Tüketime Övgü
Tüketim insanın doğasından gelir
İnsanın ortaya
çıkışından bu yana yaşadığı toplumsal değişimin aşamalarını izlemek için birkaç
dönem arasında ayırım yapmak gerekiyor. İlki insanın yaklaşık on binlerce yıl
doğaya hiçbir katkıda bulunmaksızın onu kullanarak ve tüketerek yalnızca bir
tüketici olarak yaşadığı dönem. Bu dönem, insanın hayvanları ehlileştirerek ve
bitkileri evcilleştirerek yarattığı tarım devrimiyle yani insanın salt tüketici
olmaktan çıkıp aynı zamanda üretici de olmasıyla yaklaşık on bin yıl önce sona
erdi. Yaklaşık iki yüzyıl önce ortaya çıkan sanayi devrimi, üreticiliğin boyut
değiştirmesinden başka bir şey değil aslında. Belki bir devrim olarak kabul
edilebilecek kadar önemli bir sıçrama, ama asla insanın tüketicilikten
üreticiliğe geçişini temsil eden tarım devrimi kadar büyük bir dönüşümü temsil
etmiyor. Sanayi devriminden iki yüz yıl kadar sonra ortaya çıkan bilginin
yayılmasına yol açan bilişim devrimi ise oldukça farklı bir gelişim. Bu aşamada
üretim kalıpları önemli ölçüde değişime uğruyor.
İnsanın doğasına yabancılaşması ilk kez tarım
devrimiyle, yani tüketicilikten tüketici – üretici aşamaya geçmesiyle oldu.
Salt tüketicilikten üretici tüketiciliğe
İnsanın bütün
öteki canlılardan farklı olarak tüketicilikten aynı zamanda üreticiliğe de
geçmesiyle sonuçlanan bu dönüşüm 'yabancılaşma' kavramının da ilk örneği.
Marksist analiz bu kavramı insanın neyi ürettiğini bilmeden üretim yapmasına
yol açan sanayi devrimi için kullanmış olsa da asıl yabancılaşmanın, insanın
doğasına yabancılaşması anlamına gelen tüketicilikten üreticiliğe geçmesiyle
ortaya çıktığını düşünüyorum. İnsandan başka hiçbir canlı böyle bir
yabancılaşmayı yaşamamıştır.
Yukarıda ortaya koymaya çalıştığım dönemler ve
onları sona erdiren devrimlerden hareket eder ve bu değişimi iki temel görünüme
indirgersek insanın izlediği gelişimi iki aşamada özetleyebiliriz: 1. İnsanın
yalnızca tüketici olduğu dönem, 2. Hem tüketici hem üretici olduğu dönem. Bu
ikinci aşamayı da kendi içinde üçe ayırabiliriz: (a) Tüketiciliğin ağır bastığı
tarımsal devrim sonrası, (b) Üreticiliğin ağır bastığı sanayi devrimi sonrası,
(c) Tüketiciliğin ağır bastığı bilgi teknolojisi dönemi. Bir sonraki aşamanın
yine yalnızca tüketicilik aşaması olup olmayacağını bilmiyoruz. Bu, henüz
bilimkurgunun konusunu oluşturuyor. İnsanın bir sonraki aşamada yalnızca
tüketici olmaya dönüp dönmeyeceği büyük ölçüde çevreyle olan ilişkilerimize ve
iklimlerin gelişimine bağlı olarak ortaya çıkacak.
Tüketiciliğin yeniden ön
plana çıkmaya başlaması
Batı dünyasında
kapitalizmin geldiği aşamada insanlar artık üretici olmaktan daha çok tüketici
olmaya özeniyorlar. Bu, yalnızca tüketici olmak anlamına gelmiyor henüz. Ama
tüketimin, üretime karşı ağırlık kazanması anlamına geliyor. Üretim, yaşamın
kaybı, tüketim ise kazancı gibi görülüyor. Tüketiciliğin ağır basmaya başladığı
günümüz küresel dünyasında bu nedenle hizmet sektörü önem kazanıyor. Aslında
bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü günümüz anlayışında toplumsal gelişmenin tarım
– sanayi - hizmetler çizgisini izlemesi bekleniyor. Hizmet kesiminin ağırlıklı
olduğu bir dünyada ise tüketim öne geçiyor. Bütün gelişmiş ülkelerde buna
benzer bir yol izlendi. Gelişmiş ülkeler artık hizmet kesiminin ve dolayısıyla
tüketimin ağırlıklı olduğu bir aşamaya ulaşmış durumdalar. Buna karşılık
Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkeler tarımdan sanayiye geçmeye çabalarken
hizmet sektörünün önceliği aldığı bir konumda buldular kendilerini. Bu, tarımdan
sanayiye değil doğrudan hizmet üretimine geçiş sonucu tüketimin ağırlık
kazandığı bir durumu ifade ediyor.
Gelişmiş
dünyada tüketimin GSYH’ya oranı yüzde 60 ile 70 arasında değişiyor. Gelişme
yolundaki ekonomilerde “gösteriş tüketiminin” yaygınlığı aşağı yukarı aynı
orana ulaşılmasına neden oluyor.
Piyasa mekanizması
Piyasa ilginç bir mekanizmadır. Eğer bir ülkede siyasal
istikrar varsa piyasa, ufak tefek aksamalar olsa da, kendiliğinden çalışır.
Yani bütün çarklar birbiriyle uyumlu olarak doğru yönde döner. Eğer siyasal
istikrarsızlık söz konusuysa ya da siyasal istikrarsızlık bir istikrar halini
almışsa piyasa sürekli bir sorgulama içine girer. O zaman çarklar tersine
dönmeye başlar ve yeniden doğru yönde dönmeye başlaması artık dışarıdan
müdahaleyi gerektirir.
Diyelim ki bir ülkede ekonominin kötüye
gittiğine ilişkin beklentiler artmaya başladı. İlk tepki tüketimin kısılması ve
tasarrufların artırılmasıdır. İnsanlar bugünden tasarruf ederek göremedikleri
geleceği bir ölçüde kurtarmaya çabalarlar. Tüketim, tüketim talebini yapan
açısından harcama buna karşılık mal ya da hizmeti satan açısından gelirdir.
Dolayısıyla tüketimin kısılması birdenbire gelirlerin de azalması sonucunu
getirir. Mal satışı ve dolayısıyla geliri düşen satıcılar iki yönlü bir eyleme
girerler. Bir yandan perakende olarak sattıkları malın toptancıdan talebini
düşürürlerken bir yandan da maliyetlerini kısmaya başlarlar. Maliyet kısmanın
çeşitli yolları arasında işçi çıkarmaktan elektriği tasarruflu kullanmaya kadar
birçok eylem vardır. Bu eylemler de işten çıkarılanlar ve örneğin elektrik
idaresi açısından gelir kaybı getirir. Perakendecinin mal talebini düşürmesi
üreticinin üretimini düşürmesine ve maliyetlerini kısmaya çalışmasına yol açar.
Bu aşamada da işten çıkarmalar, ücret düşürmeler ve başka tasarruf eylemleri ve
dolayısıyla yeni gelir kayıpları devreye girer.
Tüketimin azalması ekonomiyi durdurur
Gelirini kaybeden kişilerin
harcama yapması mümkün değildir. Tüketim kısılır, harcama azalır, gelirler
düşer, üretim azalır, yatırım yapılamaz, işsizlik artar ve tüketim daha da
kısılır ve böylece bütün bu eylemler birbirini daha da olumsuz olarak
etkilemeye devam eder gider.
Piyasanın çarklarının tersine
işlemesi basitçe böyle olur. Bu aşamada genellikle ciddi bir yanlış daha
yapılır ve kamu kesimi eliyle daha fazla kısıntıya gidilir. Bu eylem daha büyük
gelir kayıplarına yol açar ve resesyona girmiş olan ekonomi hızla depresyona
sürüklenir. Depresyonun sonuçları daha da kötüdür. Şirketler batmaya, işten
çıkarmalar kitlesel boyutlara dönmeye başlar. O zaman tüketim iyice kısılır.
Küresel sistem bu çelişkiyi
yaşıyor. İstikrarsızlık insanları gelecek konusunda kaygılandırdığı için daha
fazla tasarruf yapmaya itiyor. Üstelik bu tasarrufların bir bölümü ekonomi
dışına çıkıyor.
Piyasanın çarklarını doğru yönde
çevirebilmek için tüketimin özendirilmesi gerekiyor. Bunun en kestirme yolu
satış vergisi oranlarını düşürmek. Bu yolla ekonominin en önemli kalemi olan
tüketimi yeniden canlandırmak mümkün olabilir. Tüketim artmadan ne gelirleri ne
üretimi ne de yatırımı artırmanın olanağı yok.
Türkiye’de tüketim
Bir ekonominin bir dönemde (üç ay ya da bir yıl olarak
alınıyor) yarattığı üretim veya katma değerler toplamı ya da yaptığı
harcamaların toplamı demek olan gayrısafi yurtiçi hasıla (GSYH) harcamalar yoluyla şu denklemle hesaplanıyor
Y = C + I + G + (X-M)
Bunu herkesin anlayacağı şekilde yazalım:
GSYH = Özel nihai tüketim harcamaları + Özel yatırım
harcamaları + Kamu cari harcamaları ve yatırım harcamaları + (ihracat –
ithalat)
Elimizdeki en son veri olan 2012 yılının üçüncü çeyreğindeki
verileri kullanarak bu denklemde yer alan kalemleri yüzde oranlar olarak
yazalım:
GSYH = 67 + 18,5 + 18 -3,5 = 100
Demek ki Türkiye her yıl yarattığı 100 TL’lik GSYH’sının 67
TL’sini tüketime, 18,5 TL’sini özel kesim yatırımlarına, 18 TL’sini kamu kesimi
tüketim ve yatırımlarına, 3,5 TL’sini net ihracata (yani ithalata) harcıyor.
Aşağıdaki grafik çeyrek dönemler itibariyle 2005 ile 2012’nin
3.çeyreği arasında tüketim oranı (özel nihai tüketim harcamaları / GSYH) ile
büyüme oranı arasındaki ilişkiyi gösteriyor.
Grafiğe
gecikmelerin etkisini gidererek bakabilirsek aradaki paralelliği görmemiz
mümkün olacaktır.
(Bu yazı daha önce gazetelerde çıkmış olan konuyla ilgili bazı yazılarımın derlenmesi, genişletilmesi ve güncellenmesiyle hazırlanmıştır.)
Not: (27.12.2012'de eklendi.) Burada tüketime yaptığım övgü kuşkusuz çevreyi tahribe, kaynakları tüketmeye yönelik vahşi tüketim güdüsünü övmeyi amaçlamıyor. Hızlı nüfus artışının ve zenginleşmenin getirdiği gereksiz, kaynakları ve çevreyi tahrip edici tüketim övgüye layık değildir. Bu hatırlatmayı okurlar yaptı, ben de yazının amacı dışında yorumlanmasının önüne geçmek için bu eklemeyi yapmayı uygun buldum.
elinize sağlık hocam. iyi akşamlar
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilBahsettiginiz ekonomik anlayisin temel yanilgisi sinirli kaynaklara sahip bir dunyada gercekdisi bir "surekli buyume" ruyasindan soz etmesidir.
YanıtlaSilHem de sürdürülebilir kaynaklarin kullanımından, doga dongusunden, herhangi bir g.donusum anlayışından bahsetmeden, suya sabuna dokunmadan.
Değerli görüşünüzü paylaştığınız için teşekkür ederim.
SilDeğerli hocam,
YanıtlaSilTarihsel olarak "Sanayi Devrimi"ni yaşamamış ve sanayileşmeyi "teğet geçerek" doğrudan "hizmet-tüketim" ekonomisi düzeyine erişmiş olmamızdan dolayı sanırım cari açık-tasarruf noksanlığı "fasit dairesini" kırmak zor görünüyor. İmkansız demek pek hoş olmasa da çok uzun vadeli (belki 20-30 yıllık) bir dönüşümü gerçekleştirmek daha doğrusu bunu kurgulamak lazım sanki. Diğer yandan "Uzun vadede hepimiz öleceğiz" lafı da bilinçaltımıza neredeyse işlenmiş. Bu da fasit dairenin diğer bir yönü sanırım. Dolayısıyla tüketime bağımlı iktisadi yapıyı yönlendirmek/yönetmek iktisat politikası yapıcılarının elindeki tek seçenek olarak kalıyor gibi.
Çok doğru bir saptama.
SilHocam yazınız yine sade ve akıcı olmuş bizi sıkmadan bilgilendirmeyi her defasında başarıyorsunuz.hocam konuyla alakası yok ama ben sizin radikal yazılarınızı okurken biri şey kafama takıldı sormadan kendimi rahat hissetmeyeceğim. Hocam Brezilya'nın sıcak parayı tonin vergisiyle çıkarırken Türkiye ise karşılıksız karşılık politikasının uygulayarak bankaları cezalandırıyor ibaresi geçiyor yazınızda. Hocam karşılık oranlarının artması verilen kredi miktarının kısarken aynı zamanda merkez bankalarında tutulan paraya da faiz verilmeyerek bankaların maliyetini etkilemektedir.hocam bu aşamada karlılığının azaldığını gören bankalar faizlerini yükseltip faizlerin hepsi birbiriyle uyum göstermesinden mevduat faizi yükselmiş olmaz mı? Bu da sıcak parayı burada kalmaya cezbetmek mi ? Kısacası karşılıksız karşılıklar sıcak parayı nasıl cezalandırıyorlar ? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim .
YanıtlaSilO biraz daha eski bir durumdu. Şimdi Biliyorsunuz bankalar TL karşılıkları karşılığında dolar veya euro gibi dövizler verebiliyor. Bu durumda banakaların döviz rezervleri faizsiz olarak TCMB'ye geçince TL bolluğu (döviz kıtlığı) yaratılıyor ve o yolla da TL'nin aşırı değerlenmesi önleniyor. Bir yandan da TCMB faizleri düşürerek banka maliyetlerini düşürüyor.
Sil
YanıtlaSilSayın Hocam,
Çok yararlı bir yazı olmuş.
Fakir Ülkeler tasarruf düzeyleri çok düşük olduğu için, globalleşen dünyada yatırım ortamını iyileştirip uluslararası sermayeyi ülkeye çekmekten ve kalıcı kılmaktan başka çareleri kalmıyor. Bu da herhalde dünya gayri safi gelirinin 2/3'sini oluşturan emeğin ucuzlaması sayesinde olabilecek. Başka çareleri var mı?
Çok teşekkürler, pek yok sanırım.
SilSinek vızıltısından marka yaratıp satan ABD ile sineğin yağını çıkaran Çin sineğin vızıltısını kesti. Para neyi değerliyor? Değerlemeler değişiyor saman buğdayı geçiyor.Para varolan ürünler arasında dolanıyor yığıldığı yerde kendi kendini değerliyor. Çünkü yeni değerler yaratılmıyor. Parayı olduğu yerden yaratıcı yeni ürünler çıkaracak.Emekle elde edilen tecrübeyi yaratıcılığa yeni ürünlere çeviremiyoruz Gökten dolarların yağdığı bir dönemde Sanayicimiz köprünün, yolların, suyun önünü kesmeyi seçti. Bireylerde beton binalara yatırım adı altında geleceklerini yatırıyor Tüketiyoruz yarattığımız balonu geleceğimizi tüketiyoruz tüketicek başka birşey yok
YanıtlaSilYorum için teşekkürler.
SilTürkiye'ye dışarıdan döviz aktığında bu para Türkiye'de işlem görmek istiyorsa tl ye çevrilerek tl ye olan talep artar ve de tl nin değeri yükselir diyoruz.peki gelen döviz tl ye çevrilmeden belirli bir faiz kazanmak için döviz mevduat hesabına yatırılırsa aynı şekilde tl nin değerini yükseltir mi?kısacası döviz kurunun yükselmesi yada düşmesi için tl ye yada dövize talep mi olması gerekir ya da piyasada bol olan malın değerinin düştüğü kıt olan malın değerinin yükseldiği gibi
YanıtlaSilBunuda böylemi değerlendirmem gerekir?
Bir paranın döviz olarak gelmesi önemli değil. Onu alan banka MB ye satar ve karşılığında TL alır.
SilHocam elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş.Serbest piyasa sisteminde fiyatlar piyasada belirlenmektedir.bir mala olan talep arttığında o mal sınırlı ise satıcısı tarafından fiyatı yükseltilecek ve ya o malın arzı arttığında talepte artan mal kadar değilse o malın fiyatı düşecektir.peki bunun döviz piyasası için düşünürsek dövize olan talep arttığında aynı maldaki gibi fiyatı yükselip tl değer kaybedecektir diyoruz peki dövizin yükselmesi aynı malda olduğu gibi talep arttığında bir kişinin müdahalesi ile mi yükselir? Bunu biraz açarsanız sevinirim.
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
SilEğer piyasa derin değilse az sayıda kurumun alış verişiyle kurda ciddi oynama olabilir.
Hocam elinize sağlık çok önemli bir konuyu ele almışsınız.Türkiye'de toplumsal gelişmenin tarım – sanayi - hizmetler çizgisini izlemesi açısından sanayi aşaması güdük kalış ve bunun sıkıntılarını hala yaşıyoruz.Gerek siyasal gerekse ekonomik açıdan istikrarı sağlamak adına gelir dağılımındaki adalet çok önemli ve güçlü bir orta sınıf olmalı.Aksi takdirde tüketimde de istikrarsızlık yaşanır.
YanıtlaSilTeşekkürler. Doğru saptamalar.
SilMahfi hocam , ekonomi bölümüne yeni başlamış biri olarak ilk bilgilerimi sizin "kolay ekonomi" kitabınızdan aldım diyebilirim. burada yapılan yorumları da ciddiye alıp tek tek cevap vermeniz size hayranlığımı artırdı . Teşekkürler ve saygılar sayın hocam . Halil Gedik
YanıtlaSilÇok teşekkürler, başarılar.
SilDeğerli Hocam,
YanıtlaSilTarihi ve iktisadi aydınlatıcı analiziniz için herzamanki gibi müteşekiriz. Umarım sizi izlemesi gerekenler de izliyorlardır?
Yukarıda katkı koyan okuyucularınıza ilaveten iktisadi gelişmelerin, insanın doğayla uyumunun göz ardı edilmesinden dolayı sürekli derinleşen bir sorun haline geldiğini gözlemliyoruz. Sizin de arz ettiğiniz gibi temelde doğal kaynaklarımızı tüketir ,veya birbirimize hizmet üreteriz.
Bundan iki yıl önce üyesi olduğum İklimlendirme sektörünün yönetim kurulu ile, her sene bir orman projemiz ile ilgili fidan ekmek üzere Mardin'e gittik. Suya erişimleri için yerin nerdeyse 600-700 metre derinine inmeleri gerekiyor. Malumunuz olduğu üzere 300 metrenin altına inen su seviyesi artık kuraklığın ifadesidir.
Aklıma takılan ilk soru,
Bize bereketi ile anlatılan Mezopotamya topraklarının nasıl olurda bu hale geldiği oldu.
Cevabını çok geçmeden Mor Gabriel manastırına ziyaretimizde oranın rahibinden yarım yamalak olsa da aldım. Bize daha çok manastırın geçmişi hakkında bilgi veren rahip, sözü bittiğinde soruma, cevabım uzundur ancak sana tarım imparatorlukları buna neden olmuştur desem sen anlarsın diyerek kısaca sorumu cevaplandırdı.
Tabii ki ilk tarım imparatorluklarında da bizler kaynakları kurulacağımızı düşünmeden ormanları kesmiş tarımdan zenginleşmeye çalışmış bu günkü nesilleri de bir avuç suya ihtiyaçlı duruma düşürmüştük.
Bugün de aynı hataları Sanayii toplumunda ve güncel yaşamda hoyratça kullandığımız enerji ve çevre kirliliği ile yaşamaktayız, netice de iktisad bilimi insanların refahı için izlenen bir bilim dalıdır. Ancak esas amacı olan insanın refahını arttırması yok olan doğada mümkün değildir.
Sevgili Hocam,
Acaba iktisadi yorumlarımızı hep amacımızın ilkine kitlenerek mi yapmalıyız?
Eğer katılıyorsanız?
Size duayenliğiniz ve bilgi birikiminizden dolayı, sözü dinlenir ve izlenir kişi olarak ihtiyacımız var. Yazılarınızda bu konulara değinirseniz çocuklarımızın ve henüz sahibi olmadığım torunlarımızın geleceğine katkılarınız olacaktır.
Peşinen Teşekkür ederim.
Derin Sevgi ve Saygılarımla,
Nedim Zalma
Çok doğru çok haklı bir saptama, teşekkür ederim. Burada tüketim asıldır derken doğayı tahrip edercesine yapılan tüketimi, kaynakları ya da çevreyi yok edercesine yapılan tüketimi kastetmiyorum tabii. Ne yazık ki hızlşı nüfus artışı biraz da tüketimi bu yöne çevirmiş durumda. Bu konuda da bir şeyler yazmak gerek haklısınız. Teşekkür ederim.
SilHızlı tepkiniz ve kişiliğinize çok yakışan hassasiyetiniz için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilYazı ekinizi gördüm,
Aman Hocam lütfen beni yanlış anlamayın.
Sadece size olan itibar ve saygıyı sezinlediğim ve nefesinizden insanların yarar görebileceklerine inandığım için acizane paylaştım.
Size, Ailenize ve tüm sevdiklerinize mutlu ve huzurlu nice yıllar dilerim.
Çok teşekkür ederim. Ben de sizlere iyi yıllar dilerim.
SilSayın Mahfi Eğilmez,
YanıtlaSilÖncelikle yeni yılınızı (ne olur ne olmaz diye :D ) şimdiden kutlarım. Benim sorum Türkiye'deki konut tüketimi ve emlak sektörü ile alakalı olacaktır.
Ekonomideki bazı aktörler emlak sektörünün iyi durumda olduğunu, bir balon olmadığını devamlı dile getiriyorlar. Ancak GYODER, TÜİK ve Merkez Bankası'nın verilerine göz attığımda ise durumun biraz daha karışık olduğunu sanıyorum.
1-GYODER'in hazırladığı 2012 üçüncü çeyrek raporuna bakttığımda; Türkiye genelinde konut satışının 103.543 adette kaldığı (birinci ve ikinci eldeki satılan toplam konutlar), ancak aynı dönemde yapı ruhsatı alan daire sayısının 168.116 olduğu görülmektedir. Yani tüm Türkiye'de satılan daireler yeni üretilen dairelerden ibaret olsa bile sırf "2012 üçüncü çeyrek" fazlası 64.573 dairedir (ki diğer çeyreklerden gelen daire fazlalıkları katılmamıştır.)
2-Konut kredilerinde faizlerin %1'in altına düşmesine rağmen yeni konut kredisi kullanımında ciddi bir artış olmamış; hatta 2010 yıllının oldukça gerisinde kalmıştır.
3- TÜİK'in verilerine bakıldığında "Tüketici Güven Endeksi"nde bir düşüş vardır ve bu düşüş konuta da yansımıştır. Merkez Bankası'nın verilerine göre "Konut Alma Eğilimi"nde bir azalma vardır.
4- Tüm yukarıda sayılanlara (ayrıca Türkiye genelindeki 800.000 adetlik konut stoğuna ) rağmen konutta satış fiyatı %19 artmıştır.
Mahfi Bey konuttaki giderer büyüyen arz fazlası, doyan talebin daha da düşmesiyle emlak sektörü bir çıkmaza girmez mi? Emlakta gerçekten bir balon var mı ve bu balon 2013 yılında patlar mı? Lokomotif denilen inşaat sektörünün bir çıkmaza girmesi piyasayı nasıl ve hangi hızda etkiler?
Şimdiden ilginiz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Bora Vidinli.
Açıkçası ben de aynı kanıdayım. Türkiye'de emlak sektörü ciddi bir arz fazlası sorunu yaşıyor. Bir yandan da konut yapımı sürüp gidiyor. Bunun iki sıkıntı yaratması mümkün. Herşeyden önce satışların düşmesi bunları kredi alarak yapan müteahhitleri sıkıntıya sokacak ve bu bankalara da yansıyacak. İkinci olarak da sizin değindiğiniz gibi büyüme modelini inşaat sektörünün lokomotifliğine emanet etmiş olan Türkiye ekonomisi büyüme sıkıntısına girecek. Önümüzdeki yıl için benim düşük büyüme tahminimin altında yatan nedenlerden birisi budur.
SilBen de size iyi yıllar dilerim.
Öncelikle yeni yilinızı şimdiden kutlarım benim sorum su Türkiye'de emlak sektörü için bankalar tüketicilere buyuk krediler acıyor faizler inanılmaz derecede düştü peki ama bu yeterli mı ben dahil bir cogumuz gelirimizi tüketiyoruz Y=C+S bunu düşündüğümde insanlar tasarruf edicek geliri yok olsada bu emlak sektöründeki arz fazlasını karşılamıyor peki ama bu büyüyen balon ne zaman patlar ?
YanıtlaSilSizin de yeni yılınız kutlu olsun.
SilGYODER (gayrimenkul yatırım ortaklıkları derneği) tespitine göre şu anda Türkiye'de 800.000 konut stoku var. Bu stokun erimesi için yenisi yapılmadan 2.5 - 3 yıl sürekli olarak bunların satılabilmesi gerekiyor. Oysa şu anda talep o düzeyde değil. Dolayısıyla 2013 ve 2014 emlak sektörü için hayli sıkıntılı bir yıl olacak. Bu yıllarda batışlar görebiliriz.