Eski Türkiye'den Bir Hoşgörü Anısı

1989 yılının Ekim ayıydı. ABD’deki görevimden (Washington Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Müşaviri) döneli iki gün olmuştu. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Kamu Finansmanı Genel Müdürü olarak atanmıştım. Daha doğrusu ABD’deki üç yıllık görev süremi tamamlama fırsatı bulamadan Ankara’ya çağırılıp genel müdürlüğe getirilmiştim. Turgut Özal Başbakandı. Özal, genel müdürlüğe atanma kararnamemi imzaladıktan sonra özel kalem müdürü beni arayıp makama çağırmıştı. Başbakanın yanında kardeşi ekonomiden sorumlu devlet bakanı Yusuf Özal da vardı. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Yusuf Bey’e bağlıydı, dolayısıyla benim de bakanımdı. Odaya girdiğimde iki kardeş karşılıklı olarak koltuklarda oturmuşlardı. Ben girince ayağa kalktılar, elimi sıktılar ve kutladılar.

Yusuf Bey: “Efendim” dedi, “Mahfi, Hazinede genel müdür yardımcısıyken ben biliyorsunuz Devlet Planlama Müsteşarıydım ve bizimkilerle Hazineciler hep birlikte çalışırlardı. Mahfi’yi oradan tanırım, sabaha kadar çalıştıklarına defalarca tanık oldum, çok iyi yetişmiş bir teknisyendir, inşallah bu görevinde de çok muvaffak olacak” diye cümlesini tamamladı. Turgut Bey: “Ben de senin hakkında çok iyi şeyler duydum. Planlamacılar ve Merkez Bankacılar senin hakkında hep çok iyi şeyler söylediler, kamu finansmanını ve kamu iktisadi teşebbüslerini iyi bildiğinden söz ettiler. Yusuf Bey de seninle çalışmaktan memnuniyet duyacağını söyledi.”

“Sağ olun efendim, teveccühünüz” dedim. Özal devam etti:

“Seni üç yıllık süren bitmeden getirttik, umarım sıkıntı çıkmamıştır.”

Aslında sıkıntı çıkmıştı tabii. O zamanın memur maaşları ancak geçinebilmeye yeterliydi. Oysa ABD’de daha yüksek maaşım vardı, biraz birikim yapsam çok iyi olacaktı. Kızım daha küçüktü, anaokuluna gidiyordu, o açıdan sorun olmamıştı.   

“Estağfurullah efendim” dedim, “devletin ihtiyacı varsa bizim sıkıntımızın önemi olmaz.”

İkisi birbirlerine bakıp gülümsediler. Sonra Turgut Bey bana döndü:

“Bak Mahfi” dedi, “Hazine ile Merkez Bankası arasında her zaman sorunlar olur, bu iki kurum birbiriyle pek geçinemez, Hazine amirlik taslar, Merkez Bankası buna alınır, kavga çıkar. Alt kademedeki memurlar da bu iki kurumun kavga etmesini pek sever, yazılara ağır ifadeler yazarlar sen de tam okumadan aceleyle imzalarsın yazı karşı tarafa gider, oradan da ağır bir cevap gelir haydi bakalım kavga çıkar. Onun için senden ricam Merkez Bankası ve Planlama ile ilişkileri sevgi, saygı çerçevesi içinde yürütmenizdir. Bu konuda sana güveniyorum.”

Bu dediğini çok iyi anladım. Bu, kamu kurumları arasında oldukça yaygın bir şeydi. Kim kime arz edecek, kim kime rica edecek bunlar çok önem verilen şeylerdi. Bazen bu hitap şekilleri nedeniyle kavgalar çıkardı. Yıllar önce Ecevit ile tanık olduğum durum geldi gözümün önüne. Ecevit Başbakanken bile bakanlıklara yazdığı yazıları arz ederim diye bitiriyor, bu saçma makam düzeyi tartışmasını en tepede çözmeye çalışıyordu.

“Merak etmeyin efendim, elimden geleni yaparım” dedim ve veda edip ayrıldım.

Aradan 20 – 25 gün geçti. Özal Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş ama henüz mazbatasını alıp göreve başlamamıştı. Elimizde acele imzalanması gereken bir kararname vardı. Özal’a Başbakan olarak imza açılmıştı. Eğer bu aşamada imzalanmazsa yeni başbakan atanması beklenecek, işler uzayacaktı. Başbakanlık Özel Kalem Müdürünü aradım ve durumu anlattım, bana bugün başbakanlık konutunda olacaklarını, oraya gelmem gerektiğini söyledi. Tereddüt ettim, başbakan evinde dinlenirken oraya gitmek doğru gelmiyordu bana ama yapacak bir şey de yoktu. Çaresiz gittim. Özel kalem müdürü beni salona aldı, içeriye gidip Özal’a haber verdi, sonra gelip “koridorun sonundaki odada sizi bekliyor” dedi. Koridoru yürürken dikkatimi çekti; karşılıklı duvarlarda çeşitli tarihlerdeki Gırgır ve Fırt Dergilerinin kapakları çerçevelenmiş olarak asılıydı. Gırgır ve Fırt Dergileri o zamanlar en önde gelen mizah dergileriydi ve kapaklarında çoğunlukla parti liderleriyle ama en çok da başbakanla dalga geçen karikatürler olurdu. Yürürken şöyle hızlıca baktım, hepsi Özal’la ve aile bireyleriyle dalga geçen, bazıları oldukça sert karikatürlerdi. İçeri girdim. Özal masasında oturmuş çalışıyordu. Beni görünce “gel gel otur şöyle” dedi. Cumhurbaşkanı seçilmesinden dolayı kutladım. Bana kamu finansmanının nasıl gittiğini sordu, bir süre bütçe açığı, enflasyon ilişkisi üzerine konuştuk. Sonra ben kararnameyi uzattım ve “efendim size başbakan olarak imza açılmış son kararname bu, biraz da acil, imzalarsanız işleme koyacağız” dedim. Şöyle bir göz attı “biliyorum bu konuyu” dedi ve imzaladı. Ben izin istedim, kalktım, o da kalktı elimi sıktı. “Koridordan geçerken Gırgır ve Fırt Dergisi kapaklarını gördüm, oraya astırmanız hem tuhafıma hem de hoşuma gitti” dedim. Güldü, “gel gel bak sana bir tanesini göstereceğim o çok komik” dedi, önüme düştü karikatürlerden birinin önünde durdu bir yandan kahkaha atarak bir yandan da bana “şuna bir bak” dedi. Baktım, Özal ailesiyle dalga geçen oldukça sert bir karikatürdü. Benim için böyle bir karikatür yapılmış olsaydı hoşuma gider miydi bilemedim ve Özal’ın bu karikatüre gülmesine çok şaşırdım.

Müsteşarlığa dönerken yol boyunca elimdeki kararnameyi falan unutup kendisiyle dalga geçen bu dergilere gösterdiği hoşgörü üzerine uzun uzun düşündüm.

Özal’ın çok sayıda beğenmediğim, eleştirdiğim düşünceleri, kararları ve uygulamaları vardı. Bunların bir bölümüne ilişkin eleştirilerimi görevde olduğum sırada da dile getirdim, hatta bunları kamuoyuna da açıkladım, basında yer aldı. Uygulamada beğenmediğim, eleştirdiğim yönler olmasına karşın niçin daha o aşamada istifa edip ayrılmadığım sorusunun yanıtı o duvarlara asılı karikatürlere gösterdiği hoşgörüdeydi aslında. Özal, başbakanken de cumhurbaşkanıyken de eleştirilerimize hoşgörüyle yaklaşır, kendi dediğini yapmadan önce bizi ikna etmeye uğraşır, bazen bizim dediğimize hak verir, yapmayı kararlaştırdığı şeyden vazgeçerdi. Ben Demirel zamanında yöneticilik yapmadım ama benzer yaklaşım Demirel için de anlatılırdı.

İnsanlar hata yaparlar, yanlış da yapabilirler ama eleştiriye açık olmak başka bir düzeydir, karşınızdaki size hoşgörüyle yaklaşıyorsa onun düşüncesine katılmasanız bile siz de ona daha anlayışla bakarsınız. 

Yorumlar

  1. Mahfi hocam, Özal kendisi hakkindaki karikatürlere hosgörü ile yaklasiyordu ama isciye hicde öyle hosgörülü degildi... Belki biliyorsunuzdur, Afsin Termik Santralini Foster-Wheeler adli Amerikan firmasi insa etti. Bu firma daha sonra Afsin Termik'te calisan Türk iscilerini Aruba adasindaki rafineri insaatina götürdü. Bu firma Aruba adasina götürdügü Türk iscilerine maas ödemedi, isciler grev yapti, Özal'dan yardim istediler ( Özal o sira basbakandi) Özal iscilerin hakkini koruyacagi yerde firmanin tarafini tuttu, iscilere baski yapti, isciler ac kalip yurda dönmek icin Katolik misyon'dan yardim alma zorunda kaldilar...Iste böyle günlerde gördük...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu da eleştirdiğimiz yanlarından birisiydi.

      Sil
  2. Rahmetli Bedri Koraman o Özal karikatürlerini çizerdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nur içinde yatsın,Bedri Koraman'ın kendisi değil ekibindeki çıraklar karikatürleri çiziyordu. Bedri Koraman ana fikri ve hikayeyi veriyordu, sonra içlerinden seçerek dergide kendi adı altında yayınlıyordu.Zamanında Gırgır dergisinde kısa bir çalışma dönemi geçirdim .

      Sil
  3. Sayın hocam hem Demireli hem Özali tanımam kişiliklerini de bilmem.

    Ama eski siyasi tarihi okuyan biri olarak şunu gördüm. Hem Demirel hem Özal Amerikanın Türkiyedeki temsilcisi.

    Bülent Ecevit in bağımsızlığı sandığımızdan daha büyükmüş.

    Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adsız22 Temmuz 2025 12:53 Size katılıyorum.Bağımsızlık seçim sandığından daha büyüktür.

      Sil
    2. Atatürk'ten sonra Türkiye'nin hiçbir dönemi ABD'den bağımsız olmadı. Ecevit'in iktidarda olduğu kısa dönemde bazı çıkışları olsa da bunu tam olarak bağımsız politika izlemek diye tanımlamak pek mümkün değil.

      Sil
  4. Her kurumda eleştiri ve muhalefet birimi olmalı. Özel veya resmi kurum fark etmez.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eleştiri kamuoyundan, basından, üniversiteden, sivil toplum kuruluşlarından hatta eğer liyakat sahibi insanlardan oluşuyorsa bürokratlardan gelir. Eğer onlar eleştiri yaptığından cezalandırılıyor ve o nedenle sessiz kalıyorlarsa o toplum demokrasiden uzak demektir.

      Sil
  5. Çok güzel anılar. Paylaşımınız için teşekkür ederiz hocam.
    Ancak o dönem değerlendirilirken bir husus gözden kaçırılıyor. Dönemin iktidarları tam güç sahibi değillerdi. Ordunun gölgesi ve korkusu altında görev yapıyorlardı. Muhalefet de, medya da , STK'lar da , halk da bunun farkındaydı. O yüzden siyasilere eleştiriden, hakaretten çekinilmiyordu. Demirel ve Özal gibi figürlerin bu "engin" hoşgörülerinin altında hep bu gerçeklik yatıyor. Karakter itibariyle ya böyle oldukları için iktidar olmalarına müsaade ediliyor ya da durumun farkında olarak kendileri böyle yumuşak bir karaktere evriliyorlardı.

    YanıtlaSil
  6. Keyifle takip edip bir blog. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Üstad gene döktürmüş.

    YanıtlaSil
  8. Özal çok saygın bir devlet adamıydı. Babam, DPT günlerinde kendisiyle teşrik-i mesaide bulunmuştu. Anlattığına göre Türkiye'nin petrolü olmadığı için stratejik bağımsızlığa sahip olamayacağını ve müttefiklerine sırtını çevirip kendi bildiğini okuyamayacağını, bu yüzden ABD ve Batı ile çok daha derin bir ilişki ağı kurulması gerektiğini savunurmuş.ABD'ni şemsiyesi altında Türkiye'nin hem ekonomik ,hem de demokratik atılım hamlesi gerçekleştireceğine inanırmış. İktidarında da bu politikaları harfiyen uyguladı. Baba Bush'la çok yakın ilişkileri vardı.Saddam'ın devrilmesinde ,Kuzey Irak'ın ve tüm Irak ülkesinin özgürleştirilmesinde çok önemli bir rol oynadı.Allah rahmet eylesin.

    YanıtlaSil
  9. Murat Bozdoğan22 Temmuz 2025 15:46

    İnsanlara hakaret eden, küçük düşüren mizaha ben mizah demem. Herkesin kendi görüşüdür ama karikatür ayağına, sanat ayağına insanlara hakaret edip sonra da buna saygı beklenmesi benim tuhafıma gidiyor. Eleştirel mizaha sonuna kadar evet ancak yapılan sanat değil. Diğer taraftan rahmetli Özal'ın Devlet işleri ile ilgili ben ne dersem o yaklaşımında olmaması, isteklerini yerine getirmeyenlere sende metal yorgunluğu var deyip iplerini çekmemesi umarım bugünkü idarecilere de örnek olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Murat Bozdoğan yanlış düşünüyorsun. Özgür bir ülkede her şeyin mizahı yapılabilmelidir.

      Sil
    2. Murat Bozdoğan22 Temmuz 2025 16:55

      Adsız22 Temmuz 2025 16:07 Haklısınız .Ama %100 özgür bir ülkede yaşamıyoruz. Bu ülkenin koşullarına göre hareket edilmesi gerekir.

      Sil
    3. Hocam bir süredir yazılarınızda Eski Türkiye'yi övüyorsunuz? Biraz da o dönemin krizlerinden, açlık ve işsizliğinden, terör ve güvenlik sorunlarından, sağlık sisteminden bahsetseniz daha gerçekçi bir tablo olmaz mı?

      Sil
    4. Sevgili Murat Bozdoğan "bu ülkenin koşullarına göre hareket edilmesi gerekir" dediğiniz anda maalesef demokrasi biter. Hareket edilmesi gereken kalıp evrensel anlayıştır.

      Sil
    5. Eski Türkiye'yi zamanında o kadar eleştirdik ki şimdi dönüp bugünle kıyasladığımda haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Bu yazıları yazma nedenim de o zaten. Biz o zamanları beğenmezdik şimdi bakıyorum da meğer onlar iyi zamanlarmış.

      Sil
    6. Murat Bozdoğan22 Temmuz 2025 17:25

      Mahfi Eğilmez22 Temmuz 2025 17:18 Hocam, ben kimse bir karikatür yüzünden tutuklanmasın istiyorum.O yüzden, böyle bir risk varsa, bunu bertaraf etmek için bu işlere hiç bulaşmamak daha doğru değil midir?

      Sil
    7. MB işin gücün polemik.

      Sil
  10. Sayin Mahfi Bey,
    Cok onem verdigim bir konuya deginmissiniz. Elestiriye acik olmak ve farkli goruslere saygi duymak. Ben bunu egitim sistemimize bagliyorum; maalesef test kulturunde buyuyunce herkez aklinda kendi sectigi “secenegi” dogru olarak goruyor. Halbuki yurt disinda lise egitim sistemi bir konu hakkinda arguman olusturma, arti/eksi gordugun noktalar uzerine yazi yazma uzerine insa edilmis. Boyle olunca o yastan cocugun karsisindaki kisiyi dinleme ve gorusune saygi duyma kulturu gelisiyor. Bir de liselerdeki munazara klupleri (debate clubs) cok onemli bu kulturu yerlestirebilmek icin.
    Bunlar olmayinca ulkemizdeki aksam “tartisma” programlarindaki manzaralarla karsilasiyoruz maalesef.
    Saygilar,

    YanıtlaSil
  11. Hocam ben de cumhurbaşkanıyla bir anımı paylaşmıştım.Neden sansür uyguladınız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizin yazdığınız bir anı değildi. Adınızı, o dönemde hangi görevde olduğunuzu ve cumhurbaşkanıyla ilgili anınızın hangi olay veya olaylarla ilgi olduğunu yazarsanız o zaman anı olur ve ben de memnuniyetle yayınlarım.

      Sil
    2. O zaman kalsın. Siz beni afişe etmek istiyorsunuz sanırım.

      Sil
    3. Hiç ilgisi yok, hayatımda kimseyi afişe etmeye uğraşmadım. Ama filanca da eleştiriye açıktı, bizleri dinlerdi diye anonim bir gönderi yaparsanız o anı olmaz. Ben nasıl bir anıya adımı koyuyor zamanı ve olayı veriyorsam aynı şeyi sizden de beklerim. Öte yandan ben bir anımı paylaşırken korkmuyorsam sizin de korkmanız için bir neden göremiyorum.

      Sil
  12. https://www.atillakopruluoglu.com.tr/wp-content/uploads/2023/05/FB_IMG_1685432883824.jpg

    YanıtlaSil
  13. Mahir bey selamlar ..
    Zaman zaman anılarınızda yer vermiş olduğunuz naif hatıralar acaba o dönemin insanlarının naifliğinin ve toplumsal edep seviyesinin bir yansıması mıydı.. Çünkü insanlar her zaman yöneticilerin,amirlerinin insani ve güzel taraflarını görmek isterler.Şimdiki insanlar acaba bu tür lâtif halleri görseler kıymetini takdir edebilecek durumdalar mı.. Yoksa bu sertleşmiş asırda bu türde davranışlar zayıflık mi addedilir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu dediklerinizin hepsi mümkündür. Çünkü zaman değişiyor, insanlar değişiyor, algılar değişiyor. Ama birileri hoşgörüyü zaaf olarak görecek diye hoşgörüden vazgeçtiğimizde uzlaşma yolları da kapanmış oluyor. Bu işin dengesi de böyle sanırım. Sevgiler.

      Sil
  14. Fakir ama mutlu, Eski Türkiye'de kuyruklar derken bu aralar "eski Türkiye" ye fazlaca değinir oldunuz, nedendir?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı

II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası