Elbise Nasıl Alınır?
Kurtuluş savaşı zaferini izleyen
Mudanya Mütarekesi görüşmeleri sırasında Lozan kentinde bir barış konferansı
düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Bu konferansa Türkiye’nin yanı sıra İngiltere,
Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp – Hırvat – Sloven Devleti
katılmaktaydı. ABD’nin gözlemci sıfatıyla katıldığı görüşmelere, Bulgaristan
Ege denizi, Rusya ise Boğazlar konusu gündeme geldiğinde katılacaklardı.
Müttefik devletler Lozan barış konferansına Ankara
hükümetinin yanı sıra İstanbul hükümetini de çağırınca, TBMM, 1 Kasım 1922’de
saltanatı kaldıran yasayı çıkardı. Böylece konferansta Türkiye’yi temsil
edebilecek tek hükümet kalmıştı: TBMM hükümeti. Türkiye, Lozan barış
konferansına Dışişleri Bakanı İsmet Paşa başkanlığında, Sağlık Bakanı Rıza Nur
ve eski Maliye Bakanı, Trabzon milletvekili Hasan bey (Saka), danışmanlar, kâtipler
ve destek personelinden oluşan bir heyetle katıldı.
Türkiye, Kurtuluş savaşının yaralarını henüz saramamıştı.
Ülke yokluk ve sıkıntı içindeydi. Lozan barış konferansına katılacak heyetin
yapacağı harcamalarla ilgili 279 sayılı bir kanun çıkarıldı. Kanunda şunlar
yazılı: “Dışişleri Bakanlığı bütçesinin genel giderler bölümüne 150.000 lira
ödenek konulmuştur. Bu ödenek şu amaçlarla kullanılacaktır: (1) Heyet başkanına
10, heyet üyelerine 8’er, danışmanlara 5’er, tercüman ve kâtiplere 3’er,
diğerlerine 2’şer İngiliz lirası yevmiye verilir. (2) Heyet başkanına 50,
diğerlerine 20’şer İngiliz lirası elbise parası verilir. (3) Daha önce Avrupa
ve Rusya’ya gitmiş olanlara elbise parası verilmez.”
Bu kanundan iki sonuç çıkıyor: (1) TBMM, kendisini temsil
edecek olanların Lozan’da iyi giyinmesini istiyor. Çünkü Kurtuluşu başarmış bir
ulusun temsilcileri kötü giyinemez. Ancak onların kendilerine elbise alacak imkânları
yok. O halde bu elbiseleri Devlet alacak. (2) Halkından fedakârlığın azamisini
istemiş ve son kuruşuna kadar yardım almış olan TBMM, o paraları kuruş kuruş
nereye harcadığının hesabını halkına vermeye kendisini zorunlu hissediyor.
Bakmayın siz bugün Cumhuriyetin
kurucu kadrosuna atıp tutanlara. Türkiye Cumhuriyeti, konferansta giyecek
elbisesi olmayan heyet üyelerine, milletin parasıyla elbise alırken o milletin
seçtiği milletvekillerinin onayını alarak kanun çıkaracak kadar dürüst, idealist
ve disiplinli bir kadro tarafından kuruldu.
Not: Bu yazım ilk kez 27.10.1998 tarihinde Yeni Yüzyıl Gazetesinde
köşe yazısı olarak yayınlandı. Daha sonra Light Günlük adlı kitabımda da yer
aldı.
Biri Osmanlıyla övünür , diğeri cumhuriyetle. Kimsenin gelecekten umudu yok herhalde.
YanıtlaSilGeçmiş, geleceğe ışık tutar. Geçmişi iyi incelemeyenin geleceği karanlıktır.
SilHocam "Osmanli Bankasini" Istiyoruz
SilHocam ataturkle övünmeniz bittiyse kürtlerin durumunu açıklayin ''Cumhuriyet kime hurriyet getirdi" bunu dürüstçe cevaplayın
SilAtaturk buyuk 'A' ile yazilir.. Herkes haddini bilsin..
SilSimdi saray yaptiriyoruz borc parayla. Osmanli da Dolmabahce'yi boyle yaptirmisti.
SilHerkes bilir tbmm nin yapımından hangi ailenin zengin edildiğini.. sizi tarihçi de il ekonomist bilirdik.. mesaj halka mi siyasilere mi onu ileride anlarız...
SilYav su yoruma bakıyorum , yanıtlara bakıyorumda bu kadar kavga etmeye meyilli olduğumuz gerceğini görüyorum. Nasıl ve neden bu haldeyiz die bi tartışma hiç açmadan(aman , yeter ). birbirimize katlanmalıyız, birbirimize tahammül etmeliyiz, birbirimizi sevmeye saymaya çalışmalıyız efendiler. Bizler birer komşuyuz bu koca ülkede, hatta şu koca gezegende. Ortak kötü leri bulalım ortak iyileri bulalım saygı alanlarımizı oluşturalım, sera gazı kötü mü? kötü . Fitne,fesat,ayrımcılik da kötü. Sevelim birbirimizi ağalar. Saten topu topu 60 sene yaşiyoruz şu gezegende ortalama. Bu nu da severek geçirelim lan. Zor değil sevgi bulaşıcıdır
SilSizleri seven.
Onca olguya rağmen birşey değişmemiş
Sil(1/4)
YanıtlaSilÇALIŞIRSAN SEN DE ZENGİN OLURSUN!
Geçenlerde, şu aslında olmayan "Nobel Ekonomi Ödülü" Jean Tirole diye bir adama verildi.
Ben lisans öğrencisiyken, Tirole'ün "Theory of Industrial Organization" adlı klasik ders kitabını okumuştuk.
Özgün çalışmaları "regülasyon" ve "piyasa gücü" üzerinedir. Eric Stark Maskin'in öğrencisi olduğundan kelli "ana akım modeller ve varsayımlar" kullanarak, özünde "matematiksel optimizasyon" yapar, öyle çok ilginç şeyler değil yani. Benim bunları biliyor olmam ise tamamen talihsizlik; hocalarımın hepsinin ellerinden öperim ama başbakanımızın aldığı eğitimin aksine bize lisansta Marx yerine zorla bunları okuttular!
YOK ÖYLE BİR ÖDÜL
"Bilecik diye bir yerin aslında olmaması" diye bir ekşisözlük troll'ü vardı hatırlarsanız. Bu öyle bir troll filan değil, gayet gerçek!
Mesela Nobel Vakfı'nın resmi sitesinde ( http://www.nobelprize.org/nobel_organizations/nobelfoundation/ ) resmi olarak: "Fizik", "Kimya", "Tıp", "Edebiyat" ve "Barış" alanında Nobel ödülleri verildiği yazar. Bu listede siz "ekonomi" ödülü diye bir ödül görebiliyor musunuz?! Ben göremiyorum. Çünkü yok öyle bir ödül. Cidden. Yani "resmen" yok, sadece algısal olarak var!
PEKİ, BU "NOBEL EKONOMİ ÖDÜLÜ" DİYE VERİLEN ÖDÜL NE?
Efendim bu ekonomi ödülünün gerçek adı (İngilizcesiyle) "Sveriges Riksbank Prize in Economic Sciences in Memoir of Alfred Nobel", (Türkçesiyle de) "Alfred Nobel Anısına Verilen İsveç Bankası Ödülü"dür.
İsveç Bankası'nda 5 üyesi olan bilimsel bir komite var, işte bu ödülü de onlar veriyor.
Yani olayın Nobel Vakfı'yla yakından hiçbir alâkası yok, uzaktan da çok az alâkası var!
Uzaktan alâkası şu:
vaktiyle İsveç Bankası ödülünü fonlayan kişi ve gruplar Nobel Vakfı'na da yüklü bağışlar yaparak bu ödülün Nobel Vakfı sitesinde bir link olarak konmasını sağlayabilmişler. Eskiden (7-8 sene öncesinden bahsediyorum) Nobel Vakfı sitesinde böyle bir link dahi yoktu; yani bu "sözde" Nobel Ekonomi Ödülü'nün gerçek Nobel kurumu ile uzaktan bir bağı bile yoktu 7-8 sene evvel. Resmi sitede haber yapılması ve bir link konulması yeni bir şey sayılır.
Ama bu İsveç Bankası Ödülü 46 senedir "Nobel Ekonomi Ödülü" olarak medyada pazarlanıyor!
PEKİ, NEDEN?
Affedersiniz kim takar İsveç Bankası Ödülü'nü, değil mi?!
O zaman Almanya Bankası başka bir ödül verir, Ruslar başka bir ödül verir, her bankanın bir ekonomi ödülü olur. Odeabank ekonomi ödülü verse Odeabank'ın (C.E.O.) siyosu bile sallamaz o ödülü!
Gerçeğini söyleyip "İsveç Bankası Ödülü'nü bu sene 'Jean Tirole' almış" derseniz pek bir etki yaratmaz ama "Nobel Ekonomi Ödülü'nü bu sene 'Jean Tirole' almış" derseniz Nobel'in hâli hazırdaki saygınlığının ve marka değerinin üzerine konmuş olursunuz! Böylelikle dravdan bir ödülün kamuoyunda karşılık bulmasını sağlarsınız!
Peki, Nobel Vakfı; bu işin böyle pazarlanmasına, yani kendi marka değerinin bedavaya kullanılmasına yanaşır mı? Bedava kullanılmasına yanaşmaz. Zaten Alfred Nobel'in vasiyeti üzerine kurulmuş bir vakıfta vasiyetinde verilmesini istediği ödüllerin dışında bir ödül veremiyor kurum. Bu yüzden Nobel Ekonomi Ödülü verilemiyor ama vakfa yeteri kadar para yatırırsanız sitede link verip haberini yapabilirsiniz!
(2/4)
YanıtlaSil"İDEOLOJİ" VE "EKONOMİ BİLİMİ"
Ekonomi bilimi aslında son derece kritik bir sosyal bilimdir.
Egemen "piyasa & kapitalizm ideolojisi" açısından ana akım ekonomi paradigmasının işlevi; mevcut üretim biçimi olan kapitalizmi, serbest piyasaları ve neoliberal politikaları "bilimsel olarak!" meşru bir zemine oturtmaktır!
"Gerçekte" ise kapitalizm; işsizlik, fakirlik, gelir dağılımı bozukluğu, açlık, sefalet, evsizlik, sağlıksızlık, krizler, buhranlar, savaşlar ve ölümler yaratır!
Şimdi:
Kriz çıktığında işsiz kalıp borç batağında intiharın eşiğine gelmiş birine "Seni işsiz bırakan temel şey kapitalizmdir" dersen, ya da bir işçiye "Zenginlerin refahı, senin emeğinin haksız sömürüsünden geliyor" dersen olmaz! İnsanların kafası karışır, sistemi sorgulamaya ve sistemik dönüşüm talep etmeye başlarlar, 1968'de olduğu gibi!
Bu yüzden egemen ideoloji, sistemin devamı için; kapitalizmin yarattığı olumsuz sonuçları bilimsel gibi gözüken fasaryadan hikâyelerle kılıfına uydurmalıdır!
İşte ana akım iktisat tam olarak bunu yapar!
Ders kitaplarında iktisat öğrencilerine "Serbest piyasalar daima dengeye doğru yakınsar, krizler çıkıyorsa bunlar deprem gibi kontrol dışı, adeta uzaydan gelen dışsal şoklardır" denir! Yani kapitalizm aslında istikrarlı bir sistem olduğundan kriz yaratmaz, dolayısıyla sen işsiz kalıyorsan ve intiharın eşiğindeysen bunun kapitalizmle alâkası yoktur; ya senin tembelliğin ve beceriksizliğinden ötürüdür ya da sadece talihsizliktir!
Veya denir ki "Zenginler emek sömürüsü yaptığı için zengin değil; çok akıllı, çok girişimci ve çok çalışkan olduğu için zengindir"; yani eğer herkes çok çalışırsa, "kişisel gelişim kitapları" ve "nasıl zengin olunur kitapları" okursa, herkes aslında zengin olabilir!
Eğer sen fakirsen, bu; çok çalışmadığın içindir, senin fakirliğinde kapitalist sistemin hiçbir kabahati yoktur, çünkü; bu kapitalist sistemde gerçekten isteyen ve çabalayan herkes istediği her şey olabilir!
Ana akım iktisat literatüründe; her sonuç, özünde, rasyonel ve bireysel bir tercihtir!
Yani madende grizu patlamasının belli bir olasılığı vardır, herkes bunu bilir ve bile bile o madene iner; eğer o kaza olasılığı gerçekleşip 301 işçi ölürse bunda verimlilik açısından bir sıkıntı yoktur, zira serbest piyasalarda herkes hak ettiği karşılığı alır!
Şimdi gidip bir işsize "Sen aslında işsiz değilsin, piyasa denge ücretinde çalışmayı tercih etmiyorsun, o yüzden evine haciz geliyor", ya da ölen madencinin ailesine "Kendi tercihiyle kendi etti kendi buldu" dersen bunu herkes yemez! Yani aslında "rasyonel beklentiler teorisi!" ana akım iktisadın en büyük yalanlarındandır! Ama bunu matematiksel modellerle iktisat öğrencilerine "bilim diye yutturabilirsen!", bu öğrenciler ileride politika üretecekleri zaman, işsizliği ya da gelir dağılımı adaletsizliğini çok önemli birer sorun olarak görmeyecektir! Hâttâ şirket (C.E.O.) siyoları ve fabrikatörler kendilerini "fakir ve çaresiz olacak insanlara iş yaratan iyilik melekleri" olarak görürler, çünkü; kapitalizmde sermayedar kan emici bir vampir değil, işverendir, onlar olmasa kim iş verecek bu kadar insana?!
(4/4)
YanıtlaSilFakat burjuva iktisadında "Friedrich Hayek", "Milton Friedman" ve "Gary Stanley Becker" seviyesinde ideologların sayısı azalmıştır. Son 10-20 yılda "baba ideolog!" diyebileceğimiz bir başka burjuva ideoloğu pek çıkmamıştır. Bunu:
1. Disiplinin giderek daha teknikerliğe dayalı hâle gelmesine,
2. Aşırı özelleşmeye,
3. İdeolojinin çekirdeğinin çok katı olduğundan yeni yaklaşımlara kapalı olmasına bağlayabiliriz.
Kanımca:
Hem iktisat akademisinde, hem medyadaki en önemli ve popüler sayılabilecek iki figür; radikal olmamalarına ve burjuva iktisadı sınırlarının içinde yer almalarına rağmen, yandan çarklı Keynesyen olan "Joseph Stiglitz" ve "Paul Krugman"dır. Bu iki şahıs; her şeye rağmen (mesela "Chicago ekolü"yle kıyaslayacak olursak) daha ilerici gözükmektedirler.
Nobel Barış Ödülü 2009'da Barack Obama'ya verildiğinde, Amerika'nın 4 ülkede işgalci güçleri vardı; yani herhâlde ödül daha fazla ülkeye savaş açmadığı için verilmiş olsa gerek!
Aynı ödül daha önce yine yüzbinlerce insanın ölümüne sebebiyet veren savaş ve darbelerin mimarları olan Şimon Peres ve Henry Kissenger'a da verilerek, İsrail ve Amerika'nın barışçıl ülkeler olduğu algısı yaratılmasına katkı sağlanmıştı!
Zaten dinamiti icat eden bir adam adına "barış" ödülü verilmesi başlı başına bir ironidir! Aynı adam anısına yalandan da olsa verilen ekonomi ödülü de yine (bu aralar çok popüler olan terimle!) bir algı operasyonunun parçasıdır, fazla büyütülmemesi gerekir!
Ama bilmek gerekir ki; burjuva demokrasilerinde algı, üzerinden süre geçtikçe, gerçeklik olur!
İlerici her iktisat hocasının, verdiği derslerde veya yazdığı yazılarda yeri geldiğinde, Nobel Ekonomi Ödülü diye bir ödülünün olmadığını, yukarıdaki sebepleriyle birlikte öğrencilerine veya okuyucularına izah etmesi gerekir.
(Keynes sonrası) Post-Keynesyen iktisatçı Joan Robinson'ın meşhur "İktisat öğrenmenin amacı: İktisadi sorulara verilen hazır cevapları elde etmek değil; ekonomistler tarafından kandırılmamayı öğrenmektir!" sözü; vermek istediğim mesajı özetlemektedir!
[Anıl Aba
28 Ekim 2014]
teşekkürker Anıl Aba güzel bir yazıydı. Keyifle okudum
SilTeşekkürler sn. Anıl Aba güzel yazıyorsunuz belki hocamızın önderliğinde farklı ekonomi yazarlarının buluştuğu bir platforma dönüşerek özgür ekonomi basınını kurabilirsiniz.
Sil(1/2)
YanıtlaSilBU DENLİ ÇOK İKTİSATÇI NE İŞ YAPAR? KİME HİZMET EDER?
Vaktiyle (belki 10 yıl geçmiştir) Türkiye'nin en eski iktisat dergisine ilgisizliği tartışırken; akademisyeninden gazetecisine, özel danışmanlardan kamuda istihdam edilenlere doktora öğrencilerine kadar 10 binin üzerinde kişinin ekmeğini iktisatçılık yaparak, yahut iktisatçılığı bahane ederek yediğini hesaplamıştık!
Fakat bu iktisatçı kalabalığına karşılık gelen bir iktisat yazını yoktu! Bir başka ifade ile, iktisatçı arzına denk gelen bir yayın (kitap, dergi vs.) talebi bir türlü oluşmuyordu!
Diğer yandan, gazete sayfalarının en büyük kısmı ekonomi sayfalarına ayrılır. Televizyonlarda, dergilerde, radyolarda, internet sitelerinde de iktisadi yaşam dikkate değer yer alır. Üstelik bu sayfalarda mebzul miktarda iktisat yorumcusunun görüşleri sütunları doldurur.
"Peki bütün bu iktisatçılar ne yazar?" diye sorulursa; rakamları teknik biçimde yorumlamakla uğraşıyorlar diye cevap verirsek kesinlikle abartmış olmayız. Sütunlar dolduran yorumların, asla teknik bir iktisat çerçevesinin dışına taşmadığını görürüz! "Para", "üretim", "ihracat", "cari açık", "kâr", "risk iştahı", "faizler", "milli gelir" gibi terimler ve bunların istatistikleri, grafikleri doldurur o sütunları. Ama "insan", "işçi", o "üretimin arkasındaki süreç" yer bulmaz kendine! Kavramlara, kavramların dayandığı tarihi ve sosyal çerçeveye hiç yüz verilmez!
Mesela, resmi milli gelir verileri mi açıklandı: Liberalinden burjuva soluna hâttâ kendini Marksist sayanına kadar hepsi; rakamları, tıptaki röntgen mütehassısı gibi ele alırlar! Rakamların sıhhatinin tartışılması, işçinin aşırı çalışmasının yol açtığı tüketiciliği hiç bir zaman kapsamaz! Her nedense iktisadi sürecin aslında sosyal bir ilişki olduğunu akıllarına getiremezler!
Bir türlü; iktisadi olayların siyasetle, sınıflarla, sosyal mücadele ile ilişkisini kuramazlar! Tam tersine, kurmamak için özel çaba harcarlar! Bunu yaparken de iktisadın herkesin anlayamayacağı, özel bir uzmanlık alanı olduğu izlenimi yaratırlar! Rosa Luksemburg'un ifadesiyle; "ortalığı bir duman perdesiyle örtmeye" çabalarlar!
İktisadi hayat gerçek hâliyle, ortaya konulamaz. İktisadi yaşamın yüzeydeki görünüşü, hâttâ bu görünüşün bile küçük bir kısmı ortaya konulmuş olur. Tabi unvanlarına, makamlarına, şöhret düzeylerine uygun olarak Rosa Luksemburg'un belirttiği gibi; "cafcaflı cümlelerle"!
Kavramların, sınıfların, Kürt meselesinin, sosyal mücadelenin, dışlandığı teknik bir alan. Son derece "steril!"...
(2/2)
YanıtlaSil"SAVAŞ" VE "EKONOMİ"
Bütün bunlara neden mi dikkat çekiyorum?
7 Haziran'dan itibaren adım adım tansiyonun yükseltilmesi ve Cizre'de, Sur'da, Silopi ve pek çok yerde savaş diyebileceğimiz çatışmalara; bu iktisatçı kalabalığı tek kelime etmediği için! Sanki "ekonomi ayrı bir sahada!", "siyaset ayrı bir mecrada!", "sosyal alan çok daha farklı bir çevrede!" cereyan ediyor!
"Hükümet politikaları", "AKP eleştirisi", "AB kararları" gündemdeyse: Siyasete evet!
Fakat sınıflar harekete geçince, ülke çapında mücadele şiddetlenince; iktisatçılarımız başlarını kuma gömerler!
Acaba ekonomi alanı; savaştan, çatışmalardan muaf mı?!
Çatışmaların yoğunlaştığı ilçelerden kitlesel iç göçün, yüzlerce ölümün, tankın topun eskitilmesinin hiç mi iktisadi bir karşılığı yok?!
"Savaş"; fabrikalardaki, bürolardaki sınıf mücadelesini, mesela "kapitalizme karşı örgütlenme çabaları"nı, ücret taleplerini etkilemeyecek mi?!
İç göç; kentlerde emek (işçi) arzını artırmayacak mı?!
Emek arzı artınca ücretlerin düşmesi eğilimi hızlanmayacak mı?!
Konut sorunu arsa spekülasyonuna yol açmayacak mı?!
Bütçede askeri harcamalar ve örtülü ödenek masrafları artmayacak mı?!
Kürtlerin yoksulluğu ile bu savaşın hiç mi ilgisi yok?!
Yoksulluk ile kapitalizmin eşitsiz gelişimi arasında kuvvetli bir bağ bulunmuyor mu?!
"YABANCILAŞMA", "PARÇALANMA", "DAĞILMA"
Bir kısmı cevabı içinde olan bu türden sorular, dolaysız olarak bizi aynı zamanda "yabancılaşma meselesine" de götürüyor!
Hiç kuşkusuz "yabancılaşma"nın maddi temeli: Kapitalizmin muazzam sermaye birikimi, metalaşmanın yayılması, paranın her toplumsal dokuya sızmasıdır! Burjuva ideolojisinin hakimiyetini yeniden üretir bu ekonomik çark! Marks'ın devrindekinden çok daha kaba, daha bayağı, daha parçalanmış (bütünlükten uzaklaşmış) hâlde! Ayrıcalıklar, rütbe ve makamlar, üniversitede kürsü tahsisi, işini koruma endişesi; "yabancılaşma"yı besler!
Kapitalizmin sağladığı ayrıcalıklardan, kapitalizmi eleştirerek yararlanmak işine gelmez iktisatçıların!
Rosa Luksemburg, iktisadi gerçekliğin, burjuva iktisatçıları tarafından "içi boş bir cümle yığını ve safsatadan ibaret olması"nın nedeninin "rastlantısal bir yanılgı olmadığını" belirtmişti yüzyıl önce!
İktisatçıların ideolojik işlevi; toplumun (bilhassa işçilerin!) ikna edilmesi bakımından önemlidir!
Kapitalizme göre: "Bir toplumun en önemli üretici gücü işçilerin, yani canlı emeğin haddini bilmesi, üretimde kendisine verilen rolü benimsemesi gerekir!" Bu nedenle hangi iktisatçı, sütunlar dolduran yazıları arasında; "sınıf"tan, "üretim süreci"nden, "bu süreçteki işçi"den bahsetmiyorsa; gerçeği gizliyor demektir!
[Erhan Bilgin
23 Aralık 2015]
Sayın hocam ufak bi hata olmuş.TBMM saltanatı 1 kasım 1922'de kaldırdı.
YanıtlaSilEvet bir yazım hatası yapmışım, düzelttim, teşekkür ederim.
SilSayın Eğilmez,
YanıtlaSil(1/4) ile başlayan makalenin 3. kısmını (3/4)'ü galiba yayınlamayı unuttunuz.
Onu da yayınlarsanız, bütünlük sağlanır, makale tam anlaşılır.
Saygılarımızla,
Bana gelenlerin hepsini yayınladım. Sanırım o gelmedi. Bir daha yollarsanız yayınlarım.
Sil(3/4)
SilDolayısıyla bir (C.E.O.) siyo birini işten çıkardığı zaman kötülük yaptığını düşünmez; sadece daha önce o kişiyi işe alarak ve işte tutarak yapmış olduğu iyiliği artık yapmıyor olduğunu düşünür!
Mesela serbest ticaret, emperyalist koşullar altında ekonomik olarak güçlüyü daha iyi, zayıfı da daha kötü yapar; ama böyle dersen Meksika NAFTA'yı imzalamaz, Amerikalı kapitalistler de ürettikleri fazlayı Meksika'ya satamaz veya ucuz işgücünden yararlanamaz! Bu yüzden öyle varsayımlarla, matematiksel ve bilimsel gözüken öyle modeller kurmalısın ki serbest ticaret her iki ticari ortağı daha iyi yapıyor gözüksün; ama kâğıt üzerinde! Bunu literatüre iyice yedirebilirsen buradan çıkacak "bilimsel" makalelerle ürettiğin politika önerilerini kullanarak, Meksika halkına, NAFTA anlaşmasının onları ekonomik olarak kalkındıracağı yalanını yutturabilirsin. (Ama Chiapas'taki Zapatistalara yutturamadılar!)
20 sene sonra, NAFTA'nın aslında Meksika'yı olumsuz etkilediği anlaşılınca; zaten iş işten geçmiş, sömürülen sömürülmüş, elde edilen rant elde edilmiş olur! Anlaşmayı devam ettirmek için de Amerika'da bulunan kaçak Meksikalıları sınır dışı etme kozunu kullanarak Meksika'yı tehdit edebilirsin!
İşte bu yüzden; sistem, ekonomi bilimini daha saygın göstermek zorundadır!
İktisat fakültelerinde ders kitapları neredeyse "kutsal kitap" gibi algılanır! Bir şey ders kitabında yazıyorsa bilimsel ve sorgulanmaz bir bilgi zannedilir! Gerçekte ise öyle değildir; burjuva bilimi belli bir çıkar grubuna (burjuvazi) ve belli bir ideolojiye hizmet eder! Tabi aslında sistemik olarak daha büyük ve daha karmaşık bir "ideolojik propaganda mekanizması" işliyor olsa da; İsveç Bankası Ödülü'nü Nobel Ödülü diye pazarlanması işte bu ideolojik palavralara saygınlık kazandırmak, sistemi meşrulaştırmak ve ekonomi biliminin marka değerini arttırmaktan başka bir şey değildir! Yoksa böyle bir ödül yoktur. Verilen ödül de tıraştan bir ödüldür.
Bugüne kadar 75 farklı kişiye verilmiş İsveç Bankası Ödülü, 28 kişiyle en çok "Chicago ekolü!"nden gelen "burjuva iktisatçıları"na verilmiştir!
53'ü, yani üçte ikisinden fazlası Amerikan vatandaşıdır. Amerikan vatandaşı olmayanların çoğu da Amerika'da bir üniversitede profesördürler. Ödül alanların tamamına yakını marjinalisttir (matematiksel optimizasyon yaparlar); "serbest piyasa kapitalizmi"nin ve "neoliberalizm"in akademideki piyonlarıdır! Hiçbir Marksist ya da radikal iktisatçıya bu ödül verilmemiştir! Sırf bu bile; ideolojik olarak bu ödülün bir "burjuva ödülü olduğu"nu göstermektedir!
Bu makaleleri neden burada yayinliyorsunuz anlamiyorum. Yani paylasanlar bir ozet yazsa ve asil kaynaga bag koysa onu yayilasaniz olmaz mi?
SilBen buradaki yorumlari takip ediyorum, ve bazen guzel karsilikli bilgi alisverisleri oluyor seviniyorum, kimi yanlis bilgilere cevap verme olasiligi doluyor ama oradan buradan tum metinleri yazinca yorum bolumunun bir anlami kalmiyor.
Yazilan sey ne kadar duzgun ve ulvi olursa olsun, bu sekilde paylasilmamali. Dedigim gibi ozetlersiniz yaziyi ya da ona bile usenip direk bagi yayinlarsiniz. Eger amaciniz bilgi yayilsin istiyorsaniz bag koymak arama motorlarinda esas metni daha ust siraya tasir, buranin populerliginden o sekilde faydalanirsiniz. Hoca da size boyle bir destekte bulunmus olur.
Sayın Adsız (26 Aralık, 16:52),
SilBu sayfanın yorum bölümlerine aktarılan metinlerin işaret ettiği tehlikeler, şahsınızın dünya görüşü ile uyuşmadığı için; lâfı dolandırarak, bu metinlere karşı çıktığınızı gösterme telaşı içinde olduğunuz izlenimi veriyorsunuz. Karşı çıktığınız hususları elbette yazarsınız, hiçkimse sizi engelleyemez. Fakat bu; 'özet geçiniz' tavsiyesi kolaycılığıyla olmaz.
Amacımız; ortaya link dağıta dağıta, metinleri 'shortcut yapa yapa', sizin veya sizin gibilerin, okuma şevkine, okuma meşrebine göre aktarımlarda bulunmak değil.
Eğer bu metinleri görmek istemiyorsanız; o kısımları pas geçip, daha değerli, daha manâlı olduğuna kanaat getirdiğiniz diğer katılımcıların yorumlarını & metinlerini okumaya devam edebilirsiniz veya pencereyi kapatıp hayatınıza devam edebilirsiniz.
Saygılarımızla,
Bakin iki sey soyleyecegim:
Sil- Eger baska bir yaziyi buraya 'yorum' adi altinda yazarsaniz, bu altina yorum yaptiginiz yaziyi yazana saygisizliktir. Blog takipcilerine saygisizligi geciyorum, cunku blog sahibine saygi duymayan, takipcilerine hic duymaz. Siz aslinda boyle yaparak 'ben sizin ne yazdiginizi umursamiyorum, onemli olan benim/bizim dediklerim/iz' diyorsunuz. Sonucta yorum degil tam bir metni paylasiyorsunuz. Paylastiginiz sey buradaki yazi ile uzak yakin alakali bile degil.
- Beni yazilanin icerigi degil ozgunlugu ilgilendiriyor. Ben cevap versem kime verecegim? Metni esas yazana mi yoksa onu paylasana mi? Ozet gecin deme sebebim kolaycilik degil, aksine bunu paylasanin biraz daha emek harcamasini beklememden kaynaklaniyor. Mark Twain bosuna dememis 'Daha fazla zamanim olsaydi daha kisa bir mektup yazardim.' diye. Kisa yazmak ve yazabilmek kolaycilik degil aksine ozenmek demektir.
Bu haliyle yaptiginiz yolda gidenin eline kagit tutusturmaya calisanlarin yaptigina benziyor.
Alternatif olarak hem orjinal metnin bulundugu bolumu daha kalici ve daha ulasilabilir kilacak cozumu de soyluyorum size. Buraya bir bag verirseniz konuyu internette aratanlar yaziya daha fazla ulasirlar. Birisi 'Nobel Edebiyat Odulu' diye aratinca o yazi gelir bilgilnemis olur, burada baginin olmasi o yaziyi daha gorunur yapar. Bu teknik bir konudur. Size tiyoyu veriyorum. Normalde blog yazarlari boyle bir seye izin vermez ama hocanin size bu iyiligi yapacagina eminim. Diger turlu ne yapmaya calisiyorsunuz bilmiyorum ama amaciniz fikirlerinizi paylasmak ise, bu sekilde etkili paylasamiyorsunuz.
Sayın Adsız (26 Aralık, 20:23)
Sil[Alternatif olarak hem orjinal metnin bulundugu bolumu daha kalici ve daha ulasilabilir kilacak cozumu de soyluyorum size. Buraya bir bag verirseniz konuyu internette aratanlar yaziya daha fazla ulasirlar. Birisi 'Nobel Edebiyat Odulu' diye aratinca o yazi gelir bilgilnemis olur, burada baginin olmasi o yaziyi daha gorunur yapar. Bu teknik bir konudur. Size tiyoyu veriyorum. Normalde blog yazarlari boyle bir seye izin vermez ama hocanin size bu iyiligi yapacagina eminim. Diger turlu ne yapmaya calisiyorsunuz bilmiyorum ama amaciniz fikirlerinizi paylasmak ise, bu sekilde etkili paylasamiyorsunuz.] açıklamanıza yönelik:
Şahsımızın da, bu sayfayı ziyaret eden her katılımcının da; sizin, 'bir blog sayfası nasıl düzenlenir / nasıl düzenlenmez' başlığına benzer şekilde kursunuza ihtiyacı yok. Çünkü böyle bir kurs yok.
[Eger baska bir yaziyi buraya 'yorum' adi altinda yazarsaniz, bu altina yorum yaptiginiz yaziyi yazana saygisizliktir. Blog takipcilerine saygisizligi geciyorum, cunku blog sahibine saygi duymayan, takipcilerine hic duymaz. Siz aslinda boyle yaparak 'ben sizin ne yazdiginizi umursamiyorum, onemli olan benim/bizim dediklerim/iz' diyorsunuz. Sonucta yorum degil tam bir metni paylasiyorsunuz. Paylastiginiz sey buradaki yazi ile uzak yakin alakali bile degil.] açıklamanıza yönelik:
Gönderdiğimiz metinler; 'iktisatçı' olan bir kişinin sitesinde yayınlanan, 'iktisat' ile ilgili konulardır. Belirli bir güne yazılmış (örneğin: 'Elbise nasıl alınır?') yazının içeriği ile %100 ilişkili olması gerektiği gibi bir şart yoktur. Unutmayınız: Forum türü internet sitelerinde; konu sayfaları, segmentasyon prosedürü vardır. Bu site ise başlıbaşına bir forum sitesi olmaktan daha kendine has fonksiyonlara sahiptir; hangi tür yorumun & metnin, hangi yazının başlığı altında yayınlanması gerektiği ile ilgili dört başı mamur bir nizam yoktur. Ki böyle bir nizama gerek de yoktur.
[Beni yazilanin icerigi degil ozgunlugu ilgilendiriyor. Ben cevap versem kime verecegim? Metni esas yazana mi yoksa onu paylasana mi? Ozet gecin deme sebebim kolaycilik degil, aksine bunu paylasanin biraz daha emek harcamasini beklememden kaynaklaniyor. Mark Twain bosuna dememis 'Daha fazla zamanim olsaydi daha kisa bir mektup yazardim.' diye. Kisa yazmak ve yazabilmek kolaycilik degil aksine ozenmek demektir.] açıklamanıza yönelik:
"Le Discours de la servitude volontaire ou le Contr'un" adlı eser 1549-1576 civarında yazıldı, yayınlandı. Yazan şahıs 2015'te yaşamıyor. "Two Treatises of Government" adlı eser 1689'da yayınlandı. Yazan şahıs 2015'te yaşamıyor. "100 Soruda Para ve Para Politikası" adlı eser muhtemelen 1960'larda, 70'lerde yazıldı. Yazan şahıs 2015'te yaşamıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Bütün bu eserler üzerine gözlemlerimizi, desteklerimizi, karşı çıkışlarımızı, tespitlerimizi daima yazmaya, daima belirtmeye, daima duyurmaya, daima konuşmaya, daima tartışmaya, eser sahibi kişi & kişiler hayatta olmasa bile devam ederiz. Yazılan metnin içeriğinin değil özgünlüğünün şahsınızı ilgilendirdiğini söylemeniz, sadece, sizin, neyi tercih ettiğinizi ya da etmediğinizi gösteren bir ifade; bunun dışında hiçbir anlamı yok. Eğer yazılan metnin niçin içeriğiyle değil de özgünlüğüyle ilgilendiğinizi, açık açık, örneklendirerek, metinden kanıtlar göstererek, görüşlerinizi yazarak ifade ederseniz bir argüman ortaya koymuş olursunuz. Sizin bir metne ne gözle baktığınız, kimseyi ilgilendirmez.
[Bu haliyle yaptiginiz yolda gidenin eline kagit tutusturmaya calisanlarin yaptigina benziyor.] açıklamanıza cevabımız:
Yukarıda "Gönderdiğimiz metinler; 'iktisatçı' olan bir kişinin sitesinde yayınlanan, 'iktisat' ile ilgili konulardır." kısmında aktardığımız ifademiz ve devam cümlelerimizdir. Tekrar okuyabilirsiniz.
Saygılarımızla,
o zaman harcamalar şeffafmış,şimdi ise gizlemek için örtülü ödenek icad ettiler,yetmedi CB'ye de verdiler..
YanıtlaSilHocam sizin Edward Snowden'la bir bağlantınız olduğu haberi kulislerde dolaşıyor.
YanıtlaSilCevabınız?
Ben o kadar önemli birisi değilim.
SilRıza Nur...'Hayat ve Hatıratım' isimli kitabında Mustafa Kemal'e üstü kapalı eşcinsel yakıştırması yapan adam...
YanıtlaSilBu kitabın Avrupadaki İslami cemaatlerin 1 numaralı gelir kaynağı olduğunu, Suudi Krala yakın bir arap vakıf tarafından 'hayrına' basılarak şimdilerde kafasında fesiyle arzı endam eden bir 'tarihçi' tarafından avrupadaki islami cemaatlere servis edildiğini, bu kitabın satış gelirlerinin o cemaatler için hayati derecede önemli olduğunu Uğur Mumcu 'Rabıta' isimli kitabında daha 1987 yazmıştı...
Şimdilerde o kitabın editörü olan sakallı arkadaş ve fesli tarihçimiz mevcut iktidarın en itibarlı adamları arasında yer alıyor.. kaçak saraylarda ağırlanıyor... 7 Haziran yenilgisinin arkasında İsrail parmağı olduğunu söylüyor... Lozan'ın süresi 2023'te doluyor diyor...
Onları adam yerine koyan devletin tepesindeki şahıs ölen Suudi Kralı için ülkesinde bayrakları yarıya indirtiyor, cenazeye katılabilmek için başka bir ülkedeki resmi ziyaretini şırrak diye keserek Arabistana koşuyor... Karadenizli eski şehircilik bakanı ''Arabistan kralı Türkiyeye 10 milyar dolar kadar yardım yaptı daha da yapacak diyor'' ne var ki bu paranın hiçbir bilançoda izi bulunamıyor.. Kaçak Saraya şimdiye kadar 6.5 milyar dolar harcandığına dair haberler çıkıyor...
Herşey kabak gibi ortada... görmek isteyene...
Sayın Hocam, bu yaziniz son on yılın sorununa cevap niteliğinde.Kaleminize ve yüreğinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim. 17 yıl önce yazdığıma göre epey ileri görüşlüymüşüm :)
SilTeşekkürler...
YanıtlaSilÜstad son üç kelimeniz günümüz Türk insaninda olmayan özellikler. Dürüstlük, İdeal ve Disiplin. Bu ülkenin aydını olarak siz ne düşünüyorsunuz
YanıtlaSilSizinle aynı şeyi.
SilBurada bir şeyi atlıyoruz maalesef. Türk insanı zaten son 500 yıldır Osmanlı yüzünden kimliğini yitirmiş ve Araplaşmıştır. Mustafa Kemal Atatürk sayesinde bu kimlik geri kazandırılmaya çalışılsa da günümüze baktığımızda çok da başarılı olunamamış ve insanlarımız Arap hayranlığına devam etmektedir. Bu yüzden Türk insanına bu yakıştırmayı yaparken olayın bu yüzünü unutmamanızda fayda var.
SilHarbiden komksin kardeşim 😃
SilDersim katliamı olmasa sevilirdi aslında cumhuriyeti kuranlar....
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilMahfi Bey'e ve Candan Atadostu'na,
SilŞu videoyu defalarca izleyiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=PpYGxt7qxnk
Ondan sonra 2016 ve sonrası için ne yapabilirsiniz ve ne yapabiliriz onu düşününüz!
Hayat, sadece geçmişle övünülerek ve geçmişe söverek ilerlemez! Bu AKP'liler için de geçerli, Atatürkçü'ler için de geçerli!
Herkes ama herkes kendi cephesinin geçmişinin reklamını yapmakla meşgul!
GÜNEYDOĞU'DA İNSANLAR ÖLÜYOR!
SOKAK ORTASINDA YATAN CESETLERİ KALDIRACAK KİMSE YOK!
SADECE 'PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR' DEMEKLE TERÖR BİTMİYOR!
UYANIN ARTIK!
Sayın 19:00,
SilAdımdan bahsetmişsiniz ama o bahsettiğiniz olayların sorumlusu ben değilim. Onların hesabını, 'PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR' diyene değil, diyemeyene sorun. Veya deyip de terörle mücadeleye "Faşizm" adını takıp 35 yıldır bitirilmesini engelleyen ve sonra da utanmadan sanki mücadele edilmiş gibi, "Mücadeleyle olmuyor" diyen yumoş, romantik solculara sorun. Açılımcı,saçılımcı, çözüm süreci destekçilerine sorun. Çünkü o açılımlar sonucunda güllük gülistanlık olacağını iddia eden de ben değilim, uygulayan da ben değilim; bizzat bu saydıklarımdır. Uygulamayı yaparken, kararlar alınırken, "Bu uygulamaların sonucu bir devleti yıkıp, başka bir devlet kurmak olacaktır. Kan dökmeden ne bir devlet kurulur, ne de bir devlet yıkılır. Bunun tarihte örneği yoktur" diyen benim gibileri adam yerine bile koymayıp, faşist damgasıyla damgalayıp, demokrat geçinen, CIA'in estirdiği rüzgara göre sürekli "Yenilenen" rüzgar gülü Y-piyasa aydınlarına sorun.
Y modalara uymayan, gerici ve faşist biri olarak ben artık kendimi vatandaş olarak bile görmüyorum ki sorumluluk alayım. Yeni vatandaşlar artık piyasadaki Y-aydınlarla birlikte, kimsenin ayağına basmayarak, ne şiş yansın ne kebap yaparak piyasalarda kalabilmiş, Y hayata uyum sağlayabilmiş E-aydınlar ve sizlersiniz. Çözümü de bulacak olan yine sizlersiniz.
Sizlerin ise çözümünüz bellidir : "Teröre karşı barış"! Yani teröristle barışmak, terörü görmezden gelmek. Çözümünüz budur. Şu anda sonuçmuş gibi gözüken ise, daha yolun başı bile sayılmaz. Çünkü daha fazla "Barış" deyip, daha fazla kan ve gözyaşı elde edeceksiniz. Önümüzdeki dönemde bu günler bile aranacak. Çünkü ekonomi de çökmek üzere olduğu için, kasvet, hırs ve kin daha da büyüyecek. Dolayısıyla büyük şehirlerin tuzu kuru sakinleri de dahil olmak üzere, rahatı kaçmayan, huzuru bozulmayan kimse kalmayacak. Çünkü bir devletin kurulmasına yetecek kadar akacak kanın daha %01'i bile akmadı.
Saygılar, sevgiler.
Adsız 19:00 arkadaşım, sizden bir ricam var. Lütfen bana cevap yazmayın. Çünkü artık bu blogdaki bütün yazılarımı sildim. Yenilerini de bu blogu artık ziyaret etmeyeceğim için okuyamam.
SilSebebi ise siz değilsiniz. Adsız 22:57'nin yazısıdır.
Atatürk gibi bir insana, bu kadar kolay küfür edilebildiği, iftiralar atılabildiği bir blogta benim ne yazacak ne de okuyacak bir şeyim olabilir.
Bu benim için büyük bir hayal kırıklığıdır ve büyük bir ders olacaktır. İlk gördüğümde gözlerime inanamadım. Çünkü bu mesaj sadece ahlak dışı bir iftira değildir, aynı zamanda da bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası gerektiren, hukuki bir suçtur. Umuma açık bir şekilde basın yayın yoluyla yapılması %50 oranda ceza arttırımına neden olur. Sonra "Büyük ihtimalle hocamız bu iğrenç mesajı yazana haddini bildirmek için yayınlamıştır" diyerek verilecek cevabı bekledim. Kimseden cevap da gelmeyince ben yazdım. Sonra sansüre takılınca anladım ki, meğerse haddini bilmeyen o Adsız değil, benmişim. Meğerse Atatürk'e katil demek, "demokrasi" icabı haddi aşmıyormuş ama söyleyene hain demek aşıyormuş.
Aslında bu kadar büyük hayal kırıklığım benim aptallığımdanmış, gerçekte ise şaşıracak bir şey yok. Çünkü "Atatürk'ün partisiyiz" diyerek Atatürk simsarlığı üzerinden geçinen bir partinin başkanı bile Atatürk'e katil dedikten sonra, bu mesajı "Cevapsızca" yayınlayarak bu görüşe katılan hocamızın yaptığı gayet normaldir. Ayrıca Atatürk'ü devrimci ve laik yönünden dolayı kendi yanında görüp seven ama etnik-dini-cemaat isyanlarını bastırmasını kendi aidiyetine aykırı bulup, katil gören yüzbinler var olduğunu da biliyorum ve buna da şaşırmıyorum. Ama hiç kimse kusuruma bakmasın; ben katil olarak gördüğüm insanı sevemem, sevdiğim insana da aidiyetim uğruna katil diyemem. Diyenin de sevgisinin samimiyetine inanamam.
Bunu yapanlar bu gün; "Şeyyy, biz onu demek istememiştik. Aslında onun suçu yok. O hastaydı, falancalar yaptı" gibi bahaneler gösterseler dahi, gerçekte kendi ayaklarını kurşun sıktıklarının farkında bile değiller. Çünkü bu bahanenin samimi olduğunu farzetsek dahi, hain isyanı bastırmayı "katliam" olarak kabullendirmenin ardından, sıra Atatürk'e de geleceği bu bahaneleri uyduranlar tarafından bile bilinmekte ve umursanmamaktadır. Çünkü Atatürk sevgileri cılızdır. Ama hiç unutmasınlar ki, burası Sunni bir islam ülkesidir. Cumhuriyet olarak ayakta kalabilmesinin tek güvencesi ise Atatürk ve ilkeleridir. Eğer Atatürk ve/veya diğer kurucular katil olacaksa, bunun sonucu o Cumhuriyetin legalitesinin yıkılmasıdır. Bunun da sonucu Cumhuriyetin yıkılmasıdır. Yıkımın da sonucu, Atatürk'ün olmadığı İslam ülkelerinin hali ne ise odur. Böylesine iğrenç bir iftirayı atan, atılmasına göz yuman Atatürkçülerin hak ettiği de budur.
Bu iğrenç iftiraya cevap yazıp da sansürlenen başkaları da varsa, onlardan özür dileyerek söylüyorum ki; cevap yazmayan herkesin gerçek hak ettiği de bu Cumhuriyet değil, sunni İslam şeriat devletidir.
Bu mesajım da önceki gibi hadsiz midir, sansürlenir mi orasını bilemiyorum. Ama o iğrenç mesajın "Hadli" bulunduğu bir ortamda, hocamız hiç olmazsa "Hadli" bir cevap verseydi, hiç olmazsa "Katılmıyor" diyebilirdim. Bunu diyemediğime göre, Ata'ma katil denilen bir ortamda artık bundan fazla yazacak ve okuyacak bir şeyim yoktur.
Yine haddimi aştıysam affola veya sansürola.
Herkese saygılar, sevgiler.
Candan Atadostu 12:12 ve 13:27,
SilBu sitede yazdığınız bütün metinlerinizi silmekle ve bir daha bu siteyi ziyaret etmeyeceğinizi söylemekle hata yaptığınızı söylemek zorundayız.
Tercih elbette sizin, kimse sizi ne yapıp ne yapmayacağınıza zorlayamaz.
Sizin görmekten kaçındığınız husus şu:
"Atatürk"e saygı duymak, ilkelerini savunmak ve bugünün (+ yarınların) koşullarına göre güncellemek için çabalamak bir olgu,
"Atatürk"ü adeta bir tür "personality of cult" hâline getirmek bir başka olgudur!
Şahsınızın yazdığı (silmeden önce) metinleri aylardır okumuş, takip etmiştik (tek kişi değiliz). Ne yazık ki; bu sitede görüşlerini yazanların kafasına çivi çakar gibi bir Atatürkçülük anlayışıyla görüşlerinizi yazıyorsunuz! Probleminizin temeli buna dayanıyor!
Daha açık ifade edelim:
Kürt milliyetçiliği "Abdullah Öcalan"ı nasıl "personality of cult" hâline getiriyorsa;
Siz (ve sizin gibilerin azımsanamayacak çoğunluğu) Atatürk'ü "personality of cult" hâline getiriyor,
AKP'lilerin çoğu Recep Tayyip Erdoğan'ı "personality of cult" hâline getiriyor,
Rusların çoğu Vladimir Putin'i "personality of cult" hâline getiriyor,
Örnekleri çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar...
Şu "personality of cult" meselesinin; sadece "ortadoğu-cu"luk ile, sadece "batı-cı"lık ile, sadece "oryantalizm" ile (tartışılması teklif dahi edilemez!) bağı yok! Sadece "uyuşmadığımız tarafların kafasına taş atarak" sonuca varamayız! Bir otobüs şoförü, benzin istasyonuna yolcu dolu otobüsünü yanaştırıp benzin doldururken, tuvalete gittiğinde, eğer bir arıza çıkıp o otobüs yanmaya başlarsa, şoför tamamen kusursuz mu! Bu ülke bir gemi ise; ülke yangın yeri iken niçin herkes sorumluluğu bir başkasının sırtına atıp kaçıyor!
Bizler de bir zamanlar türlü türlü "cephelerin" peşinde koşan, iki tane Marx, üç tane Engels, dört de Murray Bookchin kitabı okuyunca komünist olduğumuzu zannettiğimiz solcular idik. Hattâ zamanında Stalin'e toz bile kondurmazdık! Davamızın haklı olduğunu biliyoruz! Fakat niçin kitlelerin bizim gibi coşkulu olduğuna anlam veremiyorduk. İşte o zaman idrak ettik ki, hiç gereği yok iken; yeni yeni peygamberler yaratmak, "personality of cult"ler ile coşku aşılamak stratejisi bomboşmuş!
Kendi içinizde yaşadığınız aşırı Atatürkçülük duygusallığı sebebiyle, belki de bir anlık bir patlama ile, bu sayfadaki bütün yorumlarınızı silmişsiniz. Hata yaptığınızı anlamanız için üzerinden biraz zaman geçmesi gerekecek, üzüleceksiniz!
Umarız ilk önce kendi içinizde yaşadığınız çelişkiyi azaltmaya girişirsiniz.
Bu, zor olacak, ama denemeye başlayacak cesareti bulmak zorundasınız!
Yukarıda Candan Atadostu'na cevap verirken "personality of cult" yazmışız.
SilDoğrusu "cult of personality" olacak.
Düzeltir, özür dileriz.
Hocam, bıkmadan-usanmadan, dürüst, idealist ve disiplinli yazdığınız için sonsuz teşekkürler.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilHocam bir iktisatçı olarak kısmetse ilerde bende size kitap yazıcam.İsmi ;''Türkiye'ye iktisadı sevdiren tek adam'' olucak.Şimdiden bilmenizi istedim.En derin sevgi ve saygılarımla.
YanıtlaSilEstağfurullah. Bence siz iktisat kitabı yazın çok daha yararlı olur.
SilGüzel bir yazı olmuş ama muhalefet şerhi koymak istiyorum.
YanıtlaSilDönem 1921 Teşkilat-ı esasi dönemidir. 23 maddeden oluşan çerçeve anayasada şerait ve fıkhi hükümler geçerliydi.(MADDE 7 - Ahkâmı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. kavanin ve nizamat tanziminde muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı zamanaevfak ahkamı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muamelât esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilenin vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tayin edilir.)
Kapsam dışı kalan konularda da 1876 Kanun-i Esasi geçerliydi.
Yapılacak bütün masrafların kanunla yapılması zorunluydu. (MADDE 100.- Bir kanunu mahsus ile muayyen olmadıkça emvâli Devletten muvazene haricinde sarfiyat caiz olamaz.)
Kanun dışı yapacakları (töhmet altında kalmaları yeterli) her iş de yargılanmaya sebep olurdu.
(MADDE 48.- Meclisi Umumi âzasından birinin hiyanet ve Kanunu Esasiyi nakız ve ilgaya tasaddi ve irtikâp töhmetlerinden biri ile müttehem olduğuna mensup olduğu Heyet azayı mevcudesinin sülüsan ekseriyeti mutlakasile karar verilür veyahut kanunen hapis ve nefsi mucip bir ceza ile mahkûm olur ise azalık sıfatı zail olur ve bu af'alin muhakemesile mücazatı ait olduğu mahkeme tarafından rüyet ve hükmolunur.)
Kanun çıkarmadan harcama yapmak teknik olarak mümkün değildi.
Ayrıca 1.TBMM milletvekillerinin çoğunluğunu mollalar, şeyhler oluşturuyordu. Inkılapların yapılabilmesi için de bu "dürüst, idealist ve disiplinli" kadro dağıtılmak zorunda kalmıştı.
Kurtuluş savaşı 1.TBMM ile kazanılmıştır.
(1) Bugün de kamu harcamalarının yapılabilmesi için yasalar, maddeler, denetim zorunlulukları var.
Sil(2) Kurtuluş savaşı 1. TBMM ile kazanılmıştır doğrudur ama onları yönlendiren o dar kadro olmasaydı işler öyle gitmezdi bunu hepimiz biliyoruz herhalde. Dolayısıyla benim yazıda sözünü ettiğim dürüst, idealist ve disiplinli kadro 1.TBMM'den çok daha dar bir kadrodur.
Ben bir şeyi merak ettim. dar kadro dışındaki I. TBMM dürüst mü değildi, idealist mi değildi yoksa disiplinsiz miydi?
Sil1908-2007 arasında (aslında Osmanlı tarihi boyunca) ülkemizdeki en güçlü kurum askeri bürokrasiydi.Bu adamlar (örneğin Atatürk,Enver Paşa veya Kenan Evren) ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar sonuçta devlet memurudurlar.Ticaret,sermaye,para nedir bilmezler işlerinin doğası gereği.Keşke ordu yerine bir burjuva eliti ülkenin kaderini elinde tutsaydı neler olabilirdi diye düşündüm ama Atatürk'e ve İttihatçılara büyük saygı duyuyorum hocam.Sanırım doğu toplumu olduğumuz için bu apoletli Batıcılar ülkeyi kurdu.Bugünkü yöneticilere göre fersah fersah ileri görüşlüydüler.Atatürk ve İnönü,okuma yazma bile bilmeyen bir köy toplumun içinde 5 yıl yükseköğretim görmüş yüksek lisans seviyesinde eğitim almış kişilerdir.Bir de bugünkülerin toplumla olan eğitim farkına bakın :)
YanıtlaSilHamit zülfü tigrel de bu heyetin icin de yokmuymuydu diyarbakır milletvekili kürtleri temsilen ismet İnönü ile gitmişti.kürt hakkını lozanda niye sattılar. Karşılık böylemi olacaktı kozana kadar ümmeti kardeşliği vardı sonrası asimilasyon politikaları yazık...ne diyorsunuz hocam...öyle değil mi...
YanıtlaSilİki tarafı da okuyun ve de tarihsel olayları bugünün koşullarıyla değil o dönemin koşulları ve kısıtlarıyla yargılayın derim.
SilTarihsel olayları okumak isteriz ama sansürlenmiş tarihi okuyup nasıl anlayacağız nasıl doğru yorumlayacagiz.okumak için tarafsız yazan o dönemdeki olayalari anlatacak,saglam bilgi verecek önerdiğiniz bir kaynak varmı...
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilSemsettin Korhan, peki Lozan'da Kurtlere nankorluk yapildi anladik. Cumhuriyet'in kurucularina artik ne yapabiliriz bilmiyorum, mezarlarina gidin tukurun bari hepsinin mezari belli.
SilPeki kurtler bu 90 yilda ne yapti? Cok calistilar, cumhuriyet'in kurucularini utandirdilar, ulkenin en kalkinmis, en uygar, en medeni cografyasini olusturdular. Yasadiklari topraklari bir dakika olsun terketmediler, hatta batidan insanlar kurtlerin yogun yasadigi yerlere gitmek icin siraya girdi degil mi? Kusura bakmayin da kimse 5'er 10'ar tane cocuk yap demedi kurtlere, eger ben adi bir suc haberinde suclunun memleketine sasirmiyorsam bu cumhuriyetin kurucularinin sucu degil.
Turk'lerin bir sozu vardir, cuvaldizi kendine igneyi baskasina batir diye, ne anlama geldigini ogrenin bu lafin.
Sayın Adsız 18.20;
SilÖncelikle o sözün doğrusu "İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır." şeklindedir.
İkincisi, sizin bu argümanınız okuyup okuyacağım en saçma argümanlardan biri. Sanki insanlar bile isteye geri kaldı, sanki çok meraklıydılar da yerlerinden yurtlarından oldular. Bunca baskıya, ötekileştirmeye karşın kalkınamadıkları için suçlu oldular, öyle? Neden kalkınmadılar, uygar olmadılar dediğiniz insanlar on yıllarca yok sayıldılar yok!
Bence kurtuluş savaşı dönemini en iyi anlatan kitaplardan biri "Suyu Arayan Adam"dır.Beni etkileyen en önemli paragraflarından birisi;"Türk askerini teke tek bıraktığınızda hemen uyurdu,askeri ancak Allah Allah sesleri eşliğinde düşmana doğru sürerdiniz çünkü kişi olarak yıllardır o cephe bu cephe savaşa sürüklendiği için benliğini bulamamıştır ne Türk olduğunu bilir hatta müslüman olduğunun bile farkında değildi"
YanıtlaSilBu saptama bile Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk ve arkadaşlarının nasıl bir ortamda böyle büyük bir işi başardıklarını gösterir.Tarihi hamaset ve kahramanlık hikayeleri ile yıllarca öğrettiler çünkü sosyolojik ve psikolojik tahlilleri bir kenara bıraktılar.Belki o zamanlar için doğruydu Atatürk "Türk Milleti zekidir, çalışkandır"derken bile vermeye çalıştığı mesaj "Bu millet adam olmaz"klişesini yıkmaktı.Atatürk de biliyordu düşman kuvvetlerle birer birer anlaşması gerektiğini,Adalardan Musul ve Kerkük gibi Selanik'den vazgeçmek zorunda olduğunu.Tarihi dönemin koşjllarında objektif olarak analiz etmek günümüz olaylarına yorum yaparken daha yardımcı olur diye düşünüyorum saygılarımla
Gerçekten de Şevket Süreyya Aydemir'in Suyu Arayan Adam çok önemli bir kaynaktır. Teşekkürler katkı için.
SilAslında üzüntü verici bir yazı şöyleki 17 sene önce yazılmış bir yazı ve bugün okuduğumuzda değişen hiçbir şey yok. Bırakın harcamalar için halka hesap vermeyi nerdeyse üstü örtülü ödenekle örtülmedik hiçbir şey kalmadı.
YanıtlaSilDemekki milletin parası diye bir şey yok, var olan para devletin zevki sefasından artan ile devletin kullarına dağıttığı sadakadır.
Hafta sonu canımı sıktı (demekki canımın sıkılası varmış bu da bahane oldu) :/
Bu yazınızı görmemişim daha önce Üstadım. Büyük bir keyifle okudum. Her zamanki gibi yalın ve öğretici. Ama tabii ki idrak kanallarını açık tutacak cesareti olanlar için. Teşekkürler ve bilvesile yeni yılda da sağlık ve afiyette olmanız, üretkenliğinizin sürmesi dilekleriyle...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Silfarazi bir örnek üzerinden gidersek katma değer ile hesaplanan GSYH'da örneğin;fırında 1 tl ye satılan ve nihai mal olan simiti, bakkal tekrardan alıp üzerine yaptığı hizmetin karşılığı olarak kar marjı koyup 1.25 tl satsa aradaki 0.25 tl ilk katma değer GSYH hesaplarına dahil edilmektedir.
YanıtlaSilPeki bu simiti fırından bakkal almayıpta kar amacıyla satmak üzere sokak simitçisi alsaydı ve o da 1 tl ye aldığı simidi üzerine kar marjı koyarak 1.25 tl ye satsa aynı şekilde arada ki 0.25 tl hesaplara katma değer olarak girer mi? Kısacası simidi fırından bakkalın almayıp da sokak satıcısının alması arasında hesaplama açısından değişen bir şey olur mu?
mantık açısından bir fark yok ama hesap işi mantıkla değil kayıtla işler. Kaydedilemeyen bir şey yoktur. Sokak satıcı simiti alır 25krş farkla satar ama fiş fatura yok + gelirde beyanı yok. Sonuç itibari ile kayıtta yeri yok. Ama sanırım şimdi belediyelerden izinli simit tezgahları var onlar gün sonu satış için fiş kesiyorsa o zaman kayda girer. Hatta haberlerde pos makinesi olan bir sokak simitçisi görmüştüm :)
SilO yılki Sayistay raporunda geciyor mudur bu konu acaba?
YanıtlaSilbu yazıdan alınması gereken anahtar kelimeler hesap verilebilirlik ve dürüstlüktür dönemin kadrosun bunu başarmış sınırsız yetki varken kendi yetkisini sınırlamış anadolunun tüy bitmemiş yetimini düşünmüş suç mu işlemiş ? takdir edilmesin mi ? teşekkürler hocam bilgi için .
YanıtlaSilTeşekkür benden.
SilHocam dolar düşüşe mi geçiyor?
YanıtlaSilBir süre sonra düşecektir. Mutlaka arada düzeltmeler oluyor. Ama 2016 yılına bütün olarak bakarsak Fed'in en az 3 ve muhtemelen 4 kez faiz artıracağı bir ortamda doların genel yönü yukarı doğru olacaktır diye tahmin ediyorum.
SilEn genel anlamda hocalarımızin dediği gibi ya devleti halk finanse etmiyor ya da meydan boş.
YanıtlaSilFinanse eden çıkar gelir, halka derse nerden bu değirmenin suyu senin ülkeni ben finanse ediyorum burada benim borum öter derken, siyasiler Türkiye turklerindir Türküsünü söylerken filistini hatırlamak an meselesidir.
Gerçekten batı ve doğu arasında büyük bir boşluk var. Doğu her zaman kazanır. Tarih tekerrürden ibarettir gibi acı bir hatırlatma vardır.
Merhaba hocam,
YanıtlaSil1922 yılına ait verdiğiniz örnek hakikaten çok güzel ders verici nitelikte. Ama objektif bakmaya çalışınca şöyle düşündüm: Güç ölçülü, kontrol edilebilir ve sınırlı iken insanlar daha doğru davranış sergiliyorlar. Sonrası ise malumumuz. Bu iktisatlı, meclisi önemseyen ve devletin kuruşlarını dikkatli harcayan zihniyetin 1930'larda da devam ettiğini söylemek zor olsa gerek. 2003'deki aynı kişilerin politikarının 2015 ile mukayese dahi edilemeyecek farklılaşması da hakeza böyle. O yüzden olsa gerek ABD 8 yıl ile sınırlandırmış.
Hocam teşekkürler,
YanıtlaSilAtatürk, devrimlerini yaparken zaten bu halkın aydınlanmasını, devrimleri sindirmesini bekleyecek kadar vakit yok, birden olmalı demişti. Zaten o dönem için yapılabilecek yegane şey buydu; eğitim denen şey vakit alıyor, hele de yenii savaştan çıkılmış, okumuş insanlarınız ölmüş ve parasızsanız.
Ama yukarıdaki yorumlardan gördüğüm (ve zaten aslında Türkiye'ye bakıldığnda da görülen) Atatürk'ün devrimlerini sindiremeyen, eğitimden nasibini alamayan insan sayısı ne yazık ki çok fazla ve her geçen gün mevcut politikalarla da bu sayı artıyor...
Hocam, o yapısal reform dediğiniz şeyleri (başta EĞİTİM) biz 19060'lardan beri yapamıyor değil, yapmıyoruz zaten. Böylesi daha çok işine geliyor tepedikerin...
Hocam Merhabalar,
YanıtlaSilMarksist ve sosyalist ekonomi modelleriyle ilgili özet bilgiler içeren herhangi bir yazınız var mı? yoksa bu konularda bizi aydınlatırsanız sevinirim. Çok konuşuluyor ama çoğumuz bilgi sahibi değiliz. Teşekkürler