Bilim ve İnanç

13 Ocak günü yazdığım yazı aynen şöyleydi (italik bölüm):
Birkaç ay önce geleceğe farklı bakıyorduk şimdi farklı bakıyoruz. Bakışımızdaki bu hızlı değişimin en önemli nedenlerini şöylece sıralamak mümkün: (1) Petrol fiyatlarının hızlı düşüşü. (2) Fed’in faiz artırımı beklentisinin ileriye doğru kaymaya başlaması. (3) Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşemeyi devlet tahvillerine de yayarak genişletme eğiliminde olması. 

Bunlar içinde en önemlisi petrol fiyatlarının düşmesi. 2015 yılı için birkaç ay öncesinde yapılan en iyimser tahminlerde bile 95 USD/Varil’in altında bir fiyat öngörülmüyordu. Bugün geldiğimiz fiyat 47 USD’nin biraz üstü. Petrol fiyatlarındaki düşüşün, hangi çerçeveden bakarsak bakalım, hangi kayıpları hesaba eklersek ekleyelim Türkiye’ye net olarak kazanç getireceğini söyleyebiliriz. Petrol fiyatlarının düşüşü, bu doğrudan kazancın yanı sıra, yatırımcılar açısından en büyük risk unsuru olarak görülen cari açığın düşmesine ve dış finansman sorununun azalmasına yol açarak dolaylı kazanç da getirecek.

Fed’in faiz artırma kararını bu yıl vermemesi ya da bu yıl verse de uygulamayı gelecek yıl başlatması beklentisinin ağır basması dış finansman ihtiyacı yüksek olan Türkiye için olumlu bir gelişme. Bu gelişme, Türkiye’nin bu yıl için bulması gereken 200 milyar USD’nin üzerindeki dış finansman kaynağını bulmakta zorlanmayacağı anlamına geliyor.

Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşemenin en önemli aracı olarak uyguladığı tahvil alımını, devlet tahvillerini de kapsayacak biçimde yaygınlaştırması tıpkı Fed’in faiz artışını ileriye kaydırması gibi olumlu bir etki yaratacak. Bu adımın Avrupa’nın toparlanmasına olumlu katkı yapacağını, dolayısıyla Türkiye’nin ihracatını olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyorum. Ayrıca bu ek likiditenin Avrupa dışına da fon çıkışının yolunu açacağını ve dolayısıyla buradan Türkiye’ye fon girişi olacağını tahmin ediyorum.

Bu gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki bir kaç ayda Türkiye’ye döviz girişinde artış olmasını bekliyorum. Yabancı yatırımcılar, yukarıda saydığım üç nedene ek olarak yılın ilk üç ayında enflasyonda ciddi gerileme olacağını biliyorlar. 2014 yılının ilk 4 ayında manşet enflasyonda 4,8 puanlık artış olmuştu. Petrol fiyatı ve kurlardaki düşüşle bu baz etkisi birleşince bu yılın ilk 4 ayında enflasyonun ciddi biçimde düşeceğini tahmin etmek zor değil. Bu düşüşe paralel olarak faizler de düşecek. Bunun ilk belirtileri zaten gösterge faiz ve bankaların mevduat faizlerinde görülmeye başlandı. Bu ortamda TCMB de, politika faizini düşürecek. Bu gelişmenin bu yönde olacağını gören yabancı yatırımcılar faizler yüksekken bu getiriyi elde etmek için fonlarını Türkiye’ye yönlendirmeye başladılar bile.

Türkiye’ye yabancı fon girişinde ortaya çıkacak artış, cari açığın düşüşü, enflasyonun düşüşü, dış finansmana erişimin kolaylaşması gibi olumlu gelişmelerle birleştiğinde TL’nin değerlenmesine yol açacak. Dolayısıyla ben ilk çeyrekte TL’nin biraz daha değerlenebileceğini düşünüyorum.

Bu yazıyı bir kez daha okuduysanız bir soru sormak istiyorum: “Bu yazıda eksik olan şey nedir?”

Sizin ne yanıt verdiğinizi ancak yazıya yorum yaptığınızda öğrenebileceğim. Ama izninizle ben o yorumları beklemeden kendi yanıtımı vereyim: Bu yazıda eksik olan şey siyasetin, ekonomi üzerinde yaratabileceği etkidir. TCMB’nin her toplantısı öncesinde ve sonrasında faizler konusunda verilen siyasi demeçler, suçlama derecesine varacak şekilde yapılan ağır eleştiriler bu yazının eksiğidir. Ya da öngörmediği şeydir.

Bilimle uğraşmanın bazen böyle eksikleri olabiliyor. Objektif bakmak için insan kendisini bilim dışı olaylardan veya gelişmelerden soyutluyor. Oysa bilim dışılık her an aramızda, yanı başımızda dolaşıyor. 

Yazımda bu tür bir irrasyonelliğin dışındaki her şeyi öngörmüşüm ve hepsi de bu tür bilim dışı müdahaleler öncesinde doğru çıkmış.

Ekonomi bilimi, modeller üzerinde çalışır. Gerçek yaşamı temsil eden modeller oluşturur ve bunları en basit biçiminden aşama aşama geliştirerek gerçek yaşamın karmaşık biçimine getirir. Bunu yaparken incelediği konuları parçalarına ayırır ve o parçaları tek tek ele alıp nasıl çalıştıklarını inceler sonra onları bir araya getirerek bütün sistemin nasıl çalıştığını göstermeye çabalar. Buna model kurma denir.

Bunları yazarken tam bu noktada aklıma Copernicus, Bruno ve Galilei üçlüsü geldi. Çünkü ekonomi bilimi model kurma yöntemini Galileo Galilei’nin fiziksel olayları parçalarına ayırıp her bir parçayı herkesin anlayabileceği biçimde anlatarak olayın bütününe ulaşmakta kullandığı model kurma yönteminden almıştır.

Stephen Hawking’in tanımıyla ‘modern bilimin ortaya çıkışında herkesten daha fazla role sahip olan’ Galileo Galilei, Pisa üniversitesinde tıp öğrenimi görmeye başladı. Bir süre sonra felsefe ve matematiğe yöneldi ve matematik profesörü oldu. Teleskopun icadıyla birlikte yaşamında birçok şey değişti. Kendisi de teleskoplar yapmaya ve uzay gözlemlerinde bulunmaya başladı. Ay, güneş ve gezegenler üzerinde yaptığı gözlem ve çalışmalar ona oldukça büyük bir ün sağladı.

Nicolaus Copernicus’un geliştirdiği güneş merkezli sistemin esası üzerinde çalıştı. Kilise o zamanlar evrenin merkezinin dünya olduğunu ve her şeyin dünyanın çevresinde döndüğünü söylüyordu. O nedenle Galilei’nin, Copernicus kuramını destekleyerek onu geliştirmesine şiddetle karşı çıktı ve Galilei’yi engizisyon mahkemesinde yargıladı. Kilise, yargılama sonucunda Galilei’nin öne sürdüğü kuramın dine aykırı olduğuna ve dolayısıyla geçersizliğine karar verdi. Bununla da yetinmeyip bu kuramın öğretilmesini ve savunulmasını yasakladı. Evrenin kapalılığını anlatan Aristotelesçi anlayışı benimseyen Kiliseye karşı evrenin sonsuzluğunu savunan İtalyan gökbilimci ve filozof Giordano Bruno özellikle de yer ve gök ayrımı yapan kilise görüşüne karşı çıktığı için engizisyon mahkemesi kararıyla Roma’da Campo de Fiori meydanında yakılarak öldürüleli 15 yıl olmuştu. Galilei, yaşamını kurtarmak için savunduğu kuramı kanıtlamasının mümkün olmadığını, Copernicus kuramının geçersiz olduğunu söylemek zorunda kaldı. Cezası yaşam boyu ev hapsine çevrildi.

İnanç ile bilimin pek çok çatışması vardır ama sanırım bilinen en büyük çatışmalardan birisi budur. Bu çatışmayı ilk aşamada inanç kazandı. Ne var ki insanın gerçeği araması, araştırması yani kabullere karşın merakını yenememesi hiç bitmiyor. Zaman, Copernicus, Bruno ve Galilei’yi haklı çıkardı. İnanç, ilk aşamada kazandığı kavgayı bir süre sonra kaybetti. Çünkü gerçek, kitapta yazılandan farklıydı. Bugün, insanlar, onları yargılayanların ve aşağılayanların kim olduğunu bile bilmiyor ama bu üç bilim adamının heykelini saygıyla ziyaret ediyor.   

İnanç kabulle, bilim merak ve kuşkuyla başlar. Kabuller, merakın ya da merak edilenin araştırılmasının önünü keser ama sonsuza kadar engelleyemez.

Batıda din, yavaş yavaş bu nedenlerle itibar kaybederken bilim öne çıktı. Bilim öne çıktıkça batı gelişti. Yeni buluşlar, keşifler yapıldı. Ortadoğuda ise inanç, hemen hep bilimin önünde oldu. O nedenle bilim gelişemedi, sorgulayan, araştıran insan tipi ortaya çıkamadı. Uzakdoğu, 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak batıyı model almaya ve bilime yönelmeye başladı. Bugün, çok gerisinde başladığı yarışta ortadoğuyu fersah fersah geçmesinin batıyı yakalamasının nedeni budur.

Yorumlar

  1. din dendiğinde sakallı, cübbeli veya kilisesinden camisinden dışarı çıkmamış, ibir kaç rutini tekrarladığı için maaş alan insanlar akla geliyor maalesef.
    oysa din sadece kutsal kitaplardır.
    kutsal kitaplar 50 kere düşünün der, çevrenize bakın, evreni inceleyin, yıldızlara, dağlara,zeytine bakın der vs vs.
    ancak kutsal kitapları, siz anlamazsınız deyip okutmayan bu din satıcısı insanlar, din.den para kazanırlar..
    vatikanın dünyanın en zengin ülkesi ve bankalarından biri olmasında da senet,poliçe,seyahat çeki uygulamaları vardır, haçlı seferleri denene, soyguncuların haç giyerek dini kullanıp önüne geleni soyma girişiminden beri..
    şimdi de cübbe giymiş adamların, kitaplar basıp,dergiler çıkarıp,tv.ler kurduklarını,banka sahibi olduklarını görüyoruz, ne için? din deyip paraya sahip olmak için.
    dolayısıyla, hiç bir din, bilimi reddetmez, düşünceyi reddetmez çünkü din, kitaptır ve kitaplar asıldır. okuyan görecektir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet de yorumlayanların önemli bir bölümü ne yazık ki kendilerini ön plana çıkarmak, kendilerini ve konumlarını önemli gösterebilmek için yalan yanlış bilgilerle insanları korkutup bilimden uzaklaştırıyorlar.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. HOCAM SAYGILAR,
      BENDE İLK ETAPTA ORTADOĞUYA SİZİN GİBİ BAKIYORDUM AMA
      GRAHAM FULLERİN "İSLAMSIZ DÜNYA" ADLI BİR KİTABI MEVCUT, ŞİDDETLE OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM
      ORTADOGUDAKİ GERİ KALMIŞLIK SADECE İNANÇLA AÇIKLANAMAZ İNANÇOLMASADA ORTADOGU BİLİMSEL GELİŞMEYİ YAKALAYAMAYACAK GENE GERİ KALACAKTI ŞEKLİNDE ÇOK CİDDİ TEZLERİ VAR

      Sil
    4. Graham Fuller tescilli cia ajanıdır ve bunun kitabından faydalandım diyebilmek çok ilginç bir zeka düzeyi gerektirir.

      Sil
  2. Degerli Hocam,

    Sizin de belirttiginiz gibi bilimsel dusunce bizi en uzak gezegenlere bile goturecek kadar gucludur. Belki kisa bir sure zarfinda uzayin kolonilesme sureci baslayacak (uzay madenciligi, uzay turizmi) ve bu teknolojiyi gelistiren ulkeler, toplumlarinin refahi icin ekstra katma deger yaratacaklar. Muhtemelen yeni kitalarin kesfi ve zenginligin belli ulkelerce paylasilmasinin bir benzeri durumu bu surecte tanik olacagiz. Bu dusunce tarzini benimseyememis toplumlar ise gelismislik duzeyinde oldukca gerilerde kalacaklar, belki de uzun vadede tarih sahnesinden silinecekler. Umarim biz bu gelismelere yabanci kalmayiz.

    Ozelestiri yapmak gerekirse maalesef sadece kisisel cikarlarimizi daha fazla dusunuyor ve bu cikarlari toplum cikarlarindan ustun tutuyoruz. Umarim toplumsal yozlasmisligin varoldugunu sadece ekonomik kriz zamanlarinda ya da cebimize giren para azaldiginda farketmeyiz ve cocuklarimiz icin guzel bir gelecek birakiriz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazen karamsarlığa kapılsak da umudumuzun olması bile bir şeydir.

      Sil
  3. İkra Suresi Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V.'e indirilen ilk suredir. İlk 5 ayeti şu şekildedir.

    Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
    1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
    2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
    3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
    4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
    5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

    İşte İslamiyetin başlangıç noktasında okumak öğütleniyorken insanlar bunu yanlış yorumlamışsa din bilimin önünde olduğu için ilerleyemiyoruz demek acımasızlık olur Sn.hocam, insanlar din ve bilim arasında birinden birini tercih etmek zorunda bırakılıyor bu yüzden ilerleme sağlayamıyoruz şeklinde bir revize uygun olur diye düşünüyorum, bir çok bilim adamı inançlı kimselerdi ve hala da öyledir inanmak bilimi baltalamaz yeter ki ikisi arasında tercihe zorlanmayalım sizin de ikisi arasında insanı tercihe zorlayan bu bakış açınızı tasvip etmiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cok umurumuzdaydi senin tasvip etmen ya...

      Sil
    2. İkra suresindeki oku emri Kuran'ı oku anlamınadır.
      Kimse din ile bilim arasında birisini seçmeye kimseyi zorlamıyor. Zorlayan varsa da yanlış yapıyor. Söylediğimiz şey çok basit: Din bilimin önüne geçecek şekilde yorumlanmamalı. Aksi takdirde ne buluş yapılır ne de ilerleme sağlanır. Dediğimiz budur. Ortadoğu coğrafyasında olan da budur. Yani yanlış yorumlarla yönlendirilmiş bir coğrafyadır bu. Onun içindir ki bu coğrafyadan doğru dürüst hiçbir buluş çıkmamıştır. Güney Kore, son 30 yılda bilime yöneldiği için dünya elektronik devi olurken binlerce yıldır petrolün üzerinde oturan Araplardan tek bir buluş çıkmamıştır.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    4. Hocam bu yorumunuzda katılmadığım kısımlar var acizane arz edeyim Oku emrinin nesnesi yoktur zira peygamberimiz neyi okuyayım diye karşılık vermez ben okuma bilmem der ve diğer 2.3 vs ayetler peşi sıra akar gider ayrıca bir fiile,aksiyona davet vardır bu daveti bir nevi emreder .Sadece Kuran'ı oku emri olsaydı kainat-insan-Kuran bütünlüğü bozulurdu.3 ünü de yaratan Allah ise bu yaratmanın ve sonrası süreçlerin,tabiattaki kanunların vs aynı çerçevede okumak gerek.M.S. 9-11 yyda bu çerçevede okunduğu için medeniyet ve bilim tarihinde İslam dünyası yerini aldı.Bağnazlık,"Oku"mama,tembellik vs gibi marazlar da bugünkü Orta Doğu resmini ortaya çıkaran etmenlerden zannımca biz müslümanların payına düşen kısmı.Sevgilerimle

      Sil
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    6. Merhaba hocam. Madem " oku" kelimesi sadece kuranı okumak için kullanılıyor o zaman neden hemen arkasından "İnsanı bir kan pıhtısından yarattı" ayeti geliyor. Bence asıl bu insanları okumaya ve merak etmeye iten şeydir.

      Sil
  4. ''Japonya, Singapur, Tayvan, Güney Kore gibi birçok Doğu Asya ülkesi Batılı olmadan modernleştiler ve çok zenginleştiler. Çin de bu yönde gelişmektedir. Ve şimdi Doğu Asya toplumlarının liderleri, bu muhteşem ekonomik kalkınmayı, Batı kültürünü özümsemelerine değil, kendi kültür ve geleneklerine bağlı kalmaya atfetmek­tedirler. Başarılarının kaynaklarının düzen, disiplin, aile sorumluluğu, çok çalışma, toplumculuğun bireyselliği bastırması, kanaatkarlık gibi Asya'nın temel Konfüçyus değerleri olduğunu iddia etmektedirler.Modernleşrnek ve ekonomik olarak kalkınmak için Batılılaşmak şart değildir, belki Batı modernliği yarattı, ama diğer toplumlar ve kültürler kendi kültürlerinden kendi kalkınma ve modernleşme tarzlarını geliştirebilirler. '' Medeniyetler Çatışması'' Samuel Huntington sizinle aynı görüşte değil galiba

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazımın hiçbir yerinde batılılaşmadan, batı kültürünü almaktan söz etmedim. Batının bilimini bilimsel yaklaşım modelini almaktan söz ettim. İkisi arasında takdir edersiniz ki dağlar kadar fark var. Bu açıdan bakarsanız Huntington'la düşünce farkımız olmayabilir.

      Sil
    2. afedersiniz ama yukarıdaki yazıda uzakdoğunun kültürünü muhafaza etmesinden bahsediyor, dini öne çıkarıp bilimden uzaklaşarak başarı sağladılar gibi bir ifade göremiyorum. "Düzen, disiplin, aile sorumluluğu, çok çalışma, toplumculuğun bireyselliği bastırması, kanaatkarlık" övülmüş, yukarıdaki yazının eleştirisi olamaz, yazıyı tekrar okuyun...

      Sil
    3. Yazınızın yarısı dinle alakalı örnekle ve tek değişkene bağlı çıkarımla geçio dinin bilimle çatışmada olduğu.Batıdaki bu bilimsel yaklaşım modeli ‘’Hak eşitliği, düşünce özgürlüğü, kâr peşinde koşma, servet ve maddi başarıya saygı" demokrasinin doğuşu gibi kavramlar protestan ahlakıyla oluştuğunu söylüyor Weber.Huntington doğunun ise bu modeli almadığını kendi içinde Konfüçyusçu değerleriyle ulaştığını ‘’Başarılarının kaynaklarının düzen, disiplin, aile sorumluluğu, çok çalışma, toplumculuğun bireyselliği bastırması, kanaatkarlık gibi Asya’nın temel Konfüçyus değerleri olduğunu iddia etmektedirler.’' diyor.Huntington uzakdoğudaki medeniyetlerin dini yapıyı dışlayıcı değil büyümelerinde bir hızlandırıcı olarak kullandıklarını öne sürüyor ''1980'e kadar, yeni bir bilim adamı nesli, Konfüçyusçuluğu, Doğu Asya ülkelerindeki olağanüstü ekonomik gelişmenin en büyük nedeni olarak gördüler. ''Yani sizin öne sürdüğünüz Uzak doğu ülkeleri batının bilimsel yaklaşım modeli(protestan ahlakı) ile gelişti fikri ile Huntington'ın doğu gelişmesini Konfüçyusçuluğa dayandırdı fikri arasında takdir edersiniz dağlar kadar fark var

      Sil
    4. Bence sıkıntı şu: İnsanlar hala "din" olmadan yaşayamayacaklarını düşünecek kadar korkaklar.O nedenle de din ile ilgili yapılan her yorumu ve dinin "uygulanmasına" yönelik her eleştiriyi savunma ihtiyacı duyuyorlar.Mahfi Hoca'nın yazısına biraz daha objektif gözle bakılabilse sorunun "din" ya da herhangi bir inanç sorunu olmadığını anlayacağız.Mevzu inançların nasıl "uygulandığı".Öncelikle kimse bu nasıl dindir ki birileri açlıktan ölürken, diğerleri zenginlikten boğulacak diye sorgulamıyor.Çünkü kaderine "inanıyor".Ona da dine inandığı gibi sorgulamadan inanıyor.Ortada bilim varken,bilimin söyledikleri varken;bunları bir kenara bırakıp fakirliğin altında eziliyor.Ama olsun dinini özgür yaşayabiliyor bu ülkede :) Düşünen insan her şeyi sorgular.Öncelikle de dinini sorgular çünkü deneysel alana indirgenemeyecek tek alan inançlarımızdır.Fiziksel dünyada test edilmesi,deneysel çalışmalara konu olması imkansızdır. Hal böyleyken sorgulanması zaten yaradılışımıza ters değil;onun GEREĞİDİR.Sorduklarına aldıkları yanıtlardan kendi içinde tatmin olursa,inanmaya devam eder.Yok eğer tatmin olmazsa inanmaz;başka şeye inanır.Kendi bileceği iştir.Ve gerçekten inanan insan her eleştiriyi dinine yapılmış bir saldırı,hakaret olarak görmez.Çünkü din o kadar güçlüyse Copernicus, Bruno ve Galilei gibi zaten haklıdır ve tarih de onu haklı çıkaracaktır.Bu nedenle de tüm eleştirileri GELİŞMEK için bir adım,bir şans olarak görür.Bugün gözümüzün önüne bir dünya haritası getirdiğimizde dünyanın ikiye bölündüğünü ve her nedense "din" eleştirilerine en kapalı toplumların açlık,susuzluk,tecavüz,bilimsel çalışmalarda yetersizlik noktasında "YÜKSEK" notlar aldıklarını görüyoruz.Bu toplumlar ortadoğu toplumlarıdır ve Çin ve Japonya'nın çok dinli ve çok inançlı yapısının yanından bile geçemezler.Endonezya'ya gittiğinizde göreceğiniz tek şey şudur: Tüm Çinliler ülkeyi yönetirken;ülkenin asıl sahipleri Müslüman toplum banliyölerde,tarih öncesinden kalma barakalarda yaşamaktadır.Ülkenin bütün bankaları Çinlilerindir (Yeni Türkiye modelinin esinlendiği model) Sorgulanmayan ve bu nedenle evrilmeyen,gelişmeyen,güdük kalan her "inanç" insanın,toplumun ve geleceğin ayağına dolanır.Onu geri çeker...Bence neden "din" sorgulanıyor diye hayıflanacağımıza, ya birgün sorgulamamızın tamamen önüne geçerlerse diye korkalım.Ve "dinlisiyle","dinsiziyle" el ele verip,bilim üretelim.Yoksa hiç bir alanda dünya ile yarışamayacağız.Yerli malı haftalarımız "ithal malı" haftalarına dönüşürken en son sıkıntımız "din"i savunmak olmalı;o zaten orada duruyor.Kimse inanamazsın demiyor.Ama birileri çok açık ve net "bilimsel alanda ilerleyemezsin,ben üreteceğim ve sen almaya mecbursun" diyor.

      Sil
    5. http://eko-fin.blogspot.com.tr/2015/02/din-ve-bilim-bence-sknt-hala-avrupann.html

      Sil
    6. Yanlış bir yöne girdik. Yazının konusu batılılık veya doğrululuk değil. O, sadece sembolik bir ayrım. Yazının konusu inançların ya da daha doğrusu yanlış yönlendirilmiş inançların bilime engel olup olmadığı. Batı dediğimiz coğrafyada bu engel rönesans ve reformla kalktıktan sonra bilim almış başını gitmiş. Sanayi devrimi öncesi ve sonrasındaki 100 yıllık sürede sadece İngiltere'de 3 bin yeni buluş yapılmış. Bu anlamda ortadoğuda hiçbir gelişme yok. Neden? Rönesans veya reform benzeri tek bir hamle yok da ondan. Tek hamle Türkiye'den (cumhuriyetle birlikte) gelmiş. O da yaşayamamış.

      Sil
    7. Sizin çalışmalarınız üzerinde din etkisi ne gibi olumsuzluklar oluşturdu ne gibi engeller oluştu.Mesala Siz cari açık problemini çözecek bir çözüm buldunuzda mahallenin hocası gelip bu sistem dine aykırı mı dedi.Alternatif bir ekonomik sistem buldunuzda sizi camiye götürüp afaroz edip dar ağacınamı gönderdiler.Bilimsel gelişim diyanetin oluruna bırakıldıda benmi bilmiorum.Kendi başarısızlıklarımıza beceriksizliklerime kılıf bulmak için dini hedef gösteriyoruz gibi.Kimse siz kitap okurken gelip kitabı elinizden aldığı yok ben çalışıcam diyince hayır sen çalışamazsın çalışmak caiz değil diyenmi var.

      Sil
    8. Hiç oralara gitmeyin de Merkez Bankası Başkanının düştüğü duruma bir bakın isterseniz. Sizce bu olayın faizin islamdaki yeriyle bir ilgisi yok mu?
      Cari açığı düşürmek için kuru düşürmek onu düşürmek için de faizi artırmak gerekir diyenler faiz lobisi ilan edilip hedef tahtasına sürülmedi mi? Bunun bilimsel bir konuyu Diyanetin oluruna bırakmaktan bir farkı var mı sizce?

      Sil
    9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    10. Bilimsel ilerleme tek bir kültürün tekelinde değildir.Buluşlar herhangi bir sorun üstüne kısmen daha iyi bir çözüm bulma amacıyla ortaya çıkar.Sorun dinse buyrun kaynağı belli ayrıntılı bir biçimde inceleyip bir rapor oluşturun spesifik olarak belirtin bu konularda bilimi engellio benim görüşüm bu.Eğer kültür engellio diyorsanız buyrun araştırın türk kültürünü ayrıntılı bir biçimde rapor oluşturun kültürümüz bu noktalarda bilimsel gelişmeye engel oluyor şunları öneriorum.Ama bunun yerine sorun din sorun kültür deyip hiç birşey yapmadan oturursanız sadece boş konuşmakla kalırsınız çünkü elinizde hiçbir araştırma yok.Ülkelerin hiçbiri aynı siyasi yönetime aynı olanaklara sahip değil. Kültür durağan değil sürekli değişen gelişen bir olgu.Buyrun çalışmanızı yapın eksiklikleri belirleyin tartışalım ama sorun kültür deyip geçiştirmeyin.Güney kore ve kuzey kore ikiside aynı kültüre sahip neden güney kore bilimde bu kadar gelişmiş mesala tek değişken kültürmü acaba.Siyasi yapılarının etkisi yokmu bugünkü arap coğrafyasında hangi ülkenin siyasi yapısı diktatörlük veya kaos değil.Diktatörlük ve kaos karşısında muhalefetin ya solcu yada islami kesim olması batınınsa solcu veya islami kesimin iktidara gelmesindense açıkça askeri müdahale veya darbeleri desteklemesinde bir etkisi olabilirmi bu arapların geri kalmasında. Bilim gelişme kültürün etkisindeyse neden en fazla bilim buluş bütün kültürlerin dinlerin bir araya geldiği amerikada meydana geliyor kültürmü cevabı acaba yoksa kurumlarını verdiği desteğin hiçmi etkisi yok.Bilim gelişme kültürden daha fazlası gibi.Bilim gelişme inavasyon tek bir değişkene indirgenemeyecek kadar büyük bir konulardır.

      Sil
    11. Sanirim oldukca gec yaziyorum ve pek de bir onemi yok yazdigimin. Weber kapitalizmin dogusunu Huntington ise yayilisini inceliyor. Bu ikisinin farkli surecler olmasi olasidir. Yani Huntington ile Weber celisiyor demek dogru olmayabilir. Rasyonel bir sekilde incelemek gerekecektir.

      Sil
  5. Atatürk'ün niçin laikliği bu denli önemsediği çok daha iyi anlaşılıyor hocam.
    Saygılarımla
    .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke dediğiniz gibi anlaşılıyor olsa.

      Sil
    2. Kendimizi kandirmayalim, Turkiye'de hicbir zaman laiklik olmadi. Laiklik devlet din ayriligidir. Madem konumuz ekonomi, soyle anlatayim, devlet halkin vergileriyle dini bir harcama yapamaz. Ataturk zamaninda da Diyanet vardi, devletin kadrolu imamlari vardi. Bunlarin tek yaptigi devletin kendi versiyonu olan Islami empoze ettiler, ayni Osmanli gibi.Ataturk'u elestirmiyorum, o kadar yapabilmis. Ama gercek laik dusuncede devlet hicbir sekilde dinle ilgili bir kurus harcama yapamaz.

      Sil
    3. Bu dediğiniz batı kültürü çerçevesinde doğru olsa da burada tam olarak doğru değil. Çünkü o zaman da her caminin etrafında başka bir cemaat, başka bir hocanın peşine takılmış insanlar ortaya çıkıyor. Son dönemde olan da bu.

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    5. şeriye ve efkaf 1924 de kaldırılıyor.Siz yalan deyince dediğiniz yalan olmuyor yok deyincede yok olmuyor.TBMM tutanakları recep 1342 yani 1924 e karşılık geliyor.TBMM tutanaklarına göre 1924 de kurulan bir kurumu Atatürk nasıl görmemiş oluyor.Şeriye ve Efkaf velaketi nedir biliyormusunuz gerçekten II. Mahmut zamanında oluşturulan yasaların şeriata uygunluğunu denetleyen bu kurum aynı zamanda bütün vakıflarında bağlı olduğu bir kurumdu.Yalan TBMM tarafından uyduruldu herhalde size göre kanıtınız varsa konuşun yoksa kahvehaneler bu tür iddiaalar için daha iyi bir yer. http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200429.pdf

      Sil
    6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    8. Zahmet eder attığım linkteki TBMM tutanağına bir bakabilirsiniz Şeriye ve Efkaf vekaletinin 1924 yılında görebilirsiniz yok ama ben kendi bildime inancam diyosanız karışamam o sizin bileceğiniz şey.Şeriye ve Efkaf vekaleti yasamanın dine uygun olduğunu denetleyen II. mahmut döneminde kurulmuş bir devlet organıdır.Aynısı 1921 ilk meclistede kurulmuştur 1924 TBMM tutanaklarına göre Şeriye ve Efkaf vekaleti kaldırılmış yerine Diyanet işleri kurulmuş bu organın bütçesi başvekalet bütçesine eklenmiştir(bunu ben demiyorum bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin tutanağı söylüyor.''Atatürk döneminde Diyanet filan yoktu. Bu yalan sonradan uyduruldu. Atatürk Diyanet'i ömründe görmedi. Onun kurduğu kurum sadece bir vakıftı ve adı da Şeriye ve Efkaf velaketi idi. ‘’ diyende ben değilim Atatürk döneminde Diyanet vardır kanıt TBMM tutanaklarıdır Şeriye ve Efkaf vekaletini Atatürk değil 1921 de ilk meclis kurmuştur bu yasamaya karışan çıkan yasaların şeriata uygun olduğuna bakan bir kurumdur.Yani TBMM tutanaklarına göre Şeriye ve Efkaf kanunu 1921-1924 yılları arasında yürürlülükte kalmış 1924 de ise diyanet işleri kurulmuş ve bütçesi başvekalet bütçesinin alt kalemliğine eklenmiş.Yani konuyu açan arkadaş türkiye hiç bir zaman laik olmadı çünkü diyanet devletten bütçe aldı sözü TBMM tutanaklarına göre doğrudur sizin lafınız ise kahvehanelerde maç izlerken belki ilgi görebilir.1921-24 arası ilk meclis altında ülke şeriatın hükümlerini uygulamıştır.1924 de ise yasama üzerinden din baskısı Şeriye ve Efkaf velaketi ile kaldırılmıştır.Yerine başvekalet bütçesinin alt kalaminde bütçe verilerek Diyanet kurulmuştur.Atatürk batının gelişme merhalelerini iki büyük aşamada değerlendirmiş reform ve rönesans rönesans ayağını yaptığı devrimlerle reform ayağını ise diyanet ile uygulamaya çalışmış kimi zaman elmalılıya kuranın türkçe tefsirini yaptırmış kimi zaman dinle alakalı kitaplar yazdırmış.Din dersini birinci sınıflar hariç 2 şer saat din dersi konulmuş 1924-26 tarihleri arası , 1926-31 arasında 3. sınıfa kadar hayat bilgisi dersi altında gerekli bilgiler verilmiş 3. sınıfta din dersleriyle devam ettirilmiş 1933 de okul programından çıkarılmıştır.

      Sil
    9. Hayır daha ne diyiyim siz dediğinize inanmayı seçiyorsanız tutmayım ben sizi .Diyanet 1924 de kurulmuştur bu kurum devletten bütçe de almıştır.Bu kurum Hanefi mezhebine göre tefsir yaptırmış bu para devletten çıkmıştır.Parada gökten gelmemiştir.Devlet din öğrenimini kontrol edemediği kurumlardan almış tekke olsun medrese olsun kuran kursları olsun bunların din eğitimi faaliyetini devlet denetimine almıştır.Bu öğretim faaliyetleri için harcanan paralar gökten gelmemiştir.Cumhuriyet dönemi ilkokulların Abdulbaki Gölpınarlı’nın Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersler kitabının ücreti gökten gelmemiştir.Gözlerinizi kapatıp bilmediklerinize iftira diyeciğinize bilmediğiniz konularda konuşmasanız daha iyi edersiniz

      Sil
  6. benim de gözüme direk siyaset çarptı yazıyı okurken. Fakat benim bu noktada bir sorum olacak hocam. siyaset adamları neden sürekli faizin düşmesini istiyor. tamam faiz düştüğünde yatırımlar artacak ekonomi canlanacak , faizin düşmesiyle birlikte düşüşe geçecek olan kur ithalat giderlerini azaltacak. fakat bu faizin düşmesinin olumsuz yanları da yok mu ? olumsuz yanları yine siyasetçilerin çözmesi gereken sorunlar haline gelmeyecek mi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru. Olumsuzluğu yaratan da çözüm beklenen de siyaset.

      Sil
    2. faizin düşüş halinde olmasının ülke için yaratacağı olumsuzlukları hangi başlıklar altında sıralayabiliriz hocam ?

      Sil
    3. Döviz girişinde azalma, iç tasarruflarda düşüş, cari açıkta yükselme.

      Sil
    4. "Döviz girişinde azalma, iç tasarruflarda düşüş, cari açıkta yükselme" siyaset ısrarla böyle bir olumsuzluğu nasıl olur da arzular ki? ülkenin tapusu satışa mı çıktı?

      Sil
    5. döviz fiyatı artarsa, turizm ve ihracat artar.. bu sıcak para girişinden iyidir.
      iç tasarruflar düşerse, o çözülen para nereye gider? yurt dışına mı kaçar yoksa, yatırım imkanları mı arar.. zaten döviz artacağı için ithal malları pahalanacak ve ithal son tüketici ürünleri satışları azalacaktır.. bu istenen şey değil mi?
      cari açık bu durumda neden yükselsin? ithal mal satışı düşecek, ithal girdi maliyeti biraz yükselse de zaten kar koyup sattığımızdan iracattan çıkaracağız..
      zaten petrol yarı yarıya düştü, doğalgazda indirimler var.. yani?

      Sil
    6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  7. Hocam yazınızda şöyle bir tutarsızlık var. Verdiğiniz örneklerin tamamı ortaçağ avrupası kilise baskılarına dayanıyor.Kilisenin ve hristiyanlığın değişime uğradıği biliniyor bu örneklerinizde yerinde.Ancak doğu medeniyetlerinin geride kalmasının sebebi kesinlikle inanç değil.doğu medeniyetinin çıkardığı birçok alim ve bilim insanı sayabilirim.ayrıca kuran da bilim ile ilgili yasaklamaya dair en küçük bir ibare bulunmamaktadır.tarihte de bilim insanlarının bilim ile ilgilendikleri icin cezaya tabi tutulduklarina dair bir ornege rastlayamazsiniz.Aksine Osmanlı'nin istanbul'u bir bilim sehrine donusturmek icin taninmis alimlere yaptigi davetler tarih kitaplarinda mevcuttur.bunun islam halifesi tarafindan yapildigina da dikkatinizi cekerim.sizce de dogunun bilimde avrupanin gerisinde kalmasi islamdan kopustan kaynaklaniyor olamaz mi ? Birde boyle dusunun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bana bu coğrafyadan gelmiş, 3 tane buluş gösterin.

      Sil
    2. Thales: Felsefe'nin ve bilimin öncüsü.

      Sil
    3. http://www.independent.co.uk/news/science/how-islamic-inventors-changed-the-world-469452.html top 20 buluş

      Sil
    4. http://kordugumgibi.tumblr.com/post/61613004468/musluman-bilim-adamlari-ve-buluslari
      inceleyin hocam :) yaziniz icin ayrica tesekkur ederiz ...

      Sil
    5. http://www.1001inventions.com/


      o.z.

      Sil
    6. Mahfi Bey'in kast ettiğini gayet iyi anlamanıza rağmen yüzlerce yıl önceki buluşları gösteriyorsunuz. Mahfi Bey tahmin edebileceğiniz üzere yakın tarihteki, elektronik devrimine dahil buluşları kast ediyor.

      Bulduğunuz linklerdeki buluşların yapıldığı dönemdeki islamiyetle günümüzdeki İslamiyet arasında dağlar kadar fark var. Günümüzde İslamiyet kendini yenileyemediği için toplumsal ve bilimsel her alanda eskiye özlem denebilecek, eskiyi korumacı muhafazakar bir anlayışa saplanmış kalmış vaziyette. O buluşların döneminde böyle bir anlayış yoktu çünkü o zamanın eskisi zaten islam ideolojisi değildi. Bugünkü islamiyetin toplumsal ve bilimsel konulara bakışı maalesef kendi ideolojisinin devamını sağlamaya yönelik sayın Adsız.

      Görkem Uyar

      Sil
    7. Sevgili Hocam
      Ekonomiye siyasetin etkisini en iyi olcebilecek ve degerlendirebilecek kisilerden birisi oldugunuz halde yazilarinizda bu parametreyi ozenle konu disi birakiyorsunuz . Bizim acimizdan bunun mantigini anlamak tabiki zor degil. Bu sekilde gelismenin onundeki en buyuk engel olan bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma hastaligi ile mucadele ediyorsunuz . Bir taraf olarak yazmak her zaman isin en kolay ve populer yonu olmustur. Oysa siz tersini yapiyorsunuz .Bu durum hepimizin yada bir cogunumuzun zevkle takip etmekte oldugu blogunuzun toplumsal olarak ustlendigi misyonunu da gayet guzel acikliyor

      Bilgiyi herseyin ustunde tutan toplumlarin dunya ekonomisi ustunden aldiklari katma deger paylari ve buna karsin nufus icindeki populasyonuna baktigimizda kalem bile yormaya gerek olmadigi anlasilir .Biz cehaletle ile ugrasirken onlar bu isi coktan bitirmislerdir ( Ronesans ve Reform hareketleri ) . Bilgi eksikliginden kaynaklanan toplu cehalet ve bunun dogal sonucu olarak toplumsal curet altinda yonetilen toplumlarin durumu ise acik bicimde ortadadir . Inanci toplumsal alandan cekip kisisel boyuta indirgemezseniz olacak sonuc belllidir. Ayni parametrelere birde bu ulkeler acisindan ( katma deger ve populasyon ) bakildiginda durum acik sekilde ortaya cikar . Sizin yayinladiginiz bircok calismada bu bilgiler bulunuyor

      Sosyal demokrat bir partinin ekonomik programi ile liberal ekonomiyi savunan muhafazakar bir partinin ekonomilk programi arasinda mutlak surette temel bazi farklar vardir . Ancak hangi goruse dayanirsa dayansin arkasinda bilimsel kuramlara dayali bir ekonomik bir model oldugunu herkes bilir . Bu sebepten dolayidir ki gelismis ve demokrasiyi hazmetmis ulkelerde ister sagda olsun ister solda olsun partiletin programlarinda devasa farklar yoktur . Bunun yerine akilcilik ve proje bazinda bakis vardir . Iste bu yuzdendir ki ocak ayindaki bir yazinizda degindiginiz uzere siz tarafsiz davranmaya ozen gosterirken ( ki kuskusuz tarafiniz vardir ) birileri sizi su yada bu kesim adina lobicilik yapmakla suclamaktadir .Ama biliyoruzki siz olaylari olmasi gerektigi gibi iktisat bilimi cercevesindeki sebep sonuc iliskisi icinde degerlendirmeye devam edeceksiniz . Bizlerde zaten bu yuzden sizi takip ediyoruz .

      Bu konuda bircok ornek var ama bence modern tip biliminin dogusu hakkinda Ibni Sina’nin hayati etrafinda kurgulanarak cekilmis olan Medico filmi tum bu anlatilanlara iyi bir ornek olusturmus . Seyredilmesini oneririm . Filmin tarafsiz bir gozle cekilmedigini dusunen varsa bu konuda tarihsel arastirma yapmakta serbesttir . Ancak onemli olan ana fikirdir

      Bu vesile ile baska bir konuya deginmek istiyorum . Siz daha iyi bilirsiniz ki finans piyasasinda kurumlar kadar kisilerin de sayginlik acisindan etkisi buyuktur . Merkez bankasi baskanimizin gercekten iyi bir profesyonel oldugunu dusunenlerdenim .Zaten uluslararasi denetim mekanizmalarina bagli olarak yuruyen bir sistemde merkez bankasinin siyaseten en az etkilenecek kurum oldugunu dusunuyorum . Son gunlerde istifa soylentileri ortalikta dolasiyor . Bence o pozisyonda bulunan bir profesyonelin istifa etmek gibi bir kaygisi olmaz.. Ancak istifasi etmesi halinde kur kisa bir surede 3 olur diyorum . Katiliyormusunuz ? Bence kendisi bunu biliyor ve sorumluluk sahibi bir burokrat olarak davraniyor . Siyasi etkinin psikolojik boyutu...

      Saygilarimla

      Sil
    8. Sayın "adsız" ben de sizin bu sonuca nasıl ulaştığınızı anlayamıyorum.Yani diyorsunuz ki "avrupanin gerisinde kalmasi islamdan kopustan kaynaklaniyor olamaz mi",burada anlamadığım nokta şudur:Hangi müslüman bilim adamı "benim dinim açık açık bilimle uğraş dediği için kendimi bilime adadım" diyor? Yani böyle bir beyanat var da biz mi kaçırdık?Bilimden uzaklaşmakla neyi kast ettiğinizi de anlayamadım.Dine yaklaşmak kadını toplumsal hayattan uzaklaştırmak,dinin sorgulanmasına karşı çıkmak,bazı bilimsel deneylerin "günah" olduğu için yapılmasına izin vermemek midir? Bize bir tane de müslüman KADIN bilim insanı gösterebilir misiniz? Osmanlı tarafından tam kuvvet desteklenmiş olsun.Umarım buna vereceğiniz yanıt "kadınlar Osmanlı zamanında bugünki kadar zeki değildi" olmaz.Belki de sizin bahsettiğiniz müslüman bilim insanları Galileo'nun yaptığını yaptılar:Dine inanmadıkları halde bilimden uzaklaştırılma ve ölüm korkusundan dolayı inanıyor gibi davrandılar.Peki bu olamaz mı? Çünkü bildiğimiz kadarıyla "caminin dediklerine rağmen" "bilim yapacağım" diyen bilim insanımız yoktur.Böyle bir çatışma yaşamadı müslüman toplum,o nedenle de bilimsel alanda gelişemedi.Keşke dediğiniz gibi olsaydı;din, bilimde ilerlemenin garantisi olsaydı.Ancak din ne derse desin;uygulamada o kadar büyük yanlışlar var ki birinin çıkıp şunu söyleme zamanı geldi: "Bizim dinimiz bu değil;bu dincilere inanmayın!Kadın erkek,inançlı inançsız hepimiz bu şarlatanları alt edelim;toplumu bu kanserli hücrelerden kurtaralım" Ama biz hala Osmanlı'nın bilime verdiği değeri tartışıyoruz.Keşke "iktisat bilimine" de yeterli değeri verselerdi de koskaca imparatorluğu borç batağı içine sürükleyip batırmasalardı. Keşke dünyada bilim nerede diye sorgulasalardı da biraz ilham alsalardı.Ne yazık ki güçlü dini inançları onları batmaktan kurtaramadı.Bilimde ilerleyemeyen tüm toplumlar ya köle olurlar ya da yok olurlar.

      Sil
    9. En basitinden barut,kağıt,pusula hocam.

      Sil
    10. Hepsini Çinliler buldu:
      "Barutun icadı ile ilgili ilk bulgular eski Çin’i göstermektedir. Barut ile ilgili ilk kayıtlar MS 142 yılına uzanmaktadır.
      Eski Çin Hanedanlığı döneminde, Wei Boyang tarafından yazılan belgelerde baruta benzeyen bir maddeden bahsedilir. Wei Boyang yazısında şiddetle patlayan, toz şeklinde olan ve ışıkları dans eden bir tozdan bahseder.MS 700 lü yıllarda T’ang Hanedanı döneminde ilk kullanılabilir barut yapıldı. Bu barut çeşidi, hanedanlık kutlamalarını şenlendirmek için bir çeşit havai fişek gösterisi olarak kullanıldı. Pusulanın icadı ile ilgili bilgiler M.Ö. ikinci yüzyılda Çin medeniyetini gösterir.Kâğıt, M.Ö. 105 yılında Çin’de imparatorun danışmanı olarak görev yapan T’sai Lun adında bir saray mensubu tarafından icat edildi. T’sai Lun Ağaç kabukları, bez parçaları ve diğer lifli malzemeleri özlü ve yumuşak bir hamur haline gelinceye kadar dövüp, elde ettiği hamuru geniş bir tekne içinde suyla karıştırarak ilk mekanik odun hamurunu elde etti."

      Sil
    11. Bir de Osmanlı döneminde yaşamış ve İMPARATORLUK TARAFINDAN DESTEKLENMİŞ MÜSLÜMAN BİLİM KADINI/KADINLARIMIZIN isimlerini de paylaşırsanız onlarla ilgili de bir araştırma yapmak istiyorum.

      Sil
    12. Barut, kağıt ve pusula Çin kökenlidir.

      Sil
    13. Benim yanıtlamama gerek kalmamış. Evet bunların hepsi Çin kökenli buluşlardır.
      Bugün evinizde kullandığınız eşyalara, bindiğiniz arabaya, metroya, etrafınıza bir bakın ve kendinize "Bu kadar şeyden hangisi bu coğrafyanın icadıdır" diye bir sorun. Bir tane bulabilirseniz lütfen bana da yazın ben de öğreneyim.Eğer hiç bulamadıysanız "Niçin" sorusunu sorun. Sonra bir de bizim ve ortadoğunun eğitim sistemine bakıp batıyla ve uzakdoğuyla kıyaslayın. Meseleyi anlayacaksınız.

      Sil
    14. gag'ın yazısına katılıyorum.
      kuran bilim yapın diye emrederken neredeyse hiç bir hoca bu konuda insanları yüreklendirmemiştir. ama sorun bu da değil çünkü hocalar demiyor diye bilim yapmayan ülkeler bu şekilde geriler. hoca demedi diye yapmamak bizi kurtarmaz çünkü kitap, hocaya değil herkese gelmiştir. herkes kendisi sorumludur. dolayısıyla aslında islama uygun hareket zaten bilim yapmaktır.
      gülhane parkındaki islam eserleri enstitüsünü ziyaret etmenizi öneririm.

      bu ülke , 80 sene önce %100 yerli uçağını ve 50 sene önce arabasını üretmiştir unutmayın ama ülkeyi kuranlar tarafından kapatılmıştır. bu ortamda hiç bir icat, buluş, sanayi üremezdi zaten.

      Sil
  8. din afyondur, müsekkindir ama ateistlerin bile dine gereksinimi vardır.dinsiz yapamayız ancak kutsal,kutsal kitap,vahiy bütün bunlar palavradır yalnızca bir ihtiyaca cevap verirler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Konumuz bu değil. Buradaki amaç dinin ne olup ne olmadığını tartışmak değil. Dinin yanlış yorumlanmasının bilimin ve dolayısıyla bilimsel düşüncenin gelişmesine engel olup olmadığı.

      Sil
  9. İnsan beyninin doğadaki karmaşıklıklar karşısında kısa yollara başvurarak bilmediği her şeye bir açıklama getirmesi bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Neredeyse tüm bilim dallarında görülen her şeyin ortak bir teorisinin olduğu inancı bilim adamlarının en büyük rüyalarından bir tanesidir. Bu sebeple de özellikle ekonomi gibi emekleme aşamasında olan bir sosyal bilim dalının doğadaki değişkenlerin bir çoğunu dikkate almayarak bilgi üretmeye çalışması olağandır. Yine bilimde öncü atılımları gerçekleştiren bilim adamları her zaman bulundukları toplumlarda azınlık konumunda bulunmaktadırlar. Kendine orta çağdan beri modern bilimi referans alan batı için de bu durum geçerlidir. Kendi alanlarında devrim gerçekleştiren tüm araştırmacılar mevcut bilim cemaatine kendilerini kabul ettirmek için uğraşmışlardır ve uğraşmaktadırlar. Foucault'a göre de zaten hapishaneler ve okullar her zaman toplumun uç noktalarındaki bireyleri çan eğrisindeki ortalama noktalara çekmenin birer aracı olmuşlardır. Benim sizin yazınızda itirazım olan nokta yanılmıyorsam makro ekonomi kitabında da kullandığınız araba ve araba parçaları metaforunuz. Ekonomiyi daha rahat anlatmak ve sevdirmek için kullandığınız bu metafor açıkçası doğrusal olmayan doğada pek karşılığını bulmamaktadır. Günümüzde bilimin geldiği nokta bize bir araya getirdiğimiz parçaların bireysel toplamının bütünden daha fazla olmadığını söylemektedir. Yani doğrusal olmayan bir doğada iki artı iki dört etmemektedir.

    YanıtlaSil
  10. Sayın Hocam,
    Yazılarınızı, kitaplarınızı, televizyon programlarınızı dikkatle takip etmeme, üslubunuzu hayranlıkla karşılamama rağmen ekonomi ve siyaset ilişkisi hakkındaki düşüncelerinize asla katılmadım. Ekonomi insan (hatta tüm canlı türlerinin) ilişkilerinin ve faaliyetlerinin en temel boyutlarından birisiyken, ve insana dair neredeyse her eylemde siyaset varken, ekonomi ve siyasetin tamamen bağımsız düzlemler olduğunu savunmak bana gerçekçi de gelmiyor, bilimsel de...
    Petrol fiyatlarını, altın ve emtia fiyatlarını siyasi ilişkiler ve gelişmeler birinci derecede etkilerken; AMB'nın varlık alım programının miktarını ve tarihini siyaset belirlerken, Euro'nun değerini siyaset belirlerken, Türkiye'nin politika faizinde, TL'nin değerinde siyaset nasıl etkili olmaz ki?
    Gelecek öngörülerinde bulunurken siyaset faktörünün öngörülemezliği, düzensizliği ve beklenmedikliği onun çok önemli bir parametre olarak hesaba katılmayacağı anlamına gelmemeli. Özür dilerek söylüyorum ama analizlerde siyasi etkiyi göz önünde bulundurmamak pi'yi 3,14 yerine 3 almak değil; pi sayısını yok saymaktır. Yani bilimsel (veya gerçekçi) olmayan bu metodoloji.
    Ekonomi ve siyaseti birbirinden bağımsız iki paralel evren gibi değerlendirmek liberalizmin getirdiği bir yanılgı; bu iki boyut -tam da olması gerektiği gibi- kesişip birbirlerini görünür derecede etkilediğinde, güneş sistemimizde dev bir kara delik oluşmuş gibi tepki veriyoruz. Halbuki gerçek olan bu.
    Otoriterleşmenin, teokratik bir sisteme dönüş yapma çabalarının, irrasyonelleşmenin, toplumsal huzursuzluk ve çatışmaların ekonomiye etkilerinin yok sayıldığı bir modelin bilimsel olarak karşılığının bulunmadığını düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Eğilmez'in, ekonomi ve siyasetin birbirini doğurduğu gibi yok edebileceğini, biri olmadığında diğerinin de olamadığını, birbirinin içinde minimal dahi olsa muhakkak öbürünü barındırdığını, iki farklı kutuplar gibi diyalektik bir ilişkide olduğunu bilmemesi yada düşünmemiş olması pek akla yatkın gelmiyor. Pekala biliyor. Hatta dinin siyasetin kullanabileceği önemli bir silah olduğunu da. Akışkanlar mekaniğinde su sıkıştırılamaz kabul edilir, gazlar ise sıkıştırılabilir akışkanlardır bu yüzden basınç formülasyonlarında farklılıklar vardır . Suyun hem katı, hem sıvı hem de gaz biçimlerini alabileceği gözden kaçırılabilir. Sıvı su için uyguladığın basınç formülü, su gaza dönüşmüşse fayda etmez. Bu yüzden yazısında "su buharlaşıyor mu" demek istediği ortada yoksa eksik görmeyle ilişkili olduğunu sanmıyorum.

      Yoksa, hepimiz biliyoruz ki demokraside seçtiğiniz siyasi yöneticiler şeklen seçilmişlerdir, aslen ise topraklarınızın çıkarına değil kendilerini gerçekten oraya taşıyan elitlerin çıkarına hareket ederler ve mecburdurlar. Bugün de farklı değildir. Bilinmesine karşın sanki öyle değilmiş gibi hareket edilir. Aynen yukarıdaki tartışmalarda tanrı kavramıyla uzaktan yakından ilişkisi olmayan Konfüçyüsçülüğün din ile karıştırılması yada din sanılması gibi -hep din olarak satılmıştır-. Dünyayı böyle okuyanların Hindistan'da ineklere tapıldığını sanmaları da şaşırtıcı olmaz. Son olarak İbn-i Haldun tezini söylemek isterim: İmparatorluklar doğar büyür çürür ve sonra "ilkel" bir kabile toplumunca da yıkılır. Dünyayı bugün bilim insanları mı yönetiyor, yönlendiriyor yoksa zengin kabileler mi?

      Sil
    2. Ben nerede böyle bir ayırım yaptığımı hatırlamıyorum. Yapmışsam da yanlış yapmışım demektir. Benim kastettiğim şey ekonomi biliminin siyasetten daha doğrusu siyasal yaklaşımlardan ayrı tutulmasıdır. Yani örneğin faiz konusundaki görüşünüz faizin haram olduğu ve yasaklanması gerektiği şeklinde olabilir. Ben bu görüşe katılmasam da sizin görüşünüzdür saygı duyarım. Ama hem kapitalist sistem içinde devam edeceğim hem de enflasyonun yüzde 8 olduğu bir yerde faizi sıfırlayacağım derseniz konu o zaman bilim dışılığa doğru gider. Ben o anlamda bilim ile siyaseti ayırırım. Faizi sıfırlayacağım, kapitalist sistemi de terkedeceğim kumanda ekonomisine döneceğim derseniz bu bir siyasal tercihtir. Bilime de aykırı değildir çünkü siatem tutarlıdır.

      Sil
  11. Din ile Bilim birbirinin karşıtıdır. Hristiyanlığın şimdilik sorun çıkartmıyor oluşu : 1- Geçmişte köklü bir reform geçirmesi ve 2-Çoğunlukla gelişmiş kapitalist ülkelerde yaygın bir din olmasındandır. Bu durum da geçicidir, kapitalizm tükendikçe bilimsel akıl ile dinsel dogma o coğrafyada da yeniden çatışacaktır.

    İslam coğrafyası yukarıda bahsettiğim aynı iki nedenden (olumsuz halleriyle) ötürü bilimle kavgalıdır. Zorlama yorumlarla bilimi dine içermeye çalışanlar olmayacak duaya amin dediklerini anlamaları için sadece Kur'an'ın "Tanrı kelamı" olduğu ve asla değiş(e)meyeceği dogması ile "her şey değişir" "her şey hareket halindedir" diyen bilim arasındaki uzlaşmazlığa baksınlar yeter.

    Çelişki çok açık, ama görmek için bakmak gerekir.

    YanıtlaSil
  12. Sayın Eğilmez,

    Çok güzel bir yazı, teşekkürler. Ne yazık ki günümüzde bu ülkeyi Galileo'yu yargılayan engizisyonculardan bile geri, dünyanın düz olduğuna inanan bir zihniyet yönetiyor. Siz, İslamcıların "Batı her şeyi Müslümanlardan öğrendi" palavralarına bakmayın, İslam dünyasında bilimsel olarak ne yapıldıysa Mutezile döneminde yapılmıştır, onlar da daha sonra aklı öne çıkarttıkları için İslam dışı kabul edilmişlerdir ve bu durum bugün için de geçerlidir ama Mutezile döneminde yapılan keşif-icatlar için müzeler açmaktan geri durmazlar!

    Saygılar, iyi akşamlar...

    YanıtlaSil
  13. [1. BÖLÜM]

    (Toplam 19 bölümlük “araştırma raporu”)

    Sayın Eğilmez’e ve bu sayfanın ziyaretçilerine hatırlatma:

    “ ÜNİVERSİTELERİMİZİN İÇLER ACISI HÂLİ HER ZAMAN İKİNCİ PLÂNA ÖTELENİYOR! ”

    “ YAŞADIĞIMIZ: KABZIMALLIK! ”

    “ DİPLOMALAR ARTIK KIRTASİYEDEN ALDIĞIMIZ A4 KÂĞITTAN BİLE DEĞERSİZ! ”

    “ TÜRKİYE’DE VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN %70’İ KAPATILMALIDIR! ”

    “ -İSTİSNALAR VAR- SÖYLEMİ; ZEHİRLİ SİSTEMİ MEŞRU GÖRMEYE YOL AÇAR! ”

    “ AKADEMİDE ‘YILDIZ HOCALAR’ KÜMESİ VAR MI ?!
    VE BU HOCALAR ÜNİVERSİTELERDE SÜREKLİ KAYIRILIYOR MU ?! ”

    “ KAPİTALİZM’İ SORGULAMADAN;
    ‘BİLİM’E HAKKINI VERMEK PEK MÜMKÜN GÖZÜKMÜYOR! ”

    ASLI VATANSEVER (Yard. Doç. Dr.): 1980 yılında İstanbul’da doğdu. 1999 yılında İstanbul Alman Lisesi’ni, 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra, 2010 yılında Hamburg Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Doktora tezi; “Osmanlı’da İslâmcılığın kökenleri” üzerinedir. Hâlen İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde yardımcı doçent olarak görev yapıyor.

    MERÂL YALÇIN (Yard. Doç. Dr.): 1975 yılında Ankara’da doğdu. 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede 2001 yılında “sosyal psikoloji” yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılında Almanya’da bulunan Marburg Üniversitesi Psikoloji Fakültesi Sosyal Psikoloji Anabilim Dalı’nda “Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin kolektif eylemleri” adlı tez çalışması ile doktora derecesini aldı. Elül 2014’ten beri Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Sosyal Psikoloji Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent olarak görev yapıyor.

    TARİH: 2 Şubat 2015

    HAZIRLAYAN: Hazal Özvarış

    === ÜNİVERSİTEYE KAPAĞI AT; GERİSİ KOLAY ! ===

    Lisede bel bağlanan bu cümle, artık sadece üniversiteye girdikten sonra değil; girilen üniversitelerden mezun olduktan sonra da hayatta bir karşılık bulamıyor! Sebep; sadece istihdam alanlarının nüfusa oranla yetersizliğinden değil; alınan eğitimin içeriğinin çoğu zaman gerçek bir diplomaya denk gelmemesinden de kaynaklanıyor!

    Yaklaşık 2 milyon kişinin bir üniversiteye girmek için başvurduğu ÖSYS, 2014’te öğrencilerden 600 binini devlet üniversitelerine yerleştirirken, yaklaşık 100 bin kişiyi vakıf üniversitelerine gönderdi.

    Bu vakıf üniversitelerinden birinde akademisyenlik yapan Aslı Vatansever ve Merâl Yalçın’a göre ikinci grubun vakıf üniversitelerinden aldığı çoğu diploma; “üstüne basıldığı kâğıttan daha değerli değil!” Yalçın ve Vatansever’in konu hakkındaki tespitlerinin kıymeti, sadece kendi mesaileri değil; diğer vakıf üniversitelerinde çalışan 28 akademisyenle yaptıkları görüşmelerden de geliyor.

    Vatansever ve Yalçın, bir yandan büyük bölümü gerçek bir vakıf felsefesine dayanmayan bu üniversitelerin asıl sahibi işverenlerin okuldan kazandıkları parayı diğer şirketlerine “aktarma usûlleri!”ni anlatırken, diğer yandan “maliyetten kısmak!” adına akademisyenlere ödetilen bedelleri aktarıyor. Yazarlara göre; karşı çıkılmazsa eğer, her akademik bölüm başı sayıları üç ile sınırlı tutulan, okula giriş çıkışları kart basma sistemiyle kontrol altına alınan, yayın için araştırma yapma koşulları esirgenen, ancak üniversitenin “reklam-tanıtım faaliyetleri!”ne katılmaları neredeyse zorunlu kılınan akademisyenlerden geriye kalan “entelektüel çöplük!” olacak!

    Türkiye genelinde sayıları 72’yi bulan vakıf üniversitelerinin 38’i, sadece, dokuz devlet üniversitesinin de bulunduğu, İstanbul’da yer alıyor. “Keyfine bak, sen bunu hak ettin!” benzeri sloganlarla öğrencileri kontenjanlarını doldurmaya çağıran vakıf üniversitelerinin önemli bir bölümü aldıkları paranın karşılığını;
    Otoparkta kurulmuş bir “kampüs!”,
    Sadece kitap bağışıyla çatılmış “prosedür gereği göstermelik!” bir kütüphane,
    Veya
    Hoca eksikliğinden yüksek lisans öğrencileri ile ikâme ettirilen derslerle de verebiliyor!

    [Devamı 2. bölümde]

    YanıtlaSil
  14. [2. BÖLÜM]

    Yazarlardan Vatansever, eğitim kalitesi nedeniyle; “Buralardan alınan herhangi bir diploma istihdam piyasasında avantaj sağlamaz.” derken, Yalçın’ın; “Vakıf üniversitelerinin kaçta kaçının eğitim kalitesizliği nedeniyle kapatılması gerektiğini düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt: “%70” !

    Vakıf üniversitelerinin işleyişi, yasalarla da inşa edilen şeffaflığın sızamadığı sistem nedeniyle kamuoyuna yansımıyor. Yazarların aktardığına göre; her yıl bu üniversiteleri denetleyen (YÖK) Yükseköğretim Kurumu da, başkan seviyesindeki bilgilendirmeye rağmen, yüksek lisansa öğrenci alımında usûlsüzlük gibi suç teşkil eden olaylara dahi müdahale etmiyor!

    Vakıf üniversitelerinde neler olduğunu bizzat içeriden sorarak ve bulgularını yine birinci elden aktararak şimdiye kadar kamuoyuna hak ettiği ölçüde taşınmamış bir tartışmayı gündeme getiren Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yardımcı doçentlik yapan Merâl Yalçın’ın ve Doğuş Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışan sosyolog Aslı Vatansever’in üniversitedeki çalışma odalarından sorularımıza verdiği yanıtlar için buyrun.

    Kitap: “Ne Ders Olsa Veririz” Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü
    Yazanlar: Aslı Vatansever & Merâl Yalçın
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Kitabın giriş bölümünü okumak için şu adresi ziyaret edebilirsiniz:
    http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/ne%20ders%20olsa.pdf

    === BU KİTAP;
    GÖRMEZDEN GELİNEN BÜYÜK BATAKLIK İNCELENEREK YAZILDI ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu kitap nereden çıktı?

    ASLI VATANSEVER: Bataklıktan, bir cinnet anından çıktı! Merâl’le geçtiğimiz yıl tanıştıktan kısa bir süre sonra üniversitelerde çalışma koşulları hakkında konuşmaya başlamıştık. Merâl işe başladıktan çok kısa bir süre sonra bölümünün başkanı işten çıkarıldı. Bu büyük bir kırılma oldu. Arka plân olgunlaşırken yaz mevsimine doğru bazı deneyimler bunu patlama noktasına getirdi ve bunları kamusal bir tartışma mecrasına taşımamız gerektiğine karar verdik.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bölüm başkanının işten çıkarılma gerekçesi neydi?

    MERÂL YALÇIN: İki aylık deneme süresi gibi bir gerekçe göstermişlerdi.

    ASLI VATANSEVER: Daha sonra davayla geri döndü.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu üniversiteler nasıl yönetiliyor? Bölüm başkanının işten atılmasına kim karar veriyor?

    MERÂL YALÇIN: Sözde vakıf üniversitelerinin mütevelli heyeti, genelde başkanının işveren olduğu ve geri kalanının ara yöneticiler olduğu akademisyenlerden oluşuyor. Çünkü örneğin herhangi “bir fabrika işleten biri üniversite işinden anlamıyor!” ve akademik gidişatla ilgili danışabilecekleri birkaç akademisyene ihtiyaç duyuyorlar. Personelin işe alınması, çıkarılması dahil her türlü karar da bu heyetler tarafından veriliyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Neden “sözde vakıf üniversitesi”?

    MERÂL YALÇIN: Türkiye’de öğrencilerin para vererek okuması haklı olarak özel üniversiteyi çağrıştırıyor. Ama Türkiye’de özel üniversite yasası yok, özel bir işletme gibi üniversite kurulması yasayla engellenmiş durumda. Bunlar ancak vakıf üniversitesi adı altında kurulabiliyor, böylece farklı sektörlerden gelen işverenler üniversite işine giriyor! “Sözde” dememizin sebebi, bu üniversitelerin yasal olarak “vakıf” adıyla kurulmaları ancak fiiliyatta özel işletmelerde görülecek her türlü para kazanma usûllerinin kullanılması!

    [Devamı 3. bölümde]

    YanıtlaSil
  15. [3. BÖLÜM]

    === TADİLAT YAPIYOR GİBİ GÖSTERİP;
    PARAYI İŞVERENİN DİĞER ŞİRKETLERİNE AKTARIYORLAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Nedir o usûller?

    ASLI VATANSEVER: Örneğin;
    Bizim görüşmecilerimizden duyduğumuz bazı örneklerde:
    Tadilat yapılıyor gibi gösterip vakıf parasını çekiyorlar,
    Proforma faturalarda da olması gerekenden daha yüksek maliyet gösteriliyor;
    Böylece para üniversite sahibinin diğer işletmelerine aktarılıyor!

    MERÂL YALÇIN: Bu bir tanesi. “Sözde!” vakıf üniversitelerinde “outsourcing (dış kaynak, taşeron kullanımı)” usûlüne başvuruyorlar. Örneğin; kendi bünyesinde temizlikçi çalıştırmak yerine maliyeti düşürmek için taşeron firmayla anlaşıyor. Bu sadece idari personel için geçerli değil; akademisyenleri de “ders saati ücreti” bazında çalıştırarak bir nevi taşeronlaştırmış oluyorlar!

    ASLI VATANSEVER: Böylece sigorta ve ders dönemi dışında maaş ödemiyorlar.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kararlar mütevelli heyetinde alınıyorsa; tadilat gibi “para kazanma usûlleri”nden işveren dışındaki diğer heyet üyeleri de sorumlu mu sizce?

    ASLI VATANSEVER: Mütevelli heyeti toplantılarına girmediğim için bu konuda bir mâlumatım yok. Sorumludur ya da değildir gibi bir yargıda bulunmak istemem.

    MERÂL YALÇIN: Mütevelli heyetin aldığı kararlar şeffaf değil; çalışanlarca denetlenemiyor! Bununla ilgili görüşmecilerimiz de herhangi bir beyanda bulunmadı. O nedenle bizim kimin, hangi kararda, ne kadar sorumluluğu var; bilme şansımız yok!

    === PSİKOLOJİ BÖLÜMÜNDE OKUYAN 80 İLA 130 ARASI ÖĞRENCİ VAR;
    KİŞİ BAŞI; 15-30 BİN TL ARASI ÜCRET ALIYORLAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bir makarna üreticisi, neden örneğin sosis üretmek yerine; üniversite kurmayı tercih ediyor? Bu ne kadar kârlı bir iş, fikriniz var mı?

    MERÂL YALÇIN: Türkiye’de çok fazla olan psikoloji bölümleri üzerinden örnek verirsek; bir öğrenci lisans ve yüksek lisans eğitimi için yıllık yaklaşık 15 binden 30 bine kadar okul ücreti ödüyor, sınıflarda da ortalama 80 ile 130’a kadar öğrenci oluyor. Tüm bunları çarpıp topladığınızda acayip rakamlar çıkıyor. Fakat o bölümde çalışan ve YÖK’ün alt sınırı olan “üç” rakamını geçmeyen doktoralı akademisyenlerin maaşlarıyla kıyaslandığında arada korkunç bir sayı var. Ve buna üniversite işletmecisi el koyuyor.

    ASLI VATANSEVER: Okulun tek maliyeti akademisyenin net maaşları değil; bunun sigortası, vergisi vs. var. Artı; okulun altyapısı, elektriği, suyu, yemeği de buna dahil. Dolayısıyla kârların boyutu ilk bakışta sanıldığı ölçüde olmayabilir de.

    Ama burada bir dengesizlik olduğu ortada!

    Bu adaletsizliğin boyutlarını tartışmak etik olmaz ama işverenin tercihini “Karl Marx”ın analojisindeki gibi; “sosis fabrikası yerine okuldan yana kullanması!”; Türkiye’nin sosyal tabakalaşma koşullarıyla da alâkalı! Türkiye’de insanlar üniversitenin onlara sınıf atlatacağını, statülerini yükselteceğini zannediyor! Bu yüzden de; niteliksiz dahi olsa, üniversiteye her zaman bir talep olacağı düşünülüyor!

    [Devamı 4. bölümde]

    YanıtlaSil
  16. [4. BÖLÜM]

    === BURALARDAN ALINAN HERHANGİ BİR DİPLOMA PİYASADA AVANTAJ SAĞLAMAZ ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Siz bugün üniversite okumanın statü yükselttiği fikrine katılmıyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Bence:
    Mevcut üniversitelerin çoğu ne içerik bakımından insanların potansiyelini geliştirmeye ya da bilgi üretimini sağlamaya uygun,
    Ne de buralardan alınan herhangi bir diploma, istihdam piyasasında avantaj sağlar!
    Sınıf atlama aracı olarak da üniversite etkisini dünya genelinde çoktan yitirdi!
    “Baby boomer nesli”nden (2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1945-1964 yılları arasında doğanlar) itibaren üniversiteden mezun sayısı hızla arttı; buna yüksek öğrenimin demokratikleşmesi de diyebiliriz ama her türlü demokratikleşmede olduğu gibi bu da belli bir standartlaşma ve lümpenleşmeyi içeriyor. Kaldı ki, vasıflı emeğin de bir meta olduğu ve “piyasada bol miktarda bulunan bir metanın fiyatının düşeceği” düşünülecek olursa; üniversite mezunu vasıflı işgücünün piyasa değerinin düşüklüğü de anlaşılır! Bununla birlikte kimse “üniversite mezunu değil” ibaresiyle yaşamak istemiyor; herkes vasıflı ve “beyaz yakalı!” işgücüne katılmak istiyor! Lise öğreniminin bu kadar kalitesiz, buna bağlı olarak niteliksiz yetiştirilmiş öğrencinin bu kadar çok olduğu bir ülkede de; kolayca diploma alınacak kurumlar her zaman rağbet görür! Sonuçta bu okullar taban puanıyla öğrenci alıyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Somutlaştırır mısınız, kamu üniversitesine kabul için gereken en düşük puan ile aynı bölümün vakıf üniversitesindeki muadili için istenen en düşük puan kaç?

    MERÂL YALÇIN: Yine psikoloji bölümünden örnek vereyim:
    Boğaziçi Üniversitesi yaklaşık ilk binden öğrenci alır; benim çalıştığım devlet üniversitesi ilk 20 binlik dilimden öğrenci alıyor. “Sözde!” vakıf üniversitelerine de 100 bin ile 400 binlik dilim arasından öğrenci gidiyor. Bu rakamlar belki biraz daha farklı olabilir. Vakıf üniversiteleri ayrıca %10’a kadar öğrencisine “yarı”, “çeyrek” veya “tam burs” vererek; ilk 20 bine giren öğrencileri almak yoluyla profilini yükseltmeye çalışıyor; bu da sınıf içi dengeyi ciddi şekilde bozuyor!

    === ÜNİVERSİTELERDE;
    ANALİTİK DÜŞÜNMEKTE ZORLANAN,
    ANADİLİNDE CÜMLE KURAMAYAN BİR ÖĞRENCİ PROFİLİ VAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kitapta vakıf üniversitelerindeki öğrenciler için kullanılan “ortaokul seviyesinde” tabirini siz de paylaşıyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Ben de ara ara bu ifadeyi kullanıyorum, görüşmecilerimiz defalarca bu hissi dile getirdiler:
    Derslerin oldukça fazla içeriksizleştiği,
    Öğrencilerin genel niteliksizliği ve ilgisizliği dolayısıyla kendilerini çok yavaşlattığı,
    Dersin seviyesini düşürdükleri ve teorik hiçbir tartışmanın yapılamadığı konusunda şikayetler hep var!

    MERÂL YALÇIN: Normal koşullarda devlet üniversitelerinde okuyamayacak öğrenciler, vakıf üniversitelerine geliyor. Üniversite giriş sınavı da dahil “çoktan seçmeli sınav” şekline alışmış oluyorlar. Analitik düşünme konusunda zorlanıyorlar!

    ASLI VATANSEVER: Anadilinde cümle kuramayan...

    MERÂL YALÇIN: Klasik sınav sorusu sormanın zor olduğu bir öğrenci profili var!

    === HOCAM 1. DÜNYA SAVAŞI MI ÖNCE OLMUŞTU, İKİNCİSİ Mİ ?! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Öğrencileri kendi seviyesine yakınlaştırması beklenen akademisyen, neden “Beni yavaşlatıyor!” diyerek öğrenciyi kendine bir engel olarak görüyor?

    ASLI VATANSEVER: Burada bir sürü faktör var. Siz istediğiniz kadar dersi beklentilerinize göre kurgulayın, karşınızdaki, siz dünya tarih yazımında yeni ekolleri anlatmak isterken; “Hocam 1. Dünya Savaşı mı önce olmuştu, 2. Dünya Savaşı mı ?!” diye bir soru soruyorsa onu kendi seviyenize çekmeniz çok mümkün değil! Bunun için özel ve yoğun bir “usta↔çırak ilişkisi” kurmanız gerekir ki; bu da mümkün değil! Çünkü hoca sayısı minimum, öğrenci sayısı maksimumda! Geçen sene bir sınıfımda 110, diğerinde 60 küsur kişi vardı!

    [Devamı 5. bölümde]

    YanıtlaSil
  17. [5. BÖLÜM]

    === ÖĞRENCİDEN HOCAYA: “ SEN KİMSİN Kİ, VAROŞ ! ” ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Öğrencilerin sizlere tavrı nasıl?

    ASLI VATANSEVER: Öğrencilerin hocaya; “Senin maaşını ben ödüyorum, sen kimsin ki varoş!”, “Dışarıda görüşürüz!” gibi tehditlerde bulunduğunu duyduk! Ben şahsen böyle bir şey yaşamadım, ama benim öğrencilik dönemimde bir hocayla iletişime giremeyeceğim şekilde benimle iletişime girdiklerini gördüm! Son derece iddialı bir şekilde söylenen; “Benim notum niye böyle ki, ben daha yüksek bekliyordum!” sözlerinde, sınavı sizden daha iyi değerlendirebileceklerine dair örtük, şişmiş benliğin izlerini görüyoruz! Her şeyi kendine hak gören bir tavır var! Hocası olarak, onun peşini bir yuva öğrencisi gibi kovalaman gerektiği ve bunu yapmadığında iyi hoca olmadığın gibi imalarla karşılaşıyorsunuz!

    MERÂL YALÇIN: Ben birçok öğrenciyi sadece sınavlarda ve kayıt zamanlarında görüyordum. Derslere devam pek önemsedikleri bir konu değildi. Bir de sizinle iletişim kurarken mesafesini korumayı bilmeyenler var. Arkadaşından bir şey ister gibi sizden not isteyebiliyor bazıları.

    ASLI VATANSEVER: Bu çocuksu bir şımarıklıktan da kaynaklanıyor. Türkiye’de insanların ısrarla yetişkin olmama gibi bir diretmesi söz konusu. Bunu da körükleyen bir aile yapısı var. Üniversiteye gelmiş, kanunen rüştünü ispat etmiş öğrencinin hâlâ velisinden söz edilebiliyor mesela!

    === TELEFONLA ARAYIP:
    “ÇOCUĞUN NOTLARI NASIL?!” DİYE SORAN VELİLER VAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Üniversitede “veli & öğretmen ilişkisi” diye bir şey var mı?

    ASLI VATANSEVER: Özellikle ilk bir-iki yıl “Çocuğun notları nasıl ?!” diye telefonlar almışlığım var. “Öğrencinin notlarıyla ilgili dışarıya bilgi veremem.” desem de; öğrencilerin bir kısmı da hâlâ çocuk muamelesi görmekten memnun! Çünkü bu; sorumluluklardan sıyrılmalarını da sağlıyor; mesela, sınav tarihlerinin veya o dönemin ders programının yüklenip yüklenmediğini takip etmiyor; çat kapı gelip “Hocam bilmem neyi yüklediniz mi?”, “Sınav haftaya mıydı?” diye sorular sorabiliyorlar! Senin öğrenci olarak yapacağın tek şey kendi işini takip etmek, ama kendi takibini yapmayınca da sonuçlarını üstlenmek yerine geliyorsun kapıma, bana ağlıyorsun!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Çizdiğiniz profile göre; vakıf üniversitelerinden mezun olacaklar “yitik kitleler!”

    Sizi böyle düşünmeye sevk eden:
    Yönetimin akademisyenlere yüklediği ağır çalışma koşulları mı?
    Yoksa; size göre bu sonuçtan başka bir çıkış yok mu?

    ASLI VATANSEVER: Kesinlikle yitik kitlelerden bahsetmiyoruz!
    Söylemek istediğim: Üniversiteden önceki eğitim sisteminin yetersizliği ve çocukları eleştirel düşünmeye ve kendi sorumluluğunu üstlenmeye alıştırmadığı!
    Bütün bir eğitim sisteminin 18-19 yaşına kadar, eleştirel ve otonom olmayacak şekilde yetiştirdiği insana; üniversiteye geldikten sonra bu yetiyi; yani eleştirel düşünmeyi, yani analitik düşünmeyi kazandırmak çok zor oluyor!
    18-19 yaşına kadar bu ülkedeki öğrencilerin zaten eleştirel düşüncenin özelliklerini bilecek, özümseyecek kadar eğitilmiş olması gerekirdi! Bu kangren; aslında belki de “ilköğretim”e kadar giden bir derinlikte!

    [Devamı 6. bölümde]

    YanıtlaSil
  18. [6. BÖLÜM]

    === AKADEMİSYENLER ÖĞRENCİLERİN BÜYÜK KISMINI GÖZDEN ÇIKARMAK ZORUNDA KALIYORLAR; İÇLERİ KAN AĞLASA DA ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Üniversite aslında “eleştirel düşünce”yi de öğrencilere kazandırmak için yok mu?

    ASLI VATANSEVER: Mevcut üniversite sistemi maalesef o çabayı göstereceğiniz yapıda değil! Öğrenciler yitik değil belki, ama siz büyük bir kısmını, ulaşamadığınız için gözden çıkarmak zorunda kalıyorsunuz! Hoca dediğiniz de sonuç olarak ücretli bir emek türü ve “metalaşmış ücretli emeğin!” maruz kaldığı bütün tükenmişlik arazlarına sahip! Dolayısıyla hoca da günü kurtarmak adına kendi potansiyelinin küçük bir kısmını kullanarak ders verme eğilimine girebiliyor! İlla ki bu terminolojiyle konuşacaksak; hocalar olarak biz de yitik durumdayız!

    MERÂL YALÇIN: Şunu eklemek gerekir; çoğunluğun içerisinde çok parlak öğrenciler de var.
    Bu parlaklık;
    Sizden bir şey alıp üzerine çok daha fazlasını koymak olarak da çıkabiliyor,
    Çeşitli nedenlerle size belirli bir kapasiteyle gelmiş ancak çok emek sarf edip gelişerek de kazanılabiliyor. Ya da en azından çaba sarf edenler olabiliyor.
    Ama bu tür öğrencilerin sayısı ne yazık ki çok az!

    === YÖK; TEÇHİZATI OLMAYAN TIP FAKÜLTESİNE İZİN Mİ VERDİ ? ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Siz bir vakıf üniversitesinin örneğin “tıp fakültesi”nden mezun bir doktora ne kadar güvenirsiniz?

    ASLI VATANSEVER: O tıp fakültelerindeki eğitiminin niteliğine dair şüphem var!
    Görüşmecilerimizden birinin aktardığı bir anekdot var:
    Kendisinin de kuruluşunda rol almış olduğu bir üniversitenin sahibinin tıp fakültesi açmak için YÖK görevlileriyle nasıl pazarlık ettiğini anlatıyor. YÖK görevlisi, üniversitenin sahibine; “Sen fakülteyi açacaksın da nerede yapacaksın bu eğitimi? Tıp cihazlarının fotoğraflarını duvarlara asmakla olur mu? Fotoğraflar üzerinden neyin uygulamasını, ne kadar yapacaksın? Nasıl ders anlatılacak? Öğrencilere pratik nasıl kazandırılacak?” diye soruyor. Ama teçhizat olmadığı ve bina yapısının bu eğitime uygun olmadığı bilinirken; iki yıl sonra fakültenin açılmasına YÖK’ten onay çıkıyor!

    MERÂL YALÇIN: “Psikoloji” bölümü; laboratuvar, kütüphane gibi araştırmaya yönelik ciddi donanımlar gerektiren bir eğitimdir, ama bazı vakıf üniversitelerinde laboratuvarların ve yeterli kütüphanelerin olmadığını kolaylıkla tespit edebilirsiniz. Toplumun ruh sağlığını emanet ettiğiniz psikologlar, son derece kalitesiz bir eğitimden geçtikten sonra sahada çalışmaya başlayabiliyor!

    [Devamı 7. bölümde]

    YanıtlaSil
  19. [7. BÖLÜM]

    === TAPU DAİRESİNİN OLDUĞU BİNADA,
    OTOPARKTA KURULAN KAMPÜSLER VAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: YÖK; fakülte için belli bir mekânın varlığını şart koşmuyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Şart koşuyor olmalı, ama görüşmecilerimizin aktardığı örneklerde tapu dairesinin olduğu binada, otoparkta kurulan “kampüsler!” var!
    Veya apartman katını geçmeyen, rafları bazen boş olan, bağışla doldurulmuş kütüphaneler oluyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu üniversitelerin isimlerini zikretmeyecek misiniz?

    ASLI VATANSEVER: Hayır; çünkü bu meselenin kurumlar üzerinden tartışılması yanlış. “Şu kurum böyle kötü, şu eh işte!” ya da “Nerelerde çalışılır? Nerelerde çalışılmaz?” gibi bir sektörel envanter çıkarmıyoruz, böyle algılanmasını da istemiyoruz. Çünkü bu meselenin özünü kaçırmamıza neden oluyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kitap konusunda haklı olabilirsiniz ama söyleşi için şu aklınıza takılan bir soru mu:
    Üniversite yönetimleri hukuk içi veya dışı eylemler listesini rahatça icra ederken isimlerini zikretmeyerek onları siz “koruyor” olmuyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Görüşmecimin kimliğini gizli tutmak kitap dışında da geçerli. Ayrıca bunun kriminal olarak ifşa edilmesi gereken bir konu olduğu görüşünüzde haklı olabilirsiniz, ama bunu ihbar edecek olan kişi ben değilim; bunu birinci elden yaşayanlar. Ayrıca önemli olan tek tek kurum isimleri değil; sistemin bu tür kurumları barındıracak kadar toksik bir iklime, zehirlenmiş yapıya dönüşmesi! Şimdilik bazı üniversitelerin diğerlerinden daha iyi olması da bir teselli değil. Bugün bunlar yaşanıyorsa, bu; sektörün geneline hakim olacak salgın hastalığın başlangıcıdır, uyarı işaretidir! Dolayısıyla kurum isimlerini ön plânda tutarak bunu sansasyon haline getirmek istemiyoruz. Asli amacımız: Sistemin kılcal damarlarına yayılmış bu zehri söküp atacak çalışmalara ve cesarete sahip olmaktır! Sistemi onardığınız anda; kurumlar da, üniversiteler de kendilerini düzeltmeye başlayacaklardır.

    === VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN %70’İ KAPATILMALI ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: (1) Kurumların haklarında işlem yapılabilmesini sağlamak, (2) “Bu olanlar dışarıya sızmaz!” diye düşünebilen kurumların kendilerine çekidüzen vermeleri için örneğin; “Hastane sistemi çürümüş” denilirken hangi hastanede, en azından hukuk dışı neler olduğunu isimlerle konuşmanın da sansasyon olduğunu düşünüyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Yanlışların ortaya çıkmasını sansasyon olarak görmüyorum.
    Ama bir kurumun ismini zikredersek;
    Aslında sistemin kılcal damarlarına yayılmış olan problemin belli kurumlarla sınırlıymış gibi gösterileceğini,
    Sadece o kurumlardan cevap geleceğini, bu kez onlara karşı-cevap vermekle uğraşılacağını,
    Ve esas sorunun anlamsız bir polemikte kaybolacağını düşünüyorum.
    Hangi hastanede hastalar taciz ediliyor, hangilerinde yanlış ameliyatlar yapılıyor kısmı önemli, ama ikisi birbirinden farklı düzlemler.

    MERÂL YALÇIN: Türkiye’deki çoğu vakıf üniversitesinin eğitim kalitesi için gerekli kriterleri yerine getiremediği ve kapatılması gerektiği kanısına ben kendi adıma varıyorum.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Vakıf üniversitelerinin yaklaşık kaçta kaçının kapatılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

    MERÂL YALÇIN: %70’inin.
    A, B ya da C üniversitesinin listesi daha az kabarık olabilir ama genel olarak gidişatı kötü buluyorum!
    Ayrıca bazılarının “istisnalar var!” söylemini; sistemi meşrulaştırmaya vesile olma ihtimalinden dolayı da tehlikeli buluyoruz!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: İstisna söyleminin tehlikeli olduğu fikri tartışılır.
    Koca bir çuval açıp tüm vakıf üniversitelerini içine koymak ne kadar adaletli?
    Üniversiteden şirketlerine para aktarmaktansa;
    Diğer şirketlerinden üniversiteye para aktaran örnekleri de tespit etmek sizce önemsiz mi?

    ASLI VATANSEVER: Bunu tespit etmek; örnek teşkil etmesi açısından önemli olabilir. Ancak bu malumun ilamı olur.
    Kaldı ki; ben “araştırmacı gazeteci” veya “vakıf üniversitelerindeki usûlsüzlükler” üzerine belgesel çeken birisi değilim.
    Sistemin kılcal damarlarına yayılmış çok tehlikeli bir sorunu bilimsel yöntemlerle masaya yatıran bir akademik araştırmacıyım.

    [Devamı 8. bölümde]

    YanıtlaSil
  20. [8. BÖLÜM]

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Akademisyenler dünyasında bu “malumun ilamı” olabilir ancak dışarıdan bir gözle bunu tespit etmek o kadar mümkün değil.

    ASLI VATANSEVER: Örneğin:
    Türkiye’de bir-iki tane olan yüksek profilli, hakkını vererek eğitim sunan vakıf üniversitelerinden biriyle;
    Daha birkaç yıl önce açılmış ve adı sanı duyulmamış bir üniversiteyi aynı klasmanda zanneden insan var mıdır?

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: O “yüksek profilli!” vakıf üniversitelerinde işlerin nasıl yürüdüğünü kaç kişi biliyor?

    ASLI VATANSEVER: İnsanların eğitim kalitesini bilmek için işlerin nasıl yürümesi gerektiğini bilmeleri gerekmiyor. Üniversitelerin giriş puanından dahi bu anlaşılıyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Dolayısıyla; “Giriş puanı yüksekse, eğitim kalitesi yüksek. O zaman zaten içerideki işleyiş iyi demektir.” gibi bir doğrultuda mı düşünmek gerekiyor?

    ASLI VATANSEVER: Bu algı bir önyargı ama çok yanlış da değil.
    Bir sonuç olarak; eğitim kalitesi yüksekse, ki yüksek öğrenim denilen metayı üreten emek gücü akademisyendir, demek ki orada üretim ilişkilerinde iyi işleyen bir formül bulmuşlar.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Taban puanı en yüksek ilk beş vakıf üniversitesine yerleşen öğrenciler iyi bir eğitim almış olarak akademiden mezun olurlar.” diyebiliyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: İsterseniz mesleki deformasyon deyin, ama ben herhangi bir konudaki argümanımı destekleyecek veriye sahip olmadan bu kadar kesin yargılarda bulunamam. Bunun için mezunlar üzerine araştırma yapılması gerekir.

    === PERFORMANS DEĞERLENDİRMESİYLE ÖLÇÜLEN ŞEY:
    MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Akademisyenler, öğrencilere de yaptırıldığını söylediğiniz “performans değerlendirmeleri” sonucunda işten çıkarılıyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Ben şahsen böyle bir şey tecrübe etmedim, ama bazı görüşmecilerimiz bunun etkili olduğunu söylediler. Açıkçası ben öğrenciye böyle bir şansın verilmemesi gerektiğini düşünmüyorum.
    “Hoca & öğrenci ilişkisi”; tabii ki hocanın keyfine terk edilmemeli, ama üniversitenin bunu yapış amacı verilen eğitimin kalitesini ölçmek değil; müşteri memnuniyetini ölçmek: “Öğrenci buraya para vermeye devam edecek mi?” sorusunun cevabını almak!
    Öğrencilerin büyük bölümünün amacının da “bir diploma almak!” olduğunu göz önüne alırsak;
    Onu memnun eden hoca:
    Dersi kolay geçmesini sağlayan,
    Saçmalığa varacak şımarıklıklarına göz yuman,
    Kendisini entelektüel anlamda zorlamayan bir hoca!

    MERÂL YALÇIN: Bu değerlendirmeler öğrencinin duygu durumunu ölçmeye yarıyor, çünkü öğrenci değerlendirmeyi “Seviyor musun? Sevmiyor musun?” olarak algılıyor; hocayı neye göre değerlendirmesi gerektiğini bilmiyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kötü bir eğitim süreci ardından aldığı diploması piyasada işe yaramayan mezun, tanıdıklarına; “O üniversiteye gitmeyin, bir işe yaramıyor, eğitimi beş para etmez!” deyince bu; üniversite yönetiminin arzuladığı müşteri akışını engellemez mi?

    ASLI VATANSEVER: Çoğu öğrenci; aldığı diplomanın üzerine yazılı olduğu kâğıt kadar değerli olmadığını bu şekilde ifade edemiyor. Çünkü bunun için “emek ve piyasa arasındaki ilişki!”yle ilgili net bir mefhumunuz olması gerekiyor!
    İstediği gibi iş bulamayan insanların çoğu:
    Ya olayı kişiselleştiriyor ve “Hiç şansım yok, iki senedir iş bulamadım!” diyor;
    Ya da genelliyor ve “Ortalık berbat, kriz var, kimse iş bulamıyor!” benzeri kıraathane argümanıyla yaklaşıyor.
    “Eğitim kötü, o okula gitme!” demiyor;
    Ama “Gitme! Kampüsünde Starbucks bile yok!” diyor!

    [Devamı 9. bölümde]

    YanıtlaSil
  21. [9. BÖLÜM]

    === SÖZLEŞMEYİ İMZALAYANA KADAR;
    MAAŞIMI, KAÇ SAAT DERS VERECEĞİMİ BİLMİYORDUM ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: İş başvurusu için masaya oturdunuz; karşınızda kim var? Size nasıl davranıyor ve süreç nasıl ilerliyor?

    ASLI VATANSEVER: Kendi tecrübem de, çoğu görüşmecimizin aktardığı deneyimlere benzer bir şekilde; sözleşmeyi imzalayana kadar ücretimi, kaç saat ders vereceğimi, sigortamın olup olmayacağını bilmeden ilerledi.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sormadınız mı?

    ASLI VATANSEVER: Soruyorsunuz, ama cevap alamıyorsunuz!
    En son; sözleşmeyi imzalamak üzere rektörün yanına çağrılıyorsunuz ve imzalayacağınız sırada rektör sözleşme metninde yeri boş olan “ücret” kısmına uygun gördüğü bir rakamı yazıyor, siz de imzalayıp çıkıyorsunuz!

    MERÂL YALÇIN: Ben rektörden o boş kısmı doldurmasını istediğimde; “Ya hocam, güvenmiyor musunuz bize!” dedi! “Almanya’dan geliyorum, oradaki akademik sözleşme işleri böyle olmuyor!” diyerek yazmasını sağlamıştım!
    Hem başka seçeneklerim olduğu için,
    Hem bu üniversitenin çok ihtiyacı olduğunu bildiğim,
    Hem de işe girmiş arkadaşlarım pazarlık yapmamı önerdikleri için ben pazarlık yapabildim.
    Ama normalde işler böyle yürümüyor, daha önce hasbelkader bir yerlerde çalışmamışsanız çok daha deneyimsiz oluyorsunuz ve “Size emeğimi satacağım ama şu koşullarda” diyemiyorsunuz. Sözleşmelerde de genellikle çok boş bırakılmış bölümler oluyor, ücret, ders saati gibi.

    ASLI VATANSEVER: Çünkü, kitapta da sarkastik biçimde anlattığımız gibi:
    Akademisyenliği biz para için değil; “manevi tatmin” için yapıyoruz!
    O zaman ben eve ekmek-su almasam da olur; kitapları yerim!
    Çalışma saatleri konusunda da:
    İş Kanunu’nun izin verdiği haftalık 45 saat alt sınırına çekme eğilimi içerisindeler, “sweatshop!”vari (kötü koşullarda ve işçiyi düşük ücretle çok çalıştırarak üretim yapılan merdiven altı imalathaneleri) çalışma koşullarına doğru gidiyor!
    Siz sözleşmeyi 40 saat olarak imzalıyorsunuz, yenileme döneminde bir bakıyorsunuz 45 olmuş!
    Size idari personelle tıpatıp aynı sözleşmeleri imzalatıp; “Size tabii ki böyle uygulamayacağız.” diyerek sözlü teminata yönelenler de var!

    === YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİLERİNE
    TÜM DÖNEM DERS VERDİRTENLER VAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Doktora”dan mezun biri kaç farklı türde işe alınabiliyor?

    ASLI VATANSEVER: Öğretim görevlisi olarak başvuruluyor, kadro açığı yoksa ve sabit kadrolu öğretim görevlisi olamıyorsanız, outsourcing dediğimiz ders saat ücretli olarak başvurabiliyorsunuz. Onda da kadro, sigorta veya unvan olmadan saat başına ücret alıyorsunuz.

    MERÂL YALÇIN: Vakıf üniversitelerinde o kadar çok öğretim üyesi eksikliği var ki, henüz doktora aşamasında olmayı bırakın; yüksek lisans aşamasındaki öğrencilere ders verdirtilen bölümler var!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu hoca olarak çalıştırılan öğrenci, dönem içinde birkaç dersi mi dolduruyor; yoksa o dersi tüm dönem mi veriyor?

    ASLI VATANSEVER: Tüm dönemi...

    MERÂL YALÇIN: Sonraki süreçte şanslıysanız ve kadro bulabiliyorsanız; “yardımcı doçent” olarak başlıyorsunuz.

    ASLI VATANSEVER: Bu arada; kadrolu olduğunuzda da mutlaka “yardımcı doçent” olarak alınmayabiliyorsunuz. Öğretim görevlisi olarak istihdam edilirsen, bir unvanın olmadan da çalıştırılabiliyorsun.

    [Devamı 10. bölümde]

    YanıtlaSil
  22. [10. BÖLÜM]

    === ÜNİVERSİTELERDE EĞİTİM DÖNEMİ SONU; HAZİRAN GERGİNLİĞİ ! ===

    MERÂL YALÇIN: Hiç yayınınız yoksa veya sizden çok ders vermenizi istiyorlarsa; “öğretim görevlisi” yapıyorlar. Çünkü öğretim görevlilerinın YÖK’ün de tanımladığı hâliyle ders saati çok daha yüksek.

    ASLI VATANSEVER: Buradaki keyfiliğin altını çizmek istiyorum!
    Bizzat gözlemlediğim bir örnek; çalıştığı bölümdeki insanlarla aynı niteliklere sahipken ve diğerleri yardımcı doçentken öğretim görevlisi olarak istihdam edilmişti.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sözleşmeler kaç senelik oluyor?

    ASLI VATANSEVER: Yıllık.
    Sanıyorum iki yıl sonra otomatik olarak uzuyor. Buna rağmen üniversiteler, her sözleşme zamanını akademisyenlere alacakaranlık kuşağı gibi yaşatıyorlar; çünkü hiçbir zaman sözleşmeyi yeniden imzalatıp imzalatmayacaklarını, yeni koşulları veya toplu işten çıkarma olup olmayacağını bilmiyorsunuz. Yenileme yaptıkları zaman dilimi de; üniversite sahipleri için en kârlı, akademisyenler için en zararlı zaman!
    Bir akademisyen haziranda işten çıkarıldığı vakit; şanslıysa sadece bir dönem, şanssızsa en az bir yıl işsiz kalır. Çünkü herhangi bir üniversitede eylülde işe başlamak istiyorsanız en geç nisan, mayıs gibi başvurularınızı yapmış olmanız gerekiyor. Bahar döneminde de üniversitelerin işe alımı çok daha düşüktür.

    === YARDIMCI DOÇENT MAAŞINA ÇALIŞTIRILAN PROFESÖR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bir yardımcı doçentin devletteki maaşı ne kadar, pazarlık yapmadan vakıf üniversitesinden aldığı maaş ne kadar?

    ASLI VATANSEVER: Vakıf üniversitelerinde genel ortalama 3 bin 500 ile 5 bin TL arasında değişiyor.

    MERÂL YALÇIN: Devlette de kademe ve kıdem farkı olabiliyor ama 3 bin 500 ile 4 bin TL arası alıyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Doçent ve profesör maaşlarında durum ne?

    ASLI VATANSEVER: Profesörler konusunda net bir bilgimiz yok ama doçent olduğunuzda vakıf üniversitelerinde maaşınıza 500 TL gibi bir zam yapılır.

    MERÂL YALÇIN: Devlette de 4 bin 500’e doğru çıkıyor. Ancak vakıf üniversitelerinde bu her zaman uyulan bir ücret aralığı değil. Bir görüşmecimiz vakıf üniversitesinde profesör olduğu hâlde yardımcı doçent maaşıyla çalıştırılan bir hoca olduğunu da anlattı.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Maaşlar bu kadar yakınsa; bir akademisyen neden vakıf üniversitesini seçer?

    ASLI VATANSEVER: Her zaman tercih şansınız olmayabiliyor. Akademisyenlik; “Buradan çok sıkıldım, bir yerlere başvurayım!” diyebileceğiniz bir meslek değil!
    Artı; başvurabileceğiniz üniversite, bölüm sayısı belli, yaşamak istediğiniz şehirler belli, dolayısıyla yelpaze sınırlı ve bu yelpaze içindeki birinci tercihinizin kadro ihtiyacı olmayabiliyor. Şimdiye kadar da devlet üniversiteleriyle vakıf üniversiteleri arasındaki maaş farkı çok daha fazlaydı.

    MERÂL YALÇIN: Bir de bireysel bir karar gibi görünen şey aslında ne kadar bireysel bir karardır?
    Bir vakıf üniversitesinde çalışma kararını ancak belirli yapısal faktörlerle belirlenmiş bir bağlamda alabiliyorsunuz. Bütünüyle sizin isteğinizle ve tercihlerinizle değil; “iş imkânları!” gibi işgücü piyasasındaki şartlarla da belirlenen kararlar bunlar!

    [Devamı 11. bölümde]

    YanıtlaSil
  23. [11. BÖLÜM]

    === TANITIM KARAVANIYLA SOKAĞA ÇIKAN,
    ÖĞRENCİLERİN ÖDEMESİ İÇİN “POS CİHAZI KULLANAN!” HOCALAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Üniversiteye kaçta gelip, kaçta çıkıyorsunuz?

    ASLI VATANSEVER: Sabah 9.00 giriş, 17.30 çıkış.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bunun ne kadarı ders vererek geçiyor?

    ASLI VATANSEVER: Üst sınır haftalık 15 saat, ancak değişebiliyor; bazen daha az, bazen biraz daha fazla olabiliyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Ders vermenin artı yükü ne?

    ASLI VATANSEVER: Dersi, notlarını, sınavlarını hazırlamak, sınavları kontrol etmek, teslim etmek, yoklamaları sisteme girmek, öğrencinin e-postayla veya ofise gelerek sorduğu sorulara cevap vermek gibi birtakım ek işleri var.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bunlar 9.00-17.30 arasının ortalama ne kadarını alıyor?

    ASLI VATANSEVER: Ders programınıza göre günden güne değişiyor. Bölüm başkanları ders kayıtları gibi işlerle de uğraştıkları için daha farklı bir mesai harcıyor.

    MERÂL YALÇIN: Bölüm sekreteri olmadığı için “sekreterlik işleri”, bunun yanında çok az sayıda araştırma görevlisi olduğu veya bazen hiç olmadığı için birtakım başka işler de size kalıyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kitabınızda öğrencilerin ödemelerini almak için pos cihazı kullanmak gibi alâkasız bir mesaiden de söz ediyorsunuz.

    ASLI VATANSEVER: “Araştırma görevlileri” buna daha fazla maruz kalıyorlar!
    Ama tanıtımlara gitmek; “yardımcı doçentler”, “doçentler” için de geçerli!
    Halbuki akademisyenin işi; üniversiteyi tanıtmak veya üniversiteye öğrenci kazandırmak değildir!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Üniversite sınavının sonuçları belli olduktan sonra;
    “Sosyoloji”nin ne demek olduğunu bilmeyen öğrenciye o bölümü anlatmaktan mı bahsediyorsunuz?
    Yoksa; karavanla sokağa çıkarak öğrenci avlamaktan mı?

    ASLI VATANSEVER: Bir bölümün içeriğini anlatmak tabii ki hocanın görevi, bunu ondan başkası da yapamaz.
    Ama okulu; “Aman da çok güzel, şöyle havuzu var!” diyerek tanıtmak akademisyenin işi olamaz; sonuçta ben reklamcı değilim!
    Artı; akademisyenin bu derece kurumla özdeşleşmesi yanlış! Çünkü akademisyen; yeri geldiğinde “anti-kurum” olabilecek eleştirel mesafeyi her zaman korumalı!

    MERÂL YALÇIN: Karavanlarda dolaştırılmak vahşice bir örnek, ama şu da küçük düşürücü değil mi?
    Sizi tüm gün masalara oturtuyorlar ve okulun propagandasını yapmanız bekleniyor!
    Araştırma görevlisi olan görüşmecilerimizin bazıları okulla ilgisi olmayan tanıtımlara gönderildiklerini de anlatmışlardı!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Bize şu kadar öğrenci getir.” diyen veya bunu kontrol eden yöneticiler de var mı?

    ASLI VATANSEVER: Bir görüşmecimiz, okulun Maliye’ye olan borçlarından dolayı TÜBİTAK projesinden destek alamadığı için yönetimle yaşadığı sürtüşme esnasında yönetimin kendisine “Bu projeyi yapacaksın da ne olacak?! Sen bize 11 öğrenci getirsen daha çok para gelir!” dediğini aktardı!
    Ama illa sayı söylenmesi gerekmiyor, tanıtıma akademisyenleri çıkartarak yapılan zaten bu.

    MERÂL YALÇIN: Siz masada sabahtan akşama otururken rektör de masaların arasından size göz atıyorsa bir şeyleri kontrol ediyordur herhâlde!
    Ayrıca yeterince öğrenci yok diye bölümlerinin kapatılması tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları için çaba sarf etmek zorunda hisseden akademisyenler de var!

    [Devamı 12. bölümde]

    YanıtlaSil
  24. [12. BÖLÜM]

    === YAŞADIĞIMIZ: KABZIMALLAŞMAK ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Yapacağınız işler bittiğinde ve kart basmak için henüz vakit gelmediğinde ne yapıyorsunuz?

    ASLI VATANSEVER: Oturup bir şeyler okuyorsunuz,
    Yazmaya başladığınız bir şey varsa ona devam ediyorsunuz,
    Ama o sıralarda ilham ve enerji yoksa ki dönem içinde böyle olur, haber sitelerini okuyoruz.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: 17.30’da basmanız gereken kartı, 16.30’da bastınız diyelim; ne olur?

    MERÂL YALÇIN: Bizim deneyimimizde, kaçta geldiğiniz veya kartı basıp basmadığınız kontrol ediliyor mu bilgisine bile sahip değilsiniz; ama bunun baskısını hissediyorsunuz.

    ASLI VATANSEVER: Akademisyenler oto-disiplinleri son derece yüksek insanlarken, dıştan bir yaptırım uygulamanız yalnızca akademisyenliğe içkin olan arzu ve rıza unsurunu ortadan kaldırıyor.
    “Neo-liberal işletme!”nin özelliğiyse çalışana çalıştırıldığını değil; kendi isteğiyle çalıştığı yanılsamasını sunmasıdır!
    Ancak bugünkü sözde vakıf üniversitelerinde bu dahi mevcut değil!
    “Neo-liberal işletme!”leri savunduğumuz kesinlikle düşünülmesin; ama biz halihazırda aşırı çalışmaya meyilliyken; üniversiteler bu arzuyu öldürüyor!
    Dolayısıyla burada yaşadığımız şey “ticarileşme” değil;
    Bir görüşmecimizin de söylediği gibi: “Kabzımallaşma!”

    MERÂL YALÇIN: Kart bastığınız andan itibaren; “Ben bir akademisyenim!” hissi ortadan kalkıyor ve “İşe geç gelirsem mesaimden kesilir!” duygusu geliyor!
    Akademiye özgü olduğu söylenen “özerklik!” algınız yerini;
    “Sürekli kontrol edilen bir işçi!” olduğunuz gerçeğine bırakıyor!
    Halbuki sizin beyniniz kartınızı basınca çalışmıyor!
    Evinizde çalıştığınız ya da sahada araştırma yaptığınız zamanların mesai karşılığı ise zaten yok!

    === YARDIMCI DOÇENT OLARAK EMEKLİ OLANLAR VAR ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Araştırmalarınızı 24 saatinizin hangi kısmında yapıyorsunuz?

    ASLI VATANSEVER: Koşullara bağlı.
    Bekârsam ve tek başıma yaşıyorsam; sabahın 5’ine kadar çalışabilirim.
    Evli ve çocuğu olan bir insanınsa; eve gittiğinde başka mesaileri oluyor.

    MERÂL YALÇIN: Ayrıca, burada çelişkili bir durum var:
    Sizin bilimsel araştırma yapmanız aslında yönetimin umurunda değil!
    Araştırma sizin “kişisel bir uğraşı!”nız gibi,
    “Araştırmayı yap ama bir hobi olarak!” gibi görülüyor!
    Diğer yandan performans değerlendirmesinde sizden yayın yapmanız bekleniyor!

    ASLI VATANSEVER: Ama lafta isteniyor!
    Okulda kimsenin “yayın yaptı!” diye avantaj sağladığını görmedim!
    Araştırma yapmanızı umursamamaktan öte; araştırma yapmanızı tercih etmediklerini düşünüyorum!
    Çünkü okulun bir maliyet olarak gördüğü hocanın en düşük ücret aldığı unvan, yardımcı doçentlik. Ona böylece hem daha fazla ders verdiriyorsun, hem ücreti daha düşük, hem de pazarlık gücü düşük!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bir yardımcı doçentin, doçent olması için ne yapması gerekiyor?

    ASLI VATANSEVER: Yayın.
    Ama bu koşullarda bilimsel üretim yapmanı engelleyen bir örüntü var!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Dolayısıyla yıllarca yardımcı doçent pozisyonunda mı kalınıyor?

    ASLI VATANSEVER: 50 yaşına gelip hâlâ yardımcı doçent olan, yardımcı doçent olarak emekli olan insanlar var. Ve bu o kadar gergin bir pozisyon ki; sürekli “Hayatta geç mi kaldım?!” sorusuyla baş ediyorsunuz!

    [Devamı 13. bölümde]

    YanıtlaSil
  25. [13. BÖLÜM]

    === BÖYLE GİDERSE, YARINLARA SADECE;
    “ENTELEKTÜEL ÇÖPLÜK!” KALACAK ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bugün akademisyenlerin entelektüel seviyesine dair sizin yorumunuz ne?

    ASLI VATANSEVER: Bu şekilde devam ederse, akademi, sözünü ettiğimiz koşullara mümkün olduğu kadar karşı çıkmayacak durum ve çaresizlikte olan akademisyenleri barındıracak!
    Bir görüşmecimiz çok güzel bir şekilde ifade etmişti:
    Ya çok genç ve güvencesiz yardımcı doçentler,
    Ya başka bir yerde istihdam olanağı olmayan geçkin yardımcı doçentler,
    Ya devlet üniversitelerinde kariyer yaptıktan sonra emekliliğinde güzelce para kazanmak istediği için vakıf üniversitelerine gelen birkaç profesör,
    Ve her dönem “mevsimlik işçi gibi işe alınıp çıkartılan!” asistanlardan müteşekkil bir entelektüel çöplük kalacak geriye!
    Biz:
    Ya buna dur diyeceğiz;
    Ya da bu çöplük içinde debeleneceğiz!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Çöp “10”, en iyi konum “1” doğrusunda; bugünkü seviye sizce nerede?

    ASLI VATANSEVER: 7.

    MERÂL YALÇIN: 8.

    === TEZEK ÇUKURUNDAN BONCUK DA ÇIKAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu koşullarda yeni dönemin; “Behice Boran”, “Yavuz Sabuncu”, “Mina Urgan”ları olmayacak mı?

    ASLI VATANSEVER: Biz varız! (Gülüyor...)
    Bu koşullar tetikleme işlevi de görebiliyor!
    Üretim ilişkilerine eleştirel bakışımız, evet vardı; ama anlattıklarımız etine değince farklı yaklaşmaya başlıyorsun!
    Vicdan yelpazesinde nerede durduğuna göre tepkiler değişiyor, bir kesim de günü kurtarmaya çalışıyor!
    Ama süreğen bir şekilde her şey kötüye gitmez; tabii ki tezek çukurundan boncuk da çıkar!
    Ama niçin bu riski alıp tezek çukurunda boncuk aramaya devam edelim ki?!
    Onun yerine; tertemiz bir takı atölyesinde boncuk dizebileceğimiz bir sistemi niye kurmayalım?!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Akademisyenlerin bu sistemin işleyişini mümkün kılarken; aynı zamanda sistemi değiştirebileceklerini ummak ne kadar gerçekçi?

    ASLI VATANSEVER: İkisi yan yana gelince zihnimde cinnete benzer bir durum yaşanıyor ve sonra oturup böyle araştırmalar yapıyorsunuz, böyle bir kitap yazıyorsunuz işte!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: İdealizmle “Bu işi manevi tatmin için yapıyorum!” derken; ömür boyu yardımcı doçent kalmak veya bu dönemin “Kemal Karpat”larının çıkmadığını görmek nasıl yan yana geliyor?

    ASLI VATANSEVER: Kendi adıma cevap vereyim:
    2000’lerin başında lisans eğitimimi, 2007-2009 arasında da doktoramı bitirdim.
    Doktoramı “prekarizasyon”un (güvencesizleşme; İngilizce “precariat”) mevcut olduğu bir dönemde yaptım; ama üretim ilişkileri içine girmediğim için henüz bunun ben de farkında değildim!
    Bunu yaparken de “Kemal Karpat”ların bugün Türkiye’de olup olmadığını hiç sorgulamadım; çünkü dünya çapındaki sosyolojik literatürü takip ediyordum ve o insanlara öykünüyordum.
    Ama şunun farkındaydım:
    Yapıyı belirleyenler “Ivy League” (ABD’nin önde gelen sekiz vakıf üniversitesinin oluşturduğu birlik) kökenli bir sosyolog aristokrasisi olacaktı.
    Bir “David Harvey”, bir “Immanuel Wallerstein” olmayacağımı biliyordum; ama bununla birlikte, aktarılmaya değer bilgi birikimine sahip bir hoca olacağımı ya da herhangi bir alanda Türkiye’deki akademiye hakim ataleti yırtabileceğimi düşünüyordum!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bugün bu düşünceleriniz geçerli mi?

    ASLI VATANSEVER: Sadece kendi adıma değil; başka insanların da bunu yapabileceğini düşünüyorum. Ama neden olmayabileceğinin önündeki engelleri de tartışıyoruz!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sistemin adaletsizliklerinden öte; en azından “devlet üniversitelerinde vakti olup da araştırma yapmamak” sizce, akademisyenlerin hanesine yazılacak bir eksi de yaratıyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Tabii ki, ama orada da devlet üniversitelerinin koşullarına bakmak gerekir!
    Orada nasıl bir yapılanma vardı ki; böyle akademisyenleri barındırdı ve atıl ve işe yaramaz bir üniversite sisteminin hayata geçmesini sağladı, ve bize böyle bir kitabı yazdırdı?!

    [Devamı 14. bölümde]

    YanıtlaSil
  26. [14. BÖLÜM]

    === HER DEVİRDE “YÖNETİCİ POZİSYONU”NA YERLEŞEN PROFESÖRLER VAR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bugüne dair çıkardığınız vakıf üniversitesi haritasında; profesörlerin bakışı direngen mi, çekingen mi?

    MERÂL YALÇIN: İşinden atılan profesör de var, her türlü gidişattan sorumlu tutulabilecek profesör de!

    ASLI VATANSEVER: Tutarlı bir tavırdan bahsedemeyiz.

    MERÂL YALÇIN: İstisnalar dışında yöneticiler genellikle profesör oluyorlar, bunların içinde bir kısım da kurucu oluyor. Bir üniversitede bir bölümü kuruyor. Sonra da falanca yerden başka yere yine yönetici olarak geçtiğini görüyorsunuz.

    ASLI VATANSEVER: Bu kişiler her devirde kendisine muhakkak bir yönetici pozisyonu, bir kapı buluyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sizce akademinin “Mehmet Barlas”ları mı var?

    ASLI VATANSEVER: “Mehmet Barlas” benzetmesi ne derece doğru bilemiyorum, ama akademide böyle bir “Talleyrand*” tiplemesi de var diyelim!

    (*Charles-Maurice de Talleyrand-Périgord:
    Fransa’da 1754-1838 arasında yaşamış siyaset adamı ve Dış İşleri Bakanıdır. Siyasi kariyeri boyunca; Fransa’daki her rejim değişikliğinde kendisine yer edinmeyi becermesiyle ünlü bir tarihi karakterdir.)

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sizce “yıldız hocalar” kümesi var mı, onlar saydığınız koşullara ne kadar muhatap oluyor?

    ASLI VATANSEVER: “Her daim kayırılan” bir “yıldız hoca kadrosu” var mı; varsa onun pozisyonu ne kadar güvenli bilemiyorum.
    Nispeten daha yüksek profilli bir vakıf üniversitesinde çalışan bir görüşmecimiz:
    Yayın beklentisini yerine getiremediği gerekçesiyle; çok ünlü ve “yıldız” hoca kategorisine sokulabilecek insanların işten çıkarıldığından bahsetti!
    Gene başka bir görüşmecimiz kendi alanında son derece başarılı olan bir profesördü ve bunun piyasada ona bir artı sunduğunu kendi söyleminden duymadım.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Vakıfta yayın beklentisi yok.” Demiştiniz; profesör katında başka bir uygulama mı var?

    ASLI VATANSEVER: Hayır, üniversiteden üniversiteye değişiyor. Prestij kapsamındaki vakıf üniversitelerinde yayın beklentisi var.

    MERÂL YALÇIN: Üniversitelerin kadrolarına katmak isteyeceği, kadrosuna kattığında imajının olumlu etkileneceğini düşündüğü küçük bir grup “yıldız hocalar” olduğunu düşünüyorum!

    ASLI VATANSEVER: Peki bu yıldızlık onlara bir güvence sağlıyor mu ?!

    MERÂL YALÇIN: Sağlıyor!
    Pazarlık gücü biraz daha fazla oluyor;
    Hem ücretini,
    Hem çalışma saatlerini kendi istediği gibi belirleme şansı olabiliyor.
    Ama yeri geliyor işsiz de kalabiliyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Geri kalan akademisyen kitlesinin yaşadıklarını ne kadar dert ediyorlar?

    ASLI VATANSEVER: Vicdani ve siyasi duruşlarına bağlı; bunu onlarla görüşmek gerekir!

    [Devamı 15. bölümde]

    YanıtlaSil
  27. [15. BÖLÜM]

    === YÖNETİCİDEN HOCAYA:
    “ ŞU KİTABI 1 AY OKU; O DERSİ VERECEK SEVİYEYE YÜKSELİRSİN ! ” ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Daha revaçta olanla olmayan bölümlerden akademisyenler arasında nasıl bir ilişki var?

    ASLI VATANSEVER: Ana bilim dallarıyla mühendislikler, psikoloji ve iletişim gibi daha ziyade piyasaya iş gücü yetiştiren bölümler arasında bir fark var. Bu bölümlerden bazı akademisyenlerin, siz haksızlıklarla mücadele etmeye çalışırken; sözleşmelerde kendi lehlerine olacak pazarlıklar yapıp “Çok güzel deal’lar (anlaşma) yaptık!” diyerek rektörün yanından çıktıklarını gördüğünüz zaman, insani düzeydeki ilişkileriniz epey yaralanmış oluyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Revaçta olmayan bölümlerin hocaları diğerlerinin derslerini veriyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Kitabın adında da olduğu gibi: “Ne ders olsa veririz!”
    Çünkü hoca sayısı minimumda tutuluyor!
    Şöyle düşünün:
    Psikoloji bölümünde 3 hoca var ve o bölümün; “sosyal psikoloji”, “klinik psikoloji”, “sinir bilimi” alanı başkadır. Tabii ki de tüm bu dallar için ayrı hoca istihdam edemezsiniz, ama genel ilgi alanları itibarıyla en azından hem sayıca, hem nitelik olarak dengeli bir dağılım gözetebilirsiniz.
    Eğer bu dengeyi kuramazsanız; “siyaset sosyolojisi” uzmanına “aile sosyolojisi” dersi verdirtirsiniz, daha da kötüsü; kalkıp “toplumsal hareketler” çalışan bir sosyologdan “Avrupa Birliği’nin kurumları ve hukuki yapısı” üzerine ders vermesini talep edersiniz!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Kitabınızdan daha uçuk bir örnek; “felsefe bölümü”nde görevli bir akademisyenden “mühendislik bölümü”nün programını hazırlamasını talep etmek!

    ASLI VATANSEVER: Bu görüşmecimizden mühendislik bölümünün “Bologna programı (-Avrupa Yükseköğretim Alanı- içerisinde yer alan ülkelerdeki eğitimin yeniden yapılmasını ve standartlarının yükseltilmesini hedefleyen program)” içeriklerini hazırlaması bekleniyor. Bu arada Bologna içeriklerinin hazırlanması da gene akademisyene yüklenmiş bir prosedürel iş.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Yönetimin alan dışı ders taleplerine “İçeriğini bilmiyorum” cevabını verdiğinizde karşılaşacağınız muhtemel tepkiler ne?

    ASLI VATANSEVER: Görüşmecimiz, “Ne münasebet!” diyor ama yönetici kesim işi üzerinize yıkmak için çabalamaya yine de devam ediyor. Ne kadar direnebileceğinizle alâkalı bir durum var. Bunun sonucunda; bir sürü tartışma ve işten çıkarılmayı göze alabilmeniz gerekiyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Alanınız olmayan bir dersi anlatmak için ne kadar süre, nasıl bir hazırlık yapmanız gerekiyor?

    ASLI VATANSEVER: Ne şekilde anlatmak istediğinize bağlı. Eğer hakkını vererek, konunun uzmanıymış gibi anlatmak isterseniz yıllarınızı alır ki kimsenin böyle bir lüksü yok! Değilse dönem başlayana kadar birkaç hafta içinde hazırlanıp, daha önceki hocanın nasıl bir ders programı hazırladığına, kullandığı kaynaklara bakıp “Wikipedia seviyesi”nde ders verebiliyorsunuz!

    MERÂL YALÇIN: “Ben bu dersi kabul edemem; uzmanlık alanım dışında!” dediğinizde yönetici kesimden şöyle bir söylemle karşılaşabilirsiniz; “Ne var canım, al kitabı oku; öğrenirsin!”

    ASLI VATANSEVER: Bir görüşmecimiz; “Şu kitabı bir ay oku; dersi verirsin!” de demişti!

    [Devamı 16. bölümde]

    YanıtlaSil
  28. [16. BÖLÜM]

    === YÖNETİCİLER;
    İKTİDARI ERİTME YOLU İLE ÜNİVERSİTE SAHİPLERİNİN TETİKÇİSİ OLMA DOĞRULTUSUNDA HAREKET EDİYOR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Akademisyenler arasındaki ilişkiler anlatılırken bir görüşmeci “mafyalaşma” tabiri kullanıyor. Burada ne anlatılmaya çalışılıyor?

    ASLI VATANSEVER: Kastedilen şu:
    Yapının kendi temelindeki usûlsüzlüklerin, sistemin kılcallarında dolaşan zehrin;
    Hakkaniyetle çalışmak için çabalayan insanları da usûlsüz davranmaya ittiği,
    Ve “karşılıklı güven ilişkisi”ni zedelediği,
    Kim kime gücünü yettirebilirse onunla uğraştığı,
    Ve kendisine küçücük de olsa, birkaç görüşmecinin metaforuyla; “derebeylikler” kurmaya çalıştığı,
    Neredeyse kriminalize, mafyavari olan bir yapı!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Feodal bir yapıdan mı bahsediyoruz?

    ASLI VATANSEVER: Feodalden parçalı bir iktidar anlıyorsak, evet.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu durumda dekan ve rektör nereye denk geliyor?

    ASLI VATANSEVER: Ara kademe yöneticilerin işlevi, görüşmecilerimizden edindiğimiz bilgilere göre, ya tamamen işlevsizlik ya da mütevelli heyetinin uygun gördüğü işleve doğru hizalanma. Hiç kimse de çıkıp bir ara kademe yönetici için “Yumruğunu masaya vurdu ve sonuna kadar bizim çıkarlarımızı savundu”, “Bizi temsil ediyor” demedi!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu hizalanma ne kadar aşırıya gidebiliyor?

    ASLI VATANSEVER: Bir görüşmecimiz; rektörün, bizzat okul ücretlerinin yükseltilmesini protesto etmek için toplanan öğrencileri kamera kayıtlarından tespit ettirdiğini, evlerine haber yolladığını; “Bu şekilde devam ederseniz, soruşturma açılır!” gibi tehditlerde bulunduğunu aktardı!
    Burada hizalanmanın had safhada olduğunu görüyoruz!
    Başka görüşmeciler; “Ben kâğıt üstünde dekanım!”, “Kâğıt üstünde rektörüm, yapabileceğim bir şey yok!” diyen bir “ara kademe yönetici!” profili çiziyor!
    Tamamen iktidarsızlaşma ile üniversite sahiplerinin tetikçisi olma arasında gidip geliyor yöneticiler!

    MERÂL YALÇIN: Bir görüşmecimizin çok güzel, metaforik bir anlatımı vardı; kendisini içi yavaş yavaş kaynayan su dolu bir tencereye atılan bir kurbağaya benzetiyordu. Çeşitli baskılara maruz kalmış görüşmeci; “Üst yönetimdekiler hiç vidan azabı çekmiyorlar mı?” diye sormuştu! Bu kişiler kendi vicdanları nereye kadar müsaade ediyorsa oraya kadar gidiyorlar!

    === YÜKSEK LİSANSA ÖĞRENCİYİ USÛLSÜZ ALDIRTMAK, SINAVDA TAHRİFAT ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Vakıf üniversitelerinde yapılan ve araştırmanızda rastladığınız diğer usûlsüzlükleri de sayabilir misiniz?

    ASLI VATANSEVER: Şu başlıklar altında toplayabiliriz:
    1. Akademisyen istihdamında yapılan usûlsüzlükler,
    2. Öğrenci alımında yapılan usûlsüzlükler,
    3. Öğrenimin içeriğine dair usûlsüzlükler,
    4. Kriminal usûlsüzlükler var!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Kriminal usûlsüzlükler” derken?

    ASLI VATANSEVER: Puanı yetmediği hâlde yüksek lisansa öğrenci aldırtmak,
    Sınav üzerinde tahrifat yaptırmak,
    Veyahut bölümün öngördüğü kriterlere uymadığı hâlde birtakım tanıdıklarını oraya akademisyen olarak işe aldırtmaya çalışmak! Ve yönetim katında şahit olduğumuz usûlsüzlüklere sessiz kalmak!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Yüksek lisansa öğrenci aldırtmak” nasıl oluyor?

    ASLI VATANSEVER: Bir görüşmecimizin anlattığına göre:
    Yönetimin yüksek lisansa alınmaları için bölüme öğrenci listesi verip, bölüm bu öğrencilerin kabul kriterlerine uymadıkları gerekçesiyle alımı kabul etmeyince, yönetimin o öğrencileri asil listeye eklemesi şeklinde!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: İkinci sırada saydığınız “öğrenci alımındaki usûlsüzlükler” bundan ayrı mı?

    ASLI VATANSEVER: Büyük ölçüde bununla alâkalı.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sınavda tahrifat nasıl oluyor?

    ASLI VATANSEVER: Bir görüşmecimiz; öğrencilere verdiği notların değiştirildiğini ve normalde kalacak öğrencilerin geçirildiğini gördüğünü anlattı!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: “Öğrenimin içeriğine dair usûlsüzlükler” nedir?

    ASLI VATANSEVER: “Öğrenimin içeriğine dikkat etmemek” gibi, yüksek öğrenimin kalite kriterlerini gözetmemek!

    [Devamı 17. bölümde]

    YanıtlaSil
  29. [17. BÖLÜM]

    === YÖK BAŞKANI’NDAN USÛLSÜZLÜKLERE KARŞI;
    “MAHKEMEYE GİDİN” TAVSİYESİ ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Tüm bunlar olurken YÖK her yıl denetimini yapmaya devam ediyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Evet.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Raporu da hazırlanmış bu son vakada hiçbir geri dönüş olmuyor mu?

    ASLI VATANSEVER: Görüşmecimizin aktardığına göre; hayır!
    O dönem YÖK Başkanı olan Gökhan Çetinsaya’ya bir toplantıda kendisi bizzat gidip; “Çalıştığım üniversitede böyle böyle şeyler yaşanıyor, ben raporlar da yazıyorum, karşılık alamıyorum!” diyor ve Çetinsaya, kendisinin YÖK Başkanı olarak bu konuda hiçbir yaptırımı olamazmış gibi “Mahkemeye başvurun!” diyor! YÖK Başkanı böyle bir işlevsizliği kabul ediyorsa eğer; bunu kurum adına kabul ediyor demektir!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: YÖK Başkanı’nın kriminal olaylara gerek kalmadan bile “eğitim kalitesizliği nedeni”yle bölümü kapatma yetkisi var; siz bu yetkinin kullanıldığı bir vaka biliyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Ben böyle bir şey duymadım.

    MERÂL YALÇIN: Hiç rastlamadım. YÖK’ün denetleme birimi var ama denetimlerine dair herhangi bir açıklama yapmıyorlar. Denetçilerin nisan veya mayısta üniversitelere gelip yazdığı raporlar gönderildikten sonra ne oluyor bilmiyoruz!
    Ama eski çalıştığım yerde; “YÖK denetçileri geldi, herkes işyerinde olsun.” dediler, gelip bizimle de konuşacaklarını sandım ama rektörlüğün yanındaki odada muhasebe hesaplarına bakmışlar!

    === YÖNETİM NEDENİYLE CAN GÜVENLİĞİNDEN ENDİŞE EDEN REKTÖR ! ===

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Sizce YÖK’ün bu ciddi şikâyetlere dönmemesinin ardındaki sebep ne?

    ASLI VATANSEVER: Bunu ayrıca araştırmak gerekir. Bu konuda sezgilerle konuşmak eksik ve yanlış olur.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: YÖK’ün geri dönüş yaptığı herhangi bir vaka biliyor musunuz?

    ASLI VATANSEVER: Görüşmecilerimizden sadece bir tanesi gördüğü usûlsüzlüklere dair YÖK’le irtibata geçtiğini söyledi. O da geri dönüş alamamış!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu görüşmeci; “rektörün, yönetimin tavrı nedeniyle can güvenliğinden endişelendiği”nden de bahsediyor! Bu da Çetinsaya’ya aktarılan bir bilgi mi?

    ASLI VATANSEVER: Muhtemelen aktarılmıştır.
    Üniversitede maaşların ödenmediğini, sınavlar üzerinde tahrifat yapıldığını, yetkisi olmayan biri tarafından işten çıkarıldığını YÖK’e düzenli olarak bildiriyor.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Rektörün hayatından endişelenebileceği bir ortam üniversitede nasıl yaratılıyor?

    ASLI VATANSEVER: Yüksek öğrenimin kendisini bir maliyet olarak gören zihniyetin kurduğu üniversitelerde; bu zihniyetin dejenere olduğu noktaları da görebiliyoruz!
    Buna karşı çıkmaya çalışan insanlarla yönetim arasında farklı düzeylerde çatışmalar yaşanabiliyor!
    Başka bir görüşmecimiz mesela maaşının yatırıldıktan sonra bankadan geri çekildiğini, rektörün kendisini; “Seni hiçbir yerde çalıştırmam!” diyerek tehdit ettiğini anlattı!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Can güveliğinin olmaması bambaşka bir aşama değil mi?

    ASLI VATANSEVER: Dediğim gibi; dejenerasyon konusunda seviyeler değişiyor!

    [Devamı 18. bölümde]

    YanıtlaSil
  30. [18. BÖLÜM]

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Şunu mu savunuyorsunuz: “Bugün bu koşullarda yaşıyoruz ama iki adım ötesinde vücut bütünlüğümüze zarar gelebilir!”

    ASLI VATANSEVER: Olabilir; böyle bir ihtimâl var diyoruz görüşmecimizin anlattıkları doğrultusunda.
    Eğer bir işletmede böyle bir şey yaşanıyor ve durdurulmuyorsa; bu, o sektördeki diğer işletmelerde de karşılaşılabilecek bir örnek hâline evrilebilir!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Bu örnekte; rektör, YÖK karşılık vermeyince, polise başvurdu mu?

    ASLI VATANSEVER: Orada bahsedilen rektör; yönetimle dahi zıtlaşmadan, istifaya zorlanmasını sineye çekmesini kolaylaştıran yüklü bir tazminat alarak helâlleşip oradan ayrılıyor! Bu çirkinliğe karşı mücadele etmek için uğraşmıyor!

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Siz bu kitabı yazarak neleri göze almış oldunuz?

    ASLI VATANSEVER: Zaman gösterecek!
    Merâl, bir kamu üniversitesinde çalıştığı için nispeten daha güvende.
    Ben, sivriliği başka olaylarda da ortaya çıkmış biri olarak; bu kitabımızın pek sempatik bulunmayacağını düşünüyorum! Ama “beni kesinlikle işten atarlar” gibi bir iddiada da bulunamam.

    GAZETECİ HAZAL ÖZVARIŞ: Varsayalım ki atıldınız; sizin tabirinizle bir “muhbir” olarak vakıf üniversitelerinde iş bulma şansınız ne kadar yüksek?

    ASLI VATANSEVER: Gideceğim yerin genel düşünce yapısıyla alâkalı olacağını düşünüyorum. Özellikle gireceğim bölümün eleştirel bir tutumu varsa çok “anti” bir tavır alınmayabilir.

    SON SORU: Peki nihayet bu kitabın da öğrenilmesinden sonra; akademi dünyasında bir taşma beklenir mi?

    ASLI VATANSEVER: “Taşma” dediğimiz şey; herkeste farklı tezahür edebilir.
    Bu “taşma noktası”na bizden daha önce gelmiş, konuyu ele almaya ve örgütlenmeye başlamış akademisyenler var.
    Yeni araştırmalar veya “kolektif eylemler” şeklinde bir taşma ortaya çıkabilir!
    Sayıca tüm akademisyenleri kapsamaz belki, ama sorunlar farklı mecralarda dile getirilmeye başlanırsa;
    En nihayetinde daha geniş bir mücadele platformu oluşabilir!

    MERÂL YALÇIN: Neyin, ne zaman, nerede patlak vereceğini öngöremiyorsunuz!
    “Taksim Gezi Parkı Protestoları”nda olduğu gibi; ancak ortaya çıktığında tarif etmek mümkün oluyor!
    Taşma olur, ama umarım taşmakla kalmaz; daha programlı, örgütlü, kolektivist arayışlar ve kalıcı çözümler getiren girişimler olur!

    Kaynaklar:
    (1)
    http://t24.com.tr/haber/yasadigimiz-kabzimallik-diplomalari-kagittan-degersiz-vakif-universitelerinin-yuzde-70i-kapatilmali,285718
    (2)
    http://bianet.org/biamag/diger/161939-vakif-universitelerindeki-guvencesizligin-kitabini-yazdilar

    * * *
    “...
    Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar.

    Bilimi yarı yolda bırakmayın; olur mu çocuklar?!

    Oppenheimer gibi hissediyorsanız; bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın!

    Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir;

    Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın!

    Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir;

    Bırakınız parayla da onlar uğraşsın!

    Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa,

    Siz de Leonardo Da Vinci gibi ‘Kuvvet nedir?’ diye merak ediyorsanız:

    Buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim.

    Çünkü:

    Bazılarına göre ‘kuvvet’; ‘para’ ile ‘organizasyon’un çarpımına eşittir!

    Bize göre de ‘kuvvet’; ‘ivme’ ve ‘kütle’yi ilgilendiren bir büyüklüktür!

    Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın; olur mu çocuklar?!

    ‘Kürsü’ ile ‘ticarethane’yi birbirine karıştırmayın; olur mu çocuklar?!
    ...”

    [Prof. Dr. Mustafa İnan
    İnşaat Mühendisi
    1911-1967
    “Bir Bilim Adamının Romanı”
    Oğuz Atay
    1975]

    [Devamı 19. bölümde]

    YanıtlaSil
  31. [19. BÖLÜM - SON]

    Aşağıda sayın Eğilmez’in yazdıkları ile beraber yorum pencerelerini sonuna kadar lütfen acele etmeden ve dikkatle okuyunuz.

    Okuma esnasında karşılaşacağınız “referans bilgiler”i, bir köşeye kaydediniz ve imkânınız el verdiği müddetçe bu bilgilere ulaşmaya çalışınız:

    1. Ahbap Çavuş Kapitalizmi
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/ahbap-cavus-kapitalizmi.html

    2. Temel Yanılgılarımız
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/temel-yanlglarmz.html

    3. Girişimcilik
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/06/girisimcilik.html

    4. İİBF’de Bölüm Seçimi
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/iibfde-bolum-secimi.html

    5. Küresel Krizin Çözümü İçin Maliye Politikasına İhtiyaç Var
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/kuresel-krizin-cozumu-icin-maliye.html

    6. Fiyat, Faiz, Kur Derken Asıl Meseleyi Kaçırıyoruz
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/fiyat-faiz-kur-derken-asl-meseleyi.html

    7. Büyüme Düştü, Merkez Yandı
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/buyume-dustu-merkez-yand.html

    8. İİBF Sorunu
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/iibf-sorunu.html

    9. Türkiye Ekonomisinin Bugünkü Sorunları
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/turkiye-ekonomisinin-bugunku-sorunlar.html

    10. Reform İllüzyonu
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/reform-illuzyonu.html

    11. Üniversite Süresini Nasıl Değerlendirmeli?
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/10/universite-suresini-nasl-degerlendirmeli.html

    12. Ne Pahasına?
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/12/ne-pahasna.html

    ===UYARI MESAJI #1===

    Animasyon video:

    “Hayatta herbirimizin görevi var; peki ama bu görevler ne ?!

    El Empleo

    The Employment”

    Süre: 7dk.

    Adres:
    http://vimeo.com/32966847

    ===UYARI MESAJI #2===

    “Sınıf bilinci nedir ?!”

    “Kaç Bize Gel !”

    Süre: 5dk.

    Adres:
    http://vimeo.com/57447092

    “Hayatta kalma rehberi (1)”
    http://kacbizegel.com/wp-content/uploads/Kac-bize-gel-brosur-1.pdf

    “Hayatta kalma rehberi (2)”
    http://kacbizegel.com/wp-content/uploads/Kac-bize-gel-brosur-3.pdf

    ===UYARI MESAJI #3===

    “Bencillik Çağı ~ Ben Çağı (The Century of the Self)”

    Hazırlayan: Adam Curtis (İngiliz belgesel ve film yapımcısı)

    Yayın yılı: 2002

    Bölümler:

    Bölüm 1: Mutluluk Makineleri (Happiness Machines)
    Türkçe altyazılı video:
    http://vimeo.com/22918234

    Bölüm 2: Rıza & İkna etme mühendisliği (The Engineering of Consent)
    Türkçe altyazılı video:
    http://vimeo.com/23204840

    Bölüm 3: Herbirimizin kafasının içine birer polis yerleştirilmiş: Bütün bunları kafamızdan kovmalıyız.
    (There is a Policeman Inside All Our Heads: He Must Be Destroyed.)
    Türkçe altyazılı video:
    http://vimeo.com/23485787

    Bölüm 4: Kettering’de şarap yudumlayan sekiz kişi
    (Eight People Sipping Wine in Kettering)
    İngilizce video:
    http://www.dailymotion.com/video/x17b3nc_the-century-of-the-self-eight-people-sipping-wine-in-kettering-4_news

    ===UYARI MESAJI #4===

    Prof. Dr. Yankı Yazgan (psikiyatrist) ile yapılan röportaj:

    “REKABET” KELİMESİNİ BEBEKLİĞİMİZDEN İTİBAREN BİZE NASIL ÖĞRETİYORLAR ?!

    Adres:
    http://www.youtube.com/watch?v=o-0pePCFp4A

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  32. biri faizleri indirebiliyormuş, ne güzel. indirsin karnaval olsun. bu inatlaşma niye anlamıyorum. galiba ben kutup ayısı değilim.

    YanıtlaSil
  33. Hocam iyi akşamlar. Türkiyenin lehine gelişmeler sanırım beyaz Rusya ile çalışan büyük firmalara özellikle Ruble alacakları olan kurumlara yaramadı. Son iki haftada Çukurova bölgesinde üç büyük firma battı ve domino taşı etkisi ile arkasından çok daha fazla firmanın batacagi söyleniyor. Yaklaşık kayıp 1.5 milyar Evet eski para ile birbuçuk katrilyon lira.Hocam birileri bizi fena kandırıyor kağıt üzerindeki hiç bir veri pratikte işlemiyor. Siz aslında herseyin çok iyi farkindasiniz ama sosyal sorumluluk gereği birtakım şeyleri yutkunarak insanların umutlarını geleceğe yönelik hayallerini yikmamak için yumusatarak yazıyorsunuz. Sizde biliyorsunuzki 12 yıldır siyasi soylemlerden etkilenmeyen ekonomi ilk defa bu aylarda yönetimde sorumlulugu olan herkesin demeclerinden etkileniyor. Lütfen hocam acizane ricam biz nereye gidiyoruz halk olarak ülke olarak daha acı ve daha acitarak yazarsaniz yaraları çok daha çabuk iylestirebiliriz belki. Yoksa korkarım bu yaralar ölümcül hâle gelecek ve bir oniki yıl daha yoğun bakımda beyin ölümü gerçekleşmiş yaşayan ölü moduna geçeceğiz. Saygılar iyi geceler hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu blog bir gazete köşesi olmadığı için ben kimseyi rencide etmek, yaralamak amaçlı yazmıyorum. ben burada bilimsel olarak ve elimden geldiğince objektif değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Sizin dediğiniz gibi yazan çok var da bu tür yazan çok daha az.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    3. Çok teşekkür ederim.

      Sil
  34. Islamdan hic kopmayanlari da görüyoruz hocam...

    YanıtlaSil
  35. Hocam,saray mollalarının dayattığı hurafeleri İslam olarak kabul ediyorsanız,kesinlikle haklısınız.Ama İslam'ın gerçek ve yegane kaynağı Kuran,insan ve evrensel yasalar(bunlar Kuran'ın kendi tabirleridir) açısından eleştiriyorsanız bence hata ediyorsunuz.Lütfen yanlış anlamayın,empoze etmek için söylemiyorum,bence çok değerli ve çok faydalandığım bir bilim ve fikir insanısınız.Ben sadece vahiy kaynaklı saf inancın bilim karşıtı olduğunu düşünmüyorum.İnsani çıkarlarla kirletilmiş ve yeryüzünde egemen olan dinler ise elbette biliminde,insanın da düşmanıdır.
    Saygı ve derin sevgilerimle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşama yön veren daha çok uygulamadır. Bu sadece din açısından değil yasalar açısından da böyledir. Yasaya istediğinizi yazın uygulama farklıysa ve kimse o yasayı uygulamıyor ya da uygulatmıyorsa önemli olan uygulamadır. Bizim anayasamıza bakın bir de uygulamaya bakın.

      Sil
    2. Doğru,ne yazık ki uygulamalar binlerce yıldır olumsuz.Kimse ne yazdığına bakmıyor,geçmişinden miras kalanı sorgulamadan uyguluyor.Cevabınıza teşekkür ederim.

      Sil
    3. Evet ne yazık ki öyle. Yazılanı okumaktansa kendisinden daha cahil ama kitabı ezberlemiş insanların yorumlarıyla hareket ediyor çoğunluk.

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    5. Katkı için teşekkür ederim. Tartışmaya gerçeği anlamaya dönük bir boyut kattınız. Özellikle son paragraf.

      Sil
  36. Mahfi bey yazınız ilk kısmına katılırken ne yazikki son kısmına katılmıyorum. Siyaset olmaması gereken yerde iken dini siyasete alet eden insanlar bu fazlası ile kullanmakta ve dine zarar vermektedir.

    İkinci olarak hemen her yanınızda size hak verirken din bunların hicbirisine engel olmadı. Cehalet dinle değil bizzat insanın kendisi ile alakalıdır.

    Sizin durumu bu şekil de gormenizin bir sebebi de bence toplum olarak dine babadan oğla geçen bir olgu gibi bakan tembel insanların cehaleti ama emin olun bu insanlar başka topraklarda başka inançlara veya inancsizliga sahip olsada bilime verecekleri önem aynı olacaktır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sizin yazdığınız yorumla benim demek istediklerim arasında hiç bir fark göremedim.

      Sil
  37. Hocam Greenspan'a 4 dönem boyunca 4 başkan tarafından yürütülen faiz düşür baskısından da yola çıkarsak.. bu hükümetlerin merkez bankalarına verdiği doğal bir refleks değil mi? FOMC'de yer alacak isimler Cumhuriyetçiler döneminde ağırlık Cumhuriyetçi, Demokratlar döneminde ağırlıklı demokrat olarak atanırmış. Ama baskının ve siyasetin kararı ne kadar etkileyebildiği değil mi önemli olan? Hükümetin baskısı büyüme ile enflasyon arasında bir denge yaratmaz mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben Greenspan'e bu şekilde basın üzerinden bir faiz baskısı yapıldığını duymadım.

      Sil
    2. Nicholas Brady işi ileri götürüp olağan toplantılardan bile dışlamış faiz yükseltme kararı aldığı için. Bizde basın yoluyla yapılıyor olmasının piyasaya bir mesaj olduğunu söyleyemez miyiz?

      Sil
    3. Mesajın faturası biraz ağır olmuyor mu? Biz ABD kadar zengin ve güçlü değiliz sonuçta.

      Sil
  38. belki bu yardimci olur hoca Batılılar, Eflatun’u bile Müslümanlardan öğrenmediler mi? Eski Yunan bilimini yeniden düşünen ve ona özgün katkılar yapan Müslüman âlimler yok sayılabilir mi?
    Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi? Ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid’den (1380-1437) öğrenmediler mi? Trigonometriyi bütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden kurmadı mı? Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmed keşfetmedi mi? Örnekler bu sayfaya sığmaz. Batı, simyadan bilimsel kimyaya geçilmesini Müslümanlara borçludur. Biz hâlâ tartışmasını yapıyoruz; “alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi...Potasyum, aminoasit, sodyum, nitrat ve cıvanın üretimini kim buldu? Çeliğe ilk su veren Müslümanlar değil miydi? Katarakt, çiçek ve kızamık hastalığını ilk kez Müslüman âlimlerden okudular; cerrahi müdahalelerde uyuşturucu kullanmayı, yüksek ateşi soğuk su banyosuyla düşürmeyi, damardan kan akıtma gibi tedavi yöntemlerini Müslüman tıp adamlarından öğrendiler. Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen’in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi? Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetti. Modern sosyolojinin kuruluş yolunu İbn-i Haldun açmamış mıdır? Kâğıt daha Avrupa’ya girmeden Semerkand’da kâğıt fabrikası vardı. Yazıyorlar, matbaayı Gutenberg bulmuş! Matbaayı Çinliler buldu, Türkler aracılığıyla Araplara geçtikten sonra Avrupa’ya gitti. Gutenberg sadece harfleri ayrı ayrı oymayı başardı! Güya pusulayı da G. d’Amalfi icat etmişti. Pusula da aynen matbaanın izlediği seyirle Batı’ya ulaştı. Taberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö 956), İbn-i Miskeyf’siz (ö 1030) tarih yazılırsa ancak bu kadar yazılabiliyor demek ki! Bizans, dönemin en büyük kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi’ni yakarken, İslam coğrafyasının her yanında kütüphaneler açıldı. Dante’nin “İlahi Komedya”sı üzerinde Muhiddin Arabi’nin etkisi yadsınabilir mi? “Binbir Gece Masalları”nın Batılı yazarlar üzerindeki etkisinden bahsetmeye gerek var mı? Çok övündükleri klasik müziğin sol anahtarı ve beş hatlı notayı bile ilk Müslümanlar kullandı. Doğru dürüst su kanalları bile yapamıyorlardı; tarım tekniklerini El Avam’ın “Kitab-ül-hulase”den okuduklarını bilmiyor muyuz? Kristof Kolomb’un 1498’de Haiti’den yazdığı mektuba göre, Amerika’nın keşfi İbn-i Rüşd’ün kaydettiği bilgiler sayesinde gerçekleşti. Uluğ Bey’in hazırladığı dünya haritasının kâşif kaptanlara rehberlik ettiğini bilmeyen mi var? ( Hürriyet: Soner YALÇIN: 10 Ekim 2010 )

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, herşeyi aslında Müslümanlar ve Türkler bulmuş, batılılar bizden çalmışlardır.

      Sil
    2. Tarihler dikkatimi cezbetti; ortaçağ dan sonra bulunan ya da üstüne konulan hiç birşey göremedim. En yakın tarih 1437 var galiba yazmayı unuttuklarınız yok ise ya da benim gözümden kaçmamış ise. Buluş yapmaktan daha önemli olan buluşların üzerine koyup, çok daha ileriye götürüp bunları dinamik kılmak olduğunu düşünüyorum. 1900 lü yıllardan sonrasına bakacak olursak bu coğrafyada koca bir hiç görmek bu yazdıklarınızı okuduktan sonra daha da üzüntü veriyor. Halen tarih ile övünüp hiçbir zaman yüzünü geleceğe çevirememiş, başına gelenlere boyun eğen zavallı ortadoğu...

      Sil
    3. Aslında insanoğlunun bu gelişimi ve birikimi bir toplumdan öbürüne geçmiş görünüyor, bir taraf başka bir toplumdan bir şeyler öğreniyor ve aydınlanıyor, bu birikimin üzerine birşeyler koyuyor, daha sonra önceki toplum buna gavur icadı diyerek burun kıvırıyor geri kalıyor, bunun sebebi din değil dincilerdir bence. Osmanlının ilk zamanları değil de son zamanları buna örnektir. Türkiye Cumhuriyetinin de 1950'den sonrası buna örnektir.

      Sil
    4. Yanıtlar bence yeterliden bile fazla. Ekleyecek başka şey yok.

      Sil
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  39. Sayın Mahfi Eğilmez,
    Ben bir iktisat öğrencisiyim. Sizin blogunuzu, yazılarınızı ve televizyon programlarınızı hemen hemen okula girdiğimden beri takip ediyorum. Hatta makro ekonomi kitabınızı, makro iktisat dersine bir ön hazırlık olması için alıp okudum. Öncelikle bana sağladığınız tüm bu kaynaklar için size teşekkür ederim.
    Beni yorum yapmaya teşvik eden asıl konu ise yukarıdaki yazınız. Öncelikle öngöremediğiniz şeyin bilim dışı olması meselesi kafama takıldı. Bir sosyal bilim olarak iktisadın, matematiksel olarak çok iyi modellenmiş denklemlerinin içinde ''insan'' dediğimiz faktörü rasyonelmiş gibi konumlandırması hatta bu faktörün çok büyük özelliklerini dışlamasının sizin suçunuz olduğunu düşünmüyorum. Bu yönteme bağlı bir iktisatçı bunların hiç birini modeline katamaz. Yine insanı ve toplumu inceleyen sosyoloji, siyaset, psikoloji vs. gibi bilim dalları sizin yukarıda ki analizinizin dışında kalan her şeyi açıklayabilir. Fakat ne yazık ki insanı ve toplumu anlamaya çalışırken parçalara ayırarak varılabilecek nokta çok sınırlı. İktisadın insanı rasyonel varsayıp, en azından öyleymiş gibi yapıp irrasyonellik denilen şeyi diğer bilimlere veya belki de bilimin dışına itmeye çalışması, doğa bilimlerinin yöntemlerine sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışan ve konusunun içerisinde az da olsa insan olan her araştırmacı için aynı sonuçları verebilir gibi duruyor.

    Diğer bir konu ise inanç. Ortadoğunun inançları yüzünden batının gerisinde kalmasını, ortadoğuda yaşanan karmaşıklıklar, Türkiye'nin de bir ortadoğu ülkesi olması ve tabii Türkiye de yaşayan inanan gurupların bulunması vesilesiyle örnek gösterdiğinizi düşünüyorum. Geri kalmış bir bölge, bölgeyle coğrafi ve aşağı yukarı inanç bağlamında ortaklığı bulunan fakat hedefini yıllar önce batılı ülkeler gibi bir ülke olmak seçen bir ülke. Seçilen her şey uygun gözüküyor. Fakat bunun tek nedeninin inanç olmasına bu kadar kuşkusuz bağlanmanız beni şaşırttı.Belki de yazdığınızdan fazla bir bilginiz vardır ve bizimle paylaşmamış olabilirsiniz. Mesela dünyanın her yerinde yaşayan insanların veya toplumların inançları ve ''ileri'' olmalarıyla ilgili bir ''bilimsel'' araştırma sonucunuz vardır. Bu sonucun neticesi ise hangi türden olursa olsun inanç denen şeyin suçlu olduğunu biliyorsunuzdur. Dünyanın bir parçası olan ortadoğuda da bu işlemek zorundadır. veya bilemiyorum ortadoğu ile batıyı inceleyip vardığınız sonucu dünyanın geneline yaymış olabilirsiniz. Ama sizin dediğinize katılıyorum ''Çünkü gerçek, kitapta yazılandan farklıydı''.

    Bence biliminde, inanç sistemlerinin de bulmaya çalıştığı şey gerçek belki daha ilerisi hakikat. Bugün gerçek kabul ettiğimiz şey yarın belki de değişecek. Bunun tersinin garantisi yok fakat en azından tarih bize böyle olacağını defalarca gösterdi. Evrenin bir sonunun olmadığı fikri yıkıldıktan sonra inanç sistemlerinde sık sık anlatılan kıyamet günü insanın aklına geliyor. Belki yıllar sonra bu paralellik değişecek. İnançlı insanların kıyamet algısı değişecek veya evrenin genişlemesinin durmayacağı öğrenilecek ve yeni bir çatışma çıkacak. Bu çatışmada bir tarafı gözükapalı bir şekilde savunmak denen şey yobazlık dediğimiz şey. Birbirinin simetriği. Peki böyle bir çatışmanın olmaması için illa birinin ortadan kaldırılması mı gerekiyor? Bence hayır.

    Bence bu coğrafyadan çıkmayan şeyin tek nedeni inanç değil. Belki insanların inanç algılarının bunun üzerine bir payı vardır. Ama suçu inananlara ve inanca atmak sanki biraz kolaylık oluyor gibi geliyor bana. Bunları yazarken aklımda hep Newton ve Einstein var. Belki de gerçekten iktisadın kendi Einstein'nını bulması ve kendi Newton'unun dünyasını yıkması gerekiyor. Konusu insan ve insanların oluşturduğu toplum ile ekonominin, insanın doğası gereği veya bir şekilde edindiği özelliklerini dışlayarak veya seçerek bunu nasıl yapacağını görmek için ömrümüz yetmeyebilir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer eğitiminizin temelini inanç dünyası üzerine kuruyor ya da ona göre şekillendiriyorsanız o zaman bilim ilerleyemiyor. Çünkü inanç sistemine dayalı eğitim ezbere dayanıyor analize, soru sormaya sorgulamaya dayanmıyor. İnançların katı olarak ele alındığı toplumlar soru soran, sorgulayan, araştıran insanları sevmiyor, hatta dışlıyor. Bunun sorumlusu inanç sistemini yanlış yorumlayanlar olabilir. Sonuç değişmiyor.

      Sil
  40. hocam yine güzel güzel bir konu ve yazı teşekkürler. 1. aslında inanç ta merak ve kuşkuyla başlaması gerekir.Doğu medeniyetini geri bırakan inancı değil yanlış inançlarıdır,orta çağda avrupa daaklını dışarda bırak kiliseye öyle gir diyen din adamları vardı ve bu bilim adamlarının tanrı yoktur isyanıyla son buldu şimdiye kadar bizde de önce bizim dediklerimize inan ve bunları kanıtlayacak delil bul yoksa hadis uydur diyen din adamları vardı. 2. cnbc e de bir iktisat çı ismini unuttum tüfe bazlı rek endeksine göre tl hala değerli dedi hükümetin kaygısı bu olabilir mi

    YanıtlaSil
  41. Merhaba,
    Blogunuzu takip eden bir okurunuz olarak size teşekkür etmek istiyorum. Umarım bizleri yalın anlatımlarınızdan, açıklayıcı ifadelerinizden, belli bir emeğin ürünü olan ve ustaca hazırlanmış yazılarınızdan mahrum etmezsiniz.

    YanıtlaSil
  42. Sayın eğilmez,
    Siyasetin ekonomi biliminden ayrı tutulamayacağını biz sizden öğrenmiştik.Ancak ekonomiyi bir bilim olarak kabul ederken siyaseti bilim dışı gibi görmektir belki de yazıdaki eksiğiniz.Ekonomiyi anlamak için matematik, istatistik vb konularda da bilgili olmak gerektiği gibi siyasette de bilgili olmak gerekir düşüncesindeyim. Tabi ki bilimsel anlamda.Bununla birlikte siyasetçinin ekonomiste bakışı ile ekonomistin siyasetçiye bakışı birbirine benziyor. İkisi de kendisini çatı katında görüp, aşağı katlara doğru bakıyor.En azından ben böyle hissediyorum. Oysa aynı dairede yaşadıklarını anlamaları ve bilimsel anlamda eşit olduklarını bilmeleri gerekiyor. Bu çerçeveden bakınca siyaset biliminin ekonomi bilimine etkilerinin analizinin bilim adamlarınca daha geniş çerçevede modellenmesi ihtiyacı gözüküyor. Öz güveninizle açtığınız bu tartışma konusunu için teşekkür ederim. Yorumlarımın demokratik duruşunuza inancımla değerlendireceğimizden ise şüphem yok. Saygılarımla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim.
      Ben siyasetle ekonomi yönetimini birbirinden ayırmış değilim. Sanırım kendimi iyi ifade edememişim. Benim ayırdığım şey siyasetin ekonomi yönetimine değil ekonomi bilimine yön vermeye çalışması. Mesela faiz enflasyonun sebebidir diye bir çıkış yapıldığında ben bu ayrımı getiriyorum. Bu konu siyasete malzeme yapılacak bir konu değildir. Bu bir bilimsel konudur. bunun kanıtlaması yapılmadan seçim meydanında kullanılması doğru değildir. Ben buna karşı çıkıyorum.

      Sil
  43. Hocam, Merkez Bankasiyla siyasiler arasindaki cekismede Merkez Bankasinin yanliz kaldigini dusunuyorum. Siyasiler her gun televizyonlara/meydanlara cikip istedigini soyleyebiliyorlar ama Merkez Bankasinin boyle bir luksu yok. Olsa bile halk, siyasilerin basitlestirilmis ve kulaga hos gelen soylemlerine inanmayi tercih eder. Benim nacizane dusuncem, bu durumda siz akademisyenlerin ve ekonominin onde gelen isimlerinin ortak bir "white paper" hazirlayip cumhurbaskanina, hukumete ve de basina sunmasi. Merkez Bankasinin karar ve tutumlarina destek cikacak boyle bir raporun altinda onlarca, belki de yuzlerce akademisyenin/ekonomistin imzasinin bulunmasi, hukumetin soylemlerini zayiflatabilecegi gibi Merkez Bankasi uzerinde halkin gozunde olusturulmak istenen saibeleri azaltabilir. Evet siz burada yaziyorsunuz, cnbc-e'de anlatiyorsunuz, keza baska akli salim insanlar da imkanlari dogrultusunda MB'ye destek oluyor, ama bu bolunmusluk bir yere varmiyor. Akli selim insanlarin bir araya gelip ortak bir ses seklinde Merkez Bankasina destek olmalari gerektigini dusunuyorum. Bu isin erbabi onlarca/yuzlerce kisi tek bir agizdan MB'ye destek cikarsa siyasiler halkin onunde o kadar rahat atip tutamazlar diye dusunuyorum.

    Ikinci bir gozlemim de, su anda Merkez Bankasinin onunde secim oncesi inanilmaz bir firsat oldugunu dusunuyorum. Onceki bir yazinizda ekonominin gidisi ile hukumetlerin aldiklari oy oranlarinin arasindaki korelasyondan bahsetmistiniz. Biraz fantazi gibi olacak ama, su anda Merkez Bankasi bir aciklama yapip " Sayin Cumhurbaskanimizin ve de hukumetin istekleri dogrultusunda politika faizini eski seviyesi olan yuzde 4.5 noktasina cekiyorum" dese, evet ekonomi en yumusak tabiriyle allak bullak olur, doviz firlar, belki uzun sure bunun acilarini ulke olarak cekeriz. Ama bu hareketin sonuclari hic suphesiz secim sonuclarina da yansir ve de bu millet o zaman gider Erdem Basci'nin heykelini diker. Siyasiler siyasi hayatlarini Erdem Basci'nin sabrina endekslediler ama bunun farkinda degiller.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk onuda aklı selim sahibi insanlar zaten dediğiniz yapıyor. Bundan öte bir şey yapılacağını sanmıyorum. Sonuçta bu tür olaylara sahip çıkması gereken kamu oyudur. Halkın bu konuya tepkisi siyasetçiden farklı değil.
      İkinci konuyla ilgili olarak bir MB Başkanı bu dediğiniz davranış sorumsuzluğunu sergileyemez. Çünkü siyasetçi bir şekilde sorumluluğu onun üzerine yıkar ve o da tarihe ekonomiyi batıran adam olarak geçer.

      Sil
  44. Ortadoğu'da inancın hala bilimin önünde olduğunu görmek mi yoksa uzun bir süre daha bilimin çok geri planda kalacağını düşünmek mi daha ağır bilemedim. Açığı kapatmak yerine günden güne geriye doğru gidiyoruz belki de bu daha ağır. Demek geçen bunca yıllar,badireler boşunaymış dedirtiyor insana.

    YanıtlaSil
  45. Milyonlarca farklı fikirdeki insanoğlunu bir kefeye koydunuz ve sizden bir şey olmadı olmaz da zaten dediniz.
    Şimdi bu farklı insanlar aynı taraftan size açıklama yapmaya çalışıyor ve tamamen farklı düşündüğü kişilerle aynı savunmaları yapmak zorunda hissediyor kendilerini.

    Tamamen eleştirdiği ve asla savunmadığı hatta hiç sevmediği insanların safında olaya, onları savunmaya zorluyor bu durum insanı.

    Üstelik Ortadoğuyu bu hale getiren sömürgeci Batı olduğunu bildiğiniz halde Ortadoğuyu Batılılaşmadı diye eleştiriyorsunuz.

    Ayrıca hiçe inananlar Tek'e inananları, Tek'e inananlar da hiçe inanları eleştirmemeli bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ortadoğuyu batılılaşmadı diye eleştirmiyoruz. Bu kadar petrol zenginliğine rağmen adam yetiştirip de iki buluş yapamadı diye eleştiriyoruz. ve bunun nedenini inancın yanlış yorumlanıp bilimin önüne geçirilmesinden kaynaklandığını ileri sürüyoruz. Kore, Çin, Japonya da batlılaşmadı ama bilimi öne çıkarıp batıyı yakaladılar.
      Ayrıca kimse kimseyi sonsuza kadar sömüremez. Ortadoğunun bu hale getiren batı olsa da son elli yıldır ortadoğunun bu halde kalmasının nedeni sadece kendileridir.

      Sil
  46. " Yale'den para politikasını Chicago'dan da maliye politikasını destekleyen görüşler çıkarsa o zaman İktisat kuramının bilim olduğuna inanabilirim" bu söz bir yahudi iktisatçıya aitti sanırım. Bu söz bize teorilerin ve uygulamaların insan nefsinden ve ideolojisinden bağımsız olamayacağını gösterir ki bu doğrudur. Haliyle sizin bilimsellik ve rasyonellik savınız - ki faiz indirimi konusunda bunu ısrarla yazdınız - illa kabul görmek zorunda değil. Bununla birlikte ölçüm yaparken değerini varsaydığımız veya yok kabul ettiğimiz değişkenlerin varlığı optimizasyon ve rasyonalite kavramlarınında sorgulanmasını veya fazla değer atfedilmemesini gerektirir.

    Ayrıca " Kabuller, merakın ya da merak edilenin araştırılmasının önünü keser " sözünüzde eksiktir. Eksiktir dediğime bakmayın kibarlığımdan , eksiktir diyorum. Çünkü neyi kabul ederseniz edin zihin onun üzerine düşünmeye devam eder. Batının gelişmişliğinin ve maddi ilerleyişinin doğunun geri kalmışlığı ve benimsediği din üzerinden dillendirilmesinin artık kokuşmuş bir düşünce olduğunu herkesin anlaması için sanırım biraz daha beklemek lazım. Sizin burada kastınız İslamiyettir ve açıktır. Oysa hala şimdilerde yaşanan Hristiyanlıkta da "kabuller" vardır ama nedense buna hiç atıfta bulunulmaz. Batı kiliseden uzaklaşınca maddi olarak ilerlediği açıktır. Çünkü bahse konu olan dönemde kilisenin uygulamaları ( rahip ve rahibelerin evlenememeleri, her türlü bilimselliğe karşı acımasız tutum, büyü vs gibi şeylere edilen nazar ) insan fıtratına uymuyordu. Fakat tuhaf olan bu durumdan uygulamaları değil de kabulleri sorumlu tutmaktır. Din uygulamalardan sorumlu tutulamaz, bu gün Deaşın uygulamaları yüzünden dinin sorumlu tutulamayacağı gibi. Bunlarla birlikte, belki klasik olacak ama, tarihte islamiyeti benimsemiş devletlere baktığımızda bilimsel ilerlemenin batıdan daha fazla olduğunu bilim adamlarını getirilip hüküm sürülen yerde istihdam edildiği görürüz. Hatta batıda ki bazı ünv.de bu bilim adamlarına ait kürsüler da mevcuttur. Hasılı, bilimsel olarak ilerlemenin din ile alakası yoktur, bu kuran'da da geçer, herkese çalıştığının karşılığı vardır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet haklısınız islam ülkelerinde bilimsel ilerleme batıdan daha fazladır. O nedenle bütün bilimsel katkılar, buluşlar, teoriler, makaleler hep islam ülkelerinden geliyor. Evde kullandığım araçlara bakıyorum hepsi bizim buraların buluşu. Bindiğimiz araba, tren, uçak, yazdığımız kalem, kolumuzdaki saat hepsi hepsi buralardan çıkmış.

      Sil
  47. Yorumları okuyunca Mahfi Beyin ne kadar haklı olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bilim dini engellemez diyenlerin tek tutunacak dalı yüzlerce yıl önce yaşamış müslüman alimler, ki bunların bazılarının hayatlarının katletme yoluyla sonlandırıldığı da ortada. Peki bugun bu yazıları okumamıza vesile olan internetinden tutunda bilgisayarlarına, sosyal medyasından telefonuna, yolundan köprüsünden tutunda otomobiline kadar burada saymakla bitmeyecek icatlar keşifler yapılırken bu insanlar neredeydi. Madem inanç bilimi teşvik ediyor, neden en inançlı insanlar topluluklar insanlığa medeneniyete en büyük katkıyı yapan insanlar, topluluklar değildir.
    Bütün ömürlerini 1400 yıllık tartışmaların içinde kaybolup, birbirlerini inançsız, kafir, şeytan, zındık vb. güzel ahlakı! temsil eden kelimelerle niteleyip buldukları ilk fırsatta başlarını gövdelerinden ayırmak suretiyle bilime katkı yaptıklarından olmasın.
    Bırakalım şu inancımız çok güzel de insanlar çok kötü masallarını...Eğer insanlar çok kötüyse, insanları ''öyle'' yaratanın da bunda küçük de bir sorumluluğu yok mu?

    YanıtlaSil
  48. Hocam merhaba,
    insanlar olarak en büyük sorunun cevabını bilmiyoruz, niye bu dünya dediğimiz gezegenin içindeyiz, niye doğuyor, niye ölüyoruz. Dünyanın en akıllı insanı olsakta, en zengin insanı olsak ta bu sorunun cevabını bulamıyoruz. bence bilim ile inanç burada çakışıyor. inanç bilmediğimiz şeyler için bize bir açıklama sunuyor. zaten inanç kelime anlamı itibariyle bilinmeyen, anlaşılamayan, algılanamayan şeylere olan güvenimiz. bazı şeylerin ne olduğunu anlasak, zaten buna inanmayız, bunun doğruluğunu biliriz. burada bence sorun inançlar değilde kişiler, çünkü bilinmeyeni bilim adamları açıklayamayınca, insanların bilme ve anlama duygusunu din adamları, kendi kapasiteleri ölçüsünde dolduruyor ve bilinmeyeni kendi çaplarında anlatmaya çalışıyorlar. bu tabi belirli bir süre sonra çıkar ilişkileri ve rant ortaya çıkarıyor. bilim bilinmeyeni açıklamaya başlayınca da çıkar sahibi kişiler ile bilim arasında sorunlar çıkıyor.
    bu bilinmeyenle ilgili benimde bir sorum var. geçenlerde ekonomi bakanı bir açıklama yaptı, kişi başına düşen gelir 12 yılda 12 kat arttı diye. haberin kaynağı şu adreste var http://www.memurlar.net/haber/502413/ ben hertürlü hesabı yapıyorum bir türlü 12 kat kişi başına gelir artışını bulamıyorum. sizce burada yazınızda belirttiğiniz kilisenin yerini siyasiler mi aldı. yoksa biz bilgimiz ölçüsünde, bakanın ne dediğini anlayamıyor muyuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 3000 dolardan 10000 dolara çıkmış olan kişi başına gelir nasıl oluyor da 12 kat artıyor ben de anlamadım.

      Sil
  49. Hocam neden Türk lirasi son 10 yil boyunca dunyadaki hicbir para birimine karsi deger kazanmiyor ve de aksine değer kaybediyor?

    YanıtlaSil
  50. Maalesef inanç ve din gibi bilmediğiniz sulara dalmışsınız hocam. Batıdaki bilimin reddettiği ne olduğu belli olmayan Hristiyanlıktı. İslam dini hiçbir zaman bilime engel olmamıştır. Yani din deyip hepsini aynı kefeye koymayın. Bu coğrafyadan 3 tane buluş sayın demişsiniz bir yorumun altına. Sizin gibi değerli şahsiyetlerin böyle tarih bilmezliği üzüyor insanı. Fuat Sezgin Hoca'nın bilim tarihi ile ilgili makalelerini ya da kitaplarını tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimin neyi bildiğini bilemezsiniz. Kuran'ı farklı zamanlarda üç kez, İncil'İ iki kez okumuş ve ne okuduğunu anlayacak yeterlilikte birisi olarak bu konuları anlayacak durumdayım. Esasen ben de anlayamıyorsam o zaman başka sorun var demektir. Çoğu kez islam buluşu diye sayılanlar doğru değil. Bana evinizde, işyerinizde ya da arabanızda kullandığınız eşyalardan üç tane islam dünyasına ait buluş söyleyin dediklerinize inanayım.

      Sil
  51. Hocam CB'nin bu çıkışları:
    1. TL'yi devalue etmek amaçlı mı?
    2. Oy amaçlı mı?
    Yoksa ben bi insanın göz göre göre böyle açıklamalar yapacağına inanmıyorum. Adamın bir kelimesiyle milyarlarca TL eriyor.

    YanıtlaSil
  52. Bu yorumları okudukça ne kadar umutsuz durumda olduğumuzu bir daha görüyorum. Ne kadar cepheleşmeye, taraf olup genelleme yapmaya ne kadar meraklıyız. Elbette din insanoğlunun sosyalleşmesinde çok önemli, fakat din evrensel ahlak öğretilerinden kopup, şekilciliğe yani kuru ibadete dönüştüğünde zihinlere prangaya dönüşüyor. Ahlak olmadan var olabilecek dinler ancak sapıklık olarak tanımlananlar. Evrensel ahlakın temel ilkelerinden belki de en önemlisi başkalarının hakkına saygı duymak. Sokağa çıkıp bakalım dindar veya değil ne kadar bu ilkeyi hayatımıza taşıyoruz lütfen bakın. Bizde din şekilciliğin içinde sıkışmış kalmış.
    Gelelim gelişmişliğe bence mesele sosyal alanda dinin ne kadar etkin olduğundan çok ahlakın ne kadar etkin olduğu. Evrensel ahlakın etkin olduğu toplumlarda insanlar üreterek, geliştirerek kendi yaşam alanlarını genişletmeye çalışırken, diğerlerinde uyanıklık en önemli davranış oluyor. Başkasının haklarını toplamak, onları çalmak kolay kazanç yolu oluyor. Bu davranış türü genele yayıldıkça kendi var oluşunu garanti edecek şartları kendisi oluşturmaya başlıyor.

    Asıl olan aklın ve ahlakın insan hayatına hakim olması değil mi!!!!!

    YanıtlaSil
  53. İnanç, kişinin kendi bileceği iştir, güzeldir ya da değildir demek saçma olur, o yüzden herkesin birbirinin düşüncesine saygılı olması gereklidir. Evet bence de bilimin önünü tıkayan din değil dini yanlış yorumlayan insanlardır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten böyle demiyoruz. Herkesin inancına ve düşüncesine de saygılıyız.
      Ama bilimin önünü dini yanlış yorumlayanlar tıkıyorsa ve o kişiler egemen olduğu için o toplumlarda bilim ilerleyemiyorsa aynı sonuca gelmiş olmaz mıyız?

      Sil
  54. değerli hocam
    hayata sizinle aynı paradigmadan baktığımı övünerek söyleyebilecek bir çömeziniz olarak yaşadığınız şaşkınlığı aynı üzüntüyle paylaşıyorum.bildiğinden başka bilecek şey yok sananların körleşecek kadar öz güvenleriyle yönettikleri bu ülkede bu şaşkınlıkların ve üzüntülerinde biteceği yok.benden gelecek bir kurtuluş formülüne kimsenin itibar etmeyeceği kesin ama tek çarenin okullarda din dersiyle felsefe dersinin yer değiştirmesidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eskiden öyleydi. Asıl olan o dersleri veren hocaların zihniyetinin değiştirilmesi. Kore son 40 yılda bunu yaptı. Gençlerini ABD'ye eğitime yolladı ve dönüşlerinde onları hoca yaptı. Aslında bu modeli ilk uygulayan Cumhuriyet Türkiyesidir. Benim Atatürk Lisesindeki matematik hocam Sorbonne mezunuydu. Atatürk zamanında eğitime yurtdışına gönderilen pek çok genç insan dönüşte u ortamı oluşturmaya koyuldu. Ama ne köy enstitüleri ne de bu bilimsel yaklaşım sonrasında sürüdürelemedi. Köy Enstitüleri din elden gidiyor diye kapandı. Sonra biz aşama aşama Osmanlı medrese eğitimine geri döndük. Bugün din dersiyle felsefe dersine yer değiştirtsek bile sonuç değişmeyebilir. Yani biz yine bilimsel eğitime geçemeyebiliriz.

      Sil
  55. Benim yorum yazmama gerek kalmadığı için mutluyum. Çünkü asıl amacım yorum yapanların tartışmasını sağlamak.

    YanıtlaSil
  56. Belki bir konuyu açıklamakta yarar var. Burada inançları tartışmıyoruz. Herkesin inancı ya da inançsızlığı kendi bileceği bir iştir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Eğilmez, "İnancıma saygı göster" ezberine nasıl bakıyorsunuz? Örneğin ben hasbelkader Müslüman olarak doğmuş bir inançsızım. Yani islam söylemine göre bir mürted'im. Bu durumda Müslümanların beni öldürme haklarına saygı duymam mı gerekiyor? Bu nasıl bir yaklaşımdır?

      Saygılar...

      Sil
    2. Böyle bir hak yok. Hiçbir yerde olamaz. Ben herkesin inancına saygı duyuyorum ve herkesten de aynı saygıyı bekliyorum. Kimsenin kimseyi yaftalamaya etiketlemeye hakkı yok. 3500 yıl önce tek Tanrılı dinlerin kurucusu Mısır firavunu Akhenaton tek Tanrı inancını yaymaya çalıştığında eski Mısır dininin taraftarlarınca (Amon rahipleri) sapkın firavun olarak adlandırılmıştı. Ölümünden sonra bütün heykelleri kırıldı, ismi tapınaklardan kazınarak silindi. Bugün tek Tanrılı dinlerin kurucusu sayılıyor.

      Sil
    3. Böyle bir hak yok, hiçbir yerde olamaz demişsiniz. Bunu bir de İslam'ın gerçek uygulayıcısı olduğunu düşündüğüm IŞİD'cilere ve benzerlerine sormak gerekir. Böyle bir hakları olduğuna ve bu hakkı Allah'tan aldıklarına inanan onbinlerce manyak şu anda bu "hak"larını Suriye ve Irak topraklarında uyguluyorlar, inanın ilk fırsat bulduklarında bizim bu güzel ülkemizde de uygulamaya sokacaklar. İşin ilginç tarafı, kendileri gibi düşünmeyen diğer insanların bu gibi ilkel anlayışlara-uygulamalara saygı duymalarını bekliyorlar. Neden? Zira kitapta yazıyor. İşte inanç böyle bir şey. Gözleri köreltiyor, vicdanları mühürlüyor. Karşısındakinin en temel hakkı olan yaşama hakkına bile zerre kadar saygı duymayan "inançlılar" kendi inançlarına sonsuz saygı beklentisi içindeler. Bu insanlar mı bilimsel buluş yapacaklar?

      Cevabınıza teşekkürler, iyi çalışmalar.

      Sil
  57. Çok uzun zamandır, Mahfi hocanın bir konusuna bu kadar uzun ve bu kadar çok cevap geldiğini görmemiştim.
    - İnsanları bu konuda rahatsız eden birşey mi var ? Onları yazmak zorundaymış gibi hissettiren, birşeyleri ispat etme ihtiyacına sebep olan nedir ?

    Ahlak din olmadan da varolamaz mı ? Merhamet, sevgi, diğergamlık hisleri din olmadan olamaz mı ? İnsanoğlu nefsine hakim olabilmek için illa din kuralları ile korkutulmalı mı, iyi olanı, temiz olanı, ahlaklı olanı yapmak için illa korkutulmalı mı ? Aklın kullanılması gerektiği illa bir kitap tarafından empoze mi edilmeli ? Biri bana bunları söylese ben hakaret kabul ederim, aklıma zekama karakterime insanlığıma yapılmış olan bir hakaret kabul ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel bir özet. İnsanın yüksek ahlak sahibi olması için kimsenin onu ne korkutmasına ne de yol göstermesine ihtiyacı var. İnsan olmaya çalışması, başkalarına saygı göstermesi fazlasıyla yeterli.

      Sil
  58. SABAH "DOLAR" ALIP, AKŞAM SATARAK 1 AYDA 160.000 TL GELİR ELDE EDEN GENÇ,
    BAŞARISININ SIRRINI AÇIKLADI:
    "RECEP TAYYİP ERDOĞAN"

    Son dönemde yaptığı başarılı döviz alım satımlarıyla tüm finans piyasasında dikkatleri üzerine çeken Basri Kurtuluş (32), başarısının arkasında yatan formülü nihayet açıkladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma yapacağı günün sabahında dolar alıp, akşam satarak bir ayda toplam 160.000 TL gelir elde ettiğini söyleyen usta yatırımcı, kaybetmenin imkansız olduğu bu yeni sistemin detaylarını da kamuoyu ile paylaştı...

    ZAMANINDA ÇOK PARA BATIRDIM

    Finans piyasasının dinamiklerine uzun zamandır kafa yorduğunu söyleyen Basri Kurtuluş, yaklaşık 7 senedir kolay kazandıran bu formülü bulmak için çaba sarf ettiğini ifade etti. “Yıllarımı borsayı, döviz piyasalarını ve altın fiyatlarını inceleyerek geçirdim. Grafikler başında sabahladım. Kitaplar okudum ama olmadı… Ne yaptıysam olmadı, o dönem çok paralar kaybettim” sözleriyle zamanında çok başarısızlar yaşadığını itiraf eden Kurtuluş, yılmadan araştırmalarına devam ettiğini belirtti. Piyasanın kurt ismi, bugünlere nasıl geldiğiniyse şu sözlerle aktardı:

    “Hiç pes etmedim. Basri, bu işin illa bir formülü olmalı. Kazanan nasıl kazanıyor? Diye kendime telkinde bulundum… Son olarak bir hissenin üç aylık seyrinin integralini alırken televizyonda Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmaya başladığını görünce kafamda bir ışık yandı"

    MUCİZE YÖNTEMİN DETAYLARI

    Artık en deneyimsiz yatırımcının bile hiç çaba sarf etmeden yüzbinlerce lira kazanabileceğini müjdeleyen genç, 'eşşeğe anlatsan o bile anlar' şeklinde nitelendirdiği formülün detaylarını da paylaştı. “Çok basit arkadaşlar. Cumhurbaşkanından önce uyanacaksın. Kimi zaman kahvaltı falan veriyor birilerine o zaman piyasa erken karışıyor çünkü. Heh, uyandın mı? Hemen cumhurbaskanligi.gov.tr'den günlük programa bakıyoruz. Muhtarlar toplantısı, ihracatçılar kongresi, efendime söyliyim okul aile birliği kermesine katılıyorsa gidiyoruz tüm malvarlığımızla Dolar'a giriyoruz” sözleriyle mucize formülü özetleyen Kurtuluş, Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu'nu topladığı günlerde ve piyasanın kapalı olduğu haftasonunda ise TL’nin ya da gecelik reponun daha güvenli bir liman olduğunun altını çizdi.

    BAŞKA YATIRIM ARACINA HİÇ GEREK YOK!

    Bu sırada Cumhurbaşkanı’nın birazdan halka hitap edeceğini öğrenen Kurtuluş, acil durumlar için hazır bulundurduğu 45 bin lirayı dolara çevirdikten sonra konuşmasına devam etti. “Ehehe arada böyle küçük süprizler de yapıyor Sayın Cumhurbaşkanımız, neyse erken haber aldım Allah'tan kaybım yok” diyen Basri Kurtuluş, geleneksel yatırım yöntemleri hakkında da görüşlerini bildirdi. “Ev alayım seneye satar para kazanırım, yok vadede durayım, bilmemne yapayım, hiiç bunlara gerek yok şu dakikadan sonra arkadaşlar” diyen genç yatırımcı, Cumhurbaşkanı’nın programını sıkı takip ederek bir evin bir yılda getireceği ortalama kazancın yeni yöntem ile bir günde elde edilebileceğinin altını çizdi.

    Son olarak “Hadi bu da benden size güzellik olsun, sermaye yaparsınız keranacılar” diyerek kendisini dinleyen basın mensuplarına 1’er dolarlık banknotlardan oluşan 4 balya fırlatan genç, daha sonra bugün çok yorulduğunu ve bir müddet dinlenmek istediğini belirterek istirahate çekildi.

    http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=274008

    YanıtlaSil
  59. Hocam, aşağıdaki sorularımı lütfen yanlış anlamayınız. Maksadım çamur atmak değil!

    1.

    'PPK faizini %3'e indirdim, ve ben artık başkanlıktan ayrılıyorum. Herkese selametle!' derse;

    Siz bir zamanlar 'Uçurumdan aşağıya atlayalım da; belli mi olur bakarsın uçarız!'a benzer bir uyarıda bulunmuştunuz!

    Hâlâ bu uyarınızın arkasında mısınız?

    2.

    Diyelim ki;
    PPK faizi %4'e veya %3'e indirildi, ve ekonomik kriz DOĞMADI; peki bunu nasıl açıklarız?
    (Bu sorumu taraf tutarak değil; ekonomi biliminin bu vakayı nasıl açıklayacağını öğrenmek istediğim için sordum.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkinci sorunu hocaya cevap kalmadan ben cevaplayayım. Enflasyonun yüzde 8-9 olduğu bi ülkede faizi %3-4e çektiğin anda, mevduat tabanı çoğunlukla "yabancı" olan yatırımcıya ne vereceksin canım kardeşim? Bonibon mu? Adam niye dolarını getirsin senin instabil ülkene. CB'nin yüzü hürmetine mi akıyor o paralar buraya?

      Sil
    2. Bir MB Başkanı bu dediğiniz sorumsuzluğu yapamaz.
      Ben de bir soru sorayım size. Diyelim ki evinize benzin döküp ateşe verdiniz. Yangın çıkmazsa bunu nasıl açıklarız?
      Mantık dışı varsayımlar üzerine ekonomi politikası inşa edilmez. Bir ülkenin geleceğiyle "ya öyle olursa ya böyle olursa" diye kumar oynanmaz. Halk size bu kumarı oynama izni verse de bu yapılmaz.

      Sil
  60. Sevgili Hocam,

    Bir insan hem inançlı, hem de meraklı, sorgulayan, bilime ilgi duyan birisi olamaz mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunun yanıtı inanç ile bilimin çatıştığı yerde alacağı tavra göre verilebilir.

      Sil
    2. Ben hiç bir çatışma yaşamadım hocam... Hem inançlıyım, hem de sorgulayan, merak eden bir kişiyim... Zaten Allah'ın ilk emri "Oku" olduğu için dinin sorgulamayı yasakladığını, dayatma getirdiğini de düşünmüyorum...

      Ha söylemek istediğiniz şu olabilir, dini sömürenler yüzünden ortadoğu tarihler boyunca geri kalmış olabilir, haklısınız, ama bu da dini ve Allah'ı suçlu yapmaz...

      Tıpkı bir insanın adam öldürdüğünde silahı suçlayamayacağı gibi...

      Saygılar...

      Sil
    3. Keşke herkes meseleyi sizin düzeyinizde almış olsa. Bir soru sorabilirmiyim? Mesela evrim teorisinin okullarda okutulmasını kabul eder misiniz?

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  61. Evrim teorisini, biz maymundan gelmedik diye kestirip atan. Adem babamizin puf diye lambadan cikmis gibi vucut buldugunu zanneden. Maymun soyagacini asagilik gorup soyunu sopunu reddeden biz insanlarin bir kismi, her nedense dindar gecinir.
    Unutmamali ki, seytan da insandan ustun oldugunu iddia etmisti. Sonumuz onun gibi olmasin sakin.
    Afyon tarlasinin kes irgatlari nasil halinden mutlu ise biz de bu kafayla ancak onlar kadar mutlu olabiliriz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evrim teorisi maymundan geldiğimizi söylemiyor maymunla aynı türden geldiğimizi söylüyor (hominidler.) Hatta yeryüzündeki bütün canlıların aynı atadan evrim yoluyla farklı türler olarak gelişip serpildiğini anlatıyor.

      Sil
  62. Hocam, felsefenin Atina'da gelisip, matematikte, astronomide, bircok bilimlerde ileri olan Misir, Hint, vb. uygarliklarda nicin gelismedigini, felsefeciler incelemisler. Vardiklari sonuc, tamamen akla dayanan ve hicbir mit yada inanca dayanmayan, sorgulayici dusuncenin sadece Atina'da saf halde ortaya ciktigi. Bu da Bati ve Dogu felsefeleri ayrimini getirmistir. Tanim geregi de mistisizme ve inanca her zaman bagli kalmis, gelenegi bu yonde ilerlemis Dogu felsefesi, zaten felsefe degildir. Bu da biraz tarihsel ve bence bir miktar rastlantisaldir. Ayni ayrim, hep Dogu-Bati seklinde soylenegeliyor. Burada su yada bu cografyanin insanini kategorize eden birsey yok. Zaten 'Dogu'daki insanlarin da agizbirligi yaparak tek bir dusunsel sistemi benimsedigi soylenemez. Nitekim, akla dayanan ve bilimsel veriyi geleneksel inanclarin ustunde tutan 'Dogu'lu bilimadamlari da basarilara imza atmistir. Bununla beraber, 'Bati'da da Orta Cag'da, yuzyillarca anatomi, vs. ile ilgili arastirma yapmak yerine, bunlarin mutlaka Incil'de bulundugunu savunan, bilimi yasaklayan, sadece rahiplerin ezberine izin veren bir anlayis goruyoruz. Yani, bu sozcukler, cografi degil, kosullara dayanan tanimlar. Burada bazi okur yorumlarinda, bu konularda bir kafa karisikligi oldugunu gordum, paylasmak istedim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok doğru. Aslında hepimiz bu ayrımı kolay tanımlama olduğu için kullanıyoruz.

      Sil
  63. Sayın Dr. Eğilmez,
    Öncelikle bilgi ve yorum dünyamızı zenginleştiren yazılarınız için teşekkkür eder,
    önemli iktisatçıların kaleminden çıkan makalelerin çevirilerini ve çeşitli iktisat yorumlarını içeren websitemize (http://iktisat.biz) ilginizi çekmek isterim.
    Katkı ve eleştireleriniz bizi daha da geliştirecektir.

    Saygılarımla,
    Yakup AKKUŞ
    Web Adres: http://iktisat.biz/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siteyi inceledim çok beğendim. Emeğinize sağlık. Site, ekonomiyle uğraşanlara ve öğrencilere iyi bir kaynak olacak. Twitterdan da duyuracağım.

      Sil
    2. Tesekkur ederiz ..kısır tartısmalardan uzak duran ve iktisadi konulara bilimsel yaklaşan bir anlayışla çalışmaktayız.
      Buradaki herkesin faydalanmasını dilerim.

      Sil
  64. Hocam,

    Erdem Başçı kendini boşuna yoruyor. Dünyanın "her yerinde" rahatlıkla iş bulabilecek, kaliteli bir insan. Hayat kısa.
    İndirsin faizleri CB'nin istediği seviyeye. Bassın istifayı. Bunları yapınca bir allahın kulu da "neden" demez ona.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim coğrafyada hoş karşılanmaz ama istifa çok onurlu bir tepkidir. Herkes istifa edemez. İstifa bir cesaret işidir.

      Sil
  65. Elinize saglık sn Egilmez...bilimsellikten ayrılmayalım...bu arada sizden ricam bir analiz.(diyeceksiniz ki zaten burda yeteri kadar
    yazmıyormuyuz??-haklısınız)...Muhalefet parti ekonomistlerinin yapması gereken bir iş bu esasında ..ama...???

    KONU: Faiz indirelim tartısmalarının yarattıgı instabilite ve ekonomimize verdigi zararlar...ve faiz indirilse olabilecek faydalar-parasal
    olarak hesaplanarak karşılaştırılması somut-bilimsel yaklaşımlarla
    Daha bugün Enerji bakanı Gazprom un yaptıgı % 10.25 indirimi tüketicilere aktaramıyacagını söylüyordu artan USdolar degeri yüzünden...tüketicilerin 2015 subat-mart-nisan faturalarında ödeyecegi zarara bakınız...!!

    Benim aklıma gelenler,,bu tartısmanın türkiyeden götürdükleri...
    1.Yatırım ortamının bozulması..
    2.Tl deger kaybı ile .a.artan özel sektör borclar
    b.ithal enerji -oto-sigara-cep tel artıslarının tüketime koydugu extra " döviz vergisi"
    3.Yapılan büyük devlet yatırımlarının maliyet artışı ve belki durdurulması(kanal istanbul 15 milyar usd-3.havaalanı 30 milyar usd)
    Faizlerin düşmesi ile getiri ise
    1.İnşaatcılarımız-toki ortak girişimcilerinin stok daireleri satabilmeleri..ekonomi dönme hızına takviye..
    2.Maliyetlerin azalması toplamda %1-2 arasında(zaten maliyetin icindeki faiz payı %5-10 galiba)

    Tabii bu analizi yapmadan cevab sanki belli...AMA birileri bunu yapmalı çünkü bu laf kalabalıgı-havada tartışmalar
    beni ve herkesi bıktırdı galiba...?.

    tekrar teşekkürler


    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bunu bir çalışalım haklısınız. Pek çok kez parça parça bir yerlerde yazdık çizdik ama toplu olarak ve analitik bir yazı gerekiyor.
      Teşekkürler.

      Sil
    2. Sizi yoruyoruz ama ...elinize-aklınıza saglık...
      Az önce Sn Cumhurbaşkanı rakkam verdi- 1 puan faizin türkiye ye kaybı - 2.5 milyar usd dedi.(herhalde yıllık).ayrıca "faiz lobisi" tehdidi oldugunu..USA-avrupa-japonya gibi faizlerin çok aşagı düşmesi gerek "dedi..yani Brezilya-Rusya- Filipinler-meksika degil de bu negatif faiz verenleri karşılaştırdı Türkiye ile??..Yahu ben de arzu ederim ama elma-armut karşılaştırması pek bilimsel görünmüyor bana...
      Ama demek ki kendisine birisi hesap yapıp vermiş-2.5 milyar usd diye..1 puan faiz fazla olursa
      Kolay gelsin...acaba örnek varmı böyle bir analiz yapılmış mı?
      iyi hafta sonu dilerim

      Sil
    3. Kimse konuşmasa faiz düşüyor. Sussak böyle bir kayıp olmayacak ayrıca.

      Sil
  66. Hocam ortadoguda isidin muze ziyaretine ne diyorsunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnancın yanlış yönlendirilmesinin, bilimden uzak eğitimin sonucu. Adeta yukarıda yazdıklarımızın bir özeti.

      Sil
  67. Hocam nezdinizde yanlış anlaşılmasın öncelikle onu belirteyim, ancak dünyada bilim kisvesi altında ateizme doğru bir yönlendirme olduğunu düşünüyorum...

    Madem bu din ile bilim arada bir arada olmuyormuş, tarih boyunca bütün buluşlar neden hep inançlı bilim adamlarından çıkmış...

    Newton, Tesla, Einstein... Bu adamlar matematik, fizik, elektrik alanlarında yaptıkları buluşlarla dünyanın çehresini, bugünkü teknolojinin alt yapısını hazırladılar... Bu insanlar dinin bilime engel olduğunu fark edememiş de, son 50 yıldır sözüm ona bu adamların ürettikleri fikirlerin 1000'de 1'ini üretememiş bilim adamları mı fark etmiş?

    Saygılar&Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu adamların dindar olduğu kadar olmadığı yönünde de kanıtlar ve iddialar var. Herkes olayı görmek istediği pencereden görüyor.

      Sil
    2. Newton'un dindar bir bilim adamı olduğu herkesçe biliniyor...

      Einstein'ın direk kendi sözü var "Ateist değilim." şeklinde...

      Tesla'nın da babası papaz ve tarihin en dindar bilim adamı olarak gösteriliyor...

      Sil
  68. Hem dinine sahip çıkıp, hem de gelişen ülkelerde var.

    Hem de ortadoğuda...

    Kim mi?

    İsrail.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Burada tartıştığımız konu gelişmişlik değil bilim.

      Sil
    2. Hocam bilim olmadan gelişmişlik olabilir mi? İsrail'deki teknoloji kimde var? Adamlar savunma ve yazılım konusunda uçmuş durumdalar, ABD ile kafa kafayalar.

      Sil
  69. Sayın Hocam,

    Yazıyı tekrar okudum ve sorunuza cevaben görüşümü bildireyim.

    Bana kalırsa yazıda eksik olan noktalardan biri de şu: Ekonomik görünümümüzde kısa zamanda gerçekleşen iyileşmelerin hepsinin uzun vadede geçici olduğu ve hepsinin dış etkilerden kaynaklandığıdır. Temel sağlam olmadığı sürece kısa zamanda iyileşme olabileceği gibi kısa zamanda işlerin tam tersine dönebileceği, gelecek etkilerin uzun vadede nötr olacağı kabuluyle esas olanın temel olduğu bence önemli bir vurgu olurdu.

    Kökü olmayan bir yaprak gibi küresel ekonominin en ufak rüzgarına tabi ekonomimizde, ekonomi yönetimi olarak hiçbir şey yapmasak bile şu anki ile aynı noktada olacağımızı, üstüne yönetim masraflarından kaçınmamızın kar kalacağını düşünüyorum.

    Selamlar

    YanıtlaSil
  70. bilim ile din ayrıldığı vakit: sadece din insanı geriye ,sadece bilim insanı ateizme götürür....aliya izeet begoviç....yazılarınıza hak vermekteyim hocam..ancak bu yazınızda bazı noktaları kendimce yanlış gördüğümü belirtmek isterim.ben bilim ile dini herdaim aklında yer aldıran.olaylar ve durumlarda terazi hassaslığında orantılamalarını yapmaya gayret eden,yöntemlerini her ikisinden de almaya çalışan bir kulum:) bazen vicdan da işin işine girmekte ...olsun..her bilim insanında ve din adamında da yokmudur vicdan..selametle kalın...ilgiyle izlenmekte,ve kurumumdaki ekonomi ve iktisat alanında atan tutan arkadaşlarıma sizden aldığım bilgiler üzerinden tavsiyelerimle hayranlarınız arttırılmaktadır...:) eyvallah.

    YanıtlaSil
  71. Teşekkürler.
    Sizin çizdiğiniz çerçevede kimsenin bu ikilinin bir arada olmasına itirazı olmaz. Şikayetimiz yanlış yorumlarla insanların aklını karıştıran, onları bilimden uzaklaştıranlardandır.

    YanıtlaSil
  72. hocam yazılarınız için teşekkür ederim.gerçektende yazınızda bahsettiğniz gibi din ve bilim arasında ki dengeyi kurmak önemli fakat hiçde kolay değil.ülkemizde hergelen yönetim (HÜKÜMET) her gelen görüş kendinden olmayanı farklı olanı farklı düşüneni ezmeye yok etmeye çalışmış kendi varlığı için bi tehtit olarak görmüştür ve bu işleyiş gelecek için kendisine düşman bi kesim yaratmış ve sıra bana gelirse görürüsün sen diyen kişiler oluşturmuştur.bu kısır döngü halinde halen devam etmektedir.yani bizim aydın dediğimiz kesimin iktidara gelmesi arzu edilendir ama emin olun gelen bu insanlarda bilimle uğraşmak ülke geleceğine katkıda bulunmak yerine diğer kesimin inançlarını özgürce yaşamaması için elinden gelen kısıtlamayı yapacaktır.ben çok umutlu değilim anlayacağınız..

    YanıtlaSil
  73. hocam merhabalar,

    öncelikle size en derin teşekkürlerimi sunuyorum paylaşımlarınız için,

    benim söylemek istediğim şey şu ki zaten vatandaşlarına temel düzeyde ekonomi eğitimi verilmeyen bir ülkede yaşıyoruz, şimdi çoğu insan "faiz enflasyonun sebebidir "diye bilecek. Merkez Bankası ne zaman faiz arttırsa hemen enflasyon bekleyecekler, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Expectationların etkilenecek olması nasıl bir etki yaratacak sizce ekonomide ?

    YanıtlaSil
  74. Bilimin Engelleri

    Evet katılırım dinin, daha doğrusu din algısının bilimsel gelişmelere engel olduğuna ve olabileceğine... Amenna, tamam da... Kendine bilimselliği, evrenselliği, nesnelliği ve bilimselliği düstur edinen ülkemin bilim insanlarına da bakmak gerek. Yığınlarca bilim insanı etiketli hoca mevcut. Tamamına yakını "mütercimlik" ve "ideologluk" yapıyor. Özellikle sosyal bilimler alanında öğrencilere kitap satmak, sınav kitapları hazırlamak, yönetim kurulu üyelikleri kapmak, paralı projeler hazırlamak, ek ders ücreti almak peşindeler... Var mı bir tane teori sahibi profesör. Etraf Parafesör'den geçilmiyor. Ne dersiniz, bu durumda laiklikte bilimin engellerinden biri mi sayılmalı?

    YanıtlaSil
  75. Hocam einstein'ın görelilik kuramına göre galilei ve kilise eşit haklılıkta :)

    https://www.youtube.com/watch?v=ev9zrt__lec

    YanıtlaSil
  76. Değerli Hocam inanç denmesi yanlış değil mi? İslam bilime karşı değil bizzat hakiki bilimi ortaya koymuştur? Endülüs, Osmnanlı yükseliş dönemi FATİH SULTAN MEHMET vb.hep örnektir. Peygamberimiz ilim çinde bile olsa alınız buyurmuşlardır. Takdir edersinizki kasıt dini bilgi olmaz çünkü dini bilgi mekkede, o dönemde. Mimar sinan güzel bir örnektir, Akşemseddin vb. çok sayıda örenek vermek mümkündür. Muhterem hocam burada İslam inancı değil onu yanlış yorumlayan ve Allahın Peygaberin emirlerini yerine geitrmeyenler ÇARPITANLAR suçludur. YÜCE DİNİMİZ DEĞİL O NU HAKİKİ MANADA YAŞAMAYAN bizler veya yanlış yaşayan ilim düşmanları suçludur. Kanaatimce böyle ifade etmek daha uygundur Muhterem Hocam. Yanlış bir ifade kullanmışsam affınıza. Hürmet ve sevgilerimle. Yusuf Öncül

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı