Türkiye Ekonomisi Göstergeleri ve İdeal Ölçüler
Ekonomik göstergeler için ölçü kabul edilebilecek bir takım
oranlar belirleyebileceğimizi düşünüyorum. Ne var ki bunlar her yerde, her
zaman, her koşulda geçerli oranlar olamaz. Enflasyon, bütçe açığı gibi
alanlardaki kabul edilebilir oranlar evrensel bir ortaklık taşısa da cari açık,
işsizlik, büyüme gibi alanlardaki kabul edilebilir oranlar ülkeden ülkeye,
zamandan zamana, koşuldan koşula değişiklik gösterebiliyor. Örneğin ABD için
erişilemeyecek kadar yüksek görünen yüzde 6’lık büyüme oranı Çin için neredeyse
durgunluk düzeyi olarak kabul edilebiliyor. Ya da normal koşullarda ideal kabul
edilebilecek yüzde 2 oranındaki bütçe açığı deflasyonist bir ortamda yüzde 5’e
çıktığında bile anormal görülmüyor. Burada ele almaya çalıştığım kabul
edilebilir oranlar Türkiye ekonomisi için geçerli olduğunu düşündüğüm
oranlardır.
Gerçekleşen büyüme oranı,
potansiyel büyüme oranının altında seyrediyor. Türkiye’nin potansiyel
büyüme oranı, 1923’den bu yana büyüme
hızı ortalamasını alarak, yüzde 5 olarak hesaplanıyor (grafikteki siyah kırıklı
çizgi.) Buna karşılık grafikten de görüleceği gibi Türkiye ekonomisi son üç
yıldır bu potansiyel oranın altında büyüyor (2012’de yüzde 2,2, 2013’de yüzde
4,1, 2014’de yüzde 2,8’e gidiyor.) Türkiye’nin geçmiş büyüme modeli bütçe
açıklarına, kamu borçlanmasına ve altyapı yatırımlarına dayalı bir büyüme
modeliydi. Ekonomi bu modelle uzunca bir süre devam ettikten sonra modelin
yarattığı enflasyonu taşıyamaz ve dolayısıyla yeterince büyüyemez hale
gelmişti. Büyüme modeli son on yılda büyük ölçüde cari açığa, hane halklarını
borçlandırarak talebi artırmaya dayalı bir modele döndü. Bugün, sistem artık
cari açık verse bile büyüyemez aşamaya geldi.
Gerçekleşen işsizlik oranı, doğal işsizlik oranının üzerinde bulunuyor.
Ekonomi düşük büyümeye karşın istihdam yaratıyor ama işsizlik oranı
düşürülemiyor. Bir ekonomi için ideal işsizlik oranı doğal işsizlik oranı
olarak kabul edilebilir (bir ekonomide iş değiştirmek için işinden ayrılanlar,
iş beğenmediği için iş arayanlar, geçici işsizler vb gibi işsizlerin oranı,
doğal işsizlik oranı olarak alınabilir.) Türkiye’de bunu tam ölçemesek de uzun
yıllar ortalamasından giderek yüzde 7,5 düzeyindeki bir oranı kabul edilebilir
işsizlik oranı olarak almamız mümkündür (grafikteki siyah kesikli çizgi.)
Görüleceği üzere son beş yıldır bu oranın oldukça üzerinde (yüzde 10’larda) bir
işsizlik oranına sahip bulunuyoruz.
Gerçekleşen cari açık, ideal cari açık oranından oldukça yukarıda
duruyor. Son iki yılda cari açığı düşürücü önlemler alınmış, büyümeden
ciddi anlamda fedakârlık edilmiş olmasına karşın cari açık yüzde 5’e yaklaşmış
değil. Kaldı ki yüzde 5 bile çok yüksek bir oran. Türkiye ekonomisi için ideal
cari açık oranı, ekonominin dışa daha fazla açıldığı dikkate alınarak, geçmiş
yıllar ortalamasının (yüzde 2) biraz üzerine çıkılarak yüzde 3 – 3,5 olarak
kabul edilebilir (grafikteki kesikli siyah çizgi). Cari açık oranımız 2014’de
ideal çizgiye yaklaşmış olsa da hala yüksel bir düzeyde bulunuyor.
İç tasarruflar ideal orana yaklaşamıyor. Cari açığımızın nedeni iç
tasarruflarımızın yatırımlarımıza yetmemesi. Yüksek büyüme için yatırımları
artırmak gerekiyor. Yatırımlar tasarruflarla oluyor. İç tasarruflarımız
yetmeyince aradaki farkı dışarıdan bulmak zorunda kalıyoruz. Aşağıdaki grafik
son 5 yılda karşılaştığımız tasarruf yatırım farkını gösteriyor. Bu farkı, büyümeyi
düşürmeden kapatmanın yolu tasarrufları artırmaktan, faizi artırmadan
tasarrufları artırmanın yolu da enflasyonu düşürmekten geçiyor.
Gerçekleşen enflasyon oranı, ideal enflasyon oranının çok üzerinde
gidiyor. Yıllardır yüzde 5 oranındaki enflasyona ulaşmak için enflasyon
hedeflemesine yönelik para politikası uygulansa da bu orana ulaşmak mümkün
olamıyor. Kaldı ki hedef aldığımız yüzde 5’lik bir enflasyon oranı normal
koşullar için bile yüksek bir oran olarak kabul edilirken bugünün sıfır
dolayındaki enflasyon ortamı için çok yüksek bir oran. Enflasyonda kabul
edilebilir oran yüzde 2 – 3 arasındaki orandır. Aşağıdaki grafik, Türkiye’nin
kabul edilebilir oranın çok üzerinde olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyor.
Ayrıca bu açıklık son iki yılda daha da artmış bulunuyor.
Gerçekleşen bütçe
açığı, kabul edilebilir oranın altında kalmaya devam ediyor. Türkiye’nin
son yıllarda kabul edilebilir ölçüyü yakalayabildiği tek alan bütçe açığı
olarak karşımızda duruyor. Genellikle yüzde 3’e kadar olan açık oranı, bütçe
açığı için kabyul edilebilir bir oran olarak alınıyor (Euro’ya giriş
koşullarını belirleyen Maastricht kriterleri bütçe açığı üst limiti olarak yüzde3’ü
kabul ediyor.) Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi Türkiye’de bütçe
açığı, 2010 yılında küresel krizin etkisiyle yaşanan sapma dışında, bu limitin
içinde kalmış görünüyor.
Gerçekleşen kamu brüt
borç yükü kabul edilebilir oranın altında bulunuyor. Türkiye’nin kamu borç
yükünde (kamu borç stoku / GSYH oranı) son yıllarda yaşanan düşüşler bu açıdan
bizi uluslar arası standartlara göre oldukça rahat bir konuma sokmuş bulunuyor.
Bu konuda alınabilecek ölçü, içinde bulunduğumuz gelişme yolundaki ülkelerin
ortalama kamu borç yükü oranıdır. Bu oran yüzde 40 dolayında çıkıyor (siyah
kırıklı çizgi.) Grafikten görülebileceği gibi Türkiye bu konuda rahat bir
konumda bulunuyor (Not: Türkiye açısından kamu borç yükü ölçümü AB Tanımlı Genel Yönetim
Nominal Borç Stoku / GSYH ölçüsüne göre alınmıştır.)
Özet ve Sonuç
Aşağıdaki tablo Türkiye'nin yukarıda sayılan göstergelerdeki son durumunu kabul edilebilir oranlara göre karşılaştırmalı olarak gösteren özet tablodur.
Türkiye, ele aldığımız 7 göstergenin 5’inde kabul edilebilir oranların dışında, 2’sinde ise kabul edilebilir oranların içinde bulunuyor. Türkiye’nin gerçekleştirebildiği kabul edilebilir oranların ikisinin de kamu maliyesi alanında olması tesadüf değil. Aslında işin içine bankacılık kesimini katsak orada da kabul edilebilir oranların içinde kaldığımızı görebiliriz. Bu da tesadüf değil. Her iki alanda da Türkiye 2001 krizinde batmanın eşiğine gelmiş ve ister istemez bu iki alanda adımlar atmak zorunda kalmıştır. Öte yandan bütçe açığındaki düşüşün büyük ölçüde özelleştirme gibi bir seferlik gelirlerle, kamu borç yükündeki düşüşün de özelleştirmeler sonucu kamu borç yükünün özel kesime devriyle sağlanmış olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Diğer alanlarda ise yapısal reformlar yapılmadığı için kabul edilebilir oranları yakalamamız mümkün olamamıştır. Türkiye ekonomisi göstergelerinin, bütçe dengesi dışında, her alanda kabul edilebilir oranlardan sapmasına yol açan bu dengesizliklerden kurtulabilmenin yolu yapısal reformları yapmaktan geçiyor. (Geçtiğimiz haftalarda yapısal dönüşüm paketi olarak sunulan programın, yapılması gerekli işler programı olarak aldığımı, ancak bu programı bir yapısal reform programı olarak görmediğimi ifade etmeliyim.) Bu blogda yapısal reformların neler olduğunu birkaç yazdığım için tekrar aynı şeyleri yazmak yerine söz konusu yazılarımın en kapsamlısına referans vermekle yetineceğim.
Gösterge (%)
|
Türkiye’deki son durum
|
Kabul
edilebilir oran
|
Ölçü
|
Büyüme
|
2,8
|
5,0
|
Türkiye’nin 1923 – 2013 ortalama büyüme oranı
|
Enflasyon
|
9,15
|
2,0 – 3,0
|
Maastricht kriteri
|
İşsizlik
|
10,1
|
7,0 – 8,0
|
Türkiye’nin geçmiş ortalamalarına göre çıkarılmış
ölçü
|
Bütçe
açığı
|
1,4
|
< 3,0
|
Maastricht kriteri
|
Kamu
borç yükü (AB tanımı)
|
36,0
|
< 60,0
|
Maastricht kriteri
|
Cari
açık
|
5,6
|
3,0
|
Geçmiş ortalamalara göre bulunan ölçü
|
Türkiye, ele aldığımız 7 göstergenin 5’inde kabul edilebilir oranların dışında, 2’sinde ise kabul edilebilir oranların içinde bulunuyor. Türkiye’nin gerçekleştirebildiği kabul edilebilir oranların ikisinin de kamu maliyesi alanında olması tesadüf değil. Aslında işin içine bankacılık kesimini katsak orada da kabul edilebilir oranların içinde kaldığımızı görebiliriz. Bu da tesadüf değil. Her iki alanda da Türkiye 2001 krizinde batmanın eşiğine gelmiş ve ister istemez bu iki alanda adımlar atmak zorunda kalmıştır. Öte yandan bütçe açığındaki düşüşün büyük ölçüde özelleştirme gibi bir seferlik gelirlerle, kamu borç yükündeki düşüşün de özelleştirmeler sonucu kamu borç yükünün özel kesime devriyle sağlanmış olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Diğer alanlarda ise yapısal reformlar yapılmadığı için kabul edilebilir oranları yakalamamız mümkün olamamıştır. Türkiye ekonomisi göstergelerinin, bütçe dengesi dışında, her alanda kabul edilebilir oranlardan sapmasına yol açan bu dengesizliklerden kurtulabilmenin yolu yapısal reformları yapmaktan geçiyor. (Geçtiğimiz haftalarda yapısal dönüşüm paketi olarak sunulan programın, yapılması gerekli işler programı olarak aldığımı, ancak bu programı bir yapısal reform programı olarak görmediğimi ifade etmeliyim.) Bu blogda yapısal reformların neler olduğunu birkaç yazdığım için tekrar aynı şeyleri yazmak yerine söz konusu yazılarımın en kapsamlısına referans vermekle yetineceğim.
Yapısal reformlar
rehberi:
http://www.mahfiegilmez.com/2014/03/yapsal-reformlar-rehberi.html
harika bir yazı olmuş hocam
YanıtlaSilellerinize saglık
Teşekkürler
SilBir yeni ekonomik kriz ile karşı karşıya olunduğunun sinyallerinin verildiği şu zamanlarda, hakkında konuşmak zorundayım.
SilTürkiye'de etkisini hissettiren ekonomik krizlerden 1999 ve devamı olan 2001 ekonomik krizinin bende oldukça büyük tesiri oldu. Şöyle ki; belki de beni ben yapan belli başlı birkaç mihenk taşının oturması sonucuna neden teşkil eder kendileri. Ama bu duruma karşı bir kararlılık da sergileyemiyorum nedense, hani ne sevinebiliyorum olayların bu hale gelmesine, ne de üzülebiliyorum. Yıllardır bu krizlerin (ve tabi başka olayların) akabinde oluşan değerlerimi iyisiyle kötüsüyle kabul ediyorum.
99 yılına kadar birkaç yıllık birikimini akıllı yatırımlarla büyüten, maddi durumu oldukça iyi (hatta belki zengin dahi sayılabilecek) bir ailenin o zamanlar için tek çocuğuydum. Ülkede yeni yeni beyaz eşya diye tabir edilen ev gereçlerinin zaruri görülmeye başlandığı zamanda, iki beyaz eşya bayii açan bir adamdı babam. Durum böyle olunca 99'a kadar bu iki dükkan; bir yetkili servis, birkaç araba ve iki ev kazandırmıştı bizimkilere. Pek arkadaşım olmadığından ve belli sebeplerden ötürü sokakta, mahallede büyümüş bir çocuk olmadığımdan; zenginlik veya mal-mülk çok da bir anlam ifade etmiyordu benim için. Çünkü ne kıyas yoluyla bunu fark edebileceğim bir kontrol grubum, ne de paraya-maddiyata dayalı isteklerim yoktu ki; elimizdeki varlığın (hoş buna ne kadar varlık denir bilemem ama) boyutunu anlayabileyim. Kreşler, bakıcılar ve anneannem tarafından; annem ve babamın benim geleceğim için çok çalıştıkları telkinleri ile büyüyen, ana-baba yüzü görmeyen ve bundan şikayet eden bir çocuktum sadece. Lakin, neredeyse günün çoğunu işte geçiren babam eve döndüğünde hep güleryüzlü olurdu bana karşı, yorgunluğunu o zamanlar dahi fark edebilirdim ama ikimiz de bozuntuya vermezdik.
Sonra o gün geldi çattı! Haberler; ekonomiden, dış borçtan, anlamını bilmediğim kısaltmalardan ve hesaplardan bahsetmeye başladılar! Çok değil 1,5 ay içinde elde avuçta hiçbir şey kalmadı; hiçbir şey derken gerçekten hiçbir şeyi kastediyorum, ekmek alacak paramızın kalmadığı günleri gördüm! Amcam olacak, babamın kardeşi olacak şahısların yalandan da olsa bir kere "bir şeye ihtiyacınız var mı?" diye sormadığı günleri gördüm. Yardım eli uzattıklarımızın, bize sırtlarını döndüklerini gördüm! O borç batağının içinde, ev geçindirmeye çalışan annemi gördüm. Kriz sebebi ile iki parti mal elimizde kalınca, bir haftada şimdinin parasıyla 2 milyon lira zarar ettiğimizi gördüm. 9,5 yılını alsa da babamın, kapattı sonunda borcunu!
1,5 yıl sürmüş olan bu yoksulluk döneminin, inanın bende bıraktığı yaralar derin! Görememekten şikayet ettiğim babamı; tüm gün evde hesapla kitapla, borçla dertle boğuşurken görmek içimi az acıtmadı! Babama ve bana üzülen annemin, bizim bakmadığımızı zannettiği zamanlarda sessiz sessiz ağladığına az şahit olmadım! En zoru da tam da bu cehennemin ortasına doğan kardeşimin durumuydu. Bir yandan ona üzülüyordum, bu sağlıksız ruhların arasına doğduğu için; bir yandan da kendime kızıyordum, ben rahat bir çocukluk geçirdim, çünkü canımdan çok sevdiğim kardeşimin bu zorluklarla boğuşmak zorunda oluşunda hissettiğim sorumluluk yüzünden. Şimdilerde borçlarını kapatmış, iyi kötü bize güzel bir yaşam sunabilen ailemin gözlerinde hala o geçmişe dair buruk hisleri görebiliyorum zaman zaman! Ve ne zaman kardeşimin olmayan bebeklik ve çocukluk anları aklıma düşse, kendi güler yüzlü çocukluk fotoğraflarımdan utanıyorum! Hala çocukluk fotoğraflarımı kardeşimden saklıyorum, o zamanları hatırlatacak bir şey sormasın diye!
İşin kötü tarafı; ne zaman haberlerde içinde "ekonomik kriz" geçen bir cümle duysam tüylerim diken diken oluyor, içimden bir şeyler kopuyor hala!
11 Aralık 2014, saat: 23.27
https://eksisozluk.com/entry/47604048
bir sonraki krize kadar bu konulara kafa yormaya gerek olmadığını düşünüyorum. ağzınızla kuş tutsanız yine anlatamazsınız. geçenlerde yeni baba olmuş bir arkadaşımı emniyet kemeri takması için ikna edemedim. sen artık eski sen değilsin, sorumlulukların arttı dedim ama fayda etmedi. bu milleti kriz çıkmadan ekonomik reformlar konusunda ikna etmenin ne derece imkansız bir şey olduğu muhakkak. siz de en iyisi yorulmayın, enerjinizi boşa harcamayın derim. bir de kimsenin izlemediği, daha doğrusu dinlemediği ekonomi kanalında senelerdir mesai harcıyorsunuz, gerçekten büyük fedakarlık ediyorsunuz.
YanıtlaSilNe yazık ki bundan kurtuluş yok. Gördüğünü anlatma, tehlikeyi söyleme, önlem alınmasını isteme hastalığı insanın ruhunu bir kez sardı mı duramazsınız. Kimse dinlemese de gerçekleri söylemeye devam eder durursunuz. Sisifos gibi her gün kayayı dağın tepesine taşırsınız sonra o taş yine en dibe düşer ve siz tekrar başlar tekrar taşırsınız tepeye.
SilO arada bir şey söyleyeyim beni buradan, kitaplarımdan ve televizyondan izleyip sınav, mülakat kazanan ve bunu bana yazan, teşekkür eden o kadar çok genç var ki onların izleyip, dinlemesi yeterli.
herkesi kendiniz gibi düşünmeyin hergün mahfi hocadan bugün acaba ne öğreneceğim diye bekleyenler olarak söylüyorum bunu..
SilSn. Hocam yine berrak ve açıklayıcı anlatımınız hızlandırılmış ekonomi dersi niteliğinde. Teşekkürler. Lakin bir konuda daha görüşlerinize ihtiyacım var. Belirttiğiniz üzere, Kamu Brüt Borç Stoğunun/GSYH oranının kabul edilebilir sınırların altında. Ancak yakın zamanda konut sektörü ile ilgili yapılan bir çalışmada (https://imfdirect.files.wordpress.com/2014/12/housepricebooms-in-ems-chart-2.jpg) dünyada konut kredilerindeki artışta açık ara önce giden Türkiye'nin özel sektör borçlanmasının kabul edilebilir sınırların ne kadar ötesinde olduğu ve tüketici kredilerinde ve kredi kartlarında tüketimi kısmak amacına dönük alınan tedbir ve düzenlemelerin ne kadar işe yaradığı hakkında bir fikrimiz yok. Kaldı ki, 2004'den itibaren yabancı sermayeye kontrolsüz bir şekilde açılan bankacılık sektörünün, “ülke ekonomisinin itici kuvveti olması” gibi ulusal amaçlardan çoktan uzaklaştığını da göz önünde bulundurursak, yabancı sermayeye adeta teslim edilmiş para ve kredi piyasalarının dümeni elbet ulusal çıkarları kollayan ellerde olmayacaktır. Bu durum Türkiye’nin zorlu uluslararası ilişkiler arenasında merkez ülkelerin ulusal çıkarlarına uygun davranmadığı anda yani yeri ve zamanı geldiğinde hassas borçlanma yükünü bir "finansal zorlayıcı güce" dönüştürme ihtimallerinin ciddi bir ulusal güvenlik açığı yaratma ihtimalini daha da güçlendirmez mi? Ez cümle sayın üstadım, kadim insanlık tarihinde meydana gelen tüm siyasi gelişmelerin arkasında bir finansal hikaye olduğuna göre, bu borç sarmalı tablosunda Türkiye için biçilen siyasi kaftan acep ne kadar zehirlidir? Lütfedip iki satır cevaplarsanız çok sevinirim. Saygılarımla,
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilEvet kesinlikle doğru. Aslında özelleştirmelerin de etkisiyle kamu kesiminin borcu önemli ölçüde özel kesime devredilmiş durumda. Ayrıca hanehalklarının borçlulıuk oranı da hızla artmış bulunuyor. Bu konu bizi zorlamaya başladı. Bununla ilgili ayrı bir yazı yazacağım.
Merakla bekleyeceğim.. Saygılarımla..
Silhocam çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık. Bizim bu göstergelerimizi derinden etkileyen bir konu var ama nasıl oluştuğu hakkında rakamsal ve bilimsel olarak izah edebilene daha rastlamadım ve bu konuda sizden bir analiz yada kısaca bir yorum yaparsanız bizde konuyu anlamış olacağız. Dünyadaki petrol arzı ve talepleri değişmediği halde bu petrolun fiyatı neden düşüyor? Ben bir mühendis olarak bunu anlayamıyorum? Yoksa yurtdışı odaklar Rusyayı terbiyemi etmeye çalışıyorlar . Selam ve Hürmetlerimle. teşekkürler
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilDünyadaki petrolün arzı da talebi de değişiyor aslında. Arzda ABD'nin kaya petrolü üretimini artırması nedeniyle artış var. ABD normal petrol üretimine ek olarak günde 4 milyon varil kaya petrolü üretiyor. O nedenle arzda bir artış var. Öte yandan talepte de Avrupa, Japonya ve Çin'de düşen büyümeye paralel olarak bir düşüş söz konusu. Her malda olduğu gibi petrolde de arz artıp talep düşünce fiyat düşüyor.
Yazınız için teşekkürler hocam. Gerçekleşen büyüme oranı reel olarak mı yoksa nominal olarak mı hesaplanmış? Çünkü büyüme reel olarak gerçekleşmesi durumunda ekonominin iyi bir seyir halinde olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan büyüme nominal olarak hesaplanmış ise ( yani nominal GSYH artması ülke için bir şey ifade etmez. ) ekonominin kötüye gittiği söylenebilir değil mi?
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilBüyüme hem nominal hem de reel olarak hesaplanır ama nominal büyüme hemen hemen hiç konuşulmaz çünkü içinde enflasyon barındırır. Konuşulan hep reel büyümedir. Burada aldığım da reel büyümedir.
Hocam, cari açık veren bir ülkenin hangi rasyosu gerçektir? Sebep sonuç ilişkisine baktığımızda cari açık verilmeseydi Bütçe açığı ve borçlanma oranı niceliksel olarak mevcut rakamlarda olabilir miydi? Ayrıca, sizin de söylediğiniz gibi, bazı oranlar ülkelerin durumuna göre anlam taşır. Kamu borcu/GSYİH'da kamu borcunun niteliği, yani TL ve döviz oranı çok önemli. Kamu borcu yüksek olan ülkeler kendi paraları ile borçlanıyor. Diğer taraftan YİD,Yİ, ya da 3. boğaz köprüsü, 3.hava alanı, dev kamu hastahaneleri gibi yatırımları daha önce kamu yapardı, şimdi bunlara alım garantileri verilerek özel sektöre yaptırılıyor. Dolayısı ile kamu borcu gerçek anlamda muhasebeleştrilemiyor. Bunlar ortada iken kamunun borcunun GSYİH'ye göre azaldığını söylemek doğru değil. Kamunun borcu o kadar az da hala niye %8/9 ile borçlanıyoruz?
YanıtlaSilBütçe açığı düşük diyorsunuz. Hangi gelirilerle bütçe dengelendi? Cari açık ve kredilerle tahrik edilen tüketicileri borç altına sokan büyüme ile gelir artırılıyor. Özel sektör bilançosunda borç artarken, kamuda gelir artıyor, bunun neresi bütçe açığının düşmesi demek?
Bu dediklerinizin hepsini daha önce burada yazdım.
SilSayenizde iktisada karşı önyargım azaldı. Hatta sevmeye başladım. Normalde anlaşılmaz kelimeler yığını şeklinde üst perdeden karalanan iktisat yazıları bu sitede çok farklı bir boyut kazanıyor. Tabii bunda anlaşılmayan noktalardaki soruları cevaplamanızın önemli bir katkısı olduğu açık. O kadar ki site artık sık kullanılanlarımın ilk sırasında ve her gün bütün yorumlar dahil okuyorum. Size sorum ise şudur: bir yorumda bahsedilen konut kredilerinin yoğunluğu ile beraber tasarruf azlığı bir "kriz" oluşturabilecek kadar tehlikeli bir boyutta mıdır?
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilKonut kredilerinin yoğunluğunda düşüş var. Faizler yükseldiği için eskisi kadar yüksek talep yok. Zaten ekonominin sıkıntıya girip büyüyememesinin bir nedeni de o. Tasarruf azlığı çok ciddi bir sorun. Büyümeyi düşüren nedenlerden birisi de bu. Dış finansman bulmakta sıkıntıya girince yetersiz iç tasarruflarla istenen yatırımları yapamıyoruz. Büyümenin temeli yeni yatırımlardan geçtiği ve onları yeterince yapamadığımız için de büyüme düşüyor.
Hocam yazı için teşekkürler. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmek için uygun konjoktürü boşa harcamıştır dediniz. Gerçekten yerinde bir tespit.İthalata bağlı ihracat ve üretim, yine ithalata bağlı enerji ve bunlara bağlı büyüme adeta bir uyuşturucu madde etkisi gösteriyor. Mutluluk veren bir uyuşturucu... Bu illetten kurtulmak için kararlı, gerekli kararları alabilecek bir hükümet gerekli. Fakat dediğiniz gibi bu yapısal dönüşüm kararları almak çok acılı olacak. Hükümetin kendini ve politikalarını, hayallerini topluma anlatma biçimi toplumun sadece belirli kesimlerine hitap ediyor. Bu sebeple de milletiyle,şirketleriyle,hükümeti ve muhalefetiyle yapısal reformların uygulanmasına konsantre olmuş milli birlik ve beraberlik ortamı oluşamıyor. Bana göre uygun konjoktürel ortamdan ziyade bizim en büyük kaybımız bahsettiğim uygun ortama ulaşmadaki beceriksizliklerimiz. Toplum olarak eski birlik beraberliğimizi yitirdiğimizi düşünüyorum.Toplumun psikolojisi bozulmuş sanki. En basitinden milli maçlara gösterilen önem bile artık eskisi gibi değil. Ona bile konsantre olamıyoruz ki yapısal reformlar için biraraya gelelim.
YanıtlaSilUzun lafın kısası dürüst,adaletli, akademik bilgi seviyesi yüksek, toplumun güvenini yitirmemiş eski ve yeni yüzlerden oluşan yeni bir siyasi hareket ancak bu gündemi değiştirebilir diye düşünüyorum.Siz ne dersiniz?
Teşekkürler.
SilYorumlarınıza katılmamak mümkün değil. Ama ne yazık ki kalitesi yüksek insanların böyle bir ortamda siyasete girerek bir hareket başlatabileceklerini hiç sanmıyorum. Toplumun böyle bir isteği yok. En azından bugünkü görünüm böyle.
Ellerinize sağlık Mahfi Hocam. Kurların fiyatlanmasıyla ilgili yazınızı da dört gözle bekliyoruz.
YanıtlaSilÖncelikle yazınızın açıklığı ve anlatımınız daki sadelik için teşekkür ederim.
YanıtlaSilnerede bu tarz bir yazı okusam genelde insanlar bilgilerini kanıtlamak ve siz anlamazsınız edası ile binbir teknik bilgi ve metafor ile yazdıkları yazıyı aslında uzmanlar dışında anlaşılmaz bir hale getiriyorlar.
Anlatım diliniz ve sadeliğiniz için teşekkür ederim
Çok teşekkür ederim.
SilAnlaşılabilir yazı yazmak için sanırım önce konuyu anlamak sonra da bilgiyi paylaşmaktan korkmamak lazım.
Hocam çok güzel ve sade bir şekilde özetlemişsiniz elinize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Silpotansiyel büyümeyi Türkiye için %5 almanız, yanlı değerlendirmeler yaptığınızı kanıtlar nitelikte.
YanıtlaSilPotansiyel büyümeyle ilgili açıklamayı bir daha okuyun ve nerede yanlı değerlendirme yaptığımı söyleyin zahmet olmazsa.
SilAffınıza sığınarak Sayın Adsız'ın ne demek istediği konusunda tahminlerimi sunayım:
Sila- Ekonomiden anlamadığı için ülkemiz 2010-11'de 9-10'larda büyüdüğü için potansiyel büyümeyi %5 almanıza içerlemiş.
b- Ekonomiden çok iyi anladığı için önümüzdeki 50 yılda Türkiye'nin %1-2 büyüyeceğini biliyor. %5 fazla gelmiş.
c- Yorumun ekonomiyle alakası yok.
Öncelikle yorumu yayınlamanız ve cevap vermeniz beklemediğim birşeydi, teşekkürler.
SilBloğunuzu beğendiğimi ve aktif olarak takip ettiğimi de belirteyim.
Sizin de çok iyi bildiğinizi düşünmeme rağmen, konuyu biraz açayım öyleyse:
- Türkiye için %5 potansiyel büyüme almanızın kaynağı nedir. Bir çok kurum ve kuruluş Türkiye'nin potansiyel büyümesinin daha aşağıda olduğu araştırma notları çıkarmışken sizin %5 varsayımınızın temeli nedir?
1923 – 2013 ortalama büyüme oranı basitlemesi yerine makale veya araştırma notu gösterirseniz sevinirim.
- Potansiyel büyüme %5 dedikten sonra, son 3 yılda potansiyelin altında büyümeyi başarısızlık olarak vurgularken Dünya örneklerine neden bakmıyorsunuz? Küresel krizin etkileri nedeniyle zaten bir çok ülke potansiyelinin altında büyümekte değil midir?
-Neden son 3 yılı alıyorsunuz 10 yılı değil? Başarısız gösterge sayısını artırmak için hem tasrruf yatırım oranlarını hem de aynı anlama gelecek cari işlemler dengesini kullanmanız yanlı olduğunuzu göstermez mi?
sorular artabilir :)
Ne yazıkki Türkiye'nin potansiyel büyümesi %5 değildir, daha düşüktür. Son 3 yılı baz alıp potansiyelin altında kalıyoruz eleştirisi ise anlamsızdır. Çünkü 2009 2010 yıllarındaki yüksek büyümelerin baz etkisi ve küresel ortam buna sebep olmaktadır. Potansiyel büyümenin artırılmasına yönelik kapsamlı çalışmalar ise devam etmektedir. Bu kısa sürede başarılıcak bir iş değildir.
Tahmin ettiğim gibi yazıyı tam olarak okumadan ya da anlamadan yorum yapmışsınız. Yazıda söylüyorum potansiyel büyüme olarak alınan % 5, 1923'den bu yana olan büyüme oranlarının ortalamasıdır. Birçok yorumcu son on yıla ağırlık vererek bunu yüzde 6 olarak hesaplamaktadır. Sizin dediğiniz hesaplamayı yapanlar Türkiye'nin potansiyel büyümesini yüzde 5,5 olarak hesaplıyorlar. Bu konuda makaleler var. Hepsini de ben öğretmeyeyim. Biraz araştırın siz bulun. Ben potansiyel büyümeyi % 5 aldım. Yani sizin iddianızın tam tersine ben daha düşük tuttum. Başka ülkelerdeki büyümenin daha düşük olması bizim potansiyel büyümemizin düşük alınmasını gerektirecek bir şey değildir.
Silİnsan konulara yanlı bakınca objektif bakanları yanlı gibi görür. Bilimle uğraşacaksanız bilimle uğraşın. Siyasetle uğraşacaksanız buralara yorum yazarak zaman kaybetmeyin siyasetle uğraşın. .
Sayın Adsızın eleştirileri haklı gözüküyor Mahfi Hocam 5 Türkiye için yüksek. Diğer taraftan potansiyel büyümeden 2012-2014 döneminde daha düşük oranda büyümek makro ihtiyati tedbirlerle zaten istenen bir şeydi. Bu başarısızlık değil.
SilSevgili arkadaşlar % 5 benim saptadığım bir oran değil. 85 yılın ortalaması. Yani bu son üç ayda 100 metreyi 50 kez koşmuş ve 10,5 saniye ortalama yakalamış bir koşucunun potansiyeli gibidir. Bu adamın potansiyeli 12 saniyedir diyebilir miyiz? Eğer potansiyel hesabında son on yılı alırsak ortalama yüzde 6 çıkıyor.
SilKonu mevcut koşullarda başarı veya başarısızlık değil. Konu, bir ekonominin potansiyel büyümesine göre ne durumda olduğuna bakılması ve buna göre ne yapılabileceğinin araştırılması meselesi. İsterseniz büyümenizi potansiyelin altına kendi arzunuzla düşürmüş olabilirsiniz. Bu, potansiyelin altında büyüyor olmanız gerçeğini değiştirmez.
Farklı şeyler konuşuyoruz. Yazıyı bir kez daha okumanızı öneriyorum.
Mahfi Bey dün akşam bu konu başlığına yazdığım, cevap yazımı yayınlamamışsınız. Bırakın herkes okusun kararını versin. Neden çekiniyorsunuz? Bu bilimsel bir tartışma.
SilHiç yoktan o yazıdaki ünlü ördek-tavşan örneğini ve bilimde kuramdan bağımsız gözlem olamayacağını savunanların da haklı olabileceğini okuyucularınız farkeder.
Memnuniyetle yayınlarım. Ama madem ki benimle bilimsel bir tartışmaya giriyorsunuz o zaman yorumunuzu yayınlamam için adınızı da yazmanız gerekecek. Ben adımı ve kim olduğumu ortaya koyup yazı yazıp bir görüş ortaya atıyorum çekinmediğim buradan belli. Siz de çekinmiyorsanız aynı şeyi yapın adınızı ve kimliğinizi belirtin memnuniyetle yayınlayayım. Okur da sizi haklı buluyorsa adınızla sanınızla kim olduğunu bilsin. Okurun buna hakkı var. Çekinmeyin.
SilAraba sürmeyi bile bilmeyen adamsın, ABD'nin dış politikasını nasıl açıklayacaksın? halbuki araba sürmeyi bilmemek ve ABD dış politikası arasında bir ilişki yoktur. Buna sahte nedenli safsata (Fallacy of False Cause) denir. Nedensellik ilişkisi tamamen absürdttür. Absürtlük ise mizah konusudur. Argümanın sonucu ile nedeni arasında ilişki yoktur.
SilMahfi Bey diyorki sizin yorumlarınızı yayınlarım. Ancak yorumlarınızı yayınlamam için isminizi açıklamanız gerekmektedir.
Aslında o yorumumu yayınlaması için ismimi açıklamama gerek yok. O da bunu biliyor ve bu yüzden bir sürü yorumumu/yorumunuzu adsız olarak zaten yayınladı. Ancak yine de o şartı veriyor çünkü o yazıyı yayınlamak istemiyor.
Beni sizin yazdıklarınızı yayınlamaktan çekinmekle suçladınız. Ben ise sizin bilimle değil siyasetle konuya yaklaştığınızı söyledim. Siz benim kim olduğumu biliyorsunuz izleyenler de biliyor. Ben görüşümü adımı koyarak çekinmeden yazıyorum. Ve size son kez diyorum ki madem benimle yarışacaksınız adınızı ve kim olduğunuzu yazın ona göre tartışalım. Eğer bir siyasal partiyle ilişkiniz varsa onu da izleyici bilsin. Eğer adınızı ve kimliğinizi açıklamazsanız bundan sonraki yorumlarınızı buraya almayacağım. Çekinsem bunları da almazdım. Ben çekinmiyorum siz de kimliğinizi açıklayın ve ortaya attığınız fikrin arkasında durun. Ben de saygı duyup yayınlayayım. Çekinmeyin.
SilBen bir bürokratım, bürokratın siyasetle işi olmaz.Bir gün nasip olur tanışırsak ben hatırlatırım size, o zaman adımı bilerek cevap verirsiniz.
SilTamam peki anladım bürokrat olduğunuz için adınızı vermek istemiyorsunuz. O zaman şu soruyu sorayım size. Ben yazımda potansiyel büyüme ile ilgili bir oran kullanırken yöntemimi açıkladım. Ve 1923'den bu yana yıllık büyüme ortalamalarını alarak bu oranı bulduğumu söyledim. Siz bu oranın yüksek olduğunu ve daha düşük bir oran olması gerektiğini söylüyorsunuz. O zaman siz de hangi yöntemi kullanarak bu yargıya vardığınızı anlatırsanız hep birlikte öğrenmiş oluruz. Eğer ben yanlış yapmışsam yanlışımı kabul eder sizin bulduğunuz oranı benimserim.
SilBu arada Prof.Dr. Seyfettin Gürsel'in yaptığı hesaplamaya göre Türkiye'nin potansiyel büyüme oranının yüzde 5,5 göründüğünü de belirteyim:
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/seyfettin_gursel/potansiyel_buyume-1046890
Adınızı vermeyeceğinizi söylediniz ben de anlayışla karşıladım. Ama hala yüzde 5 oranındaki potansiyel büyümenin yüksek olduğu ve aslında daha düşük olması gerektiği konusundaki iddianıza kanıt oluşturacak bir araştırmayı ya da sizin kendi hesabınız varsa onu burada paylaşmanızı bekliyorum. Ben çok basit bir hesap yapıyorum ve uzun yıllar ortalamasını (tıpkı meteorolojideki gibi) esas alıyorum. Siz bunu beğenmediniz. O zaman lütfedip sizin hesabınızı ve dayanağınızı paylaşın bizimle. Burada bu kadar yazışma yaptık, insanlar buna taraf oldu. En azından onlara saygı göstermek lazım.
SilMahfi bey, bu tartışma dün itibariyle bitti sanırım, eğer konuyu ben yanlış anlamadıysam. Başbakanımız dün açıkladığı dönüşüm programında ortalama büyümenin %4,8 olduğunu söyledi. Ortalama büyüme ile potansiyel büyüme aynı şey ise bu tartışma sonuçlanmış olmalı diye düşünüyorum.
Sil2012 yılından buyana istenseydi çok daha büyük büyüme oranları yakalanabilirdi. Potansiyel büyüme tabiki gerçekleşen büyüme ortalamaları demek değil, ama ortalamanın üstü geçekleştiğinde de sürdürebilir olmuyor. Yapısal tıkanıklıklarımız krize dönüşüyor. Düşünün bu yapıyla 2012 den buyana % 8 büyüseydik, şuan çok daha fazla cari açığımız, çok daha fazla finans ihtiyacımız, çok daha fazla hanehalkı borçluluk oranımız olurdu. Ve şuan da da biz bu durumu keşke hesapsız büyümeseydik diye dile getirirdik. Tartışma bu yönde olurdu herhalde.
Ortalama büyüme ile potansiyel büyümenin aynı şey olabilmesi için ortalama büyümenin uzun bir dönemi kapsayan bir hesaba dayanması lazım. Uzunbdan kasıt en az 50 yıl ve mümkünse daha uzun bir dönemdir. Ki içindeki krizleri, iniş çıkışları, konjonktür etkilerini gidermek mümkün olsun. Başbakanın sözünü ettiği orana geçmişten gelen bir ortalamam değil geleceğe dönük bir tahmin sadece.
Sil2012'den bu yana istenen büyüme oranları pek de yakalanamazdı. Yakalansaydı emin olun şu anda cari açığın yarattığı bir döviz krizinin içinde bocalıyor olurduk. Yani büyümeyi cari açıkla sürdürmek sonsuza kadar mümkün olmuyor sizin de dediğiniz gibi.
"Ortalama büyüme ile potansiyel büyümenin aynı şey olabilmesi için ortalama büyümenin uzun bir dönemi kapsayan bir hesaba dayanması lazım. Uzundan kasıt en az 50 yıl ve mümkünse daha uzun bir dönemdir." Bu bilgi yanlıştır, eğer hiç bir zaman ortalama büyüme ile potansiyel büyüme aynı olmaz. Gelecek geçmişten farklıdır demek gibi bir şeydir bu. Ayrıca Potansiyel büyüme her yıl için farklıdır statik tek bir sayı da değildir.
SilTürkiye için konuşunca siyasi olmakla suçlandım ve birkaç örnek içeren yazım Mahfi Bey tarafından Adsız olduğu gibi bir gerekçeyle yayınlanmadı (umarım yayınlar.)
Bu yüzden örnek ABD olsunki bu yazı yayınlansın sizler de görün :) ABD'nin 1961-2011 ortalama büyümesi 3.21 dir. Ancak kimse potansiyel büyüme 50 yılın ortalamasıdır deyip ABD için "Kabul edilebilir oran" 3.21'dir demedi. Çünkü bu değerlendirme yanlıştır, bir uzman bu yorumu yapıyorsa yanlıdır. ABD'nin potansiyel büyümesi günümüzde birçok kurum tarafından %2 olarak değerlendirilmektedir.(Bkz. IMF) Bu yüzden de ABD ekonomisinden kimse her yıl 3.21 büyümesini beklemez. Mahfi Bey'in bilgi birikimine ve geçmiş deneyimlerine büyük saygı duyuyorum ancak bu konuda yanlış ve bana göre yanlı.
Tamam kardeşim ben yanlışım ve yanlıyım diyelim. Ama bir ölçü kullanıyorum. Bu ölçü yanlış da olabilir (bana göre kesinlikle yanlış değil) ama yine de bir ölçüdür. Siz o zaman yansız bilgi birikiminizle bize Türkiye'nin potansiyel büyümesinin kaç olduğunu söyleyin ve hesabı neye göre yaptığınızı anlatın. Eğer söylediğiniz doğru temellere dayanıyorsa ben de onu kullanacağım. Bir sürü yazı yazdınız ama Türkiye'nin potansiyel büyümesinin ne olduğunu ve nasıl hesapladığınızı bir türlü yazmadınız.
SilABD potansiyel büyüme hesabını 200 yıllık süre üzerinden hesaplıyor ve yüzde 2,5 olarak buluyor. Bunu da bilginiz olsun diye söyleyeyim. Bizde 200 yıllık GSYH ve büyüme serisi olmadığı için zorunlu olarak 1923'den bugüne alıyoruz.
Not: Eğer yanıtınızda Türkiye'nin potansiyel büyüme oranını ve bunu neye dayanarak bulduğunuzu belirtmeden yine böyle afaki yorum yazarsanız yayınlamayacağımı şimdiden bilin. Çünkü bu blogu izleyenlerin boş laflarla geçirecek zamanı olduğunu sanmıyorum.
Yazınız için teşekkürler Hocam. Biraz konuyla alakasız olacak fakat Japonya'da başbakan Abe'in bugün yapılan seçimden zaferle çıktığı haberleri geliyor. "Abenomics" neticesinde Japonya'nın slumpflasyona girdiği konusunda da yazı kaleme almıştınız. Abe'in tekrar seçilmiş olması önümüzdeki süreçte Japon ekonomisini ne yönde etkiler sizce ?
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilJapon halkının karşısında da Abe'den başka alternatif yok. Bence Abe'nin seçimden zaferle çıkmış olması iyidir. Başladığı reform işini bitirsin.
hocam krizdemiyiz yoksa kriz geliyormu bu anlaşılmaz durum içinde hanehalkı dediğimiz kesmin,esnaf kesminin,kamu çalışanlarının,memurun karşısına ne gibi sıkıntılar çıkar?saygılar
YanıtlaSilŞöyle cevap vermek daha uygun olur:
SilHerkesin krizi kendine!
Örneğin, devleti yöneten hükümet ile bir yapının kendi arasında 'yaşadığı kriz' ile
Sokaklardaki çöp konteynerlerinden, geri dönüşüm merkezlerine götürüp birkaç TL kazanarak evine sıcak ekmek alabilmek için çöp toplayan insanlarımızın 'yaşadığı kriz' aynı değil!
Umarız,
Mahfi hocamız, daha iktisadi ve sosyolojik temelli bir cevap yazar...
Yorumunuzu çok beğendim. Bundan daha iktisadi ve sosyolojik temelli bir yorum yazamam.
SilHocam,
YanıtlaSilTam manasıyla bir müneccim olduğunuz için size soruyorum:
1) Hükümet/paralel mizanseni yine alevlendi.
2) 17 Aralık'ta FOMC var.
3) Petrol, Rusya'nın yüzüne yüzüne sert yumruklar indirmeye devam ediyor. Putin'in ne yapacağı belli olmaz.
4) Dolar/TL kuru yine aldı başını gitti.
Bu 4 madde, bu haftanın gündem maddeleri olacak (ve belki Aralık'ı bunlarla bitirecek kadar uzatabilirler. 2015'e daha da çok madde sayısı ile girmemiz muhtemel.)
Şimdi,
Özellikle Dolar/TL, koca Türkiye ormanını tekrar yakmış iken (1 Dolar = 2,30 TL ve yukarı yönlü),
TCMB'den faiz arttırımı bekliyor musunuz ? (Altını çize çize tekrarlıyorum, faiz arttırımı?)
Not: Faiz lobisinden değilim!
Estağfurullah ben kendi halinde bir iktisatçıyım.
SilTCMB bu duruma ne yapsın? Faizi artırmanın bir yararı yok ki. Bugün artırsa yarın başka olay çıkacak. Faiz, bu tür kalıcı bozulmaları giderecek bir araç değil ki. Ama sanırım artırması gerekebilir.
Not: Faiz lobisi diye bir şey yoktur. Bu konuda benim bir yazım var:
http://www.mahfiegilmez.com/2013/06/faiz-yukselince-kim-kazanr-kim-kaybeder.html
Hayır, kendi halinde bir iktisatçıyım - miktisatçıyım diye gevelemeyin hocam, siz apaçık bir müneccimsiniz!
SilBasit bir gerekçe: 2014'ün başında (ve ilk aylarında) yıl sonu Dolar kurunu 2,50 TL civarı hesapladığınızı, fakat yıl içinde yaşanacak olayların hesabınızı sürekli değiştireceğini söylemiştiniz. Son olarak, 2014 yıl sonu Dolar kuru için 2,25 TL civarı karar kıldınız ve bunu aylar önce ilan ettiniz.
Şunun şurasında 2015'e iki haftalık bir süre kaldı. Şimdilik 1 Dolar = 2,30 TL civarı dolanıyor ama ortam bir nebze yumuşarsa (özellikle 17 Aralık'ta FOMC 'considerable time' ifadesinde bir oynama yapmazsa) aşağı yönlü ufak hareketlenmeler görebiliriz. (Bu hareketlenmeler tabii ki kısa süreli. Ana yön yine yukarı!)
Fakat bunu siz aylar önce gördüğüz, işte bu yüzden bir müneccimsiniz!
Belli mi olur, belki de illüminati nin Türkiye'deki iktisat biriminin önemli baronlarından biri de sizsinizdir.
Çünkü sayfanın başında, Kendime Yazılar yazısı el yazısı şeklinde yazılmış ve mikroskopla incelendiğinde, siyah kısımlarda şifreli masonik sembollerin olduğu anlaşılıyor!
Ayrıca Gezilerim ve Hititler sekmeleri dikkatle incelendiğinde, koyduğunuz fotoğrafların içine özenle yerleştirilmiş, new world order, bilderberg, cato institute, illüminati, bohemian grove, Cercle d`Orient ve tabii ki baphomet sembolleri keşfettik...
Not: Yazılanların hiçbiri komplo teorisi değildir.
Siz espri olarak yazmışsınız ama yine de bunları okuyup ciddi sanan kimseler olabilir o nedenle bir kez daha açıklayayım. Hayatımın hiçbir döneminde ne Mason oldum ne de heves ettim. İllüminatinin ne olduğunu medyadan izledim. Hayatımın hiçbir döneminde Bilderberg toplantılarına katılmadım. Cato Enstitiüsünü medyadan biliyorum. Cercle D'orient üyesi değilim. Baphomet'in ne olduğunu da siz burada yazdıktan sonra wikipedia'ya bakarak öğrendim.
SilHakkımda bölümünde yazdığım gibi bir gruba taraftarı olacak şekilde bağlanmayı sevmem. O nedenle derneklere üye olmam. Yanlış anlaşılmasın bunu yapanları ayıplamam. Ama ben girmem. Bağımsız düşünme, bağımsız karar alma ve bağımsız uygulama özgürlüğümü sınırlayacak bağlantılara girmem. Babamdan böyle gördüm böyle öğrendim ve böyle uyguluyorum.
Müneccimlik meselesini de övgü gübü değil hakaret gibi algılarım. Çünkü ben gaipten sesler duymaya, metafizik güçlere hiç inanmam. Tahminlerim tutmuşsa bilimsel bilgiyi doğru uygulamışım demektir. Tutmamışsa kabahat bendedir bilimin gösterdiği yönü tam bulamamışım demektir.
Durum bundan ibarettir. Açıklayayım dedim.
Aslında bilim taraftarısınız. Bilimcilik Locası kuralım hocam? :)
SilHocam faiz artmadan enflasyonu nasıl dizginleyebilir tcmb. Bir de Türkiye'deki büyüme modeli için kamu harcamalarını ve bütçe açıklarını arttırarak büyüyen bir ekonomi demişsiniz bu koşulda kamu borç yükü nasıl giderek azalmış. Saygılar
YanıtlaSilFaizi artırmadan enflasyonun düşmesi ancak petrol fiyatlarının böyle gitmesine dolarda düşüşün eşlik etmesiyle olabilir.
SilKamu harcamalarını artırarak ve bütçe açıklarını artırarak büyüme modeli 2001 krizi öncesinin modeliydi. O dönemde kamu borç yükü azalmadı arttı. 2001 sonrası model cari açığı ve hanehalkı borçlanmasını artırıp kamu borçlanmasını ve bütçe açıklarını düşüren modeldir.
Hocam gene harika bir yazı olmuş. İlgilenen arkadaşlarıma maille yolladım eminim onlar da ilgiyle okuyacaklardır.
YanıtlaSilHocam peki yeni yıl ile birlikte mevduat faizleri ile ilgili şahsi beklentiniz ne? Düşüş mü yoksa yükseliş mi bekliyorsunuz bu son yaşanan ekstrem ama beklenen olaylardan sonra.
Teşekkürler.
SilYılsonu gelişmelerinin devam etmeyeceğini umuyorum. Yılın ilk 4 ayında baz etisi sonucu enflasyonda ciddi düşüş olacağını tahmin ediyorum. Bu çerçevede faizlerde düşüş olabilir.
Hocam ellerinize sağlık. Birkaç sorum olacak.
YanıtlaSil1)- petrol fiyatlarının düşmesi ve doğalgaz anlaşmasının cari açığa etkisi %kaç düzeyinde olur? Tahmini...
2)- konut balonunun oluşması için malum formül oluşmasına rağmen halen konut fiyatları artmakta. Bu balonun oluşması ne kadr süre alabilir? Lale krizinin yıllarca sürmüş olduğunu düşünürsek bu süreç 3-4 yılı daha bulabilir mi?
3- türkiyede abd'de yaşanan mortgage krizine benzer veriler ortaya çıkmakta. Şu an özellikle 70-150 bin tl bantında 3. Kredibil müşterilere krediler verilmekte. Bu kredilerin npl (sorunlu krediler)oranlarına etkisi yavaş yavaş hissedilmeye başlandı. Ancak türk hane halkının en sadık olduğu kredi tipinin konut kredisi olduğunu düşünürsek bu süreçten yara almadan çıkmamız olası mıdır?
4)-daha önce sıklıkla bahsettiğiniz kur savaşlarını bugün pek hissedememizin nedeni nedir? Yanılıyorsam af buyurun.
5)- daha önce yazdığınızı hatırlıyorum ancak bulamadım. İşsizlik oranı hesaplanırken, kadınlarla ilgili farklı bir durum olduğunu söylemiştiniz, ne olduğunu inanın net hatırlatamıyorum ancak ev hanımlarının bu işsizlik oranına dahil edilmediğini; eğer dahil edilse bizdeki işsizlik oranının daha da fazla olabileceğiydi sanırım.
Aslında işsizlik oranı hesaplaması bizim gibi ülkelerde hiç mantıklı değil. Açlık sınırının altında olan bir ailede evin hanımı potansiyel iş arayan olarak kabul edilmelii. Saçma gelebilir belki ama iş bulma kurumuna başvurmadığı sürece işsiz olarak sayılamıyor. Yoksa cevabı mı buldum:)) ya da yaklaştım mı:)
Teşekkürler...
Serdarke
Teşekkürler.
Sil(1) Dolar yükselmeye devam ettiği için bunu tahmin etmek zor. Ama beklenenin altında kalacak.
(2) Konut balonu zaten oluşmuş durumda. Faizler biraz daha yukarı giderse patlama ihtimali olabilir.
(3) Uzak bir olasılık.
(4) Yanılmıyorsunuz. Bugün artık sorun gelişme yolundaki ülkelere sıçradı ve kur savaşları faiz savaşlarına döndü. Rusya ve Brezilya faiz artırdı.
(5) Kadınlar, erkekler kadar çalışmaya eğilimli değil. Bizim toplumsal geleneğimiz böyle. Eğer kadınlar da erkekler kadar batıda olduğu gibi çalışmak isteselerdi işsizlik oranımız çok daha yüksek olurdu. Yeni yazımdaki tabloya bakarsanız işgücüne dahil olmayanlar içinde onları görebilirsiniz.
Kesinlikle doğru yantı bulmuşsunuz.
Hocam telefonumdan kaynaklı bu yorumu çok kez göndermek zorunda kaldım, ne olur kusuruma bakmayın ve dikkate almayın serdarke
Silyatırım için parası olan ya konut alımını düşünüyor yada mevduat bu sarmal içinde iki sanal rakip ortaya çıkıyor beton lobisi faiz lobisi ! çünkü başka bir alternatif yok ! faiz insin yada çıksın muhabbeti ekonomik temellere dayanmadan bu iki sanal rakip için gündeme geliyor hep ! bir anket yapılsa nüfusun yüzde 80 i ya konut der yada mevduat ! kimse iş kurarım demez çünkü eğitim sistemimiz buna uygun değil ezbere dayalı bir sistem insanlar universite okumayı kamu da memur olmak için bir araç olarak görüyor ! bu yüzden hocam ne zaman kore gibi üretim ekonomisi hakim olur o zaman bu kısır döngüden kurtuluruz saygılar
YanıtlaSilDoğru diyorsunuz da bu bilime dayanmayan eğitim sistemiyle Kore tipi bir üretim ekonomisine geçemeyiz. Buluş yapamayan, teknoloji üretemeyen bir ekonomi sonuçta fason üretime yapmaya mahkum olur.
SilSayın Eğilmez, ekonomiden fazla anlamamakla beraber, yazılarınızı zevkle okuyorum ve sayenizde ekonomi bilgimi biraz arttırdığımı sanıyorum. Konunun dışında ve birazda yaşlı biri olarak müsaade ederseniz bir iki düşüncemi ifade etmek istiyorum. Kalkınma oranı önceleri %5 civarında idi ve bu oran bizim için nüfus artışına göre tapi olarak tabir edilebilecek sıfır seviye oranıydı. son yıllarda bu oran düşmeye başladı. Ancak son yıllarda nüfus artış hızımız yavaşladı, dolayısıyla bu %5 olması gereken kalkınma hızımızın nüfus artış hızımıza göre revize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca ülkemizde yaşam süresi de uzadı. eskiden 60 yaşının üzerindeki çalışan nüfus çok azken şimdi bu nüfus çok arttı. 60 yaşın üzerindeki çalışan nüfusun, genç nüfusun işsizlik oranını arttırdığını düşünüyorum. Bence esas işsizlik genç (50 yaşın altındaki) nüfusun altındaki işsizlik olmalı diye düşünüyorum. Çünkü 60 yaşın üzerindeki çalışan nüfusun bakmak zorunda olduğu ailesiyle, 50 yaşın altındaki insanların bakmak zorunda oldukları aileleri ve okutmak zorunda oldukları çocukları dikkate alındığında, genç nüfusa çalışma alanının arttırılması için tedbirler alınması gerektiğini öngörüyorum. Ülkemizde nüfus artış hızının düşmesi, yaşam süresinin uzaması yanında, sosyal yaşamımızda değişiyor. Eskiden aileler daha mazbut bir yaşam sürerken, şimdi daha gösterişli bir yaşam sürme hevesi içine girdiler. Bu da değer yargılarımızın değişmesinden kaynaklanıyor diyebilirim. Eski değer yargılarımız, saygınlık, dürüstlük, çalışkanlık, nezaket üzerine kuruluyken, şimdiki değer yargılarımız, kurnazlık, uyanıklık, cingözlük, köşe dönme, maçoluk, magandalık, kıroluk üzerine kurulu hale geldi. Eskiden monşerlik, entelektüellik, elitlik, İstanbul beyefendiliği değerliyken şimdi bunlar aşağılanır hale geldi, delikanlılık diye anlaşılmaz bir tabir yaşamımıza girdi. Bence kalkınma, hem rakamlarla (%5 rakamı revize edilerek) hemde sosyal değer yargılarımızla ölçülmeli diye düşünüyorum. Sosyal değer yargılarımızla nasıl ölçeceğiz diye düşünülürse, doğru vergi vermeyenlerin belirlenmesi, yalancıların, kara paracıların ortaya çıkarılması, sahte üretimler, sağlığa aykırı gıda satanlar vb. kontrollerinin iyi yapılması ve rakamlarla ifade edilebilmesi gereklidir diye düşünüyorum. BENCE ESAS KALKINMA SOSYAL DEĞERLERİN KALKINMASI olmalıdır. Bununla beraber kalkınma rakamlarınız önemsizdir demek istemiyorum ancak sosyal değerlerimiz kalkınmadan , parasal olarak kalkınmamızın sürdürülür olamayacağı kanaatindeyim.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilÇok doğru tespitler. Kesinlikle sosyal değerleri yüceltmeden ekonomide hamle yapmak mümkün değil.
Bazen detaylara öyle odaklanır, öyle bir dalarsınız ki; büyük resim algılanamaz hale gelebilir. Bu nedenle hayatımın her alanında zaman zaman kendimi şöyle bir geri çekip; çok basit, çok net cevaplar verilecek sorular sormayı adet edindim. Emin olun ki; konu ne olursa olsun cevaplarınız dallanıp budaklanıyorsa ortada yanlış giden birşeyler var demektir. Hayatta hiçbirşey aslında bu kadar karmaşık değil...
YanıtlaSilDüz bakkal mantığı; açık, net...
Gelirin ne, giderin ne ? Borcun ne, alacağın ne ? Ne ürettin ? Ne aldın ? Ne sattın? Bu ve benzeri şeyler işte...
Fazla uzatmak istemiyorum. Bu ve benzeri sorulara hiçbirimizin verecek iç açıcı bir cevabı olduğunu da sanmıyorum. Tek bir gerçek var. O da; Türkiye' nin değer üreten bir ülke konumuna gelmesi gereğidir. Hayır; öyle rakamlarla oynayarak, yerlerini değiştirerek ya da depresyondaki bir insanın bir bağımlılık yaratıp ona sarılarak bir sonraki krize kadar idare etmesi şeklinde değil. Elle tutulur, gözle görülür olmalıdır. Plan, proje ya da vaat değil; icraat...
Hani bir söz vardır "Korkaklar hergün, cesurlar bir gün ölürler" diye... Şu reformların sıkıntısını bir süre taşımayalım diye, sayısız felaket geldi başımıza, gelmeye de devam ediyor. 39 yaşımdayım; son 20 senede 5 tane çok önemli krizi bir çırpıda sayarım ki bunların tamamını sermaye piyasalarında profesyonel olarak bizzat tecrübe ettim. Şahit olamadığım ancak üniversitede okuduğum iktisadi tarihimizin de aşağı kalır yanı yok. El insaf !
Lütfen şu bedeli ödeyelim ve yolumuza bakalım artık...
İşin acı tarafı ise bu gibi adımların başarısının; düzenlemelerden önce toplumda belirli bir kültür, eğitim ve düşünce yapısı reformuna bağlı olmasıdır. Bu şartlar altında; şimdi başlasak bile etkilerini ancak yeni jenerasyonların ekonomide, sosyal ve kültürel alanda kontrolü ele almasıyla hissedebileceğiz. Bu da minimum 20 ila 30 sene demek. Halihazırda bırakın bu tip reformların hayata geçmesini, üzerinde bile düşünülmediği gerçeğini dikkate alarak gerisini artık sizler düşünün...
Evet kesinlikle böyle. Ödenecek bedel öyle vergi ödemek gibi bir şey değil. Bu eğitim sistemiyle bir şey öğrenmek de mümkün değil. Bedel ağır. Biz o fırsatı 2001 krizinden sonra kaçırdık. Zaten bir bedel ödüyorduk hepsini içine katıp bu işi değiştirebilirdik. Ama öyle yapmadık. Kısmi bir bedel ödedik. Bunlar toplumun tercihleridir. Toplum bu tür bir eğitimi tercih ediyor ve siyaset de ona uyuyor. Oysa topluma önderlik edebilen onu doğru yola götürebilen bir siyaset yapısı olsa işler farklı olabilir.
Silteşekkürler.hocam
YanıtlaSilTeşekkürler
Silzekeriyaköyde yaşayanlar veya oraya gidenler bilir, her yer dağ taş inşaat, insanoğlu değişik, şehirden uzakta yeşil alan istiyor, sonra tüm ormanları traşlatıyor…ağaçların yerini dublex/ triplex villa siteler almış.1-3 milyon TL civarı fiyatlar. Umarım belgrad ve bahçeköydeki ağaçlara saldırmazlar. ama ülkede inşaattan başka bir şey de yok satan...o yüzden yeşilimizi havamızı suyumuzu tüketerek devam ediyoruz.
YanıtlaSilZengin insan etrafı fakir olduğu huzur arama peşinde olan değil, fakirliği ve geriliği de yükselterek zenginleşebilendir. ama doğru kapitalizm buna bir regulasyon getirmiyor hatta karışmayın diyordu değil mi...
Hasan
Kişi başı yeşil alan oranları
Dünya Sağlık Örgütü, kentte kişi başına düşen yeşil alanın en az 9 metrekare olması gerektiğini, 10 ila 15 metrekarenin ise ideal olduğunu belirtiyor.
Hayır batı ülkelerinde bu tür kararları kapitalizme bırakmıyorlar. Onlar kapitalizmi doğaya uydurdular iyi kötü. Bu dediğiniz bizim gibi ülkelerdeki kapitalizmde oluyor. Onun için de adı ahbap çavuş kapitalizmine çıkmış bulunuyor.
SilHocam elinize sağlık. İşsizlik grafiğinde kesikli çizgi 7,5 yerine 6'da kalmış, çok önemli değil ama...
YanıtlaSilDüzelttim çok teşekkür ederim.
Silhocam blog oscarları dağıtılıyor ekonomi blogu ödülü varsa kesinlikle sizin olmalı http://thistrendy.com/details.php?id=435/BLOG+OSCARLARI+K%C4%B0MLER%C4%B0N+OLACAK?
YanıtlaSilBeni bu tür ödüller ilgilendirmiyor. Bu bloğu okuyup da sınavlarda, mülakatlarda başarılı olduğunu yazan ğarkadaşların yazdıklarından daha büyük ödül olmaz. Teşekkür ederim.
SilDeğerli hocam, yazılarınızdan çok faydalanıyoruz. Dediğiniz gibi mülakat -sınav kazanan insanlar olarak yarın önemli mevkilere gelecek nesiller bizleriz. Eğitim imkanlarının kalitesiz ve içi boş uygulamalarına rağmen, gerçekleri ve reel olanı bize göstermeye çalışan bir kişi olarak sizlere çok çok teşekkür ederim. yeni kitabınızı da sabırsızlıkla bekleyeceğim.. sevgiler..
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
SilDeğerli Hocam, yazılarınızı ilgi ve alakayla takip etmekteyim. Öncelikle yazılarınız ve katkılarınız için teşekkürler. İzninizle ufak da olsa analizlerinizi destekleyecek bir kaç argümanı sunmak isterim. Cari işlemler dengesi için uzun dönem ortalamasının kullanılması gayet akılcı ve norm cari işlemler dengesiyle tutarlı sonuçlar elde etmenizi sağlamış. Bildiğiniz üzere basit olarak doğal yani normatif olarak tanımlanabilecek norm cari işlemler dengesi tahminleri IMF tarafından sunulmaktadır. Benim de bu konuyla alakalı yaptığım çalışmalarda farklı yöntemler kullanılarak orta vadede Türkiye için norm cari işlemler açığını yüzde 3,5 ila 4 arasında hesaplamaktayım. IMF 4. madde toplantılarında ise bu konu defaatle gündeme gelmekte ve IMF tarafı Türkiye için yüzde 2,5-3 bandını dile getirmektedir. Dolayısıyla ekonometrik tekniklerle hesaplanan rakamlara sizin rakamlarınız tutarlılık göstermektedir. Bu durum da Razor'un Usturası olarak adlandırılan basit olan yöntemlerin en iyi metodlar olabileceği hipotezini kanıtlar niteliktedir. Konuyla alakalı sorularınız olursa cevaplamaktan kıvanç duyarım. Saygılar..
YanıtlaSilÜstat yerli otomobil üretimi ile ilgili bir yazı kaleme alır mısınız? teşekkürler...
YanıtlaSilhocam yazınız her şeyi anlatıyor...dediğiniz gibi yaşanan krizler de kamu borç stogu bütçe acığı adına ders alınmış ve alt yapsı iyi hazırlanmış fakat özel sektörün borcu görünenin tam aksine 3 kat büyümüş..bu borç türkiye adına büyük bir risk bu borçların çoğu hazine garantili sıkıntı malesef özel borçlarda sınıfta kaldımız bir ders....hem kamu hem de özeli disiplin altına kalmak çok zor bir iş mi...? yoksa sadece ekonimik ve siyasi tercihler mi...?
YanıtlaSil