Mehmet Mahfi Bey

Dedem (babamın babası) Mehmet Mahfi Bey (1875 – 1971) orman mühendisiydi. Orman müfettişi olarak görev yapmış, Orman Mektebi’nin (şimdiki İstanbul Orman Fakültesi) müdürlüğü (şimdiki dekanlık) görevini yürütmüş, orada ders verip hocalık yapmıştı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde memuriyete başlamış, Cumhuriyet döneminde devam etmişti. Sevgili Ali Ekber Yıldırım) bana dedemle yapılmış bir söyleşinin yer aldığı yayının fotoğraflarını yollamıştı. Yüksek Ziraat Mühendisi Hadiye Tunçer tarafından yapılan söyleşi 1958 yılında yapılmış. 

Bu söyleşiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Eski Ormancılarımızdan Mahfi Eğilmez Konuşuyor:

Hadiye Tunçer: Kıymetli meslektaşın evini bulmak bir hayli güç oldu. Eski arkadaşlarının birçoğundan soruşturduktan sonra Mahfi Bey’in Cağaloğlu’ndaki evini bulabildim. Kalbim çarparak kapıyı çaldım. Öyle ya! Bir de evde bulamamak ve bu sıcak günde boş elle geriye dönmek vardı. Nitekim de öyle oldu Karısı olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir hanım, ‘Mahfi Bey dışarı çıktı, ne zaman döneceği belli değil’ deyince ne yapacağımı şaşırmış, bir nefeslik soluk dahi alamadan geriye dönüyordum ki kapıda bir anahtar döndü. Koca bir meyve ve sebze çantası elinde muhterem yüzlü, dinç bir bey içeri girdi. Hanımı “O, talihiniz varmış. Bugün erken geldi işte” dedi. Beraber üst kattaki dairelerine çıkmaya başladık. Ona kendimi tanıttım. Eskiden kalma ve henüz kâr düşünülmeden yapılmış geniş odaları olan bir daireye girdik. Fakat ne yazık ki Mahfi Beye ev sahibi, çıkması için protesto çekmiş. “Yazık” diyor, “bir daha böyle bir ev bulamayacağım diye üzülüyorum. Senelerden beri öyle alışmıştık ki, şimdi bir derdimiz de bu sıcaklarda ev aramak.

O derdin ne olduğunu biz de biliriz; ev sahiplerinin himmetine kalmış zavallı memurlarız.

(Dedem, 40 yıldan uzun süre memuriyet yapmış, müfettişlik, müdürlük, dekanlık gibi üst düzey görevlerde bulunup emekli olmuş. Bu söyleşi sırasında kirada oturuyorlarmış. Sonradan Fındıkzade’de banka kredisiyle bir daire alabilmişlerdi.) 

H.T: Ormancı olmak için siz evvela Halkalı dergâhından geçtiniz değil mi? (1892 yılında kurulan ve uzun yıllar Türkiye’de tek ziraat fakültesi görevi görmüş olan Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi.)

Mahfi Bey: Hem de nasıl! Ormancı ve veteriner de olmak için mutlaka Halkalı’da okumamız icabederdi. Ben Rüştiye’yi (bugünün lisesi) bitirdiğim zaman, ailem Bakırköy’ünde oturuyordu. O zamanki mektep müdürü Mazhar Bey de bize komşu idi. Ben ve kardeşim, ikimiz de Mazhar Bey’i tanıdığımız için ziraatçi olmak istedik. Mazhar Bey, bizi kimyadan imtihan etti ve Bursa Ziraat Mektebine yollamaya karar verdi.

Ailemden hiçbirisi ziraatçi olmadığı için bizim de bu mesleği seçmemizi istemiyor, bu isteğimize itiraz ediyorlardı. Fakat biz o kadar ısrar ettik ki nihayet 1309’da (1892) Bursa’ya yollamak mecburiyetinde kaldılar. Tarlada çalışmak kardeşimi çok yoruyordu. Bundan hiç hoşlanmamıştı. İki sene zor dayanabildi ve iki sene sonra Mektebi terk etti. Ben Bursa’dan iyi bir diploma alarak Halkalı Yüksek Kısmına geçtim.

Halkalı’yı da bitirdikten sonra Nezarette (Tarım Bakanlığı) 100 kuruş maaşla muhasebe kalemine devam ettim. Bu arada açılan Ziraat Muallimliği (tarım öğretmenliği) imtihanını da kazanarak Uşak Ziraat Muallimi oldum. Fakat aldığım para çok azdı. Bu yüzden 750 kuruş fazla bir maaşla Orman’a geçtim. O zaman her ay muntazam para alamazdık. Hükümet halktan 5’er para toplayarak maaşımızı veriyordu. Fakat bu öyle zor bir işti ki bazı aylar maaşlarımız duyuna kalır ve aydan aya devrederdi.

Hükümetten maaş almak şartıyla 500 kuruş aylıkla Hüdavendigâr Vilayetine (bugünkü Bursa) Orman Müfettişi oldum. Müteakiben Fethiye, Afyonkarahisar ve Adana Vilayeti Orman Ser Müfettişliğine (Baş Müfettişliğine) getirildim. Merkezde de bir ara ücretli Müfettiş olarak tahkikat işlerinde uğraştım. Bilahare Çanakkale, Muğla Orman Müdürlükleri ve merkezi Antalya olmak üzere Orman Umum Müfettişliği ve Ziraat Vekâleti Baş Müfettişliğine getirildim. 1942’de yaş haddini doldurduğumdan tekaüde (emekliye) sevk edildim.

H.T: Mesleğinizden memnun mu idiniz? Eskiden okumuş ormancıları halk ve köylüler nasıl karşılardı?

Mahfi Bey: Mesleğimden çok memnundum. Daima severek çalıştım. O zamanlar dağ, kır, bayır hep at sırtında dolaşırdık. Bugünkü gibi muntazam yollar ve mükemmel pikap ve cipler yoktu. Buna rağmen orman bölgelerinde at sırtında dolaşmak bir zevkti. Bir şevk ve içimizdeki aşkla çalıştığımız için köylüler ve halk da bize dört elle sarılır, bizi çok severlerdi. Öğütlerimizi tutarlardı. Hala da eski köylü dostlarım beni sık sık arar, fırsat buldukça da evlerine götürmek isterler.

H.T: Yine böyle sık sık orman yangınları vaki olur muydu ve böyle bir yangın karşısında ne yapardınız?

Mahfi Bey: O zaman yangınlar bu kadar fazla değildi, olduğu zaman da çiftçiler, köylüler, iki elleri kanda olsalar bile hemen koşar, vazifeliler gelmeden yangını söndürmeye uğraşırlardı. Çünkü köylünün de ormandan intifa hakkı vardı ve o yüzden geçinirdi. Ormanı kendi malları gibi muhafaza ederlerdi. Bu hak kaldırılınca da işte bugünkü vaziyetler meydana çıktı. Yangınsız orman olamaz. Ormanda yangın olur, ama şimdi vazifeliler yetişinceye kadar saha genişliyor ve yangın hemen bastırılıp söndürülemiyor. Çünkü yakın köyler aldırış etmiyorlar. Koşmak şöyle dursun ona doğru aheste revan yürümüyorlar bile.

H.T: Meslek hayatınızda sizi üzen vakalar oldu mu?

Mahfi Bey: Çanakkale Orman Müdürü iken İngilizlerin işgali zamanı (İngilizlerin İstanbul’u işgali döneminde, 1920 yılı) beni çete teşkilatında çalışıyorum diye İngilizler hapsetmişlerdi. Bu, benim çalışma hayatımda cidden üzücü, mühim bir hadisedir. Gerçi sonradan iş anlaşıldı, beni serbest bıraktılar, İstanbul’a gelip yeniden memuriyete tayin edildim ama o arada geçirdiğim sıkıntı ve üzüntü bana yetti. (Dedem Anadolu’ya silah kaçıranlara yardım edermiş ve İngilizler bir ihbar üzerine tutuklayıp hapsetmişler. Hapisteyken çetenin üyelerinin isimlerini vermesi için baskı yapmışlar, dedem, bütün baskılara karşın hiçbirinin ismini vermemiş. Sonunda İstanbul’da görevli meslektaşları, dedemin çeteyle bir ilgisi olmadığı konusunda İngilizleri ikna etmiş ve dedemin serbest bırakılmasını sağlamışlar. Soyadı kanunu çıkınca babam ve halalarım dedemin baskılara karşın arkadaşlarının isimlerini vermemiş olması nedeniyle aileye Eğilmez soyadını almayı uygun görmüşler.)

H.T: Genç meslektaşları nasıl buluyorsunuz?

Mahfi Bey: Bize nazaran yetişme sahaları daha geniş ve tahmin ediyorum ki iyi çalışıyorlar. Bizim zamanımızda da çok kıymetli meslektaşlar vardı. Mesela hocamız Ali Rıza Efendi ki (Fenni Hayatı Nebat, Tasviri Escet) kitapları sahibidir. Kırk yaşından sonra kendi kendine Fransızca öğrenmiş ve çok kıymetli nadide meslek kitaplarını Fransızcadan tercüme etmiştir. Ali Rıza Efendi, eski ormancıların hepsinin hocasıdır. Ben de onun bütün el kitaplarını Orman Mekteb-i Alî Müdürü iken tabettirdim. Çocuklar bunlardan çok istifade ettiler. Bir de her ay Orman Mecmuası çıkartırdık. Ben mektepten ayrılınca maalesef devam etmemiş.

H.T: Çocuklarınız da mesleğinizi seçtiler mi?

Mahfi Bey: Hayır. Ben onlara meslek hususunda ısrar etmedim. Onlar da bu mesleği seçmediler (dedem benim ormancı olmamı isterdi. Böylece üçüncü kuşaktan bir ormancı Mahfi Eğilmez daha çıkacaktı. O zaman Orman Fakültesi yalnızca İstanbul’daydı. Bizim aile ise Ankara’daydı. Orman Fakültesi’ne girsem dedemlerde kalıp okuyacaktım. Ankara’da ailemle kalıp Mülkiye’ye girmek bana daha çekici geldi. Ve öyle yaptım.)

Tam bu sırada içerideki odadan Bayan Eğilmez seslendi:

Babaannem: İsteseler de ben yapmazdım. Mahfi Bey’den az çekmedik. Bir ormana çıkardı. Döndüğü zaman toz, toprak, is içinde döner, onu temizlemek için günlerce uğraşırdık. Çocuklarını da o yangınlara sokmak istemedim doğrusu.

Mahfi Bey: Dört kız, bir erkek evladım var. Hepsi de Hukuk’ta okumayı tercih ettiler. Şimdi dördü de gayet iyi birer avukattır (En büyük halam Nebahat Sarıyal, Türkiye’nin ilk kadın Cumhuriyet Savcısıydı. Babam İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla Paris’e doktora için gitmiş, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmiş, Nazi işgali başlayınca doktorasını tamamlayamadan yurda dönmek zorunda kalmıştı. İstanbul İktisat Fakültesinde asistan, İş ve İşçi Bulma Kurumunda ve sonra Türkiye Zirai Donatım Kurumunda Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.)

H.T: Ben de ona şöyle bir tarizde bulundum: Beş avukat babası olan birisi evden çıkmaya korkar mı? Ev sahibinde de amma cüret varmış. Her birisi bir mahkeme kazansa beş sene evden çıkmayabilirsiniz. Sualime devam ettim: Şimdi ne ile meşgulsünüz?

Sormam bile garip kaçtı. Çünkü büyük bir kütüphaneye alınmıştım. Odanın her tarafı tıklım tıklım kitap ve pul koleksiyonları ile dolu idi (Dedem önemli bir pul koleksiyoncusuydu. Ölümünden sonra her kardeşe seçme pullardan oluşan birer albüm hatıra olarak ayrıldı, kalanlar satıldı.)

Mahfi Bey: Çok okuyordum, fakat gözlerim vücudum kadar sağlam kalamadı galiba ki, şimdi fazla okuyamıyorum. Esasen eskiden beri pul koleksiyonu yaparım. Bol bol onunla uğraşıyorum. Sabah, akşam birer defa da çarşı faslı ile vakit geçiyor.

H.T: Onu seven meslektaşlarına yazı ile de olsa selam yazmamı söylediler. Ben de sözünü vazife bilerek yazdım.”

 

İnsanın çocuklarına, torunlarına bırakacağı en değerli miras temiz bir soyadıdır. Dedemiz bize bunu bıraktı, umarım biz de o soyadına layık olmayı becerebilmişizdir.

Not: Parantez içi italik ifadeler bana aittir.                                                 




Yorumlar

  1. Bu kadar değerli bir ailenin bir üyesi olmak herkese nasip olmazdı hocam. Sizin gibi değerli bir torun yetiştirdiler. ALLAH mekanını cennet eylesin 🤲

    YanıtlaSil
  2. Murat DAĞLIOĞLU13 Temmuz 2025 18:01

    Mahfi Hocam, Dedenizin anılarını keyifle okudum! Ne mutlu size ki arkanızda Dedenizden kalan böylesine değerli ve özel bir hatırat var. Belki Siz de başınızdan geçen anıları bir kitap halinde bizlerle paylaşırsınız ne dersiniz?☺️ Dedenizin anılarını bizlerle paylaştığınız için sonsuz teşekkürler!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim anılarımı anlattığım bir kitabım var zaten: Light Günlük

      Sil
  3. Sonuna kadar soluksuz okudum, rahmetli dedeniz sizlere xaEğilmez soyadından daha büyük miras bırakamazmış, sizde bu soyadı hakkıyla taşıyorsunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. üstteki yorumumda yanlışlıkla klavye azizliği ile soyadınızın önüne fazladan x ve a harfi basmışım. Kusura bakmayınız.

      Sil
  4. Hocam selam ve saygılarımı sunuyorum. Siz de, daha şimdiden, çok iyi bir miras bıraktınız. İnşallah sizin çocuklarınız da (bu arada evli misiniz, evladınız/evlatlarınız var mı? Bilmiyorum ama...) size layık olurlar..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı

II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası