler daha önemli yasaklama nedenleriydi sanırım.
Silbence bütün yayın evlerinde çıkan nutuk almalısınız, ,,,
YanıtlaSilÇoğunu aldım zaten.
SilBizler burada Nutuku tartisirken Malatya Belediyesi sehir hatlarinda 2 adet adina trambüs dedikleri ve sadece kadinlarin binecegi otobüsü sefere koymus bile.
Sil2017 Türkiyesi bu beyler.. siz istediginiz Kadar ilimden bilimden, iktisattan, hukuktan, esitlikten özgürlükten ve insan haklarindan bahsedin. sayfalar dolusu binlerce yazi yorum ve kitap yazin. Bu millet tercihini yapiyor ve uyguluyor.
Düsünebiliyormusunuz siz, simdi Malatyada bu pembe otobüslere binmeyip erkeklerin de oldugu otobüse binecek kadinlarin halini.. onlara bakislari. degerlendirmeleri.
Avrupanin ve gelismis dünyanin tüm temel yada lüks ihtiyaclarini karsilayacak ürünlerini milyarlarca Dolar borclanarak alip tüketeceksin, fakat kadinlarini ortadogunun dinci ve gerikalmis ülkelerin sartlarinda 4. sanayi devrimine hazirlayacaksin.
Deveyi Alan Arabistani bile gecmis.
göreceksiniz bu uygulama mantar gibi yayilacak.
hadi gecmis olsun.
zaten bop dediğimiz türkiyemizi Araplaştırma yani vahhabi-selefi kültürüne yeni merkez haline getirme projesi değil midir?. Anadolu islamını silip bu topraklara İngiliz yapımı islamı yerleştirmek değil midir?. küreselleşmeci anlayışın ürünü islam da budur işte. bugünkü anlayış, abdestli kapitalist anlayışıdır. sözde islamla kapitalizmi uyumlulaştırma özdeş hale getirme anlayışıdır. laik-seküler anlayışı silmek anlayışıdır. orta çağın avrupasının sözde islami versiyonunu türkiye merkezli olarak yerleştirmektir. giderek Britanya hanedanlığının sömürgesi haline geliyoruz ve birileri de sözde sömürge valisi olacaktır. karl marx ne güzel de söylemiş: din, toplumların afyonudur.
Sil'Savunma bir çizgi üzerinde değil, bir yüzey üzerinde yapılacaktır. O yüzeyde bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Büyük küçük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurarak savaşı sürdürür. Yanlarındaki birliklerin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler onlara bağlı olmaz. Bulunduğu yerde sonuna kadar direnmeye mecburdur.' bu dahiyane taktik bazı yerlerde tam karşılığı olmasa da yanılıyorsam bazı kaynaklarda 'yakıp yıpratma taktiği' diye de geçer çünkü düşman sürekli içe çekilerek yıpratılır ve hem moralman hem fiziken çökertilir.çünkü belirli bir hat kalmıyor her alanda savunma yapıyor ve vatanın her karışını gerçek anlamda kanla boyuyorsunuz.bir karış bile ilerlemekte zorlanan düşman gün be gün eriyor ve desteğini de kaybediyor. ayrıca bir nevi düşmanı yanıltma taktiğidir de çünkü hat savunması olsa belki ankaraya meclise kadar düz olan bir yeryüzü şeklimiz var ve düşman bu hattı geçtik mi önümüz açık diyor ama bir bakıyor ki durum öyle değil hatta ordu sakaryanın doğusuna çekilirken artık savaşı türkler kaybetti dedikoduları bile yayılır hatta savaş öncesi ve sırasında meclisi kayseriye taşıma fikirleri bile ortaya atılmıştır ancak o dönem bütün orduların yaptığı hat savunmasından satıh savunmasına geçiş düşmanı da şaşırtmış,zaman kazandırmış ve en nihayetinde de alt etmiştir.bu taktiği zaten yakın çağda ilk olarak napolyona ve yine 2.dünya savaşında da hitlere karşı yine ruslar kullanmıştır.her ordunun yapabileceği ve her komutanın da yönetebileceği türden bir taktik değildir ancak savaşmayı değil ölmeyi emredebilen komutanlar ve bir saniye bile düşünmeden ölmeyi göze alabilen bir ordu ile yapılabilecek türden bir taktiktir.zaten bu sebeptendir ki dönemin ingiliz başbakanı lloyd george 'Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dahisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı. Elden ne gelebilirdi?'.der.
YanıtlaSilAli Fuat Cebesoy anılarında Mustafa Kemal'in misakı millî sınırlarını daha okul yıllarında kafasında belirlediğini söyler. Şam'ı savunması istendiğinde doğal sınırlara çekilerek savunma yapması bunun en büyük ispatı. Zira Filistin Gazze Suriye içindeki savaşlarda Osmanlı ordusu Araplar tarafından arkadan vurulur. Geri çekilen askerleri Araplar köylerde (köylü) yakalayıp öldürürler. Ayrıca İngilizler Mustafa Kemal'in kurtuluş savaşını aslında Mondros mütarekesi sonucu iskenderuna çıkmak isteyen İngiliz ordusuna saldırı emri vermesi ve Suriye'den çekilen Ordu'nun silahlarını teslim etmemeleri, askeri terhis etmeden ilerisi için Anadolu içlerine yönlendirmesi ile daha 1918 kasımında başlattığı kabul eder.(Samsun'dan önce bilinmeyen 6ay )
YanıtlaSilBu Güzel yazı için çok teşekkürler.
YanıtlaSilPadişahla Son Buluşma
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımızı sağa sola çevirmek kafi (yeterli) idi. Vahdettin hiç unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
-Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmiştir.
Bunları unuttun, dedi; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa; devleti kurtarabilirsin!”
Yukarıdaki bu paragraf Atatürk’ün kendi anlatımından aynen alınmıştır. Ne var ki, Vahdettinci yazarlar bu paragraftan büyük sonuçlar çıkarırlar. Padişahın bu sözlerini öne sürerek Mustafa Kemal’e “vatanı kurtarma” görevi verdiğini belirtirler. Bu sözleri bir belge olarak gösterirler.
Ancak Mustafa Kemal’in bu sözler karşısında ne düşündüğünü ele almazlar, orasını es geçerler…Mustafa Kemal Vahdettin’in bu sözleri karşısında bir an tereddüt geçirdi. Anılarında şöyle diyor:
Şaşırdım Kaldım
“Bu son sözlerinden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki yabancı hükümetin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli saydım. Kendisine basit cevaplar verdim:
– Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim (şahsıma gösterdiğiniz güvene teşekkürlerimi sunarım). Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.”
Mustafa Kemal bu yanıtları verirken kafasındaki “bilmeceyi de” çözmeye çalışıyordu, şöyle diyor:
“Kafamdaki muammayı da (bilmeceyi) halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini (eğilimlerini), sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyor ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı, bu siyasete karşı gelen Türkleri de yola getirirsem, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”
Mustafa Kemal hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde hemen yanıt verdi:
“- Merak buyurmayın efendimiz, nokta-i nazar-ı şahanenizi (çok güzel görüş açınızı) anladım. İrade-i seniyeniz (pâdişah buyruğu) olursa…hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.”
Samsun'dan Önce Bilinmeyen 6 Ay
Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:
YanıtlaSil-"Biraz daha oturunuz lütfen."
Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda:
-"Soracağınız sorular bitti mi?"
-"Bitti Paşam."
-"Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur? diye bir soru sormanızı beklerdim."
- "Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım."
- "Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla."
- "Zatıalinizi dinliyorum Paşa hazretleri."
-"Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkânsız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bugün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir. Heyecanlanmıştım. Birinci Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak hâlleri yoktu."
-"Nasıl olur Paşa’m?" diye yerimden fırladım.
Paşa sakindi:
-"Hatıranızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de iç yüzleri var."
-"Nasıl Paşam?"
-"Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet, bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. İtalya’nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir millî direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır."
-"Paşam, millî direniş... Güzel, ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla,hangi parayla? Malesef Paşa’m, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız."
-"Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur."
Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi?
Anlattım:
Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağımsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar?
Bu deli değil, zırdeliymiş.
O günlerde, o şartlar içinde İstiklal Mücadelesi’ne atılıp Türkiye’yi kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O günlerde böyle düşünen tek adam oydu; tek adam!
Samsundan Önce Bilinmeyen 6 ay, ALEV COŞKUN
Paylaşım için teşekkür ederim.
SilAsıl deliler bu gerçeklerin yalan olduğuna inandırılanlar ne yazık ki.
"Atatürk’ün son yıllarında çekilmiş fotoğraflarında gözlerindeki o yorgun ifadenin nedeni de bu olsa gerek. Bu kadar mücadeleyle geçmiş bir yaşamın yorgunluğunun ve yaşanan ihanetlerin yüze ve özellikle gözlere vurması kaçınılmaz. "
YanıtlaSilKanımca kendisinden sonra kurduğunun yıkılacağını da görmüş olmalı.
Çünkü vatan hainleri o zaman da vardı, şimdi de var.
O zaman da normal vatandaş (1 avuç insan hariç) düşmana tepki vermiyordu, şimdi de ülke topraklarını peşkeş çekene tepki vermiyor.
Mahfi Bey, yazinizda "Birlikte başladıkları mücadelede birçok arkadaşıyla yolları ayrılmış buna karşılık doğru bildiği yolda ilerlemekten hiç dönmemiş" seklinde bir ifade kullanmisiniz. M. Kemal ile gorus ayriligi yasayan yakin arkadaslarin baslarina neler geldigini kisaca anlatabilir misiniz?
YanıtlaSilTabii anlatabilirim. Hepsi Atatürk'den daha uzun yaşadılar. Rauf bey (Orbay) 1964 yılında vefat etti, Fevzi (Çakmak) paşa 1950'de vefat etti, Kazım Karabekir 1948'de vefat etti.
SilRıza Nur'u unutmuşum. O da 1942'de vefat etti.
SilBenim bildigim M.Kemale yakin olan isimlerden bazilari (Kazim Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cenesoy, Refet Bele, Adnan Adivar) gibi isimler M.Kemal ile bazi konularda (ozellikle tek adam rejimi, bazi zumrelere ayricalik taninmasi, muhalifler) ayri dustukleri icin Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi altinda toplanirlar. 1925 yilinda ansizin polisce basilir ve tum subeleri kapatilir. Turkiye sovyet rusyasi ve Italyadan sonra yeryuzundeki ucuncu Tek Parti cumhuriyetine sahip olur. Cogu M.Kemalin yakin arkadaslarindan olusan partinin 24 uyesinin hepsi tutuklanir, bunlardan 6si asilir. Digerleri surgun cezasina carptirilir. Karabekir ve Refetin idami karari ordudan gelebilecek tepkilerden dolayi beraate cevrilir. Mahfi Bey benim bilgim bu dogrultuda, siz ne dusunuyorsunuz?
SilOkuyun. Size anlatılanlarla değil kendi okuduklarınızla fikir edinin. Tek taraflı okumayın. Hem bu adamların anılarını okuyun hem de başkalarını. Sonra kendi düşüncenizi oluşturun.
SilNutuk'ta (son sayfalara yakın) "Cumhuriyet Sözünü Söylemeye Rauf Beyin Dili Varmıyordu" başlıklı bölümden itibaren okursanız Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın aslında hilafet ve saltanatı geri getirme amacıyla kurulduğunu göreceksiniz.
SilMahfi Bey aslinda cok okuyan ve arastiran bir kisi oldugumu dusunuyorum. Nutuk’ta dediginiz ifadeler ve vurgular var, haklisiniz. Ancak M.Kemal’in kendisinin kaleme aldigi Nutuk’un ne derece tarafsiz oldugu tartisilir, bu konuda siz de bana hak veriyorsunuzdur umarim. Bununla birlikte Nutuk’ta dikkat ederseniz M.Kemal, kendisine muhalif olan kisilerin neredeyse tamamini “vatan haini”, “parali usak”, “adi bir kisi”, “zavalli” gibi ifadelerle tanimlar. Malesef bu politik uslup gunumuze kadar hizini kaybetmeden geliyor. Ancak, bu kisilerin gercekten “zavalli” veya “vatan haini” mi oldugu yoksa M.Kemal ile fikir ayriligina dustukleri icin bu sekilde mi nitelendirildikleri tartisma konusudur.
YanıtlaSilBircok farkli kaynak (Nutuk haricindeki), TCF’nin hilafet ve saltanak yanlisi olmaktan ziyade, tek adam cumhuriyetine karsi oldugu icin kapatildigini ileri surmekte.
Ornegin K.Karabekirin anilarindan bir alinti yapiyorum:
“Gazi ‘ben muhalif istemiyorum’ diyerek kendisine kavlen ve tahriren en cok sadakat gosterenleri ve 1. Meclis’te fiiliyatiyla bu emiyeti kazananlari ve butun karargahinin mensuplarini namzet gosteriyordu. Ben de boyle bir emre uyan meclisle, dunyaya hakim Itilaf devletlerinin emniyetini kazanamayacagimizi ve dahilde de hurriyet mefhumumunu kaldiramamayacagimizi ve belki daha siddeli bir mhalefete yol acilacagini soyleyerek secim komitesinden ayrildim”. Bu ifadelerde bulunan kisi, sizce hilafet ve saltanat yanlisi midir?
Ayrica TCF’nin parti programina da baktigimda, saltanatci veya cumhuriyet karsiti bir ifade goremedim. Ornegin Zurcher “Terakkiperver Fikra” adli kitabinda, partinin programi detayli sekilde aciklanmis. Tum maddeleri buraya yazmayacagim ancak daha 1. maddede, partinin amacinin liberalizm ve halkin demokrasisi oldugu acik sekilde ifade ediliyor.
Benim ozet olarak demek istedigim sey, M.Kemal’in “.. birçok arkadaşıyla yolları ayrılmış buna karşılık doğru bildiği yolda ilerlemekten hiç dönmemiş” oldugunun gercek oldugu, bunun da yanlis bir tavir oldugudur. Demoktasilerde muhalif dusunceler carpisir ve ortak cikarimlar yaratilir, en azindan ideal olan budur. Kisinin dogru bildigi yolda kimseye kulak asmadan ilerlemesi, muhalif ve ters dusuncelere kulak asmamasi hatta bu muhalif kisileri agir sekilde cezalandirmasi yanlis sonuclar dogurur. Ne yazik ki, bugun halen bu tavri siyaset sahnelerinde gormekteyiz.
Yıllar önce Nutuk'u okuduğumda ben de sizin gibi düşünürdüm. Yıllar geçip de Türkiye'de ortaya çıkan oluşumlara bakınca Nutuk'u tekrar okuma ihtiyacı duydum ve bir kaç kez zaman farkıyla tekrar okudum. Olaylara ve gelişmelere, ülkeyi geriye götürme istek ve baskılarına baktıkça Atatürk'ün o gün ne kadar haklı olduğunu daha açık olarak gördüm ve anlattıklarında haklı olduğu kanısına vardım.
SilDemokrasi konusunda haklısınız ama henüz yerleşmemiş bir demokraside bu dediğiniz gelişimin tamamen tersine döneceği ve ülkeyi gerilere taşıyacağı da çok net görünmüyor mu?
Mahfi Bey demokrasinin tecelli etmesi icin ozgur bir ortamda milletvekili adaylarinin halk tarafindan secilmesi, sandiklarin olusturulmasi ve oy guvenliginin saglanmasindan baska ne gereklidir? “Henüz yerleşmemiş bir demokrasi” oldugunu ben sahsen dusunmuyorum. Bu saydigim 3. unsur Kurtulus Savasi sonrasi Turkiye’sinde mevcut degil miydi..
SilM.Kemal doneminde liberal muhalefetin ve ilerici Islam aydinlarinin sindirilmesinin (mecliste yer verilmemesinin) etkilerini once sag/sol catismalari sonrasinda solun sindirilmesi ile sagin atagi seklinde vucut bulduguna inaniyorum. Tabi derin konular bunlar, ben de sizin kadar iyi olmasa da Iktisatciyim ancak tarih okumayi severim :)
O kadar çok şey gerekli ki. Mesela öncelikle halkın kültür düzeyinin artırılması ve kolayca kandırılabilir durumdan çıkarılması lazım. Bırakın bu 3 unsurun Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye'sinde mevcut olmasını bunlar şimdinin Türkiye'sinde bile tartışmalı değil mi? Son seçimde gönül rahatlığıyla oy güvenliği vardı diyebiliyor musunuz?
SilSağ sol çatışmasının bu değindiğiniz meseleyle ilgisi yok. Siz iktisatçısınız bilirsiniz sağ ve sol aslında üretim faktörlerinin mülkiyet yapısına göre şekillenir. Bizim burada ise dine göre şekilleniyor. Onun için bugün bile oturmamış bir demokrasi, siyaset, kültür ortamı varken o gün bunların şekillendiğine inanmak bence mümkün değil.
Hocam "halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur" sözünü ulu önder Atatürk mü söylemiştir eğer söylemişse de nutukta hangi bölümde geçiyor veya bu sözün Atatürk'ün söylediğine dair kaynak nedir
YanıtlaSil