Yapısal Reformlar Niçin Kolay Yapılamaz

Öncelikle yapısal reformların ne olduğuna bir kez daha değineyim. Bunu yaparken daha önce bu blokta yazdığım Yapısal Reformlar Rehberi başlıklı yazımın giriş bölümünü buraya aktaracağım.

Yapısal reform, bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir. Ekonomi dışından bir örnek vereyim. Diyelim ki İstanbul’u olası bir depreme karşı daha güçlü bir hale getirmek istiyoruz. O zaman eskiden depremlere dayanıklı olarak yapılmamış yapıları yıkıp depreme dayanıklı yapılar yapmanız gerekiyor. Bu, hem zaman alacak hem de pahalıya çıkacak bir dönüşüm. Ama tamamlandığında hem kentin görünümünü güzelleştirecek hem de depremlere dayanıklılığını artıracak bir yapısal dönüşüm.

Yine İstanbul’dan bir örnek verelim. Her şiddetli yağmur yağdığında evleri sular basıyor, yollar, alt geçitler göle dönüyor. Bu durumu önlemek için kentin bütün altyapısını yenilemek geliştirmek gerekiyor. Bu hem çok gider gerektiren hem de yağmur yağmadığı sürece görünmeyecek olan bir yatırım. Bunu yapmak yerine daha görünür, daha oy getirecek yolları, köprüleri yapmak düşünülebilir. Altyapıya yönelmek bir anlamda yapısal dönüşümdür. Buna yapısal reform diyebiliriz. 

Bir de ekonomiden örnek vereyim. Diyelim ki sürekli açık veren bir sosyal güvenlik sistemi söz konusu. Örneğin her ay sisteme üye olanlardan 100 lira prim toplanıyor ve bu gelir faiz hesaplarında ya da tahvil getirisinde nemalandırılarak 110 liraya çıkarılıyor. Buna karşılık yine diyelim ki sistemden sağlık gideri ve emeklilik maaşı alanlara da ayda 130 lira ödeniyor. Bu durumda sistem her ay 20 lira açık veriyor demektir. Bu açığı kapamanın dört yolu var: (1) Üyelerden alınan primleri artırmak, (2) Emekli maaşlarını ve sağlık sigortası katkılarını düşürmek, (3) Emeklilik yaşını yükseltmek, (4) Borçlanmak. Borçlanmak geçici bir çözümdür ve bazen de sorunu ağırlaştırabilir. O halde kalıcı çözüm için ilk üç düzenlemeyi yapmak gerekecektir. Bu düzenlemeler başlangıçta sıkıntı yaratacak ve belki de siyasal iktidara oy kaybettirecek önlemlerdir ama sosyal güvenlik sisteminin iflas etmemesi için yapılması şarttır. Bu düzenlemelere 'yapısal reform' diyoruz.

Yapısal reformların önemli bir bölümü yukarıda sosyal güvenlik sistemi örneğinde değindiğim gibi siyasal iktidarın oy kaybıyla sonuçlanabilecek kararlara bağlıdır. O nedenle de kolay kolay uygulamaya konulamıyor.

Türkiye’nin ihtiyacı olan yapısal reformlar üç başlıkta toplanabilir: Siyasal reformlar, sosyal reformlar, ekonomik reformlar. Yapısal reformların neler olduğunun ayrıntısını öğrenmek isteyenler linkini aşağıda verdiğim yukarıda konu edilen yazımı okuyabilirler:

Şimdi gelelim yapısal reformların niçin yapılamayacağına. Bir alandaki yapısal reformu yapabilmek için o alanda gerek görülen yapı bozukluğunun nereden kaynaklandığı ve nasıl düzeltilebileceği konusunda iyi kötü bir görüş birliği olması gerekir. Diyelim ki eğitim alanında yapısal reform ihtiyacı olduğu kanısındayız. Bu konuda görüş birliği var mı? Bence yok. Kimimize göre eğitimde tümüyle bilimsel, sorgulayıcı ve analitik eğitime geçilmesi şart. Bunun için de orta öğretimde biyoloji, jeoloji, felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji gibi derslere yer verilmesi ve bu derslerin sorgulayıcı bir tarzda okutulması gerekiyor. Kimimiz ise bu tür derslerin çocukların isyankâr yetişmesine neden olduğuna ve bunların yerine din derslerinin okutulmasına ağırlık verilmesi biçiminde bir eğitimden yana. Bir üçüncü grup ise bunların bir arada okutulmasını savunuyor. Sizce eğitimde bu üç tercihten hangisine yönelirsek yapısal reform yapmış oluruz? Bence buna karar verebilmek için bilimde, sanatta, felsefede, kültürde ileri gitmiş ülkelerin hangi yolu seçtiğine bakmak gerekir. Öyle yapınca orta öğretimde biyoloji, jeoloji, felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji gibi derslere yer verilmesi ve bu derslerin sorgulayıcı bir tarzda okutulması gerekiyor. Dolayısıyla bence eğitimde yapısal reform bu yöne dönmekle yapılır. Bu yöne dönerken liselerin ve öğretmen okullarının tümüyle buna göre yapılandırılması gerekir. Bu görüşü bugün kabul ettirmek mümkün mü? Bence değil. O halde biz eğitimde yapısal reform yapamayız. Son dönemde yaptıklarımız da zaten geçmişten kalan yapısal reformların terse döndürülmesinden başka bir şey değil.

Yapısal reform yapmazsak ne olur? O zaman buluş yapamayan, inovasyonu taklitçilik sanan, fason üretime çalışan bir toplum olmaya devam ederiz. Bu durumda akla şu soru geliyor: Acaba üzerinde anlaşamadığımız sosyal ve siyasal alandaki yapısal reformları bir yana bırakıp da ekonomik alandaki yapısal reformları yapabilir miyiz? Belki yaparız ama bu bizi ‘muasır medeniyetler seviyesine’ çıkarmaya yetmez. Ekonomisi iyi ama demokraside geri, bütçesi tutarlı ama insan hakları karnesi bozuk, kamu borç yükü düşük ama eğitimde geçen yüzyılın sistemine bağlı bir ülke ‘muasır medeniyetler seviyesine’ çıkabilir mi?

Bizim AB’ye üye olmamız bunun için önemlidir. Üzerinde anlaşamadığımız eğitim, demokrasi, insan hakları, laiklik gibi konularda kendi durumumuza uygun tanımlar uydurmaya çalışacağımıza bunları gelişmiş ülkeler standardında AB’den mecbur kalır da alırsak yapısal reformları yapmış oluruz. Türkiye için yıllar önce AB üyeliği ekonomiyi düzeltmenin ön koşuluydu. Artık AB üyeliği, Türkiye’nin sosyal ve siyasal yapısını düzeltebilmek, bu alanlardaki yapısal reformları yapabilmek için şart. Bu standartları kabul etmeden aramızdaki görüş aykırılıklarını gidermek mümkün görünmüyor. 

Yorumlar

  1. Sayın hocam kaleminize sağlık fakat sorum şu: Jeostratejik açıdan tampon bölgede bulunan, içerde, dışarda birçok sorunla boğuşan problemli bir ülkeyi AB neden kabul etsin ?

    YanıtlaSil
  2. Hocam sizce ülkemizin yapısal bir reform geçirebilmek için gereken sermaye birikimi seviyesine ve tasarruf arzına ulaşabilmesi imkansız mı? Yazılarınızdan tespit ettiklerim beni çok karamsarlığa sürükledi açıkçası, bizimde efsane girişimcilerimiz, rekabetçi ürünlerimiz ve sektörlerimiz; hatta yeni iş modelleri ve sektörlerimiz olamaz mı? Şimdiden teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gücünü din sömürüsünden alan siyasi iktidarlar olduğu müddetçe yapısal reform yapılmaz..karamsarlık çok normal..size oy vermeye hazır milyonlar varken yapısal reforma gerek yok, biraz makarna biraz kömür düzeni sürdürürsünüz

      Sil
    2. Bu dedikleriniz olabilir. Ama siz bu eğitim modeli sonucunda buradan çıkmış dünya çapında bir buluş gördünüz mü? 200 yıldır tekstille uğraştığı halde dünya çapında bir marka yaratamamış olan bir ülke sizce bu dediklerinizi yapabilir mi? Yapar tabii ama bu eğitim sisteminin yetiştireceği kişilerle değil.

      Sil
    3. Akp yi din sömürüsü ya da makarna bulgur mantığıyla açıklarsak anlayamayız.dibine kadar kapitalizm içine batmış bir saadet halkası...Akp nin bu kadar yüksek oy alması geçmişle yönetimlerle ilişkili 28 şubatlar Kürtlere uygulanan yoksunuz mantığı halk .- vatandaş ayrımı akp yi besledi ama akp de son 3 senedir halktan iyice uzaklaştı.olaya bidon kafalılar diye bakılırsa halkı anlamaktan uzaklaşılır.ekonomi maalesef ki insanların ilk tercihi değil romantik toplumuz iki gül ver sonra ......yap

      Sil
    4. Hocam değerli görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkürler.
      Gücünü din sömürüsünden alan denmiş de bu ülkeyi 90 yıldır bu iktidar mı yönetmiş acaba? sapla samanı karıştırmamak lazım. yapısal reform dediğimiz şey her yerde her hükümet için sıkıntılıdır. bunun için bir şokun gelmesi bekleniyor bazen. Sıkıntının nerden kaynaklandığı konusunda insanlar kriz dönemlerinde hemfikir olabiliyor. 2001 krizi olmasa sabit kurda ısrarcı develüasyonlara açık bir ekonomi olmaya, batık bankaları masum vatandaşlara yıkmaya devam eden bir ekonomi olacaktık. bence en önemli yapısal reform şu olmalı (sizi tenzih ederek söylüyorum, siz bu reformu çok önceden yapımışsınız) : "Suçu hep başkasından bilme" olayından vazgeçmeli. Güzel olana kim yaparsa yapsın güzel denilmeli.
      Teşekkürler

      Sil
  3. Hocam cevabınız?
    Ramazan'dan sonra sizle bi rakı-balık yapalım tamam?

    YanıtlaSil
  4. Hocam açıkçası eğitim konusundaki görüşlerinize katılmıyorum. Çünkü yazınızda eğitimin gelişmiş ülkelerden alınacak beynelmilel bir kavram olduğunu kabul ettiğiniz anlaşılıyor. İşte buna katılmıyorum kanaatimce her kültür kendi eğitim sistemini doğurur. Bazı toplumlarda yabancı dille eğitim faydalı olurken bazılarında (bence biz de bu gruptayız) gayet zararlı hatta üniversiteleri yabancı dil okuma yazma kursları mesabesine kadar düşürüyor. Fikrimce eğitim seviyesi bizimkinden daha iyi olan toplumlardan sadece bazı fikirler ve metodlar alabiliriz ancak bu kadar fazlası değil. Ekonomi konusunda yazdıklarınızı çoğu zaman doğru buluyorum ancak bu konuda farklı düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben yazımda üniversitelerden değil ortaöğretimden söz ettim. Üniversitedeki yabancı dil fetişine dönüşen eğitimi ben de beğenmiyorum. Benim sözünü ettiğim konu felsefe, mantık, sosyoloji, biyoloji, jeoloji gibi temel bilimlerin seçimlik düzeylere itilip yerine başka dalların konulmuş olması. Ve bir de analitik eğitim yerine ezberci eğitim verilmesi. Eğer biz bizim kültürümüz analitik eğitime yatkın değildir biz ezberci eğitime yatkın bir toplumuz diyorsak o zaman da niçin biz ileri toplum düzeyine çıkamıyoruz diye şikayet etmeyeceğiz.

      Sil
  5. bu paragrafta yazarin asil anlatmak istedigi nedir . cevap siyaset ve sistem bu karmasikliktan beslendigi ve boyle gelmis boyle gider yontemidir

    YanıtlaSil
  6. Hocam ticarete girmeyi hiç düşündünüz mü ? Düşündüyseniz hangi sektör ve neden ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiç düşünmedim. Ben üniversiteden beri düşündüğüm yönde ilerledim.

      Sil
  7. Suriyedeki savaşa tampon bölge gibi bahanelerle müdahil olmak ülkede zaten düşük olan yatırımcı güvenini iyice dibe çekerken sizde burda "yapısal refooorm " diye diye kalpten gideceksiniz.. Yapmayın bize daha lazımsın

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Genellikle tedavi öneren doktor değil tedavi önerilip de ona uymayan hasta kalpten gider.

      Sil
  8. Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer her zaman eğitim reformu olacaktır, sizin defalarca yazıp çizdiğiniz, üstüne basa basa durduğunuz bir reform. Ve yine yazdığınız üzere, nasıl bir eğitim?

    Ben sadece bu eğitim reformu için bir noktaya değinmek istiyorum. Ekonomi, iktisat hayatımızın her alanında iç içe olduğumuz bir bilim dalı.Bu kadar soluduğumuz disiplinler hakkında, olması gereken düzeyde bilgi sahibi olmamamız, çevremizde neler olup bittiğini anlamamamıza neden oluyor. Ya da ekonomik anlamda doğru kararlar almamamıza neden oluyor. Tabi sadece bu yeterli değil, ve bence en önemlisi okullarda iktisat tarihinin de okutulmasıdır.(Dünya ve Türkiye bazında). Ve muhakkak bir bölümü de güncel iktisadi durumumuz hakkında olmalı. Ancak o zaman her şeyi yerli yerine oturtabilir, bunun sonucunda sorgulayan, analitik düşünmeyi öğrenen bir nesil yetiştirebiliriz.

    Temel bilimleri, üniversite öncesi eğitimde insanı korkutan, soğutan bir tarz yerine, günlük yaşantıyla birebir ilişki kuran, deney ağırlıklı, eğlenceli bir tarz da okutulmalı. Ki gençlerimiz temel bilimlerden soğumasın. Temel bilimlerden uzaklaşırsak, her yerden uzaklaşırız.

    Saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru. Ama keşke sadece dediğiniz kadar olsa.

      Sil
    2. Temel bilimlerin üniversiteden evvel öğretilmesine kesinlikle katılıyorum Timur Çimen, canlı örneklerden biride benim , üniversiteye başladığımızda Tatar bir arkadaşımızın iktisat bilgisi beni şaşırtmıştı sonradan kendisi anlattı - liselerde temel iktisat , hukuk vb dersler zaten veriliyormuş onlarda...
      hocam sizin bahsettiklerinize ilave olarak muhakkak iktisat , evrensel hukuk , insan hakları ve hatta tıpkı kuzey ülkerinde olduğu gibi çağımızın olmazsa olmazı temel bilişim-yazılım eğitimleri öğrencilere verilmelidir ki o çok üstüne basa basa söylediğimiz "BULUŞ" kelimesinin içi analitik düşünebilen insanlarımızla dolsun... Sonra adam 18 yaşına geliyor dünyadan bi haber

      Sil
  9. Hocam yaziniz icin tesekkurler.
    Turkiye de ekonomik olarak yapisal reform yapmanin zorlugu teorik duzeydeki ekonomik sorunlardan degil daha cok Daron Acemoglu nun Uluslarin Dususu kitabinda bahsettigi kurumsal kaynaklarin dagitilma sekilleri ve esaslari beraberinde yarattigi gelir dengesizliklerin kapatilamayacak duzeye getirilmesidir. Malum her iktidar insaata dayali buyume yalanlariyla kendi müteahhit zumresini kamu alim ihaleleriyle zenginlestiriyor.Naçizane gorusum, Turkiye de reform yapilmasi gereken konularin basinda toplumsal orgutlenme bilincinin gelistirilmesi, hukukun ustunlugunun tartismaya mahal vermeyecek sekilde kabul edilmesi ve en onemlisi iş ahlakinin gelistirilmesi gibi konulardir.Bunlarin uygulenmasi belki de yuzyili bulur bu sebeple yazinin basligindaki "zorluk " kelimesi yazinin ana fikrini veriyor. Serbest piyasa!! kurallarina gore isledigine gore ekonomimizde oncelikle bu kurallari islemez hale getiren kisi ve kurumlarin ortadan kaldirilmasi gerekiyor...

    YanıtlaSil
  10. erken seçim olur mu sizce mahfi bey... saygılar ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim en baştan beri birinci olasılık olarak gördüğüm şey erken seçim.

      Sil
  11. Eğitimden örnek vermişsiniz. Çok yerinde bir örnek olmuş. Bir üniversite öğrencisi olarak bence de bu ülkenin baştan aşağı düzeltmesi gereken ilk konu eğitim sistemi. Şuan bu sistemin yüksek öğretim ayağında bulunan biri olarak eğitim sistemimize acil bir şekilde uygulanması gereken çok sayıda yapısal reform var. Okula ilk başladığımızdan beri bizlere bilgiyi kitapların içinde ya da uzun, sıkıcı derslerde defterlerimize yazdırarak verdiler. Ama asla o bilgi üzerinde düşünmeyi ya da o bilginin hayattaki karşılığını öğretmediler. Bir üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir. Bunu bütün ortaokul öğrencileri bilir. Ama neden 190 değil de 180 olduğunu kimse bilmiyor. Bu bilginin insanların ne işine yaradığını da kimse bilmiyor. Biz düşünemiyoruz. Çünkü çocukken bize bu öğretilmedi ya da bunun gerekli ve önemli olduğu. Bu kadar çok üniversitesi olup da bilimden, akıldan bu kadar kopuk bir başka ülke bence yoktur. Eğitim sistemindeki büyük zaafları görmek için, bu kadar çok üniversite olduğu ve de hemen her üniversitede bir İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olduğu gerçeğinin yanında eğitimlerin geceli gündüzlü verilmesine rağmen değer yaratan, gerçek kaç İktisatçı yetişiyor bu ülkede diye sormak yeterlidir. Bir İİBF öğrencisi olarak bu durumdan utanıyorum.
    Hocam, bu arada ekonomi alanında bir blog yazmaya başladım. İncelerseniz sevinirim.
    iktisatvehayat.blogspot.com.tr

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet benim de dediğim budur. y 0 x2 +2 'nin türevini al dediğinizde bütün çocuklar alıyor. Ama o aldığın türev ne işe yarıyor dediğinde cevap veren çok az. Çünkü biz bu şekilde bir eğitim vermiyoruz.

      Sil
    2. Hayatım boyunca (ilkokul 2'den başlıyor) matematikten uzağım! Bu uzaklığı kendim mi yarattım yoksa sistem mi yarattı? gibi uzadıkça uzayacak sorular yumağına girmiyorum.

      Lise'de sınıf tekrarı yapmamamın nedeni, dönem ödevi denen şeyi hep matematikten alıp, sınavlarda bu dersten kalacağımı bildiğimden, dönem ödevimden gelen notumla, sınıf içindeki hâl ve tutumumdan gelen kanaat notumun sınavlardan aldığım (düşük) notlarla birleşerek 45 puan alabilmeyi başarmam veya bana başartılmasıdır!

      Şimdi Mahfi Hocam:
      "y 0 x2 +2" gibi bir şeyi hayal meyal hatırlıyorum ve bırakın türev almayı, denklemler konusunda bile tonlarca hata yapan bir kişiydim! Derste türev başımıza geldiğinde sanki kuantum fiziğine maruz kalmışım gibi hissettim ve hala öyle hissediyorum!

      Geometriyi sever gibi oldum. Ve hatta keşke matematikte geometri gibi olsa diye hayıflandığım zamanlar çoktur! Gelin görün ki, ne zaman aritmetik geometri konusu geldi çattı, geometriden de soğudum!

      Fizik konusunda şu an aklımda bir tek harf, bir tek işaret yok! Evde avizemiz bozulduğunda, kabloların deforme olduğunu, bandın yandığını gördüğümde, kabloları değiştirip yeni bant sardıktan sonra, avizeyi tekrar tavana monte ederken, artı kutup kablo ile eksi kutup kabloyu birbirine değdirirsem başıma gelecekleri biliyorum. Fizik ile ilgili aklımda kalan tek şey bu. Ve hatta bunu bilmek için okulda formel fizik dersi almak şart mı, emin değilim!

      Biyoloji ve kimya derslerini de hep 45 puan alarak geçtim. Bu iki ders ile ilgili de hiçbir şey hatırlamıyorum!

      Peki şimdi ne yapıyorsunuz? diye soracak olursanız:
      İngilizce/Türkçe çeviriler yapıyorum. Ve yaptığım çevirilerin hiçbirinin matematikle bir teması yok.

      "Kayıp kuşak" denen bir tabir vardır, mutlaka duymuşsunuzdur. Ben bu kuşağa dahil miyim / değil miyim bilmiyorum. Eğer böyle bir kuşak varsa, kayıp olduğunun farkında olanlar ne kadar çoğunlukta bu da ayrı bir tartışma konusu!

      Konuyu sadece "yapısal reformlar yapalım, olsun bitsin" çerçevesinde değerlendiremeyiz. Bu, bütün okullara tablet bilgisayar dağıtıp, "işte teknolojiyle uyumlu bir eğitim sistemi, hayrını görün!" sözüyle övünmeye benziyor!

      Pedagoji ve sosyoloji ile iç içe bir "yapısal reform" zihniyetine kavuşmazsak, benim gibi ve hatta benden beter yüzbinler (belki de milyonlar) bu ülkenin yarınlarını oluşturacak!

      Cevabınız nedir Mahfi Hocam?

      Sil
    3. Meseleyi o kadar güzek özetlemişsiniz ki cevap verecek bir şey bulamadığım gibi ekleyecek bir şey de bulamıyorum.

      Sil
    4. y 0 değil y= ,ayrıca bir üçgenin içaçiları toplamının 180 derce olduğu ispatlanabilir.Ben bunları 58 yaşımda 30 senedir hesapsal anlamda pek kullanmadığım geometri ve cebir bilgimle hala biliyorum.Ama bunun nedeni ezber olmayıp genlere işlemiş bilgidir......

      Sil
    5. basimiza ne geldiyse fakirlik yuzunden geldi dostum

      Sil
  12. universiteye gidecek arkadaslara tavsiyeniz varmi? benim var ezberle sakin ogrenme hocani verdigi notlari ezberle yolu acik

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu konularda bu blogda yazılarım var. Üniversite süresini nasıl değerlendirmeli gibi.

      Sil
  13. Hocam akil bir iktidar gelse reform yapmaya kalksa destek goremez ki bu ulkede malesef. Bu egitim meselesinden dolayi ileri goruslu insan sayisi az bu ulkede. Malesef cogunluga uyup gidiyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çoğunluğa uyarak yapısal reform yapılamaz.

      Sil
    2. Hocam "Çoğunluğa uyarak yapısal reform yapılamaz." cümlesini biraz açar mısınız?

      Sil
    3. Diyelim ki bir toplumda emekli ücretine hak kazanmak için 25 yıl çalışma yeterli olsun. Ve diyelim ki sosyal güvenlik sistemi bu yükü taşıyamıyor ve açık veriyor olsun. Yine diyelim ki iktidar partisi emekli maaşı alabilmek için 65 yaşından gün almayı şart koşan bir yasa çıkarmak istiyor ve bunu referanduma sunuyor olsun. Sizce bu referandumdan kabul çıkar mı? Cevabınız çıkmaz ise çoğunluğa uyarak yapısal reform yapılamaz sözüne katılıyorsunuz demektir.

      Sil
  14. Hocam siz kibarsınız , ben açıkça yazayım bu ferasetsiz basiretsiz liderlerle siyasetçilerle bu millet yapısal reform meform yapamaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kusura bakmayın ama o dediğiniz siyasetçiler biz çoğunluk olarak ne istiyorsak onu yapıyorlar.

      Sil
  15. Hocam Çukurova Üniversitesi İktisat bölümünü bu dönem bitirdim. Bakanlıkların uzmanlık sınavlarına hazırlanacağım. Bu zamana kadar 2,5 yıldır blog yazılarınız ve kitaplarınız derslerimde ve özellikle de yorum gücümün gelişmesine çok büyük katkısı vardır. Kaleminize-emeğinize sağlık.Hocam sınava hazırlık süreci için 'İktisadi Düşünceler Tarihi' ve beraberinde ek olarak kitap önerebilir misiniz?
    İyi Çalışmalar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülten Kazgan'ın İktisadi Düşüce Tarihi kitabını öneririm.

      Sil
  16. Hocam

    Şu dünyada bilmediğiniz bir şey var mı? İktisat ile ilgili 3, iktisat dışında 3 tane yazar mısınız?

    Not: Espri değildir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bildiklerim, bilmediklerimin yanında deryada damla gibi. Ben öyle hissediyorum. İktisat konusunda kuşkusuz bilmediklerim daha azdır ama 3'ten çok fazladır. İktisat dışında ise sonsuzdur.

      Sil
  17. Yaklaşık 10 yıldır Avrupa'da yaşayan ve bilgi işlem sektöründe çalışan birisi, olarak derin analizlere girmeden bir iki örnek vermek isterim.
    Yeni mezun Avrupalı gençler bence çok daha kendine güvenle ve daha gerçekçi beklentilerle iş hayatına başlıyorlar. Türkiye'de burnu çok havada veya çok ezik yeni mezunlar daha yaygın.
    Müfredatın dışında orta okul, lise yıllarında hobilerle veya sporla uğraşmak çok daha yaygın. Lise, üniversite öğrencisi gençler yaz tatilinde fabrikalarda, marketlerde veya cafe, restoran gibi yerlerde çalışarak hem hayat tecrübesi edinip, hem harçlıklarını kazanıyorlar. Bunlar yalnızca fakir ailelerin çocukları değil. Türkiyede ise orta sınıf ve üzerine mensup gençler üniversiteyi bitirmeden genelde hiçbir işe ellerini sürmüyorlar. Hayatları özel derslerde ve AVM'lerde suni bir ortamda geçiyor diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yüzde yüz katılıyorum. Çok doğru tespitler... Türk gençleri, yaz tatillerinde herhangi bir işte çalışmayı düşünmedikleri gibi, spordan da uzak duruyorlar, tatilini bilgisayar başında geçirmek çok yaygın... Benim kızım 16 yaşında yaz tatilinde cafede 3 ay çalıştı, bu tecrübenin ona kattığı hayat görüşü ve güvenin pahasını biçemem... Ama diğer arkadaşlarım 'çocuğu garson mu yaptın?' diyerek beni küçümsedi. İşte bize toplum olarak kaybettiren bu bakış açısıdır...

      Sil
  18. Sayın Eğilmez’e ve bu sayfanın ziyaretçilerine hatırlatma:

    “ ÜNİVERSİTELERİMİZİN İÇLER ACISI HÂLİ HER ZAMAN İKİNCİ PLÂNA ÖTELENİYOR! ”

    “ YAŞADIĞIMIZ: KABZIMALLIK! ”

    “ DİPLOMALAR ARTIK KIRTASİYEDEN ALDIĞIMIZ A4 KÂĞITTAN BİLE DEĞERSİZ! ”

    “ TÜRKİYE’DE VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN %70’İ KAPATILMALIDIR! ”

    “ -İSTİSNALAR VAR- SÖYLEMİ; ZEHİRLİ SİSTEMİ MEŞRU GÖRMEYE YOL AÇAR! ”

    “ AKADEMİDE ‘YILDIZ HOCALAR’ KÜMESİ VAR MI ?!
    VE BU HOCALAR ÜNİVERSİTELERDE SÜREKLİ KAYIRILIYOR MU ?! ”

    “ KAPİTALİZM’İ SORGULAMADAN;
    ‘BİLİM’E HAKKINI VERMEK PEK MÜMKÜN GÖZÜKMÜYOR! ”

    başlıkları ve daha fazlası ile ilgili araştırma raporunu dikkatle incelemeniz tavsiye edilir.

    Adres:

    http://bit.ly/1T83Sd1

    YanıtlaSil
  19. "YAPISAL REFORM" DERKEN GÖZDEN KAÇIRILMAMASI GEREKENLER!

    "NİTELİKLİ EĞİTİME DUYULAN İHTİYAÇ" SAÇMALIĞINI BİZE NİÇİN DAYATIYORLAR!

    "Haziran Direnişi"; içindeyken ve onu yaşarken bizi hayrete düşürecek özgünlüklere sahipti. İlginç günlerdi; yapıyor ama yaptıkça kendimize şaşıyorduk. Öte yandan; toplumun ortalamanın üzerinde gelir elde eden kesimlerinin kitlesel eylemlere dâhil olması, hattâ başını çekmesi yepyeni bir olgu değil. 1990'ların ortasından itibaren dünya çapında; küreselleşme karşıtı eylemlerden ABD'nin Irak işgalinin tetiklediği mitinglere, Latin Amerika'daki pek çok kitlesel kalkışmadan eskiden sosyalist dünyanın parçası olan ülkelerde yaşanan "renkli" devrimlere kadar tüm halk hareketlerinde bu kesim, her örnekte farklı olmak üzere önemli bir yer tuttu.

    Bahsettiğimiz insanlar toplam gelirin aslan payını alan en zengin %10'luk dilimi oluşturan "patronlar" ile onların şirketlerindeki (ve devletteki) birinci derece hizmetkârları olan "genel müdür ve benzerleri" değil. Onlar en fazla kendi çıkarlarını korumak için otellerinden birinin müdürüne kapının polisten kaçan göstericilere açık tutulmasını emreder veya çatışmalar bittikten sonra ihtiyar delikanlı kıyafetlerini giyip turist gibi zapt edilen meydana arz-ı endam ederler! Kastettiklerimiz gelir dağılımında; ikinci ve üçüncü dilimde yer alan, büyük sermaye sahibi olmayan, aksine sürekli onun tarafından yoksullaştırılma tehdit ve endişesi altında yaşayanlardır! Liberallerin el çabukluğuyla hepsini "Orta Sınıf" çuvalına doldurmaya çalıştığı bu insanlar ikiye ayrılıyorlar: (1) Sahip oldukları ve üzerinden gelir elde ettikleri küçük mülklerine dört elle sarılmış dükkâncılar ve rantiyeler ile (2) biz kentli, eğitimli emekçiler. Bu iki kesim bir ölçüde benzer bir refah düzeyine sahip olsa da birincisi bu refahı mülkiyeti kanalıyla kazanır ve kafasını sinsi bir çıkarcılığın ötesinde çalıştırmaya ihtiyaç duymazken; ikincisini teşkil eden bizler hayatımızı kafamızı patronumuz için, onun şirketi kâr etsin diye çalıştırarak, düşünsel emeğimizle kazanıyoruz!

    Bu ayrımın Türkiye'deki sonucu çok net oldu:
    Biz meydanları doldurduk, onlar ise önce bize büfelerinde tost satmadı, zayıfladığımızı hissettikleri anda ise palayı kapıp saldırdı! Böylelikle biz de bu köpek ruhluların tasmasının onların müşterileri olan bizim değil; onları vergilendiren ve denetleyen devlet ile kredilendiren sermayenin elinde olduğunu güzelce görmüş olduk! Ama konumuz onlar değil, dolayısıyla bize dönelim.

    Bizi tanımlayan en temel özelliklerden biri: İş hayatındaki güvencesizliğimiz ve bu yönümüzle önceki kuşakların, çoğumuzun ebeveyni de olan eğitimli emekçilerinden ayrılıyoruz. Onlar (çoğumuzun ebeveyni), sermayenin nitelikli emeğe duyduğu ihtiyacı karşılamakta zorlandığı bir dönemde yaşadılar. Onların döneminde üniversite mezunları için işsizlik istisnaydı, kızlarına koca beğenmeyen aileler "ne mühendisler, doktorlar istedi de..." şeklinde cümleler kurardı. Aslında olan, sermaye faaliyetlerinde giderek artan karmaşıklıkla birlikte nitelikli emeğe duyulan ihtiyacın 20. yüzyılın başında olanın çok üzerine çıkmasının sonucuydu. Bütün dünya sanayileşmeye çalıştıkça mühendislere, eğitim ve sağlık herkese sunulan bir hakka dönüştükçe öğretmen ve doktorlara, şirketler büyüdükçe işletmecilere olan ihtiyaç artıyor ama bu niteliklere sahip insanların sayısı aynı hızla artmıyordu.

    +++

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harika bir analiz...Tebrikler...Gerçekten değme sosyologlara emsal gösterilecek bir yazı.

      Sil
    2. Teşekkürler sayın Karadağ. Metnin devamını aşağıda okuyabilirsiniz (3 parça)

      Zengin, emperyalist ülkelerde "refah devleti"; onların peşinden gelmekte olan Türkiye gibi ikinci kuşak kapitalist ülkelerde ise "kalkınmacılık" olarak isimlendirilen bu dönemin ortaya çıkış sebebi Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerin varlığıydı. Kapitalist ülkelerde toplum; patronlar ve onların vereceği yevmiyeye bakan işçilerden artık ibaret olamazdı; çünkü işçilerin iktidarda olduğu ülkeler de vardı ve her kapitalist ülke işçi devrimi tehdidi altındaydı. Bu yüzden patronlar, işçilerin içinde kritik becerilere sahip olan eğitimli kesime ciddi ödünler verdiler ve Lenin'in emperyalist ülkelere özgü bir olgu olarak tanımladığı; işçi sınıfının burjuvazi tarafından yüksek ücretlerle kendisine bağlanmış kesimi olan "işçi aristokrasisi" Türkiye gibi ülkelerde de bir ölçüde oluştu.

      Bizi, ebeveynlerimizden ayıran kritik değişim de yukarıda çizdiğimiz çerçevede meydana geldi:
      1991'de sosyalist blok dağılıp yıkıldığında, zaten düşmekte olan kâr oranlarının basıncı altında bezmiş olan sermaye, Sovyetler Birliği'nin gerilemeye başladığını gördüğü andan itibaren başlattığı neoliberal saldırıyı tüm dünyaya yaydı ve kentli, eğitimli emekçilerin sahip olduğu ayrıcalıklar hızla talan edildi! Ücretler düştü, eğitim paralı hâle geldi, devlet kadrolarının istihdamı liyakatten tamamen alâkasız yollarla yapılmaya başlandı! Ancak tüm bu talanın bizim refahımıza doğrudan yansıtılması büyük infial yaratacağı için gelirlerimiz göreli olarak düşerken, tüketim standardımızın aynı hızla düşmemesi için bir yol icat edildi: Bireysel tüketimin bireysel borçlanmayla finansmanı!

      Türkiye'de bu süreci hakkıyla yoluna koyma şerefine "tüccar zihniyetli" AKP nail oldu. Eğitimli emekçilerin 2001 krizine dek yüksek ücretlerle elde ettiği refahın yeni kaynağı krediler oldu. AKP'nin bizi, geçinebilmek için sadaka usulü dağıtılan devlet yardımına muhtaç hâle gelen yoksul milyonlara hedef göstermek için istismar ettiği "refahımızın" kaynağı buydu. Öte yandan, ABD'deki durumun aksine krizden ağzı yanan Türkiye bankacılık sektörü; paranın bollaştığı kriz sonrası ortamda maceracılıktan uzak duruyor; bol keseden kredi dağıtmak yerine kendisine en az risk getiren, en yüksek faizli bireysel borçlanma aracı olan kredi kartlarına yükleniyordu. Bu durum, 2008 yılında ABD'de akıldışı miktarda ve hiçbir teminat aranmadan dağıtılan konut kredilerine dayalı tüketim finansman sistemi dağılıp da "Mortgage Krizi" patlayana kadar sürdü! Bu yıldan (2008'den) itibaren tüm dünyayı saran kriz Türkiye'yi "teğet geçsin" diye bireysel kredi faizleri gözle görülür biçimde düşürüldü ve kentli emekçiler kriz nedeniyle normalde kaybedecekleri refahı benzersiz boyutlara ulaşan bir borçlanma pahasına sürdürebildiler!

      Bütün bu saptamaları aşağıdaki grafikte inceleyiniz. Grafiğin sol ekseninde üç temel bireysel borçlanma aracının birikmiş borç stokları, sağ ekseninde ise bireysel kredilere uygulanan ortalama yıllık faiz oranı bulunuyor. Bu oranın enflasyondan arındırılmamış oran olduğunu vurgulayalım ve 2008 itibariyle yaşanan düşüşe özellikle dikkat çekelim.

      http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/images/2015/07/02/grafik.jpg

      Nevzat Evrim Önal
      2 Temmuz 2015
      http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nevzat-evrim-onal/ofkemizin-kaynagi-1-havuctan-tasmaya-121364

      +++

      Sil
    3. +++

      ALTIN KAFES, PASLI ZİNCİR!

      Sohbetimize "kaybedecek neyimiz var aklımızdan başka?" sorusuyla başlamıştık! Kısmen retorik bir soruydu ve zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan insanlığa işaret ediyorduk. Ne var ki, hepimizi bir salona doldursalar ve elimize kâğıt kalem tutuşturup "kaybetmek istemeyeceğiniz şeyleri yazın" deseler çoğumuz; sağlık, akıl sağlığı ve sevdiğimiz insanlar gibi şeylerin yanı sıra; para karşılığı edinilen çeşitli mal veya konforlar da sayarız. Ama o hâlde; madem ki kaybedecek şeylerimiz var, başkaları bize ve biz kendimize işçi statüsünü yakıştıramamakta haklı mıyız? Apartman dairesinden siteye taşındığında park yeri sorunundan kurtulacağını veya Olimpos'un artık çok bozduğunu ve Palamutbükü'nü denemek gerektiğini düşünen işçi mi olur?!

      Bertolt Brecht'in "okumuş işçi"sinin soruları kadar zor sorular bunlar; ama aynı zamanda aldatıcılar. Doğru soru şu: Elimizdeki kimi konforları ne pahasına elde ettik?!

      Olguları kısaca açıklayalım:

      2006 Ocak'tan 2015 Nisan'a kadar mevduat bankalarının alacaklısı olduğu konut kredileri %937,
      İhtiyaç kredileri %1533,
      Kredi kartı borçları %413 artmış!

      Aynı dönemde tüketici fiyatları artışı ise %210 yani borcun birikme hızı enflasyonu kat be kat geride bırakıyor!

      Bahsettiğimiz yüzdelerin parasal karşılığı şöyle:
      Bu 9 yıl 4 ay zarfında kişi başı bireysel borç miktarı 4500 liraya dayanmış; toplam bireysel borç yığınına 109 milyar lira konut, 143 milyar lira ihtiyaç, 54 milyar lira kredi kartı borcu eklenmiş!

      Bu sayılar ellerimizin, ayaklarımızın ve hepsinden önemlisi, ücret karşılığı sattığımız aklımızın vurulduğu zincirin tonajını gösteriyor!

      Bitmez tükenmez yorgunluğumuzun, sabah yataktan kalktığımızda ayaklarımızı prangalanmış gibi sürümemizin, kâbuslarımızda göğsümüze çöken ağırlığın, yetmeyen tatiller ve bitmeyen Pazartesilerin tümünün gizemi bu sayılarda saklı!

      Bize; içinde otopark ve "rekreasyon" alanı, kapısında güvenlik görevlisi olan 3+1 bir altın kafes satıyor, boynumuza da zamanında Haliç'i kapatmak için çekilene benzer bir paslı zincir asıyorlar. Otopark demek araba, 3+1 demek çocuk; ikisinin toplamı da "zincire yeni halkalar" demek! Bu borçların altına giriyor ve her ay ev sahibinin, işe giderken otobüstekilerin ağız kokusunu çekmeyeceğiz diye seviniyoruz! Hayat kısa, vade uzun; bazen otuz yıla varıyor! Bu süre zarfında bir de işler ters gitmeye görsün; ev sahibinden kurtulduk derken, evin bir odasını "Airbnb"den kiraya vermek zorunda kalıyoruz!

      Toplamda; milyarlarca lira kredi faizi ve anaparası ödedik, yukarıda saydıklarımız bedelin henüz öde(ye)mediğimiz kısmı! Ve her gün büyüyor!...

      +++

      Sil
    4. +++

      Peki, "okumuş işçi"nin sorularına devam edelim:
      Bu gerçekten hakkaniyetli bir külfet paylaşımı mı?
      Sorun gelirimizle alamayacağımız şeylere tamah etmemiz, tüketim çılgınlığımız, müsrifliğimiz mi?
      Hakkımız değil mi; kendimize ait bir evde oturmak, düzgün bir hayat yaşamak, çocuğumuzu neredeyse anadilinden önce Arapça dua ezberletilmeyen bir okulda okutmak veya patrona satmadığımız günlerimizde, saatlerimizde keyifli şeyler yapmak istemek?

      Bu kredileri hiç çekmeseydik 9 yıl 4 ay boyunca yaklaşık 200 milyar liralık mal ve hizmet satın alamamış olacaktık! O zaman Maho Ağa'nın oğlu kılıklı müteahhit evleri, koç gibi veya zorlu fabrikatörler ürettikleri arabalarla plazma TV'leri kime satacak da kâr edecekti?!

      Öve öve bitiremedikleri Türkiye ekonomisi nasıl büyüyecekti?

      Evin taksitleri daha bitmedi ama onu bize satan hödük; eve verdiğimiz parayla torunu yaşındaki sevgilisine çoktan ev fiyatında bir araba almış, ödemesini de peşin yapmıştı!

      Bizim taksitler ise menopoza ya da orta yaş bunalımına girene kadar sürecek, o zamana kadar müdür her çağırdığında işten atılma korkusuyla aklımıza ilk onlar gelecek! Bu mu hakkaniyet?!

      Bir patron batarsa alacaklılar şirkette ne varsa onu alır, şahsi mal varlığına dokunamaz; ama biz borcumuzu ödeyemezsek başımızı soktuğumuz evden atarlar! Beş parasız ölen müflis patron hikâyelerinin %99'u bu büyük adaletsizliğin yarattığı infial hissini hafifletmek için uydurulmuş birer şehir efsanesidir; ama hepimizin yakın olmasa da uzak çevresinde kredi borçlarını ödeyemeyip intihar eden birisi mutlaka vardır!

      "Ot Dergisi"nde yazan Turgut Yüksel hâlimizi muhabbet tellalının borçlandırıp çalışmaya zorladığı kimselere benzetmiş, yürekten katılıyorum; ama yazısının geri kalanındaki suçlayıcı dili doğru bulmuyorum. Bize fahiş fiyata sattıkları hayatta abartılı lüksler değil, her insanın hakkı olması gereken şeyler var: Kaliteli barınma ve ulaşım, güvenli ve sağlıklı bir ortamda yaşama ve çocuklarını yetiştirme olanağı! Oysa bizden bunlara sahip olduğumuz için her gün sırtımızda şaklayan "yiğit kamçısını" sineye çekip eşek gibi çalışmamız ve insanlık dışı yaşamlara mahkûm edilen milyonlara bakıp hâlimize şükretmemiz bekleniyor!

      Yoksula bakıp hâline şükretmekle yetinen mütevekkil değil aşağılıktır!

      Biz de ötücü kuş değil kafa emekçisiyiz; bu altın kafesin kapısını kırıp kaderimizi kendi elimize alabilecek güce sahibiz!

      Borç esaretin en büyüğü hâline geldiyse, özgürlük kavgası onu reddederek başlar; reddederek ama "ayrıcalıklarımızı" geri vermeyerek!

      Nevzat Evrim Önal
      25 Haziran 2015
      http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nevzat-evrim-onal/altin-kafes-pasli-zincir-120578

      Sil
  20. Hocam, eğitimle ilgili bu kadar basit bir analizi yapıyor olmanıza şaşırdım. Evet eğitim önemli ancak sanki Türkiye'de din eğitimi, inovasyon yapılmasını engelliyor gibi bir bakış açınız var. (Eski CHP zihniyeti bir türlü değişmiyor anlaşılan!) Yani, Türkiye'de okullardaki tüm seçmeli-zorunlu tüm din derslerini kaldırsak inovasyon patlaması mı yaşayacağız? Aksine, insanlar inançları konusunda rahat oldukları, inançlarının gerekli kıldığı davranışları her hangi bir devlet ve toplum müdahalesinden korku duymadan ve şüphe etmeden özgürce yaşadıkları bir ortamda, kendilerini ve toplumlarını çok daha fazla geliştirmeye çalışırlar. Ayrıca Türkiye'de din eğitimi falan da çok kültürel ve kısıtlı düzeyde verilen eğitimler. Sorun, bizde, sivil toplum kuruluşlarının dinle ilgili eğitim vermesinden korkulması. Devlet, dinin üzerinde kontrol sağlamak için zorunlu din dersi uygulaması geliştirmekte. Dinle ilgili bütün derslerin seçmeli olarak bireylere sunulması, bu alandaki sivil toplum kuruluşlarının özgürce çalışma yapmasından korkulmaması ve inovasyon yapacak sorgulayıcı ortamların, kurumların desteklenmesi gerekiyor... Bu ara yapısal reformların yapılabilmesi için idealist siyasetçiye çözüm öneriniz nedir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kusura bakmayın ama küçücük çocuklara inanç algılamasını yerleştirdiğiniz zaman bilim olayı bitiyor. Mesele sadece okullardaki eğitimle kalmıyor.

      Sil
    2. Din sorgulammayı,kabul etmeyi -ilimle bilim ise sürekli sorgulamayı emreder...Olay budur.

      Sil
    3. Hocam, din eğitiminin ne zaman başlaması gerektiği ile ilgili devletin resmi kurumundan bir yaklaşım:
      http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/din-egitimi-yasi/6580. Bizim bilime yaklaşımımızı körelten din eğitimi değil, içinde yaşadığımız kültür. Test-ezber merkezli eğitim yerine, eleştirel düşünmeyi, okumayı, araştırmayı, uygulayarak öğrenmeyi öne çıkartan eğitim politikasına ihtiyacımız var. Dinin, bilimsel gerçeklikleri sorgulamamayı emrettiğine dair bir tane emrini bulamazsınız.

      Sil
    4. Bu test - ezber merkezli eğitimin kökeninde ne yatıyor? Onu bulabilsek sorunu belki çözeriz.

      Sil
    5. Aslında köken şu eğer birey eleştirirse toplumu kendini ve yaşamı; sıra statükoya gelir.hükmedenler bunu istemezler.bu olgu sadece 13 sene için geçerli değil nerdeyse yüzyıllar boyunca bu topraklarda geçerlidir mesela analitik bir beyin yedi düvele (?)karşı girişilen bir savaşın Yunanlılar karşılıklı taş atmalar olmayaçağını düşünebilir statükoda bunu ister mi kendine resmi tez tarih tezi hazırlar ....neyse düşünebilmek isyan edebilmek sorgulamak insanın dünyada evet ben de varım demesinin tek yoludur

      Sil
  21. BİZİM YAPISAL REFORM MAPISAL REFORMA FALAN İHTİYACIMIZ YOK!

    MASAL ANLATMAKTAN VAZGEÇİN!

    BU SİTEYİ KAPATIN VE İŞİNİZE GÜCÜNÜZE BAKIN!

    !!! "Elektrik faturalarında 'kayıp ve kaçak bedelleri' kısmına sessiz sedasız zam yapıldı" !!!

    Samsun Elektrik Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ, 1 Temmuz tarifesiyle kayıp ve kaçak bedellerinin zamlandırıldığını, yeni tarife ile dağıtım şirketlerine gizlice kaynak aktarıldığını öne sürdü.

    Samsun Elektrik Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ, elektrik kayıp-kaçak oranlarının dağıtım şirketlerinin istekleri doğrultusunda artırıldığını ileri sürdü. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) yayımladığı Temmuz 2015 tarifesinin, kayıp ve kaçak hedeflerinin dağıtım şirketlerinin istekleri doğrultusunda yükseltildiğini ortaya koyduğunu belirten Özdağ, “Mesken tüketicilerinden 1 kilovat saatlik elektrik tüketimi başına tahsil edilen kayıp ve kaçak bedelleri yüzde 39.5 düzeyinde artırılarak, 3.95 kuruştan 5.52 kuruşa çıkarıldı. Böylece meskenlerde şirketlerin uyması gereken hedef doğrultusunda ocak ayından bu yana zorunlu olarak yüzde 15’e indirilen kayıp ve kaçak bedeli yeniden zamlandırıldı. Zaten bu kayıp ve kaçak indirimini; diğer kalemlerde yapılan artışlar nedeniyle faturasında hissedemeyen yurttaşlardan bu kez de perakende satış hizmet kalemindeki indirimle kayıp ve kaçak hedeflerinde şirketler için yapılan artış saklandı” dedi.

    HANELERDEN AYLIK 205 MİLYON TL TAHSİLAT

    Özdağ, 2013 yılı verilerine göre mesken tarifesinde yalnızca kayıp ve kaçak dahil olmak üzere çıplak elektrik bedelinin (fon, vergi ve hizmet bedelleri hariç) yüzde 15.78 düzeyinde olan kayıp ve kaçak bedelinin; yeni tarife ile yüzde 21.5’e yükseltildiğini kaydetti. Özdağ şöyle konuştu: “Buna göre konut kullanıcıları, 1 Temmuz 2015`den itibaren her 1 kilovat saat elektrik tüketimleri karşılığında 20.12 kuruşluk çıplak elektrik bedelinin yanında 5.52 kuruş kayıp ve kaçak bedeli ödeyecekler. Bu artış nedeniyle, yalnızca mesken kullanıcılarından, 2013 yılı tüketim düzeyinin 2015 yılında da geçerli olduğunu varsayarsak, bundan sonra aylık 205 milyon TL tahsil edilecek.

    FATURA OYUNLARINI GÖRMEK İÇİN:
    http://odatv.com/images/resimler/gizli_zam__1_.jpg

    YILLIK 2 MİLYAR TL TAHSİLAT

    Yine 2013 tüketim düzeyinin geçerli olacağını varsayarsak, ilk 9 aylık ortalama kayıp ve kaçak bedeli üzerinden Ocak-Eylül 2015 döneminde kayıp ve kaçak bedeli olarak mesken tüketicilerinden 1.5 milyar TL tahsil edilmiş olacaktır. Temmuz 2015 kayıp ve kaçak zammı, 1 Ekim 2015 tarihli tarifede de aynı düzeyde korunursa; meskenlerden yapılacak kayıp ve kaçak tahsilâtı yıllık 2 milyar 130 milyon TL’yi bulacaktır.”

    Temmuz tarifesiyle kilovat saat başına ödenen kayıp ve kaçak bedeli ise şöyle:

    Ticarethanelerde 3.58 kuruştan 4.7 kuruşa,

    Tarımsal sulamada 2.72 kuruştan 3.98 kuruşa,

    Aydınlatmada 4.33 kuruştan 6.04 kuruşa yükseltildi!

    http://odatv.com/n.php?n=bu-gizli-zammi-kimse-gormedi-0207151200

    YanıtlaSil
  22. hocam dediğinize kesinlikle katılıyorum çoğu güzel uygulamanın temelini ab süreci üyeliğimizdeki müzakerelerde attık. yani daha üye olmadan bile çok şey değişmişti o zamanlar. biz uygulamaları kendimiz beceremiyoruz anlaşamıyoruz son günlerde çok popüler bir kelime olan üst aklı ab den almamız lazım. şuan düşündüm de kanunları zamanında gelişmiş ülkelerden almasaydık durumumuz hukuk dünyasında çok daha kötü yerlerde olabilirdi tabi kanunun almanın yanında esas olan onu uygulamaktır orası ayrı.

    YanıtlaSil
  23. Hocam merhaba
    Hep türkiyenin yapısal reformlara uzak kalmasını konuşuyoruz ekonomik verilerde olduğu gibi bizim gibi yükselen 10 ekonomi yapısal reformlarda nerede?eğerki onlarla aynı düzeylerde isek o zaman durumu çokta sorgulamamak gerekmezmi?
    Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence bu mantık doğru değil. Onlar arada bir batıyorsa varsın biz de batalım demek gibi bir şey olur bu.

      Sil
  24. Hocam yine harika bir yazı.Eğitim reformuna ne zaman değinseniz tarihteki örnekler aklıma geliyor.Bu ihtiyacı 1600 den beri Koçi beyin Raporu, 3.Selim,2.Mahmut ile birçok kez denedik ve bu denemelerle nihayet Cumhuriyet döneminin ilk 20 yılında kararlıydık.Peki bu reform yapma mecburiyetini neden hissettik.Yorumcu arkadaşlarımın iyi niyetinden şüphem yok."Biz reform yapmak zorunda kaldık".Bunu kaçıncı kez yaşayarak öğreneceğiz.Bunu bizim dışımızda ülkeler ve bölgeler Rönesans ve Reform ile başardı ve Ortaçağdan çıkış yolu buldu. Hepsinin kaynağı Hümanizimdi.İnsanı ve evrensel aklı keşfettiller.Aklın kültürlere göre değişen şekli olabilirmi. Akıldan korkarak ve onun açacağı yolu belirsiz görerek yol almak mümkünmüdür.Dünyanın bütün çocukları"Neden" sorusunu sorarken,Çocuklarımızın "Neden" sorusuna bizzat bizler şahitken ....Neden? sorusunu presleyen anlayışımızla sanırım yine yaşayarak Egitim Reformu yapma mecburiyetinde kalacağız.(Bazı ülkelerin Ortalama Reform Başlangıçları;Avrupa reformları:1500,Rus reformu 1600,Japonya:1860,Kore:1960. Osmanlı -Türkiye:1800.Bu ihtiyacı 2015 yıldır anlatmaya çalışıyoruz)

    YanıtlaSil
  25. Hocam benim soruum biraz daha farklı olucak. Genel olarak üretimi tamamen piyasaya bırakınca etkinlik kaybı oluşmakta ya da devlet müdahale ederse yine etkinlik kaybı oluşmakta. Optimum olması gereken bu durumda nedir hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üretimi piyasaya bırakmak ama müdahaleyi tarafsız, objektif ve planlandığı biçimde yapmak. Bağımsız kurullar bunun için kuruluyor ama zaman içinde onlara müdahale ediliyor.

      Sil
  26. Değerli hocam,

    Eğitim önemli çok önemli fakat bence daha önemlisi amaç. Bizim ülkemizin amacı yok diye düşünüyorum.

    Yabancı bir firmanın Lojistik departmanında üç kişiyiz. Birimiz iktisatçı diğeri endüstri mühendisi, diğeri de ziraat mühendisi. Amaçsız bir eğitim sisteminin ürünleriyiz resmen. Üretim yapmıyorsanız, marka yaratamıyorsanız, bilişimde yoksanız, planlı bir eğitim sistemimiz yoksa -ki yok- diğer ülkeleri izlemeye mahkumsunuz maalesef.

    Saygılar,
    Onur Ünal

    YanıtlaSil
  27. Hocam, artık şu kıyafeti giyip, şu dünyada birşeyleri değiştirmenizin zamanı geldi!

    http://images4.fanpop.com/image/photos/20100000/Superman-superman-20160699-1023-739.jpg

    Ne dersiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beni deli diye yakalatmak mı istiyorsunuz?

      Sil
    2. Böyle bir cevap vermenize şaşırdık doğrusu!

      Her gün ekrana çıkarken, takım elbisenizin altında o kıyafetin olduğunu biliyoruz, hangi güçlere sahip olduğunuzu biliyoruz. Bırakalım sizi yakalatmayı, böyle bir şeyi aklından geçiren olursa hayatından endişe etmesi gerekir!

      Evet, asıl sorumuza gelelim:

      Ne zaman o kıyafetle gerçek gücünüzü gösterip harekete geçeceksiniz?

      Sil
  28. ALMANYA'DAKİ ARABA FABRİKASINDA ROBOT, BİR İŞÇİYİ ÖLDÜRDÜ!

    Almanya’daki Volkswagen fabrikasındaki robot, bir işçinin ölümüne neden oldu.

    Bild Online’ın haberine göre Hessen Eyaleti’nin Baunatal kentinde bulunan otomobil fabrikasında meydana gelen olayda, yeni kurulan üretim bandında çalışan 21 yaşındaki bir işçi, robot tarafından metal plaka arasına sıkıştırıldı.

    Göğüs bölgesinde eziklikler oluşan işçi tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

    Savcılık olay hakkında soruşturma başlatırken, işçinin olay sırasında ‘güvenlik kafesi’nde bulunduğu, buna rağmen robot tarafından üretim bandına itildiği belirlendi.

    Ancak Volkswagen firması robotta herhangi bir arızanın olmadığını açıkladı.

    http://www.diken.com.tr/almanyadaki-arabaa-fabrikasinda-robot-bir-isciyi-oldurdu/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Konuyla veya bu blogla yorumunuzun ne alakasi var?
      Guncel ve konudisi haberleri takip etmemiz icin haberleri buraya yorum olarak kopyalamaniza gerek yok.

      Sil
    2. Yanlış soru, yanlış cevap!

      Yapısal reformları değerlendirirken, bizlerden götürdüklerini de en ince ayrıntısına kadar araştırmak zorundasınız sayın Camli!

      Reformları yaparken bir tek kişinin kılına zarar gelmemeli! Eğer gelirse...!

      Sil
  29. "Ezbere dayalı bir eğitim sistemimiz var" tespiti aslında okullarımızdaki eğitim, öğretim sistemini çok güzel açıklıyor. Peki buna ne neden oluyor? Bu sorunun cevabı da verilmeli. Benim fikrim; soruların, cevap şıkları verilerek sorulması. Öğrencinin bir yorum hakkı yok. Çok fazla düşünmesine dahi gerek yok. Çalışmasa da olur. Nihayetinde 4 şıklı bir soruda, %25 tutturma şansı var.

    Öğrenciyi tembelliğe iten, düşünmemeye, sunulanı kabule zorlayan bir yaklaşımda ortaya çıkan sonuç;

    - Eğitim, öğretim hayatında analitik düşünmeyi hiç tatmamış,
    - Öğrendiklerini yaşamında kullanamadığı için bir çoğunu unutmuş,
    - Hiç yorum yapamadığı için bir dünya görüşü oluşmamış,
    - Dolayısıyla derdini anlatamayan,
    - Kendi kendine öğrenmeyi bilmeyen bir nesil çıkıyor karşımıza.

    Şu eğitim sistemimizde bile, şıklar yerine, soruların, cevaplarının yorum gerektirecek tarzda sorulması dahi öğrencilerimize ileriki hayatlarına çok şey kazandıracaktır.

    Neler kazandıracaktır? Buradan örnek verelim. Burada hepimiz yorum yapıyoruz. Kimimiz yorumlarını buraya ekliyor, kimimizde ekran başında düşünerek yorum yapıyor. Farkına varmadan hepimiz bir gelişim gösteriyoruz aslında. Her şeyden önce düşüncemizi açıklamak için düzgün bir anlatım çabasına giriyoruz. Bu süreçte takıldığımız konularda, geriye dönüp eksik bildiklerimizi tamamlıyor, bilmediğimiz konuları öğrenmeye, anlamaya çabalıyoruz. Ne için? Düşüncemizi tam olarak karşımıza aktarabilmek için. Yazdıklarımızın bir yorum değerini taşıması için. Katma değerli bir yorum için. Bu süreç bizi disipline ediyor. Ve birbiriyle çelişen düşüncelerimizi düzelterek, birbirleriyle uyumlu bir ekonomik görüş kazandırıyor. Ve sadece bununla kalmıyor, bir bakmışsınız kendinizi TCMB'nin raporlarını, TUİK'in haber bültenlerini okurken buluyorsunuz. Gittiğiniz kitap evlerinde Mahfi Bey'in kitaplarını ararken buluyorsunuz. Bir ekonomi, iktisat kitapları da okuma radarınıza giriyor. Yani kendi kendimize de öğrenme aşamasına giriyoruz. Bu durum görüşlerimize de yansıyor, kararlarımıza da.

    Ve burada öğrendiklerinizi pratiğe, yani günlük yaşamımıza da aktarıyoruz. Örneğin BES'te ne zaman hisse ağırlıklı fon almalıyım, ne zaman hisse fonlarından çıkmalıyım. TCMB' nin aldığı kararlar faizleri yükseltir mi, düşürür mü? Örnekleri çoğaltabiliriz.

    Ya Mahfi Bey, bu bloğu yoruma açık değil de, yazıların sonunda anket soruları verse şıklarıyla beraber, bir yorum kabiliyeti kazanır mıydık? Ya da yeni başlattığı interaktif uygulamalarla, bizi yoruma yöneltmese, öğrendiklerimizi kullanmamıza yol açmasa bu kabiliyeti kazanır mıydık? Yoksa ezberci mi olurduk.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bahsettiginiz sonuclara tamamen katilmakla birlikte, coktan secmeli sorulari egitim sistemimizin baslica sorunu olarak gormek bana pek isabetli gelmedi. Ek olarak, egitim sistemimiz icin "ezberci" tanimina da katildigimi soyleyemem. "Uygulamasi eksik", "sosyal yonu eksik", "motivasyonu ve amaci eksik" gibi tanimlar bence sistemimizi daha iyi ifade eder. Cunku sorunun temelini "ezber" olarak gordugumuzde, zaten (kendi icinde guclu yon olsa da) temelde yine zayif olan teorik egitimimizi de iyice kusa cevirme ihtimalimiz var.

      Sil
  30. Ve aslında ebeveynlere de çok iş düşüyor. Eğitimi, öğretimi sadece okula bırakmamak gerekiyor. Bu aşamada aydınlarımıza, yazarlarımıza da çok iş düşüyor. Her yaş seviyelerine uygun, analitik düşünmeye yol açan, yorum kabiliyetinin tohumlarını atan , ebeveynlerin bu konudaki açıklarını kapatacak kitaplar yazabilirler, görsel meteryaller oluşturabilirler. Sadece masal değil, masal tadında, eğlenceli ama öğretici, eğitici kitaplar yazabilirler. Eğitim sistemimizin açığını bir nebze olsun bu şekilde kapatabiliriz.

    YanıtlaSil
  31. Hangisini onceliklendireceginizde onemli sanirim

    YanıtlaSil
  32. Eğitimin yanında fırsat yoksunluğunu da unutmamak lazım. Bu ülkede kendi çabalarıyla bir şeyler yapmış, az da olsa uluslar arası alanlarda kendini göstermiş üretken insanlar var, ancak bunlar Türkiye'de maddi destek bulamadıkları için başka ülkelere gidiyorlar. Elimizdeki sayılı insanları da beyin göçü ile kaybediyoruz.

    YanıtlaSil
  33. Sayın Mahfi bey,yazılarınızı zevkle okuyorum.Elinize sağlık.Yazıma ulu önder Atatürk'ün güzel bir sözüyle başlamak istiyorum.''Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır. Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur.''.Toplumumuzda yetişmiş aydınlarımız var,profesörlerimiz var,yurt dışına beyin göçü olarak verdiğimiz gençlerimiz var.Bu insanlar neden siyaset arenasında göremiyoruz.Direksiyona geçmeden arabayı yönetmemiz mümkün değil.Senelerdir geri vitesteyiz.Lütfen bu konuyu işlerseniz çok sevinirim.Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çünkü siyaset son derece düşük düzeyde yürütülüyor. Hakarete ve saldırıya uğramadık ne aileniz kalıyor ne de başka bir şey. O nedenle de bu tür bir kavgaya girmeyi sevmeyen insanlar siyasete de girmiyor. Kaldı ki Türk tipi siyasette kimse kimsenin bilgisine görgüsüne kalitesine bakmıyor. Bambaşka özellikler öne çıkıyor. Bu dediğim kuşkusuz bütün siyasetçilerimiz için geçerli değil ama çoğu için geçerli.

      Sil
  34. Benim cebimde para varsa, Türkiye içinde üretilmiş, kalitesi dünyadaki ürünlere yaklaşık seviyede olmayan elektronik ürünleri almaya teşvik edilmem hangi mantığa sığar? Niçin birileri bana hamilik taslamaya çalışıyor?

    İthal elektronik ürünlerin fiyatlarına gelen vergiyle bu ürünlerin son kullanıcıya ulaşan satış fiyatları artacağından niçin dünya standardında kaliteye sahip ürünleri pahalıya almak zorundayım?

    Bu yaman çelişkiyi nasıl açıklayacağız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız, bu konuda bir yaman çelişki yok. Şöyle düşünün; giderlerinizin gelirleriniz üzerinde arttığını düşünün? Ne yaparsınız? İlk önce lüks tüketimlerinizi kısarsınız. Ülkemizi de bir aile olarak düşünün. Gideri gelirinden yüksek bir ailede (ülkede) yaşıyoruz. Aile bireylerinin, aileye karşı nasıl sorumlulukları varsa, vatandaşlarında bu ülkeye karşı sorumlulukları var.

      Cebinizdeki parayı, direkt olarak siz kazanıyorsunuz ama nihayetinde dolaylı olarak bu ülkede üretim yapanlar sayesinde kazanıyorsunuz. Dolayısıyla bu ülkede üretim yapanlara karşı da sorumluluğumuz var. Üretimin azalması demek, istihdamın azalması demek. Bir bakmışsınız cebinizdeki para da kalmamış. Beni etkilemez demeyin, etkiler. Bakın etkiliyor; tüketimin üretimden fazla artması (yani ithalatın ağırlığının artması) sonucu ,ithal elektronik ürünlerine vergi artışı geliyor. Veya bazı ürünlerde vergi indirimine gidilemiyor. Hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemi üretimle yürür. Kamu alımları, ülke üretimi için nasıl bir destek olarak uygulanabiliyorsa, tüketici alımları da, üretim artışı için bir destek olarak kullanılabilir.

      Nihayetinde belki yerli bir ürünü tercih edeceksiniz, kalite farkı olacak, ama bu destek sürdürülürse o fark ta ileride ortadan kalkabilir. Ama sonuç açısından istihdama destek vermiş olacaksınız. Peki ne kaybetmiş olacaksınız? Cep telefonu örneğinden gidelim. Zaten en fazla 4 yıl kullanıyoruz. Yerli ürün 2 yıl sonra mı pert oluyor? Hayır. Cep telefonunu ne için kullanıyorsun? Haberleşme için. Yerli ürünle haberleşemiyor musun? İnternet hızı, diyelim ki yavaş. O da en fazla bir iki saniye. İki saniye için mi tüm bunlar?

      Kaldı ki, yerli üretim cep telefonu dediğimiz şeyde nihayetinde yüzde yüz yerli değil. İşlemcisinden, işletim sistemine kadar o da ithal. Diğeriyle birebir aynı. Marka farkını ödemiyorsun, bir de cila parasını. Ama tüketici desteği sayesinde, bu destek ister gönülden olsun, ister bu tür vergi artışlarıyla, bir bakmışsınız ileride yüzde yüz yerli üretim de bu ülkeye kazandırılmış. Bazı işler bebek adımlarıyla yürüyor.

      Sil
  35. Hocam öncelikle saygılarımı iletiyorum. Yazılarınız, yorumlarınız, temel parametreler tablonuz çok bilgilendirici ve aydınlatıcı. Ülkemizin aydınlık geleceğine katkınızın olduğunu düşünüyorum. Sağlıklar diliyor, teşekkürlerimi iletiyorum.

    YanıtlaSil
  36. Sayın Hocam, bloğunuz ile Haydar Baş sayesinde tanıştım. Bak iyiliklere vesile oldu. Sistemini savunan birine düzgün cevaplar vermem gerekiyordu. Ekonomist değilim. Doktorum.
    İslamcı biri olarak söylüyorum; sorgulamadan öğrenmeyi, yalnızca biat etmeyi, atalarımızın dinine inanmayı (ayettir) reddediyorum. Ancak, bilim doğruyu bulur, doğru yaşam şeklini bulur ise bilimin yaşam için olan önermesini siz yada buradaki yorumcular söylesin de bilelim. Para kazanmak için mi yaşayacağız? Seks için mi yaşayacağız? Haz için mi yaşayacağız? Hiç soru sormadan aptallar gibi (yukarıda pek çok örnek gördüm ) mi yaşayacağız? Bilimin yaşam için bize olan önermesi nedir?
    Peki bir önerme söylerseniz o da din değil midir?
    İslamda sorgulama, akıl yok demek yukarıdaki şapşallara göre bir iştir. Sorguladığım için MÜSLÜMANIM.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili adsız kardeşim,

      O kadar mühim sorular ki sorduklarınız, televizyon kanallarının imsak ve iftar programlarında aslında sizin sorduklarınız üzerine kafa yorulmalı! Kaderin ne olup, ne olmadığı, cennetin, cehennemin nasıl yerler olduğu, orucumuzu nelerin bozup nelerin bozmayacağını, sanki kısır döngü gibi, her sene Ramazan ayında konuşur dururuz! Ama İslamiyetin özü olan güzel ahlak konusu anlatılsa bile, aralara popüler kelimeler yerleştirmezseniz pek tutmaz! Çünkü ahlaka olan inanç ve güven her geçen gün azalıyor!

      Gündelik yaşamlarımıza baktığımızda, bilimin tek tek hepimize tesiri, hayatımızı kolaylaştırabilmektir. Örneğin, eğer bilime önem vermeseydik, Hacca ve Umre'ye kara yolu veya deniz yoluyla günler, haftalar süren yolculuk yaparak gidecektik! Ama bilim sayesinde uçak isimli bir taşıdı icat ettik ve Hacca, Umre'ye daha kısa zamanda varabiliyoruz. Sadece bu örnek bile İslamiyet'in bilime karşı olmadığının göstergesidir!

      Veya kulak dokuları kullanılarak, gerçeğine çok yakın kulakların laboratuvar ortamında geliştirilip, insanlığa sunulmasına, hangi din karşı çıkabilir!

      Veya Mars yüzeyinin tarıma elverişli olduğu bir gün keşfedilirse veya tarıma elverişli hale getirilebilecek kimyasal tepkimeler yaratabilirsek, Mars'a insan sehayatinin en önemli engellerinden biri ortadan kalkacak. Buna hangi din karşı çıkabilir! Ve hatta bir gün Mars'a insanlar toplu sehayat yaparsa, oraya da Sinagog, Kilise, Camii, Aşram, Tapınak ve benzerlerini inşa edebiliriz!

      Atom bombası icat edilip Japonya yerlebiredildiğinde, Albert Einstein'ın 'keşke bir ayakkabı tamircisi olsaydım da, bu dehşeti görmeseydim' dediği bilinir! Bu durumda Einstein'in bir Hristiyan olup/olmaması neyi değiştirir! Kendisi nasıl engel olabilirdi ki o bombaların Japonya'ya atılmasına!

      Nefs dediğimiz şey İslamiyet'ten önce de vardı. İslamiyet ile birlikte onu nasıl terbiye edeceğimizi daha doğru öğrenmeye başladık. İlk önce içimizdeki açgözlülüğü bastırmayı öğrenmek zorundayız! Oruç dediğimiz şey sadece fiziki olarak içmemek ve yememek değil, kötü huylarımızdan da arınmaya çabalamaktır!

      Birçok siyasi argümanlarını doğru bulmamakla beraber 'Antikapitalist Müslümanlar' isimli oluşumun, Para kazanmak için mi yaşayacağız? Seks için mi yaşayacağız? Haz için mi yaşayacağız? Hiç soru sormadan aptallar gibi (yukarıda pek çok örnek gördüm ) mi yaşayacağız? Bilimin yaşam için bize olan önermesi nedir? ve yüzlerce soru hakkındaki yaklaşımlarını araştırmanızı öneririm.

      Antikapitalist Müslümanlar, bütün İslamiyet'i temsil etmiyor elbette!

      Ama yaptıkları uyarılar, unutmaya başladığımız birçok şeyi hatırlatmamıza vesile olacaktır!

      Son olarak şunu iyice anlamanız yararınıza: Bilimin yaşam için bize olan en önemli önermelerinden biri 'hazza düşkün olmamaktır' !!!

      Detaylı açıklamayı şu yazıyı okuyarak öğrenebilirsiniz:

      Ne Pahasına?
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/12/ne-pahasna.html

      Sil
    2. Yukarıda seyahat yerine sehayat yazmışım. Ve birçok harf eksiği, diğer yanlışlar da var.

      Önce Mahfi Hocam'dan ve tüm okuyulardan özür dilerim.

      Lütfen affedin...

      Sil
    3. Din varsa bilim yok ;duşunce varsa din yok algısı yanlıştır Ali Şeriati nın kitaplarının başında yazar ' sizi rahatsız etmeye geldim'

      Sil
  37. Neden yapısal reformlar yapılamıyor sorusu kökü tarihin derinliklerinden süzülerek gelen mevcut yapının niteliğiyle alakalıdır. Mesele ne bir cehalet meselesi ne de aziz Nesin'in sosyal ıQ'ya yönelik yaklaşımı, ne jeopolitik konumumuza ağzı sulanan dış mihraklar teorisi, ne dini eğitim ya da herhangi bir ideolojik eğitimin oluşu, ne solcu ya da sağcı oluşumuz ile açıklanamaz. Mesele ilerlemenin toplumsal bir teşvik unsuru olup olmamasıyla alakalıdır. Yani patent alamamız o patentleri alacak pratik potansiyelimizin olmamasından değil o patentin alternatif maliyetinin yüksek olması onun yeterli bir teşvik unsuru olmamasıyla alakalıdır. Yani kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumsallıkllar üretemediğimizden patent üreteceğimize nepotizmden geçinmek daha karlı geliyor olabilir. Nitekim, el yazısıyla geçinen 80 bin katip matbaanın tekerleğine tabii ki taş koyar. Ama matbaanın sağlayacağı ilerlemedeki ışığı görebilecek toplumsal akıl onu 300 yılda değil 3 yılda dayatabilirdi. Ya da kralın koyduğu vergilere İngiliz soyluları magna cartada şerh koyacaklarına eyvallah da diyebilirlerdi. Ya da genç İngiliz kolonileri majetselerinin vergilerine boyun eğerek bugün abd yerine sıradan bir İngiltereye bağımlı ülke olabilirdi.
    meselenin salt bir eğitim reformu ile halledilebileceği konusunda sizler kadar iyimser değilim çünkü eğitim belirleyen bir faktör olmaktan çok belirlenen bir faktör olduğu da unutulmamalıdır. Yani siyasal ve ekonomik kurumlar arasındaki döngülerin kök nedenine teşhis koymadan sonuç alınamaz. Tarihin kritik dönemeçlerinde kurumların aldığı şekil, olumlu ya da olumsuzu bir döngü yaratarak kar topu şeklinde büyüyor. Bir kere damak tadınıza göre yapılacak yemeğe karar verilince artık o yemeğe katılan baharat pişirme süresi su katmak sonuçta bir yemek olarak çıkıyor karşınıza ve siz o malzemeyle uğraşıyorsunuz. 1960 da bir darbe oldu ve idealist cumhuriyetin bilinçaltında demekki genel iradeye müdahale edilebilir algısı oluştu ve sonra her 10 yılda bir kendisini tekrarladı ya da karşıtını üretti her karşıt bir daha karşıtını üretti, belki bunlar 1913 baskınından belki o da vkayı hayriyeden bağımsız değildir.
    Bu anlamda kapsayıcı ekonomik kurumları olmayan kapitalist mısır ya da sosyalist çin aynı akibetin tohumlarına gebedir. Çinin devlet insiyatifli iktisadi gayreti kapsayıcı olup toplumsal teşvik unsuru barındırmadığı sürece bir yere kadar sürüdürülebilir. Mesele ideolojik de değil, sömürücü kurumların kamunun ya da özelin elinde olması sonucu değiştirmiyor.
    Vaka umutsuz mu? değil. Mesele kişi ya da toplum bazında nasıl davrandığınızla alakalı uzun vadede. Daron Acemoğlunun ulusların düşüşü kitabını bu vesileyle tavsiye ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazınızı beğendim. Farklı açılar sunuyor bizlere. Benim anladığım, tarihin her sürecinde kişi ve kurumlarımız esnek olmalıdır. Yapılacak yapısal reformlar ise, bu esnekliği sağlayacak değişmez ilkeleri toplumun temeline oturtmasıdır.

      Bugünden bir yüz yıl sonrasını adım adım öngöremeyen kurumlarımızın olmaması tarihimizin her aşamasında başımıza bela olmuş. Hep deriz ya liderlerimizi överken, ilerisini gören adam. Görmüş ki, bu esnekliği topluma kazandırmış. Zamanında o seksenbin katip gibi matbaaya karşı çıkan kişi ve kurumlara, bunun gerekliliğini izah edecek bir kurumumuz olsaydı, ve onları dönüştürecek kurumlarımız matbaa çok önceden de gelebilirmiş demekki.

      Elbetteki salt eğitim her şeyi çözmez, eğer bu eğitimin sonucu ilerisini öngören, geleceği düzenleyen, bugünü denetleyen, araştıran, fikir üreten kurumsallaşmış kurumlara yol açmazsa.

      Saygılarımla,

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!