Alexander Hamilton'un Mirası
Pek çoğumuz, uluslararası serbest ticaretin uluslararası refahı artıracağı görüşüne dayanan kapitalizmin şampiyonluğunu, Birinci Dünya Savaşıyla birlikte İngiltere’den devralmış olan ABD’nin, Donald Trump’ın başkanlığında bu yaklaşımın tersine bir korumacılık eylemine girmiş olmasını şaşkınlıkla karşıladık. Oysa ABD’nin geçmişteki yükselişinin altında bu yaklaşım yatıyordu.
Alexander Hamilton (1755 – 1804) ABD’nin
ilk Başkanı George Washington döneminde ABD’nin ilk Hazine Bakanı (US Secretary
of the Treasury) olarak görev yaptı. ABD’nin kurucuları arasında anılan
devlet adamlarından biridir. Heykeli bugün ABD Hazine binasının önünde yer
alır. 10 ABD Dolarının üzerinde de Hamilton’un resmi vardır.
Hazine Bakanı olarak atandıktan
hemen sonra 1790 yılı Ocak ayında kamu finansmanında yapılması gereken
reformları Kamu Kredisi Raporu adı altında Kongre’ye sundu. Rapor temel olarak bazı
önemli unsurları kapsıyordu. İlk üç madde dış borçlar, iç borçlar ve
eyaletlerin borçlarının yeni bir geri ödeme düzenine sokulmasını içeriyordu.
Raporun dördüncü maddesi ithalat vergilerinin ve dolaylı vergilerin artırılmasını
öngörüyordu. Böylece hem borçların ödenmesine hem de iç sanayinin korunmasına
olanak sağlanmış olacaktı. Beşinci maddeyle ABD Bankası kurulması öneriliyordu.
Bu öneri Fed’in kuruluşuna giden sürecin başlangıcıydı. Hamilton 1791’de
Darphane’nin kuruluşunu önerdi. Darphane’nin kuruluşuyla birlikte ABD’de altın
ve gümüşe dayalı çift metalli bir standarda geçildi. Bu, Hamilton Reformlarının
altıncısı oldu. Son reform da ithal ikamesi destekli bir üretim teşvik
sisteminin yaşama geçirilmesiydi. Böylece ABD, Avrupalı ülkelerle üretimde
rekabete girişebilecek düzeye çıkacaktı.
Alexander Hamilton’un uyguladığı
politikalar özellikle diğer kurucu önderler olan Thomas Jefferson ve James
Madison tarafından ağır biçimde eleştirildi ve bu ikili Cumhuriyetçi Parti’yi
kurdular. George Washington, Hamilton’un yaklaşımlarını desteklemeye devam
etti. Sonuçta ABD, Hamilton programıyla hem borçlarını ödedi hem de ciddi bir ekonomik
çıkış yakaladı.
Friedrich List (1789 – 1846) 19’uncu
yüzyılın önde gelen iktisatçılarındandır. Siyasal Ekonominin Toplumsal Sistemi
adlı eserinde toplumsal gelişimin beş aşamadan geçtiğini öne sürdü: (1) Avcılık
ve toplayıcılık, (2) Gezici çiftçilik, (3) Yerleşim tarım, (4) Tarım ve el
işçiliği, (5) Tarım, el işçiliği ve ticaret. List’e göre gelişmekte olan
ekonomiler dördüncü, gelişmiş ekonomiler ise beşinci basamakta bulunurlar. 1842
yılı itibarıyla List’e göre yalnızca İngiltere beşinci basamakta yer alıyor, bu
basamağa çıkma potansiyeli olan ülkeler arasında ABD, Fransa ve Almanya bulunuyordu.
List’e göre bir devletin yapması gereken şey ülkeyi beşinci aşamaya taşımaktır.
Bunu başarabilmek için devlet ulaşım altyapısını geliştirmeli ve eğitim
kalitesini yükseltmelidir. İç pazar yüksek gümrük vergileriyle korunmalı ve
ancak yerli sanayi ülke kaynaklarıyla geliştirildikten ve yabancı sanayiyle
rekabet edebilecek konuma geldikten sonra yeniden serbest ticarete
dönülmelidir.
Hamilton ve List’in bu görüşleri
izleyen yıllarda yaygın biçimde uygulama alanı bulmuş olan ithal ikamesi
aracılığıyla sanayileşme, bebek endüstriler, yerli sanayiyi koruma gibi
tezlerin temellerini oluşturmuştur.
ABD ve Avrupa ülkelerinin önde
gelenleri (Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya) yirminci yüzyılın ikinci
yarısından başlayarak List’in beşinci aşamadaki devlet tanımı konumuna
geçtiklerinde artık korumacılık, ithal ikamesi aracılığıyla sanayileşme gibi yaklaşımları
arkalarında bırakarak serbest ticarete dayalı ekonomik sisteme geçmişlerdi.
Bretton Woods düzeni denilen bu yeni düzenin temel dayanağı “uluslararası
rekabetin serbestleşmesinin uluslararası refahı artıracağı” görüşüydü. Bu
görüş, günümüz kapitalizminin temel taşlarından birisi olarak kabul ediliyordu.
Gelişmekte olan ülkelerin önemli
bir bölümü ise ithal ikamesi politikasından başlayarak çeşitli koruma
yöntemleriyle sanayilerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Mesela Türkiye, kuruluşundan
1980’lerin ortalarına kadar ithal ikamesi politikasına dayalı bir sanayileşme
izledi, ondan sonra ihracata dayalı sanayileşmeyi ve rekabeti esas almaya
yöneldi. Bu ülkelerin en önemlisi Çin’di. Çin, doğrudan bir korumacılık izlemek
yerine düşük ücret düzeyini bir rekabet unsuru olarak kullandı ve bunun yanına
döviz kurunu sabitleme yaklaşımını da ekleyerek sanayisini hızla geliştirdi. Aslında
yaptığı şey ABD’nin Hamilton’la birlikte giriştiği korumacılık destekli sanayileşme
politikasının biraz farklı yöntemlerle tekrarlanmasından ibaretti. Bu hamleler,
ABD’nin tepkisini çekti. Çünkü ABD yönetimi, Çin’in bu hızla giderse bir süre
sonra dünyanın bir numaralı ekonomik gücü haline geleceğini ve dünya
hegemonyasını ele geçireceğini görmüştü. Çin’e baskı yapmaya yöneldiler. O
zamana kadar hiçbir kararını dinlemedikleri Dünya Ticaret Örgütü’nü Çin’e baskı
yapması için sıkıştırmaya başladılar. Ne var ki bu çabaları sonuç vermedi. Çin,
bütün dünyaya ucuz ve yeni malları satmaya devam etti. Çin’e, Singapur, Hong Kong,
Güney Kore, Vietnam, Malezya gibi diğer uzak doğu ülkeleri de eşlik eder oldu. Bu
ülkeler, batı dünyasına karşı ciddi bir meydan okuma içine girdiler.
İşte Donald Trump’ın başkan
seçilmesiyle birlikte ABD’nin yeniden Alexander Hamilton dönemi politikalarına dönüş
çabasının altında yatan neden budur. ABD, asıl olarak uzak doğu ülkelerine
karşı başlatmış olsa da, ithalatı düşürme politikasını dış ticaret açığı
verdiği bütün ülkelere karşı uygulamaya girişti.
Böylece serbest ticareti neredeyse
kutsal bir ilke haline getirmiş olan kapitalizm, üç yüz yıl önce uyguladığı korumacı
merkantilist yaklaşımlara dönüş yaptı. Bu da bize çıkarlar söz konusu olduğunda
ilkelerin bir yana bırakılabildiği bir dünyada yaşadığımızı bir kez daha göstermiş
oldu.
Yeni Ekonomi kitabımda,
küreselleşmeyle birlikte ileri gidecekken nasıl geri gitmeye başladığımızı anlatmış
ve kendimizi orta çağda bulacağımızı vurgulamıştım. O yolda ilerliyoruz.
Acilen Ankara doktrini uygulanmaya başlanmalı. Benim ortaya attığım bu doktrine göre (akıl akıldan üstündür belki başkaları da aynı şeyi düşünmüş olabilir ama bugüne kadar duymadım) ithal ikame politikası yerine dış ticaret açığı verilen ülkelerle masaya oturulmalı ve sadece serbest ticaret anlaşması yerine ilgili ülkeye karşı verilen dış açığın nasıl telafi edileceği bir anlaşma ile belirlenmeli. Bu hizmet alımı olabilir, tahvil alımı olabilir, doğrudan yatırım olabilir vb.
YanıtlaSilDiğer türlü gümrük tarife savaşlarına girmek her iki taraf için de zararlı. İçerde kalitesiz ürüne mahkum oluyoruz. Enflasyon oluyor. Korumacılığa alışan sanayi ilk rüzgarda tarumar oluyor.
İhracata dayalı kalkınma modeli de işe yaramıyor. Uzak Doğu ülkeleri ile rekabeti ABD bile göze alamıyor bizim etimiz ne budumuz ne. Hammadde anlamında da dışarıya bağımlı olunca dereye attığımız taşa kurbağalar bile gülüyor.
Ankara doktrinini ilk ortaya atan rahmetli Kemal Derviş'ti.Sonrasında Akp hükümetinin ilk yıllarında da bu doktrin çokça gazetelerin ekonomi sayfalarını süslüyordu. Sonra usulca terkedildi.Şimdi tekrar bu doktrini keşfetmiş olmanız müthiş bir gelişme.
SilTürkiye'nin bugün ihtiyacı olan tek doktrin: Hukukun üstünlüğü doktrini.
SilHocam herkesin kendi hukukuyla yaşaması neo liberalizmin zaferini gösteriyor?
Silİlk cümleyi anlamak 5 dakika sürüyor:)
SilSayın hocam bu işi ilk yapan ülkeler patentini kimseye vermek istemiyor.
YanıtlaSilMerdivenle evin çatısına çıkarken, başkası tam merdiveni kullanıp çatıya çıkacakken merdiveni aşağı doğru itiyorlar tepeye kimse çıkmaması için.
Ne kadar adil? Tartışılır.
Amerika aynısını 1980lerde plaza anlaşmasıyla batı almanya ve japonyaya yapmıştır. Sonra japonya krize girmiştir.
Amerika büyü ama kontrollü büyü beni geçme diyor sanırım.
Güzel özet.
SilMahfi bey makalenizden ve trump'in uygulamalarından anladığım. Marka sahibi olsa bile uzun vadede çalışmayan, uretim yapmayan ekonomiler yok olmaya mahkumdur.
YanıtlaSilÇok doğru.
SilHocam Friedrich List'in ölüm yılı 1846 olacaktı.
YanıtlaSilDüzelttim, teşekkür ederim.
Sil"Böylece serbest ticareti neredeyse kutsal bir ilke haline getirmiş olan kapitalizm..."
YanıtlaSilBurdaki kutsal bir ilke söylemi fazla çarpıcı değil mi? Ülkeler sanayileşme süreçlerinde kapitalist üretim sürecini benimseselerde "korumacılık" serbest ticaretin yerine geçmiştir. Bu açıdan Kapitalizm de serbest ticaret kutsal bir ilke değil teşvik edilen bir ilke olabilmiştir ancak.
Trump'in bu kararlari ekonomik gibi gorunse de aslinda tamamen politiktir. Evet Amerika'nin muazzam dis ticaret acigi vardir lakin bu acigi kendi parasiyla odeyen yegane ulkedir. Nitekim Trump butce acigini katlayan "buyuk, guzel kanunu" kongreden gecirdi. Bence Amerika'da su anda olan bizde de 25 yil once olmaya baslayan en saglam kurumlarin bile otokrasiye dayanamayacaginin en guzel ornegidir.
YanıtlaSilKüreselci-ulus devlet çatışması bu meselenin neredesinde?
YanıtlaSilHiçbir yerinde değil.
SilUlus devletlerin en fazla 30 senesi var sonra tarihten silinecekler.
SilBir düzeltmeyi hatırlatmak isterim:
YanıtlaSilThomas Jefferson ve James Madison'ın kurduğu parti, bugün bildiğimiz anlamda (Trump'ın kontrol altına aldığı) Cumhuriyetçi Parti & "The Republican Party (Grand Old Party)" değil.
Sizin bahsettiğiniz parti "The Democratic-Republican Party" ismiyle; 1792'de kuruldu, 1825'de kapandı. 1828 yılında ise, devamı niteliğinde olan ve en son Kamala Harris'i aday gösteren "The Democratic Party" kuruldu. Jefferson, bugün bildiğimiz anlamda ABD'deki Demokrat Parti'nin fikir babası olarak kabul görür. (1828'de kuruluşundaki asıl rol, "Andrew Jackson"a aittir.)
"The Republican Party (Grand Old Party)" ise, 1854 yılında kurulmuştur. ABD'nin güney eyaletlerindeki "zengin" tüccarların, federal hükümete söz geçirebilmek için siyasi bir oluşum kurmaya ihtiyaç duymaları ile bu parti doğmuştur. Bu partiden başkan seçilen ilk kişi, (1860 seçimlerinde) "Abraham Lincoln"dür.
Bugün Trump'ın hegemonya kurduğu Cumhuriyetçi Parti ile, Lincoln'ün başkanlığı dönemindeki Cumhuriyetçi Parti arasındaki benzerlikler çok azdır.
👍
SilHamilton’un korumacı merkantilist mirasını Trump yönetimiyle doğrudan özdeşleştirmek, tarihsel-sektörel bağlamı ihmal ederek statik bir politika sentezi sunar. ABD 1790’larda yüksek gümrük tarifeleriyle kamu borç yükünü disiplinsiz bir yapay koruma mekanizmasıyla denkleştirmiş olabilir; ancak günümüz küresel sermaye hareketliliği, finansal inovasyon ve arz zinciri entegrasyonları böyle bir enstrümantasyonun maliyet-fayda dengesini dramatik şekilde bozmuştur. Bugünün makro iktisadında dış ticaret açığının para politikası ve sermaye hesabı eşanlı dengelemesi (twin deficits hypothesis), geleneksel Hamiltonyen korumacılığın tersine, hiper-bağlı reel döviz kuru mekanizmalarını ve sermaye akımları üzerinden döngüsel volatiliteyi tetikler. Dolayısıyla Trump dönemi önlemlerini Hamilton’un basit korumacılığıyla meşrulaştırmak, modern finansal sistemin döviz swap piyasaları, CDS primleri ve portföy sermaye tabanlı hassasiyet analizleri açısından oldukça yetersiz ve yanıltıcıdır.
YanıtlaSilYazıyı dikkatle bir kez daha okursanız yazının vurgusunun Trump'ın yaptıklarını Hamilton'un yaptıklarıyla özdeşleştirmek olmadığını, 200 küsur yıl sonra koşullar tamamen değişmişken, Hamilton'un yaptıklarını taklide çalışmak olduğunu göreceksiniz.
SilHocam , sürekli üretim artışı ve büyüme isteği Dünya'nın sınırlı kaynaklarını tüketiyor . torunlarımıza kaynakları tükenmiş bir Dünya bırakıyoruz. En az tek çocuk politikasıyla 100 yıl sonrasını programlamamız kaçınılmaz olmalı.
YanıtlaSilKozlukya alem adamsı, memlekette yarın ne olacağı belirsiz 100 yıl sonrasını programlamaktan bahsediyorsun.
SilHamilton, ulusal kalkınmacı politika gereğini yaparken Trump, rekabetçi bir politika kurup Amerikanın başrolde oyun kurucu/oyun bozucu gücünü ortaya koyma politikası güdüyor.
YanıtlaSil"Çıkarlar söz konusu olduğunda ilkelerin bir yana bir dünyada yaşıyoruz.”
YanıtlaSilBu, kapitalizmin esnek ve ikiyüzlü doğasına işaret ediyor. Serbest ticaret ilkesi, güçlenene kadar koruma isteyen ülkeler tarafından araçsal bir şekilde kullanıldı.
Bugün de ABD, çıkarları tehdit altında olduğunda “kuralları yeniden yazmaktan” çekinmiyor.
ekonomik sistemlerin dogmatik ilkelerle değil, güç dengeleriyle şekillendiğini gösteriyor. Hamilton’un politikalarına dönüş, aslında kapitalizmin çıkar merkezli doğasının bir yeniden hatırlatılması.
“Küreselleşmeyle birlikte ileri gidecekken nasıl geri gitmeye başladığımızı anlatmış ve kendimizi orta çağda bulacağımızı vurgulamıştım. O yolda ilerliyoruz.”
Bu, yalnızca ekonomik değil, politik ve toplumsal regresyonun da bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Hocam ortaçağ kastınız tekno feodalizmi kapsıyormu?
YanıtlaSilTekno-feodalizm, teknolojik altyapıya sahip az sayıda şirketin ekonomik ve toplumsal ilişkilerde merkezi bir güç haline gelerek, klasik feodal sistemin dijital bir versiyonunu kurduğu görüşüdür. Üretimden çok erişim, veri ve dijital alan kontrolüyle rant üzerinden işleyen bu sistemde, kullanıcılar birer dijital "serf" gibi konumlandırılır.
Hocam metninizi temel alarak üç ana başlıkta ilerleyecek bir ufuk turu sunuyorum.
YanıtlaSil1. **Tarihsel Arka Plan: Kapitalizmin Çelişkili Doğası**
Serbest Ticaret = Refah mı?
Ana fikir şudur: **serbest ticaret, uluslararası refahı artıracağı varsayımıyla yüceltilmiş bir ilkedir** — ancak bu ilke, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler tarafından *ancak işlerine geldiğinde* benimsenmiştir.
* **Hamilton’un politikaları**, bugünkü anlamda "bebek endüstrileri koruma", "ithal ikamesi", "iç talep yaratma" gibi stratejilerin erken örnekleridir. ABD, bu korumacılıkla güçlendi.
* **List’in yaklaşımı**, "gelişmenin aşamalı ve devletsiz olmayacağı" yönündedir. Ona göre, serbest piyasa gelişmiş ülkelerin ayrıcalığıdır; gelişmekte olanlar içinse yıkıcıdır.
**Yorum**: Bu iki figürün düşünceleri, aslında bugünkü gelişmekte olan ülkelerin ekonomik argümanlarının kuramsal temelini oluşturuyor. İlginç olan ise, **bu kuramları doğuran ülkelerin** bugün tam tersini savunuyor olması. Bu da kapitalizmin, aslında *ilkesel değil, pragmatik bir yapı* olduğunu gösteriyor.
2. **ABD’nin Dönüşü: Hamilton’a Geri Dönüş mü, Yoksa Çaresizlik mi?**
Trump Dönemiyle Gelen Koruma Refleksi
ABD, Çin’in yükselişini **kendi hegemonyasına doğrudan bir tehdit** olarak algıladı. Trump döneminde:
* Gümrük vergileri artırıldı,
* Ticaret savaşları başlatıldı,
* Çin’e teknoloji transferi konusunda sınırlamalar geldi,
* WTO gibi kurumlara baskı yapıldı.
Bu politikalar, **Hamiltoncu korumacılığın 21. yüzyıl versiyonu** gibi sunulsa da, arkasındaki motivasyon daha çok **savunmacı bir ulusal çıkar yaklaşımı**dır.
**Yorum**: ABD’nin bu politikaları, aslında güç kaybetmekte olan bir imparatorluğun klasik refleksi olarak da okunabilir. Güçlü olduğu zamanlarda "serbest piyasa", zayıfladığında ise "korumacılık" kartını oynayan bir sistem görüyoruz. Bu da bize, ilkelerin değil **çıkarların yön verdiği bir dünya düzeni** içinde olduğumuzu net biçimde gösteriyor.
3. **Çin ve Asya’nın Yükselişi: Tarihin Tekerrürü mü?**
Modern Hamiltonculuk: Düşük Ücret ve Sabit Kurla Koruma
Çin, Hamilton ya da List’in kelimesi kelimesine politikalarını uygulamasa da **aynı hedefe farklı araçlarla ulaştı**:
* Düşük ücretler → maliyet avantajı,
* Sabit kur → rekabet gücü,
* Devlet destekli sanayi → stratejik sektörlerin hızlı gelişimi.
Bu, **klasik ithal ikamesinden farklı** ama özünde aynı: **devlet eliyle kontrollü kalkınma.**
**Yorum**: Çin’in yükselişi, Batı kapitalizmi açısından rahatsız edici çünkü aynı oyunu daha verimli oynayan bir rakip çıktı. Bugün Çin’in serbest piyasa dışı yöntemlerle kazandığı avantaj, **Batı’nın geçmişte yaptığı her şeyin güncellenmiş versiyonudur.** Bu da “kurallar kimin için?” sorusunu gündeme getiriyor.
-Sonuç: İlkeler mi, Çıkarlar mı?
Metin, çok güçlü bir şekilde şunu ima ediyor:
> “Kapitalizm, işine geldiğinde serbesttir; işine gelmediğinde korumacıdır.”
Dönüşen Dünya:
* ABD → Serbest ticaretin öncüsüyken, korumacı reflekslere döndü.
* Çin → Gelişmekte olan bir ülke olarak, Batı’nın yöntemlerini kendi lehine yeniden kurguladı.
* Türkiye ve diğer GÜ’ler → Serbest ticaretle kalkınacakları umuduyla yön değiştirseler de, tam anlamıyla rekabet edemediler.
Nihai Yorum:
Bu analiz bize iki temel gerçeği hatırlatıyor:
1. **Tarihte ilkeler değil, güç ve çıkar belirleyicidir.** Hamilton’un mirası da, Trump’ın tepkisi de aynı damardan besleniyor: **kendi sanayini ve gücünü korumak.**
2. **Gelişmekte olan ülkeler, Batı'nın bugünkü önerilerine değil, geçmişte kendi kalkınmalarında izledikleri yollara bakarak politika üretmelidir.** Yani List ve Hamilton hâlâ güncel!
Çok detaylı bir açıklama olmuş. Bu kadar uğraşıp vakit harcamanız takdire şayan.
SilSayın Eğilmez, Bilindiği üzere sadece Ekonomik değil diğer bütün toplumsal ana bölümler için ani ve büyük değişimler fayda değil zarar ve kaos getirirler. Ancak bütün bu toplumsal ana bölümlerin ani ve büyük değişim yapılabilecek olanı sizin de bahsettiğiniz gibi "Hukukun Üstünlüğü" dür. Ancak "Hukukun Üstünlüğü" başlangıcı için önce Hukukun içine yerleştirilen siyasi tuzakların temizlenmesi gerekmektedir. Bundan sonra Dürüstlük, Rekabet ve Uygulama herkes, her kesim için sıfır farkla olmalıdır. Kim olursa olsun, ideolojik, sosyolojik, dini hiçbir kesime destek veya köstek olunmamalıdır.
YanıtlaSil