Ekonomi Politikasıyla İlgili Faizler

Aşağıda önce tablolar halinde ekonomi politikasıyla faizlerin tanımlayacak sonra da bunların 8 Mayıs 2015 itibariyle geçerli oranlarını, sonra da bu faizlerin dayanaklarını ve kurum ve kişiler arasındaki ilişkilerdeki yerlerini şematize ederek sunacağım.  


                  MERKEZ
 BANKASI

Gecelik Fonlama Faizi MB’nin her gece bankalardan aldığı borç veya onlara verdiği borç karşılığında uyguladığı faiz oranları.  


Politika Faizi
MB’nin haftalık repo ihalesi açarak bankalara verdiği borca uyguladığı faiz oranı.
Reeskont Faizi Bankaların ellerindeki iskonto edilmiş senetleri MB’ye devrettiklerinde MB’nin uyguladığı faiz.
Geç Likidite Penceresi Fonlama Faizi Bankaların saat 16’dan 17’ye kadar borçlanmak için MB’ye gitmesi halinde MB’nin uyguladığı faiz.



BANKALAR

Mevduat Faizi
Bankanın topladığı mevduat için ödediği faiz. Farklı para çeşitlerine göre farklı mevduat faizleri uygulanıyor.
Kredi Faizi
Bankanın kişi veya şirketlere verdiği krediye uyguladığı faiz. Krediye konu olan para türüne göre uygulanan faiz oranı değişiyor.
Dış Kredi (Mevduat) Faizi Başka banka ya da finansman sağlayıcılardan alınan kredi ya da sendikasyon kredisi için ilgili kurumlara ödenen faiz.


               HAZİNE

İç Borçlanma Faizi
Tahvil – Bono Faizi. Hazine’nin iç borçlanma amacıyla çıkardığı DİBS’lerin faizi.
Dış Borçlanma Faizi Hazine’nin dış borçlanma amacıyla çıkardığı tahvillerin faizi.
Gösterge Faiz
Hazinenin iç borçlanma amacıyla çıkardığı tahvillerden itfa tarihine 2 yıl kalmış olanların piyasada en çok işlem göreninin faizi.


Faizin Çeşidi
8 Mayıs 2015 İtibariyle Oranı (%)
TCMB Gecelik fonlama faizi (TCMB’ye borç verme faizi)
7,25
TCMB Gecelik fonlama faizi (TCMB’den borç alma faizi)
10,75
TCMB Politika faizi (TCMB haftalık repo ihalesiyle borç verme faizi)
7,50
TCMB Reeskont faizi
9,00 – 10,50
TCMB Geç likidite penceresi (TCMB’ye borç verme faizi)
0,0
TCMB Geç likidite penceresi (TCMB’den borç alma faizi)
12,25
Bankaların mevduat faizi (yıllık, ortalama)
10,00
Bankaların kredi faizi (yıllık, ortalama)
15,00 -20,00
Bankaların dışarıdan aldıkları kredinin faizi (yıllık, ortalama, Euribor +)
0,1706
Hazine iç borçlanma faizi (yıllık, ortalama)
8,2
Hazine dış borçlanma faizi (yıllık, ortalama, USD)
4,95
Gösterge faiz (2 yıl vade kalmış tahvil için ortalama)
10,0


Not:
(1) Bu şemada sadece ekonomi politikasıyla ilgili faiz ilişkileri ele alınmıştır. O çerçevede örneğin satıcı kredileri, reel sektörün tahvilleri ve DİBS’lerin ikinci el satışları (ki bunlarda gösterge faiz olan yüzde 10 geçerli) şemaya dahil edilmemiştir.
(2) Şemada yer alan faiz oranları Mayıs 2015 (ilk hafta) için geçerli faiz oranlarını yansıtıyor. Faizler değiştikçe bu tabloya yansıtılırsa tablo geçerliliğini korumaya devam edecektir.  

Yorumlar

  1. Elinize sağlık hocam güzel ve güncel bilgileriniz için

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hocam, faiz koridoru ve efektif faiz ne demek yazabilir misiniz? Simdiden teşekkürler

      Sil
  2. Hocam ellerimize sağlık çok açıklayıcı olmuş. Sizin sayenizde bilgi birikimimiz yorum gücümüz artıyor. Çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık üstad. Enerjiniz bizim için harika bir örnek. Hayırlı bir haftasonu dileğiyle.

    YanıtlaSil
  4. Hocam faiz koridorunun alt ve üst bandı hangisi oluyor ? Belirtirseniz sevinirim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şemada TCMB nin borç verenler tarafındaki gecelik borç verme faizi (10,75) ile borç alanlar tarafındaki gecelik borç verme faizi (7,25) aralığına faiz koridoru deniyor. Koridorun üst limiti % 10,75 altı ise % 7,25. Bu 10,75'lik üst limite TCMB marjinal fonlama oranı adını veriyor.

      Sil
  5. Hocam emeğinize sağlık teşekkürler.

    YanıtlaSil
  6. Hocam ellerinize saglik. Sema seklinde anlatim hem basit hemde etkili olmus.

    "Merkez Bankası, bankaların dolar karşılığında tutulan zorunlu karşılıklarına, rezerv opsiyonlarına ve serbest hesaplara faiz ödenmeye başlanacağını duyurdu." haberi vardi gecen hafta gazetelerde. Bu semada hangi bolume giriyor açiklayabilir misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O bu şemada yok. Çünkü o faizle ilgili değil zorunlu karşılıklarla ilgili bir uygulama.

      Sil
  7. Hocam size sevgim ve saygım çok fazla. Beni yanlış anlamazsınız umarım. Ben yurt dışına bakıyorum. Nobel ödüllü ekonomistler tıpkı sizin gibi popüler mecralarda gayet akademisyen olmayanların anlayacağı yazılar yazıyorlar. Koca ülkede sizden başka doğru düzgün yazar yok. Ya borsa yorumluyorlar, ya da siyasi kulis haberleri. Diğer beğendiğim Güngör Uras, Ege Cansen hepsi eski kuşak. Siz de çok yeni sayılmazsınız. Ki üçünüz de eski bürokrat . Bizim akademisyenler ne yapar bilmiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deniz Gokce'de var, butun baskilara ragmen Aksam'da yansiz yazmaya calisiyor.

      Sil
    2. "Deniz Gokce'de var." diyen adsız, anlayışınıza ve zekanıza hayran oldum.

      O görevini tamamladı. Dolayısıyla medyatik dönemi bitti. Şimdi beş bin satan bir gazetede "bişeyler" yazıyor. Herhalde sıkıntıdan, "artizliğe" başladı. Reklam filmini görmedin mi?

      Bu blogda insanlar zaman zaman, beğendikleri kitapları öneriyorlar. Bir süre önce okuduğum, o sıralarda dünyada çok satan bir kitap vardı. O aklıma geldi. "Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları" yazarı John Perkins. Okumanızı öneririm.

      Sil
  8. hocam bankaların maliyet unsuru olarak mevduat faizleri %10 ama mevduat sahiplerine %12 stopaj sonrası kalıyor %8,8
    bir de bankaların sene başında ort. ticari kredi faizi %13,1 ort. tüketici kredi faizi %13,7
    en son veriye göre ticari kredi faizi yine %13,1 tüketici kredi faizi ise hemen hemen değişmeyerek %13,8 olmuş
    ancak sene başına göre gösterge faiz 1,5 puan, ort. mevduat faizi ise 0,7 puan artmış
    ya ekonomi gerçekten zayıf, bankalar maliyet artışını yansıtamıyor veya saraydan gelen baskı netice vermiş görünüyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. % 13,1 lik kredi faizi birinci sınıf müşterilerine uyguladığı faiz. O pek değişmez. Ortalaması daha yukarılardadır.

      Sil
  9. Hocam siz bu merkez bankasında başkanlık yaptınız. 21 küsür senedir ntv dahil sizi genelde okur ve takip ve tahlil ederim. Sizin merkez bankasinda olduğunuz yıllarda bir lira para bassaydınız yarın enflasyona yansırdı. Bu yıl emisyon 80 milyardan 95 milyara çıkmış sizin sesiniz çıkmıyor.Eko diyalog'un Maskeli 4 ler'inin (ntv sizin dörtlüye benim tabirim. Yanlış anlamayın sizinle yaşıt sayılırım) nutku tutulmuş. Hepinizi seyrediyorum tık yok. Hani emisyon enflasyon yaratır diyen yok. Bu yıl enflasyon fırlayacak. 95/80= %18 enflasyon olmalı. "Bu merkez bankasına helal olsun%18 olacak enflasyonu %7-8 lerde tutuyor" diyen yok. Makrocu'nuz bile demiyor.
    Emisyon enflasyon yaratmaz mı. Bal gibide yaratır. Niye yaratmıyor. Çünkü GÜVEN...
    Bu hükûmet zaten güvenle enflasyonu burada tutabiliyor.
    Bu hükûmet göreve geldiğinde emisyon 7,5-8 milyar tl. İdi. Şimdi 95 milyar tl. Ne yapmışlar 88 milyar tl. Para basmışlar. Yani %1100. Peki 13 yılda enflasyon ne olmuş. %190 civarında. Yani emisyon 14-15 milyar tl. Olmalı iken. Ee.. Piiyasada enflasyon hariç 80 milyar tl. Fazlalık var. Çiller'in başbakanlığı olsaydı bu esnaf bu iş adamı kısaca bu piyasa bu 80 milyari tl. yi bize enflasyon olarak geri verecekti. İşte bu iktidar bunları görüyor ve durumun sefasını sürüyor yılaaaardır. Bir yılda 15 milyar emisyon artışı %18 enflasyon demek değil mi. İşte bunun bir tek cevabı var o da güven ortamı. Yani bu iktidar hep güven'e dayalı ekonomi yürüttü. Parayı genışlettikçe genişletti.
    Bu geniş para ortamında ne oldu. Bu 80 milyar tl.lik genişleme halka bedava refefah getireceğine borçlu refah getirdi. Yani halk kitleleri yani hane borcu 100 kat arttı. Halbuki hükûmet bu durumu halkı borlandırmadan yapabilirdi. Borçla yapınca satanda borcladı. Nitekim büyük sirketler borç batağında. Bunu herkes görüyor. Özel sektörün kısa vadeli borcunun 180 milyar dolar olduğu söyleniyor.
    Yine Şimdi seçim ekonomisi yürütmüyoruz deniyor. Bu emisyon genişlemesi ne peki. Nerelere veriliyor bu 15 milyar tl. Eskiden olsa yazar veya söylerdiniz. Helal olsun şu merkez bankasına hem durumu iyi idare ediyor hemde kem sözleri sineye çekiyor.
    Hocam sizler ekonomiyi çok iyi bilen insanlarsınız ve toplumun ekonomisine gelecek zararları önceden söyleme yükümlülüğünüz var. Bu hususları Çiller, Demirel, Yılmaz döneminde can acıtarak söyleyip görevinizi yapıyordunuz. Şimdi niye altı pasta top çevirip duruyorsunuz. Gerçekten merak ediyorum.
    Maskeli dörtlerden ses çıkmıyor. Emisyon ve secim ekonomisi bu yılı bize harcatacak haberiniz olsun. Selam, sevgi saygı ile hoşcakalın... Maskeli dörtleri'de çok seviyorum....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.
      Öncelikle bir yanlışı düzelteyim. Hayatımın hiçbir döneminde Merkez Bankasında görev yapmadım. Hazine Müsteşarlığı yaptım ve önerilerimin hayata geçirilemeyeceğini gördüğümde de istifa edip ayrıldım.
      İkinci olarak emisyon artışı bu devirde pek bir anlam ifade etmiyor. Aslı olan M2 para arzı ve paranın dolanım hızının (V) durumu. Orada bir etki yoksa para arzında emisyon artışı büyük etki yaratmıyor.
      Bizdeki enflasyon para arzından değil kur artışından ve o artışa faizle cevap verememekten kaynaklanıyor.
      Söylemeye gelince gördüğüm eksikleri, yanlışları hem buradan hem de tv den söylüyorum. Neredeyse iki yıldır her gün yapısal reform diye diye dikkatleri buraya çekebildiğimi düşünüyorum.
      Bize bu yılı harcatacak olan ne emisyon artışı ne de seçim ekonomisi. Bize bu yılı ve gelecek yılları harcatacak olan şey yapısal reformları yapmamak ve daha da kötüsü eğitim, yargı reformu gibi reformları tam tersine bozacak şekilde yapmak.

      Sil
    2. Hocam, yazılarınız için çok teşekkürler öncelikle. 09 Şubat 2013 tarihli yazınızda M1 para arzının enflasyon yarattığını yazmıştınız. Fikrinizdeki değişimin sebebini öğrenebilmemiz mümkünmüdür? Saygılarımla,

      Sil
  10. hocam diyelim ki türkiyede kişi başına düşen milli gelir 10 bin dolar almanyada ise 40 bin dolar. şimdi almanyada temel gıda maddeleri ya da teknoloji aletleri ya da en basitinden bir ekmek türkiyeye göre 4 kat pahalı mıdır? hep bu durumu merak etmişimdir. eğer türkiyeden 4kat pahalıysa türkiye ile almanya arasında hiçbir fark yok demektir. ya da ortalama sizce kaç pahalıdır gıda maddeleri kira teknoloji aletleri falan aynı örneği türkiye ile abd arasında da yapabilirsek bu sefer kaç çıkar hocam? saygılar hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. şöyle bir örnek verilebilir: Almanya'da sütün litresi 0,75 Euro yani 2,30 TL, Türkiye'den ucuz. bunun en önemli nedeni Almanya'nın süt üretiminin Türkiye'yi neredeyse ikiye katlamasıdır. üstelik Türkiye ile Almanya'nın büyükbaş hayvan sayıları birbirine hemen hemen eşittir. ancak onlarda verimlilik yüksek olduğundan ve dışarıdan kolayca süt ithal edebildiklerinden gelir düzeyleri çok daha yüksek olmasına rağmen süt bizden daha ucuz.
      yukarıdaki gibi verimlilik farkı olan durumlar hariç Almanya'da hemen her şey bizden daha pahalıdır. örneğin tavuk eti ve yumurta üretiminde verimlilik olarak Almanya'dan kötü durumda değiliz. dolayısıyla Almanya'da yumurta ve tavuk eti fiyatı gelir düzeyine bağlı olarak bizden %60-70 daha yüksektir, ama 4 kat fazla değildir.

      Sil
    2. Ben ingiltere'de yasiyorum. Hayir fiyatlar 4 kat daha pahali degil. Fiyatlar ayni veya daha ucus (mesela kirmizi et). Bir tek meyve sebze, o da eger Sili, Guney Afrika, vs. den ithal edilmisse pahali. Ancak alim gucumuz Turkiye insanina gore 4 kat daha yuksek. Kredi ile 400,000 sterlin'lik ev alip 25-30 yilda odeyebiliyoruz. BMW ve Mercedes en cok satan otomobiller arasinda ilk 5'de. Bunun ustune yaz tatilinde Ispanya'ya, Italya'ya, Turkiye'ye gidebiliyoruz ve cocuklarimizi universite'de okutabiliyoruz. Saglik sistemi ve lise sona kadar egitim sistemi tamamen ucretsiz. Ozel okul yok denecek kadar az. Universite fiyatlari sabit ve yillik max 9000 sterlin. Zamaninda iyiki yurt disina cikabilmisim diye sukrediyorum.

      Sil
    3. Bu sorunu çözmenin yolu kişi başına gelire satınalma gücü paritesi hesabıyla bakmak. Bu hesap sizin dediğiniz gibi fiyat farklılıklarını hesaba katarak yapılıyor. Bu blogda yayınlanan şu yazımda bu karşılaştırma var: http://www.mahfiegilmez.com/2015/04/en-buyuk-20-ekonomi-ve-perde-arkas.html
      Buna göre Türkiyenin kişi başına geliri 10.482 USD, Almanyanın ki 47.589 USD. Satınalma gücü paritesine bakarsak Türkiyenin kişi başına geliri 19.610 USD Almanyanınki ise 45.888 USD. Yani 4,5 kat olan fark bu hesapla 2,5 kata düşüyor ama arada hala ciddi fark var.

      Sil
    4. Almanya`da sütün litresi marketlerde 0,59€/litre` ye alinabiliyor. Ben kahvaltilarda sütlü yulaf yerim mesela. Yarim kiloluk yulaf paketi 39 cent. TR`de 4,5 TL yani 1,5€: 4 kat pahali TR. Alim gücü maas/aldiginiz miktar gibi seylere hic girmiyorum bile .Dünya findiginin 75% i Tr`de üretiliyor.Almanya`da findik daha ucuz. Nasil oluyor? Daha onlarca örnek verilebilir.

      Sil
  11. hocam s@poors ne demek istedi,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. TCMB'na bu kadar karışırsanız işler kötüye gidecek dedi.

      Sil
  12. Çok güzel bir yazı elinize sağlık. Hocam MB'nin faiz silahları içinde politika faizinin önemi nedir ki tartışmalar hep onun üzerinden yapılıyor. Bir de bu oranlar enflasyonu ihtiva ediyor mu? Yabancı yatırımcı sadece bu oranlara bakarak mı parasını ülkemize getiriyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Politika faizi önemli bir gösterge. MB, haftalık borç vermek istediğinde bu devreye giriyor. Ama son dönemde MB haftalık yerine gecelik borç vermeyi tercih ediyor ve o daha önemli hale geliyor. Dünyada politika faizi hep karşılaştırmalara örnek alındığı için önemli.
      Bu oranlar nominal yani enflasyondan arındırılmamış oranlar. Örneğin politika faizi % 7,5 dediğimizde enflasyonu vs içinde.
      Yabancı yatırımcı bu orana bakarak gelmiyor. Onlar asıl olarak gösterge faize ve bankaların mevduata verdiği faize bakıyor. Ama bu faiz bankaların maliyetini etkilediği için onların vereceği faizi de dolaylı olarak etkiliyor. Yabancılar onun için bu faize bakıyor. Bir de bu faiz enflasyonla mücadelenin nasıl yapıldığını gösteriyor. Onun için bu faize bakıyorlar.

      Sil
  13. şu sıralar 3-6 aylık vadeli mevduatın faizi 1 yıllık mevduatın faizinden 0,5 puan kadar daha fazla. bunu bankaların kısa vadeli faizlerde yakın zamanda indirim olmasını bekledikleri şeklinde yorumlayabilir miyiz? eğer böyleyse muhtemelen 7 Haziran sonrası siyasi belirsizlik ortadan kalkar diye düşünüyorlar. ama anketlere baktığımızda AKP %42-44 MHP %17-18 HDP ise barajın üstü görünüyor. bu durumda AKP tek başına iktidar olamıyor. veya AKP tek başına iktidar olamasa bile HDP dışarıdan azınlık hükümetine destek verir diye yorumluyorlar. siz ne dersiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediğiniz oranlar yeni değil bankalar genellikle kısa vadeye daha yüksek faiz veriyorlar. Çünkü uzun vadeli mevduat yapan zaten pek yok. Mevduatın vade ortalaması 1,5 ay. Yani pek seçimle ilgisi yok bu oranların.

      Sil
    2. geçmiş dataya baktığımda faiz artışlarının hemen öncesinde genellikle 1 yıl vadeli mevduata 3-6 ay vadeli mevduattan daha fazla faiz verdikleri görülüyor. faiz indirimleri öncesi de tam tersi olmuş. bu durum dikkat çektiği için sormuştum. teşekkürler.

      Sil
  14. İngiltere'de Labour Party'nin seçimleri kaybetmesinin en önemli sebeplerinden biri olarak:
    Kısaca ifade edecek olursak, Thomas Piketty'nin sistemize etmeye yeltendiği bir çözüm önerisi de gerekçe olarak gösteriliyor Mahfi Bey.
    (Piketty'nin ismi doğrudan verilmiyor. Ama partinin seçimleri kaybetmeden önce yürüttüğü kampanyaya bakarsanız, Piketty'den sayısız esinlenme görürsünüz.
    Tıpkı bizde CHP'nin, D.Acemoğlu ve J.A.Robinson'ın yazdığı 'Ulusların Düşüşü' kitabından esinlenmeler taşıması gibi.)

    New Statesman dergisinin editörünün kaleme aldığı yazıda şu kısım mühim:

    "Ed Miliband's great obsession is political economy.
    He believes that if you change the economic base of a nation, you change the soul of its people.
    Rent controls, energy price freezes and heavy redistributive taxation were the means by which he believed the State would set about taming the ‘predatory’ forces of capitalism and building the ‘good society’."

    Her ülkenin, her toplumsal dokunun, her kültürün kendine has özellikler tabii ki var.

    Fakat editör gerçek hayata öyle yakın saptamalar yapmış ki; sanki Türkiye'nin de durumunu anlatıyor:

    "By which he meant, Miliband’s cerebral socialism might have been popular among metropolitan liberals but it emphatically did not resonate with the skilled working and lower middle classes in small towns in places such as Essex, Bedfordshire, Kent, Hertfordshire..."

    Mahfi Bey,

    Ülkemizde, muhalefet kanadında kalan partilerin en büyüğünden en küçüğüne, AKP'ye karşı 'ekonomi kartı'nı koz olarak kullandığını, seçim yolunda vaatlerini ekonomi üzerinden kurduklarını her gün izliyoruz.

    Fakat gelin bakın, İngiltere'de de muhalefet kanadı aynı stratejiyi izliyordu; sonuç ne oldu! David Cameron'ın bizzat kendisi bile seçildiğine zor inandı!

    Yukarıda okuduklarınızı ülkemizde hiçbir partiye yan çıkmak maksadıyla aktarmadım. Sadece, muhalefet kanadının izlediği stratejinin 7 Haziran'da hiç de umdukları sonucu veremeyebileceği riskinin her zaman var olduğunu size de hissettirmeye çalıştım!

    Galiba:
    'Metropol şehirler' diye tabir ettiğimiz yerlerde yaşayan vatandaşlarımızın ekonomiyi gündelik hayatlarında yaşayışları, endişeleri ve beklentileri ile,
    'Kırsal' olarak nitelendirdiğimiz yerlerde yaşayan vatandaşlarımızın ekonomiyi gündelik hayatlarında yaşayışları, endişeleri ve beklentileri birbirini tutmayabiliyor!

    Bahsettiğim kategori konseptine karşı çıkanlar;
    Lütfen ilk önce birkaç dakika ne anlatmaya çalıştığımı düşünsün.
    Ve cevap vereceklerse 'endişeler ve beklentiler' kelimelerinin toplumda farklı farklı algılandığını unutmadan cevap versinler.

    Amacım bir tarafı yüceltirken, diğer tarafı yerin dibine sokmak değil.

    'Ekmek parası kazanmak' eyleminin çok derin bir tarihi olduğunu, çelişkileri olduğunu, savaşları/barışları olduğunu ve hatta aynı aileden kişilerin bile birbirine zıt düşebildiğini unutmayınız!

    Umarım işaret etmeye çalıştığımı görmüşsünüzdür Mahfi Bey?

    Tam metin:
    http://www.dailymail.co.uk/news/article-3074177/Messianic-self-belief-little-clue-real-life-searing-verdict-editor-New-Statesman.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cameron başbakan olmadan önce İngiltere'nin 5 yıllık dönemde ortalama büyüme oranı %0,7 idi. Cameron döneminde %1,7 oldu. Cameron görevi devraldığında işsizlik %8'di. en son %5,5 oldu. tabii ki bu ortamda Cameron tekrar seçilecek. anormal olan çok daha iyi ekonomik koşullara rağmen İşçi partisinin ekonomi odaklı bir program uygulaması. size katılıyorum. yoksa İngiliz ekonomisinde işler iyi gitmeseydi Labour kazanırdı. diyeceksiniz ki seçim öncesi anketler falan filan.. İngiltere, siyasi araştırmalar konusunda pek parlak bir sicile sahip değildir çünkü çok fazla önemsemiyorlar. bizde ise seçim sonucunu doğru bilmek araştırma şirketlerinin namusudur, çoğu titiz bir şekilde seçim anketi yapar çünkü halkın ilgisi çok fazla.
      gelelim bize: 2011 seçimlerinde büyüme %9, işsizlik %8,7 idi. şimdi büyüme son 12 aylık bazda seçim günü muhtemelen %2-2,5 işsizlik ise %10-10,5 gibi gelecek. zaten AKP %50'den %42-43'e indi ki gayet normaldir. büyümenin daha iyi, işsizliğin daha düşük olduğu Mart 2014 seçimlerinde bile %43,4 oy almışlardı. belki bu seçim oylar biraz daha düşer.
      son 6 aydır yapılan anketlere baktığınızda iktidar partisinin oylarındaki düşüşün en önemli nedeni olarak ekonomik büyümede düşüş ve işsizlikteki artış olduğu görülüyor. böyle bir ortamda muhalefet partilerinin ekonomi odaklı bir kampanya yürütmeleri doğaldır. AKP de 2002 seçimlerinden önce ekonomi odaklı bir kampanya yürütmüştü ve verdiği vaatlerin yarısını bir sonraki seçime kadar gerçekleştirememişti. ama ekonomik durum bir önceki seçime kıyasla iyi olduğu için %46,6 oy almıştı.

      Sil
    2. Evet yukarıdaki yorum yanıt benim diyeceklerimi güzel özetlemiş. Cameron İngiltere ekonomisini krizde iyiye götürdü ve sonucu olarak da ödülünü aldı.

      Sil
  15. Hocam CHP nin ekonomi proğramı ile alakalı yazınız yeni okuma fırsatım oldu , izninizle bu konu ile alakalı sorumu yöneltmek istiyorum. Siz Yüksek gelirlilerden Alınacak vergilerin emekli kesime transfer harcaması şeklinde aktarılmasının harcamalar açısından genişletici bir etki yapacağını vurguluyorsunuz sebebini de emekli v.b kesimin harcama eğiliminin geliri yüksek kesime göre daha fazla olmasına. bağlıyorsunuz.
    Ben şunu sormak istiyorum genelde geliri yüksek olan kesim, gerekli harcamalarını yaptıktan sonra parasının geri kalan kısmını finansal kesime, bankalara kanalize eder.doğal olarak geliri yüksek olan kesimler için gelir arttıkça tasarruf oranı da artmaktadır. merak ettiğim nokta eğer geliri yüksek olan kesimden vergi alınarak emeklilere, geliri düşük olan kesime aktarılacak olursa geliri yüksek kesimin harcamalarında eskisine nazaran değişiklik olmasada verdikleri vergilerden dolayı bankalara aktaracağı parada azalma olacaktır. Bu da bankalara gidecek fonların azalmasına, Doğal olarakta faizlerin yüklemesine sebep olarak yatırımları dışlamaz mı? Yada böyle bir etki ortaya çıkmaz mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir ülkede yeterince tüketim yoksa, yani iç talep düşükse (ki Türkiyede böyle olduğunu bütün anketlerden görebiliyoruz) tasarruf yapıp bankaya yatırmanın pek bir yararı olmaz. Çünkü tüketim olmayan yerde üretim artmaz, üretim artmayan yerde de yatırım yapılmaz. O zaman bankada yatan paralar yatırıma dönüşmeden yatar. Bu durumda önce iç talebi canlandırmak gerekir.

      Sil
    2. Hocam iç tüketim düşükse iç tasarruf neden artmıyor?

      Sil
    3. " İç tüketim düşükse iç tasarruf neden artmıyor?", soru bu. Soran her halde Türkiye'de yaşamıyor. Türkiye'den haberi olmadığını varsayarak ona biraz bilgi verelim.

      Türkiye'de on küsur yıldır uygulanan vurgun ,soygun ve talan ekonomisinde, köprü başını tutmuş olanların, onların günlük işlerini yürütmek için ihtiyaç duydukları kişilerin ve kimi rantiyelerin dışındaki insanların, geliri o kadar düşüktür ki, yapabildikleri tüketim çok düşüktür. Tasarruf yapabilmeleri ise tabii ki, söz konusu değildir.

      Nüfusun önemli bir bölümü ise zaten, bu kirli düzeni ayakya tutabilmek için, oy hesaplarıyla ve muktedirlerin keyfine göre, sadaka olarak dağıtılan kamu kaynaklarından paylarına düşen şeylerle hayatta kalmaya çalışıyor.

      Bu vurgun, soygun ve talan ekonomisinin başlangıcında, soyguncuların politik masallarına kanan ve dünyadan habersiz oldukları için, bu yağmadan kendilerine de bir pay düşeceğini sanan kimi yoksullar da, kolayca edinebildikleri kredi kartları ve tüketici kredileriyle, soyguncuların tüketim şenliğine kendi çaplarında katıldılar.

      Sonra da edinebildikleri zavallı tüketim mallarının keyfiyle, oy sandıklarına koşup, vurgun ,soygun ve talan ekonomisine desteklerini sundular.

      Sonra borçlar artıp, birçoğu ödenemez hale gelince, şimdi şaşkın şaşkın ne yapacaklarını düşünüyorlar. Serap kayboldu. Artık o zavallı gelirlerinin bir bölümüyle de, geçici keyiflerinin bedelini, bankalara faiziyle ödemek zorundalar.

      Şimdi anladınız mı efendim, " İç tüketim düşükse, iç tasarruf neden artmıyor?"

      Sil
  16. Hocam ben genel olarak bir sorum olacaktı; eğer devlet borçlanmasını aşırı bir şekilde artırıp bu parayı da bankalara tahvil satarak sağlarsa piyasa faizleri yükselerek crowding out effect denen özel sektörün yatırımlarının dışlanması Gündeme gelecektir deniyor .
    şunu sormak istiyorum ;ilk başta faizlerin yükselmesinden dolayı özel sektörün yatırımları dışlanmış gibi gözüksede devlet daha sonradan piyasadan çektiği parayı harcadığında bu harcamalar Kişilerin gelirini artıracaktır kişilerde ellerine geçen parayı muhtemelen bankaya yatıracakları için bankanın devlete verdiği fonlar tekrardan bankacılık sistemine dönecektir. Eğer dediğim gibi olursa özel sektörün yatırımları dışlanmamış oluyor yanlış mı düşünüyorum yada nereyi eksik düşünüyorum ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediğiniz bir defalık bir borçlanma için doğrudur. Devletin sürekli olarak borçlanmayı artırması halinde cowding out etkisi de süreklilik kazanır.

      Sil
  17. Hocam, merhaba. Aydınlatıcı yazılarınız için size minnettarız. Benim sormak istediğim, gösterge faiz ile tcmb'nin politika faizi arasındaki ilişki. Yani sürekli gösterge faiz yüksek olduğu için tcmb'nin faiz artırması gerektiğini söylüyorsunuz ya, gösterge faizin yüksek seviyelerde olması tcmb'nin zarar etmesine mi neden oluyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gösterge faiz, piyasada tahvil için biçilen faizdir. Asıl olan budur. Bu faiz Türkiye örneğinde şu aralar kura duyarlıdır. Bu faiz artıyorsa o zaman kurda bir sorun var demektir. Bu durumda TCMB'nin faizi artırarak kur artışını frenlemesi halinde gösterge faiz de düşer.

      Sil
  18. Sayın hocam,
    Enflasyonun düşürülüp reel faizlerin yükseltilmesinden şunu mu anlamalıyım? [Merkez bankası faizlerde değişiklik yapmadı diyelim. bu esnada enflasyonda kendiliğinden aşağı geldi diyelim. Akabinde de yatırımcının yatırımı alacağı faiz enflasyona ezilmeden edeceği kara reel faiz mi deniyor.)
    1 bu günkü tabloda reel faiz varmıdır?
    2 bu günkü tabloya göre enflasyon kendiliğinden düşebilir mi?
    3 önümüzdeki günler enflasyonun dahada artaçağı bir şürecemi giriyoruz.
    teşekkürler İbrahim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nominal faizden (yani bankaların verdiği faiz) bir yıl sonra oluşacağı tahmin edilen enflasyonu düşerseniz reel faizi bulursunuz. Diyelim ki bugün paranızı bankaya 1 yıllığına yüzde 8 net faizle (stopaj sonrası faiz) yatırdınız. Bir yıl sonra enflasyon yüzde 7,5 olduysa sizin için reel faiz yaklaşık yüzde 0,5 (yarım) olarak gerçekleşmiş demektir.

      (1) Bugünkü tabloda reel faiz olup olmadığını birlikte hesaplayalım. Reel faiz formülü şöyle:

      Reel faiz = (1 + Nominal Faiz) / (1+ Beklenen enflasyon) -1

      Reel faiz = (1,08) / (1,075)- 1 = 0,046 yani yüzde yarım

      (2) Enflasyonun düşmesi için döviz girişinin artması ve TL'nin değer kazanması ve gıda fiyatlarının düşmesi gerekiyor. Bunların olabileceğini düşünüyorsanız cevabı ona göre verin.
      (3) Enflasyonda artış bekliyorum. Benim yılsonu tahminim yüzde 7 idi ama sanırım yüzde 8'in üzerine gidiyoruz.

      Sil
  19. Almanya bir ayda 100 küsur milyar avro ihracat yapmış ve 20 küsur milyar avro cari fazla vermiş!!! İşte gerçek ekonomik mucize budur.

    Biz ise hala iç tüketimi nasıl artırırız peşindeyiz. Ne üretiyoruz ki tüketimi artıralım. Devletin sosyal yardımları olmasa iç piyasa çoktan bitmişti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türkiye'nin GSYH'sı 800 milyar dolar. Mal ve hizmet ithalatı kabaca 300 milyar dolar. Demek ki Türkiye kabaca 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretiyor. Yani öyle göründüğü gibi değil. Türkiye üreten bir ekonomi. Bütün mesele üretiminin kalitesinin ve katma değerinin düşüklüğü.

      Sil
    2. Mahfi Bey, GSYH mız 800 milyar USD. Yani 800 milyar USD lik mal ve hizmet üretiyoruz. GSYH dan mal ve hizmet ithalatı düşülüyor. Esasında Türkiye ekonomisi 1.100 milyar USD lik bir ekonomi, 300 milyar USD mal ve hizmet ithalatını düştüğümüzde 800 milyar USD oluyor. Yanlış değilim değil mi?

      Saygılarımla,

      Sil
  20. Bankalar, mevduat sahibinden %10 faiz ödeme taahhüdüyle aldığı parayı, %15-20 geri ödeme faizi isteyerek ihtiyacı olana kredi olarak veriyor. Üstelik bu işlemi elindeki topladığı toplam mevduatın 10 katı kadar yapabiliyor. Bankacılık sektöründeki rantın bu kadar yüksek olması doğru mudur? Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir? sorularının cevabı işte tam da burada... Alınteri harcamadan kolay kazanılan para...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 2001'de batmışlardı biliyorsunuz.

      Sil
    2. "Üstelik bu işlemi elindeki topladığı toplam mevduatın 10 katı kadar yapabiliyor."

      Berna hanım burada bir eksiklik var, ben de yanılıyor olabilirim. Eğer bu cümleniz doğru olsaydı, Türkiye'deki Kredi/Mevduat oranı 100/10=10 olması gerekirdi. Ama baktığımızda öyle değil. Güncel rakamı bilmiyorum ama arattım temmuz 2014 de bu rakam 1,12. Yani 10 değil, 1,12.

      Basit bir anlatımla
      A bankası 100 TL mevduatın, 10 TL sini MB yatırıyor, 90 TL sini kredi olarak veriyor. A bankası bu işlem haricinde bir 90 TL daha kredi veremez. Verebilmesi için, yeni bir 100 TL mevduat girişinin olması gerekir. Burada sizin anlatmak istediğiniz konu şu aşamada çıkıyor. Krediyi kullanan kişi, aldığı krediyi satıcıya havale ediyor. Satıcı bu parayı yani 90 TL yi mevduat yapıyorsa, banka bu mevduatın karşılık oranını diyelimki %10 MB ye yatırıp, 81 TL yi kredi olarak verebiliyor.

      Aynı şey diyebilirsiniz. Ama cümleniz topladığı mevduatın 10 katını kredi verebilir şeklinde. Sonuca bakalım biz diyebilirsiniz, ama sonuçta aynı değil. İlk aşamada nasıl ki 100 TL için mevduat sahibine faiz ödeyecekse, ikinci aşamada 90 TL için de mevduat sahibine faiz ödeyecektir. Sizinki sanki 100 TL mevduat için bir faiz ödüyor, bunu 1000 TL olarak kredi veriyor. Mevduat faizi %10, Kredi faizi %20 olsun. 200 TL faiz geliri var, 10 TL faiz gideri var diyorsunuz. Banka toplulaştırılmış mali tablolarına bakın böyle bir oran var mı?

      Bankaları savunacağım hiç aklıma gelmemişti:)

      Saygılarımla,
      TÇ.

      Sil
    3. Soru işaretinin çok köklü bir geçmişi var!

      Buyurunuz; dünyanın 1 numaralı kapitalist ülkesinden gelen uyarı:

      “...
      ‘Bankacılık’ denen sistem tamamıyla yoldan çıkmış bir sistemdir.
      Bu sistemi, tüm kurumlarımızda ve tüzüklerimizde izi kalmış bir tür ‘leke’ olarak değerlendiriyorum.
      Eğer boğazlarına kadar yolsuzluğa batmış kumarbazlar tarafından çok uzun zamandır darbe yiyen bu sistemi temizlemezsek, sistem olağan akışı içinde kendi kendini yok edecek;
      Ve hattâ şu anda insanlarımızın kazanımlarını ve morallerini bu akış içinde silip süpürmeye devam ediyor.

      ‘Finanse etmek’ veya ‘kaynak yaratmak’ dediğimiz şeyi kendi çapımda değerlendirdiğimde;
      Bir kuşağın çok büyük bir bölümünün altına imza attıkları bir borçtan kurtarılması, durumuna ulaşıyorum.
      Kainatı yaratan gücün koyduğu kurallara göre; her kuşak eşit şartlarda dünyaya gelir.
      Bu gücün insanların hayatlarını sürdürebilmesi için yarattığı yeryüzündeki her varlığı özgürce kullanabilmeleri ile ilgili;
      Nasıl ki kendilerinden önceki kuşaklar borçsuz geldiler ve borçsuz gittilerse,
      Aynen onlar gibi şimdiki kuşakta bu dünyada bir kiracıdır, sonucuna ulaşıyorum.

      Ve sizinle aynı fikirde olduğumu tüm içtenliğimle bildiririm:
      ‘BANKA’NIN BİZZAT KENDİSİ VE BUNLA İLİŞKİLİ HER KURUM;
      DÜZENLİ ORDULARDAN DAHA TEHLİKELİDİR!
      ‘Finanse etmek’ sözü ile gerçek anlamı perdelenen durum:
      ‘Para harcama prensibi’ ile şimdiden tüketilen kaynağı gelecek kuşakların sırtına bir ‘borç’ olarak yüklemekten,
      İstikbalimizde dolandırıcılık yapmaktan başka bir şey değildir!
      ...”

      Thomas Jefferson
      ABD 3. Başkanı
      &
      “Bağımsızlık Bildirgesi”nin temel yazarı

      ( Yukarıda okumuş olduğunuz alıntı;
      28 Mayıs 1816’da
      Dönemin Virginia senatörü John Taylor’un, artık emekli olan Jefferson’a gönderdiği mektupta;
      Genel manâda “bankacılık” (ve özelde ise “merkez bankası”) üzerine sorduğu soru üzerine Jefferson’ın verdiği cevaptır!
      Cevabın İngilizce aslını şu adresten öğrenebilirsiniz:
      http://oll.libertyfund.org/quotes/187 )

      Sil
    4. Bu soru Berna hanım ve Mahfi bey,e bankaların mevduatları düşük faizle toplayıp yüksek faiz le satmalarından
      1 bankaların gerçekten rant elde ettiklerini mi anlamalıyım? yada bankalar ileriye dönük risk gördüklerinden aradaki bu faiz farkına risk pirimi mi demeliyiz? gerçekten bilmiyorum hangisi doğru?
      2 ilerleyen aylar ve yıllar açısından baktığım da, T.L nın dahada değer kaybedeceği düşüncem sizce doğrumu dur yanlışmıdır? gösterdiginiz ilgiye vermiş oldugunuz emege teşekkür ederim ibrahim.

      Sil
    5. Thomas Jefferson'ın her konuda haklı olabileceği gibi bir varsayım yaptığınızı anlıyorum. Bu varsayım doğru olmayabilir. Thomas Jefferson önemli bir adamdır ama bu onu, her dediğinde haklı kılmaz.

      Sil
    6. Hocam yeterince ekonomi bilgim olmadığından vermiş olduğunuz cevaptanda fazla birşey anlayamadım. anlayamasamda ilginize teşekkür ederim. ibrahim.

      Sil
    7. Tabii ki Thomas Jefferson her konuda haklı değil.

      Mesela, prensip olarak devlet mekanizmasının (ABD özelinde 'federal mekanizma'nın) olabildiğince küçük kalmasını savunmuş, ama uygulamalarına baktığımızda federal mekanizmanın gitgide büyümesine devasa tohumlar atmış belki de ilk başkan!

      G.Washington ve J.Adams; yeni kurulan devletin hem içeride, hem dışarıda sağlam zemine basması için mücadele etmişken (ki bu iki başkanın 'The Federalist Party' taraftarı olduğunu biliyoruz),
      Jefferson 'devletçi'likten daha çok 'liberal' bir dünya görüşüne sahip olmasına rağmen, federal mekanizmayı büyüttü! Bunun farkında mıydı, değil miydi; ABD de hala tartışılıyor!

      Fakat 'banka' konusunda ('merkez bankaları'da dahil) yukarıdaki açıklaması doğru!

      Geçen yıllar içinde 'işlediği sanılan sistemin' üzerine toz kondurmamak için,
      Veya 'peki karşı olduğunuz şeyin yerine siz ne sunuyorsunuz? Sunamıyorsanız, bırakın da o sistem ağır aksak da olsa işlesin!' düşüncesi yaygın olduğundan;
      Jefferson'un bu uyarısını hatalı bulmak anlaşılır!

      Sil
    8. Bankaların durumu elma üreticisinin durumundan farklı değil. 50 Kuruşa mal ediyorsa 60 kuruşa satıyor. Aradaki fark da kârı. Banka da 10 TL'ye topluyor 14 T'ye satıyor. Aradaki 4 TL'nin içinde personel masrafları vb ve ayrıca kârı var.

      Sil
    9. Herkes kendi deneyimine göre yargılara sahiptir. Atatürk ve arkadaşları için de dış borçlanma en kötü şeydi. Çünkü onlar Osmanlı'nın Düyun-u Umumiye borçlarını üstlenmek zorunda kalmışlar ve bu ülke o borçları 1954'e kadar ödemişti.
      Bankaları doğru dürüst örgütleyip denetlerseniz işinize yarar.

      Sil
    10. Jefferson da işte buraya parmak basıyor: Uyarıyı 1816'da yapmış! Yani Atatürk ve arkadaşlarının düşüncelerinden yıllar önce! Düyun-u Umumiye isimli kanserin 'D'si daha ortalıkta yokken!

      Bir sistemin bozulmaya yüz tuttuğunu (belki de bir emekli devlet başkanı olmanın getirdiği sorumlulukta dahil edilebilir) 1816'da öngörmüş ve temizlenmesi yönünde uyarıda bulunmuş: "Eğer boğazlarına kadar yolsuzluğa batmış kumarbazlar tarafından çok uzun zamandır darbe yiyen bu sistemi temizlemezsek, sistem olağan akışı içinde kendi kendini yok edecek..."

      Ve hatta temizlenmediği müddetçe "düzenli ordulardan daha tehlikeli olduğunu" bile öngörmüş! Doğru mu? Evet, doğru!

      Peki:
      Temizlenmiş mi?
      Hayır, temizlenmemiş!

      1832'de ABD 7. Başkanı Andrew Jackson da (Jefferson'ın uyarısı çizgisinde ilerleyerek) önüne gelen, ABD'nin ikinci merkez bankası ile ilgili yasayı (aslında bir tür charter'ın uzatılması için başkanın onayı gerekliymiş) veto etmiş. Vetoyla kalmamış, 'bankacılar hizbinin' ülkenin belini kırmaması için dişe diş kavga bile etmiş!

      Peki:
      Temizlenmiş mi?
      Hayır, temizlenmemiş!

      Aynı uyarı çizgisinin devamını bu kez ABD 26. Başkanı (başkanlık süresi dolduktan sonra) Theodore Roosevelt getirmiş. 1912'de 'Progressive Party' isimli kısa ömürlü bir parti kurmuş. Bu partiyle başkanlık yarışına bir kez daha girmeyi denemiş. Parti programında; 1907'deki panikle (meşhur 'Knickerbocker krizi') başedebilmek için çıkarılmış Aldrich-Vreeland yasasına ve (1909) Aldrich kambiyo & gümrük düzenlemelerine karşı olduklarını dile getirmiş, özellikle 'Wall Street grubu'nun ülke genelinde tahakkümünü gittikçe artırdığı uyarısını ısrarla yapmış!

      (7 Ağustos 1912'deki parti programını inceleyebilirsiniz:
      http://www.pbs.org/wgbh/americanexperience/features/primary-resources/tr-progressive/)

      Üstüne üstlük Roosevelt keskin bir Cumhuriyetçi Parti (Grand Old Party) üyesi olmasına rağmen bahsedilen yasaları kaldıracağı veya değiştireceği vaadini vermiş! Şimdiki GOP'çularla arasında uçurum var! (1912'de seçilemedi.)

      ABD 28. Başkanı Woodrow Wilson döneminde ise FED'in tam manasıyla yasal bir çerçeveye oturtulduğunu ve aynı sistemin günümüzde devam ettiğini siz hepimizden iyi biliyorsunuz!

      Peki:
      Sistem temizlenmiş mi?
      Hayır, temizlenmemiş!
      Ölümcül sistem sadece yasal güvence altına alınmış o kadar!

      Bugün hem ABD'de, hem dünya genelinde bankaların hayatımızdaki yerini ve fonksiyonlarını çok iyi biliyoruz!

      Temizlenmesini hala bekliyor muyuz?
      Evet, bekliyoruz!

      Peki inatla temizlemezlerse ne olacak?
      İşte o zaman neler olacağını bu satırların yazarı bile tasavvur edemez!

      Sil
    11. ABD'nin kuruluş sürecinde görev alan insanlar, Avrupa deneyiminden kaşmakta idiler. Savundukları Cumhuriyetçi (Republican) yaklaşımın ardında bu vardır. Bankacılığa, avukatlık mesleğine (esquire statüsünde) ve hatta düzenli orduya da karşı idiler. Bir dönemi anlamak için kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekli. Jefferson'a bakacak olursak orduyu da tasfiye edip halkı milis statüsüne dönüştürmek gerekli.

      Öte yandan yere göğe "insanlar eşittir" yazan Jefferson hazretlerinin bir köle sahibi olduğunu ve hatta zenci kölesi bir kadından gayrımeşru çocukları olduğunu ve Beyaz Saray inşaatında köleleri çalıştırdığını da unutmayalım. Zamanının bankacılarından deli gibi korkan Jefferson, tarihte çok tartışmalı bir karakterdir. Zamanın merkez bankalarının nasıl çalıştığına da bakmak gerek tam anlamak için.

      İ.İ.

      Sil
    12. Sayın İ.İ.,

      Mesele sadece Jefferson'ın tartışmalı bir kişiliğe sahip olması değil.

      Saat: 23:40'da yazılan cevabı bir kez daha değerlendirmenizi tavsiye ederim!

      Sil
    13. 23:40 mesajınıza baktım ve sayın Eğilmez'in vermiş olduğu cevap dahil olmak üzere bazı şeyleri kaçırmış olduğunuzu düşünüyorum. Burada Jefferson'un aynı şeyleri tekrar söylemiş olması dışında bir nokta eklenmemiş. Yani bir tartışma "öyle" ve "hayır öyle değil" kutupları arasında gidip gelerek yapılmaz. "Neden" öyle ya da değil konusunda ortaya bir şey koymadan tarihten seçicilik yaparak bankaları kötülemiş insanlardan bir teori çıkmaz (bu insanlar eleştirilerinin bir kısmında haklı olsalar bile.) Daha önce söylediğim gibi, o zamanın bankacıları daha çok "laissez-faire" anlayışı dahilinde dizginsiz faizcilik (usury) ve manipülasyon yapmakta idiler. Soylu olmadıkları için geleneksel aristokrasiye dahil olamayan bir zümre, ticaret ile başladıkları ve para alım satımı ile devam ettirdikleri bir kuşak ortaya çıkarıp zamanla aristokrasiyi kendilerine muhtaç edince (bkz. keşifler çağı ve merkantilizm, savaşların finansmanı vb) tüm sistemi fahiş faizlere boğmuşlardı. Fakat, bu hemen her şey için geçerliydi. İnsan alımı satımı yapılan, soykırımın normal bir gerçek olduğu bir dönemin her şeyi insanlık ötesi idi. Yani devlet adamları ve iktidarlar da daha masum değildi.

      Jefferson ve ardından gelen Jackson gibi küçük bir merkezi devlet ve olabildiğince bağımsız çiftçilerden oluşan bir ulus tasarımı öngören bir kuşağı anlamak ancak tarihsel olarak mümkün. Sanayi devrimi buna son verdi çünkü fabrikalar, sanayi, şehirleşme, göç derken hem artık nüfus çiftçi olarak devam edemezdi hem de gelen nüfusun krediye ihtiyacı vardı ve kredisiz ne iş adamı var edebiliyorsunuz ne de artık çiftçi. T. Roosevelt de aynı derecede talihsiz bir örnek olmuş. Bizzat "rough riders" denen silahlı milis gruplarına liderlik ederek başta Küba olmak üzere tüm Orta Amerika'yı nasıl talan ettiklerini incelemenizi öneririm. T. Roosevelt modern Amerikan emperyalizminin kurucusudur; kendi projelerine finansman sağlamakta nazlandıkları için bankacıları sevmemesi günümüze ilişkin ilginç ipuçları verebilir ama bankacılık denen şeytani bir örgüte karşı mücadele vermiş kutsal bir savaşçı falan değil düpedüz işgalcidir. Gittiği her yeri ABD'ye el mahkum hale getiren bir başkandır. Halkın oyları için bankacılara (bkz. faiz lobisi :) ) saldırmış olmasını anlamak zor değil. Kısacası verdiğiniz örneklerin çoğu motivasyon nedeniyle sandığınız gibi bankacılık adlı bir şer odağına karşı mücadele eden kişiler değiller; aksine kendi ahlaki yapıları daha bile sorunlu popülist politikacılar bunlar.

      Atatürk bankacılığa karşı değildi. Orada söylenen, yeni Cumhuriyet için Osmanlı borçlarını devralmış olmanın "dış borç" konusunda bir fobi/önyargı vb ne derseniz, onu yaratmış olmasıdır. Onca banka kuran bir kuşaktan bahsediyoruz. Halkçı idiler ama Marksist anlam sosyalist bir yaklaşımları yoktu ve serbest piyasa ekonomisinin bizzat bankacılık üzerinden kredilendirme ile çalışacağının farkında idiler. Banka ve kredi, doğaları gereği kötü şeyler değiller. Siz ne olmalarını isterseniz onlar o hale gelir. İster sizi vezir ederler ister rezil. Karar sizin.

      Saygılar

      İ.İ.

      Sil
    14. Daha uç bir örnek vereyim sayın İ.İ.:

      Joseph Goebbels, 'Nazizm'in mimarlarındandır. Ve hatta Hitler'den sonra ikinci adam gözüyle bakılmıştır!

      Goebbels bir cellat olmasına rağmen;
      'Propaganda nasıl yapılır?' sorusuna cevaplar aranırken bugün, o meşhur 'İşletme Fakülteleri'nde ve hatta 'Master of Business Administration'larda Goebbels'den örnekler vererek de anlatılır!

      'Yiğidi öldür ama hakkını ver.' derler! Goebbels gibi bir cellatla 'yiğit' kelimesini yan yana getirmek için herhalde akıl hastası olmamız gerekir! Fakat gelin görün ki; propaganda konusu ile ilgili bu cellattan da referans almaya devam ediyoruz!

      Mesele'nin sadece Jefferson'ın kişiliğini, siyaset arenasında yaptıklarını, ne kadar korkak veya ne kadar cesur olduğunu ve benzeri konuları saklamak değil; ki sorgulanmaya devam edilmeli!

      (Mesela 'düzenli ordu ve zorunlu askerlik' kavramlarının mimarlarından biri Jean-Jacques Rousseau'dur. Fakat gelin görün ki; geçen yıllar içinde 'düzenli ordu' ileri safhalara gelmiştir, ama 'zorunlu askerlik' denen kavram hiç de Rousseau'nun yaptığı saptamalar çerçevesinde ilerlememiştir!

      Rousseau'nun 'zorunlu askerlik'i savunmasınaki temel dayanak; eğer bir halk ihtilali ile bir ülkede yeni bir rejim kurulursa, bu rejimi hem iç hem dış tehditlere karşı korumak için halkı dinamik tutmak gerekir, bu nedenle askerlik zorunlu olmalıdır, saptaması idi!

      Bugün birçok ülkede 'zorunlu askerlik'in kaldırıldığını da hatırlayınız!)

      Mesele: 1816'da yapılan uyarının önemini asla unutturmamaktır!

      Sil
    15. "Bankaları doğru dürüst örgütleyip denetlerseniz işinize yarar" demişsiniz ama bankalar doğası gereği gelecek dönemlerdeki talebin öne alınmasını sağlayan kuruluşlardır. bizde de 2001'den bu yana öyle oldu. banka dışı özel sektör ve hane halkı borcunun GSYH'ye oranı 2001'de %25'ti, en son %90 oldu. ve ilerleyen yıllarda daha da artacak. artmasıyla birlikte kredi genişlemesinin neden olduğu halihazırdaki varlık balonları daha da şişecek. gün gelecek ekonomi borç taşıma kapasitesine ulaşınca (süper güç dediğimiz ve rezerv paraya sahip ABD ekonomisinin bile bir borç taşıma kapasitesi var. bkz. 2008 krizi) bu balonlar sönecek, banka bilançoları tarumar olacak ve geçmiş yıllarda ortalamanın üzerinde karlar elde eden bankaların yöneticileri siyasilere "bakın bize destek olun, yoksa öyle bir finansal kriz çıkar ki iktidarı bir daha ancak rüyanızda görürsünüz" diyecekler. ve kamunun fonları o bankalara muhtemelen bir IMF programı eşliğinde paşa paşa akacak. bunun adı nitelikli hırsızlıktır. ingilizcedeki tabirle "heads we win, tails people lose"
      T.Jefferson, bankaların eninde sonunda kamu kaynaklarına musallat olan boom-bust döngülere neden olduğunu bildiği için bankacılık sistemine bu kadar yüklenmiştir. ve son tahlilde haklıdır. çünkü hiçbir regülasyonla bankacılık sisteminin sürekli kredi genişlemesi, borç artışı ve varlık balonlarına neden olan doğasını değiştiremezsiniz. tabii, bu da bir arz-talep meselesi. bir şeylere para biriktirmeden, vaktinden evvel sahip olmak kitlelere çok cazip geldiğinden, bir zamanlar yenilen hurmaların bir süre sonra tırmalaması da kaçınılmaz oluyor :)

      Sil
    16. Sayın İ.İ. (11:15),

      Hiçbir tarihi figür pirüpak değil; haklısınız.

      Theodore Roosevelt'in ne kadar 'emperyalist' olduğunu en az sizin kadar biliyorum!

      Konuya şöyle de yaklaşmalısınız:
      Bugün AKP'ye yapılan muhalefet geçmişte hiç olmadığı kadar keskin.
      Ama AKP'nin 2003 - 2006(7) arasında uyguladığı ekonomi politikalarını bırakın Mahfi Bey'in iktisat bilimi açısından doğru bulmasını, CHP'nin yeni milletvekili adayı Selin Sayek Böke (o da bir akademisyen, en azından birkaç saniyeliğine Böke'yi akademisyenlik apoletini bir kenara bırakıp, seçim kazanmaya çalışan bir aday gibi düşünün) bile doğru buluyor! En büyük rakibine karşı bu sözleri söyleyebiliyor!

      Konuyu 'faiz lobisi' kısmına getirmeniz gayet normal. Fakat yine birkaç saniye durup, tekrar düşünün; ismi gayet iyi bilinen kişiler olduğundan T.Jefferson'ın, A.Jackson'ın, T.Roosevelt'in (ve hatta bir nebze J.F.Kennedy'nin) işaret ettiği tehlikeler yanlış mı? Değil!

      Kimse sütten çıkmış ak kaşık da değil! Jefferson'ın köle çalıştırmış olmasından tutun, Kennedy'nin 'Domuzlar körfezi çıkarması'nı gerçekleştirmiş biri olmasına kadar; onlarca, yüzlerce örnek sayabiliriz!

      O meşhur 'JPMorgan Chase' oligarşik bankasının kurucusu; J.P.Morgan (John Pierpont 'J.P.' Morgan), 1907'deki Knickerbocker krizinden sonra, ABD Kongresinin alt komitesi 'Pujo Committee'de Samuel Untermyer'ın sorularına şöyle cevap verdi:

      Untermyer: Is not commercial credit based primarily upon money or property?

      Morgan: No, sir. The first thing is character.

      Untermyer: Before money or property?

      Morgan: Before money or anything else. Money cannot buy it … a man I do not trust could not get money from me on all the bonds in Christendom.

      Gayet açık görüldüğü üzere; J.P.Morgan isimli şahsiyet olması gerekeni söylemiş!

      Peki sistem nasıl ?
      Mesela JPMorgan'ın ('Chase' sonradan dahil oldu) 1800, 1900'lardaki davranışları ile 2000'lerdeki davranışı değişti mi? Hayır değişmedi; üstelik kurucusunun yukarıdaki açıklamasına rağmen!

      Atatürk, bankacılığa karşı olamazdı ki! Eli mahkum!
      Ülke perperişan olmuş, en başta para lazım, para için de banka lazım!
      Zaman içinde bankaların 'kumarbazlığa' evrildiğini görse idi (ki öngörüp göremediğini ne yazık ki bilemiyoruz); 10 Kasım 1938'den önce henüz sağlığı tam bozulmamışken, Jefferson'ın yaptığı uyarının aynısını yapardı; emin olunuz!

      Unutmayınız:

      Bugün T.Jefferson da, A.Jackson da, T.Roosevelt de, W.Wilson da, M.K.Atatürk de, J.Goebbels de, J.F.Kennedy de...hiç biri yaşamıyor. Peki bankaların da içinde olduğu ölümcül sistem gücünü artıra artıra dünyayı (ve belki de yakın gelecekte evreni) yok oluşa sürüklüyor mu? Evet, sürüklüyor!

      Bugün J.P.Morgan yukarıda ne söylemişse onun tam tersi dünyada işliyor mu? Evet, işliyor!
      1816'da Jefferson'ın uyardığı gibi kirlilikten yüzü görülmüyor, hastalık yayıyor!
      Bizler de bu bozuk sisteme cılız sesimizle muhalefet etmeye çabalıyoruz!

      Sil
    17. Bir an için dünyadaki tüm insanları,devletleri,kurumları,şirketleri,orduları gözlerinizin önüne getirmeye çalışın. Film izler gibi izlediğimizi düşünün. 7,5 milyar insan şu anda dünyada ne yapıyor? Altını kazıyoruz, üstünü ekiyoruz, yakıyoruz, yıkıyoruz, yeniden yapıyoruz. Yiyiyoruz resmen dünyayı. Aziz Nesin'in bir hikayesinde yazdığı gibi, dur bakalım n'olacak?

      Ne yalan söyleyeyim, benim gözümün önüne hiç güzel görüntüler gelmedi. Şimdi öyle bir mekanizmanın içindeyiz ki, dünyamıza musallat olan bir kurumun Türkiye şubesini yok etseniz dahi, bu mekanizmanın yokedici çarkından kurtulmanız mümkün değil. Ok yaydan çıktı çünkü. Birkaç 10 yılda dünya nüfusu 2-2,5 milyardan, 7,5-8 milyara çıktı.
      Her ülke kendini kurtamaya çalışıyor, karşısındakini rakip görüyor. Bazı konularda anlaştıklarına bakmayın.

      Neyse konu uzun, belki devam ederiz. Mesaim bitiyor da:)

      TÇ.

      Sil
    18. Cevabınız için teşekkür ederim. Söylediklerinizin bir kısmına katılıyorum. Bankacılık tehlikeli bir silah olabilir ve olmuştur ve oluyor da. Ama bunun çözümü bankacılığı yasaklamak ya da bir kategori olarak reddetmek de değil. Otomobiller konusunda şikayetçiyiz çünkü kullanılmaları ile orantılı olan beceri ve görgüyü yollarda göremiyoruz. Çok trafik kazası yapıyoruz, saldırgan bir insan elinde bir silaha dönüşebiliyorlar, çevreyi de kirletiyorlar ama buna rağmen kimse otomobiller yasaklansın demiyor (en azından benim bildiğim kimse demiyor).

      Morgan aslında banka denen şeyin tam da doğasını özetlemiş. Fakat ben buradaki güven kavramının "eşe dosta güven" gibi sıcak bir kavram değil de "bankacının kendisini garantiye alma çabası" şeklinde yorumluyorum. Biz bugün Türkçe'de borç alınan para için "kredi" sözcüğünü "hatalı olarak" kullanıyoruz. Oysa alınan para bir tür "borçtur". "Kredi" ise bankadan o borcu alabilmek için sizin banka nezdinde sahip olmanız gereken "güven" veya "itibar". Banka size güvenmezse ya da bir şekilde bu güven tesis edilmezse borç alışverişi gerçekleşemez. Bunun için de ipotek, teminat vb uygulamalar var zaten. Kimse geri alamayacağı parayı kimseye vermez. Bence Morgan bunu söylemiş. Kendi bankacılık yaklaşımının o dönemde de daha insancıl olduğunu sanmıyorum. Aksine o da bizzat krizlere yol açmakla suçlanır. Kinckerboxer'daki "fedakarlığı" bile ucu kendine gelen bir krizi sona erdirip kapitalist makinenin yeniden dönmeye başlamasını sağlamak şeklinde görülebilir. Sayın Eğilmez nasıl değerlendirir bilemem ama kapitalizmin doğasında bu "tüm çocukların bilyelerini üttükten sonra oyun tekrar başlasın diye onlara üçer beşer bilye dağıtan mahallenin kabadayı evladı" karakteri de var. Herkesin her şeyini alırsanız oyun tıkanıyor; oysa o insanların alışverişe devam edebilmeleri gerek.

      Bu bir açmaz. İnsanlık tarihinde cevabını kimsenin bulamadığı bir sorunu tartışıyoruz. Burada size karşı çıkmamın nedeni ise savunduğunuz yaklaşımın köktenci olması ya da bana öyle gelmesi. Oysa bu sistemi kökten değiştirmeyi vaadeden bilinen tek yaklaşımın kendisinin de bizzat daha beter bir sistem ortaya koydu. Bu nedenle artık mantıkları sorgulanmaması gerektiğini düşündüğüm bireysel mülkiyet hakkı, rekabet, hakkaniyetli bölüşüm ve gelir dağılımı uygulamalarını barındıran, paranın sahibinin de borç alanın da memnun olacağı oranlarda çalışan makul kredi/borç sistemi üzerine kurulu, sosyal eşitlikçi ama bireysel girişimciliğe önem veren bir sistemin ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum. Bankalar bunun kritik bir bileşeni. Ben, ailem ve çevremdeki bir çok kişi kredi sistemiyle ev, araba vb sahibi oldu. Bunda yanlış bir durum yok. Bu sistem olmasaydı evimiz olamayabilirdi. Birden 100.000TL çıkaramayan bir insan belli bir döneme yayılmış olarak 120.000 ya da 150.000 ödeyebilir. Bundan banka da kar edecektir ki uzun vadeli mortgageler bugün aslında kapitalizmin çıpasıdır. Bankacılığın doğru kurulması ve işletilmesinden benim anladığım bu. Diğer tüm alternatifler insanları aynı fakirlik düzeyinde eşitlemeye gidiyor. Mevcut durum kapitalizm değil zaten, korporatizm/şirketçilik denebilecek bir yeni din. Ama bu dine karşı başka bir köktenciliğe yönelirsek çıkışı zor başka bir batağa batarız. Yorumlarınızda sezdiğim ve karşı olduğum nokta budur. Teşekkür ederim.

      İ.İ.

      Sil
    19. Konu uzun, haklısınız sayın Timur Çimen.

      Ve yazdıklarınızın geneli (ne yazık ki) gerçekler! Ama her gerçek 'doğru & adil & hakkaniyetli' değil; ki bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz!

      Açıklamanızın sadece şu kısmını geliştirmeye çalışacağım: '...Türkiye şubesini yok etseniz dahi...'

      Mesele; sadece Türkiye şubesini yok etmek değil ki!

      Şöyle varsayalım:

      Mahfi Bey'in kafasına tak etti, dedi ki: "Bu ülkenin yapısal mapısal reform yapacağı yok! Yaşım olmuş 65! Çok çok büyük bir risk aldığımın farkındayım, ama yine de bunu yapacağım. Taksim meydanının tam ortasında duracağım, üzerime bir kova benzin dökeceğim, ve üç kez avazım çıktığı kadar 'YAPISAL REFORMLARI BAŞLATIN ARTIK!' diye bağıracağım ve kendimi ateşe vereceğim!"

      Bu eylemin gerçekleştiğini varsalayım. Peki sonuç? SIFIR!

      Kendini yaktığıyla kalır!

      İlk önce ailesi, sonra çalışma arkadaşları ve sırasıyla onu takip eden bizler zırıl zırıl ağlarız; 'Hoca niye böyle bi şey yaptın!' diye!

      Bu ülkede birileri 'Dünya 5'ten büyüktür!' sözünü tekrarlaya tekrarlaya ortalıkta dolaşıyor ama o 5'e meydan okumak için biraz vücudu gelişmiş bir insan olmanız gerekiyor! (Not: CB'nin taraftarı değilim!)

      Mesele: ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya'nın 'merkez bankaları'nın ve 'bankacılık sistemi'nin kökünden 'temizlenmeye' başlanmasıdır! (İlk önce bu 5'le başlanması şart! Gerisi gelir!)

      İster elinize deterjan alarak temizlersiniz; ya da 'öteki manada' temizlersiniz!
      Fakat gidişat gösteriyor ki, onlar bu kafada inat ettikçe 'öteki manada' temizlik er ya da geç olacak!

      Bir diğer husus:
      'Rekabet' kelimesini yeniden tanımlamak zorundayız! Çünkü 'yenilik' ve 'gelişme'nin hala rekabet yoluyla sağlanabileceği yanılgısına sahibiz! Ve bunun ilk emarelerini '3D printing' makineleri artık küçük ölçekten büyük ölçeğe, her tür şirkette kurulmaya başlayıp; 'asla istihdam edilemeyecek iş gücü nüfusu'nda artış olduğunda göreceğiz! Keynes'in 'çukur kazıp sonra orayı tekrar doldurmak' düşüncesi bile geçerliliğini yitirecek!

      Son kez:
      Peki bankaları inatla temizlemezlerse ne olacak?
      İşte o zaman neler olacağını bu satırların yazarını geçelim, kimse tasavvur edemez! Etmek istemez!

      Sil
    20. Sayın İ.İ. (21:40),

      Ortak noktalarımız var. Şunu belirtmek zorundayım ki; sırf 'karşı çıkmak' için de yazmaya çabaladığınız hissine kapılıyorum. (Yanılma payım elbette var.)

      Dikkat buyurursanız:
      Konu 1816'da yapılan uyarıyı hatırlatmamla başladı ve 'sistem kalksın mı, kalkmasın mı?' gibi; şu yorum sayfalarında karar veremeyeceğimiz en uç noktalardan birine vardı!

      Siz, aileniz, çevreniz, bu satırların yazarı ben de; bankadan kredi çekerek ev sahibi oldum, araba sahibi oldum, yaptığım işi büyütmek için kredi kullanıyorum, öyle gözüküyor ki kullanmaya da devam edeceğim! Sisteme göbekten bağlı olduğumuz ortada!

      Bütün bu göbekten bağlılığımıza rağmen, J.P.Morgan'ın işaret ettiği 'güven' meselesine rağmen, sistem hala bozuk halde mi? Evet, bozuk halde!

      Bir şeyi ya kabul etmek istemiyoruz, ya da sırf 'karşı çıkmak' için yazıyoruz!

      Sistem bozuk mu? Evet, bozuk!

      .
      .
      .

      1907 Knickerbocker krizi yaşandı mı? Evet!

      1929 krizi yaşandı mı? Evet!

      1970'lerde petrol krizi yaşandı mı? Evet!

      1990'larda Rusya ve Asya krizleri yaşandı mı? Evet!

      Japonya 20 yılı aşkın süredir belini doğrultamıyor mu? Doğrultamıyor!

      1999-2000-2001'de 'Dot-com' balonu patladı mı? Evet, patladı!

      2008'de Lehman'ın çöküşü gerekçe gösterilerek, tüm dünyaya yayılan bir kriz başladı mı? Ve bu kriz bugün 'gelişme yolundaki ülkeleri'de hallaç pamuğu gibi savurarak ilerliyor mu? Evet, ilerliyor!

      Yeni bir krizin doğma ihtimalini (bırakalım komplo teorisyenlerini bir yana!) akademide en çok itibar gören (ya da görmeyen) iktisat üstatları bile işaret ediyor mu? Evet, işaret ediyor!

      Sistem bozuk mu? Evet, bozuk!

      'Sistem kalksın mı, kalkmasın mı?' Buna ben ya da bir başkası nasıl karar verebilir ki!

      "Mevcut durum kapitalizm değil zaten, korporatizm/şirketçilik denebilecek bir yeni din." Bu cümlede asla atlanmaması gereken bir hata var: Mevcut durum 'kapitalizm' olduğu için; 'korporatizm/şirketçilik' denen yeni bir din var! Unutmayınız: 'Kapitalizm' kendini yaşatmak için 'komünizm'i bile sömürür! Çin örneğinde görüldüğü üzere veya Küba'nın 50 küsür yıl sonra ABD'ye yakınlaşma çabalarında görüldüğü üzere!

      Başa dönüyoruz:

      Sayın Berna Korur ne yazdı:
      "...Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir?..."

      Ardından Mahfi Bey ne cevap verdi:
      "2001'de batmışlardı biliyorsunuz."

      Sistem bozuk mu? Evet, bozuk!

      'Sistem kalksın mı, kalkmasın mı?' Buna ben ya da bir başkası nasıl karar verebilir ki!

      İster elinize deterjan alarak temizlersiniz; ya da 'öteki manada' temizlersiniz!
      Fakat gidişat gösteriyor ki, onlar bu kafada inat ettikçe 'öteki manada' temizlik er ya da geç olacak!
      'Öteki manada' temizlik gerçekleşirse; yerine gelecek sistem 'komünizm'mi olacak? Rüya görmeyelim!

      'Kapitalizmin alternatifi komünizmdir! İkisini kıyasladığımızda kapitalizm daha insancıl gözüküyor! Kapitalizmde hayat ağır aksak da olsa işliyor! En iyisi çenemizi kapatalım ve kapitalizmi savunmaya devam edelim!' zokasını artık yutmayalım! Karşımıza hemen 'komünizm' kartını sürdükleri için sancılar içinde kıvranmak zorunda değiliz!

      Son kez:
      Peki bankaları inatla temizlemezlerse ne olacak?
      İşte o zaman neler olacağını bu satırların yazarını geçelim, kimse tasavvur edemez! Etmek istemez!

      Sil
    21. Size karşı çıkmamın tek nedeni var; görüşlerinizdeki bazı noktaların hatalı olduğunu düşünmem. Bankacılık kötü işliyor diye "bankaları kökten temizlemek" gibi ifadeler kullanıyorsunuz. Ben kendimce olabilecek "doğru" sistemin ne olduğunu açıkça söyledim ve anlaşılmayacak bir nokta olduğunu sanmıyorum:

      "artık mantıkları sorgulanmaması gerektiğini düşündüğüm bireysel mülkiyet hakkı, rekabet, hakkaniyetli bölüşüm ve gelir dağılımı uygulamalarını barındıran, paranın sahibinin de, borç alanın da memnun olacağı oranlarda çalışan makul kredi/borç sistemi üzerine kurulu, sosyal eşitlikçi ama bireysel girişimciliğe önem veren bir sistemin ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum."

      Buna karşın arabalar habire kaza yapıyor diye "arabaları kökten halletmek" ne anlama gelir bilemiyorum. "Sistem kalksın" deyip bankacılık sisteminin kalkmasını kastediyorsak alternatifinin ne ve nasıl bir şey olduğunu da açıkça öğrenmek isteriz. Banka, bir ihtiyacı giderir ve ister kapitalist ister komünist olun banka üzerinden iş yapmak durumundasınız. Sistemi öyle ya da böyle temizlediğinizde ertesi gün nasıl çalışacağız, insanlar bunu bilmek ister. Bunlar da kulağa gizemli gelen "o değil, o değil, bu da değil" şeklinde olumsuzlama ile anlatılamaz.

      Saygılar,

      İ.İ.

      Sil
    22. Sayın İ.İ. (00:26),

      Sırf 'karşı çıkmak' için yazmaya devam ediyorsunuz:

      "artık mantıkları sorgulanmaması gerektiğini düşündüğüm bireysel mülkiyet hakkı, rekabet, hakkaniyetli bölüşüm ve gelir dağılımı uygulamalarını barındıran, paranın sahibinin de, borç alanın da memnun olacağı oranlarda çalışan makul kredi/borç sistemi üzerine kurulu, sosyal eşitlikçi ama bireysel girişimciliğe önem veren bir sistemin ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum."

      açıklamanız sadece bankaların değil, şirketlerin de temelini oluşturuyor! En basit ifadeyle; herhangi bir bankayla mevduat sözleşmesini veya kredi sözleşmesini görüşmek için masaya oturduğunuzda, size altına imza atmanız için verdikleri sözleşme metninde yukarıdaki açıklamanız zaten var!

      Kendiniz de tekrara düşüyorsunuz, beni de tekrara düşürüyorsunuz!

      Sistem bozuk mu? Evet, bozuk!

      'Sistem kalksın mı, kalkmasın mı?' Buna ben ya da bir başkası nasıl karar verebilir ki!

      İster elinize deterjan alarak temizlersiniz; ya da 'öteki manada' temizlersiniz!
      (Bu sözden şahsınız niçin bu kadar korkuyor? Ayrıca; insanların da korktuğu/korkacağı sonucuna nasıl ulaşıyorsunuz? Bunlar sizin yanılgılarınız!
      Unutmayınız: Canı yavaş yavaş yanmaya başlayanların haksızlığa karşı seslerini yükseltmeye niyetlenmesiyle, ve hatta sayın Berna Korur gibi kişilerin 'sorgulamasıyla' başlar her şey!)
      Fakat gidişat gösteriyor ki, onlar bu kafada inat ettikçe 'öteki manada' temizlik er ya da geç olacak!
      'Öteki manada' temizlik gerçekleşirse; yerine gelecek sistem 'komünizm'mi olacak? Rüya görmeyelim!

      Konunun içinden çıkılmaz bir halde olduğu yanılgısına da sahip olabilirsiniz: "Kazaların olmaması için arabaları kökten halletmek" ne demek? Mesela 'hava yastığı' denen düzenek zaman içinde geliştirilmedi mi? Evet, geliştirildi! İleride daha 'güvenli', daha 'temiz' arabalara sahip olmayacak mıyız? Evet, olacağız!

      Peki geçen yüzyıllara rağmen 'bankacılık' temizlendi mi? Hayır, temizlenmedi! Hayır, güvenli hale getirilmedi!

      Lütfen; sırf 'karşı çıkmak' için konuyu saptırmayınız!

      Bir kez daha:
      Peki bankaları inatla temizlemezlerse ne olacak?
      İşte o zaman neler olacağını bu satırların yazarını geçelim, kimse tasavvur edemez! Etmek istemez!

      Şahsınız bile tasavvur etmek istemiyor: "Sistemi öyle ya da böyle temizlediğinizde ertesi gün nasıl çalışacağız, insanlar bunu bilmek ister. Bunlar da kulağa gizemli gelen 'o değil, o değil, bu da değil' şeklinde olumsuzlama ile anlatılamaz." Kendinizi daha fazla kandırmayınız! Eğer kendinizi kandırdıysanız, insanların da aynı kanıya sahip olduğu hatasını tekrarlamayınız! Bozuk sistemin karşısına 'komünizm' kartını sürdükleri için sancılar içinde kıvranmak zorunda değiliz!

      'Eee.. peki sizin bu yazdıklarınızı kaç kişi kabul eder? Madem o kadar iddialısınız parti kurun, seçime girin! Bakalım 1'den fazla oy veren çıkacak mı sizin düşüncelerinize!' Beslendiğimiz kaynak 'korku' değil; 'hakkaniyet için muhalefet et' prensibi olursa sistem temizlenir!

      Korkuyu körükleyerek sadece korkunun kendisini büyütürüz! Sistem daha da ölümcül hale gelerek bizleri ezmeye devam eder!

      Sistemin en düzenbazlarından JPMorgan Chase'in kurucusu bile 'güven' kelimesini o kadar büyük bir temaşa içinde kullanmış ki; 'korku'yu bir çırpıda üzerimizden söküp atmak mümkün olamıyor!

      'Dünya;
      Aç oldukları için uyuyamayanlarla,
      Açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında bölünmüş durumdadır!'
      Paulo Freire (1921-1997)

      "...Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir?..."

      Artık zoka yutmayalım!

      Sil
    23. Burada hem fikir olmak zorunda değilsiniz ki. Ama Sayın İ.İ. ben daha iyi anlıyorum. Bu açıklamamı da "karşı çıkmak için yazıyorsunuz" manasında da değerlendirebilirsiniz.

      Bilgisayar için bir işletim sistemine gerek vardır. Şu anda uygulanmakta olan sistemi de bir işletim sistemi olarak düşünebilirsiniz. Bu işletim sistemi virüslere, hackerlara, vb.gibi herşeye çok açık bir sistem. Sistemi değiştirin diyorsak, yerine bir işletim sistemi önerilmesi şarttır. Yeni bir işletim sistemi bilgisayara yüklenmezse olacak olan kaostur.

      Benim burada bir ek yapacağım husus, bu yeni işletim sisteminin sadece bir bilgisayarda değil, tüm bilgisayarlarda ya da ağırlıklı olarak yüklü olması gerektiğidir. Zaten Türkiye şubesi derken de kastettiğim budur. Duyduğum bir söz hoşuma gitmişti, buraya da uygun. Bir çiçekle bahar gelmez.

      Ve buna bir ek açıklama olarak da "banka" karşıtlığım yok. Ama o tepe yöneticilerine, bir klavye yöntemiyle kendilerine gelir çıkartan cin fikirli yöneticilerine çok kızıyorum. Örneğin, kart sahibi kart borcunu ödeyememiş, cin fikirli bir yönetici, biz buna bi hatırlatma sms si yollayalım, mesaj başına da 2,5 TL alalım diyebiliyor. İşte bu haraçtır. Tüm bu uygulamalara karşı savaşmamız gerekiyor. Ama ortadan kaldırmak çözüm değil.

      Bize göre tabi. Size göre bir çözüm varsa, ama bu çözüm bir işletim sistemi gibi mükellef olmalı, onu sizden dinlemek isterim. Bu isteği siz de ciddiye almalısınız.

      Siz diyorsunuz ki, "bankaları inatla temizlemezlerse ne olacak?". Tasavvur edemeyeceğiniz çok doğru ama. Kimse, karşı hamlelerin tamamını öngöremez.

      T.Ç.

      Sil
    24. Sayın Timur Çimen (13 Mayıs 20:20) ve sayın İ.İ.,

      Üzerinde konuştuğumuz konuyu ne yazık ki (ve belki de hiç farkında olmadan) 'ad hominem' bir zemine kaydırdınız. Ve görüşlerinizi bu zemin üzerinden aktarmak için ısrarcısınız. İzlediğiniz yolun yanlış olduğunu hatırlatıp, sizleri doğru yola sevketmek için çaba göstermemiz artık pek bir işe yaramayacak. ('Biz' zamirini bir çoğulluktan öte, nezaket ifadesi içerdiği için kullanıyorum.)

      "...Bir çiçekle bahar gelmez." cümlesi ile bitirdiğiniz paragrafınızın öncesi de dahil; detaylı açıklamayı yukarıda aktardık ama pek anlaşılamıyor:
      Mesele: ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya'nın 'merkez bankaları'nın ve 'bankacılık sistemi'nin kökünden 'temizlenmeye' başlanmasıdır! (İlk önce bu 5'le başlanması şart! Gerisi gelir!) (Ek not: CB'nin taraftarı olmadığımı bir kez daha hatırlatırım!)

      Bilgisayarlarımıza, akıllı cep telefonlarımıza, tablet ve dizüstü bilgisayarlarımıza ve hatta akıllı TV'lerimize bile 'kurulmuş halde gelen işletim sistemlerini koruduğu söylenegelen anti-virüs yazılımlarını' bile üretenler; kâr amacı güden şirketlerdir! Bunu aklınızdan hiçbir zaman çıkarmayınız sayın Çimen!

      Eğer bir gün birimiz ciddi bir hastalığa yakalanırsak, ve zor bulunduğu söylenegelen bir ilaç kullanmaya mahkum olursak; o ilacı satın almaya mecburuz ve o ilacı bize satan şirket kâr amacı güder! Bunu aklınızdan hiçbir zaman çıkarmayınız sayın Çimen!

      'Temizlemek' fiilinin, yukarıda yazdığımız çerçevede değerlendirdiğimizde, sadece iki (2) yönlü olabileceğini belirttik:

      Biri; sistemin kurucularının (ve oyuncularının), yaklaşan tehlikeyi bir an önce sezip, ellerine deterjan ve diğer malzemeleri alıp, hummalı bir temizlik işine girişmesi (Bu satırların yazarı da bu tür temizliğe taraftar),

      Diğeri ise; eğer sistemin kurucuları (ve oyuncuları) gönüllü olarak kendilerini temizlemezlerse, o yaklaşan tehlikenin bizzat kendisi 'öteki manada' temizliği er ya da geç yapar! (Bu satırların yazarı 'öteki manada' temizliğin yaşanmasını hiç istemiyor; çok acı verici bir süreç olacağını çok iyi bildiği halde, görünümün bu tür temizliğe doğru ilerlediğini sizlere de anlatmaya çalışıyor!) (Ek not: Ve hatta o 'tehlike'nin içine; bankaların ana giriş kapılarının korunması için istihdam ettiğiniz, asgari ücretin biraz üstü bir ücretle yaşamaya mahkum ettiğiniz 'özel güvenlik personeli'de dahil! Bankaları kumar mekanlarına dönüştürürseniz; çalıştırdığınız M.B.A.'lı kıdemli personeliniz bile gün gelir size karşı mücadele eder!)

      (Okuyacağınız paragraftaki 'siz' zamiri şahsınıza yönelik değildir.)
      İçinde yaşadığınız metrekaresi büyük, oldukça lüks apartman dairesinde kendi elinizle bir yangın çıkardınız, ve siz kovalar dolusu su ile müdahale edebilecek, söndürebilecek güçte olduğunuz halde hiçbir şey yapmadan oturursanız (ve hatta öleceğiniz bile apaçık ortadayken!) birileri 'dışarıdan' gelir; hayatınızda hiç göremeyeceğiniz basınçla su sıkarak o yangını er ya da geç söndürür! Yangın sönüpte enkaza baktığınızda siz belki üzülmeyebilirsiniz. Çünkü söhretli bir 'Wall Street trader'ı' veya 'Maslak CEO'su' olduğunuzdan, yazlık evinize istediğini zaman kaçabilirsiniz! Ama kendi ellerinizle çıkardığınız yangının sıçradığı, ve sizin sahip olduğunuz gibi ikinci bir evi rüyalarında bile göremeyecek 'sıradan insanlar'ın kaçıp gidecekleri hiçbir yer yoktur! Unutmayınız: O 'sıradan insanlar' sizin yakanızı bundan sonra hiç bırakmaz; yeni yangınlar çıkarıp başkalarının da hayatını mahvetmeye devam etmeyin diye!

      'Hakkaniyet için muhalefet et' prensibini inatla komünizmle karıştırdığınız müddetçe; bu sayfada yol açtığınız 'ad hominem' daha çok su kaldırır!

      Keşke çoğumuz sayın Berna Korur'un sorduğu soruyu yüksek sesle haykırabilme cesaretine sahip olsak (ben de dahil):
      "...Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir?..."

      Saygılarımla

      Sil
    25. Ben size diyorum ki;

      "Size göre bir çözüm varsa, ama bu çözüm bir işletim sistemi gibi mükellef olmalı, onu sizden dinlemek isterim. Bu isteği siz de ciddiye almalısınız."

      Siz bana diyorsunuz ki;

      "İzlediğiniz yolun yanlış olduğunu hatırlatıp, sizleri doğru yola sevketmek için çaba göstermemiz artık pek bir işe yaramayacak. "

      Ama çaba sarfetmediniz ki? Doğru yola sevk etmeye çalıştığınızı söyleyen biri olarak, bu sorumu cevaplamanız gerekmez mi? Ben sizin yerinizde olsam cevaplardım. Ben burada önyargısız bir şekilde size soruyorum, ama siz önyargınızla geçiştiriyorsunuz kusura bakmayın.

      Siz diyorsunuz;

      "Mesele: ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya'nın 'merkez bankaları'nın ve 'bankacılık sistemi'nin kökünden 'temizlenmeye' başlanmasıdır! (İlk önce bu 5'le başlanması şart! Gerisi gelir!) "

      Yani bu aşamada konunun birinci tarafı biz değiliz, Türkiye değil. Onlar temizlenirse, biz de kendiliğinden temizlenmiş olacağız. Ben aslında bu aşamada sizi kurtarıyorum, Türkiye ile bir bağlantı kurmanız açısından soruyorum, öneriniz nedir? Bir cevabınız yok. Bu tavrınızla bu konuyu Türkiye'de tartışılmasını kendiniz anlamsızlaştırıyorsunuz. O zaman size derler ki, gidin o ülkelerde anlatın gerçekliğinizi de biz de kurtulalım.

      Ve aynı garipliği sizde de görüyorum. Öneriniz nedir diye daha evvelde sormuştum bir arkadaşa, niye komünizmle karıştırıyorsun demişti, tam bu cümlelerle olmasa bile. (Belki aynı kişiyle konuşuyorum şuan) Komünizm bir kere, aynı örnekten yola çıkarak, bir işletim sistemidir en azından. Komünizmle yaftalanmaktan korkmayın.

      Ve beni de bir kalıba sokmayın. Her düşünce en acımasız eleştirilerden geçmelidir. Ve sorulan sorulara bir cevabı olmalıdır. Gelişimi için bu şarttır.

      "...Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir?..."

      Bu sorunun cevabı olsa, bankalar lehine. Siz anlatmıyorsunuz ama, düşünceleriniz haksız mı olacak? Hayır diyorsanız, cevabı olmadığını düşünelim bu soruların, o zaman bu da sizi haklı çıkarmaz. Soru mu anlamsız, hayır. Buradan bir yere varamayız sadece.

      Soruyorum, öneriniz nedir?

      Saygılarımla,


      Sil
    26. Hiç kimse kimsenin şahsına yönelik bir yorum ya da eleştiride bulunmadı. Aksine "ad hominem" yapan en baştan beri "görüş" statüsünde olamayan ifadeleri bana (ya da T.Ç'ye, çünkü kiminle tartıştığımı takip edemiyorum) yönelten ve konuyu ısrarla kişisel zamirlerle sürdüren kişi. Bir noktada tamamen haklısınız; anlayamıyorum. Israrla anlamaya çalışmama rağmen güya kendince babacan tavırlarla ardarda sıralanan ünlemlerle dolu ifadeler hiç ama hiç bir şey ifade etmiyor. Anlayabilmem için doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir "bir şey" söylüyor olması gerek fakat ortada söylenen ve tanımlayıp kapitalizmi ve mekanizmalarını eleştirir görünen, komünizm (ya da sosyalizm?) de olmayan, ikisi arasında bir şey de olmayan bir şeyler var.

      "Banka"'ya karşı ama bunu savunurken "şirket'e de karşı oldu ve sonra da "kar" ve "çıkar"'a da karşı oldu.Bu düşünceyi takip edebilmek için "kar" ve "çıkar" kavramlarına neden karşı olduğunu anlamak gerek. Bize ilaç satan şirketin amacının "kar" olduğundan dem vurarak sistemi suçluyor ama o "kar/çıkar" var olmazsa o ilacın en başta hiç var olmayabileceği argümanına bir cevabı yok. Serbest mülkiyet ve girişimcilik üzerine kurulu bir sistemin sevilmeyecek binlerce yanı var ama belki de en sağlam olan noktaları rekabet (ki onsuz gerçekten olmuyor) ve bu süreçte insanların kendilerini daha iyi konuma getirmek için gösterdikleri çabalar (kar/çıkar).

      Devamı var...

      İ.İ.

      Sil
    27. Mesajın devamı:

      Seversiniz ya da sevmezsiniz Spencer'dan beri açıkça bilinen/söylenen bir nokta bu. Kamu çıkarı, ortak çıkar uğruna çaba arfetmek de kutsal ama bunun üzerine yani sadece iyi niyet beklentisi üzerine kurulu bir insan sistemi yok ve olamaz. Tarih bunu bugüne dek görmedi ; komşular arasına çitler gerek; ülkeler birbirleriyle rekabet ederek, itişip kakışarak demokrasiyi ve modern toplumu kurdular. Bugün kendi aralarında sınırları kaldıranların en çok kavga edenler olduğunu hatırlamalı. Bunun dışında "ben bilirimci" ve "doğrucu" tüm yaklaşımlar totaliter rejimler ortaya koydu. Adına ne derseniz deyin, ilk yaptıkları birbirlerine düşmek oldu hep; hep davaya hakaretler, ihanetler vb vb diye yürümeyecek sistemler kurdular ve bu sistemlerin bile ayakta kalmasının nedeni aslında içinde bir yerlerde hala insanların kendi çıkarları için didinmeleri idi.

      Tartışmanın gerçekleş(e)memesi nedeniyle ben kendimce bir şeyler söyleyip burada bir nokta koyacağım. Arkamızda binlerce yıllık bir insanlık tarihi var. Bu bize bir şeyler öğretmiş olmalı. Artık en azından 2000li yıllara gelindiğinde çıkan bazı dersler var; evet dizginsiz kapitalizm krizlerle sürüyor ve var oluyor fakat iyisiyle kötüsüyle mevcut demokrasilere, AB'ye vb uygulamalara getiren bir boyutu da var. "Biz bunun daha iyisini yaparız" diyenler ortaya korkunç totaliter rejimler çıkardılar. Artık içinde rekabet, bireyin kendisini daha iyi bir konuma getirme çabasının ürününü alması, eşitlikçi gelir ve refah dağılımı olan bir sistem kendini ispatladı. Bugün "sosyalistim" diyen adam bile bunları kabul edip benimseyerek "yeni bir sosyalizm" peşinde koşmakta (en azından hamasi diyalogları bırakıp gerçekleri görenler). Bunların telaffuzu zor gelebilir ama "çıkar" diye bir şeyin olduğuna ve hatta "çıkar çatışmasına" belki de şükür etmeliyiz. Bu çatışma sayesinde herkesin kirli çamaşırları ortaya çıkıyor. Çıkarları farklı olan gruplar katılımcı bir demokrasi yaratıyor. Diyalektik, adını koyan adamları haksız çıkardı. Artık tartışılmaz bazı gerçekler üzerine kurulan sosyal yaklaşımlı bir altyapı insanlığın ortak kurtarıcısı olacakmış gibi ve bunun mevcut en yakın örneği de Avrupa'da denenmekte.

      Özetle; banka olacak, kar da olacak, çıkar da olacak (ki adamlar bize ilaç, cep telefonu, bilgisayar, HD kamera yapsın), faiz de olacak. Zenginlik arttırılmalı. Artmazsa bölüşecek şey olmaz. Ama bunun yanında adalet, bölüşüm, eşitleyici eğitim de olacak ki sokakta adam yatmasın.Kendimce özetleyebileceğim görüşler ve zeminleri bunlar. Pek ilerleyemeyen bu tartışmada amacım herhangi bir kişiye saldırmak değil, anlayıp kendimce de anlatabilmekti. Umarım gelecek herkes için en iyisini getirir. Teşekkürler ve saygılar...

      İ.İ.

      Sil
    28. Sayın Timur Çimen'e ve sayın İ.İ.'ye toplu cevap,

      Sizler 'kapitalizm, kâr, bankacılık, hedonist bireycilik, ezici girişimcilik ve rekabet'i tartışılmaz, kainatın 'doğası' kabul ederek, önceliğinizi bunlar yaparak düşüncelerinizi açıklıyorsunuz;

      Bizler 'hakkaniyet, adalet, karakterini piyasada satmayan bireycilik, dayanışmacılık ve öldürmeyen rekabet'i önceliğimiz yaparak düşüncelerimizi açıklıyoruz.

      Niçin ısrarla 'komünist değiliz' diyoruz? Çünkü komünizmin bir totaliter rejim olduğunu biliyoruz; tıpkı faşizm gibi!

      Açıklamalarınızın geneline baktığımızda 'sömürü' & 'ezen/ezilen' kavramları (veya bunlara atıf) geçmiyor! Ki geçmesini de bekleyemeyiz.
      Çünkü:
      [1] Yukarıda 'neleri tartışılmaz kabul ederek' düşüncelerinizi ilettiğinizi açıkladık.
      [2] Korkuyorsunuz! (Bunu da yukarıda '13 Mayıs 2015 saat 12:14' diliminde açıkladık!)

      En başta şu yanılgıya sahipsiniz:
      Kendiniz korktuğunuz gibi, insanların da korktuğu sanrısını sürdürüyorsunuz! Ama 15 Mayıs 2015'te Renault'ta işçilerin 'hakkaniyet' için yaptıkları mücadeleyi gündeminize 'gönülsüzce' alırsınız! Çünkü öncelikleriniz farklı! Bu işçilerin yürüttüğü mücadeleyi 'bir başka saman alevi daha' kategorisine koyup; yine mevcut sistemin nimetlerini bir bir saymaya devam edeceksiniz!

      Ne iyi bir ilerleme ki: (Mesela) sayın Berna Korur isimli bir kişi "...Kafamda kocaman bir soru işareti... Neden bankacılık sektörü hiç krizlerden etkilenmez, sürekli istihdamı artar ve maaşlar yüksektir?..." sorularını sorarak küçük bir kıvılcım çakabilme cesaretini gösterebildi!

      "Kapitalizm, iktidarını sürdürebilmek için; 'kapitalizm dışı' herşeyin sorgulanmaya mahkum olduğu şartını koşar!" Bu cümleyi aklınızdan hiçbir zaman çıkarmayınız sayın Çimen ve sayın İ.İ.!

      29 Mart 2015 Mahfi Eğilmez: "Sonuçta içine kapatıldığımız bir sistem var. Kapitalist sistem. Bunun içinde sürekli bir şeyler geliştirmeye çalışmak belki bazı açılardan anlamlı ama bazı açılardan da saçma bir şey. Hayvanat bahçesinde bir kafese kapatılmış bir maymun düşünün. Kafesin dışındaki dünyayı biliyor ama dışarı çıkmayalı uzun zaman olduğu için yavaş yavaş da unutuyor. Bir yandan da sürekli olarak kafesini süslüyor, düzeltiyor. Bundan farklı bir yanımız yok."

      Kapitalist sistem dışında bir kainat tasavvurunun 'saçma' olduğunu, daha yolun başında kabul ettiğinizden; 'ad hominem' su kaldırmaya devam edecek!

      "Ama çaba sarfetmediniz ki? Doğru yola sevk etmeye çalıştığınızı söyleyen biri olarak, bu sorumu cevaplamanız gerekmez mi? Ben sizin yerinizde olsam cevaplardım. Ben burada önyargısız bir şekilde size soruyorum, ama siz önyargınızla geçiştiriyorsunuz kusura bakmayın." Bu sayfada yürüttüğümüz görüşmenin bel kemiğini; sizin, açıkladığımız ifadeleri 'önyargı' olarak değerlendirmeniz oluşturuyor! Kendi yazdıklarınızın ise 'önyargısız' olduğunu zannediyorsunuz! 'Ad hominem'in başladığı yer burası!

      Siz: "Örneğin, kart sahibi kart borcunu ödeyememiş, cin fikirli bir yönetici, biz buna bi hatırlatma sms si yollayalım, mesaj başına da 2,5 TL alalım diyebiliyor. İşte bu haraçtır. Tüm bu uygulamalara karşı savaşmamız gerekiyor. Ama ortadan kaldırmak çözüm değil." cümlenizle sistemin kendi kendisine yapabileceği bir düzeltmeden bahsederken;

      Biz: 'SOMA gibi devasa bir katliam yaşandı!' diye haykırıyoruz; halâ "Ama ortadan kaldırmak çözüm değil." dayatmasını sürdürüyorsunuz! 'Temizlemek' fiilinin iki (2) yönlü olduğunu yukarıda ifade ettik (ve hattâ hangi tür temizliğe taraftar olduğumuzu da açıkladık!) fakat 'önyargılı taraf' yine biz olduk!

      (Devamını okuyunuz...)

      Sil
    29. SOMA örneği üzerinden gidelim:
      Maden ocaklarında, o öve öve bitiremediğiniz rekabetin kazandırdığı son teknoloji ile donatılmış sığınma odalarının kurulması gündeme geldiğinde; 'patronlar' niçin gönülsüzce cevap verdi veya cevap vermeye hiç yanaşmadı? Çünkü 'maliyet' denen bir kavram var; 'insan canı' pahasına da olsa! Ve hattâ, özellikle maden ocaklarında çalışan içilerin çalışma koşullarını iyileştirmek için bir yasa tasarısı gündeme getirildiğinde, ne acıdır ki bu yasa tasarısına en kuvvetli muhalefeti gösteren tarafların biri bizzat 'işçiler' oldu! Niçin? "Çünkü bu yasa tasarısı onaylanırsa; patronlarımızın maliyetleri yükselecek ve en sonunda bizi kapı önüne atacak!" korkusuyla on yıllardır sömürüldükleri için!

      Sizler 'rekabet'i: A şirketinde istihdam edilen mühendislerin ürettiği cep telefonu ile B şirketinde istihdam edilen mühendislerin ürettiği cep telefonunun bir rekabet içinde olması; böylece daha iyi, daha hızlı, daha hafif, daha fonksiyonel vb. özelliklere sahip cep telefonlarının görücüye çıkması çerçevesinde değerlendiriyorsunuz. Hata yapmaya başladığınız nokta ise şu: Bu tür rekabetin kainatın 'doğası' olduğu beyinlerinize enjekte edilmiş!

      Bizler; A veya B şirketlerinin 'daha iyi' ürünler üretmesi için birbirleriyle yarışmasına karşı değiliz! 'Rekabet' kelimesinin saklı tutulmaya çabalanan dev kısmını işaret ediyoruz: A, B, T veya X şirketine köle seçilebilmek uğruna, en yakın arkadaşının bile ayağını kaydırmak için her tür yöntemi deneyen bir insan türünün yaratılması olarak değerlendiriyoruz! Bu, bizim beynimize enjekte edilmedi! Kapitalizmin 'doğal bir şey olduğu' sanrısını bizlere de dayattıkları için tecrübe ettik, ediyoruz! Sömürüldüğüm (pardon 'istihdam edildiğim' demem gerekirdi!) şirketteki her departmanda bunu gözlemliyorum, gözlemliyoruz!

      (Devamını okuyunuz...)

      Sil
    30. "Yani bu aşamada konunun birinci tarafı biz değiliz, Türkiye değil. Onlar temizlenirse, biz de kendiliğinden temizlenmiş olacağız. Ben aslında bu aşamada sizi kurtarıyorum, Türkiye ile bir bağlantı kurmanız açısından soruyorum, öneriniz nedir? Bir cevabınız yok." 'Ad hominem'in bir başka örneği daha! ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya'nın 'merkez bankaları'nı ve 'bankacılık sistemi'ni kökünden 'temizlemek' için; bizim bu sayfada, sadece 3-4-5 kişi kendi aramızda anlaşabilmeye çalıştığımız çabanın 1000 katından fazla; o 5 ülkede müzakere yürütenler var! Onlar artık, yavaş yavaş kapitalizmin de sorgulanabilir bir 'şey' olduğunu kabul ederek görüşmelerini yapıyorlar! Ve hiçbirşeyin bugünden yarına, bir çırpıda değişmeyeceğini gayet iyi biliyorlar! Bizler ise; birbirimizin kafasına taş atmaktan, sırf 'karşı çıkmak' için yazmaktan, 'ad hominem'i sürdürmekten; doğru dürüst bir iletişim ortamını bile kuramıyoruz! "Madem 'yeni bir sistem'i anlatmıyorsunuz, bizleri aydınlatmıyorsunuz; o zaman 'kapitalizm'e çamur atmayın! Bırakın da ağır aksak bile olsa mevcut sistem işlesin!" Daha dünya genelinde kapitalizmi temizleyemedik ki; siz hangi sistemi kurmaktan bahsediyorsunuz sayın Çimen! Temizliğe başlayabilmek için 'sizin de' omuz vermeye mecbur kalacağınızı anlatmaya çalışıyoruz, ama görmek istemiyorsunuz:

      Örnekleri tekrarlıyorum:
      Eğer sistemin kurucuları (ve oyuncuları) gönüllü olarak kendilerini temizlemezlerse, o yaklaşan tehlikenin bizzat kendisi 'öteki manada' temizliği er ya da geç yapar! (Bu satırların yazarı 'öteki manada' temizliğin yaşanmasını hiç istemiyor; çok acı verici bir süreç olacağını çok iyi bildiği halde, görünümün bu tür temizliğe doğru ilerlediğini sizlere de anlatmaya çalışıyor!)
      (Ek not [BURAYA DİKKAT EDİNİZ SAYIN ÇİMEN!]: Ve hattâ o 'tehlike'nin içine; bankaların ana giriş kapılarının korunması için istihdam ettiğiniz, asgari ücretin biraz üstü bir ücretle yaşamaya mahkum ettiğiniz 'özel güvenlik personeli'de dahil! Gün gelir; bankanın girişini korumakla mükellef kişi/kişiler bile size karşı mücadele eder!
      Bankaları kumar mekanlarına dönüştürürseniz; istihdam ettiğiniz M.B.A.'lı kıdemli personeliniz bile gün gelir size karşı mücadele eder!)

      "Kamu çıkarı, ortak çıkar uğruna çaba arfetmek de kutsal ama bunun üzerine yani sadece iyi niyet beklentisi üzerine kurulu bir insan sistemi yok ve olamaz. Tarih bunu bugüne dek görmedi ; komşular arasına çitler gerek; ülkeler birbirleriyle rekabet ederek, itişip kakışarak demokrasiyi ve modern toplumu kurdular. Bugün kendi aralarında sınırları kaldıranların en çok kavga edenler olduğunu hatırlamalı. Bunun dışında 'ben bilirimci' ve 'doğrucu' tüm yaklaşımlar totaliter rejimler ortaya koydu."

      Sayın İ.İ., yukarıda ifade ettiğinizin temelini Spencer'dan daha önce 'Niccolò Machiavelli' ve 'Thomas Hobbes' daha keskin ifade etmişlerdi. Özellikle Hobbes'un 'Leviathan' eseri; günümüz dünyasının da hangi zemin üzerinde (siyasi ve iktisadi) ilerlediği bağlamında bir tür başlangıç noktası olarak kabul görür. (Bu kabul görüş daha çok 'akademik dünya'da dile getirilir. Sizin, bizim gibi sokağa daha yakın insanların bu isimleri ve eserleri bilmesini veya şevkle dikkate almasını pek beklememeliyiz.)

      (Devamını okuyunuz...)

      Sil
    31. Hobbes'un 'Leviathan'da dile getirdiği temel tez şudur: "'İnsan'; doğası gereği yok edicidir! Tahakkümünü sürdürmek için, ilk önce yakın çevresine, sonra yayıla yayıla 'genel'e ulaşarak; bir 'güç mücadelesi'ne girer. Dünyada tek bir insan prototipi olmadığına göre; 'güç mücadelesi' her yerde görülür ve bu durum içinden çıkılması imkânsız, adeta sonsuz bir kaos nizamı yaratır. Bu kaosu minimum düzeyde tutabilmek için 'devlet' isimli mekanizma şarttır. 'Devlet' mekanizması sağlam temeller üzerine kurulmalıdır; vatandaşlarına hangi yolların doğru, hangi yolların yanlış olduğu yönergelerini vermelidir."

      Hobbes'un bu tezine en güçlü muhalefeti yapan kişi 'Jean-Jacques Rousseau'dur: "Hobbes; 'insan'ın doğası gereği yok edici olduğu fikrine nasıl ulaştı? İnsan doğasını niçin 'kötücül' bir yerden başlattı da, 'iyicil' bir yerden başlatmadı? 'İnsan doğasının yok edici olduğu' genellemesini doğru kabul etmemiz gerektiği görüşü niçin yaygınlaştı? Bu temel sorulara cevaplar aramadığımız müddetçe; Hobbes'un son hâlini verdiği bir 'yanılgılar tarihi' devam edecektir! 'İnsan'ın özgür olmasındaki çekirdek şudur: İstediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır."

      Konuyu sadece Hobbes ve Rousseau çerçevesine hapsetmek de doğru değil. Latin Amerika'da Eduardo Galeano'nun ısrarla hatırlatmak için ömrünü adadığı 'Maya', 'Aztek' veya 'İnka' medeniyetlerindeki nizamlar, Çin ve Hindistan gibi (gündeme bile gelmeyen!) köklü geçmişe sahip medeniyetlerdeki Hinduizm, Taoizm, Budizm, Konfüçyüs veya Shinto geleneklerinin 'siyasi' tezahürleri ile ilgili en ufak bir merağa sahip değiliz!

      Peki, yine de Hobbes ve Rousseau çerçevesinde ilerlemeye çalışalım. Şimdilik ulaşabildiğimiz en kuvvetli soruları soran ve cevaplar vermeye çalışan beyinlerin onlar olduğunu varsayalım.

      Hobbes'un yaşadığı dönemde 'devlet'in fonksiyonları ile, günümüz devletlerinin fonksiyonları arasında hiçbir fark yok! Ve hattâ daha da güçlendiler! Sadece isimleri değişti; '...Düklüğü / Krallığı / İmparatorluğu' derken '...Cumhuriyeti' demeye başladık o kadar! 'Tahakküm' ise artarak devam ediyor!

      Şimdi 'devletler'e ek olarak (ve hattâ 'halkların geneli için olduğu' söylenegelen devletleri baştan aşağı dönüştüren!) 'şirketokrasi (korporatizm)' isimli bir olgu var. (Yukarıda, 11 Mayıs tarihli açıklamanızda siz de bahsettiniz.)

      'Korporatizm'in beslendiği kaynağın 'kapitalizm' olduğunu yukarıda açıkladık; yine tekrara düşmeyelim!

      "Artık içinde rekabet, bireyin kendisini daha iyi bir konuma getirme çabasının ürününü alması, eşitlikçi gelir ve refah dağılımı olan bir sistem kendini ispatladı."

      Hayır sayın İ.İ. ispatlamadı! Kendinizi kandırmaya istediğiniz kadar devam edebilirsiniz; ama 'ispatladı' diyerek yanlışı yaymayınız!

      (Devamını okuyunuz...)

      Sil
    32. "Bugün 'sosyalistim' diyen adam bile bunları kabul edip benimseyerek 'yeni bir sosyalizm' peşinde koşmakta (en azından hamasi diyalogları bırakıp gerçekleri görenler). Bunların telaffuzu zor gelebilir ama 'çıkar' diye bir şeyin olduğuna ve hatta 'çıkar çatışmasına' belki de şükür etmeliyiz. Bu çatışma sayesinde herkesin kirli çamaşırları ortaya çıkıyor. Çıkarları farklı olan gruplar katılımcı bir demokrasi yaratıyor. Diyalektik, adını koyan adamları haksız çıkardı. Artık tartışılmaz bazı gerçekler üzerine kurulan sosyal yaklaşımlı bir altyapı insanlığın ortak kurtarıcısı olacakmış gibi ve bunun mevcut en yakın örneği de Avrupa'da denenmekte."

      'hamasi diyalogları bırakıp gerçekleri',
      'Diyalektik, adını koyan adamları haksız çıkardı',
      'Artık tartışılmaz gerçekler...'
      '...en yakın örneği de Avrupa'da denenmekte';

      Bunları siz söylüyorsunuz! Ve okuduğunuz metnin başına dönüyoruz: "Sizler 'kapitalizm, kâr, bankacılık, hedonist bireycilik, ezici girişimcilik ve rekabet'i tartışılmaz, kainatın 'doğası' kabul ederek, önceliğinizi bunlar yaparak düşüncelerinizi açıklıyorsunuz" !

      Bu sayfayı takip eden 'komünist' ve hattâ 'hardcore marxist-leninist' arkadaşlarımız var ise, şu sözü ve kaynakları dikkatle incelesinler:

      "If that is Marxism, then I am not a Marxist!"

      Marx bu sözü hiçbir zaman doğrudan söylememiş ve yazmamış!
      Fakat aşağıdaki kaynakları dikkatle incelediğinizde, tırnak içindeki ifade hiç söylenmemiş olsa da; sadece bir kişinin isminin sonuna '-ism' ekleyerek neler yapılabildiğini daha iyi anlayacaksınız! Eğer aşağıda ifade edilenlerin Marx'ın görüşleri olduğu söyleniyorsa; Marx'ın bizzat kendisinin Marxism'i reddedebileceğini daha iyi anlayacaksınız!

      (Friedrich Engels şöyle aktarmış:

      "ce qu'il y a de certain c'est que moi, je ne suis pas Marxiste"

      "what is certain is that [if they are Marxists], [then] I myself am not a Marxist")

      [1] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1880/05/parti-ouvrier.htm
      [2] http://libcom.org/forums/theory/context-marxs-i-am-not-marxist-quote-09062009

      C şirketinde istihdam edilen kimyager & farmakologların geliştirdiği ilaçlar ile D şirketinde istihdam edilen kimyager & farmakologların geliştirdiği ilaçların birbirleriyle yarışmasına karşı değiliz!

      https://www.youtube.com/watch?v=_Rh6VfHlenA

      "Tedavimin süresine bağlı ama burada o ilacı bulamıyorum. Yardım istiyorum."

      "Al işte kızım bu parayı! Ben başka ne yapacağım? Al bu parayla ilaçlarını! Cebinden düşürme o parayı, epey var bak orada! Söyleyin, düşürmesin parayı!"

      "Bir şey diyeceğim: Yanlış anlaşıldım!

      Ben dilenci değilim!

      İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım.

      Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda!" diye haykıran,

      'Duygu sömürüsü' yaptığı söylenen (!),

      Ve 'böyle örnekler her zaman yaşanıyor! Kapitalizmi ve bankacılığı -temizlemek- için bizlere hatırlattığınız bu olay bir gerekçe olamaz ki' cümlesini sizlere söylettiren o 'insan'ın, o 'ezilenler'in yanındayız!

      Tıpkı 15 Mayıs 2015 Renault işçilerinin mücadelesini dikkate almadığınız gibi,
      Yukarıda aktarmış olduğum 'yangın' metaforunu (14 Mayıs 2015 saat 12:16) dikkate almadığınız müddetçe;
      "Soruyorum, öneriniz nedir?" diye sormaya daha çok devam edeceksiniz!

      Saygılarımla

      Sil
    33. Fransa Renault işçilerinden Bursa Renault işçilerine mesaj:

      (Türkçe altyazılı ve Türkçe)

      https://www.youtube.com/watch?v=MQ3zkzCBiuI

      Sil
  21. Hocam yukarda bir cevapta devletin sürekli borçlanması durumunda crowding out etkisi süreklilik kazanır dediniz. Anmalamadığım yer devlet sürekli olarak piyasadan bütçe açığının finansmanı için borçlansa ve faizleri yükseltsede sonuç olarak devlet piyasadan çektiği parayı yatırım harcmaları, transfer harcamaları şeklinde ekonomiye yeniden kazandırıyor ve bunlarda başka Kişilerin gelirini oluşturuyor. Sonuç olarak bu gelirlerde bankacılık sistemine geri Dönüyor. Bu şekilde de bankaların azalan fonları yerine gelmiş olmuyoR mu ?
    siz bir defa borçlanması halinde dediğiniz doğru. Fakat sürekli yaparsa dışlama etkisi yapar dediniz fakat bir defada yapsa sürekli de yapsa sonuç olarak devletin piyasadan çektiği fonlar tekrardan bankacılık sistemine dönüyorsa bir defa yapılmış sürekli yapılmış Önemi var mı? Aydınlatırsanız çok sevinirm saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dedikleriniz doğru olsa da kamu açıklarının sürekli büyümesi bir kaç sonuç doğuruyor: (1) Enflasyonu artırıyor çünkü kamu harcamaları özel kesim kadar yatırıma dönüşecek verimli alanlara yönelemiyor. (2) Kamu açığı büyüdükçe dış yatırımcı açısından ekonomide risk artışı olarak algılanıyor ve kurlar yükseliyor bu da enflasyonu yükseltiyor. (3) Kamu sürekli borçlandıkça faiz yükseliyor ve özel kesimin borçlanma maliyeti yükseliyor.
      Türkiye 1985 2001 arasında bu yöntemi denedi. Sürekli artan kamu borçlanmasıyla bütçe açıkları yüzde 10'lara enflasyon yüzde 60'lara yükseldi. Sonuçta 2001'de bankalar battı.

      Sil
  22. Hocam alaattin aktas yazısında demis ki 2005ten günümüze kadar olan dönem için bir hesaplama yapildignda dolar hala yüzde 16 değerli olarak hesaplanmistir. Hocam bu hesap neye göre yapiliyor. Hangi kalemler ya da hangi gostergeler gosteriyor bunu . Benim değerli ya da degersizlik konusunda bildigim sey big mac endeksi ile sinirli. Bilgilendirirseniz sevinirim hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Alaattin beyin hesabı neye göre yaptığını bilmiyorum. Yine en doğrusu Big Mac endeksi.

      Sil
  23. hocam almanyada satın alma gücü paritesi türkiyeden 2,5 kat fazlaysa yani kabaca her seyden 2,5 kat fazla alıyorlarsa biz niye türkiyede yaşıyoruz oraya göç edelim fikri mantıklı mıdır? biliyorum biraz değişik bir fikir oldu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adamlar da ondan korktuğu için vizeleri iyice sıkıyorlar.

      Sil
    2. Tiebeout Hipotezi (ayağıyla oy vermek) oluyor bahsettiğiniz şey. Seçmenlerin oy vererek bulamadığı hizmeti; olan yerlere göç ederek almaya çalışması kısaca :)

      Sil
  24. Hocam elinize saglik. Bir soru sorabilir miyim?
    Bir isletme defter tutarken, vadesi gelmemiş senetleri reeskont faizi ile iskonto edip kaydederken TCMB reeskont faizini baz almiyor mu? Bu faizi bankalar da mali verilerini cikarttiklarinda bu sekilde kullanmiyorlar mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkisi aynı şey değil diye biliyorum.

      Sil
    2. UFRS raporu hazırlayan bir denetim firmasında çalışan olarak, vadesi gelmemiş senetlere, çeklere, ticari alacak ve borçlara TCMB reeskont faizini kullanarak reeskont karşılığı ayırıyoruz. Ancak KAS bülteni kullananlarda var.

      Sil
  25. Özür dilerim hocam hazine ile merkez bankasını karıştırdım.
    'Bize bu yılı harcatacak olan ne emisyon artışı ne de seçim ekonomisi' diyorsunuz.
    Emisyon önemli değilse faizleri yükseltmeyi neden düşünüyorsunuz. Önemli olan milletin cebindeki parayı faizle geri alıp dolaşan parayı düşürüp enflasyonu düşürmek. Bunu yıllarca sizlerden dinledim ben.
    Şunu demek istiyorum yıl 2002 kişi başı cepteki para 127 tl. Yıl 2015 kişi başı cepteki para 1217 tl. Bu neyi ifade eder. Bu kadar enflasyon olmadı. Enflasyon oranina göre kisi başi cepteki para 368 tl olmalı.
    Alakanız için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah. Çok kişi karıştırıyor.
      Faizi yükseltmeyi önermemizin sebebi kurları kontrol edip TL'nin daha fazla değer kaybetmesini engellemek. Çünkü öyle olunca enflasyon artıyor. Emisyonu kıssanız bu kez zaten yetersiz olan iç talep daha da yetersiz hale gelecek ve büyüme iyice düşecek.

      Sil
    2. Hocam, siz yılların iktisatçısısınız, size ders vermek haddime değil: Artık 'enflasyon' kelimesini kullanırken hangi enflasyondan bahsettiğinizi en başta yazmazsanız, okurlarınızın kafası karışmaya, aynı soruları tekrar tekrar sormaya devam edebilirler!

      Kısaca şöyle yazmışsınız 'Çünkü öyle olunca enflasyon artıyor.' Ekonomiden anlayan kişiler, bir önceki cümlenizi okuyunca sizin 'maliyet enflasyonu'nu kastettiğinizi görüyor. Ama ekonomiden pek anlamayanlar (soru soran arkadaşımızı tenzih ederek yazıyorum) klasik 'talep enflasyonu'ndan başka bir şey düşünemiyor!

      Artık 'maliyet enflasyonu' hastalığına kökten girdiğimizi siz, biz gayet iyi biliyoruz da;
      'Talep enflasyonu' dışındaki enflasyon türlerinden haberdar olmayanlar, enflasyonun nasıl hala düşemediğini anlayamıyor!
      Tıpkı sizin 'cari açık' üzerine yaptığınız uyarılarda, toplumumuzun 'muhasebedeki cari hesapları' aklına getirdiği yanılgısına düştüğü hatırlatmasını yapmanız gibi!

      Siz ne demiştiniz:
      'Baz etkisi nedeniyle, 1. çeyrekte enflasyonda düşüş yaşanma ihtimali var.' Düşüş yaşandı mı? Hayır!
      'Kur geçişkenliği' sebebiyle bırakın düşüşü; enflasyon yükseliyor!
      ('Patates'i ve 'hâl yasası'nı en büyük günah keçileri olarak bellemek; hastalığın kökünü umursamamamızdan ibaret!) Ve hatta 2015 sonu enflasyon tahmininizi %8'e güncellemeyi planladığınızı bile söylüyorsunuz!

      Öyle anlaşılıyor ki:
      Haziran'dan, hele hele Eylül'den sonra, güzel ve masum vatandaşlarımız 'maliyet enflasyonu'nun nasıl bir hastalık olduğunu, acı çeke çeke öğrenecek!

      Ne yanıt verirsiniz Hocam?

      Sil
  26. Hocam, sizden oldukça kişisel bir yazı yazıp bugün (10 Mayıs) akşamına yetiştirmenizi bekliyoruz!

    12 Eylül 1980 günü siz 30 yaşındaydınız.

    O gün neredeydiniz?

    Darbeyi öğrendikten sonra ilk yaptığınız şey ne oldu?

    Aileniz başta olmak üzere yakın çevrenizle ilk ne konuştunuz?

    Kenan Evren ile hiç yüzyüze geldiniz mi, temasınız oldu mu?

    9 Mayıs 2015'den 35 yıl öncesine geçen süreçte bakışınız nasıl evrildi?

    Soruları temelinde bir yazı...

    Başlık bulmakta güçlük çekerseniz: "12 Eylül'de Ben" uygun olabilir.

    Sabırsızlıkla bekliyoruz, saygılarımızla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 12 Eylül le ilgili bazı anılarımı Light Günlük'te yazmıştım.

      Sil
  27. hocam enflasyon arttığında insanlar parasını mevduat olarak yatırmaya devam etsin diye faizler de arttırılıyor. Fakat faiz artınca bankalardan kredi çekenler için de faiz artmış oluyor. Bu durumu tam olarak anlayabilmiş değilim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bankaların kaynağının ağırlığı mevduat. Bankalar mevduat faizini artırdığında kaynak maliyetleri de artıyor. Bu durumda bu artışı zorunlu olarak kredi faizine yansıtarak kârlılıklarını korumaya çalışıyorlar.

      Sil
  28. Bu kadar para basilmisa piyasada.eger mevduatci faizi begenmezse dovize gecmeye karar berirse doviz patlamazmi!yani tl de kalmak su anda riskli degilmi.zaten 3 senedir.dolar basti gecti tl yi.sizce ne yapmali.portfoyun % kacu dolar doviz olmali?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben kişisel yatırım tavsiyesi vermiyorum. Tek söylediğim şey şu: Fed'in faiz artırma konusu masada durduğu sürece ara ara inip çıksa da dolar artmaya devam eder.

      Sil
  29. Hocam kusura bakmazsanız yukarda cevaplanıdınız fakat aklıma yatmayan bir kaç husus var izninizle sormak istiyorum tekrar oluyorsada affınıza sığınıyorum ;
    Eğer kamu bütçe açıklarını piyasadan finanse ederse ve bunu Alışkanlık haline getirirse piyasada ki fonlara kamunun da talebi ekleneceği için piyasada faziler yükselecek ve özel kesimin yatırımları da faize son derece duyarlı olduğu için söz konusu yatırımlar azalacaktır. Bu konuda ki analizinizi hazine Kitabınızda grafiklerle göstererek De anlatmışsınız. ayrıca kamunun borçlanmasının yukarda 3 riskinden söz ettiniz gayet iyi anladım.
    Fakat aklıma her nedense şu geliyor ; kamu piyasadan çektiği fonu belki özel kesim kadar verimli alanlarda kullanmayacak olsada bu parayı transfer,destekleme giderleri, yatırım harcamaları şeklinde tekrar ekonomiye kazandıracak bu da diğer kesimlerin geliri olacaktır. Bu kesimlerde elde ettiği gelirleri tekrardan bankacılık sistemine aktardığında bankacılık sisteminde ilk anda devletin talebiyle azalan fonlar şimdi yerine gelmiş olmayacak mı? Dolayısıyla da fonların yeniden bankacılık sistemine Dönmesi ilk anda yükselen faizleri tekrardan aşağı getirmez mi? Bu sebeple de dışlama etkisi giderilmiş olmaz mı?
    Kitaplarda devletin piyasaya girmesiyle faizler yükselir özel kesim yatırımları dışlanır deniyor fakat fonların tekrardan bankacılık sistemine döneceği düşünülmüyor.ben mi eksik düşünüyorum eksik düşünüyorsam da nereyi eksik düşünüyorum ?saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediğiniz sistem böyle çalışsaydı Türkiye, aynen bu dediğinizi yaparak iyiye gidebilirdi. 1985 - 2001 arasında Türkiye aynen sizin bu dediğinizi yaptı ve 2001'de krize girdi. Her yıl artan enflasyon faizi,n artmasına o da bütçe açığının artmasına ve devletin her yıl daha fazla fon çekmesine yol açıyor. Sonuçta crowding out büyüyerek gelişiyor.

      Sil
  30. Hocam fedin enflasyon hedeflemesi yaptigina inanmiyorum oyle bir hedef olsaydi bunu 7senede olmamasi cok ilginc fed buyuk yatirim bankalarina ortak hareket ediyor ne dersiniz hocam cok mu ucuk dusunuyorum ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fed enflasyon hedeflemesi uygulamıyor. Enflasyonun yüzde 2'lere çıkmasını istiyor.

      Sil
  31. Hocam merhaba;
    Yine çok güzel yazı...Büyük bir keyifle yazılarınızı bekliyoruz. Çok teşekkürler..

    YanıtlaSil
  32. Koca Türkiye'de bir sürü üniversite ve üniversite hocası var. Ama benim bildiğim , bilgi veren, güncel konuları irdeleyen, ekonomist olmayan normal kimselerin de dahil olabildiği bu şekilde bir bloğu olan Mahfi Eğilmez hoca var. Öte yandan olabildiğince de demokrat ve özgür bir blog. Hepimiz herşeyi yazabiliyoruz terbiye sınırları içinde. Mahfi Hoca bir de herşeye cevap yetiştirebiliyor. Hep çalışıyor hem tv de program yapıyor hem internette burada yayın yapıyor, kitap da yazıyor. Ben artık Mahfi Hoca'nın android olduğunu falan düşünmeye başladım:))) Ya da diğerleri tembel. Saygılarımı sunarım..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler. Gelin buna yaptığı işi sevmek diyelim. Bir insan bir işi severek yapıyorsa yorulmuyor da bıkmıyor da.

      Sil
  33. Hocam merhaba. İki adet sorum olacak.

    1. Hazine neden direk merkez bankasından borçlanma yapmamakta?
    2. Hazine borç vermez mi? Para tek taraflı hazineye akıyor gibi gözüzkmekte bu şemada.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1. Geçmişte yapıyordu. Sonuçları enflasyon olduğu için yasaklandı.
      2. Hazine açık verdiği için borç alır, çok istisnai haller dışında borç vermez.

      Sil
  34. Hocam burada tartıştığımız soruların bazılarını bugunkü programda ak parti temsilcisi arkadaşa yönelttiniz fakat ben hiç net ve tatmin edici cevaplar alamadım. Cümleler hep konuyu geçiştirip farklı yerlere taşımak ile kuruldu. Bilmiyorum sizi tatmin etti mi cevaplar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seçim ortamında tatmin edici yanıtlar almak kolay değil. Siz ne sorarsanız sorun parti temsilcileri kendi bildikleri gibi yanıtlıyor. Bu sadece AKP temsilcisi için değil hepsi için geçerli.

      Sil
  35. Kaleminize saglik hicam
    Hocam bir iibfli olarak isyanimi haykirmak istiyorum.Hocam yuksek puan almamiza ragmen aatanamiyoruz. Kimse bizi duymuyor.2014 haziran kasim atamasinda 400 bin iibf mezununa 199 atama verildi. Onumuzdeki hazirandada dbpnin aciklamasina gore pek fark yok gibi. DisaRilarda eylem yapalim desek fisleniyoruz ve yarin bir gun mulakatli alimlarda girme sansimiz yok. Elimiz kolumuzu bagladilar. Herkesin agzinda ogretmen atamasi almis basini gidiyor. Fakat ogretmenlere verilen kadro sayilarinin 4 te 1ine tekabul ediyor. Ogrencilerinize ne tavsiye ediyirsunuz cok zor durumda iibfliler cokkkk. bizleri ozel sektore pazarlamaya calisiyorlar gulunc ucretlerle ki maliyeti azalsinda grgirisimcinin hem nitelikli isgucu elemani olsun hemde daha verimli calissin diye.
    BIZI DUYAN YOK MU???

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz dahi bir yorum yapmaktan cekiniyorsaniz halimiz hal degil degildir. Demektir.

      Sil
  36. Hocam merhaba,

    Yazınız yine çok aydınlatıcı olmuş. Elinize sağlık.

    Benim merak ettiğim bir konu var. Bir şirket sermaye + yabancı kaynak (banka kredisi) toplamı kadar aktifini büyütebilir. Bir ülke'de bankalardaki mevduat + yurt dışı krediler toplamından, kamu iç borçlanmasını çıkardığımızda özel sektörün kullanabileceği fon kalır. Bu doğru mu? Bir bütçe yılında istenen büyüme oranına (örneğin %3) ulaşmak için ( Yurt dışı krediler ve kamu borçlanmasının aynı kaldığı düşünüldüğünde) olması gereken kaynak (tasarruf) artışı nasıl hesaplanmaktadır ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yatirimlar ortalama 20 yilda anaparayi kazansa (altyapi yatirimi yapan ulke), karlar arti degerin %25'i olsa (somuru cokca), tum GSYIH tasarruf edildiginde ekonomi yuzde 20 buyur. O zaman, r/0.20 tasarruf orani gerekiyor. Mesela, r=0.03 icin, %15 tasarruf orani. Orn., Almanya icin, 30 - 20% kullanip, r/0.17 yapabiliriz. Cunku, yatirimlarin marjinal getirisi zayiflamis, ar-ge ve gelir dagilimindaki dengeden dolayi ucretler artmistir. Kendi hobi sinifi iktisat teorimdir. Bu arada bankalardaki tum paranin yatirima donusecegini soyleyemeyiz. Issizlik nasil kapitalizmin bir geregi ise, yatirimlarin cekici olmasi icin de bankada yatan fazla fazla paranin faizleri baskilamasi lazim. Ayriyetten, dis kredi ile giren kaynak, tamamen yatirima donerse ancak tasarruf denilebilir. Halbuki, doviz acigi verdigimize gore, ithal edilen her 'ayfon' dis krediyle gelen tasarruftan yemis demektir. O zaman formulu gelistirmek gerekir. Yine en dogrusunu hocamiz soyler.

      Sil
    2. Çok teşekkür ederim

      Sil
  37. Hocam, lütfen yanlış anlamayın, ne gördüysem onu söyleyeceğim:

    Birkaç gündür siyasi partilerin ekonomiden sorumlu olduğu söylenegelen milletvekili adaylarını 11'de Ekonomi'ye konuk alıyorsunuz.

    Hangi partiden gelirlerse gelsinler, masada sizin yanınızda biraz heyecan yapıyorlarmış gibi, konukların cümlelerinde biraz istemsiz kaymalar oluyormuş gibi bir izlenim ediniyoruz.

    Halbuki siz hiçbir şey yapmıyorsunuz. Sadece oturuyorsunuz, soru soruyorsunuz ve cevapları dikkatle dinliyorsunuz.

    Acaba sizin bedeninizin çevresinde 2 metrelik bir aura var da, konuklarınız bu auradan mı etkileniyorlar? Ne dersiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kıdeme saygıdan olsa gerek. Başka nedeni yok.

      Sil
    2. Var Hocam var! Şuraya cevap yazarken mütevazılıkta aşırıya kaçıyorsunuz!

      Sizden korkuyorlar!

      Acaba yanlış bir şey söylersem, Mahfi Bey bana ne yapar? diye korkuyorlar!

      Sil
  38. hocam bu bireysel kredileri ve konut kredi faiz oranlarını hangisi belirlemektedir. hangi gösterge faiz düşerse kredi faizleri düşer veya hangisi arttıgında kredi faizleri artar?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bireysel kredi oranları vb bankalar tarafından serbestçe belirleniyor. Konu sadece MB faizlerinin düşürülmesiyle ilgili değil. Ama genel olarak MB, bankaları fonladığı gecelik fonlama faizinin üst limitini düşürürse piyasadaki faiz oranları bir miktar etkilenebilir. O zaman da kurlar yükselir ve faizi yine artırmak zorunda kalır.

      Sil
  39. Hocam dolar sene sonu 3ü geçecek mi ekonomistlerin çoğu bunu söylüyor ekonomi bakanı düşecek diyor kime inanalım ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ABD ekonomisinde iyiye gidiş yeniden başlamak üzere. Fed'in faizi artırma olasılığı da her zaman masanın üzerinde. Bu durumda Dolar yükseliş trendini korur. Arada inişler çıkışlar olsa da bu trend devam eder. Yılsonunda kaç olacağını Fed'in faiz kararı belirleyecek. Onu bilmeden tahmin yapmak falcılıktan farksız olur.

      Sil
  40. Mahfi bey bize sürekli başkanlık sistemi eşittir istikrarlı iktidar o da eşittir ekonomik büyüme diyorlar. bu ne kadar gerçekçi? arada bir korelasyon var mı? son 12 yıldır akp hükümeti tek başına iktidarda, dedikleri gibi mi oldu? daha önce buna değinen bir yazınız var mı okuyabileceğimiz? başkanlık sistemini tek adam olma hırsı dışında başka nedene bağlamak istediklerinde sürekli bu konuyu ortaya atıyorlar, haliyle insan merak ediyor böyle mi diye.

    YanıtlaSil
  41. hocam ne oluyor böyle faiz maiz. siz faiz lobisi misiniz yoksa? :)
    hocam benim bir iddiam var. ben bu ülkede gerçek faiz lobisinin bu hükümet olduğunu düşünüyorum.
    yıllardır ülkeye giren sıcak paranın üzerine yattılar, her krizde eldeki tüm varlıkları haraç mezat sattılar. faizcilere bundan daha büyük bir hizmet olabilir mi? faizciye(yani paradan para kazananlara) hizmet edene de faiz lobisi demek pek de yanlış olmaz, nitekim kendilerini ikditarda bu şekilde tuttukları için.

    YanıtlaSil
  42. detaylar aşağıda bugün bize yılbaşı kredisi veya% 2 başka kredi ihtiyacı musunuz ..
    iletişim bilgileri:
    e-posta: clinton.financialservice@poczta.onet.pl
    tel: +918197990381
    müşteri bakımı bizim size / sizin güven ve anlayış için teşekkür ederiz en değerli.
    teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı