Mustafa Kemal Atatürk

Bugün 10 Kasım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 75. ölüm yıldönümü. Şimdilerde kimi Gazi diyor, kimi Mustafa, kimi Mustafa Kemal, kimi de sadece Atatürk. Yabancılar Kemal derlerdi. Oysa o Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptıklarına bakıldığında sanki dört kişiymiş, hatta bir orduymuş gibi görünse de tek bir kişidir.

Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”, Halil İnalcık’ın “Osmanlı ve Modern Türkiye” ve Amin Maalouf’un  “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitabından aşağıdaki alıntıları yorumsuz paylaşmak istiyorum.  

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam:
“Derhal hissettiler ki bu bölük kumandanına verilen vazife utanılacak bir vazifedir... Seferin gayesi de tedip, yani bir isyan bastırmak maskesi altında kısaca Havran’ı soymak, talan etmektir... Orduda katıldıkları bu ilk seferde Mustafa Kemal, Osmanlı hükümeti namına yapılan haydutluğun ne olduğunu anlamıştır.”(Şam’da Geceler, sayfa 86 - 87)

“Harp okulunda öğrencilere silah verilmezdi. Silah verilse mermi verilmezdi. Hatta hoca, bazen mavzer tüfeğini tahtaya çizip tarif ederdi... Çünkü Abdülhamit, Harbiyenin silahlı oluşundan korkardı.” (Yeni Bir Ordu ve Onun Görüşü, sayfa 175.)

“Analar, babalar çökmüştür. Sandıklar, kilerler boşalmıştır. Kızlar, kardeşler, hayatın silleleri altında bunalarak tanınmayacak hallere gelmişlerdir. İşgal ise kocaman bir haysiyet yarası gibi bütün İstanbul’u gittikçe irinleşen pıhtılarıyla sarmaktadır... Müslüman İstanbul’un havasında esen, sadece hayal kırıklığı, ümitsizlik, kin ve iniltidir.” (Mütarekede İstanbul, sayfa 319.)

“... (Şehzade Vahdettin efendi) Memleketi bilmez, tanımaz. Karşısındaki herhangi birine karşı tek silahı, gözlerini kapayıp güya düşünür görünmektir.” (Geleceğin Padişahı ile Yolculuk, sayfa 280.)

“Kendisi (Atatürk) rahatsızdı. Kompartımanın perdeleri daima inikti. Dışarıyı görecek halde değildi. Görmek de istemiyordu. Ne o boş, ekinsiz, kıraçların, ne o yollara, istasyonlara dökülen, hepsi insanlıktan çıkmış, lime lime partallar içinde avaz avaz: -Ahmet va mı? Memet va mı? Sülümeni gören va mı oğul? diye çağrışan kadın, erkek, çoluk çocuk insan artıklarının görülecek hali vardı.” (Karar Noktasına Doğru, sayfa 349.)

 “1335 (1919) senesi Mayıs’ının 19’unda Samsun’a çıktım.” (Yol Görünüyor, sayfa 372.)

Halil İnalcık, Osmanlı ve Modern Türkiye:  
“Anadolu halkı işte böylece Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in kişiliğinde ve etrafında bağımsızlık savaşının önderini bulmuş oluyordu. Anadolu’da başlayan bu hareketlenme karşısında İstanbul’daki sarayın başka bir planı vardı. İngilizler, kendi vesâyetlerini kabul eden halife-sultanın kişiliğinde Anadolu ile beraber Mekke-Medine ve Arabistan’ı içeren Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılabileceği ümidini veriyor ve sultanla beraber Damat Ferit Paşa hükümeti böyle bir planı benimsiyordu. Böylece, Anadolu’da beliren ve tam bağımsızlığı amaç edinen milli kalkınma karşısında, Osmanlı hanedanı kendi varlığını İngiliz himayesinde sürdürebileceğini umuyordu….” (sayfa 162) 

“…Buna göre 10 Ağustos 1920’de Sevres Antlaşması imzalanmıştır. İngiliz desteği ile saray ve hükümeti, bu antlaşmayı Türk milletine kabul ettirmek için, haince bir kampanya açmaktan çekinmemiştir. Mustafa Kemal idama mahkûm edildiği gibi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Hilafet Orduları harekete geçirilmiştir…”(sayfa 167)

Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya:
“Birinci Dünya Savaşının ertesinde bugünkü Türkiye toprakları çeşitli itilaf orduları arasında paylaşılırken ve Versailles’da ya da Sevres’de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken Osmanlı ordusunun bu subayı (Mustafa Kemal) galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birliklere karşı koymuş ve diğer güçleri, tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Bu ender rastlanan tutum -söylemek istediğim hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına karşı direnme gözü pekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması- onun meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. Kısa süre içinde ulusun kurucusu konumuna gelen eski subayın Türkiye’yi ve Türkleri istediği gibi yeniden biçimlendirmek için uzun süreli bir gücü vardır artık... Halkı da onu izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları alt üst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir. Ondan fedakârlıklar, kısıtlamalar isteyebilir ve hatta buyurganca davranabilir; halk yine de onu dinleyecek, savunacak, onun sözünü dinleyecektir; sonsuza dek değil ama uzun süreliğine. Dine çatsa bile, yurttaşları çok da sırtını dönmeyecektir ona. Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir...(sayfa 80-82)

“İslam aleminde pek çok lider, Türkiye örneğine öykünmeyi düşledi. Afganistan’da 26 yaşındaki gencecik kral Emanullah 1919’da tahta geçti ve Atatürk’ün izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birliklerinin üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu şekilde kazandığı saygınlıktan güç alıp iddialı reformlara girişti, çok eşliliği ve peçeyi yasakladı, erkek ve kız çocuklar için modern okullar açtı, özgür basının ortaya çıkmasını destekledi. Bu deneyim 10 yıl sürdü, 1929’da Emanullah kendisini dinsizlikle suçlayan gelenekçi liderlerin komplosuyla tahttan indirildi... İran’da Rıza Şah’ın girişimiyse daha uzun süreli oldu. Atatürk’e hayran bir kişi ve tıpkı onun gibi subay olan Rıza Şah kendi ülkesinde aynı modernleştirici girişimi gerçekleştirmek istiyordu; ama en sonunda gerçek bir kopmayı başaramayıp Avrupa tarzı bir cumhuriyet yerine yeni bir hanedanı, Pehlevi hanedanını kurmayı yeğledi ve bir bağımsızlık çizgisi izlemek yerine güçler arası çelişkilerden yararlanmaya çalıştı. Kuşkusuz model aldığı kişiyle (Atatürk) aynı yeteneklere sahip değildi... Hanedan, iktidarı korumak için İngilizlerle, ardından da Amerikalılarla, yani İran halkının refah ve onurunun düşmanı olarak gördüğü ülkelerle ittifak yaptı... Atatürk örneğinin tersi bir örnek bu. Düşman güçler tarafından korunduğu düşünülen birinin meşruiyeti kabul edilmez ve giriştiği her iş değersiz görülür; ülkeyi modernleştirmek istiyorsa, halk modernleşmeye karşı çıkar; kadınları özgürleştirmeyi hedefliyorsa, sokaklar protestocu çarşaflılarla dolar.” (sayfa 82 ve 83)

“Pek çok sağduyulu reform başarısızlığa uğramıştır, çünkü nefret edilen bir iktidarın imzasını taşıyordur! Bunun tersine, pek çok akla aykırı eylem de alkışlanmıştır, çünkü savaşçı meşruiyetin damgasını taşıyordur! Öte yandan, bu durum bütün dünya için geçerlidir; bir öneri oylanırken, seçmenler önerinin içeriğindense, onu temsil eden kişiye güvenip güvenmediklerine göre kararlarını verirler...” (sayfa 83)

“Atatürk’ün elde ettiği meşruiyet onun ölümünden sonra da devam etmiştir ve bugün de Türkiye onun adına yönetilmektedir. Onun düşüncelerini paylaşmayanlar bile ona belli bir bağlılık sergilemek zorunda hissederler kendilerini.” (sayfa 83)

Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha hayranlıkla ve saygıyla anıyorum.

Not: Bu yazı, 2000 ve 2009 yıllarında Radikal Gazetesinde yayınlanan üç ayrı yazımın bir araya getirilmesi ve bunlara Halil İnalcık’ın kitabından alıntıların eklenmesiyle yazıldı.  

Kaynaklar:
1. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
1. Halil İnalcık, Osmanlı ve Modern Türkiye, Timaş Yayınları, İstanbul 2013.
2. Amin Maalouf (çeviri Orçun Türkay), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009.


Yorumlar

  1. Hocam kimine göre eğrisiyle kimine göre doğrusuyla bir dönem geçti.
    Fakat şunu anlayamıyorum : Neden sürekli Atatürk üzerinden sürekli siyaset yapılır ,Darbe yapılır ,korkutulur ,ötekileştirmenin aracı olarak kullanılır.Atatürk üzerinden sürekli siyaset yapan CHP ile , Din üzerinden siyaset yapan AKP arasında bir fark yok bence.İkisi de iğreti oluşturuyor.Bence sorun buradan kaynaklanıyor.Sadece CHP değil , bir zamanlar Askeriye , sisteme yamalanmış gazeteciler v.s Atatürk üzeriden sürekli bir empoze politikası dayattılar.
    Din, vicdanlarda kalmalıdır
    Atatürk kurucu liderimizdir , gönüllerde kalmalıdır,
    Saygılarımla ,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birçok açıdan haklısınız ama Atatürk yalnızca kurucu liderimiz değildir. Atatürk bugün bile yolumuzu aydınlatan görüş ve ilkelerin sahibidir. O nedenle gönüllerde kalması yetmez, uygulamada da o ilkelere ve görüşlere uyum göstermemiz gerekir. Bunun da tek yolu onun dediği gibi "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." Bilim yolundan bir kez çıktınız mı geri dönüşü çok zor olur.

      Sil
    2. İşte Atatürk'çü olmanın en temel ilkesi.
      Kendilerini şahsınızda derin bir hürmet ve minnetle anıyor; bu ilkenin sürekli uygulanacağı Türkiye özlemimi ifade ediyorum.
      Yazdıklarınızdan dolayı saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

      Sil
  2. hocam çok güzel bir hatırlatma oldu, teşekkürler
    şunu eklemeden edemeyeceğim;
    atatürk yalnızca gönlümüzde değil aklımızda da iz bırakmadıkça onun bıraktığı değerleri anlamış sayılmayız...

    YanıtlaSil
  3. Hocam teşekkürler , kaleminize sağlık.
    saygılarımla

    YanıtlaSil
  4. Dinçer Yılmaz10 Kasım 2013 14:43

    Atatürk için birçok kişi birçok söz söylemiş ama şunu eklemek istiyorum. Batı, bildiğim kadarıyla, bugüne dek sadece 3 kişi için sistematik olarak yani devlet belgelerinde "deccal" kelimesini kullanmış: Hz.Muhammed, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk. Hatta dünyanın önünde saygıyla eğildiği Isaac Newton gibi bir bilim adamı bile "Muhammed" kelimesinin ebced hesabıyla rakamsal değerinin "deccal" kelimesinin rakamsal değeriyle aynı olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Kemal ve Atatürk kelimelerinden de ebced hesabıyla "deccal" üretmeye çalışan birçok kişi halen bu ülke topraklarında yaşamaktadır. sanırım Atatürk'e "deccal" deseler de Hz.Muhammed ve Fatih Sultan Mehmet'le aynı kategoriye sokarak onu övüyorlar ve yüceltiyorlar.

    YanıtlaSil
  5. Hocam çok teşekkürler, süper bir yazı.

    YanıtlaSil
  6. Hayriye Turgay10 Kasım 2013 15:45

    Yine cok guzel bir yazi yazmissiniz. Ben de bir ekleme yapmak isterim. Amin Maalouf, "Yollarin Baslangici" adli kitabinda oldukca ilginc bir hikayesini paylasmis. Maalouf`un dedesi tam bir Ataturk hayraniymis ve 1920`li yillarda bir bebekleri olacakmis. Maalouf'un dedesi dogacak cocuguna Kemal adini vermeye karar vermis ve bunu da tum cevresiyle paylasmis. Ancak cocuk dogdugunda buyuk bir hayal kirikligi yasamis cunku bebek kizmis. Buna ragmen dedesi, kizda olsa ben cocuguma Kemal adini verecegim demis ve dedigini de yapmis. Yani Amin Maalouf`un halasinin adi Kemal`mis.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aynen bende gazetede okumuştum buldum sayfasını http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=227213

      Sil
    2. Bunu bilmiyordum öğrendim. Teşekkürler.
      Ortadoğu kökenli objektif bir insan olup ta Mustafa Kemal Atatürk'e hayran olmamak mümkün değil.

      Sil
  7. Elinize sağlık hocam, tarafsız kalmadığınız için ayrıca teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazım aslında tarafsız bir yazı. Teşekkür ederim.

      Sil
  8. 2 kere mesaj gonderdım sanırım hocam uyarı mesajını gormemıstım

    YanıtlaSil
  9. Hocam elinize saglik. Tabii ki Ataturk'un yolundayiz. Ama bu sadece onun yolundayiz demekle olmaz. Onu buyuk bir ozlem ve saygiyla aniyoruz. Bu yuzden de ilkelerini yasatmaliyiz.

    YanıtlaSil
  10. Hocam elinize saglik. Cok guzel bir noktaya vurgu yapmissiniz. Bugun onu ozlemle andik. Ama ilkelerine de sahip cikmaliyiz ki o zamanki insanlarin yaptiklari bosa gitmemis olsun.

    YanıtlaSil
  11. Atatürkü sevmek demek onun fikirlerini anlamak, vatan uğruna verdiği mücadeleyi örnek almak ve sosyal hayata uygulamak demektir. Atatürkü sevmek demek vatanını sevmek demektir. Şimdi bizler her on kasımda arkamıza bir baksak onun bize bıraktığının üzerine neler yaptığımızı düşünsek... Işıklar içinde yat Büyük Atatürk...

    YanıtlaSil
  12. Mahfi bey;

    Ellerinize sağlık, çok güzel makale, saklanıp her zaman hatırlatılmalı nerelerden nerelere geldiğimiz bu yazı aracılığı ile gençlere. Şimdi, uzun bir zamandır söylenmekte olan bir söylem tekrar edilir oldu. ''Halka travma yaşatıldı'' diye... Evet çok doğru aslında Halka travma yaşatıldı! Padişah kulluğundan özgür bireyler oluşturup sadece kendi iradesi ile oy kullanan, istediğine istediği gibi inanan bir halk yartmak büyük bir travmadır! Yüzyılların pranga düşüncelerinden kurtarıp insanı sadece kendi iradesi ile başbaşa bırakmak...Birde dil devrimi konusunda dillendirilir bu söylem. Sanki Anadolu da Halkın tamamı okur yazarmış gibi. İstanbul elit zümresinin kullandığı ağdalı ve Arapça ve Farsça ağırlıklı toplama bir dilden Halkın anlayabileceği ve de şuan neredeyse herkesin okur yazar olduğu bir Türkiye... Ekonomi konusunda hiç bir şey bilmeyen yöneticiler dahil bir halk, sermayesi olmayan ticareti azınlıkların elinde... İzmir İktisat Kongresi ve sonrasında aslında asıl ''Kemalizm'' olan Karma Ekonomiden vazgelip, Serbest Piyasa Ekonomisine geçmek (buna Atatürk'ün kurduğu parti CHP de dahildir. Deniz Baykal başkan olduğu dönemde ilan etmişti. Bizde artık Serbest Piyasa ekonomisini destekliyoruz diye) sizinde daha evvel ki yazılarınızda belirttiğiniz Kamu İktisadi Teşekküllerinin Ülkenin İmarı ve Gelişmesine katkısını... Geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma adı altında yapılan herşeyi mundar etmek üzerine kurulu bir zihniyet, birleşmek, ortak paydalarda buluşmak yerine hala ayrım ve kindarlık üzerine kurulu politikalar günü kurtarabilir ama uzun vadede Osmanlı nın yaşadığı Ekonomik batışta rol oynayan aşırı dış borçlanma ve kapütilasyonlar aynı filmi izliyormuşum izlenimi veriyor bana. En kritik kurumları,Limanları yabancılara bırakmak bana çok da farklı gelmiyor bana.ABD kapitalizmin kalbi ama son dönemde batan banka ve satışlarda yerli firmalar öncelikliydi!...asıl sıkıntımız bence Aydınlanma sürecine Japonya dan önce başlasak da, onların çok gerisinde kaldığımız. Bunun sebebininde devrimler her ne kadar yer etmiş gözüksede Akıl yerine Gelenek ve dini referanların ön planda alınması aynı Osmanlı gibi İmam Hatipli çoğalırsa yolsuzlukların olmayacağı yanlış savının tekrar halka dikte edilmesi beni karamsarlığa sevk ediyor. Teşekkürler, aydınlık güzel günler dileklerimle...

    YanıtlaSil
  13. Hocam Mustafa Kemal Atatürk hakkında iyi şeyler söyleyemez olduk, bilime,rasyonelliğe,ilerlemeye verdiği önemi unutturdular,sığ sularda yüzdürdüler, ben Atatürk denince militan laikliklikten başka,dindarların yaşamına baskıdan başka birşey düşünemez oldum, bu durumdan Atatürkü tam anlamıyla anlayanları suçlu tutuyorum.Neden siyasi şarlatanlara meydanı bıraktınız? Atatürkü sevmenin göstergesi başörtülüleri reddetme miydi? Atatürkçülük bu kadar siyasallaştırılıp, korku mekanizması haline getirildiğinde gerçek Atatürkçüler olarak sizler neredeydiniz? Kendini Atatürkün mirasçısı olarak tanımlayanların taş devri uygulamalarını eleştirmediğiniz sürece gerçek Atatürk anlaşılamayacaktır!

    YanıtlaSil
  14. Akılla Dinin çeliştiği, birbirinin ikamesi olduğu nasıl bir ifadedir anlamış değilim. Ayrıca birçok belge yayınlanmasına rağmen Abdulhamit ve Vahdettin' e karşı duyulan vatan haini yaftası art niyetten başka nedir. Ulu önderimiz tartışılmaz ama onu öveyim derken haksız bir biçimde başkalarını eleştirmek hiç hoş değil. Yine cumhuriyeti meydana getirenler kimlerdi. İçlerinde birçok paşa, din adamı, idareci yok muydu. Geçmişimizden neden bu kadar kaçıyoruz ve kötülüyoruz. Her dönemin hatası olamaz mı. Mutlaka var. Osmanlı' nında vardı cumhuriyetin ilk yıllarında da vardı şimdide var. Önemli olan ders çıkarmak ve geleceğe güvenle bakabilmek.

    YanıtlaSil
  15. Hocası,

    Methiyelereden methiye damıtmak marifet değil.

    Marifet, Ayşe teyzesine, 'Chester İmtiyazı'nı anlatmakta yatıyor.

    O nasıl kurtarıcı imiş ki, gözünü bile kırpmadan, bir kanun çıkartırıp memleketin üçte birini Amerikalılara 99 seneliğine devredebiliyordu.

    Bizlere bir de bunu anlatmayı dene, hocası.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalana karşı hiçbir şey denenemez.

      Sil
    2. Burada kendi görüşünüzü beyan etmenize fırsat verilmesi size saygısızlık yapma hakkı tanımaz. Hiçbir ticari ve siyasi kaygı gütmeden sadece faydalı bilgilerin paylaşıldığı bu platformda ilk defa böyle hadsiz bir hitapla karşılaştık.Lütfen biraz daha dikkatli bir şekilde görüşlerinizi paylaşın.

      Sil
    3. Canınızı sıkmayın. Sonuçta herkes kendi üslubunun ele verdiği insandır. Kendi düzeyi ne ise kişi odur.

      Sil
    4. http://www.zaman.com.tr/mustafa-armagan/ataturk-amerikanin-turkiyeyi-demir-aglarla-ormesini-istemisti_1342751.html

      Hocam, ilk defa duydum chester imtiyazını ve internetten arattım bu link daha detaylı gibi. Tam olarak nasıl anlamalıyız bunu

      Sil
    5. Konunun öznesi ben olmadığım gibi, sorunun öznesi de ben değilim.

      Bu kadarını idrak edebildiğinize eminim; ama, "ahır karanlık o yüzden yüzüğü dışarıda arıyorum" gibi bir el çabukluğu ile özneyi savuşturup (bula bula) 'üslup'a yönelmişssiniz.

      Üstelik de, neresinin yalan olduğunu göstermeksizin, 'yalan' olduğunu da söyleyerek.

      Neresi yalanmış?

      Böyle bir imtiyaz (daha doğrusu 'consession', yani 'ödün', 'taviz', 'feragat') verilmiş mi verilmemiş mi?

      Bu amaçla bir kanun çıkarılmış mı, çıkarılmamış mı?

      Bu sorunun cevabı ya 'evet'tir ya da 'hayır'.

      Ve, dürüst olcaksanız, "evet, çıkarılmıştır" demek zorundasınız.

      Bu böyledir de, hocası bunu, mazallah, dile getiremez.

      Fincancı katırları ürker çünkü..

      Sil
    6. Peki öğrencisi madem meraklısınız size doğru bilgiyi vereyim de neyin yalan olduğunu anlayın.
      Osmanlı 1352 den itibaren Cenevizlilerden başlayarak birçok Avrupa ülkesine kapitülasyonlar tanımıştır. Lozan'a giden süreçte batılı ülkeler bunların kaldırılmasını kabul etmeiştir. Atatürk Chester Antlaşmasıyla bu imtiyazları ABD ye devrederek onları yanına çekmiş ve bütün itirazlara karşın Lozan'da kapitülasyonların kaldırılması batılı ülkelere kabul ettirilmiştir.
      Hemen ardından da hiç uygulanmadan Chester Antlaşması feshedilmiştir.
      Atatürk'ün siyaset dehasının bir örneği olan bu olayı aleyhine kullandığınız için yalan dedim.
      Tamam mı öğrencisi.

      Sil
  16. İyi günler hocam
    Yazınız için teşekkürler.
    Sizinle aynı fikirde değilim.
    Ancak bu durum size saygı göstermeme engel değil.
    Saygı göstermeyen, saygı görmeyi isteyemez de.
    Bana göre tarihimizde yer alan bir kahraman, siyasetçi yada devler adamı gibi kişiler için tek başarılı liderdi, tekti, vb o kişiyi yücelten ancak o kişi dışındakileri ise aşağılayan bir yaklaşım sergilenemez.
    en başarılı, en cesur gibi nitelemeler her zaman yapılabilir. Ancak sadece şu cesurdur, tek kahramandır gibi övgüler yapılamaz.
    İkinci olarak bir devlet lideri ile bir peygamber aynı kategoride değerlendirilemez. Değerlendirenler de onaylanamaz. Devlet adamları, siyasetçilerin tamamı eleştirilebilen yada övülebilen kişilerdir. Milli değer atfedilebilir. Ancak bir peygamber ise tenkit edilemez bir dinin temsilcisidir. Dini bir değerdir. Kesinlikle bir siyasetçiyle, devlet adamıyla değeri ölçülemez. Bu nedenle bir dinin peygamberinin bir siyasetçiyle aynı katagoride değerlendirmeye tabi tutulması kesinlikle yapılmamalıdır. yapanlar da açık yada zımmi olarak onaylanmamalıdır.
    Üçüncü olarak hherhangi bir kişinin Hz Muhammed (SAV) için sarf etmiş olduğu hakaret içeren ifadeleri reklam edilmemelidir. Hakaret içeren ifadeleri yada tasvirleri kullaanaların isim yada yapmış olduğu işlerin bir önemi bulunmamaktadır. İnsan insan yapan iki göz, iki ayak, iki kulak ve gelişmiş bir beyin değildir. İnsanı insan yapan özellik ahlak,erdem, saygı, muhabbet, hoşgörüdür.Dolayısıyla böyle olumsuz reklamlar da açık yada zımmi olarak onaylanmamalıdır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz ve nezaketiniz için teşekkür ederim. Ama ben yazıdaki alıntılarda sizin dediklerinizle ilgili bir şey bulamadım.

      Sil
    2. Konuyla alakası aslında yok, ama, lafın arasında söylenip (itiraz edilmesine fırsat bulamadan) geçince sanki genel bir doğruymuş/kuralmış sanılabiliyor.

      Peygamberlere itiraz edilemeyeceği iddiası sadece bir varsayımdır ve sadece o peygambere/dine iman edenler açısından bir anlamı sözkonusu olabilir.

      İstediğiniz şeye/dine inanabilirsiniz.

      Sizi vazgeçirmek/dönüştürmek için uğraşmam.

      Bu da, benim sizin inanç özgürlüğünüze olan saygımın sınırdır.

      Ve o sınır, neye inandığınızı dile getirdiğiniz veya inandığınızı şeye başkalarının saygı duyması gerektiğini dile getirdiğiniz anda biter.

      O noktadan itibaren fikir özgürlüğü (ki, doğrusu beyan özgürlüğüdür) başlar.

      Yani, artık, din(ler) de peygamber(ler) de kitap(lar) da ayet(ler) de.. hepsi pekala tartışılabilir olur.

      Başka bir deyişle, sizin inançlarınız, başkaları açısından sadece 'fikir'dir.

      Bu yüzden, 'inanç özgürlüğünüze saygı' talep ederek, sizin inandıklarınızı (gereğinde en sert şekillerde) başkalarınca tartışılmasını engelleyemeziniz.

      Sil
  17. Hocam bu soruyu sormamın belkide yeri değil ama merak ettiğim bir konu vardı ;
    1) hocam sabit faizli ve değişken faizli kredilerle ilgili bir sorum olacak sabit faizli kredi dediğimizde banka krediyi belirli bir faiz oranından kişiye kullandırmışsa piyasada herhangi bir şekilde enflasyon arttığında yada faziler yükseldiğinde bu kişinin ödeyeceği para tutarı değişmiyor çünkü sabit faizli kredi bunu anlıyorum bu durumda herhalde banka bir riskle karşı karşıyadır benim sorum değişken faizli kredi dendiğinde ne anlamalıyım ? Yani kişiye krediyi 2seneliğine %10 dan kullandırdığımızda ülkede bir anlık bankanın elinde olmayan bir şekilde faizler yükseldiğinde banka müşteriye kullandırdığı kredinin faizini değiştiriyormu burasını açıklarsanız çok sevinirim hocam
    2) hocam banka için sabit faizli kredi vermek bir risk olduğundan risklere karşı kendini koruma altına almak için değişken faizli kredi vermek istemez mi ; aynı şekilde müşteri içinde sabit faizli daha avantajlı olduğundan sabit faizli kredi kullanmak istemez mi ? Bu durumda bankalar tercihini neyden yana kullanacak ?
    3) hocam değişken faizli kredi kullanmak istediğimizde bankayla nasıl bir anlaşma yapıyoruz ? Örneğin banka piyasa faizleri yükseldiğinde ben de kredi faizini yükseltirim mi diyor ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1) sabit faiz budur
      2) sabit faiz iki taraf için de risklidir ama yine de belirlik olduğu için bazen tercih edilebiliyor
      3) değişken faiz genellikle bu şekilde oluyor. Bazen de Libor + belli bir spread konuyor

      Sil
  18. İyi günler hocam.
    İktisat alanında sizden çok şey öğrendim.
    Teşekkürü bir borç bilrim.
    Ancak bahsettiğiniz dönemler iktisat alanında belki başarı sayılabilecek adımların atıldığı dönemdi. yada öyle yansıtıldı.
    Ama insanlık, adalet, demokrasi adına iç acıtıcı bir dönemdi. Zalimliğin modernlik adı altında her türlüsünün alenen işlendiği bir dönemdi.
    Babamın annesinden belediye başkanının eşiyle olan komşuluğunu kullanarak sümerbenkın satış mağazasından desenli kumaş parası karşılığı alışını anlatmasındaki iç burukluğu hiç gitmez gözümün önünden. Kapalı tarif edilen kişilerin kahverengi, kara kumaşlar ile örtünmelerinin nedeni sorgulamak gerekir. para mukabili desenli kumaş dahi aldırılmaz dindar inasanlara.
    Annemin babasının ise çarşaflı kadınların çarşıda çarşaflarını nasıl yırttıklarını anlatarak övünmesi ise hiç çıkmıyor aklımdan. Şimdi mezarda kendisi. Ancak çarşaflarını yırttığı kişilerin torunları kahvede otururken konuyu gündeme getirdiğinde özür diliyorum dedem adına. Çünkü dedemden kalan miras bu bana.
    yada Nevzat Tandoğan'ın sözleri ."Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek."

    Kolay olan geçmiş zamanda kalan işerin sözlerin ispat imkansızlığından yararlanmak.
    Zor olan ise madalyonun diğer yakasına bakabilmek.
    Daha iyisini yapabiliriz.
    daha iyi bir miras, daha iyi bir iz bırakabiliriz.
    Kimseyi bilemeden, rövanşa bırakmadan,
    Zalim zulmunu icra ederken dilsiz şeytan kesilmeyebiliriz.
    Objektif olabiliriz.
    İşte o zaman gerçek bir dede, baba, miras bırakan(muris) olabiliriz.
    Gerisi sabun köpüğü, laf kalabalığı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tarihin objektif incelenmesi her dönemi kendi koşulları ve çerçevesi içinde incelemeyi gerektirir. Aksi takdirde Fatihi çocuklarına ve torunlarına iktidar için birbirlerini öldürmeyi tavsiye etmiş bir padişah olarak değerlendirmekten kurtulamayız.

      Sil
    2. Hocam cok onemli bir noktaya degindiniz. Ayni yanlışa Atatürk'ü eleştirenler de düşüyorlar; şimdiki koşullarla geçmişi yargılıyorlar. Aslında ilkokulda öğretilen en temel prensibi elmalar ile armutlar bir arada toplanmaz çiğnemiş oluyorlar. Ezbere dayalı eğitim sistemimizin bir çarpıklığı bu. Dikkat ediyorum, Atatürk ü eleştirenlerin ortak hatalarının temelinde hep bu büyük resmi görememe, detaylaea takılma, elmalarla armutları toplama hataları yatıyor.

      Sil
    3. Bugünün olaylarını da bugünü anlamak için yeterince zaman geçmeden, sadece geçmişin tecrübeleriyle eleştiremeyiz o halde...

      Sil
  19. Saygıdeğer hocam;

    Merak ettiğim bir konuda değerli bilgilerinizi almak istedim ancak hangi konu altında soracağımı bilemedim, müsadenizle burada arz edeceğim.

    Hocam Fed tahvil alımına devam edeceğini açıkladıktan sonra yükselen kur düşmüş dolar 2,07 lerden 1,98 lere gelmişti ben bu düşüşün tahvil alımının azaltımına kadar stabil kalacağını ya en fazla 2 olabiliceğini düşünmüştüm ancak yeniden 2,05 lerde bunun nedenini sormak istedim. birde sizce Erdem başcı hangi sebebe dayanarak kur için 1,92 tahmininde bulunmuş olabilir ?

    Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erdem beyin tahmin gerekçesini bilöiyorum açıkçası ama tahmin açıklaması hele bunu hedef gibi açıklaması yanlış olmuştur. Bu yanlışı kendisi de farketmiş ve dönüş yapmıştır.
      Avrupa ile ilgili soru işaretleri artıyor. Bu durumda dolar prim yapıyor.

      Sil
  20. Hocam

    Dönüşünüz için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kapitalizm

Paradan Para Kaybetme Dönemi

Faizin Doğuşu ve Yasaklanışı