Faiz İllüzyonu

Toplantı öncesi durum
Merkez Bankası’nın bankaların mevduat ve kredi faizlerini etkileyen iki borç verme faizi var: (1) Haftalık repo ihaleleriyle bankalara verdiği borçlara uyguladığı yüzde 7,5 oranındaki faiz (politika faizi.) (2) Gecelik borç isteyen bankalara uyguladığı yüzde 10,75 oranındaki gecelik borç verme faizi. Bu iki faizin miktar ağırlıklı faize göre ortalaması bize Merkez Bankası’nın bankalara verdiği borçlara uyguladığı faizin ortalamasını gösteriyor. O nedenle Merkez Bankası faizi denince ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti (AOFM) denilen bu ortalamayı esas alıyoruz.    

Merkez Bankası faiz artırımı bankaları nasıl etkiliyor?
Bankaların mevduat ve fonları toplamı 1.266 milyar TL tutarında bulunuyor. Bunun yaklaşık 713 milyar TL’lik bölümü TL mevduatlardan oluşuyor. Merkez Bankası’nın bankalara verdiği borçların stok toplamı 88 milyar TL (Bu verilerin tarihi 8 Ocak 2016 ve kaynağı TCMB sitesi.) Demek ki Merkez Bankası, bankaların TL kaynaklarının yaklaşık yüzde 12’sini sağlıyor. Bu borçların faizini değiştirdiği zaman da bankaların kaynaklarının yüzde 12’si üzerinde bir etki yapabiliyor. Mesela Merkez Bankası ortalama faizi yüzde 8,83’den yüzde 9,83’e artırsa (yüzde 11 artış demektir) bunun etkisi bankaların kaynakları üzerinde (12 x 0,11 =) yüzde 1,3 oranında olacaktır. Bankaların maliyete gelen bu artışı kredi faizlerine yansıtması kaçınılmaz bir gelişmedir.   

Toplantı sonrası durum
19 Ocak 2016 günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplandı ve faizleri değiştirmeme kararı aldı. Bu durumda hiçbir şey değişmemiş gibi görünüyor. Buna karşılık Merkez Bankası bir yıla yakın bir süredir bankalara kullandırdığı fonların ağırlığını haftalık repo ihalesinden gecelik borç vermeye kaydırıp AOFM’yi yükseltmeye devam ederek bankaları sürekli artan bir ortalama faizle fonluyor. Bu durumda maliyetleri artan bankalar da kredi faizlerini yükseltiyorlar.

Bu gelişmeyi görebilmenin yolu Merkez Bankası’nın ağırlıklı ortalama fonlama maliyetindeki değişmenin eğilimine bakmaktan geçiyor. Bu amaçla hazırladığım aşağıdaki grafikte AOFM’nin 2015 Ocak ayı başından bugüne kadarki gelişimi yer alıyor (mavi çizgi Merkez Bankası Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyetini, kırmızı kesikli çizgi de bu maliyetin eğilimini gösteriyor.)



Eğilim çizgisine baktığımızda yaklaşık bir yıllık süre içinde Merkez Bankası’nın bankaları fonlamakta kullandığı ortalama faizin yüzde 8’in altından başlayarak yüzde 9’a yakın bir noktaya geldiğini görebiliyoruz. Bu değişim, bu bir yıllık süre içinde, yüzde 12,5 oranında bir faiz artışı yaşandığına işaret ediyor.

Faiz arttı mı artmadı mı? Bir illüzyon gösterisi ve İtibar Kaybı
Ekonomide İllüzyon terimini ilk kez kullanan iktisatçı İtalyan Amilcare Puviani’dir. 1897 yılında yayınlanan Teoria della illusione nelle entrate pubbliche (kamu gelirleri illüzyonu teorisi) ve 1903 yılında yayınlanan Teoria della illusione finanziaria (mali illüzyon teorisi) adlı eserlerinde Puviani, kamu otoritelerinin kamu giderlerini olduğundan daha az maliyetli göstermek ve bu yolla giderleri artırmak için girdikleri çabaya mali illüzyon adını veriyor. 

Bu blogda yayınlanan yazılarımda Türkiye ekonomisinde daha çok mali konular ağırlıklı olarak yapılan birkaç illüzyon örneği vermiştim. Aslına bakarsanız ekonomi ve maliye dışında da birçok alanda illüzyon örnekleri var. Türkiye her alanda bir illüzyonlar ülkesi konumunda bulunuyor. Bu kez yukarıda özetlediğim yeni bir ekonomik illüzyon türüyle karşı karşıya olduğumuza dikkatinizi çekmek istiyorum. Merkez Bankası, faizi artırmadan yükseltiyor. Buna da faiz illüzyonu adını veriyorum.

Öte yandan bu toplantıdan itibaren faizleri birbirine yaklaştırarak sayısını azaltmak yoluyla para politikasında sadeleştirmeye gideceğini açıklayan Merkez Bankası[i], bu toplantıda açıklamasına uymamış ve itibar kayıplarına bir yenisini eklemiş bulunuyor. İşin ilginci piyasaların bu duruma fazlaca aldırış etmemiş olması. Bir Merkez Bankası’nın sözünü yerine getirmemesine piyasaların aldırış etmemesi aslında sanıldığından daha ciddi bir sorundur. 



[i] http://www.radikal.com.tr/ekonomi/basci-19-ocaktan-itibaren-sadelestirme-yapabiliriz-1497251/ 

Yorumlar

  1. faiz artısı degil fiat istikrarı

    YanıtlaSil
  2. mahfi hocam, yazilarinizi zevkle okuyorum. ekonomi egtimimi almamis olmama ragmen yazilariniz sade, anlasilir ve akici oldugu icin cok iyi bi sekilde kendilerini okutuyor. 2016 yilinda bizi yönetenler yine paralari cimentoya ve demire gömmeye devam edecekler gibi gozukuyor... soyle de bi problem var artik sicak para bollugunun da sonuna geliyoruz ve bi ayagi zaten topal olan demokrasi ve yarginin da durumunu göz önüne alirsak biz bu cari acigi nasil kapaticaz? tasarrufla mi, disaridan gelen sicak parayla mi? döviz kitligi yasama ihtimalimiz olasi mi acaba? murat

    YanıtlaSil
  3. Değerli hocam anketlerinize güvenin :)Sağ gösterip sol vuruluyor öğrendik artık bunu merak etmeyin.Piyasaların olaya aldırış etmemesini j egrisi gibi düşünüyorum vakti var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anket sonuçlarının doğru çıkmasının nedeni benim uzun zaman önce ortaya attığım irrasyonel beklentiler teorisi. Vatandaş olayı biliyor.

      Sil
  4. Hocam, hayatımda ilk defa bir kitabı aynı güm içerisinde bitirdim.Dün okuduğum mikroekonomi kitabınız çok akıcıydı. Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  5. Acaba piyasaların tepkisizliği mi merkez bankasını bu hataya yönlendiriyor ? İlizyonun varlığı ayan beyan ortada ama çok güzel sergilediniz hocam teşekkürler.

    YanıtlaSil
  6. petrolun dustugu ortamda Merkez bankasi faiz indirimi 0.75 yapsa ne olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Petrol fiyatı düştü ama Türkiye riski (CDS primi) 270'den 314'e çıktı. Böyle bir ortamda faiz indirimi yaparsa akıllıca olmaz.

      Sil
    2. Merkez bankası faizi % 1 artmışsa, (hele de banka kaynak maliyetlerinde % 12 etkisi varken) banka kaynak maliyetlerini % 1,3 arttıramaz ki..

      Sil
  7. Merkez bankası sözlerini tutmadığı zaman itibar kaybına uğramıyor,piyasada bir etkisi görülmüyor çünkü kaybedecek bir itibarı zaten yok. İstedikleri kadar her anıldığında "sayın" sözcüğüyle anılsınlar bu artık gizlenemez. Tıpkı öteki bir çok "sayın" gibi bu da yalnızca "sayın" sözcüğünün itibarsızlaşmasına yol açar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hocam zaten 5 yılda 1 kez bile enflasyon hedefi tutmamış mb bahsediyoruz.
      hatta uçuk bir dolar tahmini yaparak piyasaya da büyük zarar vermişti.

      Sil
    2. Sayın Kaya Ersoy ve sayın Eğilmez, halkımız maalesef saygınlığa, güvenilirliğe, itibara hiç önem vermiyor. Bu tip Erdemler eskiden önemliydi , artık hiç umursanmıyor. Bu durum sadece ekonomi alanında değil, bütün sosyal alanlarda geçerli. Halkımız için geçerli olan, efelik, kabadayılık, vurdumduymazlık, maçoluk, magandalık, kıroluk. Onun için saygın , güvenilir bir devlet adamı tarafından yönetilmek yerine, bir Reis, bir Usta tarafından yönetilmek istiyoruz. Bana göre maalesef geldiğimiz nokta budur. Saygılarımla

      Sil
  8. Değerli Hocam,

    Bazen bu iyimser bakış açınız içimi açıyor ancak ne yazık ki siz Türkiye ekonomisi ile ilgili ilk önce sokaktaki insanın güvenini ölçümlemeniz kanaatindeyim. Zira kendi milletine güven vermeyen hiçbir ekonomi yönetimi, yabancılara bu güveni asla veremez.

    Siz yabancı bir portföy yöneticisi olsanız Türkiye'yi alırmıydınız?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok kısa sürede (yani risklerin realize olmayacağı kadar kısa sürede) iyi para kazandırabilir. Dolayısıyla alabilirdim. Ama doğrudan yatırıma girmezdim.

      Sil
  9. Pek anlayamadım hocam. TCMB hangi faizi değiştirmedi ? Politika faizini mi? Yoksa gecelik borç verme faizini mi? AOFM arttıysa ikisinden birinin artmış olması gerekmez mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkisini de değiştirmedi. Ağırlığı % 7,5 faizli haftalık repo ihalesiyle fonlamadan % 10,75 faizli gecelik fonlamaya kaydırınca AOFM ortalaması da % 8'den % 9'a kaymaya başladı.

      Sil
    2. Teşekkürler yanıt için. Şimdi daha iyi oturdu kafamda. Peki hocam TCMB bu repo -gecelik faiz fonlama ağırlığını (oranını) ne şekilde piyasaya duyuruyor? ROK gibi bir karsayıyla mı bunu takip ediyoruz? Yoksa takip edebileceğimiz bir katsayı yok mu?

      Sil
  10. hocam ovp, sizin uzun zamandır beklediğiniz yapısal reformların ne kadarını karşılıyor. bu yönde atılan olumlu adımlar var mı sizce?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok azını yanıtlıyor ama onları da karşılayıp karşılamadığını zaman içindeki uygulamalar gösterecek.

      Sil
  11. Hocam bu ülkede illüzyon mu biter. En son örneklerden biri; ekmeğe zam gelmedi ancak fiyatı arttı. Buna ne illüzyonu denir orasını bilemem(!)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. elektrik dogalgaz benzin saglik hizmetleri hepsinde aynisi var 5 lt aycicek yagi 24 tl idi şimdi 4lt yapmişlari fiyat ayni illuzyon heryerde anlayacagin

      Sil
    2. ekmek artışı bildiğim kadarıyla devletin tüketiciyi korumak için koyduğu 1.25TL tavan fiyatına serbest piyasa koşulları altında fırınların kendi rekabetinden kaynaklı 1 TL olarak götürmesi diye biliyorum. rekabetten vazgeçip para kazanmak isteyince 1.25 oldu, konu sanki serbest piyasa koşullarıyla alakalı gibi görünüyor

      Sil
    3. ekmegin gramajiyla oynarsan 1tl yaparsin 0.75 kuruşta muhim olan gramajdir ama hiç kimse dikkat etmez bu tür şeylere ondandir.

      Sil
  12. Sayın Hocam, yazınızın son cümlesi ".... sanıldığından daha ciddi bir sorundur" ni, eğer mümkünse, biraz açıklayabilir misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani piyasalar MB'yi ciddi ye almamaya başlarsa artık sözlerine açıklamalarına inanmamaya başlarlar. Bu da ileride MB'nin beklentileri yönetemeyeceği bir durum yaratır.

      Sil
    2. Teşekkürler sayın hocam...

      Sil
  13. Hocam merhaba,

    Yazı için elinize sağlık. Sorum şu; Merkez bankası gecelik borç verme faizinde, borç olarak verdiği parayı, ilgili faiz oranı üzerinden bir gün sonra gerimi alıyor. Yoksa bankalar bunları istedikleri kadar uzatıp daha sonra mı veriyor. Yani ben banka olarak gecelik aldığım 300 milyon TL'yi istediğim zaman (1 ay, 2 ay veya n ay sonra) aldığım faiziyle beraber geri verebiliyor muyum ? Yoksa bir gün sonra hepsini vermek zorunda mıyım ? Eğer uzatabiliyorsam ve böyle bir durumda bu oran artarsa eski oran üzerinden borç alanların durumu ne oluyor? Onlar etkilenmiyor mu?

    Saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ertesi gün geri alıyor.

      Sil
    2. Hocam cevabınız için teşekkürler.. Banka tekrar almak isterse aynı faiz oranından bir sonraki gün yine istediği kadar TL alabiliyor o zaman..

      Sil
  14. Hocam elimde olsaydı Nobel Ekonomi ödülünü size vermek isterdim. Gelişmekte olan ülkemizin iktisadi bilgi ve analiz düzeyi yükselten ve karşısındaki kişilerin düzeyine inebilen yazılarınız sebebiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim ama Nobel ödülleri bu kritere göre verilmiyor. Nobel ödülü, teoriye katkı yapan akademisyenlere veriliyor. Bunun için de bu tür katkı yapan çalışmaların Journal denilen akademik ekonomi dergilerinde yayınlanması gerekiyor.

      Sil
  15. Hocam yazı için teşekkürler.

    TCMB alım satıma konu olmayan döviz kurları ibaresi ne anlama gelmektedir ?

    Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mesela Tayland Bahtı, MB'den alınan veya satılan bir para birimi değildir. Onun gibi paraları kastediyor. Alım satıma konu olmasa da onlar için de bir TL kuru açıklanması gerekiyor. Onu kastediyor.

      Sil
  16. Hocam trthaberin yorumu gibi yani;
    "Ekmeğe zam yapılmadı, fiyatlar arttı."

    YanıtlaSil
  17. Enflasyon Hesaplaması İllüzyonu ve Öneri

    Üstadım bugün kafama enflasyon oranı takıldı. Sokaktaki vatandaşın enflasyonu ile resmi rakamlar bu ülkede hiçbir zaman birbirini tutmadı. Nedenini hesaplama yöntemi yani illüzyonu olarak tahmin etmekteyim.
    Hep hesaplama yönteminin diğer avrupa ülkeleri ile aynı olduğunu aynı kalemler ve aynı matematiksel yöntemlerin kullanıldığı söylendi.

    Ben küçük beynimle şöyle bir model oluşturdum. Diyelim ki 100 kişilik bir toplumuz ve enflasyon sepetinde yanlış bilmiyorsam 460 küsur kalem var. Bu kalemlerden gıda en fazla artan grup olmasına karşın diğer kalemlerin fazlalığı nedeniyle enflasyon %9 a yakın gözükmekte. Bu da tartışma konusu olmakta.

    Eğer enflasyon oranını hesaplayacaksak her kalemin tüketilebilme oranını da her kaleme uygun olarak hesaplamalı ve bulunan katsayı ile çarpmalı ve enflasyon oranının toplam pay kısmını bulmamız gerekir diye düşündüm.

    Yani 100 kişi içinden 99 kişi domates tüketimi gerçekleştiriyorsa domates kaleminin katsayısı 0,99 olmalı. 100 kişi içinden 1 kişinin tüketebildiği pinpon topu, toplu iğne, ham kereste vb. gibi çok düşük oransal tüketimi olan kalemlerde katsayı 0,01 olmalı şeklinde düşündüm.Bu katsayı ile çapılan 460 küsur kalemin toplamı bize toplam payı verecektir.

    Tabi buda yetmez diye düşündüm, madem payı bulduk böleceğimiz paydayı da direk 460 küsur kalem miktarına bölmemiz saçma olur. Her kalemin, bu gruptaki ağırlıklı ortalamasını da bulup ( yani 460 toplam kalem içerisinde her kalemin bu gruba olan etki katsayısı ) paydayı da sağlıklı bir şekilde bulmamız ve bu toplama ulaşmamız gerekir.

    Böylece sağlıklı bir pay/payda bulup enflasyonun gerçek oranını bulmuş oluruz diye hayali bile güzel olan bir öneri ortaya çıkarttım.

    Tabi dikkate bile alınacağını sanmıyorum.

    Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar F.Bülent BOYACIOĞLU,

      Sorunuz üzerinde ciddi tartışmalar söz konusu. Bu konuyu en basitçe anlatan yazı Sn. Güngör Uras'ın http://www.milliyet.com.tr/ayse-hanim-teyze-nin-enflasyonu/ekonomi/ydetay/2180334/default.htm diye düşünmekteyim. Hesaplamalar yapılırken matematiksel olarak *ilüzyon yapılması söz konusu değil.

      Sil
    2. aynen cok dogru söylemişsiniz

      Sil
    3. Türk halkının genel sorunu (PISA araştırmalarındada çıkıyor) bilmediğini bilmiyor o nedenle ona sunulan ama bir nedenle beğenmediği her şey yalan yada saptırma... Enflasyon ve benzeri rakamlar kabaca ortalama tüketim mikatarının ortalama artışını gösteriyor. Bu "sokaktaki adam" popülism kokan lafınada iyice gıcık almaya başladım kim bu adam? yoksa işsizler mi kastediliyor? Her gün 1 limon tükenten adamın enflasyonu tabiki ortalama haftada 1 limon tükentenle aynı olmayacağınıda bilmek gerekmiyor mu? buna istatistik denmiyor mu? hadi sosyalcileri geçtim mühendisler bile bu konudan bi haber mi? son olarak eğitim şart ve birde hocam grafikte !hile! (buna algısal tercih deniledebilir) yapmışınız, teknik analizde faiz yükseliş trendi kırılmış görünüyor grafik önce daha yüksek eğimli artan sonrada sabit kalan bir şekide olmalıydı bu da benden... :)

      Sil
  18. Sayın Eğilmez, yayınlamanızı bekliyoruz...

    [1. BÖLÜM]

    (Toplam 13 bölümlük referans bilgi)

    === SERMAYE %10'UN ELİNDE! ===

    === KAPİTALİST SİSTEMDE “BOŞ İŞLER VE BOŞ MESLEKLER” NİÇİN YARATILDI?! ===

    Kamu borcu, Avrupa'nın içinden çıkmak için çabaladığı ekonomik krizin başlıca nedenlerinden biriydi. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkeleri de az veya çok etkileyen bu krizin yansımalarını hâlâ yaşıyoruz. Dolayısıyla güncelliğini koruyan bu konuya büyük katkı veren bir tartışmayı Haldun Bayrı'nın çevirisi ile sizlerle paylaşıyoruz.

    Tartışmanın bir tarafında "21. Yüzyılda Kapital" kitabının yazarı, Fransız ekonomist Thomas Piketty, diğer tarafındaysa "Occupy Wall Street"in teorisyeni, Amerikalı anarşist & antropolog David Graeber var.

    Graeber'in Paris'te bulunduğu bir sırada ikiliyi Fransa'nın önde gelen bağımsız internet platformlarından "Mediapart" bir araya getirdi. Joseph Confavreux ve Jade Lingered tarafından gerçekleştirilen tartışma 6 Ekim 2013'de yayınlandı.

    *****
    Joseph Confavreux & Jade Lingered:

    Antropolog David Graeber'ın "Borç, İlk 5000 Yıl"ı ( http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1454 ) ve ekonomist Thomas Piketty'nin "Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital"i ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/yirmi-birinci-yuzyilda-kapital-karton-kapak/351495.html ), son dönemin kuşkusuz en güçlü ve arıtıcı siyasî denemeleri.

    İnsanlar arasındaki eşitsizliğin ve borçlardaki ağırlığın dayanılmaz doruklara tırmandığı bir duruma nasıl geldiğimizin çarpıcı bir manzarasını çıkarmak için, iki yazar da uzun tarihe (Piketty'de üç yüzyıl, David Graeber'da ise 5000 yıl) müracaat ediyor.

    İkisi de etkileyici bir külliyata dayanarak özgün çözümler öneriyor:

    Piketty'ye göre, sermayeden ve malvarlığından istisnaî, müterakkî (oranı matrahın çokluğu ile yükselen vergi) ve mümkünse dünya çapında bir vergi alınmalı;

    David Graeber'a göre ise, yüzyıllar boyunca çok sayıda toplumda örnekleri görüldüğü gibi, borç reddedilmeli.

    Graeber'ın Paris'e gelmesi vesilesiyle iki araştırmacıyı bu yüzden görüştürmek istedik. Borçlanma ve eşitsizliklerin artması süreçlerinden ekonomik, siyasî, ama aynı zamanda zihinsel bakımdan da özgürleşmenin nasıl mümkün olduğu sorusu üzerinde yoğunlaştı görüşmeleri:

    === SORU ===
    İkiniz de ekonomik ve mali sistemin tükenme noktasına geldiğini ve bu halde uzun süre dayanamayacağını söyler gibisiniz. Bunun başlıca nedenlerinin neler olduğunu her biriniz bana anlatabilir misiniz?

    THOMAS PIKETTY: Sistemin çöküşünün arifesinde olunduğundan emin eğilim; en azından sâfî ekonomik bakış açısıyla. Siyasî tepkilere ve elitlerin toplumun artakalan kısmını durumun kabul edilebilir olup olmadığına ikna etme kapasitelerine çok bağlı bu. Çok etkili bir kanaat aygıtı var ise, sistemin bu halde kalmayı sürdürememesi için hiçbir sebep yok. Dolayısıyla sistemin çöküşüne sâfî ekonomik kuvvetlerin sebep olacağını sanmıyorum.

    Marx "kâr oranındaki düşüş eğiliminin kaçınılmaz biçimde kapitalist sistemi devireceği"ni düşünüyordu. Ben bir bakıma ondan daha kötümserim, çünkü ortalama %5 gibi bir sabit sermaye randımanı ve ölçülü bir büyümeyle bile, zenginlikler git gide daha fazla aynı ellerde yoğunlaşacak ve geçmiş mirasların ağırlığı daha da artacak.

    Ama bu, başlı başına, bir ekonomik çöküş oluşacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla benim tezim; Marx’ınkinden farklı, David Graeber’ınkinden de farklı. Bilhassa ABD’de olmak üzere hepimizin gözlemlediği bir "borç patlaması" oluştuğu muhakkak: Fakat, aynı zamanda, borcun toplamının hayli üstünde olan kuvvetli bir sermaye artışı da var.

    Dolayısıyla yaratılan net zenginlik pozitif, çünkü sermayenin büyümesi borcun yükselişinden de süratli. Bunun illâki iyi bir şey olduğunu söylemiyorum. Fakat bu hâdisenin sistem çöküşüyle eşanlamlı olmasını gerektirecek sâfî ekonomik bir sebep yok.

    [Devamı 2. bölümde]

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu ilk bölümü yanıt yazmak üzere yayınladım, devamını yayınlamayacağım. Bu tür bir yerden alınmış uzun ve devamlı yazılar blog izleyici ve yorumcularının haklı olarak tepkisini çekiyor, blogu izlemeyi zorlaştırıyor. O nedenle yayınlamayacağım, kusura bakmayınız.

      Sil
    2. Sayın Eğilmez (17:10),

      [uzun ve devamlı yazılar blog izleyici ve yorumcularının haklı olarak tepkisini çekiyor, blogu izlemeyi zorlaştırıyor.] Yanılıyorsunuz.

      Dikkat ediniz; sizin de boynunuzu eğmeye çalışıyorlar!

      Twitter denen şey 140 karakterle sınırlı iken, geçtiğimiz günlerde karakter sayısının arttırılacağı duyurusu haklı olarak yapıldı! "Kısa kes, Ankara havası olsun!" hastalığının farkına siz de varınız!

      Referans bilginin geriye kalan 12 bölümünü sayfanıza gönderiyoruz. Yayınlamanızı bekliyoruz.

      GÖNDERDİĞİMİZ HER KELİMENİN "İKTİSAT İLE İLGİLİ" OLDUĞUNU UNUTMAYINIZ!

      Sil
    3. [2. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Ama eşitliksizlikler düzeyinin dayanılmaz hale geldiğini söylüyorsunuz, değil mi?

      THOMAS PIKETTY: Evet, ama bu noktada da, bahsedilen ülkeye göre, caydırma ya da baskı aygıtı, veya ikisinin bileşimi, böyle bir durumun sürmesine izin verebilir. Bir yüzyıl önce, sanayileşmiş ülkelerin elitleri, kamuoylarına rağmen, her tür müterakkî vergi salınmasını reddetmeyi başarmışlardı. Müterakkî gelire bir vergi getirilmesi için bir savaş gerekmişti.

      DAVID GRAEBER: Ama bir kişinin borçlanması zorunlu olarak başka birinin zenginliğine tekabül eder, değil mi?

      THOMAS PIKETTY: İlginç bir nokta bu. Kitabınıza hayran oldum, getireceğim tek eleştiri, sermayenin borçla özetlenmediği olurdu. Kamu borcu da olsa özel borç da olsa, daha fazla borcun başkaları için kaynaklar yarattığı doğru. Fakat borç ile sermaye arasındaki mümkün farklılıkları cepheden zikretmiyorsunuz. "Sermayenin tarihi"yle "borcun tarihi" aynıymış gibi yapıyorsunuz. Borcun şimdiye kadar tasarlanabildiğinden çok daha önemli bir rol oynadığını söylemekte haklı olduğunuzu düşünüyorum.
      Özellikle de, ekonomistlerin sermaye birikimi, takas, paranın yaratılması ya da para karşılığı ile mübadele üzerine anlattıkları peri masallarındakinden...

      Borçlanma ilişkilerinde geçerli olan iktidar ve tahakküm ilişkileri üzerinde ısrar ederek bakışı kaydırtma tarzınız mükemmel. Ama sermaye bizatihi yararlıdır. Sermaye eşitliksizlikleri bir sorundur, ama kendi içinde sermaye bir sorun değildir. Bugün de öncekine nazaran çok daha fazla sermaye var.

      DAVID GRAEBER: Sermayenin borçla özetlendiğini söylemek istemiyorum. Fakat herkese bunun aksi anlatılınca; bu öykünün "ücretlilik tarihi", "sanayi kapitalizmi" ve "sermayenin ilk biçimleri" üzerine bıraktığı boşlukları doldurmak da bize düşüyor. Tayfı genişletmeyi deniyorum. Borcun artışı esnasında kaynakların da arttığını neden söylüyorsunuz?

      THOMAS PIKETTY: Net zenginlik, yani borcu da hesaba kattıktan sonra hesaplanabilir kaynaklar arttı.

      DAVID GRAEBER: Önceye nazaran kişi başına daha fazla mı zenginlik var yani?

      THOMAS PIKETTY: Orası bâriz. Meskenleri ele alalım. Elli ya da yüz yıl önceye nazaran daha çok mesken olduğu gibi, bir üretim yılına oranla, öncekinden çok daha fazla "borcu düşülmüş" meskenler var. Bir yıllık (Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla) GSYİH'ya eklendiğinde, bütün ekonomik faaliyetten doğan gelirler diye tanımlanan ulusal sermayeyi ölçerseniz, ülkedeki kamusal ve özel tüm aktörlerin borçlanmasını bundan çıkarırsanız; zengin ülkelerdeki oran kırk yıldır artmıştır. ABD'deki artış Avrupa ve Japonya'daki kadar göz alıcı olmamıştır, ama artmıştır. Dolayısıyla kaynaklar borçtan çok daha hızlı artıyor.

      DAVID GRAEBER: Baştaki, "sistemin mümkün çöküşü" sorusuna dönersek; bu çeşit tarih tahminlerinin bir tuzak olduğunu düşünüyorum. Şurası kesin ki, bütün sistemlerin bir sonu var ve bunun ne zaman vuku bulacağını bilmek çok zor. Ama kapitalist sistemde bir yavaşlamanın işaretlerini görüyoruz.

      Teknoloji düzeyinde, 1960 ve 1970 yıllarında olduğu gibi büyük icatlar arifesinde olduğumuz duygusunda değiliz. Siyasî görüşler anlamında, Birleşmiş Milletler'in kurulması ya da uzay programının başlatılması gibi savaş-sonrasının büyük projelerinden uzak görünüyoruz. Ekosistemimizin ve insan yaşamının sürdürülebilirliğini tehdit etmesine rağmen, iklim bozulmasına karşı bile hiç kimse bir şey yapamıyor.

      Bu güçsüzlük duygusu da tam olarak, 30 yıldır caydırma ve zorlama aygıtlarının, kapitalist sistemin sürdürülebilirlik koşullarını yaratmak da dahil olmak üzere her şeyden ziyade, "ideolojik savaşı kazanmak için seferber edilmiş olmalarından"dır!

      [Devamı 3. bölümde]

      Sil
    4. [3. BÖLÜM]

      Neo-liberalizm; siyasete ve ideolojiye ekonomi karşısında öncelik tanımıştır. Strateji bakımından, kapitalizmi uzun vadede sürdürülebilir kılmak için işe koyulmaktan ziyade, kapitalizmin uzun vadede sürdürülebilir olduğuna inandırmak için yırtınmayı tercih etmiştir! Sonuç: Kendini boktan işlerde bulan insanlara başka mümkün hiçbir şey olmadığını düşündürecek ölçüde etkili bir muhayyile savaşıdır!

      Bu "kapitalist ideolojik hegemonya"nın bugün sınırlarına vardığı iyice görülüyor. Sistemin çöktüğü anlamına mı gelir bu? Söylemesi zor. Ama çökmeye başlasaydı da şu gördüğümüze benzerdi. Ekonomik sistemler temel değişimler geçirebilir. Kapitalizm yakın tarihlidir, başka bir şey haline gelebileceğini tahayyül etmek mâkul.

      === SORU ===
      Kapitalizm; sorunun bizatihi kaynağı mı, yoksa reforma uğratılabilir mi?

      THOMAS PIKETTY: David Graeber'ın kitabında en çok takdir ettiğim noktalardan biri, "kölecilikle kamu borcu" arasında kurduğu devamlılık. Borcun en uç biçimi köleliktir: İlelebet bir başkasına aitsinizdir; potansiyel olarak çocuklarınız da. Genel anlamda uygarlığın ilerlemelerinden biri, kölecilikten kurtulmak olmuştur.

      Oysa David Graeber'ın da bize açıkladığı gibi, borcun kuşaktan kuşağa kölecilikle yapılan aktarımı modern bir varoluş biçimine kavuşmuştur; o da kamu borcu ve onun borçlanmayı bir kuşaktan diğerine transfer etme imkânı veren artışıdır. Aşırı bir durum tahayyül edilebilir: Bir yıllık GSYİH değil de on ya da yirmi yıllık GSYİH mesâbesinde olan ve bütün üretimin, yaratılan bütün zenginliklerin "borç ödemesine tahsis edildiği", köleleştirilmiş bir toplumu var etmekten ibaret, sonsuz bir kamu borcu miktarı! Bunun üzerinden herkes nüfusun içindeki bir azınlığın kölesi olurdu ki bu da tarihimizin başına bir dönüş olur!

      Fiiliyatta henüz oraya gelmedik. Nitekim borca karşı sürülecek çok sermaye var hâlâ. Fakat şeylere bu şekilde bakmak, borçlulara suçluluk duygusunun aşılandığı, her birimizin ulusal kamu borcunda 30 ila 40 bin Euro borç payımız olduğunun kafamıza kakıldığı şu tuhaf durumu anlamaya yardım ediyor. Ayrıca çılgın bir şey bu; zira, bir kez daha tekrarlayacak olursam, kolektif olarak borçlardan fazla kaynaklara sahibiz. Nüfusun büyük bir bölümünün çok az sermayesi var, çünkü sermaye bugün çok yoğunlaşmış.

      19. yüzyıla kadar; sermaye stokunun %90'ı nüfusun %10'una aitti.

      Bugün biraz farklı: ABD'de, sermaye stokunun %73'ü en zengin %10'un elinde!

      Bu öyle bir yoğunlaşma düzeyi ki, nüfusun %50'sinin sadece borcu var. Nüfusun bu yarısı için kişi başına kamu borcu, sahip olduklarından daha çok. Fakat nüfusun %50'sinin borçlardan fazla sermayesi var ve dolayısıyla "kemer sıkma politikaları"nı haklı göstermek için halk kesimlerine böyle suçluluk duygusu aşılamak saçma.

      David Graeber'ın yazdığı gibi "borcun iptali çözüm mü peki?" Hiç karşı değilim buna. Ama malvarlığı üzerinden, en üst basamakların mükellefiyet oranları yüksek bir müterakkî vergiden daha çok yanayım. Niye? Çünkü bir gün sonranın neye benzeyeceğini bilme meselesi bu. Borcu bir iptal ettiğinizde ne yapıyorsunuz? Plan ne?

      Borcu iptal etmek, son alacaklıyı, borcun son zilyetini suçlu telakki etmektir. Oysa işlediği şekliyle mali işlemler sistemi, en iri aktörlere iptalden epey önce ellerindeki kâğıtlardan kurtulma imkânı tanır. Son alacaklı, aracılık sistemi yüzünden, ille de çok zengin değildir. Borcu iptal ederseniz, bu yüzden zenginlerin para kaybedeceği kesin değil.

      [Devamı 4. bölümde]

      Sil
    5. [4. BÖLÜM]

      DAVID GRAEBER: Borç iptalinin tek çözüm olduğunu ileri süren yok. Benim için, bir çözümler dizisi içinde kaçınılmaz bir unsur bu. Borcun iptalinin bütün sorunlarımızı çözebileceğini sanmıyorum. Daha çok kavramsal bir kopuş bu. Açık konuşursam, borcun toptan silinmesinin her halükârda şu veya bu şekilde vuku bulacağına inanıyorum.

      Benim için tartışma daha ziyade bu iptalin şekilleri üzerinde dönüyor:
      Ya açık bir biçimde, dikey bir kararla ve mevcut yapıları koruyarak olur;
      Ya da toplumsal hareketlerin itmesiyle olur!

      Konuştuğum siyasî ya da ekonomik yetkililerin çoğu borcun bir şekilde reddinin elzem olduğunu teslim ediyorlar!

      THOMAS PIKETTY: Benim sorunum da bu: Bankacılar sizinle aynı fikirde!

      DAVID GRAEBER: Borç silindiği andan itibaren asıl mesele, sonunu iyi getirmek için bu süreci nasıl ele alacağımızı bilmek! Zira tarihte, çoğu zaman hakkaniyetsiz olan mevcut toplumsal yapıların muhafazasına hizmet etmiş çok sayıda borç silme örneği var.

      Fakat borcun silinmesi bazen toplumsal değişimin oluşmasına da hizmet etmiş. Atina ve Roma anayasalarının kökenine bakalım mesela; iki durumda da bir borç krizi vardı ve bu krizi halletmenin bir şekli yapısal siyasî reformlar yapmak olmuştu. Roma cumhuriyeti ve Atina demokrasisi borç krizinden doğmuştur.

      Aslında bütün büyük siyasî dönüşüm anları şu veya bu şekilde borç krizinden doğmuştur. Amerikan Devrimi sırasında Büyük Britanya nezdinde borcun reddedilmesi taleplerden biriydi.

      Siyasî mucitlik gerektiren benzer bir anla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum!

      Ama borç silme kendinde bir çözüm değil, çünkü tarihte bunun korkunç biçimde geriletici versiyonları var. "Boston Consulting Group" bu konuyla ilgili olarak "Mezopotamya'ya Dönüş" başlıklı bir raporu böyle yumurtladı; toplu borç silme durumunda neler olup biteceğini görmek için modelleri elden geçiriyorlar. Vardıkları sonuç: Bunun büyük ekonomik karışıklıklar yaratacağı, fakat yapılmadığı takdirde de daha çok karışıklığın çıkacağı! Ekonominin "güncel yapıları"nı korumak istiyorsanız, buradan geçmenizin gerekeceği! İşte; borç silme önerisine tipik bir gerici cevap örneği!

      Kapitalizmle ilgili olarak ise, 50 yıldan fazla dayanabileceğini tahayyül etmekte zorlanıyorum; özellikle de ekolojik sorun bakımından. "Occupy Wall Street" hareketini somut öneri dile getirmediği için kınadıkları vakit (ki getirmiştik), biraz da kışkırtmak için, borcun iptali ve 4 saatlik işgününün getirilmesi çağrısında bulundum.
      Ekolojik açıdan yararlı olurdu ve çoğumuzun, büyük bir bölümü insanları meşgul tutmaktan başka hiçbir şeye yaramayan işlerde çalışmasını gerektiren çalışma zamanının aşırı büyümesine cevap verirdi.

      Günümüzdeki üretim tarzı, ekonomik ilkelerden ziyade ahlâkî ilkeler üzerine kurulmuştur.

      "Borcun", "çalışma saatleri"nin ve "çalışma disiplini"nin artması; bunların hepsi atbaşı gidiyor gibi!

      Şayet "para", hepimizin elde tuttuğumuz banknota aynı değeri verme vaadiyle oluşan bir toplumsal ilişki ise; çalışmaya bağlanma ve üretkenliğin geleceği hususunda ne tür vaatlerde bulunmayı dilediğimizi düşünmemek niye?! Bunun için "borcun yürürlükten kaldırılmasının kavramsal bir kopuş olduğu"nu söylüyorum. Demokratik biçimde tekrar müzakere edilebilir; başka toplumsal sözleşme biçimlerini tahayyül etmede bize yardımcı olması için.

      [Devamı 5. bölümde]

      Sil
    6. [5. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Thomas Piketty, size göre, borcun reddedilmesi "uygar" bir çözüm değil. Ne demek istiyorsunuz?

      THOMAS PIKETTY: Çünkü borçların son alacaklıları ille de ödettirmek gereken kişiler değildir. Zenginlikler üzerinden bir müterakkî vergi hakkında ne düşünürsünüz David Graeber? Bu sonuca ulaşmanın daha uygar bir tarzı gibi geliyor bana.

      Borcun feshedilmesinin sizin dışınızdaki en ateşli destekçilerinin, IMF ve Bundesbank'ta (Almanya Merkez Bankası) kullanılan deyişle "haircuts" (kesinti, tıraşlama, teminatın değer kaybetme ihtimaline karşılık borç verenin mağdur olmaması için ödenen risk primi) isteyenler olmasına gerçekten şaşakalmam üzerinde ısrar ediyorum!

      "Haircuts", sözü şuraya getirir: Kamu borçlarının zilyetleri çok risk aldılar, dolayısıyla şimdi, ödeme yapmalılar. Yunanistan'ın borcunun değerini %50 indirelim; Kıbrıs'ın borcunun da %60'ını. Bu hiç de ilerici bir çözüm değil!

      Beni mazur görün ama, hedeflemek istediklerimizi daha iyi hedefleyebilmek için hangi aletle donanmamız gerektiği, hangi kolektif kurumları yaratmamız gerektiği sorununu "ciddiye almamanız" şaşırtıyor beni! Biz entelektüellerin rolünün bir kısmı da inşa etmek istediğimiz kolektif kurumları söylemek; vergi de bunların biri.

      DAVID GRAEBER: Müterakkî vergi bana "Keynesçi çağ"ın ve artık hakikaten savunulamaz görünen "büyüme oranı varsayımları" üzerine kurulu yeniden dağıtma mekanizmalarının tipik özelliği gibi geliyor. Bu "yeniden dağıtıcı mekanizma biçimleri"; tarihsel olarak "yeniden dağıtıcı vergi politikaları"nın yerleştirilmesiyle aynı zamanda oluşan ücret artışlarına bağlı yüksek üretkenlik tahminlerine dayanıyor.

      Acaba bu politikalar bir düşük büyüme ortamında sürdürülebilir mi? Toplumsal sonuçları ne olur?

      THOMAS PIKETTY: Düşük bir büyüme bu tipte "yeniden dağıtıcı vergi araçları"nı daha da arzu edilir kılar. Sadece geleneksel gelir vergisinden söz etmiyorum; düpedüz zenginliğin ve sermayenin müterakkî vergilendirilmesinden söz ediyorum!

      İnsanların sahip olduğu bir sermaye miktarı var; borçtan arındırılmış değer olarak. Bu sermayeye müterakkî bir mükellefiyet oranı dayatırsanız, çok aza sahip olanlar için mükellefiyet oranı negatiftir; bu da dolayısıyla borçlarının bir kısmının silinmesi anlamına gelir. Dolayısıyla "Keynesçi gelir vergilendirme politikaları"ndan çok farklı bir şey söz konusu.

      Ayrıca "düşük büyüme", "gelir vergisi"ni ve "servet vergisi"ni daha da arzu edilir kılıyor, zira düşük bir büyümeyle birlikte, büyüme oranıyla sermayenin randıman oranı arasındaki makas açılır.

      İnsanlık tarihinin büyük bölümünde, ekonomik büyüme neredeyse sıfır mertebesinde olmuştur; sermayenin randıman oranı ise %5 civarında. Büyüme oranı savaş sonrası Avrupa'daki gibi %5 civarında olunca, ikisi arasındaki makas dardır dolayısıyla.

      Fakat büyüme oranı %1, hâttâ bazı Avrupa ülkelerindeki gibi negatif olduğu zaman; iki oran arasındaki makas muazzam açılıyor!

      Sâfî ekonomik bakış açısıyla bu bir sorun değil; ama toplumsal bir bakış açısıyla sorun, çünkü; büyük servet yoğunlaşmalarına yol açıyor! Buna karşı; "servetin" ve "malvarlığı"nın müterakkî vergilendirilmesi yararlıdır.

      [Devamı 6. bölümde]

      Sil
    7. [6. BÖLÜM]

      DAVID GRAEBER: Ama sermayeye konulacak bu müterakkî verginin uluslararası olması gerekmez mi?

      THOMAS PIKETTY: Evet, elbette! Ben de sizin gibi "enternasyonalist"im, dolayısıyla bu noktada aramızda bir tartışma çıkacağını sanmıyorum.

      DAVID GRAEBER: Yine de ilginç bu; zira, tarihsel olarak, kredinin güçlü olduğu bir çağa geçtiğinizde, genel olarak "borçluları koruyup alacaklıların saçmalıklar yapması"nı, "borçlulardan yana önlemler alma pahasına engelleyen" bir tür çıkıntı mekanizmanız vardır!

      Alacaklıların borçlular üzerinde fazla nüfuz kurmalarını engelleyen bu mekanizmalar çeşitli biçimlere bürünmüştür: Mezopotamya'da tanrısal hukuk monarşisi, Kitabı Mukaddes'te "yubil" yılı (elli yılda bir gelen azatlık ve meserret yılı), Ortaçağ'da kilise hukuku, Budizm, Konfüçyüsçülük: Kısacası, o toplumlarda kredi üzerindeki denetimi elinde tutan kurumsal ve-veya manevi bir aygıt vardı.

      Bugün; kredinin belirleyici olduğu bir evredeyiz, fakat işleri tersten yapıyoruz! Neo-liberalizm bir "iman biçimi gibi görülebildiği ölçüde" neredeyse dinî tabiatta olan çıkıntı mekanizmalarımız şimdiden var; fakat, borçluları alacaklılardan korumak yerine, tersini yapıyorlar!

      30 yıldır: "IMF", "Dünya Ticaret Örgütü", "Breton Woods"un rahminden çıkan mali kurumlar, "yatırım bankaları", "çokuluslu şirketler" ya da "uluslararası sivil toplum kuruluşları"nın oluşturduğu bütün; (Birleşmiş Milletler'in aksine) kararlarını uygulatma olanakları bulunan "dünya çapında uluslararası bir bürokratik sistem" teşkil ediyor!

      "Finansçılar"ın ve "alacaklılar"ın çıkarlarını savunmak için bütün bu yapı göstere göstere yerleştirilmiş olduğuna göre, seferber edildiği amacın tersini yapması için o aygıtı dönüştürmek siyaseten nasıl mümkün olabilir?

      THOMAS PIKETTY: Daha fazla insanı ikna etmek gerekecek, ne diyebilirim size?!

      Nereye gitmek istediğimizi bilmek bile önemli!

      Beni endişelendiren ise; bahsettiğiniz büyük kurumlar için borcu iptal etmenin sizin düşündüğünüzden çok daha doğal olması. Şu "haircut" deyişini niye seviyorlar? Çünkü pazarın ahlâk sisteminde kalıyorsunuz! Suçlu; borcu olan! Bence risk; finans kurumlarının sizin tasvir ettiğiniz istikamette gitmeleri.

      Tipik bir biçimde, Kıbrıs Krizi sırasında, sermayelere müterakkî bir vergi tasarısı tartışılmış olmasına rağmen, biraz terakkiyle, "IMF" ile "Avrupa Merkez Bankası", sonunda herkese eşit bir dolaylı vergi tercihinde bulunarak "haircuts" usûlüne gitme kararı aldılar.

      Fransa'da, 1945-46'da, muazzam bir kamu borcu vardı. Çözüm için iki araç kullanıldı. Önce bolca enflasyon (ki tarihte borçtan kurtulmanın başlıca usûlüdür), fakat insanların elindeki azı da azalttı o; mesela yoksul yaşlı kimseler herşeylerini kaybettiler! Bunun sonucunda, herşeylerini kaybetmiş bu emeklilere asgari bir gelir biçimi, bir yaşlılık yardımı yaratılması için 1956'da ulusal mutabakat sağlandı. Zenginler bu enflasyon yüzünden hiçbir şey kaybetmediler! Enflasyon onların servetlerini azaltmıyor, çünkü sağlam aalanlara yatırıyorlar, bu da servetlerini koruyor!

      O zenginlere asıl para kaybettiren şey, o sırada yerleşen bir başka mekanizma: 1945'te getirilen bir müterakkî ve istisnaî vergi. Oysa 70 yıl sonra IMF, sermaye üzerinden bir tedrici müterakkî vergi getirmenin teknik açıdan imkânsız olduğuna inandırmaya çalışıyor bizi! Şu bahsettiğiniz kurumların "haircuts"ı tercihinde güçlü ideolojik nedenler olmasından korkuyorum gerçekten!

      [Devamı 7. bölümde]

      Sil
    8. [7. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Bir "vergi kaçışı riski" yok mu?
      Sermaye sahiplerinin borçtan kurtulmaları, borcun iptalinin etkilerinden kurtulmalarından daha kolay değil mi?

      THOMAS PIKETTY: Hayır, borç reddinin etkilerinden de, enflasyonun etkilerinden de kurtulmak çok kolay.

      İri portföyler borç kâğıtlarını tutmazlar ve temiz sermayelerden oluşurlar. Vergi kaçışına karşı mücadele etmek mümkün mü? Evet, istenirse yapılabilir. Modern hükûmetler kararlarına saygı gösterilmesini istedikleri zaman bunu becerirler. Batılı hükûmetler, Kuveyt petrolüne Irak el koymasın diye Kuveyt'e bir milyon asker göndermek istedikleri zaman yapıyorlar bunu! Irak'tan korkmuyorlarsa, Bahamalar'dan ya da Jersey'den korkmaları için bir sebep yok; ciddi olalım! Servet ve sermaye üzerinden müterakkî bir vergi getirmek teknik sorunlar çıkarmıyor. Siyasî irade sorunu bu!

      *****
      David Graeber'ın Türkçe'ye çevrilen kitapları:

      "Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar"
      Çeviren: Bengü Kurtege-Sefer
      Yayınevi: Boğaziçi Üniv. Yayınları (2012)
      ( http://www.bupress.org/tanim.asp?sid=V5ZI6D5VXB8B3E8DU3QQ )

      "Tersine Devrimler: Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayalgücü Üzerine Denemeler"
      Çeviren: Aslı Esen
      Yayınevi: Everest Yayınları (2014)
      ( http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1357 )

      "Borç: İlk 5000 Yıl"
      Çeviren: Muammer Pehlivan
      Yayınevi: Everest Yayınları (2015)
      ( http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1454 )

      Thomas Piketty'nin Türkçe'ye çevrilen kitabı:

      "Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital"
      Çeviren: Hande Koçak
      Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları (2015)
      ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/yirmi-birinci-yuzyilda-kapital-karton-kapak/351495.html )

      [Devamı 8. bölümde]

      Sil
    9. [8. BÖLÜM]

      === BÜROKRASİ YÜZDE 1'E HİZMET EDİYOR! ===

      Kuzey Amerika'daki özgürlükçü düşüncenin teorisyeni ve "Occupy Wall Street" hareketinde başı çeken isimlerinden antropolog David Graeber, "Bir serbest pazar ekonomisini sürdürmek için 14. Louis'nin mutlak monarşisinin bin katı kırtasiye gerekir" diyor!

      Bu tespitten yola çıkan anarşist antropolog Graeber, "bürokratik kapitalizm"in yeni bir eleştirisinin ana hatlarını çiziyor.

      Fransa'nın popüler internet gazetesi Mediapart, Joseph Confavreux ve Jade Lindgaard'ın David Graeber ile gerçekleştirdiği söyleşiyi 1 Ocak 2016'da yayınladı.

      Röportajın Türkçe'ye çevirisini Haldun Bayrı yaptı.

      *****
      "Günümüzde bürokrasiden pek bahsedilmiyor. Buna karşılık 20. yüzyılın ortasında, özellikle de 1960'lı yılların sonu ve 70'li yılların başında, herkesin ağzında bu sözcük vardı." diye saptıyor David Graeber, "Bürokrasi" başlıklı kitabının girişinde ("The Utopia of Rules: On Technology, Stupidity, and the Secret Joys of Bureaucracy", Melville House, 2015).

      "Borç" üzerine yazdığı ve yüzbinlerce satan kitabıyla ("Debt: The First 5000 Years", Brooklyn, N.Y. 2011, Melville House) ünlenen anarşist antropoloğa göre, bürokrasinin adının anılmaması, ona bağlı sorunların ortadan kalkmış olmasından değil; devletle karıştırmıyorsak, "yaşamımızın tüm yönlerini belirlemesi"ne rağmen buna "alışmış olmamız ve artık bürokrasiyi düşünmenin içimizden gelmemesi"ndendir.

      Nitekim, David Graeber'ın ileri sürdüğüne göre, "Bir serbest pazar ekonomisini sürdürmek için 14. Louis'nin mutlak monarşisinin bin katı kırtasiye gerekir."

      Antropolog hatırlatıyor: "İngiliz liberalizmi kamu bürokrasisinin erimesine yol açmadı, tam aksini yaptı: Özerk bireyler arasında bir serbest sözleşmeler dünyasının liberal rüyasını mümkün kılan hukukçular, zabıt kâtipleri, müfettişler, noterler ve polis komiserleri yelpazesinin sürekli yayılmasına yol açtı!"

      Mesele, 1960 ve 1970 yıllarında kapitalizme karşı dövüşen solun taşıyıcısı olduğu anti-bürokratik bireycilik dilinin, "her toplumsal meseleye 'pazar çözümleri' talep eden bir sağ tarafından, artan bir yırtıcılıkla" devralınmış olmasıdır. Bu hareket karşısında, "klasik sol, eski refah devletinden artakalanı kurtarmayı denemek için acınası bir artçı kavgası vermek durumunda kalmıştır. Devlet'in icraatını daha 'etkin' kılma mazeretiyle, kamu hizmetlerinin kısmî özelleştirilmesini ve bizzat bürokratik idare yapısında 'pazar ilkeleri'nin, 'pazar teşvikleri'nin ve pazara dayalı diğer 'sonuçtan sorumlu kılma usûlleri'nin git gide artan bütünleşmesini onaylamıştır; çoğu zaman hızlandırmıştır da."

      Antropolog için bütün bunlar bir "siyasî felaket"e götürmektedir, çünkü "her toplumsal mesele karşısında, radikal solun çözümleri neredeyse her yerde düpedüz dışlanmıştır; 'ılımlı' solun çözümleri ise, değişmez bir biçimde, bürokrasinin en beter unsurlarıyla kapitalizmin en beter yönlerinin kâbusvâri kaynaşması haline gelmiştir."

      [Devamı 9. bölümde]

      Sil
    10. [9. BÖLÜM]

      Dolayısıyla David Graeber'ı izleyince, "nihaî hedefi kâr biçimiyle zenginlik çıkarmak olan, kural ve yönetmeliklere boğulmuş tek bir varlıkta kamusal ve özel gücün tedrici kaynaşması"na tanıklık etmekteyiz. Nitekim ona göre, "serbest ticaret ve serbest pazar, gerçekte dünya çapında idarî yapılar yaratılması anlamına gelir", oysa "gelirlerden çıkarılan kârların bir kısmı, uzmanlığa dayalı ya da serbest mesleklerden ayrıcalıklı bileşenlere yönlendirilmekte veya şirketlerde kırtasiye meraklısı yeni bürokrat tipleri yaratılmasına hizmet etmektedir", ki bu da önceki bir makalesinde kınadığı, "-stratejik vizyon koordinatörü, insan kaynakları danışmanı, hukuk analisti, vb. gibi- yapay ve bâriz biçimde anlamsız, uydurma meslekler"i teşvik etmektedir; "üstelik bu mevkilere getirilenler de şirkete hiçbir şey katmadıklarını gizliden gizliye bilirler."

      David Graeber'ın teşhis ettiği bu bürokratik kapitalizme getirilecek bir sol eleştiri nasıl olurdu? Paris'e uğraması vesilesiyle ondan aldığımız bazı cevaplar şunlar:

      === SORU ===
      Hükûmetlerin aldıkları kararlarda çoğu zaman özel çıkarlar etkili olmasına rağmen, son kitabınızda bürokrasiye saldırıyorsunuz. Düşman o mu sahiden?

      DAVID GRAEBER: Hiç kimse düzenleme yapmak istediğini iddia etmiyor ama, gerçekte yaptıkları tek şeyse daha fazla düzenleme! Düzenleme yapmama fikri aslında ne anlama geliyor? Düzenlemeleri kaldırmak değil, yeni biçimlerini yaratmak anlamına geliyor. Mesela ABD'de, havayolu şirketlerindeki "düzenlemeleri kaldırdılar". Somut olarak, birkaç küçük oligopol arasındaki rekabetin idaresi sisteminden, çok sayıda şirketin rekabete sokulmasına geçildi. Daha sonra telefon ve iletişim teknolojilerindeki düzenlemeleri kaldırdılar; sonra da sıra bankalara geldi. Bu alanda, birbiriyle rekabet halindeki çok sayıda küçük şirketten, az sayıda oligopolün rekabet ettikleri sisteme geçildi.

      Gerçekte "düzenlemenin kaldırılması" her anlama gelebiliyor. Bu sözcüğün özünde bir anlam yok. Düzenlemenin kaldırılmasından söz edildiğinde, aslında düzenlemeler sistemini kendi işine geldiği şekilde değiştirmekten söz ediliyor. Yani çoğu zaman bazılarının daha fazla para kazanması için bu. Kapitalizmin bugünkü işleyiş biçimi tam olarak bu: Birileri yararlansın diye kuralları değiştirmek. Siyaset git gide enikonu sermaye gelirinden kâr elde edip, aynı sermayeye daha da fazla gelir temin eden yeni kurallar yerleştirmek amacıyla siyasî yapıları etkilemek için bu kârın kullanılmasından ibaret bir hale geliyor!

      === SORU ===
      Bugün sizi niçin araştırma konusu olarak bürokrasi (buram buram 60'lı yıllar kokan o terim) ilgilendiriyor?

      DAVID GRAEBER: Halk sınıfları neden sol partiler yerine sağ popülist partilere oy vermeye yatkın? Çünkü somut baskı tecrübeleri bizatihi kapitalizmden ziyade bürokratlardan, bütün işi yoksulları dertlerine yanmaya itmekten ibaret olan herkesten geliyor!

      İşin alaycı tarafı şu: Sağ ne kadar reform yaparsa bürokratlar da o kadar artıyor. Kınamak gereken bir kısır döngü bu. Anti-bürokratik sol eleştiri için muazzam bir potansiyel var.

      Biz (yani "Occupy Wall Street hareketi") %1 ve %99'dan söz ettiğimizde muazzam bir yankı uyandırdı! %1 sadece bir ayrıcalıklılar sınıfı değil; bir sınıfın iktidarına da işaret ediyor bu!

      Bu %1, seçim kampanyalarında adaylara en çok para veren ve ekonomik büyümenin yararlarının çoğunu istifleyenler!

      Bu da bir tesadüf değil. Bugün kapitalizm git gide daha az (klasik Marksist açıklama uyarınca) ücretlerden artıdeğer çıkarılmasıyla işliyor; ve git gide daha çok borçla, borçla ilgili kesintiler ya da gecikme zamlarıyla doğrudan artıdeğer çıkararak işliyor. Bütün bunlar hükûmetin koyduğu kurallarla kararlaştırılıyor. Özetle, %1’i oluşturanlar paranızı alıyor ve bu parayı kendilerine daha çok kâr getirecek yasaları yazsınlar diye siyasetçilere veriyorlar!

      [Devamı 10. bölümde]

      Sil
    11. [10. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Sorun bürokrasi mi, yoksa kapitalizmin onu sahiplenme biçimi mi?

      DAVID GRAEBER: 19. yüzyılda, imparatorluk zamanında Büyük Britanya büyük bir kapitalist güçtü ve serbest ticaret retoriğini ciddiye alıyordu. Kapitalist şirketler nispeten ufaklardı; çoğu aile şirketiydi.

      20. yüzyılda ABD'de ve Almanya'da başka bir sistem yerleşti: Yüksek düzeyde bürokratikleşmiş bir şirketler kapitalizmi! ABD bürokratik kurumlar yarattı: "IMF", "Dünya Bankası", "Birleşmiş Milletler". Daha önce bunlarla eşdeğer hiçbir şey yoktu. Bu büyüleyici.

      Amerika kendini, düzenlemesiz bireyciliğin ülkesi olarak görüyor, oysa inanılmaz bir biçimde bürokratikleştirilmiş bir toplum! Ve bu bürokratik rejim türünü dünyanın artakalanına dayatmış! Küreselleşme karşıtı hareketler; "Dünya Ticaret Örgütü", "IMF" ve "Dünya Bankası" hakkında bunu vurgulamışlardır ve insanlar keşfettikleriyle dehşete düşmüşlerdir!

      === SORU ===
      Ama sorun bu bürokrasinin bizatihi varlığı mı, yoksa büyük şirketlerin avukatları veya lobicileri sayesinde çıkarlarını savunmak için daha fazla imkânları olması mı? Her şeyden önce bir güç dengesi oyunu değil mi bu?

      DAVID GRAEBER: Bu bürokrasi kendini yerleştirenlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde tasarlanmış. "Refah Devleti"nin 1940, 1950 ve 1960'lı yıllardaki serpilip gelişme devrinde bürokrasiyi halkın tarafına geçirmek için bir deneme oldu. Ama sadece boş bir umut olarak kaldı bu. "Bürokrasi" ve "Refah Devleti" sol tarafından yaratılmadılar; kökeninde, "Bismarck" gibileri tarafından, iktidar icrasının halk tarafından yürütülmesini engellemek için dikey bir yapı olarak yaratıldı. Bunları açık bir biçimde toplumu kendi hesabına çalıştırma yolları olarak tanımlamıştır: "Dürüstlüklerini sağlamak için onlara bir şeyler vermek lâzım" diye!

      "Refah Devleti" kurumlarının çoğu (mesela sağlık sigortası ya da kamu kütüphaneleri) halk hareketleri ve sendikalar tarafından yaratılmışken, hükûmetler onların bu örgütler tarafından yönetilmesine izin vermemişlerdir. "Dikey bürokratik sistemler aracılığıyla" yüklenmişlerdir onları! Sorun, bu idare erki bir kez bırakıldığında; artık geri alınamamasıdır! İşlerin "neredeyse askerî bir dikey karar sistemi uyarınca idare edilmesi"ni bir kez kabullendiğinizde; oyunu kaybetmişsiniz demektir! Neo-liberalizmin çelik gibi yasasıdır bu: "Daima daha fazla düzenleme ve bürokrat yaratır." Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonraki 10 yıl boyunca, memurların sayısı %20 artmıştır!

      === SORU ===
      Solun suçu mu bu?

      DAVID GRAEBER: Hayır, ama budalaca davranmıştır. Sol, bürokrasiyi savunması gerektiğini düşünerek kendi tuzağına düşmüştür; oysa bürokrasi gerçekte git gide daha fazla sağın çıkarları hizmetinde hareket etmektedir. 1960'lı yıllardaki radikal militanlar (hippiler, sitüasyonistler...) bürokrasiye çok sert ve haklı bir eleştiri yöneltiyorlardı. Onlara göre, bürokratik kurumlarla işleyen toplumsal demokrasi, faşizmden ya da devlet sosyalizminden o kadar da uzak değildi.

      Ama bugün durum bütünüyle değişti.

      Sağ, eski solcu eleştiriyi kendi hesabına geçirdi! ABD'de "Cumhuriyetçi Parti", Obama'nın sağlığa erişim reformunu (Obamacare) devlet sosyalizminin ve faşizmin bir biçimi olmakla itham ediyor. Sol ise bürokrasiyi savunuyor. Hâlbuki, bürokrasideki sorunlarımızın çoğuyla bankamızla ilişkilerimizde karşılaşıyoruz!

      Bilgisayarınızı tamir ettirmek için "Apple"a gidip de idarî soru fişleri, bitmek bilmeyen kuyruklar ve telefonda beklemeler cehennemine düştüğünüz vakit, bunun bürokrasi olduğunun hiç kimse farkına varmıyor!

      20. yüzyılın başında Kafka tarafından tasvir edilmiş olan bütün bu idarî çılgınlık, bugün gündelik yaşamımız hâline geldi! Oysa hiç kimse bunun bürokrasi olduğunu düşünmüyor, zira bürokrasi fikri hep hükûmet fikriyle birleştiriliyor!

      [Devamı 11. bölümde]

      Sil
    12. [11. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Ama bürokrasisiz bir demokrasi hayal edilebilir mi peki? Umumî menfaatin savunulmasını temin etmek için idareye ihtiyacımız var...

      DAVID GRAEBER: Evet, doğru. Ama 50 sene önce, bugüne nazaran yapılan işin %5'i kırtasiye idi. Bugün dünyanın o zamankinden daha karmaşık olduğunu zannetmiyorum.

      Öğretmenlik yapmak 20 ya da 50 yıl önceden üç misli daha mı karmaşık? Aynı şey, yalnız şimdi bunun idaresi için on misli insan gerekiyor. Her şeyin bireysel düzeyde idare edilemeyeceği doğru: Mesela "organ bağışı". Fakat yararlı olmayı sürdürdüğü işlevleri daha iyi belirlemek için bürokrasinin elzem olmadığı fikrinden yola çıkmak gerekiyor.

      İnsanların "(direct democracy) doğrudan demokrasi" biçimleri yaratarak doğrudan eylemle yaptıkları; bürokrasiye bir alternatif örneğidir. ABD'de ya da İngiltere'de yararlı olacak tek bürokrasi biçimi, olmayan bürokrasidir: Tıbbî evveliyatınızın arşivi, mesela. Bürokrasinin çekici kısmı, gayri-şahsî bir sistem olmasıdır.

      === SORU ===
      İki yıl önce, fabrikalarını başka bir yere taşımak isteyen mal sahibine karşı grevde olan, Marsilya yakınındaki "Fralib" fabrikasını ziyaret ettiniz. Ne öğrendiniz orada?

      DAVID GRAEBER: Şirketin içinde karar alma ve işletme hususundaki tüm ara işlevleri; tahlilimi çok etkileyen bir tecrübe oldu. "Bullshit jobs" ya da "uydurma meslekler" üzerine metnimde yararlandım bundan.

      Neden şirketler "hiçbir şey yapmıyor görünen kimseler"i istihdam ederler?

      "Fralib"lilerin açıkladığına göre; geçmişte fabrikalarında istikrarlı bir üretkenlik ve ücret artışı yaşanmış. Sonra durmuş! Üretim sahalarına yeni teknikler ve yeni makineler getirdiklerinde, önceki gibi ücret artışından yararlanamamışlar. Bunun yerine, işverenleri git gide daha fazla kadrolu memur istihdam etmiş.

      İlk başta iki tane varmış: "İnsan kaynakları sorumlusu" ve "şef". Sonra 7, 8, 9 kişi... Takım elbiseli olan ve işçilerin etrafında dolanıp duran kimseler. Yapacak pek işleri yokmuş. Dolayısıyla; çalışanları "gözlemlemeye", "gözlemeye", "değerlendirme sistemleri yaratmaya" koyulmuşlar; ve, sonunda, fabrikanın Polonya'ya taşınmasını önermişler! Kim bu insanlar? Çalışan değiller. İş idaresiyle (management) uğraşıyorlar. Rantın kârını tekrar dağıtmanın bir biçimi bu: Şirket zengin; o kadar çok para kazanıyor ki, onlara verecek hakiki işi olmaksızın bütün bu insanları işe alıyor!

      [Devamı 12. bölümde]

      Sil
    13. [12. BÖLÜM]

      === SORU ===
      Kitabınızda "diplomania"yı (diploma düşkünlüğünü) kınıyorsunuz. Bu nedir?

      DAVID GRAEBER: "Uygulamalara" değil de "belgelere" bakarak bir değer yaratma örneğidir bu!

      "Uygulama" üzerinde öğrendiğiniz bilgiler bugün "kâğıtlarla geçerlik kazanmak" zorunda!

      Kütüphaneciler gayrişahsî usûllerin yerleşmesi sebebiyle mesleklerini yeniden öğrenmek zorunda kaldılar; bu yüzden tekrar okula gittiler, krediler aldılar... Şifacılık sanatını ya da gazeteciliği icra etmek için, aniden, size bir diploma gerekiyor!

      Mali ve bürokratik kapitalizmle bağlantılı bir ruh hâline tekabül ediyor bu! Değerin "kâğıtlardan", "idarî belgelerden" gelmesi fikri! Bir tür "fetişleştirme"!

      Şayet fakirseniz, sosyal yardım alabilmek için "bazı koşullara uymak ve çok sayıda kâğıt doldurmak" gerekiyor; ilettiğiniz bilgileri de birilerine havale etmiş oluyorsunuz.

      Orta sınıftansanız, kendinizi ve diğer meslektaşlarınızı değerlendirmekle geçiriyorsunuz zamanınızı... Dolayısıyla değerimizin "sınıflandırılmamızdan geldiği" fikri var; beraberinde de değerimizi yarattığını düşündüğümüz devasa bir belgeler ve soru fişleri zinciri geliyor; oysa yaratılan, zorakiliktir.

      *****
      Aşağıda sayın Eğilmez’in yazdıkları ile beraber yorum pencerelerini sonuna kadar lütfen acele etmeden ve dikkatle okuyunuz.

      Okuma esnasında karşılaşacağınız “referans bilgiler”i, bir köşeye kaydediniz ve imkânınız el verdiği müddetçe bu bilgilere ulaşmaya çalışınız:

      1. Ahbap Çavuş Kapitalizmi
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/ahbap-cavus-kapitalizmi.html

      2. Temel Yanılgılarımız
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/05/temel-yanlglarmz.html

      3. Girişimcilik
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/06/girisimcilik.html

      4. İİBF’de Bölüm Seçimi
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/iibfde-bolum-secimi.html

      5. Küresel Krizin Çözümü İçin Maliye Politikasına İhtiyaç Var
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/kuresel-krizin-cozumu-icin-maliye.html

      6. Fiyat, Faiz, Kur Derken Asıl Meseleyi Kaçırıyoruz
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/07/fiyat-faiz-kur-derken-asl-meseleyi.html

      7. Büyüme Düştü, Merkez Yandı
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/buyume-dustu-merkez-yand.html

      8. İİBF Sorunu
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/iibf-sorunu.html

      9. Türkiye Ekonomisinin Bugünkü Sorunları
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/turkiye-ekonomisinin-bugunku-sorunlar.html

      10. Reform İllüzyonu
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/09/reform-illuzyonu.html

      11. Üniversite Süresini Nasıl Değerlendirmeli?
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/10/universite-suresini-nasl-degerlendirmeli.html

      12. Ne Pahasına?
      http://www.mahfiegilmez.com/2014/12/ne-pahasna.html

      13. Bilim ve İnanç
      http://www.mahfiegilmez.com/2015/02/bilim-ve-inanc.html

      14. Yalnızlığımı Söylemeyin Kimseye
      http://www.mahfiegilmez.com/2015/03/yalnzlgm-soylemeyin-kimseye.html

      15. CHP'nin Seçim Programı ile İlgili Soru ve Yanıtım
      http://www.mahfiegilmez.com/2015/04/chpnin-secim-program-ile-ilgili-soru-ve.html

      [Devamı 13. bölümde]

      Sil
    14. [13. BÖLÜM - SON]

      Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar.
      Bilimi yarı yolda bırakmayın; olur mu çocuklar?!

      Oppenheimer gibi hissediyorsanız; bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın!

      Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir;
      Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın!

      Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir;
      Bırakınız parayla da onlar uğraşsın!

      Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa,
      Siz de Leonardo Da Vinci gibi “Kuvvet nedir?” diye merak ediyorsanız:
      Buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim.

      Çünkü:

      Bazılarına göre “kuvvet”; “para” ile “organizasyon”un çarpımına eşittir!
      Bize göre de “kuvvet”; “ivme” ve “kütle”yi ilgilendiren bir büyüklüktür!

      Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın; olur mu çocuklar?!
      “Üniversite” ile “ticarethane”yi birbirine karıştırmayın; olur mu çocuklar?!

      [Prof. Dr. Mustafa İnan
      İnşaat Mühendisi
      1911-1967
      “Bir Bilim Adamının Romanı”
      Oğuz Atay
      1975]

      ===UYARI MESAJI (1)===

      Animasyon video:

      "Hayatta herbirimizin görevi var; peki ama bu görevler ne ?!

      El Empleo

      The Employment"

      Süre: 7dk.

      Adres:
      http://vimeo.com/32966847

      ===UYARI MESAJI (2)===

      "Sınıf bilinci nedir ?!"

      "Kaç Bize Gel !"

      Süre: 5dk.

      Adres:
      http://vimeo.com/57447092

      "Hayatta kalma rehberi (1)"
      https://drive.google.com/file/d/0B3oI3wToqWNgOS1IcHIxT0JCUVk/view

      "Hayatta kalma rehberi (2)"
      https://drive.google.com/file/d/0B3oI3wToqWNgejNBaXdWVzM2S1E/view

      "Biz kimiz?"
      https://drive.google.com/file/d/0B3oI3wToqWNgWXRJVzBob2tpMjA/view

      ===UYARI MESAJI (3)===

      “Bencillik Çağı ~ Ben Çağı (The Century of the Self)”

      Hazırlayan: Adam Curtis (İngiliz belgesel ve film yapımcısı)

      Yayın yılı: 2002

      Bölümler:

      Bölüm 1: Mutluluk Makineleri (Happiness Machines)
      Türkçe altyazılı video:
      http://vimeo.com/22918234

      Bölüm 2: Rıza & İkna etme mühendisliği (The Engineering of Consent)
      Türkçe altyazılı video:
      http://vimeo.com/23204840

      Bölüm 3: Herbirimizin kafasının içine birer polis yerleştirilmiş: Bütün bunları kafamızdan kovmalıyız.
      (There is a Policeman Inside All Our Heads: He Must Be Destroyed.)
      Türkçe altyazılı video:
      http://vimeo.com/23485787

      Bölüm 4: Kettering’de şarap yudumlayan sekiz kişi
      (Eight People Sipping Wine in Kettering)
      İngilizce video:
      http://dai.ly/x17b3nc

      ===UYARI MESAJI (4)===

      Prof. Dr. Yankı Yazgan (psikiyatrist) ile yapılan röportaj:

      “REKABET” KELİMESİNİ BEBEKLİĞİMİZDEN İTİBAREN BİZE NASIL ÖĞRETİYORLAR ?!

      Adres:
      http://www.youtube.com/watch?v=o-0pePCFp4A

      Saygılarımızla.

      Sil
    15. Sayın Eğilmez,

      Sizi de kandırmalarına müsaade etmediğiniz için teşekkür ederiz!

      Saygılarımızla.

      Sil
    16. Sayın Adsız.
      Sizden rica ediyorum bundan böyle bu kadar uzun yorumlar yazmayın. Buna ciddi itirazlar var. Bu kez bloğuma gösterdiğiniz ilgiye duyduğum saygıdan dolayı ve sizi kırmamak adına yayınladım ama bir daha sizden kısa yorum yapmanızı rica ediyorum.
      Anlayışla karşılayacağınız düşüncesiyle teşekkürler.
      Blo

      Sil
    17. Sayın Eğilmez (18:26),

      [Buna ciddi itirazlar var.]

      Bütün bunlar tuzak!

      Şu konuya ne kadar dikkat ettiğinizi biliyoruz:
      Hatırlarsanız, üniversitede ders verdiğiniz öğrencilerinizi geçmiş yıllardaki öğrencilerinizle kıyasladığınızda; hepsinin olmasa bile çoğunun "armut piş, ağzıma düş!", "kısa kes, Ankara havası olsun!" tuzaklarına düştüğü, sıkılgan tavırlar sergilediği, "çabukluğa adapte edildikleri" tespitlerini yapmış, endişenizi dile getirmiştiniz!

      Bu haklı endişenizi hatırlamanızı istiyoruz! Böylelikle niçin bu kadar ısrarcı davrandığımızı daha net anlayacağınızı umuyoruz!

      SON BİLGİ: SİZLE OYUN OYNAMIYORUZ! BÜTÜN KELİMELERİMİZDE CİDDİYİZ!

      Sil
    18. Sayın Adsız,
      Ben diyeceğimi dedim.

      Sil
    19. Tuzak muzak yok, okumak istesek kitabını alır okuruz. Bu kadar uzun yazılar okunmuyor, boşuna koyuyorsunuz. Sizce Mahfi Eğilmez kolay tuzağa düşürülecek adam mı? Salam yerine koymayın insanları.

      Sil
    20. Sayin adsiz karaborsa bloga hayir

      ne huysuz adamsin sen yahu. Bu kopyala yapistirlari okudugumuzu mu saniyorsun. Insanlara propagandani yapmak istiyorsan ac bir blog in meydane herkes gorsun sahane.

      Mahfi hocanin Blogunu okuyamiyoruz sayenizde oyle bir enformasyon veiyorsun ki gozde kalmiyor ruhta.
      Arz talep eksenli dusun sana talep yok bu blogda arzi cok sunuyorsun talebin az ve kati. Bu vesile ile baska yerde blog ac arada bir de burada yokla insanlari yeni blog actim ver linki okumak isteyen o blogdaki cevaplarini okur. Dunyada her sey arz ve talep eksenlidir. Karaborsa blogculuga hayir elhamdurullah

      Sil
    21. Adsiz zaten global ekonomi krizde ne yapacagimizi sasiriyoruz bir de sen sistem disi aklimizi bulandirma

      Sil
    22. Sayın Adsız (19:33),

      Sayın Eğilmez'in [Buna ciddi itirazlar var.] ifadesi; hangi tarafa meyilli olduğunun bir göstergesi.

      Biz "tuzaklara dikkat ediniz" diye belirtirken, siz, yolda yürürken içine düşülen çukurları anlıyorsanız; yanılıyorsunuz.

      Kimsenin kimseyi "salam" ve diğer et mamûlleri yerine koyduğu yok.

      [okumak istesek kitabını alır okuruz.] isteyiniz ve okuyunuz.

      Sil
    23. Açıkçası 4 yıldır bu blogu takip ederim, şu ana kadar bu tür yorumların hiçbirinin bir kelimesini okumadım. Belki içinde çok güzel bilgiler vardır ama bu makaleleri yorum bölümünde görünce ister istemez insanın siniri bozuluyor.

      Sil
    24. Sayın Adsız (19 Ocak, 20:11),

      [bu tür yorumların hiçbirinin bir kelimesini okumadım. Belki içinde çok güzel bilgiler vardır] İşte bu ifadenizle kendi kendinizi cevaplamışsınız.

      Her yorum okunmaya değer.

      Bizlerin gönderdikleri; sadece okuyup köşeye atmanız için değildir, kafa yormanız için işaretler vardır.

      Eğer gönderilen metinleri, önyargılarınızı asgari düzeyde tutarak okumaya gayret ederseniz; niçin çırpındığımızı, niçin bu kadar ısrarcı olduğumuzu anlarsınız.

      Sil
    25. Tuzagi filan bilmem, okumadan atladim gectim. Mahfi hocanin sorulara verdigi cevaplar daha aydinlatici. Ben Mahfi hocanin yerinde olsam uyarma geregini bile duymadan iptal eder gecerdim. Iktisatla ilgili diyorsunuz ama Internette iktisatla ilgili gzilyon tane makale var zaten. Buraya kopyalamanin anlami yok.

      Sil
    26. yoruma eklediğiniz "ben asrı" belgeselini az önce izledim

      okula gittiğim ilk günün ilk dersinde öğretilenler aklıma geldi. insanın rasyonel bir varlık, nihai amacının kendi faydasını maksimize etmek olduğu anlatılmıştı. ihtiyaçlar sınırsızdı, kaynaklar kıt. bunun etkin şekilde kulanılması da iktisatın kabaca tanımıydı. o gün, bu ihtiyaçların neden sınırsız olduğunu hiç sorgulamamıştım. şimdi soruyorum, neden sınırsız? ihtiyaçları sınırsız yapan insan doğası değil, insanların arzularını kendilerine çıkar edinmiş pis, ikiyüzlü düzen olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

      kapitalizmin kucağına düşmek zorunda kalan toplumların birincil sorunu sanırım bu. yapılan her yeni keşfi, icadı şirketlerin kar güdüsüne sunmak. bu belgeselde de, ağırlık merkezinde insan davranışlarının anlamını araştırmanın tüketim toplumuna ve kapitalizme giden yolda nasıl öncü olduğu var.

      kendini tanımak, özünü bulmak isteyen saf bireylerin, uzun yıllar boyunca farkında olmadan amerikan şirketlerine hizmet etmesi, amerika tarafından tüm dünyaya globalization adı altında pazarlanması ve sonunda ne acıdır ki, bireyin hala hiçbir şey anlamamış olması hayata dair iç burkan en önemli detay olsa gerek. psikanaliz yöntemlerinin bu şekilde toplumları yozlaştırması, kapitalizmin değişen her toplumsal yapıda kendine giriş noktası bulabilmesi çok ilginç. bir o kadar da, maalesef, gerçek.

      Adsız19 Ocak 2016 17:28
      herkesin kendisini sorgulamasını ve aydınlanmasını sağlayacak güzel bir paylaşım teşekkürler

      Sil
    27. Sayın Hakan Güngör (19 Ocak, 20:05),

      Metnin içeriğine yönelik beyanlarda bulunmanızı öneriyoruz.

      "Dünya" isimli mekân ve "iktisat" isimli disiplin; sadece ama sadece "arz ve talep mekanizması"ndan ibaret değil! Eğer zahmet ederseniz, metni okursanız anlarsınız!

      Yazdıklarınız lafügüzaf.

      Sil
    28. Sayın Adsız (20 Ocak, 02:08),

      [Tuzagi filan bilmem] ifadenizle kendi kendinizi yanıtladınız.

      Adı üzerinde "tuzak". Tuzağa düştüğünüzü size anlatmaya çırpınıyoruz; ama siz tuzağa kısılıp kalmakta ısrar ediyorsunuz.

      Metni okumadığınız için saçmaladığınızın farkında değilsiniz. Bunu, üzülerek, tarafınıza bildiriyoruz.

      Metnin işaret ettikleri üzerine görüşlerinizi beyan ederseniz; daha verimli davranmış olursunuz.

      Okuyup anlamaya çalışacağınız yukarıdaki 13 bölümlük metin; "internet" isimli mecrada dolaşanlardan daha mühim tespitler yapıp, daha mühim çözüm önerileri sunuyor.

      Önyargılarınızı azaltmayı deneyiniz.

      Sil
    29. adsiz metini okuyacak goz mu kaldi sana diyorum ki ac bir blog buradan yorum yap blogum burda de ver linki okumak isteyen okusun.
      Butun bunlarin nesi lafguzarlik tam tersi harika bir oneri. Ben icerigine bisey demiyorum hos seda kimse demiyor hocamizda rahatsiz bu turu uzun yorumlardan ki yorum bile degil kopy fest

      Sil
    30. adsiz zahmet etmiyorum kardesim alala alala talebin ben tarafindan yok iste. satin alinmiyorsun. okunmuyoirsun. zorla bozuk poeynir mi yedireceskin elkahmdurullah

      Sil
    31. Sayın Hakan Güngör (20 Ocak, 18:36 ve 19:39),

      Yorulmak zorundasınız. Bizler de yoruluyoruz; merak etmeyin! Hiçbirimiz "perfect human" değiliz.

      "Artık bizleri yormayacak metinler okumak istiyoruz!" ifadesi bir hastalıktır! Bu hastalığın ne kadar hızlı yayıldığını en net gözlemleyen kişilerden biri de sayın Eğilmez'dir!

      "Arz & talep mekanizması"ndaki ağırlığın asıl belirleyicisi "sadece siz" değilsiniz sayın Güngör.

      Bu metinleri okuyan kaç kişi olduğu hakkında elinizde net bir veri yok.

      "İktisat" gibi muazzam bir disiplini; sadece ama sadece malların ve hizmetlerin sirkülasyonu çemberine sıkıştırıp değerlendirerek kendinizi yanlış yönlendiriyorsunuz.

      Yukarıdaki 13 bölümlük metnin her kelimesinde çok mühim işaretler, çok mühim çözüm önerileri var.

      Önyargılarınızı azaltmak için bu metin size yardımcı olabilir.

      Bu size dostane bir tavsiyemizdir.

      Sil
    32. Ne demek yorulmak zorundasınız. Siz kimsinizde bizlere emir veriyorsunuz. Bu ne kibir böyle. Sizi bu tavirlariniz nedeniyle sevmiyorum. Bu yüzden de yazdıklarınızı da okumak istemiyorum. Ve böyle uzun propaganda yazılarınızı görmek de istemiyorum.

      Sil
    33. Dostane tavsiyelerinizi dinlemezsek bize ne yapacaksınız ??????? Şaka gibisiniz. Ama kötü bir şaka....

      Sil
    34. Arziniz bol talebiniz dusuk. Size itibar yok hamdolsun elhamdurullah

      Sil
    35. sayin adsiz okuma ve blog konforumuzu bozuyorsunuz. Lutfen istiram etmekteyim. Benim ve baskalarinin isbu forum sahibi kymetli hocamiz dahil olmak munasibetiyle konforumuzu bozuyorsunuz.

      Sil
    36. Şu sizli bizli tehditkar konuşmanızı bir kenara bırakın önce lütfen. Konuk olduğunuz bir platforma tam ve de alıntı bir içeriği olduğu gibi koymanızın ne kadar yakışıksız ve ölçüsüz olduğunu onca değişik şekilde söylemiş insanlar, siz hala "yapınız ediniz, bu son uyarımız" türünden yobaz ağzına yakışan laflarla dayatma peşindesiniz. Savunduğunuz (ya da öyle sandığınız) görüşleri bile kötülemektesiniz böyle yaparak.

      Bunlar güzel ve ilginç içerikler ama faiz tartışmasının altına yapıştırılacak şeyler değiller. Sırf "iktisatla ilgili işte" demekle olmaz. Açın bir blog, getirin buraya linkini yapıştırın, oraya da gelelim. Şu anda burada yapmakta olduğumuz tartışmanın konu ile zerre kadar alakası yok. Sadece size yaptığınızın son derece görgüsüzce olduğunu olabildiğince görgü sınırları dahilinde söylemeye çalışmış insanlar ama onu bile anlamakta sorun var.

      Görüşlerinize ve savunduğunuz değerlere saygı bekliyorsanız bu saygıyı lütfen hakkedin.

      Saygılar,

      Sil
    37. Mahfi Hocam size kesinlikle katiliyorum.
      Bu uzun ve maksatli yazilar blogun ahengini bozuyor. Arkadas yazisini kendi bloguna yazip buraya da linkini koysun.
      Fikirler ne kadar degerli olursa olsun, icine koyulan zarfa (sunum sekline) gore kiymet alirlar. Bu uzun yazilari kimseyi okumuyor ki bir ise yarasin!

      Sil
    38. Sayın Adsız (20 Ocak, 20:41, 20:44)
      Sayın Hakan Güngör (20 Ocak, 22:08, 23:40)
      Sayın Adsız (21 Ocak, 00:20, 07:20),

      Amacımız:
      "Kendimizi sevdirmek / sevdirmemek",
      "Emir vermek / almak",
      "Tehdit savurmak / savurmamak",
      "Kibirli olmak / olmamak",
      "Şaka yapmak / yapmamak",
      "Övgü toplama meraklısı" olmak / olmamak,
      Sayın Eğilmez'in sitesini "sömürmek",
      Kurtuluş ışığının yegâne göstericisi (adeta bir "saviour") olmak,
      ve benzerleri değil.

      Unutmayınız:
      Dikkatlerinize sunduğumuz metinler "iktisat ile ilgili"dir. "Sadece 'faiz illüzyonu' çemberi içinde yer alan metin, soru, yorum ve benzerlerinin yayınlanmasına izin vardır; çember dışındakilere izin yoktur." yaklaşımı meşru değildir.

      Çoğul şahıs eki kullanmamızın iki sebebi var:
      Bir (1) kişi değiliz.
      "Senli-benli" iletişim kurmak yerine "sizli-bizli" iletişim kurmayı tercih ediyoruz; çünkü hiçbirinizi şahsen tanımıyoruz, çünkü nezakete yoğunlaşmayı tercih ediyoruz.

      Dikkat ederseniz; sayın Eğilmez yukarıdaki 13 bölümlük "referans bilgileri" yayınlamaya istekli olmadığını dile getirdikten sonra, sizler aynı doğrultuda görüşler yazıyorsunuz. Bu durumu gözünüzden kaçırmayınız.

      Emin olunuz:
      Bu metinleri hatırlatmamız ile, dikkatlere sunmamız ile; bizlere, madalya vermek isteyenler de, yerin dibine sokanlar da çok.

      "Amacımız:" altında sıraladığımız gibi; "övgü"lere ve "yergi"lere odaklanmamaya dikkat ediyoruz.

      Aslolan; metinlerin içindeki "uyarı işaretleri"ni görmek, anlamak ve harekete geçebilmektir.

      Yukarıdaki 13 bölümlük metinde de; "David Graeber" ve "Thomas Piketty" çözüm önerileri sunuyor. (Dikkat ediniz; "tek çözüm yolu" dikte etmiyorlar; "çözüm önerileri sunuyorlar".)

      Bu sitenin "verimliliğini" daha da arttırmak için; yeni metinleri sizlerin dikkatine sunmaya devam edeceğiz.

      Sil
    39. Hocam biz bu siteye sizin makelerinizi ve anlayamadigi konularda sorulari olan arkadaslara sizin verdigin cevaplari, dolayisiyla yine sizin konu hakkinda ki goruslerinizi ogrenmek icin giriyoruz. Baska yazarlarin kendi kafalarina gore burda uzun makale tarzi yazilarini yayinlamaya calismasi hem gorsel rahatsizlik yaratiyor, hem de huzurumuzun kacmasina sebep oluyor. Hicbir kelimesini okumuyoruz o yazilarin. Lutfen sizde yayinlamayin artik.

      Sil
  19. Hocam,
    MB faiz arttırmadan faiz yükseltmesine rağmen bunun dolara etkisi yine de doların artışına neden olmaktadır. Bugün piyasalarda MB faize dokunmadı haberi ile USD çıkışa geçmektedir. Bu aradaki paradoksu açıklar mısınız? MB aslında faizi arttırmasına rağmen neden USD yükselmesine engel olamamaktadır?
    Yine süper bir yazı hocam teşekkür ederiz.
    Syg.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çünkü MB'nın gerektiğinde rahatça faizi artırabileceğine inanmıyor piyasa. O nedenle bir paradoks yok.

      Sil
  20. Tarih: 10 Ocak 2016
    15 YAŞINDAKİ UMUT, TAKDİR BELGESİ ALAMADIĞI İÇİN EVLERİNİN PENCERESİNDEN ATLAYARAK İNTİHAR ETTİ!

    İzmir’in Torbalı İlçesi’nde oturan 15 yaşındaki Umut Okay Giriş, dördüncü kattaki evlerinin penceresinden atlayarak yaşamına son verdi. Gencin, 22 Ocak’ta verilecek ara karne öncesi takdir belgesini iki puanla kaçırdığını ve bu nedenle ailesini üzdüğünü yazdığı bir intihar notu bıraktığı öğrenildi.

    Olay, geçen pazar günü akşam saatlerinde, Alpkent Mahallesi’ndeki apartmanda meydana geldi.

    Torbalı İcra Müdürü Fikri Giriş’in oğlu Umut Okay Giriş, bunalıma girip oturdukları apartmanın dördüncü katındaki evlerinin pencereden kendini boşluğa bıraktı. Kanlar içinde yerde kalan, Torbalı Anadolu Lisesi 9’uncu sınıf öğrencisi olan Umut Okay Giriş, ambulansla Torbalı Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Ardından ambulansla ilk olarak İzmir Ege Üniversitesi’ne ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne götürüldü. Ancak Umut Okay Giriş, yolda yaşamını yitirdi.

    Polis, evde inceleme yaptı. Liseli gencin yazdığı belirtilen bir intihar notu bulundu. Umut Okay Giriş’in 22 Ocak’ta verilecek ara karne öncesi takdir belgesini iki puanla kaçırdığını, bu yüzden anne ve babasını çok üzdüğünü yazdığı öğrenildi.

    Çok zeki bir çocuk olduğu belirtilen Umut, dün ailesinin memleketi Elazığ’da toprağa verildi.

    ( http://www.milliyet.com.tr/liseli-umut-4-uncu-kattan-olume-gundem-2177723/ )

    Tarih: 15 Ocak 2016
    13 YAŞINDAKİ BERRİN, TEOG SINAVINDA İSTEDİĞİ PUANI ALAMAYINCA BANYODA KENDİNİ ASARAK İNTİHAR ETTİ!

    Bursa’da babası öğretim üyesi, annesi doktor olan 13 yaşındaki Ayşe Berrin Yılmazlar dün gece evin banyosunda kendisini bornoz kemeriyle astı. Ortaokul 8′inci sınıf öğrencisi Yılmazlar’ın, TEOG sınavında istediği puanı alamayınca bunalıma girip, intihar ettiği ileri sürüldü.

    DHA’da yer alan habere göre, olay, merkez Nilüfer İlçesi 19 Mayıs Mahallesi’nde meydana geldi.

    TEOG sınav sonuç sonuçlarının dün akşam internet ortamında açıklanmasıyla, puanlarının düşük olduğunu gören Ayşe Berrin Yılmazlar, iddiaya göre çok üzüldü ve odasına kapandı. Girdiği bunalımdan çıkamayan Ayşe Berrin Yılmazlar, gece banyoya girerek, kendisini bornoz kemeriyle kalorifer borusuna asarak yaşamına son verdi.

    Anne ve babası, sabah kızları Ayşe Berrin Yılmazlar’ın banyodaki kalorifer borusuna asılı cansız bedeniyle karşılaşınca sinir krizleri geçirdi. Cumhuriyet Savcısının incelemesinin ardından cenaze Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. İşlemlerin tamamlanmasının ardından Ayşe Berrin Yılmazlar’ın cenazesi Kükürtlü Camii’nde ikindi vakti kılınan namazın ardından Hamitler Mezarlığı’nda toprağa verildi.

    Ayşe Berrin Yılmazlar’ın intiharıyla ilgili savcılık soruşturma başlattı.

    ( http://www.birgun.net/haber-detay/13-yasindaki-berrin-teog-sinavinda-istedigi-puani-alamayinca-intihar-etti-100934.html )

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukların, çocukluğunu yaşayamadığı, yarış atı gibi yarışlara sokulduğu bir ortamda ne yazık ki ailelere büyük görev düşüyor. Çocuklara her zaman kazanılmayacağını, hatta bazen kaybetmenin bir kazanç olabileceğini öğretmemiz gerekiyor. Kazanamadığı ilk sınavda hayata küsen, intihara kadar giden çocuklar yetiştiriyorsak kabahatin büyüğü toplumda ve birey olarak bizlerde.
      Çocuklarımızın ders çalışmak kadar yaşamla da ilgilenmeleri, arkadaşlarıyla oynayıp gezmelerini sağlamamız ve özendirmemiz gerekir. Bütün gün ders çalışan bir çocuk sağlıklı bir psikolojiye sahip olamaz.

      Sil
    2. Bu "yarış atı" tabiri doğru bir tespit.

      Fakat asıl hastalığın; kapitalizmin ta kendisi olduğu asla unutulmamalıdır!

      Sil
    3. ahh ahh hiçbirşey insanin kendisinden daha degerli degil. kaybetiginde anliyosun o duyguyu yerinide hiçbirşey doldurmoyur

      Sil
    4. Asıl hastalık kapitalizmde olabilir ama insan kendi sorumluluğunu başkasının üzerine atamaz.

      Sil
    5. (1/2)

      Bu olaylardan sonra yine "kapitalizm kötü ama çevresi de kötü!" diyebilmek abesle iştigâl!

      Bu evlatlarımızın intihar etmesinin asıl sorumlusu kapitalizmin ta kendisi!

      "Kapitalist iklim" rekabeti daima teşvik eder, daima körükler! "Eğer rekabet etmezsen; eriyip kaybolursun!" hastalığını bebekliğimizden itibaren beynimize enjekte eder!

      "Hayatın akışı içinde kendiliğinden olan, 'doğal' olan rekabet" ile
      "Kapitalizmin dayattğı yapay ve ölümcül rekabet"i birbirinden ayırdetmeyi öğrenmek zorundayız!

      * * *

      "Rekabet & Yarış üzerine":

      Günümüzde bir başka egemen yaklaşım; "her şey ancak bir işe yarayacaksa öğrenilir, kullanılırlık değeri var ise öğrenilir."

      "Ne işime yarayacak?" sorusu bunu körüklüyor. Bu şekilde düşündüğünüzde, sınav sistemleri vs. rekabetten ziyade "ayıklamacı mantık" var. Toplumda işe yarayanlar ve yaramayanları ayırmak amaçlı bir bakış açısına; biz de ne kadar işe yarar olduğumuzu ispatlamak için bu sınavlara giriyoruz. Hepimiz girdik. Çoğumuz iyi puanlar aldı. İşe yarayanlar arasında yer alan birisi olduğumuz için, kazananlar grubundayız. Bunun rahatlığıyla konuşabiliyoruz. En azından kazananlara karşı bir kıskançlıktan konuştuğumuz söylenemez.

      Her şeyin "kazanmak" ve "kaybetmek"ten ibaret görüldüğü, kaybetmenin bir felaket sayıldığı bir durumda; insanlar "kaybetmeye tahammülsüz hâle" geliyorlar, kaybetmeyi "dünyanın sonu gibi" yaşayabiliyorlar.

      Günümüzdeki sosyo-ekonomik düzen bizi birbirimizin önüne geçmeye teşvik edici ya da tahrik edici bir şekilde işliyor olabilir; rekabet denilince ilk aklımıza gelenin "başka birilerinin sırtına, omzuna basarak" yükselmeye benzer bir durum olması biraz bundan.

      Oysa, spordan örnek alırsak, rekabetin ilkesi olarak "belden aşağıya vurmamak", "başka birisi zayıf düştüğünde üstünlüğü o anda ele geçirmek için uğraşmamak", "yerdekine vurmamak" ya da "boş kaleye gol atmamak" gibi bazı centilmenlik ilkeleri var!

      Kıyasıya, öldüresiye, yok edesiye olan bir rekabetten bahsediyorsak, bunun insanlarda zamanla-ağır ağır meydana getireceği bir değişimden ziyade; insanların önemli bir bölümünü "bu rekabete girmek zorunda hissettiren", insanı bu yönde "körükleyen" bir sosyal düzenden de söz etmeliyiz!

      Diğer yandan, "düzen eleştirisi" yapmadan önce şu soruyu sorabiliriz:
      Bu rekabete girmek zorunda mıyız?
      Kendimize başka bir yol bulmak, bize önerilen kaynaklar ve erişim yolları dışında dünyada var olmanın yollarını aramak çok mu zor?

      Çoğu kişi bu soruyu kendisine sormadığı için; mevcut itiş kakış içerisinden kendisine bir yer açmaya çalışıyor. Bu "başka yolları arayanlara"; gerçekçi olmayan, ütopik, romantik denilebilir; zira ütopik ya da romantik olarak yaftalanan arayışlar "hemen o anda" bir tatmin yaratmaz, arzunun hemen doyurulmasından öte bir arayış içinde olmayı, beklemeyi, yokluğa ya da darlıklara dayanabilmeyi gerektirir!

      →→→→→

      Sil
    6. (2/2)

      Biz ise hem HEMEN istiyoruz, hem de HEPSİNİ istiyoruz!
      Hemen ve hepsini elde etmek için; pek centilmence olmayan, kuralların sıkça bozulduğu, koşulların kendinize doğru büküldüğü, "güçlünün haklı olduğu bir rekabet ortamı"na dalıyoruz!

      "Ben neyim ve benim sınırlarım nereden geçiyor?" Güvenin belirleyicisi biraz da bu sorunun yanıtında! Ama biraz önce konuştuğumuz rekabet türü; "açık vermemek", "zayıf gözükmemek", "daha aşağıdaymış hissi uyandırmamak" üzerine bir kültür ve davranış silsilesi oluşturduğu için sınırlarımızı bırakın başkalarına belli etmeyi, kendimiz bile öğrenmek istemiyoruz! Dolayısıyla "sınırsız ve müthiş gücü olan birisi izlenimi vermek makbûl olandır" algısı maalesef yaygın!

      TV reklamlarında, iş başvurularında, CV'lerde, herkes neyi ne kadar müthiş ve mükemmel yaptığını göstermek çabasında!

      Hiç mi başarısız olmuyorsunuz?
      Hiç mi bir şeyinizin işe yaramadığı olmuyor?
      Hayat; "S.W.O.T.* analizi"nden ibaret değil!
      İşte bu nedenlerle en çok satan kitaplar başarı öyküleri; en çok okunan, dinlenen "guru"lar, "konferansçı"lar nasıl müthiş şeyler yarattıklarını anlatıyorlar devamlı! Böyle bir "güven enflasyonu!" söz konusu!

      (( *S.W.O.T.: Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats ~ G.Z.F.T.: Güçlü yönler, Zayıf yönler, Fırsatlar, Tehditler.
      Bu analiz "özel sektör"ün birçok alanında fakat yoğunlukla "İnsan Kaynakları [İK]" birimleri tarafından; iş başvurularını değerlendirme sürecinde, mülakata katılan adayın/adayların yetkinliklerini test edebilmek için kullanılır.
      Bu analiz ile ilgili: İşe alım sürecini de kapsayacak şekilde; şirket içindeki her kademede "çalışanların kapasitelerini geliştirmek ve motivasyonlarını yükseltmek!" cümlesi de yine İK birimleri tarafından sık sık söylenmekte! ))

      O nedenle rekabet başlığı altında; "kazanmak için her şeyi mübah gören anlayış" bizim ruhlarımızı kemiriyor ve zehirliyor! Hepimiz belki de istemediğimiz tipte insanlar oluyoruz. Sonra da, 50-55 yaşına gelince, Budist tapınaklarına gidip veya başka dinsel arınma gelenekleriyle; "rekabetten uzak!" bir köyde küçük bir çiftlik sahibi olmak için çırpınarak bugüne kadar yaşadıklarımızdan kurtulmaya çalışıyoruz!

      Hayatı bu şekilde yaşamaya nereye kadar devam edebiliriz ?!

      Prof. Dr. Yankı Yazgan (psikiyatr)
      ( http://yankiyazgan.blogspot.com.tr/2013/03/rekabet-yars-vs.html )
      ( http://www.youtube.com/watch?v=o-0pePCFp4A )

      * * *

      Kapitalizme karşı mücadele etmedikçe bu intiharlar devam edecek!

      Sil
  21. Hocam selamlar.İkiz açıkta teorik olarak bütçe açığı artışı cari açığı artırıyor bu da tekrar bütçeyi artırıyor.Peki üçüz açıkta özel sektör tasarruf açığı da dahil olunca bu üç denge birbirini nasıl etkiliyor.Yani ilk hangisi artıyorda bu da diğerlerini besliyor?Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hangisinin ilk önce arttığı duruma göre değişmekle birlikte bütçe açığıyla başlıyor genellikle sıkıntı.

      Sil
  22. İyi günler hocam,

    Aşırı uzun yorumlar dikkati ve konuyu dağıtıyor, o nedenle burada yayınlamamanızı diliyorum. İsteyenler yazılarını kendi bloglarında yayınlayabilirler. Yok, bunlar kendi yazıları değilse zaten başkaları tarafından bu şekilde izin alınıp alınmadıkları belli olmadan yayınlanmaları etik açıdan uygun değildir diye düşünüyorum.

    Saygılar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız (18:21),

      İlk önce 13 bölümlük metnin kendisini okuyunuz, okuduktan sonra tespitlerinizi yazınız.

      Metni okumadan, içeriğine hiç eğilmeden; "sadece uzunluk / kısalık, etik mi / etik değil mi, okumak istiyorum / okumak istemiyorum" tuzaklarına düşmeyiniz!

      Günümüzde, yazarı hayatta olmayan milyonlarca metin, kitap, makale var! Bütün bunlar üzerine kafa yormaya devam ediyoruz, devam edeceğiz!

      Sil
    2. Adsiz 18:33. Sakasiniz belli de, hangi mizah anlayisina hitap ettiginizi bilemiyorum, bize hic komik gelmiyor.

      Sil
    3. Sayın Adsız (19:32),

      Şaka yapmadığımız aşikârken, sizin, bütün bu yazdıklarımızı "şaka" olarak addetmeniz; duruma dar açıyla baktığınız izlenimi veriyor.

      Ciddiyeti yükseltmeye çırpınıyoruz; "13 bölümlük metnin içeriğine odaklanınız" diye ikazla karışık tavsiyede bulunuyoruz. Komik olmaya yeltenseydik "Monty Python" ekibinden kurs almayı plânlardık.

      Sil
    4. 13 bölümlük kısım biraz uzun ve konsantrasyon gerektiren bir yazı.Ben şahsen bazı bölümleri 2 hatta 3 kez okuduktan sonra anlayabildim.(ilişkileri birbirine bağlayabildim).Fikrinizi belirtmekte özgürsünüz fakat bende aksi görüşte olup bu bloğu hiçbirzaman telgraf gibi okunması gereken bir seviyede görmüyorum ve okuduğumda zihinsel yönden yorulduğumda sonra devam edip bitiriyor ve hatta ertesi günlerdede kontrol ediyorum.Selamlar.....

      Sil
    5. Sayın Adsız (19 Ocak, 20.11),

      Evet; zaten ilk amaçlarımızdan biri, çoğumuza unutturulan "konsantrasyon" özelliğimizi tekrar işler hâle getirmek. "Anlık" yaşamaya zorla alıştırılıyoruz! "Armut piş, ağzıma düş!" Kafa yormadan öğrenmek istiyoruz; bu çok tehlikeli!

      Yorulmadan olmaz! Yorulmak zorundayız!

      Metinlerdeki ilişkileri kavramak için araştırma yapmak zorundayız; eğer 3 okuyuşta anlamadıysak, 10 kez, 30 kez okumalıyız.

      Her şeyi "kısa kısa" yapmaya, "kısa kısa" metinler okumaya, bizleri yormayacak metinler okumaya, sadece zevk duyduğumuz konularla ilgilenmeye mecbur bırakılıyoruz!

      Yoruluyorsak, sadece ertesi gün değil; bütün hafta boyunca, bütün ay, bütün yıl boyunca devam etmeliyiz, mücadele etmeliyiz.

      Sil
    6. Bu 13 bolumluk metnin benim icin 5 kurusluk bir degeri yok. Mahfi hocanin sitesine zorla konuldu diye deger de kazanmiyor. Bunlar DOS attack baska birsey degil (denial of service).

      Sil
    7. Sayın Adsız (20 Ocak, 02:10),

      [Bu 13 bolumluk metnin benim icin 5 kurusluk bir degeri yok.] Metni okumadığınız için değer biçmeniz mümkün değil. Metnin işaret ettikleri üzerine kafa yormanızı öneriyoruz.

      [DOS (denial of service)] yapmaya niyetimiz olsaydı; sayın Eğilmez'in sitesine (kendisi de dahil) kimse erişemezdi. Paranoya içinde yüzmemenizi tavsiye ediyoruz.

      Yukarıda ciddi bir metni dikkatinize sunduk, yeni metinler sunmaya devam edeceğiz. [DOS] ve türevlerini uyguladığımız mekân bu site olmaz.

      Metne odaklanırsanız, metindeki uyarıların ne anlatmaya çalıştığını görmeye gayret ederseniz; kendinize iyilik etmiş olursunuz.

      Sil
  23. Merhaba Mahfi Hocam,
    Bilgilendirici yazılarınızı izliyorum ve bilgileniyorum, keşke bilgi yaymayı amaç edinen daha çok Türk yazar olsa diyorum.

    Bir de sorun olacak: Yazınızda "Buna karşılık Merkez Bankası bir yıla yakın bir süredir bankalara kullandırdığı fonların ağırlığını haftalık repo ihalesinden gecelik borç vermeye kaydırıp AOFM’yi yükseltmeye devam ederek bankaları sürekli artan bir ortalama faizle fonluyor" diyorsunuz. MB bunu hangi şekilde yapıyor? Yani bankalara "ben size haftalık repo yapmıyorum, gecelik borç almak zorundasınız" diye zorlama mı yapıyor, yoksa piyasa mekanizmaları bankaları zaten bu şekilde davranmaya mı zorluyor, yani piyasa kendiliğinden mi bankaları gecelik borç almaya itiyor? Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. TCMB gecelik ve haftalık borçlanma için limitleri kendisi belirliyor. Haftalık borçlanma için tahsis ettiği miktarı düşük tutunca bankalar mecburen gecelik borçlanıyor. Ya da tersini yapıyor duruma göre.

      Sil
  24. Sayin Hocam,

    Konuyla ilgili sorum su:
    Merkez Bankasi, bankalarin haftalik mi gunluk mu borclanacagini nasil duzenleyebiliyor?

    Ben kafadan cevaplamaya calisirsam soyle bir dusunce akisina giriyorum. Mb kimseye dogrudan siz gunluk borclanmak zorundasiniz diyemez. E bu durumda, haftalik borc vermenin vanasini kisiyor olsa gerek. Demek ki bankalar tarafinda haftalik borc almaya talep var. Vanalar kisildiginda o zaman talep fazla kalacak ve mantiken iki secenekten biri olmak zorunda olacak. Ya faizler rekabetten dolayi gecelik borc verme faizine kadar cikacak, ya da Merkez bankasi, ihalede dusuk tuttugu faizi kapisan bankalar arasinda bazilarini sececek. Ama bu sekilde, bir otoritenin yapay olarak secim yaptigi bir serbest piyasa olmamasi lazim.

    Bu cevap benim dusunce egzersizimdi. Peki gercekte neler oluyor Hocam?

    Saygilar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir üstteki yoruma verdiğim yanıtta açıkladım.

      Sil
    2. Aman Hocam çaktırmayın. Merkez Bankası baskılardan dolayı faizi doğrudan artıramıyor. Sizde burada Merkezin taktiğini açık ediyorsunuz.

      Sil
  25. Değerli hocam avrupada en güvenilir merkez bankasının Alman merkez bankası olduğunu biliyorum.Orda merkez bankası, banka kaynaklarının % kaçını karşılıyor?Bizde AOFM istikrarlı olarak artmış güvenilir merkez bankalarının itibarı bu maliyeti nereye kadar aşağı çeker?Birde bizde ki karşılık oranları revize edilmeli mi?Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) artık Avrupa Merkez Bankası'nın Almanya şubesi olarak görev yapıyor artık. Dolayısıyla AMB'den bağımsız bir politika izlemesi söz konusu değil.
      AMB ise zaten parasal genişleme politikası izlediği için farklı bir durum söz konusu.
      Bizdeki karşılık oranları sıklıkla revize ediliyor.

      Sil
    2. sayın hocam almanya merkez bankası avrupa merkez bankası güdümünde dediniz.lütfen aynı cümleyi, bizim merkez bankasıda, hükümetin güdümünde diyebilirmisiniz.saygılar

      Sil
    3. Almanya Merkez Bankası AMB'nin güdümünde demedim, onun şubesi oldu dedim. Euroya geçilince tek para ve dolayısıyla tek para politikası uygulaması olacağı için bu zorunlu bir düzenlemeydi. Alman Mekez Bankasının yeni statüsünde AMB'nin branşı olduğu yazılı.
      Bizim Merkez Bankası ize, statüsünde bağımsız olduğu yazılan ama gerçekte öyle olamayan bir kurum durumunda.

      Sil
  26. Sayin hocam Merhaba. .
    faiz konusunda benim kafamdaki tüm soru işaretleri nerdeyse bitti yazınız sayesinde.
    sadece şu soru kaldı. . mb nin faiz arttırması parayi nasıl ülkede tutuyor ? anladigim kadariyla mb bankalara borç veriyor.. Yabancı yatırımcının bu sistemde rolü (cikari) nedir?
    paylasimlariniz için teşekkür ederim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. MB faizi artırınca bankalar da mevduat faizini artırıyor ve gösterge faiz de artıyor. Faizin yükseldiği bir ekonomiye de daha fazla döviz geliyor ya da gitmeyi düşünen döviz yatırımcısı bir süre daha yüksek getirinin çekiciliğiyle kalıyor.

      Sil
    2. Merhaba, Bu gün okuduğum bir haberde Çin ekonomisinin 2015 yılında yüzde 6,9 büyüdüğü yazıyordu. Rusya resesyonda. Gelişmekte olan ülkelerin bazıları petrol ihracatçısı ve petrol fiyatlarının düşmesiyle gelirleri azaldı. Sermaye akımları azaldı. Ne dersiniz, gelişmekte olan ülkeler krize mi giriyor?
      Petrol fiyatlarının düşmesi niceliksel genişleme uygulayan AB ve Japonya'yı nasıl etkileyecek? Bazı ülkelere yarıyor olsada, petrol fiyatlarının düşmeye devam etmesi petrol ihracatçısı ülkelerden birkaçını iflasa sürüklerse dünya çapında bir krizi tetiklemez mi? ABD'nin durumu ise çetrefilli. Kaya gazı üreticileri zarar ettikçe işçi çıkaracak.

      Sil
  27. Değerli hocam,avrupada en güvenilir merkez bankasının Alman merkez bankası olduğunu biliyorum.Orada merkez bankası,banka kaynaklarının % kaçını karşılıyor?AOFM bu kadar istikrarlı mı?Birde bizde ki karşılık oranları revize edilmeli mi?Saygılar.

    YanıtlaSil
  28. Hocam ülkemizde iktisadi dernekler yeterli mi?Bu konuda bir planınız var mı?

    YanıtlaSil
  29. hocam gecelik faiz getirisi nasıl hesaplanıyor. Burayı takip ediyoruz. Teorik bilgilerimiz var ama. gecelik faiz karışık geliyor hep bana.

    (Ana Para / 100) X (Faiz Oranı / 365) X 1 Şeklindemi hesaplıyorlar.

    YanıtlaSil
  30. Hocam varlık alımı nedir ? kısaca açıklayabilirseniz çok sevinirim.

    bu tarz tanımsal şeyleri sormak ters gelebilir ama, mahfi hocanın açıklamasını duymak başka. tekrar teşekkürler

    YanıtlaSil
  31. Avrupa merkez bankasi sizce ne yapar?
    a) faizi indirir mevduat vs..
    b)60i 70-75 bandina cikartir
    c) her ikisini birde yapar

    ---Ve Sizce ne yapmalidir Siz AMB baskani olsaniz ne yapardiniz?

    YanıtlaSil
  32. Hocam MB kendi isteğiyle bankaları nasıl gecelik borçlanmaya yönlendiriyor? Sonuçta son 1 yıldır bankaların gecelik borçlanma ihtiyacı artıyor desek daha doğru olmaz mı?

    YanıtlaSil
  33. Çok büyük (!) krizde olan yunanistanda emekli maaşı 900 ''Euro''. Ve etin kilosu 17 ''TL''. G-20 de emekli maaşları Avrupada 200 Euro diyenlere lütfen itibar etmeyin.Yunanistanda kimseyi 900 tl karşılığında haftada 6 gün x 9-10 saat afbuyrun hayvan gibi çalıştıramazsınız.Çünkü
    yaşam standartı var. Biz çalışıyoruz. Zaten bizide ayakta tutan bu ama

    buna kanaat ediyoruz. Bu yeter derseniz tamam. Ama sizin emeklerinizi sömürüp, Porsche ye binenleri yatlara binenleri
    görüncede ses çıkarmayın lütfen.Vatanın milletin menfaati için kanaat edebiliriz ama bunu yaparken daha iyisini neden arayamayalım ?
    Siyasi görüş ayrılıkları yüzünden birlik olamıyoruz. Zaten siyaetçilerin en korktuğu şey halkın birlik olmasıdır. Ondan hep '' biz '' '' onlar ''
    derler konuşmalarında. Dünyadaki ve Türkiyedeki bütün güç sahipleri , güçlerini bizden alıyorlar. Dünyadaki bütün emekçilerin sadece yarını
    aileleriyle birlikte evde geçirmeye karar verdiklerini düşünün. Ama buna izin vermiyorlar. Bizde sadece kanaat ediyoruz.
    herkese saygılar

    E.F

    YanıtlaSil
  34. %27.5 ile kayıt dışı ekonomide Türkiye liste birincisi oldu. Şaşırmadık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kaynak kullanabilir misiniz lütfen ?

      Sil
  35. Bu durum ,kredi kullananlar açısından gizli bir vergi olarak değerlendirilebilir mi?

    YanıtlaSil
  36. Hocam saygılar. petrolün dünyada bu kadar düşmesine rağmen ülkemizde neden çok az düşebiliyor. bunun önündeki engeller ne olabilir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. verginin ağırlığı + doların yüksekliği bundan mütevellit benzin fiyatı kolay kolay büyük düşüş yaşamaz bizde

      Sil
    2. vergiler yüksek evet ama petrol fiyatları bir ara 100 doların üzerindeyken şimdi 40 dolarlara düştü. Bu böyle olunca vergiler %50 olsa bile petrol bizde de en azından %25 düşebilirdi.

      Sil
    3. Bir urunun fiyatini arz-talep iliskisi belirler. Petrol urunlerinin tuketiminde bir azalis yok, neden fiyati dussun ki? Insanlarin akaryakit fiyatlarindan sikayetlenmek yerine, tuketimini azaltmayi dusunmeleri gerekir.

      Bunun icin toplu tasima kullanabilirsiniz. Belediyelere alt yapisi icin baski yapabilirsiniz. Gelir seviyesi yuksek olan insanlar ne kadar toplu tasima kullanirsa kalitesi de o kadar artar. Londra'da en zenginler bile trafik yuzunden metro kullaniyor, neden Turkiye de boyle olmasin?

      Eger bu fiyatlara ragmen bu trafik oluyorsa, fiyatlar yariya dustugunde zaten o arabalarinizi kullanamayacaksiniz. Olaya bir de o acidan bakin.

      Sil
  37. Hello World
    Sayin Mahfi Hocam ve zaman belirtecli Adsiz'lar,
    Sanirim ve de eminim ki insanlar artik ayri bir varlik haline donusmus ve bizi biz yapan tum vasiflardan bir cirpida degilse de son 15-20 yilda siyrilmisiz.Kimse uzun yazi okumak istemiyor dusuncesine kesinlikle katilmiyorum ve tam olarak da tersini dusunuyorum.Uzun yazilarin hepsini okudum.Referans gosterdigi bir cok kaynagi 'to read list'ime ekledim.Izleneceklerden Zeitgeist'i dunyanin obur ucunda internet hizinin cok yavas oldugu bir yerden saatlerce bekleyip indirerek izleyebildim.Sizin gibi nadir insanlardan ogrenilebilecek cok sey olduguna eminim.Onun icin lutfen cevre baskisina boyun egmeyin Mahfi Hocam.Siz de biliyorsunuz ki en azindan bir kac kiside olsa o yazilari okuyan belki o kisiler kurtulusun anahtari olacak.Yazilara karsi cikanlara ise birsey demiyorum.Umarim bir gun gunes onlarin pencerelerine de yansir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kasp, belli ki gunes senin pencerene yansimis ve isigi gormussun. O isiga dogru git. Kurtusun anahtari orada.

      Sil
    2. Sayın "kasp" (19 Ocak, 22:15),

      Amacımız hiçbir zaman "övgü toplama meraklısı" olmak, sayın Eğilmez'in sitesini "sömürmek", kurtuluş ışığının yegâne göstericisi (adeta bir "saviour") olmak ve benzerleri olmadı, olmayacak.

      Emin olunuz:
      Bu metinleri hatırlatmamız ile, dikkatlere sunmamız ile; bizlere, madalya vermek isteyenler de, yerin dibine sokanlar da çok.

      İlk paragrafımızda belirttiğimiz gibi; "övgü"lere ve "yergi"lere odaklanmamaya dikkat ediyoruz.

      Aslolan; metinlerin içindeki "uyarı işaretleri"ni görmek, anlamak ve "eylem"lere başlayabilmektir.

      Artık "lider"lere ihtiyacımız yok.

      Artık 1716'da, 1816'da, 1916'da veya "11 Eylül 2001"de değiliz; 2016'dayız.

      Bugün dünyayı "şirketokrasi" yönetiyor!

      Yukarıdaki 13 bölümlük metinde de; "David Graeber" ve "Thomas Piketty" çözüm önerileri sunuyorlar. (Dikkat ediniz; "tek çözüm yolu" dikte etmiyorlar; "çözüm önerileri sunuyorlar"!)

      Sayın "kasp",
      Sayın "Adsız"ın 20 Ocak 2016 15:44'de yazdıkları ile bizler de sık sık karşılaşıyoruz. Kendisi, önyargılarını azaltmayı öğrenmeyi denemek isterse; yukarıdaki 13 bölümlük metin iyi bir başlangıçtır.

      Sil
  38. Hocam,
    Copy-Paste yapılmış, başka sitelerden alınmış yazılara yer vermeyin lütfen.Öte yandan konuyla alakasız olan alıntıları da almayın.Konuyla derken ekonomiyi kastediyorum.Örneğin yukarıda çocukların intihar haberini yazan arkadaşın yazısı gibi.Evet acı bir olay ama burası bir ekonomi bloğu.Yeri değil.O bakımdan.Yoksa duyarsız görünmek istemem.Saygılarımla,

    YanıtlaSil
  39. Hocam kediniz var mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoca daha once yazmisti, kendilerini hocanin kedisi oldugunu zannedip duzenli olarak kapiya gelen bir grup kedi'yi beslediklerini.

      Sil
  40. 13 bölümlük yazının sahibine sesleniyorum. Blogu neden işgal ediyorsun arkadaşım?

    ** Pdf denen bişi var. Yazını ayrı ayrı 13 yorumla yapıştırmak yerine pdf yap upload et bir yorumda özet geç link ver ilgilisi okur.
    Bu şekilde çok takip ediliyor diye antikapitalist düşünceni bu blogda empoze mi etme derdindesin?
    Şu blogu bi rahat bırakın insanlar aklındakini sorsun öğrensin. Yeter artık ya.

    YanıtlaSil
  41. İşsizliğin olduğundan daha düşük çıkmasının nedeni de eve kapatılan milyonlarca kadın. Onlar işsiz sayılmıyor çünkü iş aramıyorlar, ev hanımı olmaktan çok mutlular. Bu da bir illüzyonu sayılır mı hocam? işsizlik oranı illüzyonu?

    YanıtlaSil
  42. merkez bankası faizleri en azından sabit tutuyor.yeni merkez bankası yönetiminin hükümete yaranacagım diye faizleri düşürdügü aklıma geliyorda vay anam vay diyorum.şu hükümete birilerinin faizin ,doların hazine bonolarının türkiye ve dünya gerçeklerine göre artıp düştügünü söylemesi gerekiyor.nasıl ekonomist bunlar,nasıl okul bitirmiş bunlar inanın anlamıyorum.dini inançlara göre ekonomimi yönetilir faiz dine nasıl uydurulur.SAYIN HOCAM SİZLERDEDE KABAHAT VAR .BU İNSANLARI NASIL MEZUN EDİYORSUNUZ ANLAMIYORUM.ŞÜKRÜ SERT

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Faiz yukselmedi diye uzulen baska bir milletin insani var mi acaba.

      Sil
    2. Adsıza yanıt: Bizim kadar yüksek enflasyonu olan başka bir millet olsa onlar da faiz yükselmedi diye üzülür merak etmeyin.

      Sil
  43. Hocam Bulgaristan merkez bankasi gecmiste dolandirilmisti. Sizce Merkez bankalarinin dolandirilmasi kredilibitesini ve sayginligini zedeler mi`?

    YanıtlaSil
  44. hocam keşke ölümsüz olsanız...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar kötü bir şey olurdu. Bütün arkadaşların, akrabaların, tanıdıkların ölmüş sen kalmışsın.

      Sil
    2. Hocam bize söylemediğiniz ciddi bir durumunuz yok değil mi...
      Lütfen terketmeyin bizi...

      Sil
  45. Hocam merhabalar,

    Ilk olarak, lutfen su sayfa sayfa yazilan propoganda yazilari yayimlamayin. Dikkat dagitmaktan ve blogunuzun ciddiyetine zarar vermekten baska bir ise yaramiyorlar. Emin olun ki kimse okumuyor bunlari.

    Ikinci olarak, sorularim :) :

    1) Bankalarin TCMB'ye haftalik yerine O/N borclanmalari, bankalar icin daha pahali midir / Haftalik yerine O/N borc vermek TCMB icin ek gelir sagliyor mu, yoksa sadece "faizi artirmadik" diyebilmek icin mi yapiliyor? Bu durum aslinda bankalar ustune dolayli bir vergi mi, onu anlamaya calisiyorum.
    2) Gosterge faiz (hazinenin bugunki borclanma faizi diye anliyorum) ile TCMB'nin bankalara sagladigi fonlamanin ortalama faizi arasinda nasil bir iliski var / birbirine benzer olmali mi / olmamasi durumunda ne gibi sikintilar ortaya cikabilir?

    Cok tesekkurler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet o konuda uyarıyı yaptım.
      (1) Eğer bankanın mesela 1 günlük paraya ihtiyacı varsa gecelik borçlanması akıllıca olur. Ama bu biraz da MB'nin hangi borçlanmadan ne kadar fon vereceğine bağlı.
      (2) Gösterge faiz yüzde 11'in biraz üzerinde. TCMB'nin AOFM'sini esas alırsak o da 9 dolayında. Arada AOFM lehine fark olması normal çünkü MB'den sadece bankalar borçlanabiliyor oysa tahvili herkes alabiliyor. Kaldı ki bu gösterge faiz tahvilin ikinci el piyasadaki faizi. Yani Hazinenin ilk ihraç ettiğinde alınırsa faiz biraz daha düşük.
      Aradaki fark çok açılırsa MB'nin bankaları ucuza fonladığı anlaşılır. Bu bir sıkıntı mıdır? Evet. Çünkü ilke olarak kimse başkasının aleyhine ek kazanç sağlamamalı.

      Sil
    2. Sayın "ob" (20 Ocak, 09:40),

      [lutfen su sayfa sayfa yazilan propoganda yazilari yayimlamayin. Dikkat dagitmaktan ve blogunuzun ciddiyetine zarar vermekten baska bir ise yaramiyorlar. Emin olun ki kimse okumuyor bunlari.]

      Yanılıyorsunuz.

      Bu metinleri okuyan kaç kişi olduğu hakkında elinizde net bir veri yok.

      Eğer zahmet edip metinleri okusaydınız [propoganda yazilari] olmadığını anlardınız. Hele hele bu metinler "ciddiyeti yükseltmeye çırpınırken"; şahsınızın [blogunuzun ciddiyetine zarar vermekten baska bir ise yaramiyorlar] ifadesi, önyargılı olduğunuzun bir göstergesi. Önyargınızı azaltmanızı öneriyoruz.

      Bu sitenin "verimliliğini" daha da arttırmak için; yeni metinleri sizlerin dikkatine sunmaya devam edeceğiz.

      Sil
    3. Propaganda konusuna bende katılıyorum. Adsiz, bence sende yazilanlardan kendine bir ders al. Bu metinleri okuyan hakkında elimizde bir veri yok ama okumayan ve okumak istemeyenler hakkında bir veri var. BEn şahsen sizi bu kibirli tavirlariniz nedeniyle sevmiyorum. Ve aynı nedenle yazdıklarınızı okumak istemiyorum.

      Sil
    4. Evet elde bir veri yok, ama bundan sonra burada en fazla link verebileceğiniz için sizin elinizde veri olacak. Böylece hem sizi takip etmek isteyenler paylaşımlarinizi okuyabilecek, hem de takip etmek istemeyenler okumayacak.

      Sil
  46. Hocam merhaba,

    Borsayı öğrenebileceğim temel bir borsa kitabı veya kitapları önerebilir misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Piyasada çok güzel kitaplar var. Ben bir zamanlar Yaşar Erdinç'in kitabını okumuş ve beğenmiştim.

      Sil
  47. Mahfi hocam,
    dikkatimi cekti bana göre bir mali yanılsama da şu ;herkesin aklında asgari ucret zammı ve emekli maas artısı enflasyonu artıracak gibi bir kanı var. Bu dogru bi yaklasım ancak burada göremedigmiz olgu 2 bucuk milyon emekliye 100 tl zam verildi ancak calısan 30 milyon kisi var. devlet emekliye verdignin 12 katını piyasadan cekecek. Bunun da enflasyonu korkuldugu kadar mayacagi gorusundeyim.
    Sizin gorusunuz nedir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yine de enflasyonu artıracak. Çünkü ek talep demek arzın cevap veremediği ortamda fiyat artışı demektir.

      Sil
  48. hocam onumuzdeki 15 yil icinde robotlasma artacak otomasyon bu vesile ile iscilik ucetleri azalacak uretim emek maliyetleri dusecek enflasyon 0yakin bandda seyredecegini dusunuyorum. Bu veile ile issizlik olgusu sosyal bir olgu olacak insanlar daha az calisma hayatinda olacak daha az calisacak . Bir de buna demografik gecisi surecini nufusun yas haddinin yukselmesini eklemleyin bu nedenle dunyada dusuk faiz donemi kalici ve uzun donemli bir yapi olur mu bu ekeonmik demokrafik sartlar dahilinde?

    (demografi diyorum cunku genc nufusun fazla oldugu toplumda dusuk faizli ortam enflasyonun hizlanmasina daha esnek bir tuketim ortami habitati doguruyor kisaca faizin dusmesi ile tuketim arasinda esnek ve ciddi kavaletn bir bag koreasyon var bu yaslanan toplularda cok guclu degil siz ne kadar dusuk faiz uygulasaniz dahi enflasyonu harekete geciremiyorsunuz )

    YanıtlaSil
  49. Hocam saygılar,
    Hocam sizin yazılarınızı bir-çok farklı her türlü görüş ve inançta olan kimseler okuyor. Bu blogu propaganda tahtası yapılmasına müsaade etmeyin, tadı kaçıyor . Sizin iktisadi anlamında görüş ve bilgilerinize ihtiyacımız var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet gerekli uyarıyı yaptım. İfade özgürlüğüne saygımız sonsuz. Ama sonuçta burası da ekonomi ağırlıklı bir blog ve karşılıklı görüş alış verişi yapmaya uğraşıyoruz.

      Sil
    2. Sayın Veysel Özdemir (20 Ocak, 15:20)

      Yukarıda okuyacağınız 13 bölümlük metin "iktisat ile ilgilidir" ve kuru [propaganda] değildir.

      Metnin içeriğine odaklanırsanız; yanılıyor olabileceğiniz gerçeğiyle yüzleşebilirsiniz.

      Size önyargılarınızı azaltmanızı tavsiye ediyoruz. Okuyacağınız 13 bölümlük metin; önyargılarınızı azaltmak için iyi bir başlangıçtır.

      Sil
  50. Hocam biraz konudışı olacak ama çeşitli yerlerde Türkiye'den yabancı kaynaklı büyük sermaye çıkışları olacağını okuyoruz. Bu durumun döviz ve konut fiyatlarına etkisini merak ediyorum.

    Dövizin yükselmesini beklemek anormal olmaz sanırım aynı zamanda döviz bazında konut fiyatları da düşebilir sanırım. Bu konuda değerlendirme yapılırken başka hangi faktörler göz önünde tutulmalı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir miktarı oldu ve oluyor zaten. Doların daha yükselmesini bekliyoruz. Ne var ki eski Fed Başkanı Bernanke, doların zirveyi görmüş olabileceği gibi bir görüş öne sürüyor. Bu da ilginç geldi doğrusu.

      Sil
    2. Bu benim de kafamı kurcalıyor hocam. burada acaba bernanke'nin yorumunu dolar tl bazında mı düşünmeli yoksa dolar genelde rezerv paralara göre çok artmasa da gelişmekte olan piyasalardaki çıkış sebebiyle bu ülke kurları bazında ve tl bazında yükseliş olacak mıdır?

      Sil
    3. Bernanke "dolara güvenen yaya kalır" demiş :)

      Sil
  51. Hocam öncelikle çok teşekkür ederim. Çok açıklayıcı bir yazı olmuş. Bir konuda sorum olacaktı. Bankaların Mevduat ve Fonları nelerden oluşuyor? Kısaca açıklayabilir misiniz? Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Banka mevduatları bankalara çeşitli vadelerle yatırılan vadeli, vadesiz, t,cari, kurumsal mevduatlardan oluşuyor. Fonlar da bankaların geçici süreyle ellerinde bulunan çeşitli kesinti ve tahsilatlardan oluşuyor. Mesela kamu adına toplanan vergiler, fonlar vb kamu veznelerine yatırılana kadar bankanın geçici kaynağı oluyor.

      Sil
  52. Hocam merhaba

    Uzun bir aradan sonrayabancı haberlerde atlantik okyanusunda tek bir kargo gemisi bile olmadığı açıklandı.
    Bu doğrumu? eğer doğru ise dünya ekonomisi açısından bu ne anlama gelir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ekonomik acidan ne anlama gelir bilmem ama denizcilerin eslerinin ve sevgililerinin bundan oldukca memnun oldugunu soyleyebiliriz.

      Sil
    2. Bu haber doğpru mu bilmiyorum ama Baltık Kuru Yük Endeksi şu anda 2008 krizindeki düzeyin bile altına inmiş durumda.

      Sil
    3. Teşekkürler hocam

      Sil
  53. Sayın hocam Çin merkez Bankası "dijital para" çıkarma hazırlığındaymış. Kayıtdışılık ve kaçakçılığı önlemek amacıyla. Daha önce bu konuda soru sormuştum bitcoin ile ilgili makalenizi işaret etmiştiniz. Bakın Çin den bile takip ediliyoruz. Hemen dijital şara hazırlığına girmişler
    Saygılar
    3F

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu tür haberler çıkar, sansasyon yaratır ama bir süre sonra kaybolur gider.

      Sil
  54. Avrupa merkez bankasi sizce ne yapar?
    a) faizi indirir mevduat vs..
    b)60i 70-75 bandina cikartir
    c) her ikisini birde yapar

    ---Ve Sizce ne yapmalidir Siz AMB baskani olsaniz ne yapardiniz?
    Hocam merak ediyoruz yorumunuzu cevap niteliginizi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her ne kadar Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) Avrupa Merkez bankasının branşı durumunda olsa da gerek geçmiş deneyimi ve saygınlığı gerekse Almanya'nın Avrupa için önemi ve önderliği dikkate alındığında durumun gerçekte bu görünümden farklı olduğu ortaya çıkıyor. Bundesbank, AMB'nin kararları üzerinde oldukça etkili bir kurum. O nedenle Draghi istediğini yapamıyor. Bizim MB Başkanına benzer bir durum içinde.
      Ne yapılmalıydı? Parasal gevşeme miktarı artırılmalıydı. Ama buna Almanya izin vermiyor.
      Ben olsam bu yetkisiz durumu değiştirmeye uğraşır, değiştirmezsem de istifa ederdim. Çünkü davul Draghi'de tokmak Merkel ve Bundesbank'ta. Buradan bir şey çıkmaz.

      Sil
  55. Sayin Hocam, yaziniz her zamanki gibi ufuk acici, olabildigine sade ve bilgilendirici. Ne var ki, itibar kaybi konusunda mevcut kuresel ekonomik sistemde herkesin birbiriyle yaristigini dusunuyorum. Kuresel ekonomi, belirsizlik, guvensizlik, ve hatta rastgelelik esaslarina bagli, gercek ile senaryo arasinda ayrim gozetmeyen bir yapiya gecmis durumda. Tam bir Orta Cagi yasiyoruz. Demokrasilerin gelip, Trump benzeri rastgele kisilerin emrine kuresel ekonominin yuzde 30'u ile, dunya nukleer tahrip gucunun yarisini vermek uzere oldugu bir dunya... Goreve geldigi gun Nobel baris odulunu alip, devrine Orta Cag tipi rastgele ve siradanlasmis vahsetin damga vurdugu Obama... Ve Fed'in, dunya deniz tasimaciligi hacminin yuzde 30 azaldigi bir donemde getirdigi faiz artiriminin akabinde olusan supheler... Ilkesizligin norm haline geldigi bu ortamda, belki de Osmanli devletinin son 300 yilinin pespese krizlerinde pismis bizler, basarili olmaya daha guclu adaylariz. Uygarliklarin yukselisinde hatirlanmamak uzere unutulmus bizler, belki de cokus donemlerinin bilgeleri olduk. Ve ekonomide yuzde 4 buyume ile, azalan cari acik, banka karlari, asgari ucret zammi, borc/gsyih orani, rastlanti olmayabilir mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok haklısınız. Panik hali aslında sağlıklı düşünmeyi ortadan kaldırıyor. O nedenle ilkeler filan terk ediliyor. Sürekli krizler yaşayan ve irrasyonellikleri rasyonelleştirmeyi öğrenen bir toplumun bireyleri olarak bizim krizlere karşı daha akıllı uygulamalar yapacağımız konusundaki görüşünüze katılıyorum. Buna karşılık Doğu ve Güneydoğudaki olayları ve toplumun neredeyse onlarca farklı görüşe, yaklaşıma bölünmüş olması bu kez sıkıntıdan sağ salim çıkmamızı çok zorlaştırıyor diye düşünüyorum.

      Sil
    2. Hocam başkanlık sistemine karşı olup federatif bir yapıyı bügün konuşabilsek, tartışabilsek kime ne zararı var?

      Okulda hepimize şunu öğrettiler, Cumhuriyet kurulurken 'üniter devlet' referans alındı. Günümüz şartlarına göre ise, kırmadan dökmeden, bomba patlatmadan, kan akıtmadan bir federatif yapıyı oturup sakin kafayla konuşamaz mıyız?

      Uzlaşamasak bile masada tartışa tatışa uzlaşamayalım! Birbirimizi öldüre öldüre değil!

      Federatif bir yapı deyince de hemen 'sen de mi Kürtçüsün yoksa!' lafını yapıştırıveriyorlar!

      Ne dersiniz Hocam, federatif bir yapıyı tartışmamızda ne sakınca var?

      Savunan niçin savunduğunu gerekçelendirsin!
      Karşı çıkan da kendi gerekçelerini sunsun!

      Birbirimizi öldürmek zorunda mıyız?

      Sil
    3. Elbette birbirimizi öldürmek zorunda değiliz. Elbette her konuyu tartışabiliriz. Bunlar ilke olarak doğru. Ama acaba gerçekler böyle mi? İfade özgürlüğünü tartışabiliyor muyuz? Onun için böyle bir ortamda, olaylar durulup etraf sakinleşmeden bu tür konuları tartışmanın bir anlamı yok. Çünkü sağlıklı sonuçlara varamayız.

      Sil
  56. Hocam,
    Son gunlerde ortaya surulen Is Bankasi ile ilgili yoruma ne diyorsunuz. Bir hukuk devletinde siyasi bir partinin ticari bir tesebbuste hissedar olmasinin ne sakincasi var? Yoksa deli zirvasi mi aciklamalar?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İş Bankası'na el konulacağı haberleri dolaşıyor ortalıkta.

      Bunu yapabilmek, güven özveri tecrübe ister...

      Sil
    2. Siyasi bir partinin ticari bir tesebbuste hissedar olmasinin bir cok sakincasi var. En barizi su. Bu siyasi parti iktidar olursa, partinin hissedari oldugu sirketlerin lehine hareket edebilir. Boyle bir siyasi partiyi neden iktidar yapalim?

      Siyasi partilerin bagimsiz olabilmeleri icin sinirlandirilan ve belgelenen bagislar ve kamu yardimi disinda bir gelirleri olmamalidir. Gelismis ulkelerde bu kurallar cok kesin hatlarla belirlenmistir. Bunu saglayamazsak siyasi partiler bagimsiz hareket edemezler, surekli bir kesimin menfaati icin hareket etmek zorunda kalirlar, parayi veren dudugu calar.

      CHP'nin bir an once bu sacmaligi duzeltmek icin harekete gecmesi gerekiyor. Cumhuriyet kurulurken yapilan bir yanlis 100 yildir devam ediyor.

      Sil
  57. Hocam singer-prebisch tezinin doğrulu nedir?Bugün baktığımızda bu tez haklıymış diyebilirmiyiz sizce?

    YanıtlaSil
  58. Sayin hocam,guzel yaziniz icin tesekkur ederim, ben musade ederseniz yaziniz disinda bisey sormak istiyorum bildiginiz uzre su gunlerde dolar hizla yukselmekte borsada ciddi cakilmalar yasanmakta hocam sizce borsadaki bu cakilmalar ne kadar ve nereye kadar devam eder.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu zaten beklenen bir durumdu, dünya ekonomisi daha da kötüleşecek, bunun tartışmasını yine bu blogta bir kaç ay önce yapmıştık. dünya genel ticareti baya düşer, işsizlik yükselir, ama bu defa türkiye krizi fırsata çevirecektir.
      davosta yatırımcıların gözü bizim üzerimizdeydi.

      Sil
    2. Adsiz 21:37 bugunki Hurriyet gazetesinde Erdal Saglam ve Cengiz Candar'in yazilarini oku. Davosta eger birilerinin gozu bizim uzerimizdeyse iclerinde kis kis gulmek icin olmali bu. Bu ortamda faiz artirmayip hatta azaltmayi dusunen saskinlar diye gulmuslerdir iclerinden.

      Sil
    3. Adsiz 11:32, Davos'takiler niye faizin artmamasini istesinler? Cogu bankacilardan olusan bir topluluk dusuk faiz ister mi sizce?

      Sil
    4. Adsız 16:16
      Bu yazımı bir okuyun sonra bir daha düşünün:
      http://www.mahfiegilmez.com/2013/06/faiz-yukselince-kim-kazanr-kim-kaybeder.html

      Sil
    5. Hocam yazinizi okumustum, ozellikle bankalarin faiz makasini kapatmalarinin mevduat faizleri lehine oldugu kismina kesinlikle katilmiyorum ve uluslararasi bankacilik teamulleri de bunun aksini gosteriyor. Faiz artisi ve bankacilik sektoru uzerine bir cok arastirma var, goz gecirmenizi tavsiye ederim. Ben sizin disinizda faiz artisinin bankalari zarara ugrattigini hic okumadim, duymadim.

      Zaten bu konu cok da tartisilacak bir konu degil. Faiz'i paranin fiyati olarak dusunurseniz, bankalarin da (kendi deyimleri ile bile) para sattiklarini dusunurseniz, bir saticinin sattigi urunun fiyatinin artmamasini istemesi kadar anormal bir durum yoktur. Eger bir banka bunun aksi yonunde hareket ediyorsa bankacilik yapmiyor baska bir sey yapiyor demektir para kazanmak icin.

      Faiz artisinin tum ulkeye (belli bir kesime degil) "tek artisi" var o da doviz kurunu asagiya cekmesidir, eroin gibi surekli daha fazlasini isteyeceginiz gecici bir mutluluk hissidir. Yuksek faiz donemlerine geri donersek, eroinmanlarin sonu neyse bizim sonumuz da aynisi olur. Belki akliniza tasarruflari arttirmak geliyor olabilir. Ama Turkiye, Japonya degil. Bizim daha uretmemiz gereken cok sey var, cok fazla alt yapi yatirimina ihtiyacimiz var, cok issizimiz var. Tasarruflari arttirmak gibi bir gayret icine girmek gelecek icin defalarca kacirdigimiz treni gene iskalamak olur.

      Surekli MB faizi arttirmasa bile piyasa faizi artiyor diyorsunuz. MB faizi arttirdigi zaman piyasa faizi dusecek mi? Bugunkinden daha fazla artacak, bunu siz de biliyorsunuz.

      Sil
  59. Sayin hocam,guzel yaziniz icin tesekkur ederim, ben musade ederseniz yaziniz disinda bisey sormak istiyorum bildiginiz uzre su gunlerde dolar hizla yukselmekte borsada ciddi cakilmalar yasanmakta hocam sizce borsadaki bu cakilmalar ne kadar ve nereye kadar devam eder.

    YanıtlaSil
  60. Selamlar Mahfi bey.1980'li yıllarla beraber gelişen ülkeler ihracata dönük kalkınma stratejisini uygulamışlardır.Bunun altında yatan küresel neden nedir,neden daha önce başlamamışlardır?

    YanıtlaSil
  61. hocam mıkroekonomi kıtabınızda sf. 167 '' faizlerin düşürülmesi halinde firma maliyetlerinin düşeceği,dolayısıyla fiyatların ucuzlayacağı ve düşen maliyetler nedeniyle yatırımların artacağı şeklinde sunulan yaklaşımların gerçekle örtüşmediği görülüyor '' demişsiniz.

    > hocam, birde diğer yanıyla faiz oranı düşükse ellerindeki sermayeyi yatırım yapmak için kullanmazlar mı? ve paylaştığınız tablodaki şirketler büyük ölçekli şirketler midir?

    sektöre girecek yeni girişimciler için faiz oranı, iki yönüylede ( borçlanma ya da eldeki parayı değerlendirme ) önemli değilmidir.

    Gerçekten mühim bir tablo. Bir sürü terim veya teoriyi tekrarlayıp duruyoruz ama , bunun ekonomideki faaliyetlerinden bi haberiz.

    YanıtlaSil
  62. Sayın hocam,

    Çin Merkez Bankası sitesinde yayınlanan haberin ingilizce metni. Dijital paraya geçme niyetindeler.

    İngilizce biliyorum ama tam anlayamadım size zahmet bakıp bi işin özünü anlatabilir misiniz ?

    https://translate.googleusercontent.com/translate_c?depth=1&hl=en&nv=1&rurl=translate.google.com&sl=zh-CN&tl=en&u=http://www.pbc.gov.cn/goutongjiaoliu/113456/113469/3008070/index.html&usg=ALkJrhjJLLYgiQJlDIUsff5G22vJgiMr2g

    Saygılar
    3F

    YanıtlaSil
  63. Hocam merhabalar. Öncelikle Zamanınızı ayırıp bizi bilgilendirdiğiniz çok teşekkürler. Benim sorum aslında sizin defalarca yazdığınız bir konu olan faizin yabancı sermayeyi çekmesi ile ilgili olacak. Faizler arttığında yabancı sermaye için ülkemizin çekici hale geldiğini ve kurların da dolayısıyla düştüğü konusunu biliyorum . Ancak bu mekanizma teorik olarak aklımızda kalıyor. Bu konuda müsait olduğunuzda biraz bilgi verip somutlaştırabilir misiniz bu faiz yabancı sermaye ilişkisini. Çok teşekkürler .

    YanıtlaSil
  64. Mahfi hocam mikro-ekonomi kitabınızı okudum ancak anlayamadığım bir kısım var. Mesela marjinal maliyet eğrisi, gelir eğrisi, talep ve arz eğrisi, ortalama maliyet eğrisi, marjinal gelir eğrisi gibi eğrileri bulmak için herhangi bir kitap var mı? Yani ben tam rekabet piyasası veya monopol piyasadaki kar maksimizasyonu için çizilecek grafik için eğrilerin nasıl çizildiğini nereden öğrenebilirim? Bir de tam rekatbet piyasasını gerçek yaşamda var olan piyasalarda olan biteni anlamak ve analiz edebilmek için kullanıyoruz demişsiniz ancak ben tam olarak olayı kavrayamadım. Tam rekabet piyasasını öğrenmekle ne tarz şeyleri analiz edebiliyoruz?

    YanıtlaSil
  65. Sayın Hocam, güzel yazılarınız için teşekkür ederim, bizlere çok faydalı bilgiler veriyorsunuz. Benim sorum çok basit, (Hiç iktisat alt yapısı olmayan birisi olarak soruyorum.) Merkez Bankaları, bir şeyin karşılığında para basmaları gerekiyor. Karşılıksız para bastıklarında enflasyon artıyor. Bunu bir türlü anlayamıyorum. Elimde bir ton altın var, bir ton değerinde para bastım, piyasaya sürdüm. Bir ton altınım olmadan para bastım ve piyasaya sürdüm. Aradaki bu fark nasıl enflasyonu arttırıyor. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  66. Merhabalar.Gelişmiş ülkelerin uyguladığı fikri mülkiyet anlaşmaları,patentler tarife dışı engeller kapsamına girer mi?

    YanıtlaSil
  67. ayın Hocam, güzel yazılarınız için teşekkür ederim, bizlere çok faydalı bilgiler veriyorsunuz. Benim sorum çok basit, (Hiç iktisat alt yapısı olmayan birisi olarak soruyorum.) Merkez Bankaları, bir şeyin karşılığında para basmaları gerekiyor. Karşılıksız para bastıklarında enflasyon artıyor. Bunu bir türlü anlayamıyorum. Elimde bir ton altın var, bir ton değerinde para bastım, piyasaya sürdüm. Bir ton altınım olmadan para bastım ve piyasaya sürdüm. Aradaki bu fark nasıl enflasyonu arttırıyor. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merkez Bankalari bir sey karsiliginda para basmiyor, bu en son 1970'lerde FED'in bu pratigi birakmasiyla simdilik tarih oldu.

      Enflasyon iki anlama gelir, bunu ya urun fiyatlarinin artisi, ya da para arzinin yani piyasalarda dolasan paranin miktarinin artmasi olarak dusunebilirsiniz.

      Kagit para dedigimiz seyin hicbir anlami yok, onemli olan o paranin alabildigi urunler ya da hizmetlerdir. Gunumuzde bu urunler o kadar degisiklik gosteriyor ki tek bir enflasyon hesabi yapmanin mumkunati yok. Telefon fiyati dediginiz zaman, yuksek teknoloji telefon mu, yoksa basit ozellikleri olan bir telefon fiyati mi onemli bu ancak o urunun tuketicisi ile anlam kazanabilir. Dahasi urun ve hizmet fiyatlarina 'marka' etkisini de dusunmeniz gerekir.

      Bu belirsizligi aza indirmek icin her urun ve hizmetin az cok temelini olusturan urunlerin fiyatlarindaki hareketi takip etmek en dogal yollardan birisidir. Bu urunler 'commodity' kabul edildikleri icin 'hangi tur' sorusu azalir. Ornegin brent kalitede petrol Arabistan'da da aynidir, Venezuella'da da. O acidan bu urunlerdeki global fiyat artisi ya da azalisi diger tum urunlerde gorunecektir. Bu urunlerin 'commodity' olmasi onemli cunku bu sayede kimden aldiginizin bir onemi kalmiyor. Bu urunlerin fiyatlarini da arz talep, teknolojik gelismeler gibi seyler etkiliyor.

      Gorebileceginiz gibi enflasyon ya da fiyat artisi icin bir Merkez Bankasinin bastigi ya da piyasaya dagittigi para tek basina etkili degil. Bugun Avrupa'da ve ABD'de piyasaya anormal miktarlarda para girmesine ragmen 'commodity' urunlerdeki fiyat dususu enflasyonu yukari tasimiyor. Gecmis senelerde $100'a aldiginiz bir varil petrolu bugun $20-30'a alabiliyorsunuz. Demek ki bu yuksek fiyat baska urunlere yedirilmis. Simdi o urunlerin fiyatlari asagi dusecek ancak petrol ile iliskisi daha az olan baska urunlerin fiyatlari da artacaktir.

      Teori bu dengenin elinde sonunda olusacagini soyluyor. Ancak 1900'lardaki ekonomik teoriler ne bugunki kadar global bir pazari, ne de bugun ki kadar hizli bilgi alisverisini dikkate almislardi. Genel para arzi, enflasyon iliskisi git gide daha karmasik bir hal aliyor. Bu da yeni fikir ve teorilerin mevcut tecrubelerle ortaya cikacagini gosteriyor.

      Sil
    2. Farklı bir bakış açısı kazandırıdınız için teşekkür ederim. Adsız21 Ocak 2016 16:08

      Sil
  68. mb overnight faizi arttirmadigi muddetce enflasyonun dusmesi mumkun degil. ayrica dolardaki bizden bagimsiz ivmelenme sebebiyle issizlik de azalmiyor. yani hem enflasyonda iyilesme yok hem de issizlik kotuye gidiyor. bu ekonomik kriz degil midir?

    YanıtlaSil
  69. hocam saygilar. bisey merak ediyorum bankalar haftalik %7.5 ve gecelik % 10.75 den borclaniyor. peki neden kimi bankalar halktan % 11 ustu borclaniyor? merkezden almalari daha avantajlarina

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok doğru da MB o kadar fazla borç vermiyor. Bankalardaki TL mevduatın toplamı 713 milyar TL, MB'nin onlara verdiği borç 8 milyar TL. Ayrıca halktan topladıkları mevduatın vadesi de gecelik haftalık değil ortalama 1,5 - 2 aylık.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz!

Konut Fiyatları Niçin Eskisi Kadar Artmıyor?

Paradan Para Kaybetme Dönemi