Cehennem Nerede?
Ruhunu şeytana satarak bir takım çıkarlar elde eden Dr.Faust’u,
Christopher Marlowe, şeytanla yaptığı anlaşmayı kaybeden, Goethe ise, şeytana
yenilmeyen bir karakter olarak anlatır.
Dr.Faust diye biri gerçekten yaşadı mı? 1540 yılından sonra
Almanya’da yayınlanan bazı belgelerde, Johann Faustus adında bir hekimin hastalarını
hekimlikle büyücülüğün karışımı olan bir teknikle tedavi ettiği ve ününün bütün
ülkeye yayıldığı yazılı. 1540 yılında Würtemberg’de geceyi geçirdiği bir han
odasında, sabah ölü bulunmuş. Yüzündeki korkunç görünüm onun feci bir ölüme
kurban gittiğini gösterdiği için halk arasında, işbirliği yaptığı şeytan
tarafından öldürüldüğü söylentisi yayılmış. Söylentiler, Dr.Faust’un ruhunu
şeytana satarak bu becerileri elde ettiği ve sonunda da bunun faturasını şeytana
ödediği noktasına kadar gelmiş.
Ruhunu şeytana satmak, şeytanla işbirliği yapmak kuşkusuz
kötülüğün emrine girmeyi sembolize eden kavramlar. George Lucas’ın Yıldız
Savaşları’nda, kötülüğe karşı savaşmak üzere bir Jedi savaşçısı olarak
yetiştirilmiş olan Anakin Skywalker, kötülüğün hizmetine girip de karanlık
tarafa geçince Darth Wader adını alır. Anakin Skywalker’ın karanlık tarafa
geçerek Darth Wader’e dönüşmesi de bu sembolizmin bir başka versiyonunu
gösteriyor.
Dante Alighieri, İlahi Komedya’sında hayalinde yaşadığı cennet,
araf ve cehennem yolculuğunu anlatır, betimlemelere girişir. Galileo Galilei,
Dante’nin Cehennemi Üzerine Dersler başlıklı konferans dizisinde, Dante’nin hayali
betimlemelerinden hareketle bir takım ölçümlemelere girişir ve cehennemdeki
çeşitli yerlerin boyutlarını açıklar.
Kutsal kitaplarda tanımlanan cehennemin yeri belirtilmiş
değil. Buna karşılık genel inanç göğün yedinci katında olduğu yönünde. Cehennemin
varlığına inanmayanlar olduğu gibi bunun sembolik bir kavram olduğunu ve herkesin
aklında ve vicdanında yer aldığı görüşünde olanlar da var. Rimbaud: “Cehennemde
olduğuma inanıyorum, o halde cehennemdeyim” diyor. Christopher Marlowe
cehennemi bizim yarattığımızı düşünüyor ve şöyle diyor: “Cehennemin sınırı
yoktur. Biz neredeysek cehennem oradadır.” Sartre biraz farklı bir görüşe
sahip: “Cehennem başkalarıdır” diyor.
Bazen bir toplumda yaşayan insanların büyük bölümü ruhunu
şeytana satar, şaşar kalırsınız. Shakespeare’in sözü sanki bu durumu özetler
gibidir: “Cehennem boş, bütün şeytanlar burada”
William Golding’in olağanüstü eseri Sineklerin Tanrısı, bir
grup çocuğun, düştükleri ıssız bir adada uygarlık bilincini terk edip bir anda hayvansal
güdülerinin esiri olmaya başlamalarını anlatır. Başlangıçta o ıssız adada aklın
emirlerine uyan çocukların bazısı çıkarları için, bazısı da korktuğu için kötü
olanın çevresinde toplanarak ruhlarını şeytana satar ve adayı cehenneme
çevirirler. Çocukların böylesine acımasız olabileceği insanın yüzüne bir tokat
gibi iner. Golding’in romanı, Hitler Almanyası’nın sembolik rekonstrüksiyonu gibidir.
Hiç kimse, koşullar ne olursa olsun, yüksek kültürel düzeye sahip Alman
toplumunun Hitler’in peşine takılıp gidebileceğini hayal etmemişti herhalde.
Kimin, nerede ve ne zaman ruhunu şeytana satacağını bilmenin
mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Ruhunu şeytana satan kişiler, kısa dönemde bazı çıkarlar
elde etseler de orta uzun dönemde bunun bedelini öderler. Bunların vereceği
zarar kendilerine ve belki yakın çevrelerine olur. Ama bir toplumda çok sayıda
insan bu yolu izlemişse bilin ki cehennem uzakta bir yerde değildir.
Toplumumuz borclandirdilar önce mallarını sonra bedenini sonra ruhunu almaya çalışıyorlar
YanıtlaSil"Herkes kendi özünü oluşturmanın sorumluluğunu taşır" diyor Sartre. Babamdan öğrendiğim ilk derslerden birisidir: "Sorumluluğu önce kendimizde aramalıyız."
SilÜstat,
SilGüzel yazı için teşekkürler.
İyi Pazarlar.
Cafer Demir
"Demek cehennem bu. Hic aklima getirmezdim boyle olacagini... Aci, ates, kizgin izgara hepsi sizsiniz demek. Ne gulunc sey! Kizgin izgaranin ne geregi var: cehennem baskalaridir." der ayni zamanda Sartre. Hayatta ogrendigim derslerden birisidir: "Sorumlulugu kendinde aramayan insanlarla dolu bir cografyanin harcanmis cocuklariyiz..."
YanıtlaSilHocam,
YanıtlaSilBiz, toplumsal olarak yani, ruhumuzu ne zaman ve kime sattık?
Levent Demiroğlu
Herkesin yanıtı farklıdır muhtemelen. Ama herkesin satmadığı kesin.
SilBu felsefi bir sorun ve bu olgu tarih boyunca tartisilmistir. Her insan muhakkak içindeki şeytani olarak sembolize edilecek güdülerine kapilip gitmiştir. Kimi zaman toplum bu kotu ortak içgüdülerini tek bir kişide sembolize etmis. Sonunda onun arkasindan yiginlarin gücü ile buyuk tahribatlar olmuştur. Bunun en bariz ve buyuk örneği hitlerdi. Hitlerin arkasina aldiği toplumu seytanin buyuledigini söyleyin ya da Canettinin unlu kitabı Korlesmede dikkatimi çeken bir olguda şöyle der; bir kör elinde kayışını tuttuğu tasmali köpeğin güvenli ve vakur adimlar ile ilerlediğini ve köpeğin hasmetinden irkilen halkin ona yol verdiğini ve kör adamin yuzundeki tebessümü anlatırken bana belgesellerde kortejde yol kenarında hitleri coşku ve tebessümle selamlayan binlerce insani hatirlatti. Eğer siz toplum olarak kör olursaniz size yol gosterici olarak elinize hangi ipin verildiği ve kimin rehberliğinde ilerlediginizi ve nereye gittiginizi bilemezsiniz. Diger taraftan dinler tarihinde anlatılan bol miktarda ornek vardir. bunun ilk örneği iyiliğin ve safligin simgesi adem ve kötülüğün hilenin kandirmacanin simgesi şeytan ve yine firavun ile musa, nemrut ile İbrahim, ve yine beklenen mehdi ile deccal gibi örnekler verilebilir. Kadim insanlik tarihi de bir açidan iyi ile kötünün mücadelesi seklinde tanimlanir. Arada kalan insanlar bu iyi veya kötünün gudumunde gidip gelmiş ve hicbir zaman bu iyi veya kötünün öznesi değil nesnesi olmuştur. Sonuç olarak Cehennemi aramak kötülüğün nihai simge yeri ve cenneti aramak iyiliğin erdemindeki nihai simge noktasi olarak karsimiza cikar.
YanıtlaSilKatkılarınız için teşekkürler.
Silİnsanlar " hadi şu ruhumu satayım bakalım" diyerek ruhlarını pazara çıkartmıyorlar sanırım. Burada sizler gibi aydınlara çok iş düşüyor maalesef. Çok anlatmak lazım.
YanıtlaSilGüzel bir yazı.
Teşekkürler.
SilNe yazık ki ruhlarını şeytana satanların çoğu, üzerine iş düştüğünü düşündüğünüz aydınlardır.
Peki insanin ozunde hangisi daha baskin, iyilik mi kotuluk mu? Yoksa ikise de yok, ama zamanla, yasadiklarinin etkisiyle, bunlardan biri daha one mi cikiyor?
YanıtlaSilBüyük olasılıkla ikinci dediğiniz, yani yaşamla gelişiyor baskınlık.
Silmaalesef bizim toplum da kör, daha doğrusu son 10 senede iyice körleşti..bakalım bu körler ve sağırlar ağustosta kimi seçecek
YanıtlaSil[1. BÖLÜM]
YanıtlaSilHATIRLATMA:
(Aşağıdaki anektodun nereden geldiğini 2. bölümün sonundaki kaynaktan öğrenebilirsiniz.)
- Halkı sever misiniz?
- Hayatı seven herkes halkı sever…
- Hayatı mı, halkı mı?.. Bana öyle geliyor ki, hayatı daha çok seversiniz, yahut kavramları?
- Halk hayatın kendisidir. Hem manzarası, hem tek kaynağıdır. Halkı hem sever, hem tadarım. Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Orada her şey büyük ölçüdedir. Halk, çok defa büyük denizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağızı bulunca da…
- Fakat ona gitmek, ona gidemiyorsunuz? Sefaletleri, ızdırapları, endişeleri, hattâ zevki size kapalı kalıyor. Yani “hepimize kapalı” demek istiyorum. Ben Adana’da çalışırken bunu çok iyi hissettim. Daima kapının dışındaydım; içeri nasıl girileceğini bir türlü çözemedim!
- Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi; önünde değil, arkasında durduğumuz içindir! Büyük şeylerin hepsi böyledir. Bir formülde hapsetmek için yakalamaya çalıştın mı, senden uzaklaşırlar. Küçük sefaletlere inersin! Birisinde; akla, mantığa, şüpheye, inkâra / öbüründe; imkânsızlığa, acze, isyana gidersin… Halbuki kendinde ararsan bulursun. Bu bir disiplin, hattâ bir yöntem meselesidir.
- Peki ama nasıl buluruz?.. O kadar zor ki…
- Hangi köklere gideceğiz? Halk ve halkın hayatı bazen bir “hazine”, bazen de bir “aldanış”tır. Uzaktan bakınca ucu-bucağı olmayan bir şey gibi görünür. Fakat yaklaştın mı; 5-10 motifin ve modanın içinde sıkışır kalırsın, yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerine girersin. “Klasik” dediğimiz şey, yahut “yüksek tabaka” kültürü, ondan birçok yerlerde kopmuşsun… ve zaten sıkı sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış.
- Dediğiniz gibi; ip koptu bir kere. Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu 5 ortak kitap bulamayız. Çok küçük bir azınlığın dışında, eskilerden zevk alan gittikçe yok oluyor! Biz galiba son kuşağız! Yarın bir Nedîm, bir Nef’î, hattâ bize o kadar çekici gelen “eski müzik” ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek.
Ben burada geçmişe saplanalım, “nostalji içinde” kalalım, demiyorum. Ama bir yolu olmalı.. Yüzbinlerce kadim kültürün imbiğinden süzülerek günümüze kadar gelmiş değerler bize yarınlarımız için ışık tutabilmeli. Geçmiş ve geleceğin buluşmasını “bugün” sağlayabilmek için neler yapabiliriz? Ne zaman “geçmişten ders almak” öbeğini kullanmaya yeltensek, hemen yüzümüze “modern dünya karşıtı - geri kafalı - hoş ve boş romantik” yaftasını yapıştırıyorlar!..
(Devamı 2. bölümde)
[2. BÖLÜM - SON]
YanıtlaSil- Evet önümüzde zorluklar var. Fakat çözümler imkânsız değil. Şu an bir tepki, bir “reaksiyon göstermek” çağında yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi’yi bir Richard Wagner olmadığı için / Yunus Emre’yi bir Paul Verlaine yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz hâlde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden “yeni bir doğuş” bekliyor; biz sahip olduğumuz değerlerin hâlâ farkında değiliz. Başka kültürlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz.
- Daha önceleri “sevmekten” bahsetmiştim, fakat artık sevmek de yeterli değil; daha öteye geçmek lâzım. Fikri ve duyguyu canlı bir şey gibi yaşamayı bilmiyoruz. Halbuki halkımız bunu istiyor.
- Hakikaten istiyor mu? Bana öyle geliyor ki, halkımız bütün bunlara başından itibaren kayıtsız! Bütün geçmiş boyunca bizden o kadar uzak kalmış ki… bu işlerde âdeta ümitsiz. Yahut hiç olmazsa şüphe içinde.
- Evet halk istiyor. Tarihe “gündelik ve geçici hesaplar” arasından bakmazsan bu memleketin de herhangi bir memleket gibi yaşadığını kabul edersin. Aradaki fark: Bizde “orta sınıfın” adam akıllı meydana çıkmamasıdır; hem kültürel kapasite olarak hem de sayıca henüz yeterli değiller. Geçmişte bu sınıf her an doğmak için olayları zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. “Ayrılık/kopukluk” manzarası buradan gelir. Halkın kayıtsızlığı veya biz “Aydınlar”dan şüphesi; yine biz “Aydınlar”ın uydurduğu bir masal olsa gerek! Aramızdaki ideoloji kavgalarında karşımızdakini yenmek için bulduğumuz bir sınıf, bir tür “günah keçisi”. Hani o kısacık ve sadece okuyanın kafasında bir an için parlayan veya okunan gazete sayfalarında kalan “anlık zaferler” yok mu; işte onları kazanmak için!.. Hakikatte halkımız münevverine inanır. Onu benimser. Zaten başka türlüsüne imkân yoktur. 200 yıldır yaşanan siyasi olaylar bizi bir nevi “gemi düzeni” altında yaşatıyor. Mutlak olan tehlikeler bize bu terbiyeyi verdi. Halkımız münevverine daima inandı ve gösterdiği yolda gitti.
- Ve daima da aldandı?..
- Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o da aldandı. Yani her millette olduğu gibi. Sen tarihte aklî bir yürüyüş kabul eder misin? Böyle bir şey elbette imkânsız. Fakat her türlü cemiyetin binyıllarca birikmiş tecrübesi nesillerin hatası üzerinden atlar. Bize her şeyin iyi gittiği görünümünü verir. Emin olun biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik…
- Fakat halkın ızdırabını görmüyorsunuz?
- Görüyorum. Fakat oradan hareket etmek istemiyorum. Halkı mazlûm gördükçe bir gün zalim olmasını hazırlayacağımı biliyorum. Niçin o kadar çok ızdırap çekiyoruz; yani bütün dünya olarak. Çünkü özgürlük uğrundaki her mücadele yeni bir adaletsizliği gözümüzün önüne seriyor. Ben aynı silahlarla mücadele etmeyi artık bırakmak istiyorum. Türkiye’nin bütünü benim merceğim, ölçüm ve gerçekliğimdir.
Artık sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne veya Bursa’ya odaklanmak, koskoca ülkeyi adı ön plana çıkmış birkaç ilden ibaret sanmak.. bu hataya düştük ve içinde hâlâ debelenip duruyoruz.
Merceğin çemberini genişletmek, camın kalitesini yükseltmek ve bu merceği daha yukarıda tutup bakarak: “Aaa.. bu Türkiye’de -başka- hayatlar da varmış, -öteki- hayatlar da varmış, gözümüzü kaçırdığımız köyler, seslerini duymayı inkâr ettiğimiz kasabalar da varmış...” diye kendi kendimizi şaşırtmalıyız artık!
- Bu yeterli değil!
- Bir ütopyaya kapılmak istemeyen için yeterli. Hattâ olumlu bir iş görmek isteyen için.
- Peki nedir bu Türkiye?
- İşte mesele burada. O’nu bulmakta…
- Ben bu soruya bazen cevap verir gibi oluyorum. Kendi kendime “biz gurbetin insanlarıyız” diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar. Onun aşkı, ızdırabı, hürriyeti. Tarihimiz, sanatımız; hiç olmazsa halkta böyle…
Kaynak: “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 - Bir huzursuzluğun romanı: Huzur; Ahmet Hamdi Tanpınar incelemesi” - Prof. Berna Moran - İletişim Yayınları - 2012
Ruhların şeytana satılması fikri en hafif tabiriyle saçmalıktır. Batılı uçukların dünyevileşmede aşırılığı belirtmek amacıyla yedikleri haltların sözde kavramsallaştırmasıdır. İnsan ruhu ne zamandan beri var ki satılsın? Copernik devrimiyle evrenin merkezinde olmadığını anlayan insan, hayalkırıklığı yaşadı. Rönesans,Aydınlanma vs evrelerle kendini merkeze yerleştirme çabası hiç bitmedi. Kendini dünyada küçük tanrıcıklar olarak görme eğilimi insanı "Tanrı öldü" noktasına getirdi. İlerleme, sürekli ilerleme, herşeye hakim olma güdüsü evrensel ahlak anlayışını dumura uğrattı. İnsanın insan olmasından kaynaklanan tüm özellikleri güç uğruna marjinalleştirildi. 7/24 büyüme,güçlenme hesapları tüm toplumu aptal bir ilerleme nosyununun kurbanı haline getirdi. Dünya artık sığ bir ekonomizmden ibaretti. Tanıma göre "İnsan ekonomik varlıktı" ve ekonomik düşünmeyenler aslında yoktu. Kusura bakmayın hocam siz,biz boğazımıza kadar ekonomizme battık. Sağa dön rakam sola dön rakam. İnsan değerini rakamlarla belirtecek kadar ileri gittik. İşler çığırından çıktığında, her nefessiz kaldığımızda Adam Smith gibi günah çıkarmaya çalışmak komik oluyor. Ahlak, erdem, kaç para eder? onu da satın alalım olsun bitsin...!
YanıtlaSilBunlar sembolik benzetmeler.
Silhocam derin bir pazar yazisi oldu.cok tesekkurler. ilk yorumunuzda soyledinizden yola cikarak sorumlulugu kendimizde aramaliyiz. bu onkosul.bu bilincte olmadigimiz zaman ruhumuzu seytana sattigimizin bile farkinda olmuyoruz.
YanıtlaSilTeşekkürler. Doğru diyorsunuz.
SilHocam çok yönlü bir insansınız. Yazı için teşekkürler.
YanıtlaSilTeşekkürler
Silhocam bence oscar wilde durumu gayet iyi özetlemiş...
YanıtlaSilAynen öyle.
Silmerhaba hocam,
YanıtlaSilBir genç tv ye yansıyan bir olayda polis amirine aldıgınız maaşı bile biz ödüyoruz diyordu, Bir baskası hükümet harcaması için kimin parasını harcıyorlar? diye ahkam kesiyordu. Bundan mütevellit aklıma takıldı bir ülkedeki paranın asıl sahibi kimdir? Bunda mantık nedir?
Ek olarak hizmet üreten ile kimi kesimce gerçek emek olarak tabir edilen mal üreten arasında ne gibi bir fark var? Emeğin iktisadi bir farkı var mı?
Saygılar.
Ülkedeki herkes kendi parasının sahibidir. Ama gencin söylediği bir anlamda doğru. Çünkü devlet denilen sistem vatandaşından vergi almasa hiçbir şey yapamaz.
SilEmek ve değer üzerine bir değerlendirme yapabilmek için en başta Karl Marx'ı okumak gerek. Marx'a göre değeri yaratan tek şey emektir.
hocam teşekkür ederim bu güzel yazınız için daima bilgi verici yönünüz biz öğrenciler için naçizane bir değer.
YanıtlaSilTeşekkürler, başarılar
SilHakikaten en can alıcı noktasından girmişsiniz konuya Kıymetli Müsteşarım, Hocam. Edebiyatın, mitolojinin toplumu ne kadar derinden etkileyebildiğini, sarstığını, ahlakı, insanın yapısının derinliklerini sorguladığını ortaya koyan nadir kişisiniz, büyük bir ilgiyle okudum, son 5 yılın işleri pasif sürece Faustlarca ister istemez girmiş uyur gezerliğimden, edilgenliğimden sayenizde arındım, çok sağolun. Toplumu düşünmeğe davet eden bir aydın olduğunuzu hiç tahmin edemezdim önceleri. Üstüne üstlük, Nabokov, Zweig, Troyat, György Lukacs ve benzerleri gibi edebiyat yapıtlarını, gerektiğinde karşılaştırarak tanıtan çok etki bir yazar olmanız çok işime geldi, çok sevindirici hocam, çünkü Nabokov'un Türkçeye kazandırılmış, roman kahramanlarını anlatan, açıklayan kitabından bu yana bu türden bir bakışı okumaya hasrettim. Siz de Çernişevski (Nasıl Yapmalı? Şto Dyelat?) gibi olmasa da, farklı bir türden toplumu çarpıcı bir şekilde doğruluğa davet ediyorsunuz bana göre. Elbet sağcı geleneksel popülist, çokbilmiş, nasihatçilerin, kolaycıların aksine, dayatmadan, baskı yapmadan. Sartre'ın, Dante'nin, Goethe'nin, hatta Dr. Faustus'u ile Thomass Mann'in bir gün gelip 21. Yüzyılın toplumlarını siz değerli hocamın gündeme getirerek aydınlatacağını, -itiraf edeyim- hiç düşünememiştim. Doğru tabi, '0. asrın başında Kafka, genç arkadaşına (Gustave Jenouch*), "GOETHE bizlere söylenecek şey bırakmadı" demişti. Hem yazınız, hem de katkı sağlayanlara yanıtınız çok sarsıcı, düşündürücü, kendine getirici ve felsefi izler taşıyan çok renkli edebiyat yaklaşımı, sonsuz teşekkürler ve saygılar müstesna aydınımız ve düşünceye hakkını tam veren entellektüel sanatçımız.
SilÇok teşekkür ederim, onur duydum bu yorumunuzdan.
SilElinize sağlık böyle mevzuları açana pek rastlanmıyor. Oscar Wilde haklı ise iyiye giden yolda listenin başında insanın kendisi ile mücadelesi vardır ilkin...
YanıtlaSilTeşekkürler, doğru söylüyorsunuz, mücadelenin büyüğü insanın kendisiyle olan mücadelesidir.
SilHocam bu haftaki PPK da faiz konusunda bir değişiklik öngörüyor musuz? Şu an da vadeli tl mevduat faiz oranı % 9,50 - 9.75
YanıtlaSilHükümet her ne kadar faiz indirimi diye seslendirsede MB dan büyük bir değişiklik beklemiyorum ta ki, cumhbş. seçimi sonrasına kadar. Ama yinede MB nın pek dayanabileceğini sanmıyorum çünkü bahsi geçen faiz lobisine darbe vurmak ve güç tazelemek için faiz indirimi seçim öncesi doping etkisi yaratabilir diye düşünüyorum.
Siyaset ve ekonomi ilişkisini iyi yorumlayanlardansınız, sayın hocam cmhrbşk. seçimi öncesi ve sonrası ekonomide öngördüğünüz bir değişiklik var mı?
Ben bir değişikliği gerekli bulmuyorum. Ama MB'nin hangi etkiler altında olduğunu bilemem.
SilSizin de tahmin ettiğiniz gibi CB seçimi öncesinde bir faiz indirimi olabilir. Gerekli olduğundan değil sempati toplamak için. Ondan öte bir değişiklik beklemiyorum. En azından şimdilik.
"Karacoğlan der ki her sözüm haktır
YanıtlaSilYiğit olmayanın yalanı çoktur
Cehennem yerinde hiç ateş yoktur.
Herkes ateşini buradan götürür."
Kadri Yilmaz
YanıtlaSilHocam bir ekonomist olmaniz nedeniyle su sozleri nede soylediginizi anlamkta zorlandim"Hic kimse yuksek kultur duzeyine sahip Alman toplumunun Hitlerin pesine takilp gidecegini hayal dahi edemezdi herhalde"..."Kim nerede ne zaman ruhunu seytana satacagini bilmedigimiz bir dunyada yasiyoruz"
Bana sorarsaniz Alman toplumunun hitlerin pesine takilmasinin nedeni"Efektif talep fazlasi asiri uretim"Yani Hobson Luxemburg ve Hilferding in gelistridigi emperyalizm kuraminin ozunu olusturan o gunku kaptalizmin buyeme dinamigi
İkinci cikariminizin bana gore yaniti Finans Kapitalin ideolojisi olan Neo-Liberalizm
Beni sasirtan bir ekonomist oldugunuz halde bilinmeyen datalara dayanarak boyle bir yazi yazmaniz gercekten vereceginiz yaniti merak ediyorum
SAYGİLARİMLA
Keşke dünyadaki bütün olgular, kötüye ya da iyiye eğilim, kötülüğe destek verme gibi yaklaşımlar sizin dediğiniz gibi efektif talep fazlası/aşırı üretim ile ya da emperyalizm/neo liberalizm ile açıklanabilseydi.
SilSn Hocam
YanıtlaSilMarks"uretim iliskileri daha dogrusu ekonomik yapilanmalar toplumlarin sosyal siyasi kulturel hukuksal dinsel yapilanmalarini belirler"der.Bu Tarihi Maddecilik kuraminin bir cikarimidir.Toplumlarin dinamigi alt yapi kurumu olan ekonomi ile ile ust yapi kurumlari arasindaki karsilikli etkilesime dayanir.Hic kusku yok ki toplumlarin davranis bicimlerinin bir ekonomi politigi var.Ben efektif talep fazlasi asiri uretimden soz ederken Alman Fasizminin ekonomi politigine atifta bulundum
Aslında Marks'ın analizi çok doğrudur. Gerçekten de üretim ilişkileri üst yapıyı belirler. Atıfta bulunduğunuz yer de doğru. Ama tekrar ediyorum bu bir sembolik yazı. Amacı, çıkarları ya da korkuları uğruna kötüyle işbirliği yapanları anlatmak.
SilSayın Hocam keyifli Pazar yazınızı bugün okudum ve sayenizde haftaya güzel başladım.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Yazı ilgili yorumuma gelince:
Günümüzde durumumuz daha da vahim. Sadece kendimizin değil çevremizde etkilendiğimiz kişilerinde şeytanı olmuşuz. Ruhumuz ise çevremizin tesiri altında paramparça. Giydiklerini giymeye, gittikleri yerlere gitmeye, başkaları gibi olmaya ve onlar gibi yaşamaya adamışız ömrümüzü. Herşeyden etkilendiğimiz halde ve başkalaştığımızı bile bile tüm bunların kendimize ait olduğu yalanını çevremizdekilere kabul ettirme çabası içinde yaşıyor, dahada kötüsü kendimiz bile buna inanıyoruz. Adına SOSYAL denen ve takas ekonomisinin hakim olduğu bu medyada böldüğümüz ruhlarımızı vitrine çıkarıp cehennem ateşinine körük tutuyoruz.
Değerli görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.
SilMerhaba hocam yazınızla alakasız olacak ama yakın zamanda mülakata gireceğim ekonomi ile ilgili sorular için yardımcı olması amacıyla bana kolay ekonomi kitabınızı mı yoksa ekonomi politikası kitabınızı mı önerirsiniz..Sürem kısıtlı olduğu için sadece 1 tanesini okucak vaktim var şimdiden teşekkürler
YanıtlaSilÖrneklerle Kolay Ekonomi
SilMerhaba hocam güzel yazınız için teşekkürler. ''Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür'' kimin sözü olduğunu bilmiyordum İnternetten tarayınca da farklı farklı kişilerin adı geçiyor. O sebepten kaynaksız vermeyi uygun gördüm. sağlıcakla kalın.
YanıtlaSilHaklısınız ben de onun için kullanmadım bu sözü. Karl Maks bile demiş görünüyor.
SilHocam güzel ve anlam içeriği yoğun bir yazıydı. Elinize sağlık.
YanıtlaSilInsanların içini dışına dişini da içine çevirmek gerek. O zaman herşey ayan beyan ortaya çıkacaktır. Ki ahirette de olacak olan budur. Ruh bedeni sarar, beden içte kalır. Su an ise beden dışta ve içimizdeki pisliklerin görülmesini engelliyor. Arınmak zorundayız. İnsan olmak herkese nasip değil..
Hocam güzel ve anlam içeriği yoğun bir yazıydı. Elinize sağlık.
YanıtlaSilInsanların içini dışına dişini da içine çevirmek gerek. O zaman herşey ayan beyan ortaya çıkacaktır. Ki ahirette de olacak olan budur. Ruh bedeni sarar, beden içte kalır. Su an ise beden dışta ve içimizdeki pisliklerin görülmesini engelliyor. Arınmak zorundayız. İnsan olmak herkese nasip değil..
Keşke derslerde böyle olsaydı :=)
YanıtlaSilIn Fear the Boom and Bust, John Maynard Keynes and F. A. Hayek (Türkçe altyazı mevcut)
http://dotsub.com/view/63fa17f9-51e9-4339-bd5e-501f7703676d?utm_source=player&utm_medium=embed
Cehennem nerede bilmem ama 2014 yazında İstanbul'da cehennemi yaşamak istemiyorsak, imkanı olan su deposu koysun evine. Evin tesisatına bağlayacağınız 300 - 500 lt lik bir depo kısa zamanlı programlı kesinti olursa çok işinize yarar.
YanıtlaSilGerçi İstanbul'da durmazsınız sizler kaçarsınız yazlığınıza, yayla evinize. Zaten böyle bir çağrıyı yetkililerden duyarız, yine 2008 de olduğu gibi. "İmkanı olan İstanbul'da durmasın" diyecekler. "Sizin için gidiyorum" dersiniz şehirde kalanlara, ne konforunuzdan ne de asaletinizden ödün vermeden, gidişiniz bile bir başka.
cehennem nerede bilmiyorum ama kesin Adanaya yakın bir yer.
YanıtlaSil