Eski Türkiye'de Kuyruklar Vardı

1978 yılıydı. Sıkıntılı bir dönemdi: Ülke döviz sıkıntısı çekiyor, her bakkalın, marketin önünde az bulunan bir şeylerin kuyrukları uzuyordu.

Yeni bitirdiğim bir teftiş görevinin raporunu yazıyordum. Telefon çaldı, Teftiş Kurulu Başkanı, acele yanına gitmemi istiyordu. O zaman Maliye Bakanlığı Ulus’ta eskiden Başbakanlık binası olan binadaydı, ben de Mithatpaşa Caddesinde müfettişler için bir katı kiralanmış olan binadaki odamda çalışıyordum. Hemen bir taksiye atlayıp gittim. Başkan, bana altında kendi imzasının olduğu bir yazı uzattı, üstte benim adım yazılıydı. Kâğıdın sağ tarafında kırmızı harflerle “Gizli” ibaresi yer alıyordu. Yazıyı okudum: “Ekte gönderilen mektupta talep edilen soruşturmaların tarafınızca yapılmasını rica ederim” yazıyordu. Yazının ekinde Başbakan Bülent Ecevit imzalı bir yazı daha vardı. Maliye Bakanlığı’na hitaben yazılmış olan o yazı da gizli damgası taşıyordu. Yazıda Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda çeşitli satın alma ve ihalelerle ilgili yolsuzluk ihbarları olduğundan söz ediliyor ve bu müsteşarlığın işlemlerinin maliye müfettişleri tarafından incelenerek gerekirse soruşturma açılması isteniyordu. Ecevit, yazıyı, bir astına yazmış olmasına karşın “arz ederim” diye bitirmişti. Devlette kimin kime arz edeceği kimin kime rica edeceği konunun aslı kadar önem verilen bir meseleydi. Hatta bunun bir yönetmeliği bile vardı. Başbakanın, kendisine bağlı bir bakana yazdığı yazıyı arz ederim diye bitirmesi çok ilginçti. Buna şaşırsam da o aşamada bir yorum yapmadım. Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu idi. O da yazıyı Maliye Teftiş Kuruluna, “maliye müfettişlerinin görevlendirilmesi” ibaresiyle havale etmişti. Teftiş Kurulu görevi bana ve Toper Çağlayan’a vermişti.   

Hemen göreve başladık. Önce müsteşarlığın Ankara merkezinde dosyaları elden geçirdik, ardından reform çalışmalarının yoğun olduğu Urfa Bölgesine giderek yerinde incelemeler yaptık. Yapılan ihaleleri, satın almaları, devirleri yasalar, yönetmelikler çerçevesinde inceledik. Ufak tefek eksikler dışında bir yolsuzluk, usulsüzlük görmedik. Urfa’daki incelemeleri bitirdikten sonra Ankara’ya döndük. Bu kez merkezdeki bütün satın almaları, ihaleleri, işe alımları, onayları inceledik. Sonunda iddia edildiği gibi bir yolsuzluk olmadığına kanaat getirerek raporumuzu yazdık, sonunu “herhangi bir soruşturma açılmasını gerektirecek bir işlem olmadığı kanısına varılmıştır” diyerek bitirdik ve teftiş kuruluna teslim ettik. Bizim görevimiz burada bitmişti. Ben de Toper Çağlayan da elimizdeki diğer işlere döndük.

Aradan iki gün geçti, odamda çalışırken telefon çaldı. Teftiş Kurulu Başkanı hemen gelmemi istiyordu. Odasına girdiğimde ayağa kalktı ve “Bakan Bey bizi çağırıyor, yukarıya gideceğiz” dedi. Şaşırmıştım, normal olarak bakan bir müfettişi, hele de benim gibi genç bir müfettişi çağırmazdı. “Konu neymiş üstadım” diye sordum, o da bilmiyordu. Birlikte üst kata çıktık, bakanın odasına girdik. Ziya Bey, son derecede titiz ve sert bir insandı. Devlet işlerinde en ufak bir hatayı affetmezdi. Bizi görünce ayağa kalktı: “Başbakan bizi çağırmış arabayla beni takip edin, Başbakanlık binasına gidiyoruz” dedi. Benim şaşkınlığım iyice artmıştı. O zaman ilk kez bu konunun Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı incelemesiyle ilgili olduğunu düşündüm. Ziya Bey öndeki arabada (Renault 12) biz de arkadaki arabada (o da Renault 12) peş peşe Başbakanlık binasına yola çıktık. O zamanlar tasarruf önlemleri uygulanıyordu ve bu önlemlere en üst yöneticiden en alttaki memura kadar herkes uyuyordu. Daha lüks makam araçları satılmış, geliri Hazine’ye aktarılmıştı. Yolda giderken başkana “bu galiba bizim Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı raporumuzla ilgili bir konu üstadım” dedim. O da “evet ben de öyle tahmin ediyorum” dedi.

Başbakanlığa geldiğimizde özel kalem müdürü bizi makam odasına aldı. Ziya Bey önde, başkan arkada, ben en arkada Ecevit’in makam odasına girdik. Ecevit bizi görünce ayağa kalktı, masasının yanından geçip karşımıza geldi, elinde bizim raporun dosyası vardı. İçimden “memuriyetin sonuna geldik sanırım” diye geçirdim. Ecevit, hepimizin tek tek elini sıktı, hatırımızı sordu. Dosyayı açtı, birçok yerinin satır altları çizilmiş, sayfaların yanına notlar alınmıştı. Raporun son cümlesini yüksek sesle okuduktan sonra bana döndü: “Bu raporu siz yazmışsınız bir arkadaşınızla beraber değil mi” diye sordu. “Evet, efendim” dedim şaşkınlıktan biraz da kekeleyerek. “Sizi tebrik ederim, hiçbir etki altında kalmadan objektif bir değerlendirme yapmışsınız. Ben bu müsteşarı bilirim, kendisi dürüst bir insandır, ama hakkında ihbar ve şikâyetler olunca tarafsız bir inceleme yaptırmayı uygun gördüm. Siz de bunu gerçekten tarafsız biçimde yapmışsınız, teşekkür ederim” dedi sonra Ziya Bey’e döndü “işte maliye müfettişleri böyledir, bir etki altında kalmadan değerlendirme yaparlar, siz de bilirsiniz” dedi. Ziya Bey de doğrular nitelikte bir şeyler söyledi. O da eski maliye müfettişiydi. Sonradan öğrendim Ecevit’in kayınpederi de eski maliye müfettişiymiş (Namık Zeki Aral.)

İzin isteyip ayrıldık. Ziya Bey, dışarıda beni kutladı ve ayrıldı. Biz de başkanla birlikte Maliye Bakanlığına geri döndük. Sonradan Ecevit’in yazışmalarına dikkat ettim, bütün yazılarını arz ederim diye bitiriyordu. Bunu gereksiz bürokratik kavgalara son verebilmek, nezaketin her şeyden önemli olduğunu göstermek için yapıyordu. Sonradan öğrendiğim bir başka şey de şuydu: Müsteşar, Demirel tarafından atanmış ve Halk Partililer, Ecevit’in öyle bir isteği olmadığı halde, yerine Halk Partili birisinin atanmasını istiyorlarmış. Bizim yazdığımız rapor, Ecevit’in, partililerin bu isteğini reddetmesine dayanak olmuş.  

Eski Türkiye’den kalma bu anıyı, dönemin sıkıntı ve zorluklarına, yaşanan petrol şoklarının ve ABD’ye kafa tutarak yapılan Kıbrıs çıkartması sonrası Türkiye’ye uygulanan ağır ekonomik ve mali ambargoların yol açtığını görmezden gelerek “eski Türkiye’de kuyruklar vardı” diye dalga geçenlerle liyakatin önemini ihmal edenlere ithaf ediyorum.


Yorumlar

  1. hocam aslında eski türkiye yeni türkiye değil de, eski dünya yeni dünya gibi.

    bir de o dönemlerin fransa'sı ile şimdiki macronlu fransayı karşılaştırsak herhalde aşağı yukarı aynı kırılganlığı hissedeceğiz. neoliberalizm ne yazık ki romantik çağı kapattı, bütün bir mesele geçen yılla bu yılı kıyaslayıp rakamlarda büyüme var mı yok mu onu görmeye çalıştığımızdan beri.

    yani rakamlarda büyüdüyseniz arz ederim yerine emrederim deseniz de olur. kimsenin umrunda olmuyor, çok üzücü. sürdürülebilir de değil.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, bütün dünyada ahbap çavuş ilişkileri, algı yanıltmaları öne çıktı.

      Sil
    2. Halk olarak kendimizden düzeltmeye başlarsak her şey düzelir bence... Sadece bir ismi suçlu bulmak veya onurlandırmak, ödüllendirmek, göklere çıkartmanın yanlış olduğu kanısındayım

      Sil
  2. Aynı yıllardaİstanbul Maliye. Okulu 1.sınıf öğrencisiydim. Rahmetli Nail Çelenoğlunun defterdar olduğu dönem. Ziya Müezzinoğlu İstanbul defterdarlığında ki okulumuzu ziyarete geldi, Renault 12 otomobili ve şoförü ile. Ne koruma, ne kaymakam ne de vali vardın yanında. 2017 yılında bir açılışa bakan ile birlikte gelenlerin araçların kapı sesleri ile geldiğini anladığımız bakanın ihtişamlı gelişi çık dikkatimi çekmişti. Bu olayı o zaman sağ olan okulumuzun müdürü rahmetli Zeynep hocam ile Ziya Müezzinoğlunun mütevazi ziyaretinizden de bahsederek paylaşmıştım. Eski Türkiye mütevazi insanların yurduydu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer teşekkürler Sayın Eğilmez.

      Sil
    2. Faruk Bey , bu terim bizim galat-ı meşhurlarımızdan .
      Doğrusu , "geçmiş zaman odur ki, hayal-i cihan değer" yani dünya hayali kurmaya değer olan şey hakiki olarak idrak edilmiş geçmiş zamandır.

      Sil
  3. Sayın hocam çok güzel bir yazı.

    O kuyruk var diyenlere peşin not. İngiltere de de kuyruklar vardı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ABD sadece askeri ambargo uyguladı. Nitekim o felaket 22 aylık Ecevit hükümeti sona erince, Demirel Hükümeti (Özal'ın uyguladığı programla) yüz günde kuyrukları bitirdi. Ecevit iktidarının beceriksizliği diyemiyorsunuz pes doğrusu

      Sil
    2. Niye diyemeyeyim bal gibi derim. Beceriksizlikler de vardı elbette.
      Grevleri yasakladığınızda kuyruklar da biter.

      Sil
    3. İsmail yurdaok 1970lerde dünyada stagflasyon krizi vardı Arap İsrail savaşları vardı. İngiltere de bile kuyruklar vardı sen ne diyorsun birader?
      Hayır ben körüm diyorsan hastaneye git tedavi ol.

      Sil
    4. Bazı mallar özellikle piyasadan çekilmişti. 12 Eylül'de bir günde terörün bitmesi gibi bazı malların yokluğu bir günde bitmişti.

      Sil
    5. Bu ülkede ismail yurdakok gibi milyonlarcası var nezaketi yolsuzluk yapmamayi yapanlara karşı durmayi gerçekten yerli ve milli olmayi kibrisi vatam yapmayi BOP a karşı olmayi bu yüzden de yani devlet adami olmayı beceriksizlik olarak algılayan ama rantciligi yolsuzluğu iyi yalan soylemeyi popülist siyasetçileri becerikli olarak algilayan . Ilk defa halkla ayni düşük seviyeden olan birisi karşılarına çıkınca halk yazar kasa atmak yerine saray yaptirdi.

      Sil
    6. "git hastaneye tedavi ol" diyerek hakaret ediyorsunuz. Ben yorumumda kimseye hakaret etmedim. "Ecevit'in beceriksizliği" dedim. Mahfi Hoca da benim gibi sıradan bir insana cevap vermek lütfunda bulundu, ama beceriksizliği Hoca da ifade etti. Ecevit, 1977'nin son günü iktidarı devraldığında, (1) petrol ambargosu çoktan bitmişti (2) ABD Kıbrıs işine 1964'de müdahale etmişti ama, 1974'de hiç müdahale etmedi. (3) ABD sadece askerî ambargo koydu, bize silah satmadı, bunun da ekonomimize olumsuz etkisi olmadı. İş tamamen Ecevit iktidarının beceriksizliği idi. Siz ezberlerinizi bozmak istemiyorsunuz

      Sil
  4. Hocam sizce o günlerden bu günlere geliş hikâyemizde devlet mi toplumu çürüttü yoksa toplum mu devleti? Malasef ülkede nereye bakarsak bakalım bir çürümüşlük var gibi. Aldatılmadan, kandırılmadan, haksızlığa uğramadan yaşayabilmek için mücadele veriyoruz. Kimi zaman karşımızda bir vatandaş kimi zaman devlet oluyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asıl çürüme siyasette oldu. Ve o hem devlet kademelerini hem de toplumu çürüttü.

      Sil
  5. Hocam ne güzel yazmışsınız yine. Maliye Bakanlığı koridorlarında babamı ziyarete gittigim günler gözlerimin önüne geldi. Ne guzeldi o günler. Hazine ve Dış Ticaret gelirler genel müdürlüğü ile aynı yan binadalardı. Dış ticarerin MİİT olduğu zamanlardı.
    Benim aklımda devletin iki bakanligi; maliye ve dış işleri bakanlıklarının oturaklı sistemleri ve devlete gönül vermiş liyakatli kadroları yer etmistir.

    Ayvalık Maliye kampında bile müsteşar dahil herkesle beraber tatil yapar istisna olmazdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani hep askeri-sivil bürokrasi işte, keyfi yerinde olan onlardı. O dönemde fabrika işçisi ne durumdaydı? Küçük esnaf? Özel sektördeki beyaz yakalar ya da? Bürokrasinin imtiyazları eski döneme göre bir hayli törpülendi, büyük ölçüde bundan kaynaklanan bir serzeniş sanki.


      Sil
  6. Ne hoş bir anı Hocam.
    Naif,gösterişsiz ve dürüst bir bürokrasinin kokusu geliyor satırlarınızdan.
    Zamanın ruhu…

    Neoliberalizm; “benim memurum işini bilir” fermanıyla;ülkeyi talana,yolsuzluğa,yoksulluğa ve ahlâksızlığa sürükleyeceği döneme biraz daha var.
    12 Eylül öncesi son viraj…

    Sanırım yazınızdan aklımda kalacak olanlar;

    • Ecevit’in(bir başbakanın) böyle detay sayılabilecek bir konu için ayırabildiği zaman ve konuya verdiği önem,

    • “Arz ederim” cümlesi,

    • Ve Renault 12

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen. Aselsani kuran işsizlik fonunu kuran bddk gibi kurum kazandiran kişi beceriksiz oluyor ama ne hikmetse herşeyi satip savan üstüne de borç stokunu 4 e katlayan siyasi zihniyet becerikli oluyor. Bu halktaki kafayla bu ülke çok bile ayakta kalmış. Allah'tan geçmiş siyasiler halktan daha ileriydi de ayakta kalabildik. Son 22 yilda olanlari düşününce.

      Sil
  7. Eski Türk filmi tadında bir yazı, tebrikler Mahfi Bey.

    YanıtlaSil
  8. 1999 doğumlu ve ilk akademik deneyimini araştırma görevliliği olan birisi olarak, o dönemin liyakat unsurlarının tırnağı kadarına akademik ortamda bile rastlayamamak çok üzüyor beni. Büyük bir heyecanla başladığım ilk deneyimimde sizin bahsettiğiniz liyakatin önemini çok iyi anladım. Tanıdıkları vasıtasıyla herhangi bir yere gelebilen, atanabilen bir güruhla karşı karşıyayız. Bu durum ne kadar üzse de mücadele etmekten vazgeçemeyiz.

    Sizi babam aracılığıyla tanıdım. Ekonomideki gelişmeleri sizle takip ederdi, hala da sizinle takip etmekte. Ben de sizi tanıdıktan sonra işlerinizi daha sık takip etmeye başladım. Yalnızca kendi alanınızda değil, benim gibi farklı bir alandaki gençlere de örnek olduğunuzu belirtmek istedim. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne mutlu bana. Babanıza da saygılarımı iletin lütfen.
      Maalesef akademideki iyi yetişmiş kadroları darbeler dağıttı. Sonrasında akademi dağıldı gitti. Bürokrasi buna daha uzun süre direndi ama onun da dağılması son yirmi yılda oldu.

      Sil
  9. Murat Bozdoğan17 Temmuz 2025 08:52

    Sanırım burada kimse kuyruk özlemi çekmiyordur. Özlenen şey Devlette liyakatin esas alınması ki kanımca bu artık bir milli güvenlik konusu. Tam manasıyla siyasi iradenin çizdiği çemberin içine hapsolan kamu ve yargı bürokrasisi adım adım devleti çöküşe götürüyor. Yükselebilmenin yolunun mevcut siyasi kadronun gitmek istediği yoldaki engelleri temizlemek olduğunu gören karakter yoksunlarını hiç bir yasa, yönetmelik hatta anayasa bile durduramıyor. Eğer seçimlerde bir iktidar değişikliği olursa yeni Yönetimin ilk işinin bu güruhtan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayarak ibret-i alem için hepsinin kamu ile ilişiğini kesmeleri olmalıdır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sadece hakkıyla sınav yapılsa yeterli.

      Sil
    2. Murat Bozdoğan17 Temmuz 2025 15:22

      Haklısınız hocam. İşte tam da bu yüzden bu yapılanları affetmeyeceğim.Yıllar önce yüzüne bile bakmaya tenezzül etmediğimiz bu güruh şimdi kendini devletin sahibi gibi görüyor.O yüzden öfkem dinmiyor.

      Sil
    3. Murat Bozdoğan17 Temmuz 2025 15:22Belki de yüzüne bakmaya tenezzül etmediklerinizin kini yüzünden yaşanıyor bunlar.Biraz özeleştiri lütfen.

      Sil
    4. Murat Bozdoğan17 Temmuz 2025 16:59

      Ben hem kendim , hem de ait olduğum sınıf adına özeleştirimi yapıyorum beyefendi. Ama sizin güruhta zerre özeleştiri kırıntısı görmüyorum maalesef.

      Sil
    5. 17 Temmuz 2025 16:59 Belki toplumu sizin güruh, bizin güruh diye ayırdığınız için oluyordur tüm bunlar.

      Sil
  10. Nostalji.. ! Ama bu nostalji, dönemin sıradan insanının değil; kuyrukta “devlet temsilcisi” sıfatıyla, elbette ayrıcalıklı bir azınlığın hatırası bana kalırsa. Çünkü o dönemde devletin “bürokratik aristokratları”, yani forslu, itibarlı müsteşarlar, kaymakamlar, hesap uzmanları, müfettişler – alenen olmasa da zımnen, meşruiyetini bürokratik rasyonalite ve statüsel ayrıcalıktan alan bir yukarıdan-aşağıya toplumsal konumlanma içinde hareket ediyordu.

    Çiftçi, esnaf ya da özel sektörde çalışan sıradan bir işçi, kuyrukta yeri gelince saygı duruşunda bulundu belki ama hiçbir zaman “o eski güzel günleri” (!) özlemle yâd etmedi. Geniş toplumsal kesimler ne otorite merkezli kolektivist kültürel yapıların güvenli karargahlarında huzur buldu, ne de “fakir ama mutlu” nostaljisinin idealleştirilmiş öznesi oldu. Aksine, günlük yaşamda karşılaştıkları yoğun idari müdahale, rutin denetim pratikleri ve bürokratik vesayet yapısından kaynaklanan simgesel baskı, zamanla ciddi bir toplumsal bıkkınlık üretti.

    O zaman, “daha mütevazıydık” tespiti görece doğru olabilir. Ama unutmayalım ki o mütevazılık, devletin en üst kademesinde “elit koza”sını kuran küçük bir grup için konfordu. Geriye kalanların sabrına, itaatine, ve sessiz onayına hiçbir zaman yaklaşmadı.

    Nostaljik yankılar doğası gereği kendi içinde daima kekremsi bir tat taşır, bu anlaşılır bir duygudur; ancak analojik öykünmeler, geçmişin bağlamını bugünün gerçekliğine taşımaya çalıştığında, heyhat, hayal-i hamdır !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiçbir baskı olmadı üzerimizde, hiçbir kademede. Kimse bir bürokrat olarak bana veya arkadaşlarıma ısmarlama bir şey yaptıramadı. Yasalara uygun olmayan şeyleri yaptırmaya çalışanlar oldu tabii ama muhalefetimizi yapınca yapamadılar. Biz, istifa etmesini becerebilen bir kuşaktık, öyle yasa dışı talimat falan dinlemezdik. Elit koza falan yoktu. Hiçbir ayrıcalığımız falan da yoktu. En üstteki kişi de normal maaş alırdı, kimsenin öyle iki üç yerden yüksek maaşlar alma durumu yoktu. Yukarıda bir arkadaşımızın yazdığı gibi Müsteşarla vergi uzmanı aynı kampta tatil yapardı. Bugün sorun, çiftçi de esnaf da işçi de o kadar sorunlu olmasına karşın o günleri bunlara tercih ederler.

      Sil
    2. kazandığınız para ile ev alabiliyordunuz şimdi 50-60 yıl çalışıp para biriktirmek lazım ev almak için şimdiyi övenler tuzu kuru olanlar

      Sil
    3. Sayın Hocam;
      Sanırım burada küçük bir yanlış anlaşılma var; baskıyı hissedenler denetleyenler değil, tam tersine denetlenen, yani bürokrasi dışındaki sıradan halk kesimidir (“layman”). Yani devlet bürokrasisi değil, daha çok fabrikadaki işçi, köylü veya küçük esnafın koşullarıdır, çileyi onlar çekmiştir.

      İkinci olarak, nostaljinin fanusu çoğunlukla askeri-sivil bürokrasinin merkezi ve periferisidir; orada devletteki üst düzey kadrolar, “bürokratik aristokrasi” denilen, Weberyen ideal tip bürokrat imajına uygun olarak hem statü hem yetki hem de “rahatlık” üçlüsünü maksimumda yaşarken, fabrikadaki işçi, köydeki çiftçi ve henüz yeni yeni kurumsallaşan özel sektörün beyaz yakalıları hiç de öyle konforlu değildi. Onlar çok daha fazla risk, belirsizlik ve “bürokratik vesayet”e maruz kalmış, yani aslında ‘siyasal ekonomi’de heterojen sınıfsal gerilimlerin tam ortasındaydılar. (Kaldı ki, bugün dahi “bürokratik elitler” ile “kamu hizmetlerinin gerçek muhatapları” -işçi, esnaf, köylü- arasında “sosyal sermaye” ve “güç mesafesi” açısından anlamlı makas devam etmektedir. Ama erozyon belirgindir). Ne bürokratlar gibi iş güvenceleri olmuştur, ne düzgün bir gelirleri.. Adam yerine konduklarını söylemek bile iddialı olur, vulgarize bir tespittir ama gerçektir.

      Son olarak, nostaljinin sentimentalizmine kapılmadan evvel, analitik bir perspektif geliştirmek, bürokratik yapılar, toplumsal sınıf ilişkileri ve devletin iktisadi fonksiyonlarını eleştirel süzgeçten geçirmek gerekir. Öyle ki, o “mütevazılık” diye tarif edilen şey, yukarıda bir “konfor kozası” yaratan bürokratik elitin dokunaklı hikayesine değil, alt tabakaların sürekli görünmeyen emek ve itaatine dayanmıştır.

      Rahmetli Çetin Altan'ın o çarpıcı metaforu geliyor akla hep; "hazineden geçinenler" ile "boğayı her gün boynuzlarından tutup yere çökertenler". "Enseyi karartmayın" diye basardı pancar motorunun sonuna doğru rahmetli hep...

      Sil
    4. O iş öyle değildi. Bugünle kıyasladığımızda o dönemde işçi inanılmayacak kadar yüksek haklara sahipti. Grev yapabiliyordu. Bugün biraz fazla protesto yapsa tutuklanıyor.
      O günler mükemmel değildi elbette ama bugünle kıyaslanınca bayağı iyi günlerdi diyebiliyoruz.
      Özel kesim şirketleri de o günlerde daha iyiydiler, işlerini bürokraside çözümlüyor öyle siyasetçilere muhatap olmak zorunda kalmıyorlardı. Öte yandan bürokratlar kesinlikle konfor içinde değildi. Maaşları düşüktü. Ama kimse yasa dışı işler yaptırmaya kalkmıyordu.
      Size bir örnek vereyim. Süleyman Demirel Başbakandı. Yeğeni Yahya Demirel hayali ihracat yapmış suç işlemiş, devlet gelirleri üzerinden haksız kazanç sağlamıştı. Maliye müfettişleri bunu tespit edip soruşturdular ve suçu belirleyerek savcılığa intikal ettirdiler, savcı hiç korkmadan iddianameyi yazdı ve mahkeme Yahya Demirel'in hapse mahkûm etti. Yahya Demirel hapis yattı. Süleyman Demirel başbakandı.

      Sil
    5. İşçinin bugün nerdeyse yok hükmündeki haklarına Ecevit tarafından hesapsızca verilen o günkü inanılmayacak kadar yüksek haklar sebep oldu. İşçinin batıda 200 yılda hakettiği kazanımların Ecevit tarafından sadece romanlardan okunup ne güzelmiş denilerek bilinci gelişmemiş işçiye verildiğinde nelerin olduğu apaçık görüldü. O zamanın gazetelerini arşivlerden okuyun görürsünüz, altı tane garsonu olan lokantada grev lokanta çalışamıyor, onbeş tane çalışanı olan otelde grev, müşteriler ellerinde bavulları oteli terk ediyor. Girişimciye işletmesinin anahtarını cahil sendikacılara teslim ettiren haklardı onlar. Sonuç olarak 12 Eylülden sonra o hakların üzerinden silindir gibi geçildi ve işçi sınıfı o kazanımların verilmeden önceki günlerini bile mumla arar oldu.

      Sil
  11. Ders alınacak çok güzel bir anı. "Kuyruklar vardı" diyenlerin bunu anlayabileceğini sanmıyorum hocam. Onlar suflörleri ne derse onu koşulsuz dile getirdikleri için bu yazıyı okurken anlama, sorgulama, tahlil etme gibi yetileri kullanamadıklarından ikna olmaları da mümkün değil.

    YanıtlaSil
  12. Hocam, yoksulluğun tanımını da çizer misiniz: eski dönemdeki yoksulluk ile bu dönemdeki yoksulluğun farkını. Hem ekonomik hem de sosyal açıdan "yoksulluğun etkileri" iki farklı derecede "yoksunluk" yaratıyor!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yoksulluk farklı bir şey ayrıcalıklı olmak farklı bir şey. Bazı insanlara ayrıcalıklar tanınması ortak yoksulluktan çok daha üzücü gelir insanlara.

      Sil
  13. Ecevit, Demirel, Erbakan gercek bir meslegi olan mesleklerinde taninan kisilerdi. Cetin Altan’in deyisiyle her gun bogayi boynuzlarindan tutup oturtmaya calisiyorlardi. Su anda yonetici olanlar oyle degil. Yurtdisina ciksalar veya kucuk bir kasabaya yerlesseler issizlik maasi disinda bir gelirleri olmayacak kisiler. Yillardir alistigimiz politikaci karakteri disina cikan gordugumuz tek isim yine gercek bir meslekte basarili olan ve ardindan politikaya giren bir eczaci oldu. Bizim sanssizligimiz al-sat esnafligini ile bogayi boynuzlarindan tutup oturtmaya calisanlarla bir tutmak oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediğiniz çok önemli. Siyaset bir görevdir. İnsanlar siyasette bir iki dönem bulunur sonra mesleğine geri döner. İşin aslı budur. Ama bizde maalesef siyaset meslek haline geldi.

      Sil
    2. Bülent Ecevit'in mesleği neydi? Robert kolejde öğrendiği lise İngilizcesinden başka ona para kazandıracak bir vasfı yoktu. Ulus gazetesinde tercüme işlerine bakıyordu. Kira ödemeyip eşinin ailesinin Bahçelievlerdeki evinin alt katında oturmasına rağmen bu işinden evini geçindirecek parayı kazanamıyordu. Babasının eski bir milletvekili olması ve aynı zamanda İnönü'nün damadı Metin Toker'in arkadaşı olması nedeniyle birden fazla üniversiteye yerleştirildi ama hepsini yarım bıraktı. Yine üniversite okuması için yurtdışına devlet bursuyla gönderildi onu da yarım bıraktı ve yurda döndü. Paraşüt olarak siyasete lise İngilizcesiyle İsmet İnönü'nün tercümanı olarak tepeden bırakıldı.

      Sil
    3. Ecevit, en azından iyi İngilizce bilir, şiir yazardı. Bu ikisinin önemli farklılıklar olduğunu çok sonra anladık biz.

      Sil
    4. Adsiz 15.01
      Robert kolejindeki İngilizce'ye lise İngilizcesi dedi. Dünyanın en kısa fıkrası :) senin okuduğun üniversitede o eğitimi alamazsın :) bence üniversiteyi bırak ortaokul terksindir.

      Sil
    5. Robert kolejinin diplomasi bugun turkiyedeki birçok üniversitenin diplomasindan daha değerlidir. Hoş , diploması olmayanlar diplomalilardan daha üstün görülüyor artık. Ne de olsa yeni türkiye.

      Sil
    6. "Ecevit, Demirel, Erbakan gercek bir meslegi olan mesleklerinde taninan kisilerdi."
      Ecevit'in dediğiniz gibi gerçek bir mesleği yoktu . Ne ona meslek sıfatı kazandıracak bir üniversite eğitimi nede alaylı yetiştiği ve onu meslek sahibi yapacak bir becerisi vardı. Bir gazete için birkaç yıl boyunca yaptığı yazılı amatör tercüme çalışmasıyla sınırlı basit bir işi vardı. Günümüzdeki bazı bireyler gibi mesleği siyaset olan birisiydi.

      Sil
  14. Samimiyet > Liyakat > Asalet> Sadakat > Siyaset > Menfaat

    YanıtlaSil
  15. Ama garip olan şey yağ tutun seker sigara çay kuyrukları bunlar yerli üretim bi de tekel ürünleri yani hepsi devletin fabrikayı çalıştırmayı beceremeyenler bilemedim yani ithal ürünler olsa haklisiniz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O dönemde Türkiye kenara itilip ambargolara maruz kalıp, ithalat yapılamaz hale gelince enflasyon da aldı başını gitti. Malları yerine ulaştıracak petrolü ithal edecek döviz bulunamıyordu. Yani üretim yapsanız da yerine ulaşmıyordu. Öte yandan ambargoyu bir yana bıraksanız bile petrol fiyatlarındaki büyük artışlar bütün dünyada kuyruklar yaratmıştı. ABD ilk kez o zaman benzin kuyruklarıyla tanıştı. Yani konu beceriyle çok ilgili değildi.

      Sil
  16. Helal olsun. Devlette alçak gönüllü insanların olması ne güzel birşeymiş. şimdi öyle mi

    YanıtlaSil
  17. Son birkaç yazınızda geçmiş anılarınıza atıfta bulunduğunuzu fark ettim(biri komisyona demokrat partili kişilerin atanması ve başkanın bu işe karşı çıkması, diğeri de bu yazınız yanlış hatırlamıyorsam). Yaşınızı almışsınız ama anılarınız tazeliğini koruyor, geçmişi karartmak yerine belli ki güzelleştirmeyi tercih ediyorsunuz. Teşekkürler, eskiler eskiden de güzelmiş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Günümüzün gençliği lüksü çok seviyor. Yaşlılara, deneyimlilere saygıları yok, çalışmak yerine boş muhabbetleri daha çok seviyorlar.
      (Sokrates 399 BC)

      Sil
  18. 1980 darbesi öncesi dönemin kötü yönetimlerini, kısır iktidar çatışmalarını, Güneş Motel'leri, siyasi ikbal adına tahrik edilen sağ-sol gerilimini , uygulanan fecaat ekonomik politikalarını eleştirmeden , her şey ambargo yüzündendi, petrol şoku vardı demek, bugünkü iktidarın bahanelerine benziyor. Sizin 70'ler, 80'ler, hatta 90'lar övgüleriniz o dönemi yaşayan bizler gibi "sıradan" halk için gülünç olmanın ötesine geçmiyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu söyledikleriniz bile bugüne göre iyiymiş.

      Sil
    2. Bugüne 70'lerden ,90'lardan daha kötü demek için Z kuşağı olmak lazım. Hem de okumayan, araştırmayanından.

      Sil
    3. 70'lerde hayat cok zordu, halk bugünkü gibi fakirdi, mutsuzdu, ama umut vardi, iyi kötü isleyen bir sistem vardi, simdi bunlarin hicbirisi yok...Evet bugün 70'lerden 90'lardan cok daha kötü...

      Sil
  19. Sayın Eğilmez, o dönemlerde dışişlerinde bi süre, sonra maliyede ve sonrasında üniversitede çalışmış bir kişiyim, söylediklerinize yüzde 90 katılıyorum, ancak bir hususu vurgulıycam, o da maalesef o yıllar üst bürokraside, üniversitede bir muhafazakar karşıtlığı, dindar hoşgörüsüzlüğü, ulusalcı dayatması da barizdi, zaten sonraki dönemlerin taşlarını da bu ezilmişlikler döşedi diye düşünüyorum. Ben az çok dinine saygılı bir insan olarak bunu yaşadım ve gözlemledim. O nedenle katı laikçi, ulusalcı faşit ve muhafazakar antipatisini her ortamda hoyratça sergileyenlerin bu günlere gelmekteki sorumluluğunu ve özeleştirisini de yapmaları gerektiğini düşünüyorum, bence taşları onlar döşedi, düzelme olacaksa da kimlik ve inançtan bağımsız sadece liyakat diyen bi anlayışı hakim kılmak gerekiyor,saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız. Aslında dindar ile dinci ayrımı yapılmaya çalışılsa bile çoğu kez kantarın topuzu dindarlara da uzanırdı.

      Sil
    2. Eee dindarlara hoşgörü geldi ne oldu,netice Fetö.

      Sil
    3. Laikçiler,ulusalcılar memleket fetö çukuruna düşmesin diye çırpınan insanlardı, liyakatsiz fetö çukurunda bugünlere gelmenin sorumluluğuna özeleştri yapması gerekenler dindarlar.

      Sil
    4. Çokaklısınız.

      Sil
  20. bist100 ün usd cinsinden değeri hala 1998-2000 yılarındaki değerde 25 yıldır nüfusun artmasıyla oluşan çarpık bir ticaret hacmi artışı var ve bu rakkamlada 20. ekonomik büyüklükde ülke oluyoruz çünkü altımızda bizim nüfus ve ekonomik hacmimize yakın ülke yok ama gelişmiş ülkelerin borsaları nı inceleyin 25 yılda usd olarak kaç misli artmış ve Türkiyede Atatürkden sonra gelişmiş ülkelerdede yaşasaydı saygı görerek gelişmiş ülkeyi yönetebilecek tek kişi Bülent Ecevit dir.

    YanıtlaSil
  21. Tebrikler Sayın Hocam çok güzel bir makale umarım herkes okur ve makaledeki yerini görür.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Makale mi? Yok kitap :)

      Sil
    2. Makale, herhangi bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazılara denir. Gazete ve dergilerde yayımlanır. Bir gerçeği açıklamak, bir konuda görüş ve düşünceler öne sürmek ya da bir tezi savunmak, desteklemek için yazılan yazılara da "makale" denir. Makaleler bir gerçeği kanıtlamak için yazılır.

      Sil
  22. Tekrar ABD ile ters düşüp benzer ekonomik sıkıntılar yaşasak, muhtemelen o kuyruklarda arz edilenler, belli bir zümreye teslim edilir,o kuyruklarda satın almak için sıra bekleyen insanlarımız da bugün alım gücünden sıraya bile giremezler. Ve kuyruklar oluşmaz üstelik kuyruklar oluşamadığı için propaganda malzemesi olarak bile kullanılabilir.Naçizane fikrim. Saygılar hocam.

    YanıtlaSil
  23. Hocam ben de aynı yıldan anımı yazayım. 1978 yılıydı , 23 yaşında göreve yeni başlayan bir Mühendis idim. Müdürümüzün beni ilk gördüğünde çok genç olduğumu bana hissettirmedi ama yetişmemiz için o gün geçerli her tür işi bize verdiğini ve her konuda yardımcı olduğunu desteklediğini bugün bile hatırlıyorum. Sevgili Müdürümüz Yusuf Bey'e Allahtan rahmet diliyorum. O günlerin çok değerli olduğuna inanıyorum. Bizler o şekilde tecrübe edindik. Bugün 70 yaşındayım.

    YanıtlaSil
  24. Bu vesile ile merhum Salahaddin Zorlu başkanı saygı ve sevgi ile hatırladım. İyi insan iyi yönetici idi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Zorlu çok iyi ve çok dürüst bir insandı.

      Sil
    2. Ben de kendisini Bonn Büyükelçiliği yıllarından yakınen tanırım.Teşrik-i mesaimiz olmuştur.Ruhu şad olsun.

      Sil
  25. Liyakat kalite alınan eğitimin yüksek standardı ve görevini bilerek yapmanın sonucu tebrikler şimdi ise hayasızca yalan söylemek en iyisini siz bilirsiniz efendim ve sonuçları

    YanıtlaSil
  26. Ben 35 yaşındayım 65 yaşında bi amca sen bilmesin diye o meşhur
    cümleye başladı...mazot kuyruğu!
    Arap israil savaşını opecin ambargosunu kıbrıs çıkartmasınıda anlatsana dedim ne savaşı dünki çocuga bak dedi araplar israille hiç savaşmadı ki...aynı yıllarda abd başkanı akaryakıt tasarufu icin otoyollarda hız sınırını 50 km ye düşürdğüne ne diyeceksin dedim saçmalama yaa bu cahillerle konuşmaya gerek yok işte diye çirkinleşti ve sabrım taştı! Şimdi her yerde mazot var değilmi dedim evet dedi...peki o sırada bekledgin ğünlerde mazot geldginde ne kadar alıyordun dedim depoyu doldurur birde yanımda bidon ğötürürdüm dedi!yani paran vardı dedim vardı birde ucuzdu mazot kaç kuruştuki dedi...peki kalk hadi petrole gidelim şu depoları fulleyelim sırada yok mazotta çok dedim ..sustu!neoldu dedim maşşımı çekmedim dedi çektiginde fulleyecenmi dedim yok dedi...peki ne anladık o ğün mazot yoktu bügün alacak paran yok yine mala ulaşım sıkıntısı yokmu dedim sustu 5 saniye sonra yine cahil cvp..para yokta bu kadar araba nerden geziyor....sayın hocam bu insanların ben o geçmişteki travaları siyasi ve dini idolojilerine alet ettigine ve malesef bunuda oy ugruna siyasetçilerin xihin altına aşılandgını düşünüyorum..ömrümüz yetermi bilmiyorum ama nasıl o eski ekonomik krizler 28 şubat yanlış uygulamaları vs buğün bu siyasi iktidara kırılmaz bi halk desteginin yolunu açtıysa inanın bugun yapılan bu yanlışlıklala ezilen gençlerin önümzdeki yııllar birdaha bu yaşanan tranvalardan ötürü..demokratik bir yönetin sürekli destekcisi olacagını düşünüyorum gencler arasında yapılan anketlerde bunun en büyük göstergesi ...yazık çok yazık şu giden paraların bu enerjinin yarısını eğitime bilime harcamış olsaydık..iktidarda ülkede çok farklı bi konumda ve bugun belki kişi başı 50 60 bin dolsr gelir konuşuyor olabilirdik.

    YanıtlaSil
  27. Hocam Fed'in bej kitabının rengi neden böyle garip bir renk.Ayrıca bej bile olsa neden beyaz kitap denip geçilmiyor?Bizim de kırmızı kitabımız vardı bi ara.Ama rengi aslında fuşya-krizantem arası bir renkti.Ama kimse bu detayla ilgilenmiyordu, kırmızı denip geçiliyordu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden "Bej Kitap"?
      Gerçekten Bej Renkteydi:
      1983 yılında, raporların kapağı ilk kez bej renkte bir kartonla yayımlandı. O zamana kadar bu raporun resmi bir adı yoktu; sadece "Summary of Commentary on Current Economic Conditions" (Mevcut Ekonomik Koşullara Dair Yorumların Özeti) olarak biliniyordu.

      Gayriresmîden Resmîye:
      O bej kapak o kadar dikkat çekti ki, insanlar birbirine “bej renkli olan rapor” demeye başladı. Zamanla bu, yaygın kullanım haline geldi ve Fed de bu adı benimsedi. Yani, bu aslında halk arasında takılan bir takma adın resmiyete kavuşmuş hali diyebiliriz.
      Peki Neden "Beyaz Kitap" Değil?
      Bu da mantıklı bir soru. İşte birkaç sebep:
      "Beyaz Kitap" (White Paper) terimi zaten hükümetler ve kurumlar tarafından bir politika belgesi ya da teklif sunumu anlamında kullanılıyor. Çok daha ciddi ve farklı bir çağrışımı var. Fed’in bu ekonomi izlenimlerini özetlediği belgeye tam uymuyor.

      Bej kelimesi, bu raporun sıradan belgelerden biraz daha farklı, yarı-resmî, gözleme dayalı, sade ama özgün bir karakteri olduğunu ima ediyor.
      Ayrıca “Bej Kitap” demek, teknik raporlar arasında onu ayırt edici bir kimliğe büründürüyor. Mesela:
      Mavi Kitap (Blue Book) – Daha önce kullanılan bir planlama belgesiydi.
      Yeşil Kitap (Green Book) – Ekonomik projeksiyonlar içerir (Fed içinde kullanılır).

      Özetle:
      Bej Kitap, aslında bej renkli karton kapakla yayımlanmış olması sayesinde bu isme kavuştu. "Beyaz Kitap" gibi daha nötr bir ad yerine bu isim, hem ayırt edici hem de tarihî bir anlam taşıyor.

      Sil
  28. Sadece " nereden nereyeeeeee" diyebiliyor ve saygılar sunuyorum..

    YanıtlaSil
  29. atmışlı yaşlarında birisi olarak sizi her fırsatta takip ederim. Nezaket kelimesinin tamamen anlamsızlastıgı bu donemde rahmetli Ecevit in zerafeti bana hemen rahmetli Erdal İnonu nun şemsiyesini korumasına tutturmak istemeyişiyle dalga gecilmesini , cumhurbaşkanı Necdet Sezer in kişisel harcamalarını tamamen kendi cebinden yapışını , ortulu odenek paralarını hazineye devredişini , ama buna ragmen 2001 krizinin sorumlusu olarak gösterilmek istenmesini hatırlattı. Bugun olanlara kör ve sagır olan halkımın o gun ki zerafeti ve devlet malını koruma iç gudusunu anlamamış olmasına uzulmemek mumkun degil

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet maalesef bunlar bizim egemen - kul ilişkisini henüz zihninden ve genlerinden atamamış toplumumuzda zayıflık olarak algılanıyor.

      Sil
    2. 2001 krizinin sorumlusunu Ahmet Necdet Sezer olarak göstermeye çalışan kişi Bülent Ecevit'di. Ecevit, Mesut Yılmaz'ın tüm uyarılarına ve telkinlerine karşın, kameraların karşısına çıkıp maalesef öfkeyle yaptığı açıklamayla belkide her şekilde yaşanacak olan ama çok daha hafif olarak atlatılabilecek bir krizin çok ağır şekilde yaşanmasına neden oldu. Yaptığı gerçek bir devlet adamı tarafından asla yapılmaması gereken tamamen sorumsuzca bir davranıştı. Hatta Mesut Yılmaz bir söyleşide Ecevit'in açıklamayı öfkeyle daha Cumhurbaşkanlığı kapısında yapmak istediğini ancak kendisinin Cumhurbaşkanlığı'nın Ecevit'in makamı olmaması dolayısıyla Ecevit'e açıklamayı orada yapmasının doğru olmadıını ve belirttiğini söylemiştir. Burdaki amacının aynı zamanda Başbakanlığa geçene kadar vakit kazanarak Ecevit'i sakinleştirmek olduğunu ancak Ecevit'in açıklamayı yapmadan öfkesinin geçmediğini söylemiştir.)
      Zaten krizin sorımluluğunu Cumhurbaşkanı'na yükleyemeyince ve halkın tepkisi Ecevit üzerinde katlanarak çoğalıp bir türlü dinmeyince, günler sonra çıktı ve tam olarak "Bu krizi ben çıkarmadım, hali hazırda bir kriz zaten vardı ben sadece tetikledim" dedi.

      Sil
    3. Benim anlattığım olay 1978 yılında yaşanmıştı.

      Sil
  30. Hocam Antik Mısır'ın ticaret ve ekonomideki yeri nedir? Rica etsek biraz da ekonomi tarihi ile bizi bilgiseline kavuşturur musunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Antik Mısır ile ilgili bir makalem veya kitabım yok ama aşağı yukarı aynı dönemlerde yaşamış olan Hititlerdeki durum ile ilgili bir kitabım var: Hitit Ekonomisi (Ege Yayınları)

      Sil
    2. Yazınızı buldum. sağolun hocam. Okuma listeme ekledim. Başka okumak isteyen olursa diye linki:

      https://www.mahfiegilmez.com/p/hititler.html

      Sil
  31. Murat DAĞLIOĞLU17 Temmuz 2025 22:24

    Hocam, yazınız o kadar güzel ki hiç bitmesin istedim. Elinize sağlık! 👏

    YanıtlaSil
  32. 1980 öncesi Türkiye'sindeki elektriksiz susuz bırakılmış köyler, olmayan yollar, sol partiler alt yapıyı çok ihmal etmiş ,böyle olunca 1980den sonra sol partilere çok az yetki verdi halk. Evet enflasyon oldu ekonomik krizler oldu ama ülke , altyapı yönünden 2040 yılını yaşıyor bugün, hak hukuk,adalete bakmıyor halk.
    Çok üzücü ama durum bu .
    Maslowun 1. Basamağında çoğunluk...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, ancak çocuğu üniversitede gösteri sırasında tutuklanınca hukuk diye bir şey olduğunu hatırlıyor ve her şeyin birinci basamakla ilgili olmadığını anlıyor.

      Sil
  33. Yazınız için teşekkür ederim. Tekrar o günlerin ahlak, sorumluluk, dürüstlük ve karşılıklı saygı standartlarına dönebilecek miyiz acaba ?

    YanıtlaSil
  34. Sayin hocam, evet o günleri yasamis biri olarak, terör, pahalilik gibi nedenlerle hem fakirdik hemde mutlu degildik, ama bir gün bu durumun düzelecegine dair umudumuz cok büyüktü, bizi yasatan bu umuttu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi umut da yok diyorsunuz.

      Sil
    2. Olur mu hocam silahlar yakıldi terör bitti,tüikle enflasyonda gitti umudun zaferi geldi.

      Sil
    3. 2023'de aya sert iniş yapacaktık.

      Sil
  35. Değerli hocamızın da belirttiği gibi, iş ahlakta başlıyor, edep ve nezaketle devam ediyor. Merhum Bülent Ecevit in katkıları tartışılabilir ama devlet adamlığı örnektir.

    YanıtlaSil
  36. Ben çocukken bir maden kasabasında yaşıyorduk. İlkokulda sınıfımız yaklaşık 40 kişilikti. Sınıfımızın yarısı eğitilebilir kıvamda insanlardan oluşuyordu. Yani okuma yazma, okuduğunu anlayabilme potansiyelleri vardı. Ancak sınıf mevcudunun yüzde onu, bir veya birden fazla konuda çok yetenekliydiler. Genellikle bütün sosyal ve fiziksel işlerin başında bu çocuklar vardı. Oyunları kuran, sınıf başkanlığı yapan, korolarda ve bandolarda başı çeken, takımların kaptanları, yarışmalarda ve çalışma gruplarında liderlik bu çocuklar tarafından yapılıyordu. Sınıflarda bulunan dersten çok zorbalık yapan bir yüzde onluk kesimde pis işlerin başını çekiyordu. Bunlar çoğunlukla etrafımızda kaçak maden ocağı işlerini organize eden ailelerin çocukları idi. Şiddetin ve küfrün dozunun yüksek olduğu her işin başında da bu çocuklar vardı. Şimdi büyüdüğüm yerdeki tüm yöneticilik işlerini, belediye başkanlığından muhtarlığa, millet vekilliğinden komiserliğe her kilit noktada bu pislikler konuşlanmış durumda. Kesinlikle laftan, okuduklarından, güzel sözden anlamayan bu adamlar sadece yukarıdan gelen emirlerle yönetilebilir o da işlerine gelirse. Aklı başında diyebileceğim yüzde 10 luk kesimin büyük bir çoğunluğu dünyanın çeşitli ülkelerine kelimenin tam anlamıyla sığındıkları için ortada yoklar. Aklı başında olan insan bu memlekette nefes bile almaz diyorlar. Bir kısım kişi de her şeyi hepten saldı ve Neyzen Tevfik gibi takılıyor. Şimdi bu deliler her ne koşulda olursa olsun geri adım atmazlar, yurtdışında yaşamlarını şekillendiren insanlar da çok daha iyi koşullar sağlanmadan geri dönmezler. Geriye akli melekeleri sınırlı grup ile üçkağıtçı grup kaldı. Al birini vur ötekine.

    YanıtlaSil
  37. Mahfi bey hepimiz geçmişe özlem duyuyoruz. 1. Ve 2. Dünya savaşı sıkıntılı bir dönem. Bana gore 1955-1980 arası kıbrıs harekatı olmasa bile sıkıntılı dönem. Kimin kime gücü yeterse o onu devirmiş. Her dönem olduğu gibi iyiler varmıdır. Dünyayı global okursak demokrasi gitgide azalıyor ve herkes gücü nispetinde değer kaybediyor

    YanıtlaSil
  38. Adsız17 Temmuz 2025 13:31; Çetin Altan deyince kulağım hep "Çeyrek Altın" diye algılar. şiirsel bulurum bu ismi. Kendisi ve oğulları 2. cumhuriyetçi tayfadan olduğu için de açıkçası pek saygım yoktur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı

II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası