Fiyat, Faiz, Kur Derken Asıl Meseleyi Kaçırıyoruz

Ekonomi her zaman doğru ya da eğri, sağlam ya da zayıf denge halindedir. Bütün mesele bu dengenin istenen denge olup olmadığı meselesidir. Bir ekonominin düzgün denge şartlarının başında fiyatların doğru belirlenmesi gelir. Fiyatlara müdahalelerin olduğu ekonomilerde yokluklar, kuyruklar ve karaborsa oluşur. Eğer bir malın fiyatı o malın değerinin altında ise o mala talep yüksek olacağı için piyasada bulunmaz olur. Bu durumda üreticiler/satıcılar o malı piyasadan çekip tezgah altından karaborsa fiyatıyla satmaya başlarlar. Aslında o anda karaborsa fiyatı gibi görünen fiyat çoğu kez o malın (olması gereken) gerçek fiyatıdır. Fiyatların doğru belirlenmediği bir ekonomide doğru denge kurulamaz.

Ekonominin düzgün denge şartlarından ikincisi faizlerin doğru belirlenmesidir. Borç verilip alınan parayı bir mal olarak kabul edersek bunun fiyatı da faizdir. Faizin enflasyon kadar olması demek domates üreticisinin pazara getirdiği domatesi maliyetine satması sıfır kazanç elde etmesi demektir. O nedenle faiz, normal koşullarda enflasyondan yukarıda oluşur. Bir ekonomide faizlerin doğru belirlenmesi tasarrufları, tüketimi, üretimi, yatırımları, yabancı sermaye girişini ve sonuçta kaynak tahsisini etkiler. O nedenle doğru belirlenmesi çok önemlidir. Eğer hiçbir müdahale olmasa faizler piyasada arz ve talep koşullarına göre doğru noktada dengelenir. Ne var ki merkez bankaları, para politikası uygulamasıyla faizler üzerinde etkili olurlar ve faizleri yönlendirirler. Bu yönlendirme bazen doğru bazen yanlış sonuçlar verir.

Üçüncü koşul kurların doğru belirlenmesidir. Dövizi de mal gibi kabul edersek, normal koşullarda dövizin fiyatı olan kur da piyasada arz ve talep koşulları çerçevesinde belirlenir. Ne var ki tıpkı faizde olduğu gibi kurda da merkez bankalarının doğrudan ya da dolaylı müdahaleleri söz konusu olur ve kurun belirlenmesi piyasa dışındaki etkiler altında kalır. Merkez Bankaları döviz alım satımları yaparak piyasada dövizin kıtlaşmasına veya bollaşmasına neden olur ve geçici olarak da olsa kurların düşmesine ya da artmasına yol açabilir.

Eğer hiçbir ülkenin merkez bankasının ya da maliye politikası uygulayan otoritesinin müdahale etmediği bir küresel sistemimiz olsaydı bütün dengeler yerli yerine oturur, piyasa koşulları her ülkeyi kendi gücüne ve yönetimine göre bir dengeye getirirdi. Ne çare ki durum böyle değil. Herkes, sistemden daha fazla pay almak için fiyatlara, kurlara, faizlere müdahale ediyor.

En yüksek çıkarı elde etmek, pastadan en büyük payı kapmak için yarışılan bir küresel sistemin içinde olan herkes aynı akıntıya kapılıyor. Bazen üretimi, yatırımı, tasarrufu tümüyle bir kenara bırakıp sadece fiyat (enflasyon), faiz ve kur konuşur, tartışır hale geliyoruz. Bu durumda üretim, teknoloji, bilim gözden kaybolup gidiyor. Oysa işin özü orada yatıyor. Biz işin üst yapısını konuşuyoruz. Oysa alt yapısı olmayan bir sistemin üst yapısı olmaz.

Üst yapı doğru kurulamazsa ekonomi sendeler, bocalar hatta yıkılabilir. Bir ekonomide üst yapıyı doğru oluşturmak için fiyat, faiz ve kur ilişkisini doğru oturtmak gerekiyor. Bu ilişkileri doğru kurarak yapılan yeni bir ekonomik organizasyon her zaman ekonomiyi bir miktar toparlar ve ileri götürür. Bu dediğime yakın geçmişten bir örnek verebilirim. Özal iktidara geldiğinde ekonominin yatırım ihtiyaçları içinde olduğunu gördü, kamu yönetimini borçlanmada yeni bir düzene geçirerek (her hafta ihale yoluyla borçlanma) verginin boşluğunu borçlanmayla doldurdu ve kamu harcamaları yoluyla ekonomiyi yeni ve daha yüksek bir dengeye taşıdı. Ne var ki borçlanmayla büyüme modelini sonsuza kadar yürütmek mümkün olmayacağı için bir süre sonra sistem büyük bütçe açıkları vererek teklemeye başladı. Yapısal reformların pek çoğu yapılamadığı için altyapı ile üstyapı uyumsuzluğu sorunu ekonomiyi aşağıya çekmeye yöneldi ve 1994 krizinin altyapısını hazırladı.     

Üst yapıyı doğru oluşturan bir organizasyon yapmak bir ekonomiyi sürekli ileri götürmeye yetmez. Ekonomiyi sürekli ileri götürebilmek için alt yapıyı da doğru oluşturmak gerekir. Yarışa bizden çok geride başlayan Güney Kore, Singapur, Tayvan teknoloji merkezi olurken biz bu aşamaya hiç gelemedik. Çünkü onlar yapısal reformları doğru anlayıp uyguladılar biz çoğu kez anlamazdan geldik. Bu ekonomiler başta ABD olmak üzere gelişmiş batı ülkelerine her yıl yüzlerce öğrenci yolladılar. Bu öğrenciler aldıkları eğitimi kendi ülkelerine taşıdı. Kimi hoca olarak ülkedeki gençlere bu bilgileri aktarırken kimisi de laboratuarlara, araştırma üslerine girip uygulamaya geçti. Ülkede eğitim kalitesini, araştırma – geliştirme yeteneğini yükselttiler. Batıdaki gibi analitik ve sorgulayıcı eğitime geçtiler. Ve sonunda onları geçmeyi başardılar. Yıllardır PISA testlerinde bu ülkelerin öğrencileri ilk sıraları paylaşırken bizim çocuklar son sıralarda yer alıyor. Çünkü verdiğimiz eğitim asla sorgulayıcı, analitik düşünmeyi geliştirici bir eğitim değil. Çünkü toplumun önemli bir çoğunluğu soru soran, analiz yapan, tehlikeli olabilecek düşünceler geliştiren öğrenci sevmiyor. Onlar büyüklerinin sözünü dinleyen, fazla soru sormayan, birçok konuyu baştan kabul etmiş, başkaldırmayan öğrenciler görmek istiyor. Böyle bir ortamdaki öğrencinin çoğunun derdi ise araştırmak, bulmak, geliştirmek, yapmak değil üniversiteye girip mezun olmak ve büyüklerinin gözüne girip ücretli çalışılacak bir iş bulabilmek. Rol modelleri arasında bilim adamları, filozoflar, devlet adamları bulunmayan bir öğrenci kitlesi açısından bundan daha doğal ne olabilir ki? Böyle bir eğitim ortamında buluş yapmak, beste yapmak, teknolojiye katkı yapmak istisna haline geliyor. Ve ne yazık ki istisnalar kuralı bozamıyor.  

İstediğimiz kadar faizi indirelim, kuru çıkaralım ya da fiyatları istikrarlı tutmaya çalışalım başta eğitim sorunu olmak üzere yapısal sorunları çözmedikçe düzgün dengelere ulaşmamız da ekonomiyi orta gelir tuzağından çıkarıp daha ileri götürmemiz de mümkün olmaz. Buluş yapmayan, teknolojiye katkı yapmayan, marka yaratamayan, katma değer üretemeyen bir toplum eğitim sistemini her geçen gün biraz daha bilim dışına taşıyarak orta gelir tuzağından çıkabilir mi? 2023’de nasıl bir mucize olacak da biz dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğiz?

Mucizeler masallarda olur. Bilimde mucizeye yer yoktur.

Yorumlar

  1. Çok teşekkür ederim Mahfi Hocam, yorumlarınız ufuk açıci.

    YanıtlaSil
  2. Hocam hep diyorsunuz yapısal reform yapısal reform biliyorum siyasi içerikli yazı yazmazsınız ama bu yapısal reformları neden yapamıyoruz. Mevcut hükümetten çok öncesine dayanıyor ve mevcut hükümette çok güçlü olmasına rağmen yapmıyor/yapamıyor. Acaba ülke insanı olarak sıkıntının ana sebebi bizlerin mizacı mı? Çok övündüğümüz tarih yazan millet olarak biz neyi nerede eksik yaptıkta tarihte önemli devletler kuran dünya siyasetine yön verebilen topluluklardan 2023 de ilk 10 a girmeyi bile hayal edemeyen toplum olduk?

    Yapısal reformlar neden ve niçinlerle yapılamıyor tarzında bir yazı talep ediyorum tüm öğrencileriniz adına saygı ve sevgilerimle hocam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu sorunuzun yanıtı aslında yukarıdaki yazının içinde gizli. Biz soru soran, büyüklerine başkaldırabilen öğrenciler istemiyoruz. Bu biraz da inanç sistemimizden geliyor. Öyle olunca eğitimi analitik çerçeveye oturtamıyoruz. Yapmamız gereken ilk yapısal reform bu. Bunu yapamayınca ötekiler de yapılamıyor zaten.

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  3. Hocam çok güzel bir yazı daha kaleme almışsınız, Teşekkürler

    YanıtlaSil
  4. Ekonomist değilim ancak yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Eldeki verilerle mevcut durumun açıklanmasından çok vizyon içeren yazılar ilgimi çekiyor. Bu nedenle eğitim sistemi ve analitik düşünce ile bilime katkı ve teknoloji üretimi konusundaki tespitleriniz çok önemli. Bu kadar basit ve anlaşılabilir yazdığınız için teşekkürlerimi sunuyorum. 2023 te mucize yaratma konusuna gelince referansı bilim olmayanlar 2023 te ancak gelir dağılımında daha fazla adaletsizlik, daha fazla yoksulluk, daha fazla ön yargı ve daha fazla ayrışma üretebilirler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. 2023 konusunda ben de aynı kanıdayım.

      Sil
  5. Hocam, şimdiki çocuklara hakikaten acıyorum. Gariplerin her sene değişen kaç tane sınava girdiği, bu sınavlara hazırlanmak için hangi kurslara gittiğini takip etmek dahi mümkün değil.

    Ben eğitim sistemimizi değerlendirirken basit bir örnekten yola çıkarak durumu açıklıyorum, 7-8 sene İngilizce dersi gören bir Türk öğrenci 'How are you?' dediğinizde ya da yolda bir yabancı kendisine 'How can I go to this location?' diye sorduğunda eli ayağına giriyor. Biz eğitim adı altında ne yapıyoruz, hakikaten çözmek imkansız... Kaliteli eğitim veren bir yatılı devlet okulunda okuma imkanına sahip oldum ve umarım Türk eğitim sistemi aktörleri benim okulum ve benzerlerinin tepesine binmeye çalışacağına sayısını arttırma yönünde gayret eder.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet mesele böyle ne yazık ki. Biz kaliteli okulları kalitesizlerle eşitleyerek çözüme ulaşacağımızı sandık.

      Sil
  6. bildiğim kadarıyla Asaf hoca şu sıralar bir yerde yazmıyor..yazsaydı faiz indirimini desteklerdi.onun görüşleri çoğunluğa biraz aykırı düşer genellikle..mevduat faizi bugün 9.60'a düşmüş, neti 8, enflaysonsa malum..resmen negatif faize geçtik..bugüne kadar bankadaki paramızın değerini iyi kötü koruyacak kadar faiz alıyoruz diye teselli buluyorduk..bundan sonra emekli maaşımdan tasarruf ederek (!) bakkadaki parayı koruyacağız anlaşılan..siyasete dönme sinyali veren abdullah gül, Türkiye'yi orta gelir tuzağından kurtaracağız demiş..kurtarsın da görelim bakalım nasıl yapacak?..imam hatiplerin sayısını daha da mı arttıracak ne yapacak merakla bekliyoruz

    YanıtlaSil
  7. İyi de;tamam, altyapıda yanlış yapılmış.Bunu bugün düzeltmeye kalksanız en erken sonucu ne zaman alırsınız?

    Bu düzeltmenin üst yapıdaki sonuçları ne olur?

    Yapısal reformları yapmadık diyelim,zaten şu anda yapmak mümkün değil.Kriz olmadan hiç bir şey yapılamaz.Mevcut durum daha ne kadar sürdürülebilir?

    Yazdığınız yazıdan çıkan sonuç,mevcut uygulama sürdürülemez,kriz olur diyorsunuz. Peki olacak krizin sonuçları ne olacak?

    Netice itibariyle biz faiz,kur ve enflasyonu konuşmak zorundayız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ve bunları konuştukça yapısal sorunlar büyür büyür ve büyür, sonunda kriz çıkar ve yapısal sorunları krizle çözmek zorunda kalırız. Tıpkı bankacılık meselesini 2001 krizi sonrasında zorunda kaldığımız için çözdüğümüz gibi.

      Sil
  8. Kırmızı başlıklı kıza verilen elma gibi. Cadı, elmayı kurtsuz, cazip ve zehirli hale getirmek için BİLİMİ kullanmıştı. Albert Einstein'ın insanlığa sunduğu atom bombasının bence o kızıl elmadan farkı yok. Bilimin kendisi ve sonucu bizatihi mucizenin ta kendisi değil mi. Binlerce yıl durağan gibi algılanan insanlık tarihi son 200 yıl içinde mucizevi bir şekilde atılım göstermiş sanki uykudan uyanıp mağara dışına çıkmış. İlim ve fendeki değişim ve etkisi mucize değil mi ? Mucize eğer olağan dışı oluşumsa biz bunu bilim insanlarına borçluyuz.
    İlminizin size sunduğu bakış açısı bize yol gösterecekse, yukarıda yazdığınız 4.paragrafın sonunda "Herkes, SİSTEMden daha fazla pay almak için fiyatlara, kurlara, faizlere müdahale ediyor." demektesiniz.
    Ben hepsini toplayıp yorumladığımda, bu sistemin ve dayandığı yapının bu topraklar üzerinde yaşayan bizler ve nesillerimiz için tehlikeli olduğu kesindir. Bu tehlike bir çok unsurla halkın çoğunluğunu rahatsız etmekte ise sosyal bilim bu devletin varlığı ve sürekliliği için ne demekte acaba ? Kanserimiz hangi seviyede sizce ? Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hastalığın seviyesi oldukça yüksek. Daha kötüsü teşhis sorunlarımız var.

      Sil
  9. Hocam konu ile alakasız olacak ama sadece bir malın satildigi ve o malın da ithal edildiği ülkede şu soruyu cevaplayabilir misiniz? Malın ithal fiyatı 20 birim vergiler 5 birim kar 2 birim olsun.Bu hayali ülkedeki GSYIH nedir?BEn 7buldum doğru mudur acaba? yani aslında sorum şu ithal edilen ürünlerde GSYIH ye net katkı aradaki vergi ve kar payı midir?cevaplarsaniz çok sevinirim....

    YanıtlaSil
  10. Ülkemiz şunu da başarabilmeli; evet, eğitim kalkınmanın olmazsa olmazı.Sonuç vermesi de yıllar alacak. Ve bizim işte bu sürede boş durmamamız lazım. İyi bir örnek olur mu bilmiyorum ama, bir torna mezununu ünlü bir şarkıcıya dönüştüren bu ülkenin, kalifiye olmayan bir işçiyi de mucide dönüştürmesi gerekiyor:) Eldeki imkanlarla, imkansızı da başarmamız gerekiyor. Aslında uyuyan, uyandırılmayı bekleyen bir yanımız var, fırsatlarımız var. Bir yol göstericiye, tarafları buluşturucuya, imkanları anlatıcıya ihtiyacımız var.

    Birimizin iş yapacak bir fikri var, ama işlenmemiş bir hammadde. Bunu işleyebilecek bir ustaya, ustalara ihtiyaç var.
    Fikir sahibiyle (girişimci) ustaları (uzmanları) buluşturacak bir yapıya ihtiyaç var.
    Bu kişinin cesareti yok, aptal cesareti aşılamayacak yol gösterecek kurumlara ihtiyaç var.
    Bu kişinin sermayesi yetersiz, bir şekilde bunu giderecek oluşumlara ihtiyaç var.
    Yani kömürü köze dönüştürecek bir yapıya ihtiyaç var.

    Elbette en başta girişimcileri bu ülkenin ihtiyacı olan alanlara, sektörlere yönlendirecek bir otoriteye ihtiyaç var.

    Birinci sıkıntı, şu anda gençlerimizin hepsi devlete kapağı atmaya çalışıyor. Ömür boyu iş garantisine ulaşınca, bir araba, bir ev alma uğraşına girecek. Yani hedeflerinde bir ülkenin geleceği yok.
    Devleti düşünmeyenler, bir bankaya. Onlarında derdi devletçilerle aynı.
    Bir kesim şarkıcı, futbolcu, oyuncu olma telaşındalar. (Küçümsemiyorum, geçerli meslekler)
    Geride kalanlar eldeki imkanlarla yaşam mücadelesi verme içerisindeler.

    İşte bu yapıyı kıracak bir fikre ihtiyacımız var.

    YanıtlaSil
  11. 2023 vizyonumuz da aslında ciddi bir biçimde tartışılması gerekiyor. Bu yolda oluşturulan Girdi Tedarik Stratejisi (GİTES) vizyonumuz kadar önemli bir belge. 2012 yılında yayınlanmış olduğu halde, hangi aşamada, ne kazanımlar elde ettik bilinmiyor. Her kesimin sahip çıkması, takip etmesi gerekiyor bence.

    2023 vizyonumuzun 500 milyar USD ihracat hedefi çok iyi, ama aynı vizyonda yer alan 650 milyar USD lik ithalatı görünce, bunun bir vizyondan çok güncel halimizin rakamsal artmış hali olduğunu anlıyorum. Demek ki 2023 yılına kadar ve sonrasında da dış ticaret açığı vermeye devam edeceğiz.

    Tabi kurtarıcı olarak sunulan hizmetler dengesi 150 milyar usd fazla verirse problem yok Ama bu denge nasıl oluşacak? Bunun için hangi çalışmalar yapılacak?

    YanıtlaSil
  12. Ve bu arada dünya boş durmuyor. Her ulus karşı bir atak içerisinde, ya varolma derdinde ya da dünyaya hükmetme.

    ABD ile AB arasında imzalanacak bir serbest ticaret antlaşmasının dışında kalması halinde Türkiye'nin yıllık takribi 20 milyar USD kaybı olacağı hesaplanıyor. ABD ile ilişkilerimiz malum durumdayken, AB nin diğer serbest ticaret antlaşmalarında bizi dikkate almadığı hususunu akıllarımızdan çıkarmazken bu kaybı nasıl önleyeceğiz?

    Bir makalede, Çin'li yatırımcıların ülkede yükselmeye başlayan işçilik ücretleri sebebiyle yatırımlarını afrikaya kaydıracağını yazıyordu. Coğrafi avantajımız sayesinde rekabet üstünlüğümüz olan bölgelerde de bu avantajımızı yitireceğimiz görülüyor. Kaldı ki Çin'den Avrupaya uzanacak bir demiryolu ağı projesine başlanmış durumda.

    Tüm bu gelişmeler ışığında kriz yakın bir gelecekte kapımızda olacaktır. Bununla baş edebilmenin yollarını bulmalıyız. Başka da bir çaremiz var mı?

    YanıtlaSil
  13. Yüksek katma değerli teknoloji ürünlerde uzmanlaşma da çok önemli. Bu teknolojik ürünleri ihracat etme aşamasına gelebiliriz ama ülkede kalacak katma değer düşük kalacaktır. Yanılıyor olabilirim. Düşüncem şu şekilde;

    Rakip bir cep telefonu markası yarattınız;
    - Ülke içinde marka haline gelmiş ulusal mobil bir işletim sisteminiz yoksa, bunu ithal edeceksiniz demektir.
    - Bu cep telefonların, bilgisayarların bir çipi oluyor. Bu teknolojiye sahip değilseniz, bunu da ithal edeceksiniz.
    - Fiyat avantajı sağlamak istiyorsanız, bunu Çin, Tayvan, Hindistan gibi ülkelerde üretmeniz gerekiyor. Yani o üretim değeri o ülkenin ulusal katma değerine yazılacak.
    - O tesisler için ihtiyaç olacak makine ve cihazları üretecek sermaye malları alanında uzmanlaşmış sektörünüz yoksa onları da ithal edeceksiniz.

    Geriye kalan katma değer girişimci, üst düzey yöneticler ile şanslı bazı kesimler arasında paylaşılacaktır. Elbette kazançlar ülkemizde değerlendirilirse bizde dolaylı yoldan kazançlı çıkarız. Haksızlık etmeyelim, daha fazla kazançlı çıkarız. Ama ülke içindeki istihdama direkt bir katkısı çok fazla değil.
    Ama ülkemiz büyük bir ülke bu kazançlara da çok ihtiyacımız var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katkılar için teşekkür ederim. Hepsi de çok önemli noktalar.

      Sil
  14. Yazılarınızı büyük beğeniyle takip ediyoruz Mahfi Bey. Ekonomi, iktisat o kadar çok verilerle dolu ki, bu derya içerisinde bırakın yönünüzü, denizin altında mıyım, yoksa üstünde miyim'i tespit edebilmek çok zor. Siz bizlere bu imkanı tanıyorsunuz. Ayrıca yazılarınız, sizinle aynı düşüncede olmayanlar için bile, bir fikrin nasıl anlatılması hususunda yol gösterici nitelikte.

    YanıtlaSil
  15. Hocam faiz indirimi az miktarda olsa da su an tl degerleniyor borsa yikseliyor bunin sebebi ulkemizde hala faizlerin seviyesinin yuksek olmasi midir diger ülkelere nazaran

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet öyle. Ayrıca dolar ve euronun kendi aralarındaki denge de etkiliyor.

      Sil
  16. bir nevi şeriat ülkesi olan Malezya'da bile yüksek teknolojinin katma değer içindeki payı %11,2 iken Türkiye'de bu oran %2,6 (Tayvan, İsrail, ABD, Kore, İrlanda gibi ülkelerin yanına bile yaklaşamıyoruz zaten) ama olsun bizim 3. hava alanımız, 3. köprümüz var. tüm dünya bize karşı birlik olmuş bu projeleri engellemeye çalışıyor ama kaya gibi sağlam milli irade karşılarında. kıskananlar çatlasın :))

    YanıtlaSil

  17. Hocam gene taşı gediğe oturttunuz tebrik ederim.. peki hocam Türkiye'deki yapısal sorunları çözebilmek için neden bir ekip oluşturmuyorsunuz? dediğiniz gibi eğitim, ar-ge, altyapı, güçlü bankacılık alanlarında çözümler üretebilecek akademisyen ve aydın kadromuz var ve bence bunu liderliğini sizin gibi birinin üstlenmesi gerektiğini düşünüyorum.. tekrardan saygılar hocam...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.
      Bu dediğinizi yapabilmek için talep olması lazım. Bunu talep eden birileri var mı? Olsa zaten bize ihtiyaç olmadan bunu yaparlar.

      Sil
    2. Mahfi Bey,

      "Bilim insanı" kimliğinize güvendiğim için samimiyetle soruyorum. Yanlış anlamayacağınızı umuyorum.

      "...öyle bir kriz ülkeyi perişan edeceği için diyemiyorum". - "diyemiyorum." ile cümlenizi bitirdiniz.

      Varsayalım ki dediniz.

      Bunu "bilim yolu"nun ne gösterdiğini ispat etmek için dediniz, fırtınalar yaratmak için değil! Ama sonuçta fırtınanın, faizler düşünce geldiğini biliyoruz!

      Ülkeyi krize sürükleyeceğini bildiğiniz halde, faizlerin %5'e (geçmiş yazılarınızdan birinde "%3" oranından da bahsetmiştiniz) indirilmesinin ardından dünyanın kaç bucak olduğunu anlamaya başlayacağımız uyarısını yaptınız.

      Faizlerin %5'e düşürüldüğü ve fırtınanın başladığı bir ülkede sizlerin, en azından sadece akademiden elde ettiği gelirle hayatını sürdüren bir "Mahfi Eğilmez"i (CNBC-e programlarınızdan elde ettiğiniz gelir, kitaplarınızdan elde ettiğiniz telif kazanımları, ve hatta bakmakla yükümlü olduğunuz ailenizi konu dışında tutarak; sadece tek "siz" olarak) temel alarak sorumu inşa edersem; yukarıdaki uyarıyı "bilim" içinde kalarak yapıyorsunuz, yani uyarıyorsunuz. Peki fırtına başlayınca bundan siz de etkilenmeyecek misiniz? Tabii ki etkileneceksiniz. Akademiden aylık aldığınız maaş "80 birim" ise, fırtınadan sonra "40 birim" almaya başlayacaksınız. Ücretlerde yaşanan düşüşü sadece örneğin merkezine şahsınızı koyarak aktarıyorum ama her tür mal ve hizmet sektörüne, istihdam piyasası içindeki her unsura yayabiliriz. (Ücret miktarlarının yukarıda bahsedildiği gibi fiziki bir düşüş geçirmesi gerekmiyor. "Paranın satın alma gücünün düşmesi" de aynı kapıya çıkar. Konuyu daha çatallı hale getirmemek için direkt "ücretlerde & maaşlarda fiziki düşüş" örneğini baz aldım.)

      Fırtınayı başlatmamak için hangi direnç noktalarının kırılmaması gerektiği ile ilgili uyarıyı yapan "bilinçli" bir akademisyen olduğunuz halde, fırtına başladıktan ve gelirinizde yaşanan düşüşten sonra (hemen veya üzerinden belli bir süre geçtikten sonra; bu "süre" konusu şahsınızın tüketim ve tasarruf alışkanlıkları ile ilgili) yaşamsal faaliyetlerinizi devam ettirmek için daha fazla paraya ihtiyacınız olacak. Bu aşamada belki "yeminli mali müşavir" hüviyetinizi kullanarak "Eğilmez Mali Müşavirlik Hizmetleri" adlı bir şirket kurarak müşteri kazanmaya, belki de bambaşka bir sahada "hayatınızı idame ettirmek için para kazanmak uğruna" didinip duracaksınız.

      Şahsınız üzerinden verdiğim örneği diğer sektörlere yayabiliriz.

      Bir makine mühendisi, fırtına sonucu mali yönden daraldıkça matematik öğretmeni olmak için çırpınıp durabilir.

      Bir giyim mağazasının genel müdürü, fırtına sonucu mali yönden daraldıkça tezgahtarlık yapmak için çırpınıp durabilir.

      Bir AVM'de "özel güvenlik personeli" olarak çalışan kişi, fırtına sonucu mali yönden daraldıkça halk pazarında meyve & sebze satmaya başlayabilir.

      ...
      Örnekler çoğaltılabilir.

      Yukarıda:

      "Bu dediğinizi yapabilmek için talep olması lazım. Bunu talep eden birileri var mı? Olsa zaten bize ihtiyaç olmadan bunu yaparlar."

      cevabınız üzerine şunu soruyorum:

      Biraz "radikalleşmek" gerekmiyor mu? Radikalleşmekten kastım, elimize geçirdiklerimizle mağazaların camlarını/çerçevelerini aşağı indirmek değil.

      Burada size bir "yegane kurtarıcı" özelliği yüklemiyorum. Ama radikalleşmek derken de neyi kastettiğimi yukarıda yazdıklarımdan sonra daha yakından anladığınızı sanıyorum.

      En azından "bilim yolu" içinde kalarak topluma uyarı vasfını yerine getiren sizin gibi akademisyenlerin (emin olun tek başına değilsiniz) bir nebze radikalleşmesi toplumun bütünü için iyi bir işaret olmaz mı?

      Sil
    3. Ben bilim adamının bildiği doğruları anlatması gerektiğine inanıyorum. Bunu yapmaya çalışıyorum. Bundan ötesi taraf olmak oluyor ve bilim adamı kimliği bitiyor. Zaten insanlar istediğiniz kadar objektif olun bilimsel bir konuda örneğin faiz konusunda onların şartlanarak edindiği düşüncenin dışında düşünce öne sürdüğünüzde bile sizi damgalıyorlar.

      Sil
  18. Yazınız için çok teşekkürler. Çok isabetli olmuş. Ben nüfus artışının gelişmeye olan etkilerini merak ediyorum. Bizim gibi nüfus artışı yüksek olup gelişmiş ülke olan ülke var mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.
      Çin de hızlı gelişiyor ve nüfusu da artıyor. Gerçi onlar çocuk sayısını sınırladılar ve artışı kontrol altına aldılar.

      Sil
  19. Mahfi bey yazınız için teşekkürler. Mevcut Durum ancak bukadar güzel izah edilirdi. Eklemek istediğim eğitimli insanları elde tutabilmek ve disardanda eğitimli insan çekebilmek için herkese eşit ve herkesin kendini güvende hissedecegi bir hukuk sistemi de çok önemli

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Eğitim, demokrasi, hukuk sistemi hepsi gerekli. Eğitimi düzeltirsek ötekiler de düzelir diye düşünüyorum. Çünkü aslında geri sayılmayacak bir hukuk sistemimiz var. Ama uygulama yok.

      Sil
  20. - Büyük Kulüp (Cercle d`Orient, 1882) - http://www.buyukkulup.org.tr/ - Ne güne duruyor?

    - TÜSİAD ne güne duruyor?

    - MÜSİAD ne güne duruyor?

    - TUSKON ne güne duruyor?

    Yukarıdaki oluşumlar; Türkiye özel sektörünün en büyük toplulukları.

    Bu oluşumlar; bu ülkenin menfaatlerini düşünerek mi hareket ediyor?

    Yoksa sadece kendi organizasyonlarına üye olan şirketlerin hedeflerini ülke genelinde baskın kılmak için mi mücadele veriyor?

    Sadece gelen-giden hükümetlere göre pozisyon alıp; kâr marjlarını bir diğer oluşuma kaptırmamak için mi mücadele veriyor?

    Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de amansız bir klanlaşma, amansız bir hizipleşme var!

    Mahfi Bey’in sayfalarında da ara ara bu hizipleşme emarelerini yorumlara bakınca daha açık görebiliyoruz.

    ABD’de bir Demokrat Parti üyesi, kendisiyle röportaj yapan gazetecinin sorusuna şu yanıtı vermişti.

    Gazeteci Koch Industries’in ABD siyaset arenasındaki gücünün hangi seviyelerde olduğu ile ilgili bir tahmin yürütmesi için parti üyesine sorusunu ilettiğinde şu cevabı aldı:

    ABD’de siyasi partilerin asli vasıflarını kaybetmesinin üzerinden bırakın birkaç yılı; on yıllar geçti, siz neden bahsediyorsunuz hanımefendi! Günümüzde, bu ülkede, Sermaye’nin önünde kim en hızlı diz çökerse artık o parti; Temsilciler Meclisi’nde ve Senato’da çoğunluğu kazanır, ve hatta başkan bile seçtirirler!

    Emin olun benzer hizipleşme; yazıda geçen Güney Kore, Singapur, Tayvan gibi bizlere (ne kadar parlak bir kalkınma gösterdiler) sözüyle yutturulan ülkelerde de var!

    Türkiye’ye dönersek, yukarıdaki toplulukların sultasından geçmeyen hiç bir girişimci üniversite öğrencisi, hiç bir yurtdışında en iyi üniversitelerde master yapmış girişimci kişi ve diğerleri bu ülkede kolay kolay inovatik bir ürün üretemez; ilk önce onların inisiyasyonlarından geçmeye mecburlar!

    Yukarıdaki topluluklar misyonlarını tamamladıklarını bir an önce anlamazlarsa; mayıs 2013’te Taksim’de başlayan o dalga, özellikle FED’in faiz arttırım sinyallerini daha kuvvetli yaymaya başladığı dönemde GOÜ’lerin büyük bölümündeki ekonomiler çalkalanmaya başladığında, bir fırtınaya dönüşüp o toplulukları ortadan kaldıracak!

    2001 krizinde akılda kalan karelerden biri Ecevit’e karşı protesto için yazar kasa fırlatılması idi. Günümüz ekonomisi bu ritimde devam ederse, yaklaşmaka olan o fırtına artık kime karşı neler fırlatır, tahmin etmek bile istemezsiniz!

    Not: Bu arada o yazar kasayı fırlatan kişi 2009’dan itibaren Hayati Yazıcı (Gümrük ve Ticaret Bakanı) ile temas kurmuş; ekmek parası kazanabilmek uğruna bir iş için!

    YanıtlaSil
  21. Merhabalar hocam oncelikle yazilariniz icin cok tesekkur ederim. Ayrica sizden bir istegim olacak iibf mezunuyum ve kurum sinavlarina hazirlaniyorum bana mulakatlarda yardimci olabilecek ekonomi bilgimi gelistirecek ders kitap larindan ziyade farkli kitaplar onerirmisinz simdiden tesekkur ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.
      Okumadıysanız Daron Acemoğlu'nun Ulusların Düşüşü kitabını okumanızı öneririm.

      Sil
  22. Hocam rahmetli Erdoğan alkin hocanın kitabında şöyle bir ibare geçiyordu tam açıklığa kavuşturamadım "dış finasman. Kaynakları yada bir başka değilde dış borçlar, bir yandan tasarruf yetersizliğini gidermekte öte yandan kalkınma için gerekli ithalatın yapılmasına olanak vermektedir.tasarruf yetersizliğinin dış kaynaklara gerek duyulmaksızın giderilmesi ülkenin tasarruf oranını artırmasına bağlı diyor "
    Yani hocam burdan şunu mu anlamalıyım Türkiye içeride tl cinsinden harcamaları yapabilmek için bile Türk bankalarında yeterince tasarruf birikmediğinden dolayı yurtdışı kaynağa başvuruyorlar ve bunu bozdurup merkez bankasında tl kredisi olarak veriyorlar. Eğer tasarruflar artarsa tl kredisi için bile dışardan borçlanılmaya gerek kalınmayacak . Hocam burdan bunumu anlamalıyım Erdoğan hoca kastetti acaba yardımcı olursanız sevinirim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet doğru anlamışsınız.

      Sil
    2. Benim burdan anladigim yabancılar bize mallarını satmak için önce paralarını satıyorlar.

      Sil
  23. Hocam bugune kadar yayinlamis oldugunuz tum yazilariniz icin size cok tesekkur ediyorum. Sayenizde okulu terkar tekrar bitiriyor hergun yeni birsey ogreniyor yada yeni bir bakis acisi yakaliyoruz .Ben istatistik kokenli olup daha sonra Devlet Istatistik Enstitusu bize is veremedigi icin o anki firsatlar cercevesinde finans piyasasina gecmis ve yaklasik 1990 yilindan bu yana sektore emek vermekte ve halen mali ve idari isler alaninda yonetici olarak calismakta olan bir takipcinizim

    Hocam en can alici noktayi zaten ortaya koymussunuz . Bu gencler kimi rol model secerlerse toplum o yonde ilerleyecektir . Bilimde mucize olmadigina inanan ,tek ve gercek kurtulusun pozitif bilimlerde ileri gitmek oldugunu dusunen ,teknolojik gelisimden ve verimlilikten pay alamadigimiz surece baskalarinin oyuncagi olmaya mahkum oldugumuzu bilen zihni hur bir genclik yaratamadikca bu sarmalden cikamayacagimiz aciktir . Bu durumda sosyal devlet anlayisinin nerdeyse tamamen kayboldugu ,egitimde firsat esitliginin parayla olculdugu bir donemde eskiye yonelik bazi degerleri tekrar hatirlamaktan baska care kalmiyor . Eskiden fen liselerine ustun yetenekli hur dusunceli ailelerin cocuklari gidebilirdi , parasal imkani olmasina gerek yoktu yetenek tek seciciydi ama artik durum boyle degil malesef . Ar-ge destekli bir devlet politikasi ve ve bilimsel bir kalkinma planimiz olmadikca cozumden cok uzak kalacagimiz aciktir

    Saygilarimla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim.
      Ayrıca yazıya katkınız için de sağolun.

      Sil
  24. Hocam yazınız çok güzel yine, emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  25. Hocam, Merhaba !

    Elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş. Ülkemizde ne yazık ki bileni de bulanı da sevemedik hiç.Bu da sınıfsız toplum olmanın özelliği diye düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  26. mahfi bey konumuz değil ama,
    konut kredisinde 10 yıl vade mi yoksa 4 yıl vade mi daha mantıklı. bir türlü çözemedim. saygılar efendim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tümüyle sizin durumunuza ve tercihlerinize bağlı. Mesela ben pek borçlu kalmayı sevmediğim için 4 yıl vadeli borçlanırdım. Ama bu belki de en ekonomik seçim olmazdı. Yine de benim kafama uygun seçim olduğu için ben onu seçerdim. Size bağlı.

      Sil
  27. teşekkürler mahfi bey, iyi ki varsınız...

    YanıtlaSil
  28. [1. BÖLÜM]

    [Toplam 2 bölüm]

    Evet, doğru: “Mucizeler masallarda olur. Bilimde mucizeye yer yoktur.”

    “İktisat” disiplini; sadece “serbest piyasa ekonomisi”nin koyduğu kurallar değildir!

    Ekseriyetimiz ne yazık ki “serbest piyasa ekonomisi”nin koyduğu kuralların bilim olduğuna inanmaya devam ediyor!

    Bir beşeri disiplin olan “iktisat”ta;

    “Serbest piyasa ekonomisi” adlı ceberut sistemi ortadan kaldırıp,

    Daha adil,

    Daha müreffeh sistemlerin var olduğunu hatırlatmak için;

    Yine aynı “piyasa!” içinde faaliyet gösteren önemli bir kurumda çalışan kişinin kaleminden dökülenler:

    10 Haziran 2014

    Geçen yıl kaybettiğimiz Nail Satlıgan bu ülkenin yetiştirdiği en önemli sosyalist entelektüeller arasında müstesna bir yere sahipti.

    Burası bir ekonomi gazetesi. Ekonomi dediğimiz şey üretim, teknolojik ilerleme, verimlilik, yatırım, tüketim, değer ve bölüşüm gibi temel temalara sahiptir. Ekonomi aynı zamanda siyasal aritmetiktir. Ekonomi, her türüyle, “ekonomi politik” olmazsa tatsız bir teorisiz ölçüme, fenomenolojik bir fiyat, getiri, fon akımı hesabına indirgenecektir. Ekonomi sadece fiktif sermayenin, şiştikçe şişen finansallaşmanın yarattığı riskler ve getiri olanaklarıyla sınırlı bir tematiğe de sahip olamaz.

    Her şey para kazanmak da değildir aslında. “İnsan” önemlidir ve “özel türde bir entelektüel jimnastik” de olan ekonomi bize bunu hatırlatmalıdır. Tıpkı Nail’in unutulmaz anısının kalplerimize ve zihinlerimize seslendiği gibi.

    Türkiye’de mütevazı ve inançlı bir yaşam sürdü. Başka bir ülkede dünya çapında ismi olan, el üstünde tutulan, her türlü araştırma imkana sahip bir büyük aydın olarak farklı bir hayatı olabilirdi. Tanınmadığı için değil; Yurtdışında, yurtiçinde tanınır ve saygı görürdü. Ayrıca değer verdiği insanların hem saygısına, hem sevgisine sahip. Ama daha çok kullanabileceği çok niteliği vardı. Mesela birçok dili iyi bilirdi. Tevazu ve karşısındakine saygı, gençleri teşvik etme ve tepeden bakmadan yol gösterme, arkadaşça eleştirme özelliklerinin derin ve yaygın bir bilgi birikimiyle bu denli doğallıkla el ele gittiği bir Marksist entelektüel, inançlı bir sosyalist az bulunur.

    Nail’le ilk defa 1987’de tanıştım. Marksist ekonomi politik -yani “eleştirisi”- konusunda konuştuk: Transformasyon sorunu, “eksi değerler”, Cambridge sermaye tartışması, “Michio Morishima”, “John E. Roemer”... Bazı kaynaklar önerdi. “Neoklasiğin matematiksel pırıltısı aldatıcıydı”; “Analitik Marksizm fazla ‘Léon Walras’gil idi ve ona göre değildi”; “Zaten kaç kişiydik?”; “Yap ama özü unutma.”

    On yıl sonra tekrar karşılaştığımızda “neoklasik alet edavat kutusuna -- onun ifadesiyle ‘neoclassical instrumentarium’ -- biraz fazla bağlanmışsın ama özün ne olduğunu da biliyorsun” demişti. Ampirik çalışmak, ekonomi politiğin eleştirisine bağlılığı daha görünürde tutmak gerekiyordu. Krizler, iş çevrimi, sermaye birikimi, finansal köpükler... “Tekrar ‘Rosa Luxemburg’, ‘Mikhail Tugan-Baranovsky’, ‘Rudolf Hilferding’ okumalı” dediğimde gözleri parlıyordu. “Oku o zaman, yaz o zaman” diyordu, “ben eleştiririm.” Yıllarca arada bir beğendiği makaleleri gönderdi. Bazen de muzipçe “bu bana uymaz ama sen beğenirsin” diyerek önerdikleri vardı, ki ben de sanırım aynı muziplikle “o kadar da beğenmedim” diye cevaplar veriyordum. Son döneminde Kapital’in daha heyecan verici bir çevirisi için büyük bir katkıda bulundu.

    [Devamı 2. bölümde]

    YanıtlaSil
  29. [2. BÖLÜM - SON]

    Uzun süredir çeşitli hastalıklarla mücadele ediyordu. Bir gün, on yıl önce, ilaçların etkisiyle baygınlık geçirdiğinde şans eseri yanındaydık. Hastaneye götürdük. “Kamu hastanesi değil mi?” diyordu, “kamu başka.” Kamuyu bu derece kaybetmenin ne kadar yanlış olduğunu donanımlı bir sosyalist ekonomistten, büyük bir aydından daha iyi kim bilecekti? Üstelik kamu sektörünün sağlıkta, eğitimde, sanatta, araştırma-geliştirmede ne kadar kilit önemde olduğunu tüm gelişmiş kapitalist ülkeler asla unutmazken.

    Elbette Nail’in kamuculuğu çok daha farklı ve teorik bir kamuculuk idi.

    Evet, sermaye önemli, ama emek de önemli. Evet, teknolojik gelişme çok önemli, ama onu da insanlar yapıyor. Bu insanlara “beşeri sermaye” deniyor -yani nitelikli işgücü; sadece “mühendislere” denmiyor, sadece “doktorlara” denmiyor, sadece “öğretmenlere” denmiyor, sadece “vasıflı emekçilere” denmiyor.

    “Beşeri sermaye” bir bütündür. Şairleri, romancıları, eleştirmenleri, ressamları, heykeltıraşları, müzisyenleri, düşünürleriyle beraber bir bütündür. Bu bütünün özel bir parçası o ülkenin intelligentsia’sıdır. Bunlar yoksa hiçbir şey olamaz. Çöldür.

    Ama yanlış anlaşılmamalı: Nail özel bir türdendi elbette. En başta bu ülkenin Aydınlanma’cı, özgürlükçü, eşitlikçi insanlarının hafızasına kazındı ve en başta onlar onurlu yaşamından gurur duyulması gereken Nail Satlıgan’ı asla unutmayacak.

    Gündüz Fındıkçıoğlu

    Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Kurumsal Finansman ve Ekonomik Araştırmalar, Baş Ekonomist

    Dünya Gazetesi

    http://www.dunya.com/nail-satligan-156195yy.htm

    * Nail Satlıgan’ın yeni çevirisi (2005’de hayatını kaybeden Mehmet Selik ile beraber):
    “Kapital (Cilt I) - Ekonomi Politiğin Eleştirisi”
    Karl Marx
    5. baskı, Ekim 2013
    Yordam Kitap
    http://www.yordamkitap.com/book.php?bookId=140

    * Mehmet Selik’in çevirisi:
    “Kapital (Cilt II) - Ekonomi Politiğin Eleştirisi”
    Karl Marx
    2. baskı, Ekim 2013
    Yordam Kitap
    http://www.yordamkitap.com/book.php?bookId=182

    Aşağıda sayın Eğilmez’in yazdıkları ile beraber yorum pencerelerini sonuna kadar lütfen acele etmeden ve dikkatinizi vererek okuyunuz:

    a. Ahbap Çavuş Kapitalizmi:
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/ahbap-cavus-kapitalizmi.html

    b. Temel Yanılgılarımız:
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/temel-yanlglarmz.html

    c. Girişimcilik:
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/06/girisimcilik.html

    d. İİBF’de Bölüm Seçimi:
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/iibfde-bolum-secimi.html

    e. Küresel Krizin Çözümü İçin Maliye Politikasına İhtiyaç Var:
    http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/kuresel-krizin-cozumu-icin-maliye.html

    * Uyarı mesajı:
    Animasyon video:
    “El Empleo / The Employment / Hayatta herbirimizin görevi var; peki ama bu görevler ne?!”
    Süre: 7 dk
    http://vimeo.com/32966847

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birçok şeyi yeniden hatırlamama neden olan bu katkı için teşekkür ederim.
      Kapital'i önce Mülkiye'de öğrenci iken bölük pörçük okudum. Sonra yeniden ve daha sakine bir şekilde okudum. Her okuduğumda birçok şey öğrendim, konulara farklı pencerelerden bakmamı sağladı. Her zaman söylüyorum 20. yüzyıldaki birikimi sağlayan kişiler arasında üç kişin yeri çok farklıdır: Darwin, Marks ve Freud. İlki biyolojik çevremizi, ikincisi sosyal çevremizi, üçüncüsü de kişisel çerçevemizi anlamamıza büyük katkı yapmışlardır. Belki bu üçlüye Gordon Childe'ı da eklemek gerekebilir. O da sosyal çevremizi tarihsel süreçte yerli yerine oturtmamızı sağlamıştır.

      Sil
  30. Hocam çok popüler bir soru ama yine de sormak isterim.

    Faiz düşerse enflasyon düşer mi?

    Enflasyondan faize bir nedensellik ilişkisi mi vardır yoksa faizden enflasyona doğru bir nedensellik ilişkisi mi?

    Saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Genel olarak enflasyon neden faiz sonuçtur. Talep enflasyonu söz konusuysa bu kesinlikle doğrudur. Ama eğer bir ekonomide talep enflasyonu yok da maliyet enflasyonu varsa o zaman faiz sebep enflasyon sonuç haline dönüşebilir. Bizde şu anda geçerli durum bu iki enflasyonun birlikte bulunduğu bir karma enflasyon durumudur. Karma enflasyonun varlığı halinde de büyük ölçüde faiz, enflasyonun fonksiyonudur.
      Enflasyonu düşüremeyenler genellikle kabahati faize yüklerler.



      Sil
    2. Aşırı mı detaylı düşünüyorum bilemiyorum hocam ama acaba ülkeyi yönetenler karma enflasyonun detayını inceleyip maliyet enflasyonunun daha ağırlıkta olduğundan emin olabilirler mi? Zira kesin konuşmalar var.

      Siyasetten tamamen bağımsız düşünüyor ve net olarak hatırlıyorum ki sayın Başbakan: "Faiz neden enflasyon sonuçtur faiz düşerse enflasyon düşer dedik birilerine dinletemedik " demişti geçtiğimiz günlerde. Burada haklılık payı olabilir mi bir iktisatçı gözüyle?

      Bu arada iktisat mezunu bir bankacı olarak sizi ve yazılarınızı takip etmek büyük bir zevktir. Çok teşekkür ederim hocam.

      Sil
    3. Faizi düşürerek enflasyonu düşüreceğini daha önce Tansu Çiller iddia etmiş ve Hazine ihalelerini iptal ettirerek faizi düşürmeyi denemişti. İptal edilen 8. ihaleden sonra faiz bir miktar düşmüştü ama ardından ünlü 1994 krizi çıktı.
      Siyasetçilerin derdi bilimsel sonuçlar değil. Konut sektöründeki durgunluğu faizi düşürerek aşmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki haklılık payı yok.
      Keşke MB faizi 5 puan indirse de bir kriz daha çıksa ve bir daha kimse bu saçma teorinin peşine takılmasalar diyeceğim ama öyle bir kriz ülkeyi perişan edeceği için diyemiyorum.

      Sil
  31. Sayın Hocam,

    Birkaç hususu merak ediyorum. Daha önce belirttiğiniz üzere objektif olmak pek işe yaramıyor.
    Örneğin ithalat ihracat rakamları açıklanırken, iktidardakiler ihracat rakamlarını savunurken ,muhalefettekiler ithalat rakamlarından bahsetmektedirler. Yine aynı şekilde iktidardakiler nominal rakamlardan bahsederken muhalefettekiler aslında reel rakamların doğru olduğunu söylemektedirler. Yani aslında baktığımızda söylenen 2 şey de doğru peki biz bu durumun ne tarafında yer almalıyız? objektif olarak 2 açıklamayı da yaparsak sanıyorum bu ne iktidar ne de muhalefet için bir anlam ifade edecektir. Bu durumda kendimize ya iktidar ya da muhalefet tarafında saf mı bulmalıyız ya da olaya dışarıdan bakan objektif biri olarak 2 açıklamayı da yapmalı mıyız? Sanıyorum bu biraz da sosyal bilimlerin kesin bilim olmadığının bir sonucu olsa gerek. Sizin görüşleriniz nelerdir ve doğru olan nedir? Saygılar ve hürmetler hocam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İhracat da önemli ithalat da. İkisini de ele almak gerekir. Ama hepsinin özeti cari açıktır. En objektif odur.
      Nominal sayılar ya da oranlar da reel olanlar da önemlidir. İkisini de kullanıyoruz. Örneğin GSYH nominal olarak alınıyor ama büyüme reel olarak alınıyor. Siyasetçinin konuyu nasıl ele aldığı çok anlamlı değil. Asıl olan her sayıyı kendi içindeki tutarlılıkla ele almaktır.
      Birisi ihracat arttı der öteki ithalat da arttı ama der. Eğer siz çıkıp da cari açık düşüyor ama hala yüksek düzeyde derseniz en doğrusu sizin dediğiniz olur.

      Sil
  32. hocam akademide olduğunuz için bir şey soracağım yüksek lisans tez konusu ile ilgili. hocam tez konumuz olan bir durumu incelemek ya da ilk kez kendi korelasyon kurduğumuz bir konu olabilir mi? saygılar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tek başına olmaz. Ama meseleyi genel olarak ele alıp başka ülkelerle kıyaslayarak ortaya koyar ve oradan korelasyonu kurduğunuz olaya gelip bunu açıklar ve vardığınız sonucu savunabilirseniz olabilir.

      Sil
  33. Sanırım sorun IQ değil, sistem sorunu. Futboldan bir anoloji yaparsak son dünya kupasında Almanya en iyi veya yaratıcı futbolculardan kurulmuş olmasa bile en sistemli ve disiplinli futbolu oynadığı için finale kadar yükseldi.
    Çok daha yetenekli (yüksek IQ'lu diyebiliriz) sporculardan oluşan Brezilya ise hüsran yarattı.
    Max Weber'in çok kaba ve hatta kötü ve yanlış bir yorumunu yaparsak bazı ülkelerdeki displin ve motivasyon bizde yok. Aslında Weber pek çok toplumu inceleyip Protestan Avrupa'nın kapitalizmi geliştirdiği sonucuna ulaşmıştı.
    İncelediği toplumlar arasında Çin de vardı sanırım. Yine de son dönemdeki Uzak Doğu'daki gelişimi bu toplumlardaki adanmışlık ve disipline bağlayabiliriz diye düşünüyorum.
    Son olarak da (daha önce gündeme geldi mi bilmiyorum) ama Avrupa'daki ekonomik kriz Protestan ülkeleri (Almanya örneğin) çok az etkilemiş durumda. Katolik (İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya) ve Ortodoks ülkeler(Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi) ise birbiri ardına cok ciddi sorunlar yaşadılar.
    Sanki yine sistem ve disiplin ile ilgili bir konu.

    YanıtlaSil
  34. Hocam yapısal reformlarla ilgili olarak, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nca verilen Ar-Ge Destekleri ve Destek Programları hakkında ne düşünüyorsunuz? Destekler hakkında genel bilgi: http://sagm.sanayi.gov.tr/ServiceList.aspx?catID=998 Bir yazınızda da bu konuya değinebilir misiniz? Ben sayfanızı yeni keşfettiğim için geçmişte yazmışsanız da fark etmemiş olabilirim. Kusura bakmayın bu anlamda. Saygılarımla...

    YanıtlaSil
  35. Hocam yazınızı okurken aklıma Çetin Altan'ın bir cümlesi geldi. Yazınız ile bağlantısı yok gerçi ama paylaşmak istedim.

    belki de insan yeryüzüne, sabahları bir saat yürüsün ve beşinci senfoni’yi dinlesin diye gelmiştir...
    belki de patlıcan fiyatlarının giderek artması, bu iki işlevi yeterince yerine getirmeyişimizdendir...

    Saygılar

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı