Son Bir Yılda Yaşanan Olayların Piyasalara Etkisi

Olayların piyasalara yansımalarını grafikler yardımıyla göstermeye çalışalım
Aşağıda kronolojik olarak değindiğim olayların yarattığı risk artışlarını ve düşüşlerini ilk grafikte yer alan CDS primleri aracılığıyla gözlemlemek mümkün. 22 Mayıs 2013’de 118 olan CDS primi olaylara göre dalgalanmış, Başbakan’ın telefon konuşması kayıtlarının ortaya çıkmasıyla en üst düzeye ulaşmış ve sonra düşüşe geçmiş görünüyor. 22 Mayıs 2013’den bir yıl sonra CDS primi 180’in altına inmemişti. Yani hala ilk duruma göre 60 puan yüksekte bulunuyor.

  
Alttaki grafik borsadaki gelişmeleri özetliyor. 22 Mayıs 2013’de 90 binler düzeyinde bulunan BIST 100 endeksi 60 binlere kadar gerilemiş ve sonra yeniden yükselerek 75 bin düzeyine gelmiş görünüyor. Borsada yaşanan toparlanmaya karşılık başlangıç aldığımız 22 Mayıs 2013’e kadar hala 15 bin puanın üzerinde bir kayıp bulunuyor. Bu da Borsa İstanbul’u çekici kılıyor. 90 binlere kadar artma potansiyeli bulunduğu düşünüldüğünde borsa oldukça çekici bir yatırım alanı olarak değerlendiriliyor.


Bu gelişmelerin en önemli etkisi kurlar ya da madalyonun ters yüzüne bakarsak TL’nin değeri üzerinde görüldü. Aşağıdaki grafikte sepet kurda (½ $ + ½ €) 22 Mayıs 2013’den bu yana yaşanan gelişmeler gösteriliyor. Sepet kurun doruk noktasına çıktığı tarih TCMB’nin faizleri ciddi oranda arttırdığı 27 Ocak 2014’ün hemen öncesindeki günlerdir. Faiz artırımı sonrasında sepet kurda yaşanan sakinleşme eğilimi grafikten izlenebiliyor.


Aşağıdaki son grafik yine aynı tarihlerde Hazine Gösterge Tahvilinin ikinci el piyasada oluşan faiz oranındaki gelişmeleri gösteriyor. Grafik bize TCMB’nin faizi arttırmasından sonra gösterge faizdeki artışın bir süre daha devam ettiğini sonrasında düşmeye başladığını gösteriyor.


Değerlendirme
Uzun süredir 2014 yılının inişli çıkışlı sıkıntılı bir yıl olacağını söyleyip duruyoruz. Bu olaylar ve grafikler bunun kanıtı gibi duruyor. 2014 yılı gerçekten de hem dünyada hem de Türkiye’de temkinli durmayı gerektirecek kadar oynak bir yıl olduğunu bugüne kadar gösterdi. Bundan sonraki bölümünde de farklı bir görüntü henüz yok.


Olaylar kronolojisi
ABD Merkez Bankası Fed’in Başkanı Ben Bernanke’nin 22 Mayıs 2013’de yaptığı açıklamada tahvil alımlarını azaltmaya başlayabileceklerini söylemesi üzerine küresel piyasalarda dalgalanmalar yaşanmaya başlandı. Sonrasında yaşanan ve piyasaları etkileyen olayları şöylece özetleyebiliriz:

22 Mayıs 2013’den 31 Aralık 2013’e kadar
22 Mayıs: Fed, tahvil alımlarını Eylül’den başlayarak azaltabileceğini açıkladı. Açıklamanın etkisi 23 Mayıs işgününde görüldü (piyasalara olumsuz etki.)
03 Haziran: Gezi Parkı olaylarının etkisi görülmeye başlandı (piyasalara olumsuz etki.)
24 Temmuz: TCMB, gecelik fonlama faizini 0,75 puan artırdı (piyasalara olumlu etki.)
20 Ağustos: TCMB, gecelik fonlama faizini 0,50 puan daha artırdı (piyasaları fazla etkilemedi.)
21 Ağustos: Fed toplantısından tahvil alımlarıyla ilgili olumlu ya da olumsuz bir karar çıkmadı. Fed’in politika değişikliği işsizlik oranının yüzde 6,5 dolayına düşmesine bağlandı (piyasalara olumlu etki.)
26 Ağustos: Suriye’de kimyasal silahların varlığının saptandığı doğrulandı. Suriye’ye askeri müdahale olasılığı artmaya başladı (piyasalara olumsuz etki.)
27 Ağustos: TCMB Başkanı, doların belini kıracaklarını söyledi (piyasaları etkilemedi.)
05 Eylül: ABD tarım dışı istihdam verisi beklenenden düşük geldi (ABD için olumsuz olsa da Fed’in tahvil alımını azaltmayacağı beklentisi yarattığı için piyasaları olumlu etkiledi.)
06 Eylül: Suriye’ye askeri müdahale gündemden düşmeye başladı (piyasalara olumlu etki.)
16 Eylül: Fed Başkanlığına aday gösterilen Larry Summers adaylıktan çekildiğini açıkladı (Başkan olursa tahvil alımlarını azaltması beklenen Summers’ın çekilmesi piyasalarca olumlu karşılandı.)
18 Eylül: Fed, tahvil alımını azaltma yönünde herhangi bir karar almadı. Böylece Eylül ayında beklenen azaltma operasyonu gerçekleşmedi (piyasalara olumlu etki.)
18 Eylül: TCMB Başkanı USD’nin yılsonunda 1,92, 2014’de ise 1,80 TL dolayında olabileceğini açıkladı (piyasalara etkisi olmadı, bazı kesimler olumlu bazı kesimler olumsuz algıladı.)
30 Eylül: ABD Kongresi Başkan Obama’nın 2014 yılı bütçesini onaylamadı. ABD’de zorunlu olmayan harcamalar yapılamaz hale geldi (ABD için olumsuz olan bu gelişme Fed’in tahvil alımlarını azaltmasına engel oluşturduğu için piyasalarca olumlu karşılandı.)
08 Ekim: Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı (genellikle olumlu karşılansa da piyasalara fazla bir etkisi olmadı.)
14 Ekim: ABD’de borç tavanı krizi 7 Şubat 2014’e kadar ve bütçe krizi de 15 Ocak 2014’e kadar geçici olarak çözüldü (ABD için olumlu olan bu gelişme geçici bir çözüm olduğu ve Fed’in tahvil alım programını etkilemeyeceği düşünüldüğü için piyasalarda bir etki yaratmadı.)
21 Ekim: ABD tarım dışı istihdam verisi beklenenden kötü geldi ABD için olumsuz olan bu gelişme Fed’in tahvil alımlarını azaltmasına engel oluşturduğu için piyasalarca olumlu karşılandı.)
31 Ekim: Başta istihdam verileri olmak üzere Euro bölgesi verileri kötü geldi (piyasalara olumsuz etki yaptı.)
07 Kasım: Avrupa Merkez Bankası faizi yüzde 0,50’den yüzde 0,25’e indirdi (piyasalardaki etkisi olumlu oldu.)
14 Kasım: Fed Başkan adayı Janet Yellen, ABD Senatosu Bankacılık Komitesinde tahvil alımını azaltma yönünde bir takvimleri olmadığını açıkladı (piyasalardaki etkisi fazlasıyla olumlu oldu.).
19 Kasım: TCMB örtülü faiz artırımı yaparak gecelik fonlama faizini tavana (yüzde 7,75) çekecek düzenlemeler yaptı (piyasalar TCMB’nin faize dolaylı da olsa müdahale etmesini genel olarak olumlu karşıladı.)
20 Kasım: Fed FOMC toplantısından tahvil alımlarına aynen devam kararı çıktı (piyasaları olumlu etkiledi.)
25 Kasım: İran, nükleer silah yapımını sınırlandıracak anlaşmayı kabul edeceğini açıkladı (piyasalarda çok olumlu etki yarattı.)
27 Kasım: Çin ile Japonya arasında gerginliğe neden olan Çin Denizi anlaşmazlığı konusunda ABD, Çin’i uyardı (piyasalarda kısa süreli bir olumsuzluk oluştu.)
06 Aralık: ABD tarım dışı istihdam verileri beklenenden daha iyi geldi ve işsizlik oranı uzun bir aradan sonra yüzde 7’ye geriledi (ABD'ye olumlu, piyasalara olumsuz etki yaptı.)
17 Aralık: Hükümetin bazı bakanlarının çocuklarının da adlarının karıştığı büyük bir yolsuzluk operasyonu başladı. Bakan çocukları, işadamları ve bazı bürokratlar da dahil olmak üzere birçok kişi gözaltına alındı (Türkiye’yi yükselen ekonomilerden, hatta kırılgan beşliden negatif ayrıştıran bir olumsuzluk oldu.)
18 Aralık: Fed, 2014 yılının Ocak ayında tahvil alımlarını 10 milyar dolar azaltacağını açıkladı (piyasalar ve özellikle de yükselen ekonomilerin piyasaları olumsuz etkilendi.)
23 Aralık: Yolsuzluk iddiaları giderek genişlemeye ve hükümetten emniyet teşkilatına yönelik operasyonlar yapılmaya başlandı. Hükümet, emniyet teşkilatı ve yargı arasında kavga başladı (Türk piyasası negatif ayrışmaya devam etti.)
24 Aralık: Yolsuzluk suçlamasında çocuklarının ve kendilerinin adı geçen 4 bakan istifa etti (piyasada fazlaca bir etki yaratmadı.)  
25 Aralık: 10 yeni bakanın yer aldığı yeni hükümet açıklandı (piyasada fazlaca bir etki yaratmadı.)
26 Aralık: Yargıya müdahale itirazları ve hükümetin karşı görüşleri gerginliği doruk noktasına çıkardı. 3 AKP milletvekili istifa etti. HSYK yargıya müdahale açıklaması yaptı (piyasa olumsuz etkilendi, Türkiye negatif ayrışmaya devam etti.)
30 Aralık: TCMB, dövize sert müdahalede bulunarak 600 milyon dolar tutarında döviz sattı (kurlara ve borsaya olumlu etkisi oldu.).
31 Aralık: TCMB, dövize müdahaleye 600 milyon dolarlık satışla devam etti (kuralara olumlu etkisi oldu.)

1 Ocak 2014’den 22 Mayıs 2014’e kadar
3 Ocak: 2013 TÜFE, beklentilerin üzerinde % 7,4 ile kapandı (2014 tahminlerinde değişiklik yapılmasına yol açabilecek bir gelişme olarak nitelenişyor.)
10 Ocak: ABD Tarım dışı istihdamı beklenenin çok altında arttı (ABD ekonomisi için kötü, gelişme yolundaki ülkeler için iyi haber olarak algılandı.)
14 Ocak: Kasım ayı cari açığı beklenenin altında geldi (cari açık gerilemeye devam ediyor, 2014 tahminlerinde revizyona yol açacak bir gelişme daha ortaya çıkmış oldu.)
21 Ocak: TCMB PPK EPS günlerinde faizi % 9 uygulama kararı aldı (bu karar, piyasada oluşan faiz artırımı beklentisini karşılamaktan uzak kalıyor.)
27 Ocak: TCMB PPK faiz oranlarını ciddi biçimde artırdı (TCMB, gecikmeli olarak kaçınılmaz olan kararı almak zorunda kaldı.)
29 Ocak: Fed tahvil alımını 10 milyar daha azaltma kararı aldı (beklenen bir gelişmeydi, daha önceden piyasalar tarafından satın alındığı için fazlaca bir etki yaratmadı.)
7 Şubat: S&P Türkiye'nin BB + Durağan notunu Negatife çevirdi (dış finansman ihtiyacı yüksek olan Türkiye ekonomisi açısından daha yüksek faizli dış borçlanma anlamına geliyor.)
20 Şubat: Başbakana ilişkin ses kayıtları ortaya çıkmaya başladı (piyasalarda olumsuz etkisi görüldü)
28 Şubat: Rusya Kırım'a asker yolladı (bütün dünya piyasalarında olumsuz etkiler ortaya çıktı, altın fiyatları yükselmeye başladı.)
10 Mart: Gezi olaylarında yaralanan Berkin Elvan öldü (hükümete yönelik protestolar, piyasalar üzerinde etkili oldu.)
12 Mart: Berkin Elvan'ın cenazesi ve sonrasında olaylar çıktı (piyasalarda olumsuz etkiler oluştu.)
14 Mart: Bakanlar hakkındaki fezleke ortaya çıktı (olumsuzluklar devam ediyor.)
17 Mart: Kırım Rusya'ya katılma kararı aldı (dünya piyasalarında dalgalanmalar görüldü.)
18 Mart: Batı dünyası Kırım'ın Rusya'ya katılma kararını tanımayacağını açıkladı.
20 Mart: Twitter'a giriş yasaklandı (hükümete tepkiler yaygınlaştıkça piyasalar üzerinde deolumsuz etkiler görülüyor.)
25 Mart: TCMB Zorunlu Karşılıklara faiz verilebileceğini açıkladı (bu açıklama hisse senetlerine ve özellikle de karları düşen bankaların hisselerine yönelik ilgi artışına yol açtı.)
31 Mart: AKP yerel seçimde % 44 oy aldı (piyasalarda bu gelişme ekonomide istikrarın devamı olarak görülüp olumlu algılandı.)
7 Nisan: MB Başkanı faizi indirmek için erken olduğu mesajı verdi (Başbakanın faizi indirmek gerektiği yolunda piyasalarda kaqfa karışıklığı yaratan mesajına bir çeşit yanıt olarak ve olumlu biçimde alguılandı.)
11 Nisan: Moody's Türkiye notunu Baa3 Durağan'dan Baa3 Negatife çevirdi (bu karar, S&P’nin kararından daha önemli olarak kabul ediliyor. Çünkü Moody’s Türkiye’ye yatırım derecesinde not vermiş olan kredi derecelendirme kuruluşlarından birisi.)
5 Mayıs: Çekirdek enflasyon % 9,74, manşet enflasyon % 9,38 (tahminleri alt üst edecek kadar kötü sonuçlar.)
13 Mayıs: Soma'da büyük maden kazası oldu. 301 işçi hayatını kaybetti (ekonomik olmaktan çok siyasal ve sosyal istikrarı sarsacak bir olay olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.)



Yorumlar

  1. Sayın Eğilmez; Özellikle eğitim konusu Türkiye'nin kanayan yarası. 4 yıl üniversite okuyup da bir kere kitap okumamış o

    kadar öğrenci var iken dünya çapında devlet adamı nasıl yetiştirebiliriz ki? Sizce bunun çözümü ne olmalı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım tek çözümü var: Bilimsel eğitim. Bunun içinde felsefe, sosyoloji, biyoloji de var.

      Sil
    2. felsefe imkansız okutulamaz, sosyologlar işsiz,fizik bölümlerinin çoğu kapatıldı.araştırma fonlarının miktarını bizden daha iyi bilirsiniz. Platon hazretleri demiş ki "ya filozoflar kral olmalı ya da krallar filozof..." ama bunların ve belirttiklerinizin hepsi birer ütopya. Egemen olan günümüzün Roma devleti Amerika, egemen olmaya devam etmek için bizim gibi ülkeleri birer eyalet gibi yönetmek ve idare etmek durumunda kalınca, bizim kendi bilim,felsefe ve yönetim geliştirmemiz mümkün değil. Biliyorsunuz böyle şeyler anca ayaklanma ve devrimlerle oluyor...

      Sil
  2. hocam, 2013 ve 2014 ilk iki çeyreği için çok iyi projeksiyon tutan bir yazı olmuş bunun için teşekkür ederim, birde 2014'ün ikinci yarısı ve 2015 e dair bir analiz yaparsanız bu yazıyla birlikte bize çok faydalı olacağını düşünüyorum, teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biraz daha ileride onu da yapacağım. Teşekkürler.

      Sil
  3. [1. BÖLÜM]

    (Toplam 3 bölümlük yorum)

    (3. bölümün sonunda aşağıda yazılanların kaynağını öğrenebilirsiniz.)

    Mahfi Bey'e ve bu blogun ziyaretçilerine bir kez daha hatırlatma:

    - Halkı sever misiniz?

    - Hayatı seven herkes halkı sever…

    - Hayatı mı, halkı mı?.. Bana öyle geliyor ki, hayatı daha çok seversiniz, yahut kavramları?

    - Halk hayatın kendisidir. Hem manzarası, hem tek kaynağıdır. Halkı hem sever, hem tadarım. Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Orada her şey büyük ölçüdedir. Halk, çok defa büyük denizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağızı bulunca da…

    - Fakat ona gitmek, ona gidemiyorsunuz? Sefaletleri, ızdırapları, endişeleri, hattâ zevki size kapalı kalıyor. Yani “hepimize kapalı” demek istiyorum. Ben Adana’da çalışırken bunu çok iyi hissettim. Daima kapının dışındaydım; içeri nasıl girileceğini bir türlü çözemedim!

    - Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi; önünde değil, arkasında durduğumuz içindir! Büyük şeylerin hepsi böyledir. Bir formülde hapsetmek için yakalamaya çalıştın mı, senden uzaklaşırlar. Küçük sefaletlere inersin! Birisinde; akla, mantığa, şüpheye, inkâra / öbüründe; imkânsızlığa, acze, isyana gidersin… Halbuki kendinde ararsan bulursun. Bu bir disiplin, hattâ bir yöntem meselesidir.

    - Peki ama nasıl buluruz?.. O kadar zor ki…

    - Hangi köklere gideceğiz? Halk ve halkın hayatı bazen bir “hazine”, bazen de bir “aldanış”tır. Uzaktan bakınca ucu-bucağı olmayan bir şey gibi görünür. Fakat yaklaştın mı; 5-10 motifin ve modanın içinde sıkışır kalırsın, yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerine girersin. “Klasik” dediğimiz şey, yahut “yüksek tabaka” kültürü, ondan birçok yerlerde kopmuşsun… ve zaten sıkı sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış.

    - Dediğiniz gibi; ip koptu bir kere. Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu 5 ortak kitap bulamayız. Çok küçük bir azınlığın dışında, eskilerden zevk alan gittikçe yok oluyor! Biz galiba son kuşağız! Yarın bir Nedîm, bir Nef’î, hattâ bize o kadar çekici gelen “eski müzik” ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek.

    Ben burada geçmişe saplanalım, “nostalji içinde” kalalım, demiyorum. Ama bir yolu olmalı.. Yüzbinlerce kadim kültürün imbiğinden süzülerek günümüze kadar gelmiş değerler bize yarınlarımız için ışık tutabilmeli. Geçmiş ve geleceğin buluşmasını “bugün” sağlayabilmek için neler yapabiliriz? Ne zaman “geçmişten ders almak” öbeğini kullanmaya yeltensek, hemen yüzümüze “modern dünya karşıtı ↔ geri kafalı ↔ hoş ve boş romantik” yaftasını yapıştırıyorlar!..

    - Evet önümüzde zorluklar var. Fakat çözümler imkânsız değil. Şu an bir tepki, bir “reaksiyon göstermek” çağında yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi’yi bir Richard Wagner olmadığı için / Yunus Emre’yi bir Paul Verlaine yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz hâlde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden “yeni bir doğuş” bekliyor; biz sahip olduğumuz değerlerin hâlâ farkında değiliz. Başka kültürlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz.

    [Devamı 2. bölümde]

    YanıtlaSil
  4. [2. BÖLÜM]

    - Daha önceleri “sevmekten” bahsetmiştim, fakat artık sevmek de yeterli değil; daha öteye geçmek lâzım. Fikri ve duyguyu canlı bir şey gibi yaşamayı bilmiyoruz. Halbuki halkımız bunu istiyor.

    - Hakikaten istiyor mu? Bana öyle geliyor ki, halkımız bütün bunlara başından itibaren kayıtsız! Bütün geçmiş boyunca bizden o kadar uzak kalmış ki… bu işlerde âdeta ümitsiz. Yahut hiç olmazsa şüphe içinde.

    - Evet halk istiyor. Tarihe “gündelik ve geçici hesaplar” arasından bakmazsan bu memleketin de herhangi bir memleket gibi yaşadığını kabul edersin. Aradaki fark: Bizde “orta sınıfın” adam akıllı meydana çıkmamasıdır; hem kültürel kapasite olarak hem de sayıca henüz yeterli değiller. Geçmişte bu sınıf her an doğmak için olayları zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. “Ayrılık/kopukluk” manzarası buradan gelir. Halkın kayıtsızlığı veya biz “Aydınlar”dan şüphesi; yine biz “Aydınlar”ın uydurduğu bir masal olsa gerek! Aramızdaki ideoloji kavgalarında karşımızdakini yenmek için bulduğumuz bir sınıf, bir tür “günah keçisi”. Hani o kısacık ve sadece okuyanın kafasında bir an için parlayan veya okunan gazete sayfalarında kalan “anlık zaferler” yok mu; işte onları kazanmak için!.. Hakikatte halkımız münevverine inanır. Onu benimser. Zaten başka türlüsüne imkân yoktur. 200 yıldır yaşanan siyasi olaylar bizi bir nevi “gemi düzeni” altında yaşatıyor. Mutlak olan tehlikeler bize bu terbiyeyi verdi. Halkımız münevverine daima inandı ve gösterdiği yolda gitti.

    - Ve daima da aldandı?..

    - Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o da aldandı. Yani her millette olduğu gibi. Sen tarihte aklî bir yürüyüş kabul eder misin? Böyle bir şey elbette imkânsız. Fakat her türlü cemiyetin binyıllarca birikmiş tecrübesi nesillerin hatası üzerinden atlar. Bize her şeyin iyi gittiği görünümünü verir. Emin olun biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik…

    - Fakat halkın ızdırabını görmüyorsunuz?

    - Görüyorum. Fakat oradan hareket etmek istemiyorum. Halkı mazlûm gördükçe bir gün zalim olmasını hazırlayacağımı biliyorum. Niçin o kadar çok ızdırap çekiyoruz; yani bütün dünya olarak. Çünkü özgürlük uğrundaki her mücadele yeni bir adaletsizliği gözümüzün önüne seriyor. Ben aynı silahlarla mücadele etmeyi artık bırakmak istiyorum. Türkiye’nin bütünü benim merceğim, ölçüm ve gerçekliğimdir.
    Sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne veya Bursa’ya odaklanmak, koskoca ülkeyi adı ön plana çıkmış birkaç ilden ibaret sanmak.. bu hataya düştük ve içinde hâlâ debelenip duruyoruz.

    Merceğin çapını genişletmek, camın kalitesini yükseltmek ve bu merceği daha yukarıda tutup bakarak: “Aaa.. bu Türkiye’de -başka- hayatlar da varmış, -öteki- hayatlar da varmış, gözümüzü kaçırdığımız köyler, seslerini duymayı inkâr ettiğimiz kasabalar da varmış…” diye kendi kendimizi şaşırtmalıyız artık!

    - Bu yeterli değil!

    - Bir ütopyaya kapılmak istemeyen için yeterli. Hattâ olumlu bir iş görmek isteyen için.

    [Devamı 3. bölümde]

    YanıtlaSil
  5. [3. BÖLÜM - SON]

    - Peki nedir bu Türkiye?

    - İşte mesele burada. O’nu bulmakta…

    - Ben bu soruya bazen cevap verir gibi oluyorum. Kendi kendime “biz gurbetin insanlarıyız” diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar. Onun aşkı, ızdırabı, hürriyeti. Tarihimiz, sanatımız; hiç olmazsa halkta böyle…

    Kaynak: “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 - Bir huzursuzluğun romanı: Huzur; Ahmet Hamdi Tanpınar incelemesi” - Prof. Berna Moran - İletişim Yayınları - 2012

    * * *
    Yukarıda verilen anektodun cevaplarını bulmanın yolu sadece “seçim sonuçları” mı?!

    “Okumuş & eğitimli” olmak kusursuzluk mu?! İyi maaşlı bir iş bulup, yukarıda yazılanları ömür boyu görmezden gelmek mi?! “Ben kendimi zor kurtarmışım; başkasından bana ne!” demek mi?! Gölgeler içinde saklanarak yaşamak mı?!

    “Okumamış & eğitimsiz” olmak bir kusur mu?! Küçümseme ve küçümsenme sebebi mi?!

    “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” özdeyişi; “Kim eğitimli? - Kim eğitimsiz?” ayrımını ortaya çıkaran bir turnusol kağıdı mı?!

    Bir kurtarıcı hiçbir zaman gelmeyecek. Hiç kimsenin size yön göstermesini beklemeyin. Yön, kendi aklınız ve kendi vicdanınız!

    “Ezenler / Ezilenler” arasındaki tarihi sorunlar bir “siyasi ideolojiler safsatası” değildir; hayatın tam ortasında, herkesi etkileyen bir kangrendir!

    Çözümler hemen gelmez; azim gerekir.

    “Başlangıç” için

    toplumdaki her kesim

    bizzat ne zaman harekete geçecek ?!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kanımca dünya ekonomisinde kimi zaman, hatta pek çok zaman aynı bedende aynı anda yaşayabilen 2 aktör var; kızılderili ve beyaz adam...
      "İhtiyacı olduğuna inandırdığın incik boncuklar karşılığı ya da zorla ; insanlığın gerçek ihtiyacı olan doğal zenginliklerini ve kaynaklarını kızıderiliden al.."
      Yerine göre kimi zaman bedenimizde kızılderili ruhu taşırken, kimi zaman da, bedenimize beyaz adam hakim oluyor..
      Diğer taraftan; kamu otoritelerinin sıklıkla dile getirdiği "halkın iradesi" önermesinin insanlara; "o sırada o coğrafyada hayatta olan insanlar topluluğu" olarak yutturulmaya çalışılması da düşündürücü ve vahim..
      Oy dediğimiz nicelik unsuru; Nitelikten uzak iklimlerde, Demokrasi diye yutturulan hilkat garibesinin temel meşruiyet besini olsa gerek...
      Sanat, bilim, bilgi ve meraktan yoksun, kaderi; çaresizliğin, kabullenişin ve yetinmenin özeti olarak kodlamış algı ve bilinç bileşkesinin; bu hilkat garibesi yerine gerçek demokrasiye veya daha da ileri sistemlere ulaşabilmesi ne kadar kolay olabilir ki?..


      *Kızılderili olmayı makus bir kader olarak kabullenenlerin ilk fırsatta şark kurnazı beyaz adam olmak isteyecekleri pek muhtemelken..
      Sanırım toplumsal maharet; "Bilge" bir Kızılderili olabilme ortak amacını; bilerek ve isteyerek seçebilmekte

      Sil
    2. Özellikle içinden geçmekte olduğumuz şu buhranlı zamanda atmaya mecbur olduğumuz ilk adımlardan biri: “Serbest piyasa ekonomisi” denen, duyulduğunda “portakal suyu” öbeği kadar kulağa basit gelen, sistem üzerine ciddi ciddi kafa yormak olmalıdır!

      Bilerek “olabilir” yazılmadı, “olmalıdır” yazıldı; çünkü bu sistem üzerine keskin sorular sormayı çoktan unuttuk!

      “Siyah buraya yakışmadı; kaldıralım ve yerine hemen beyaz koyalım”,

      “Sarı buraya yakışmadı; kaldıralım ve yerine hemen kırmızı koyalım”,

      “Bordo buraya yakışmadı; kaldıralım ve yerine hemen mavi koyalım”,

      “Düzenin iktisatçısı” buraya yakışmadı; kaldıralım ve yerine hemen “paralel iktisatçı” koyalım,

      “Özel sektör kapitalizmi” buraya yakışmadı; kaldıralım ve yerine hemen “Sovyet kapitalizmi” koyalım...

      Vasatlığında bir beyin fırtınasını, bırakalım nadide iktisatçımız Mahfi Bey’in blog sayfasını; kâinatı omuzlayıp taşıdığını iddia eden “üniversitelerimiz!” içinde yapıyoruz, “serbest piyasa ekonomisi”ni eleştiren ufuk açıcı sorulara sıra bir türlü gelemiyorki!

      Hitler’i sevmek ya da savunmak zorunda değilsiniz, ama koca dünyayı nasıl kana buladığını bir nebze olsun anlayabilmek için “Mein Kampf - Kavgam” kitabını okumalısınız.

      Henry Kissinger’ı sevmek ya da savunmak zorunda değilsiniz, ama bugünkü ABD’yi meydana getiren “emperyalist!” beyinlerden birinin ne savunduğunu anlayabilmek için “Diplomasi” kitabını okumalısınız.

      Atatürk’ü sevmek ya da savunmak zorunda değilsiniz, ama bugün içinde debelenip durduğumuz sorunların çözümleri “Nutuk” kitabında serpiştirilmiş olabilir mi - olamaz mı, diye merak edip okumalısınız.

      Marx’ı sevmek ya da savunmak zorunda değilsiniz, ama üzerinizden hâlâ;

      “Komünistler 9 Mart 1971’de beceremediğini yapacak yani; şanlı ordumuzu kandırarak, onlarla birlikte darbe yapacak ve hemen ardınan ibadet mekânlarımızı kapatacaklar! Elimizdeki üç karışlık tarlamızı kamulaştırıp, nasıl Stalin’in Sibirya’daki -gulag-ları bir zamanların cehennem diyarı ise, Tunceli’nin -Ovacık Belediyesi-de ülkemizin dehşet dolu çalışma kampı olacak!”

      düşüncesini atamadıysanız, “Çin Halk Cumhuriyeti” denen ne olduğu belirsiz bir örnek karşınızda duruyor iken, “Sovyet Kapitalizmi”nin kanlı-canlı yaşadığını düşünüyorsanız; “Das Kapital”i balkon kapınız rüzgâr estiğinde çarpmasın diye takoz niyetine kullanabilirsiniz!

      “Serbest piyasa ekonomisi”nden kurtuluş yolu sadece ve sadece “Das Kapital” mi?

      Tabii ki hayır!

      Asıl soru şu:

      Özellikle 1975 ve sonrası dünyaya gelen (sadece Türkiye özelinde değil); “iktisat”, “ekonometri”, “uluslararası ticaret”, “çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri”, “finans” vb. bölümlerde okumuş, okuyan ve okuyacak nesiller, 39 yıldır hangi “iktisadi disiplin!” üzerine akademik eğitim alıyor?!

      Bu blog sayfasında “Das Kapital”in ne anlattığını Mahfi Bey tabii ki bilecek; dikkat buyurun kendisi 1950 doğumlu!

      Soru direkt Mahfi Bey’e değil.

      Ne yazık ki, nesillerimizin çok büyük bir kısmı;

      Milton Friedman, Friedrich Hayek, Robert Nozick, John Maynard Keynes, David Ricardo, John Kenneth Galbraith, Max Weber, John Locke veya Adam Smith gibi isimler “mutlak ve en doğru akıl!” kabul ettirilerek yetiştirilirken;

      Thorstein Veblen, Henry David Thoreau, Mikhail Bakunin, Joseph Stiglitz, Peter Kropotkin, Thomas Piketty, Alexis de Tocqueville, Friedrich Engels, Ha-Joon Chang, Amartya Sen veya Karl Marx,

      veya

      Erinç Yeldan, Korkut Boratav, İzzettin Önder, İbrahim Sadun Aren, Mehmet Selik, Yalçın Küçük, Vefa Tarhan, Erol Manisalı, İdris Küçükömer, Daron Acemoğlu veya Nail Satlıgan

      gibi değerler hasır altı ediliyor!

      Hayat bu 7 dk.’lık animasyon videoda http://vimeo.com/32966847 anlatıldığı gibi sisler içinde kaybolmaya devam ettiği müddetçe; bırakalım “serbest piyasa ekonomisi”ne karşı keskin eleştiriler yöneltmeyi, “acaba nasıl daha hırslı, daha vahşi, daha rekabetçi, daha kârlı bir iş yapabilirim?!” sorusuyla sistemi beslemeye devam edeceğiz!

      Sil
    3. Güzel ve ilginç bir yorum olmuş.
      Çizdiğiniz tablonun bana göre sorumlusu "finans kapital" denen sınıf ve akademik planda arkasındaki grup olan "neoklasik okuldur".
      "Kumarhane Kapitalizmi" veya "Junk Paper" gibi saçmalıklar bu grupların eseridir.

      Okumuşsunuzdur muhakkak.
      Ama okumadıysanız Ottawa'dan Marc Lavoie'nun Introduction to Post-Keynesian Economics kitabını okumanızı tavsiye ederim. Kendince sorumluları bulmaya çalışmış.

      2008 krizinin içinde yürümeye devam ediyoruz.
      Kriz bittiğinde, hiçbir şeyin 2007 dekine benzemediğini göreceğiz.

      Şimdiden başladı bile.
      Ama kriz bittiğinde iktisat dünyasında ,saydığınız isimleri de içinde alan yeni arayışların ve yeni tartışmaların başladığına şahit olacağız.

      Sil
  6. 22 Mayis'in yıldönümünde çok güzel bir yazı. Klavyenize sağlık hocam:) Merak ettiğim şu: Bu tarihleri yazıyı yazmadan önce mi not etmiştiniz yoksa yazarken mi göz gezdirdiniz ? Merak işte.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.
      Her gün bu değerleri excel dosyama işliyorum ve yanına da kronolojik not düşüyorum. Aksi takdirde hatırlamak mümkün olmaz.

      Sil
  7. Ekleme-
    22 Mayıs: Merkez Bankası haftalık repo faizinde 50 baz puanlık indirime gitti.(Enflasyonun artmaya devam edeceğini düşündüğüm bir ortamda faiz indiriminin piyasalara etkisinin negatif olacağını düşünüyorum.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. MB enflasyonun Haziran'dan başlayarak düşeceği görüşünde. Piyasalar da aynı beklentide. Ve o nedenle piyasada faiz zaten düşmeye başladı. MB, piyasayı izlemiş oldu.

      Sil
  8. burak canın ölümü elazığdaki polisin ölümü kaynadı gitti çünkü onlar akpliydi ve akpliler insan olamazdı hepsi ölümü haketmişti aynı somada hayatı kaybeden bazı akpli madenciler gibi. . .akplilere ölüm

    YanıtlaSil
  9. Mart ayında başbakana "Berkin Elvan faktörünün" piyasalar tarafından "fiyatlanıp fiyatlanmadığı" sorulmuş, başbakan da cevaben "Türkiye bunları aştı. Sabah bir etkilenme oldu ama sonra toparladı" demişti. siz de başbakanın bu üslubunu eleştirmiş ve 12 Mart tarihinde "Bir masum çocuğun ölümünü döviz kuruna etkileri açısından ele almak en hafif ifadesiyle korkunç bir şeydir" şeklinde bir tweet atmıştınız. yazınıza bakıyorum da Berkin'in ölümünü "piyasaya etki eden olaylar" arasında göstermişsiniz, yani eleştirdiğiniz davranışın aynısını yapmışsınız. masum bir çocuğun isminin cds, dolar, borsa gibi kelimelerle yan yana görmek beni üzdü. "Berkin Elvan faktörü" olmadan bu "piyasa" yorumlanamıyorsa böyle piyasanın canı cehenneme

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim o soruya ve açıklamaya gösterdiğim tepki ile burada kronoloji içinde saymam çok farklı şeyler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!

Konut Fiyatları Niçin Eskisi Kadar Artmıyor?

Paradan Para Kaybetme Dönemi