Biz Dört Kişiydik
Rüşdü Saraçoğlu, Ali Tiğrel, ben ve Ercan Kumcu. Özal’ın başbakanlığı döneminde ekonomi yönetiminin en üst kademelerinde görev almış dört kişi. Rüşdü Saraçoğlu Merkez Bankası Başkanı, Ali Tiğrel Devlet Planlama Teşkilatı Başkanı, ben Hazine Müsteşar Yardımcısı ve Ercan Kumcu Merkez Bankası Başkan Yardımcısı. Hepimiz otuzlu yaşların sonlarında kırklı yaşların başlarındaydık. Bu kadar üst düzey görevler için genç sayılacak yaşlardı. Birbirimizi birkaç yıldır tanıyorduk. Hepimiz, birbirimizden bağımsız olarak bu kurumları siyasetten uzak tutmayı kendimize ilke edinmiştik. Bizi göreve getirenler dâhil olmak üzere dönemin siyasetçilerinin yaptıkları hataları, yanlışları söylemekten ve eleştirmekten hiç çekinmedik. Ama yiğidi öldürüp hakkını teslim edeyim onlar da zaman zaman bize kızsalar da, sinirlenseler de hiç birimizi görevden almadılar.
Özellikle Rüşdü Saraçoğlu ve ben,
hükümetin yanlışlarını yalnızca kendilerine söylemedik, kamuoyuna da anlattık.
Bazen gazetelerin baş sayfalarına çıktı eleştirilerimiz. Bir defasında iktidar
partisi milletvekilleri bizi Özal’a bu eleştirilerimiz nedeniyle şikâyet
etmişler, Özal, ayda bir kez ekonomiyle ilgili bakanların ve üst düzey
bürokratların katılımıyla yaptığı ekonomi toplantısının birisini bu konuya
ayırmıştı. Yarım saat bize “aynı gemide olduğumuzu, dışarıdan eleştirmek gibi
bir hakkımızın ve hükümeti halka şikâyet etme gibi bir lüksümüzün olmadığını”
olabildiğince kibar bir dille başlayıp giderek sertleşen bir üslupla anlatmıştı.
O toplantıda kimse konuşmamış, aramızdan belki de Özal’ın en sevdiği bürokrat
olan Rüşdü Saraçoğlu söz alarak yanıtlamak istemişti. O zaman Özal’ın yüzünün
adeta siyaha döndüğünü görmüştüm. Sesinin tonunu iyice sertleştirerek “sen
Bundesbank Başkanı değilsin, inşallah onun gibi olacaksın ama onu da biz
yapacağız” demişti.
Ali Tiğrel ve Ercan Kumcu ile
OECD Bakanlar Konseyi toplantılarına giderdik her yıl. Faik Öztrak da gelirdi
toplantılara. Türkiye’nin ekonomik durumunu anlatırdık. Daha doğrusu Ali Tiğrel
anlatırdı, bizler de ona gereken bilgiyi verir, soruları yanıtlamasında gerekli
verileri hazırlayıp uzatırdık. İngilizcesi mükemmeldi, İngiliz delegeden bile
daha iyiydi diyebilirim. Londra’da Imperial College’da kimya mühendisliği
okumuş, aynı okulda yüksek lisans yapmış ve matematiksel modelleme üzerine
doktorasına da orada başlayıp Ankara Üniversitesinde tamamlamıştı. Ekonomik
konuları iyi bilmesinin yanı sıra dile olan hâkimiyeti herkesi hayran bırakır,
bazen soracakları soruları sormaya cesaret edemezlerdi.
Rüşdü Saraçoğlu, Türkiye’ye merkez
bankasının bağımsızlığı düşüncesini getirmiş, para politikasını bugünkü
çerçevede uygulamaya koymuş, merkez bankasının çağdaş normlara uygun bir yapıya
geçmesinde büyük rol oynamıştı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden ekonomi ve
istatistik lisansı aldıktan sonra ABD’de Minnesota Üniversitesinde ekonomi
doktorası yapmış, Nobel ödüllü Thomas Sargent ile rasyonel bekleyişler kuramı
üzerine çalışmış, birlikte makaleler yazmıştı. Aileden gelen (dedesi eski
başbakanlardan Şükrü Saraçoğlu idi) bir yöneticilik yeteneği vardı. Çok
konuşmazdı ama konuştuğu zaman herkes dikkatle dinlerdi.
Ercan Kumcu, merkez bankasının çağdaş
yapıya kavuşmasında çok çaba göstermişti. Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten
sonra ABD’ye gitmiş, Boston College’de doktora yapmış bir süre Boston College,
University of Eastern Michigan ve New York Devlet Üniversitesi’nce (SUNNY) ders
verdikten sonra Türkiye’ye dönerek Merkez Bankası’nda görev almıştı. Son
derecede zeki, ilkeli ve bilgili bir teknisyendi. Aramızda en genç olan oydu.
Bu dörtlü içinde benim en fazla birlikte çalıştığım kişi Ercan Kumcu’ydu.
Birlikte iki kitap yazdık (Krizleri Nasıl Çıkardık ve Ekonomi Politikası),
yaklaşık on beş yıl süreyle üniversitelerde birlikte Ekonomi Politikası dersi
okuttuk. Ortak kitabımız Ekonomi Politikası, üniversitelerde ders kitabı olarak
okutuldu, referans gösterildi. Bugün hala ders kitabı ve yardımcı kitap olarak
kullanılıyor.
Bu dört kişi arasında eğitiminin
tamamını Türkiye’de almış tek kişi bendim. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde (Mülkiye) iktisat ve maliye lisansımı aldıktan sonra Maliye
Müfettişi olarak kamu kesiminde göreve başladım ve doktoramı görevdeyken Gazi
Üniversitesinde kamu maliyesi üzerine yaptım. Babamdan öğrendiğim birkaç önemli
şey vardı: “Hangi amaca hizmet edildiğini bilmediğin hiçbir işe girme”,
“arkasında kim olursa olsun aklına yatmayan işlere onay verme”, “hatayı
başkasında aramadan önce kendini sorgula.” Bu üç önemli tespit benim için
yaşamımda en az üniversitede ve doktora derslerinde edindiğim bilgiler kadar
önemli oldu.
Özellikle Yüksek Planlama Kurulu,
Para Kredi Kurulu, Cumhurbaşkanının ekonomi toplantısı gibi siyasetçilerle
bürokratların birlikte katıldığı toplantılar öncesinde gündemdeki konulara
bakar ve sonra ekonomiyi bozacak, dengeden çıkaracak kararlar varsa hep
birlikte itiraz ederdik. Bazılarını gündemden çıkarmakta başarılı olurduk,
bazılarında olamazdık. Siyasetçilerin bir bölümü bize çok kızardı. Defalarca
Özal’a şikâyet edildik. Bir defasında toplantıya katılanlardan birisinin sonradan
bana anlattığına göre iktidar partisinin milletvekillerinden bir grup bizi
Özal’a şikâyet etmiş. İsteklerini yerine getirmediğimizi öne sürerek görevden
alınmamızı istemişler. Özal “adamlar görevlerini yapıyor, içlerinden rüşvet
alanı, yolsuzluk yapanı varsa söyleyin soruşturma açtırıp görevden alayım ama
bunlar yoksa benden bir şey yapmamı beklemeyin” demiş. Benim görevden alınmamı
isteyenlerin ileri sürdüğü gerekçe müteahhitlerin devletten alacaklarını
zamanında ödetmediğim iddiasıydı. Özal beni telefonla aradı ve bu durumu sordu.
Ben de kendisine “bütçe imkânları doğrultusunda alacakları sıraya koyuyoruz ve
sırayla ödüyoruz, bazı milletvekilleri ve bakanlar bu sıraya bakmaksızın bazı
müteahhitlerin ödemesine öncelik verilmesi istiyor, biz bunu yapamayız efendim”
dedi. Kısa süren bir sessizlikten sonra Özal, bana “Haklısın, bildiğiniz gibi
yapın” dedi. Buna benzer talepler hepimize geliyordu ve yapmayınca da şikâyet
ediliyorduk. Şikâyet edilmek hiçbirimizin umurunda değildi. Çünkü buralardan
atılsak da bilgimizle, görgümüzle, yetişmişliğimizle başka yerlerde devlete
göre çok daha yüksek imkânlarla iş bulacağımıza emindik.
Bilim, teknik, analiz yeteneği,
yorumlama yeteneği gibi şeyler büyük ölçüde okullarda öğretiliyor. Biz hepimiz
iyi okullarda okumuştuk. Bir tek ben Türkiye’de okumuştum ve İngilizceyi de
büyük ölçüde kendi başıma öğrenmiştim. Buna karşılık benim de o tarihte
okuduğum Mülkiye’nin yurt dışındaki iyi okullardan pek farkı yoktu. Çok üst
düzey hocalar vardı ve sınıf geçme koşulları çok zordu. Hepimiz belirli bir
analiz yeteneğine sahiptik. Farklı alanlarda uzmanlaşmıştık. Rüşdü Saraçoğlu ve
Ercan Kumcu asıl olarak para teorisi ve politikası konusunda uzmanlaşmıştı. Ali
Tiğrel mühendis olsa da matematiksel modelleme doktorası yaptığı için ekonomik
konuları kolaylıkla izleyip analiz edebiliyordu. Uzmanlık alanı reel ekonomi ve
makro programlamaydı. Ben de kamu maliyesi ve maliye politikası konusunda
uzmanlaşmıştım. Hepimizin ortak uzmanlığı ise makrokenomi ve makro dengeler
konusuydu. Uzmanlıklarımız birbirini tamamlıyor, bir araya geldiğimizde ortak
çerçevenin bütün kenarlarını tamamlayarak resme öyle bakabiliyorduk.
Ahlâk, namus gibi kavramlar ve
bakış açıları okullarda öğretilmiyor. Bunlar aileden alınan terbiye ve
disiplinle öğreniliyor. Rüşdü’nün dedesi eski başbakanlardan Şükrü
Saraçoğlu’ydu. Babası da Yargıtay üyesiydi. Ali Tiğrel’in babası Fahir Tiğrel
Maliye Bakanlığı müsteşarlığı yapmış saygın bir bürokrattı. Benim dedem orman
mühendisiydi ve İstanbul Orman Fakültesinin ilk dekanıydı ( o zamanlar müdür.)
Babam da yüksek bürokrattı. Ercan Kumcu’nun babası doktor, ağabeyi işletme
profesörüydü. Hepimiz ailelerimizin üçüncü ya da ikinci kuşak yükseköğrenim
görmüş bireyleriydik. Ailelerimiz bize en önemli şeyin para olmadığını, asıl
önemli şeyin yüksek ahlâk olduğunu öğretmişlerdi. Onun için devletin bir
kuruşunun bile Hesabını doğru yapmaya çalışırdık. Babamın çalıştığı kurumdan
kendisine tahsisli şoförü ve arabası vardı. Yalnızca işe gidip gelirken
binerdi. Bizler o arabaya bir kez bile binmedik. Bazen eve dönerken yolda bizi
görür el sallayıp geçerdi, arabaya alınmazdık. Şimdi resmi arabayla eşlerini,
çocuklarını bir yerlere yollayan bürokratlara veya siyasetçilere bakıyorum ve
“biz buraya hangi ara geldik” sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum. Biz mi
deliydik yoksa bunlar mı uyanık çıkaramıyorum.
Dördümüzün bir araya geldiği resmi toplantılardan birisi de IMF heyetinin ülke incelemesini bitirdikten sonra ve ABD’ye dönmeden önce yaptığı görüş alış verişi toplantısıydı. IMF heyeti yaptıkları inceleme ve görüşmelerde edindikleri bilgileri yazacakları raporun bir özetini tartışmak için gelirlerdi. IMF ile görüşmeleri düzenlemek ve yönetmek Hazine’nin göreviydi. Bu toplantılarda bizim tarafa ben başkanlık ederdim. Devlet Planlama Teşkilatından Faik Öztrak ve arkadaşları, Merkez Bankasından da Ercan Kumcu ve arkadaşları katılırlardı. Hazine’den de uzman arkadaşlar toplantılar da bulunurlardı. Son toplantı ise Türk tarafından dördümüzün, IMF tarafından da heyet başkanıyla yardımcısının katıldığı bir toplantı olurdu. Bu toplantıda IMF heyeti temsilcileri bize yaptıkları inceleme ve görüşmelerden elde ettikleri sonuçlara ilişkin görüşlerini anlatırlar ve bizim vereceğimiz yanıtları dinlerlerdi. Zaman zaman bu toplantılarda bizim tarafın sert itirazları olur, IMF tarafı da bunları yazacakları rapora koymak üzere not alırlardı. IMF’nin değerlendirmeleri bazen oldukça ağır eleştiriler içerirdi, o nedenle de bu notlar ve görüşmeler basına açıklanmaz aramızda kalırdı. Verdikleri notu Ekonomiden Sorumlu Bakana ben götürür durumu anlatırdım. Sonra birlikte Özal’a gider ona da anlatırdık.
Şimdi oturmuş geçmişle bugünü
karşılaştırınca aklıma hep şu soru düşüyor: “Önce bürokratlar mı bozuldu yoksa
kurumlar mı?” Sanırım ikisi zaten iç içeydi. Ama önce kurumları oluşturan
bürokratlar değişti Şimdi düşününce Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı,
üniversiteyi ayakta tutan gücün ordu olduğunu anlıyorum. Ordu zayıflayınca
yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü de ardından kendiliğinden geldi.
1997’de özel kesimde çalışırken
müsteşarlık teklifini kabul etme nedenim en başta bu bozulmayı durdurabilir
miyim sorusuna olumlu yanıt vermiş olmamdı. Ne yazık ki umduğum gerçekleşmedi.
Siyasetçiler bana verdikleri sözleri tutmadılar. Onların programları başkaydı.
Baktım ki bizim programlarımız hiçbir zaman eşleşmeyecek beş ay kaldığım müsteşarlıktan
istifa ederek ayrıldım. Böylece bu dörtlüden devlette kimse kalmamış oldu.
Yalnızca hala var olan dürüst ve idealist bürokratlarda kulaktan kulağa yayılan
anılar kaldı.
Rüşdü Saraçoğlu’nun cenaze
töreninde bir ara gözlerimi kapadım ve bütün bunlar bir film şeridi gibi hızla
akıp geçti zihnimden.
Biz dört kişiydik. Bürokraside bir
araya gelişimiz bizim istemimizle olmamıştı. Ama sonrasında ülke için bir
şeyler yapabilme ortak çırpınışları kendi isteğimizle oldu. Ülke için uğraşıp
didinsek de umduğumuz sonucu alamadık, savunduklarımızı kabul ettiremedik. Ettirebilseydik
belki bugün buralarda olmayacaktı ülke. Yazık oldu.
Gelecek için umudunuz var mı? 5-10 yıl içerisinde ekonomik durumumuzda iyileşme olabilir mi?
YanıtlaSilBöyle gidersek olmaz, geçici iyileşmeler görebiliriz ama hepsi o.
SilSayın Hocam, üniversitede öğrenciyken sizi ilk kez bir konferansta dinlemiştim. Ekonomi politikası kitabınız bizim için çok aydınlatıcı olmuştu. o günden beri tüm yayımlarınızı okudum, öğrendim. Şimdi üniversitede öğretim üyesiyim ve sizin kitaplarınızı öğrencilerime öneriyorum, derslerimde kaynak olarak kullanıyorum. Yazınız çok duygulandırdı. Umuyorum ki ülkemiz güzel ve huzurlu günler görecektir. Emekleriniz, emeklerimiz boşa gitmeyecek. Saygılarımla
SilTEBRİKLER MÜTHİŞ BİR DEĞERLENDİRME.ORDU KONUSUNA DA BÜTÜN KALBİMLE KATILIYORUM.
SilMahfi Bey yazınızı gerçekten çok severek okudum, elinize sağlık. Ordu konusundaki tespitinize kesinlikle katılıyorum. Ama kendi adıma bunun uzun vadede ülkenin yararına olduğunu düşünüyorum.
SilHelal olsun üstat ,
SilHocam kaleminize sağlık. Benim babam da kgm de değerli bir mühendis idi. Bahsi geçen görgü ve iş ahlakı onda da vardı. Kendisi müdürlük beklerken, birini görev yerine paraşütke bırakmışlardı ve babam hayata küsmüştü. Bürokrasi de gelenek çok önemlidir. Bürokratlar belli bir kalitede olmalıdır. Bugün yozlaşmanın dibini sıyıran bir bürokrasi var.
YanıtlaSil👍
SilSu an baslasak eski kazanimlari geri getirmek icin kafadan 30 yil gerekli. Egitim hukuk ve aile yapisi bozuldu. Yapiyi duzeltmek icin radikal kararlar gerekli. Bu zamandan sonra benim omrum bunu gormeye yetmez.. 😞
SilYazınızı okuyup sonunu gözümde bir damla yaşla bitirdim hocam. Yazınızdaki sihirli cümle şu: "Çünkü buralardan atılsak da bilgimizle, görgümüzle, yetişmişliğimizle başka yerlerde devlete göre çok daha yüksek imkânlarla iş bulacağımıza emindik." Mutlu Bayramlar dilerim.
YanıtlaSilTeşekkürler, iyi bayramlar.
SilMahfi Eğilmez hocanın anılarından yola çıkarak, onun ve arkadaşlarının Turgut Özal dönemindeki ekonomi yönetimindeki dürüst ve ilkeli bürokratik duruşunu takdirle anmak gerekiyor. Onlar, siyasi baskılara rağmen doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, kamu çıkarını ön planda tutan ve dönemin hükümetinin yanlışlarını eleştirmekten imtina etmeyen bir kuşaktı. Eğilmez'in, "Biz mi deliydik yoksa bunlar mı uyanık" sorusuyla dile getirdiği sitem, aslında kurumsal yozlaşmanın ve liyakatsizliğin zaman içinde nasıl kök saldığına dair acı bir gözlemdir.
YanıtlaSilAncak, bu idealist bürokratların içinde bulunduğu 24 Ocak Kararları, her ne kadar Türkiye ekonomisi için dışa açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçişin miladı olsa da, beraberinde önemli sosyal maliyetler getirmiştir. Bu kararların temelinde yatan liberalleşme ve ihracat odaklı büyüme hedefleri, ne yazık ki gelir dağılımında derin eşitsizliklere yol açmıştır. Reel ücretlerin baskılanması, yüksek enflasyon karşısında dar gelirli kesimlerin alım gücünün düşmesi ve artan işsizlik gibi sorunlar, ekonomik büyümenin nimetlerinden tüm toplumun eşit şekilde faydalanamadığını göstermiştir.
Dahası, bu kararların 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen öncesinde açıklanması ve darbe sonrası dönemde "süngü zoruyla" uygulanabildiği eleştirileri de göz ardı edilemez. Darbenin yarattığı anti-demokratik ortam, sendikaların kapatılması ve işçi haklarının kısıtlanması gibi uygulamalar, 24 Ocak Kararları'nın sosyal faturasını katlayarak artırmıştır. "Bankerler Krizi" gibi finansal çalkantılar da, serbestleşmenin kontrolsüzlüğünün getirdiği riskleri açıkça ortaya koymuştur.
Mahfi Eğilmez'in sitemi, sadece o dönemin bürokratlarının vicdan rahatlığıyla yaptıklarına değil, aynı zamanda bu tür köklü ekonomik dönüşümlerin sosyal boyutlarının yeterince düşünülmemesine ve ardından gelen nesillerin taşıdığı ahlaki ve kurumsal erozyona yöneliktir. Zira, ülkeyi bir üst lige çıkarma iddiasıyla atılan adımlar, eğer sosyal adaleti ve kurumsal sağlamlığı göz ardı ederse, uzun vadede telafisi zor yaralar açabilir.
🙏🙏🙏
SilÖyle sık bir araya gelirdiniz ki Değerli Hocam.
YanıtlaSilRüşdü Bey: Mahviler geliyo Ali bey. Dediğinde,İlk yaptığımız bol miktarda kahve stoklamamız olurdu. Rüşdü Beyin tabiri(A takımı) idi.
🙏
SilO dönemdeki kahve enflasyonunun sebebi şimdi anlaşıldı. Piyasadan bu kadar kahve çekmeye ne gerek vardı, biraz soda meyve suyu, falan da alaydınız.
SilDevletin her kademesinde idealist kişiler mevcut ancak ödenecek bedel konusunda herkes o kadar şanslı olmuyor
YanıtlaSilDoğru.
SilÇok üzücü..Keşke bu yazıyı hiç okumasaydım.Saygılarımla,R.Reha Bilgin
YanıtlaSil:(
SilHocam sadece yargıyı,bürokrasi değil demokrasiyi ayakta tutanında ordu olduğu anlaşıldı.
YanıtlaSilEvet.
SilHocam, bundan sonra devleti tekrar millete iade etme çabasına, doğru olanı dile getirmeye devam etmek lazım. Başka çate yok. İyi bayramlar….
YanıtlaSilKendi çapımızda hala anlatmaya çabalıyoruz. iyi bayramlar.
SilHocam bu değerli otobiyografik paylaşımınız için teşekkürler ileride daha fazlasını okuyabilmek dileğiyle.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilHocam orduyu zayıflayınca cumhuriyetin değerleride kaybolup gitti.
YanıtlaSilNe yazık ki öyle oldu.
SilGüzel ve değerli anılar. Ders alınacak çok şey var. Umarım bugünkü olumsuzluklar, yerini yeniden doğrulara bırakır…
YanıtlaSilUmarım öyle olur.
SilBazılarına hiç yazık olmadı hocam. Çok mesut ve mutlular
YanıtlaSilOlan size bize oldu. En kötü senaryoda yurtdışında hazırladıkları yerlere giderler. Biz her zaman buradayız. Ömür bitti bitecek ama sonuna kadar çalışıp yeni Türkiyeyi bunlarsız inşa edeceğiz. Bu milletin aklı varsa bu hata son hataları olur. Bunlar da tarihin karanlık sayfalarına gömülür.
🙏
SilTemel sorun aslında ordunun zayıflatılması değil; demokrasi ve liyakatin bu topraklara bir türlü yerleşememesi, adalet ve ahlaktan da uzaklaşılmasıdır.
YanıtlaSilDoğru ama işte onları ordu ayakta tutuyormuş.
SilSayın Mahfi Hocam. Yazı için teşekkürler. Hayatını kaybeden ilkeli ,dürüst bürokratlara allahtan rahmet, size ve yaşayan diğer ilkeli , dürüst bürokratlara sağlıklı ömürler dilerim. Saygılarımla, Önder
YanıtlaSilMahfi Hocam, yazınız için teşekkürler! İyi bayramlar dilerim.
YanıtlaSilSağ olun, iyi bayramlar
Silİyi Bayramlar Hocam. :)
YanıtlaSilİyi bayramlar.
SilSizin döneminizde kamu büyüklüğü ne kadardı bilmiyorum. Ali koç örneği vereyim yanlış hatirlamiyorsam kendisi yada ömer koç yurtdışında okumuş. Sizin grup yine ailelerinin ünv geçmişi var ve bu nedenle iyi bir eğitim almışsınız. Değişen dünyada herşey ozellestigi gibi eğitimde ozellesti. Orta sınıf çocuklarını özel okullarda okutuyor. Bu dönemin en büyük dezavantajı nüfusun artması, zorunlu eğitim süresi...
YanıtlaSilO dönemde kamu kesimi büyüklüğü kabaca toplam ekonominin yüzde 25'i kadardı.
SilEski Türkiye'yi özlüyorum. Benim çocuklarım maalesef bu hükümetten başka bir hükümet görmediler. Ama umutsuz değiller, çünkü onlara ışık tutan sizler gibi aydın insanlarda var. İyi bayramlar dilerim.
YanıtlaSilİyi bayramlar.
SilHocam , anlattığınız makam arabası örneğini şuan memlekette uygulayan bir kişi var mı acaba çok merak ediyorum.
YanıtlaSilDevletin başı itibardan tasarruf olmaz derse, alttakiler de itibarlarına halel gelmesin diye gösteriş uğruna devletin kaynaklarını har vurup harman savururlar. Peki, emeklinin itibarı ne olacak? Asgari ücretlinin itibarı ne olacak? Halk aç aç. Milyonlarca insanı açlık sınırının altına mahkum edip zevki sefa içerisinde yaşayan tüm yöneticiler aklını başına almalı; kamuda yapılması gereken sıkı bir maliye politikasını da önce kendilerinden başlatmalıdırlar.
SilDevletin malına el uzatmak demek, 87 milyonun cebine el uzatmak demektir. İnsan devletten harcama yaparken, 40 kere 1000 kere düşünmeli kılı kırk yarmalıdır. Fakat biz maalesef kendimize Müslümanız. Komşusu aç iken tok yatanlardan, adalet ve ahlakı da ayaklar altına alanlardanız. Aksi olsaydı bu kadar açık vermezdik. Ahlakın, bir kaç kişiye bağlı kalması bu sorunu çözmez. Bizim acil şartta kamudaki harcamaları noktasına virgülüne kadar denetleyecek üst bir mekanizmayı kurmamız gerekiyor. Bir dolma kalem alırken bile bunun izahı yapılmalı, eski dolma kalemlerin tükenmiş olduğu da ispatlanmalıdır. Sonuçta bu itibarın sonu yok. Tüm olan halka oluyor. Birilerinin itibarının tüm bedelini halk ödüyor.
Vardır herhalde ama sayısı çok değildir.
SilSayın Hocam, yazdıklarınızı düzenli olarak okuyor ve sizden öğrenip kendimizi geliştirmeye hala devam ediyoruz. Öncelikle bunun için, yani hala uğraşıp, çalışıp yazdığınız ve paylaştığınız için teşekkür ediyorum.
YanıtlaSil25 yıl özel sektörde uzman, müdür ve üst düzey yöneticilik gibi sorumluluklar taşıdım. Babam ve annem devlet kurumlarında mühendislik, baş mühendislik ve şube müdür yardımcılığı gibi sorumluluklar taşımış kişiler. Dolayısı ile kamu ve özel sektörü uzunca bir süredir gözlemleme şansım oldu. Hemen her kurumda görevini çok iyi, vasat veya çok kötü yapan kişiler gördüm ancak üzülerek belirtmeliyimki yıllar geçtikçe bu kişiler arasındaki oranların vasat ve kötü performans gösterenler yönünde arttığını görüyorum. Kurumların kültürünü içindeki insanlar oluşturuyor. Kurumlar (karar vericileri, yöneticileri, patronları) içeriye aldıkları yeni kişileri yetkinlik, potansiyel ve role uygunluk bazında seçtikçe kurum yükseliyor ve yükseltiyor. Ne zaman ki seçimlerde ilişki, aidiyetlik, itaatkarlık, katkısından çok gruba uyumluluğu öncelik kazanıyor; bozulma başlıyor. Her kurumun bir direnci, bir istiab haddi var, bir noktada kritik karar alıcılar veya kritik rollerdeki bozulma bu direnci geçiyor, işte ondan sonra bozulma hızlanıyor, çöküş başlıyor. İşin kötüsü bozulmuş bir kurum, bozulduğu hızda düzeltilemiyor. Bir ağaç gibi oluşurken, büyürken yön vermek kolay oluyor, yetişkinken düzeltmek çok zor oluyor. Ya ciddi bir budama gerekiyor ya da kesip yenisini dikmek. Ne yazık ki buda ciddi bir zaman ve kaynak israfı demek oluyor. Türkiye 90’lardaki hatalardan ve zorluklardan öğrendi diye düşünürdüm, çok yanılmışım, hiç öğrenmemiş.
Çok doğru tespitler
SilHerkes tarafından, özellikle de konuya yakın olanlar tarafından okunup ders alınacak bir yazı, elinize sağlık. Ben Ordu'nun fonksiyonu konusundaki fikirlerinizi hem üzülerek hem de düşünerek okudum, demek ki dedim, bizim devletimiz veya kurumlarımız kişilere ve prensiplere değil hâlâ gücü elinde tutan otoriter bir kuruluşa muhtaç. Buradan henüz rüştümüzü ispat edememiş olduğumuzu çıkardım. Belki de şu an Ordu'nun vesayetinden çıkışımızın sarsıntılarını yaşıyoruz, bir nevi ergenlikten olgunluğa geçiş çabaları. Sonuç nasıl olacak bilmiyorum, ama şimdilik türbülanstayız. Dün akşam Sözcü TV de Prof. Dr. Sami Selçuk'la nedense kısa tutulmuş çok önemli söyleşi, bugün de bu güzel yazı çok şeyler düşündürdü bana. Emeğinize sağlık, umarım yazınız ilgililerce çok iyi değerlendirilir.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilSonuç belli,oligarşi.
SilHocam , alıntıdır . "İnsanın en değerli anıları aile ocağında geçen çocukluğuna dair
YanıtlaSiloluyor." sözleri aklıma geldi . İkinci değerli anıları da iş yaşamında oluyormuş . 30-47 sene önceki iş yaşamı ve ve 60 sene önceki çocukluk anılarım aklıma geldi . Hüzünlendim .
Ben de yazarken hüzünlenmiştim.
SilAnılarınızı paylaşmanız çok değerli. Kaleminize, emeğinize sağlık.
YanıtlaSilSağ olun.
SilYüreğinize emeğinize sağlık hocam. İyiki varsınız. Nice sağlıklı, mutlu, huzurlu bayramlara …
YanıtlaSilTeşekkür ederim, iyi bayramlar dilerim.
SilMerhaba, yazınızı okuyunca rahmetli babam aklıma geldi. Belediye başkan vekilliği yaptığı dönemlerde annem evde hamur yoğururdu. Makam arabası sabahları onu almaya geldiğinde hamuru arabaya almazdı. Şahsi işimiz olduğundan ben veya kardeşlerimin götürmesini isterdi. Üstelik okumuşta değildi.
YanıtlaSilBöyle insanlar çoktu, şimdi çok az.
SilHocam değerli yazınız için teşekkürler. Gayet net ve anlaşılır şekilde kısaca anlatmışsınız. İnsan yaptıklarıdan çok yapmadıklarından/yapamadıklarından pişman olurmuş ya sizin yerinizde olsam en azından ben üstüme düşeni layıkıyla yaptım diye düşünüp vicdanım rahat yaşardım. Kendinize dikkat edin. Hocam ekstra bir sorum vardı bir önceki makalede sormuştum cevapladığınız için teşekkürler. Tekrar sormak istiyorum.
YanıtlaSilABD dış borcunu ödemek için doları, rezerv para özelliğini kaybetmeden değersizleştirip para basabilmek için kendi kendilerine suni kriz yaratıyor olma ihtimalleri var mı? Bir de benim anlamadığım nokta, bunlar dünyadan fazlalık doları çekmeye mi çalışıyorlar yoksa tam tersine daha da genişlemeye mi çalışıyorlar. Çünkü belirttiğim 2 soru için aynı anda yapmaları mümkün değil. Anladığım kadarıyla bir taraf öyle bir taraf böyle düşünüyor. Düşüncelerinizi merak ediyorum. Teşekkürler
-Saygılarımla
ABD'nin bu tür komplo teorisi benzeri işleri yapma olasılığı her zaman var. Çünkü hegemon devlet konumun u kaybetmek istemiyorlar.
SilDegerli vaktinizi ayırdığınız için cok minnettarım Mahfi hocam. Dilediginiz her sey gönlünüzce olsun. Teşekkürler
SilNe kadar duygulu ve içten anlatmışsınız.Yüreğimin kabardığımı itiraf etmeliyim…Ne yazık ki herşeygözümüzün önünde adım adım oldu…Artık işimiz Allaha kaldı..İyi ki varsınız Mahfi bey..
YanıtlaSilSağ olun.
Sildaha fazla anilarinizi paylamaniz lazim bizler icin cok kiymetli
YanıtlaSilAslında öyle bir kitabım da var: Light Günlük. 1950 - 2000 arasını anlatıyor.
SilOrdu'nun etkisi azaldı ama Trabzon ve Rizenin etkisi arttı gibi :) Mesela bakıyorum siyasi partilere çoğunun genel başkanı ya Rizeli ya Trabzonlu ve hiç Ordulu yok. Futbol Klüpleri de öyle başkanlar ya Rizeli ya Trabzonlu . Ordulu bir Cemal Enginyurt var bir de Kaftancıoglu vardı onların da kendi kurduğu parti yok. Ldp başkanı Rizeli, AKP başkanı Rizeli, A parti Trabzonlu, İYİ parti Trabzonlu, Memleket Partisi başkanı Rizeli.... arada Hatay ve Konya doğumlu bakanlar var ama aslen Trabzonlularmış. Özgür Ozel Manisalı ve Devlet Bahçeli Osmaniyeli, Ümit Özdağ Kayseriliymiş.
YanıtlaSilHerşeyi devletten bekleme geleneği..Yunanistan ve Türkiye' nin kaderidir bu ve değişmez. Çocuklar önce matematik öğrenmeli sonra hayata atılmalı. Eğer matematik bilinseydi, 42 yaşında emekliliğe karşı çıkılırdı. Devletin yaptığı her fazla harcamanın,yüksek enflasyon,yüksek faiz, yüksek işsizliğe sebep olacağı bilinirdi.
YanıtlaSilYapacak birşey yok. Halk ne isterse devlet de onu verir ,bürokratların ve bakanların buna karşı çıkmaya gücü yetmez.
Ekonomi yönetimi için başarı kriteri Bütçe açığı/gsyih oranıdır. Bu oran2 yıl önce nerdeydii şimdi nerde buna bakmak lazım.
Keşke tek kriter o olsaydı. Ama enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı, gelir dağılımı adaletsizliği ve hepsinden önemlisi bağımsız ve tarafsız hukuk gibi çok önemli kriterler var.
Silİyi ki varsınız. Umutsuzluk yok. Mücadeleye devam. Hukuk yoksa adalet yoksa vatan da yok olur. Saygılarımla Av Hüseyin CİMŞİT
YanıtlaSilTeşekkürler, haklısınız.
SilÖnce Kurumların yapısını ve işlevini bozdular. Yazdıklarınız içinde en etkileyici ve Türkiye özeti gibi olmuş kısmı “çünkü buralardan atılsak da bilgimizle, görgümüzle,yetişmişliğimizle başka yerlerde devlete göre çok daha yüksek imkanlarla iş bulabileceğimize emindik”.
YanıtlaSilEvet.
SilHocam; adalet, hukuk, vicdan, ahlak, liyakat vs kavramları en çok kullananlar tarafından içlerinin boşaltılması, kendi putlarını afiyetle yiyenler tarafından bitirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahlak ahlak diyenler en büyük ahlaksızlığı yapıyor
YanıtlaSilYazık oldu ülkeye.
Sil👍😔
SilDeğerli Mahfi Eğilmez meslektaşım ( naçizane); yazınızı çok çok duygulanarak okudum. Çok güzel anlatmışsınız. Sizlerle aynı dönemlerde bürokrat olduğum için ben de kendimi şanslı addediyorum. Bizim de benzer anılarımız var. Türkiyenin 10 cente muhtaç olup, borç konsolidasyonunun yapıldığı 70'li yılların sonlarında benzer ekiplerle, sessiz sedasız, bizlere hiçbir şeyin dayatılmadıği, her şeyin doğrusunun yapılmaya çalışıldığı- ve de kısmen başarildığı- dönemlerde o istisna bürokrat kadronun içinde olduğum bir dönem var. Bunlar insanın yaşamında pırıl pırıl sayfalar olarak kalıyor. Sizi de tanıdığım için mutluyum, sac ayağının diğer mensuplarını da. Baki kalan ses seda imiş. Sağlıcakla kalın.
YanıtlaSilSevgili Ayşe, yıllar sonra burada yorumunu gördüğüm için mutlu oldum. ne günler geçti? Hazine'nin borç yönetimini kurmak için sarf ettiğin çabalar hala gözümün önünde.
SilBir ara birlikte bir sanat galerisine gitmiştik ve ben bir Hayati Misman taş baskısı almıştım. 15 liraydı. Yalan dünya. Ben de seninle birlikte görev yaptığım, senin gibi değerli bir insanı tanıdığım için mutluyum. Sevgiler.
Hocam, gerçekten çook hüzünlenerek okudum.Bir ülkede, ülkeye istikamet verenlerin -politikacıların- doğru istikamet için bu işin eğitimini alıp, tecrübesine sahip kadrolarla bile aykırı istikametlerde kalması, bilim ile makro ekonomi ile makro managment ile açıklanamaz.İyi bayramlar.
YanıtlaSilUmarım, gelecek hem geçmişten hem de bugünden çok daha iyi olur.
SilTüm mesele; "en önemli şeyin para olmadığını, asıl önemli şeyin yüksek ahlâk olduğunu"
YanıtlaSilEvet, çocuklarımıza bunu öğretebilirsek buradan çıkabiliriz.
SilÇook haklisiniz hocam Maalesef 😞
YanıtlaSilKeşke haklı olmasaydım.
Sil"Şimdi düşününce Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı, üniversiteyi ayakta tutan gücün ordu olduğunu anlıyorum. Ordu zayıflayınca yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü de ardından kendiliğinden geldi." Hocam sanırım bu tespitiniz ayri bir yazı olmayı hak ediyor.
YanıtlaSilBu Türkiye'ye özgü bir gerçeklik olabilir ama ülkemizin demokratik Batılı ülkelerin yaptığı gibi (AKP'nin yaptığı gibi değil) bu vesayeti aşması gerekiyordu; maalesef olmadı.
SilDaha fazla açıklamayı hak eden bir tespit, size katılıyorum. Ordu bilinçli olarak zayıflatılarak (zayıflayınca değil) kurumlar üzerinde yürütmenin etkinliği hatta baskısı artırıldı. Ancak ilk başta ordunun bu dengeleme rolünü üstlenmesi doğal mıydı? Bürokrasinin veya üniversitenin başarısında ordunun rolü olmalı mı? Yoksa hukukun mu üstün ve dengeleyici kılınması gerekiyordu? Genç sayılabilecek Cumhuriyetimizde hukukun egemen güç olması için gerekli ortam oluşmadığı için bu rolü ordumuz üstlenmişti belki de. Hukukun üstün ve dengeleyici güç olduğu bir Türkiye temennisi ile...
SilKastettiğim şey elbette ordunun darbe tehdidi yöneltmesi değil, o tarafı çok kötüydü kuşkusuz. Ama Türk ordusu, Latin Amerika orduları gibi değildi. Cumhuriyeti koruyup kollamak gibi yazılı olmayan bir görevi vardı ve bu durum iktidara gelenler tarafında bürokrasinin, yargının üniversitenin istendiği gibi dizayn edilmesine olanak vermiyordu. O anlamda söylüyorum.
SilHocam çok güzel bir yazı , İyi ki varsınız, gelecekte bir gün bu liyakat geri gelir umarım.
YanıtlaSilSağ olun.
SilÇok güzel bir “türkiye sosyal-bürokratik-siyasal dejenerasyon yakın geçmiş tarihçesi” olmuş.Düşünen ,kafa yoran ve üreten bir birikimli insan olarak bu dejenerasyonun ordu ile baglantısı oldugunu ifade etmişsiniz, lütfederseniz bu konuyu irdeleyen bir makalenizi merakla bekliyorum.Saygılarımla
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilDegerli hocam belki size komik gelecek ama Türk ekonomisi dış politikası nadir güçlü dönemlerinde gözlemledigim bir durum var.Göreceli olarak sosyo-ekonomik stabil tarihlerde türk sporunda da tarihsel başarılar elde ediyoruz,özellikle futbolda !Birbiri ile alakası olmamakla birlikte bu bir tesadüf?yoksa bir ilişki var mıdır?
YanıtlaSilAynı gözlemi ben de yaptım. Birçok şey birbirine bağlı.
SilHocam "Şimdi düşününce Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı, üniversiteyi ayakta tutan gücün ordu olduğunu anlıyorum. Ordu zayıflayınca yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü de ardından kendiliğinden geldi." tespitinizi ayrı bir yazınızda detaylı olarak okumak isterim.
YanıtlaSilSağ olun.
SilSevgili üstat,
YanıtlaSilYazınızın bu bölümünde;
“ Şimdi düşününce Türkiye’de bürokrasiyi, yargıyı, üniversiteyi ayakta tutan gücün ordu olduğunu anlıyorum. Ordu zayıflayınca yargının, bürokrasinin ve üniversitenin çöküşü de ardından kendiliğinden geldi.” kala kaldım. Uzun düşündüm. Demokrasiyi ayakta tutan sivil kurumların sigortası konumunda ordunun olması bir zafiyet değilmiydi diye geçirdim içimden. Öyleydi diye düşünüyorum. Belki fazla iyimser bulacaksınız ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin hiç bu kadar diri olduğunu hatırlamıyorum. Türkiye, tarihinde ilk kez demokrasisini korumak için sadece sivil iradesinden güç alarak var olmaya çalışıyor. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra verdiği en büyük sınavla karşı karşıya. Bunu çok kıymetli buluyorum. Kalıcı bir demokrasiye sahip olabilmek, onu kaybetme korkusuyla başbaşa kalıp, değerini idrak ederek savunup ayakta tutarak var edilebilecek diye düşünüyorum.
Umudumu koruyorum.
Çok selam ve sevgilerimle.
Sevgili Cafer Bey, her ülkenin her toplumun kendine göre özellikleri, nitelikleri var biliyorsunuz. Mesela İngiltere'de sistemi ayakta tutan kurumlar arasında burjuvazi ve sendikalar gelir. Ayrıca hukukun üstünlüğü, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı hiçbir şekilde tartışma konusu olmaz. Bizde ordu, bu dengelerin gelip bağlandığı yerdi. Atatürkçü ve cumhuriyetçi ordu. Bu önemli konuları siviller yerine orduya emanet etmek doğru bir şey midir? İngiltere, Almanya, Fransa, ABD gibi ülkeler açısından bakarsanız çok yanlıştır ama bizim açımızdan bakınca bugün görüyoruz ki öyle yanlış değilmiş.
SilHocam zombi şirketler çok fazlalaştı banka bilançoları suni düzeltiliyor ve birçok özel ve devlet bankası syr 13-15 arası gittikçe 11 sınıra altına yaklaşıyor sizce faiz indirsek mi muhabbetleri varken yönetimde bu yaz neler göereceğiz birde yaz aylarında mb nin kısa dönem borçları nın bir kısmının vadesi geliyor yani 2. Yarıyıl borç yoğun siz bir bankacılık krizi bekliyor musunuz görünce
YanıtlaSilŞimdilik beklemiyorum ama tabii nasıl politikalar izleneceğine bağlı olarak değişir.
SilKurtuluş savaşı iç ve dış mihraklara karşı yapıldı, o zamanlar hedefine ulaşamayanların BOP projeleri ile geldiğimiz nokta bu. Sırtında intikam kamburu ve Türk düşmanlığı olanlar tekrar hortladı. Bu kadar dış borcu olan ülkenin bağmsız dış politikası ve ekonomisi olamaz.
YanıtlaSilSayın hocam, rahmetli Saracoglu aynı zamanda Merkez Bankası çalışanları için çağının çok ötesinde bir bireysel emeklilik sistemi oluşturmuştu, bu konuya da bir ara değinirseniz çok sevinirim.
YanıtlaSilHocam Ordunun Bürokrasi ye , demokrasi ye ve yargıyı ayakta tutan güçün ordudur konusunu açabilirsiniz.
YanıtlaSilÇünkü Türk ordusu Atatürk Cumhuriyetinin savunucusu idi.
SilTürkler asker millettir,başında ordunun gücü olmazsa millet cıvıtır.
SilEmeklerinize sağlık
YanıtlaSilSağ olun.
SilHocam.,
YanıtlaSilYazılarınızı gücüm yettiğince okumaya çalışıyorum.
Her seferinde de bu yazınızda olduğu gibi " DÜŞÜNSEL DEPREM" oluşturmayı beceriyor sunuz.❗🤭
İyiki varsınız.
Ancak.,
ÇOK DUYGULANDIĞIM,
GÖZLERİM NEMLENEREK okuduğum Bu yazınızda ;
Hem orduyu.,
DEVLETİN ZIVANASI ❗olarak tarif edip,
Zayıflayınca bütün değerlerin de çöküşe geçtiğini vurgulayıp.,
Hemde 12. Eylül darbesi sonucunda EKONOMİK maliyetlerin artışından bahsetmeniz ..⁉️
Size göre de bir ÇELİŞKİ değil midir ⁉️🤔
Sağlık dileklerimle. 🙏MED.
Evet çelişkidir. Ama Türkiye zaten çelişkiler ülkesidir.
SilAslına bakarsanız bütün maliyetlerin artması 12 Eylül sonrası olmadı. O tarihten sonra gizlenen maliyetler açığa çıktı. O maliyetler gizlenmeseydi belki çözüm de bulunabilirdi.
Birgün öğrenirsiniz hayatın çelişkilerden ibaret olduğunu.
Sil