Gezilerim
KÜBA GEZİSİ (10 Eylül – 19 Eylül 2016, Havana – Trinidad – Cayo Santa
Maria)
Birinci Gün (İstanbul – Toronto –Havana)
Air Canada ile 11.15’de İstanbul Atatürk Havalimanından hareket ederek 10 saatten
fazla bir uçuş sonrası Toronto Havalimanına indik. Toronto Havalimanında 4
saate yakın bekledik. Oradan yine Air Canada ile Toronto – Havana uçuşu yaptık. Bu uçuş da 3,5 saat kadar sürdü. Küba saatiyle
10.30’da Havana Jose Marti Havaalanına indik.
Küba’da gerek pasaport işlemleri
gerekse bavulların çıkması zaman alıyor. Yaklaşık 1,5 saatte havaalanında
işimiz bitti ve otobüsle Melia Havana Otele gittik. Otelde geç saat olmasına
karşın turun organize ettiği bir tavuk ızgara yedik. Tavuk deyip geçmeyin,
benim çocukluğumdaki tavukların lezzeti vardı. Çünkü tavuklar doğal besinlerle
besleniyorlarmış.
İkinci Gün (Havana)
Otelde kahvaltı son derece
iyiydi. Bizim 5 yıldızlı otellerin kahvaltılarına benzer bir açık büfe kahvaltı
var. Tıpkı tavuklar gibi yumurtalar da doğal lezzete sahip. Kahvaltının
ardından otobüsle şehir turuna başladık. Havana eski kenti, Malecon Bulvarı,
Devrim Meydanı, Kolomb’un mezarı, Miramar ve Morro Kalesini gezdik. Buraları
gezerken sürekli arabadan inerek kısa turlar yaptık ve fotoğraf çektik.
Aşağıda Devrim Meydanındaki bir
binanın cephesinde Che’nin demirden yapılma resmi yer alıyor.
Resmin hemen yanındaki yazı “hasta
la victoria siempre” zafere kadar daima anlamına geliyor. Aynı adı taşıyan
şarkı çok ünlüdür. Costa Gavras'ın 1972 tarihli Sıkıyönetim filmindeki
üniversite ayaklanmasında kullandığı hali çok etkileyicidir:
Che’nin (asıl adı Ernesto Guevara
del Serna) bu resmi fotoğrafçı Korda tarafından çekilmiş ünlü resminden
esinlenilerek yapılmış. Resmin aslı 20’nci yüzyılın en ünlü fotoğrafı olarak
kabul ediliyor. 1968 yılının Ekim ayında Mülkiye’ye başladığımda Che, Bolivya’da öldürüleli tam 1 yıl olmuştu. Mülkiye’nin duvarları Che’nin bu
ünlü fotoğrafıyla kaplıydı.
Devrim Meydanı, her 1 Mayıs’ta
büyük kutlamalara ayrılıyormuş. Meydanın oldukça uzağındaki bir alandan sabah
yürüyüş başlıyor ve meydanda sona eriyormuş. Ardından 1 Mayıs kutlamaları
başlıyor. 1 Mayıs’ta durum nedir görmediğim için bir yorum yapmam ne kadar
doğru olur bilmiyorum ama bence meydanın en önemli parçası Che’nin yukarıya aldığım
dev resmi.
Aşağıda Havana’nın Morro
Kalesinden genel görünümü yer alıyor.
Atatürk’ün büstünü ziyaret etmeyi
ihmal etmedik doğal olarak.
Üçüncü Gün (Havana – Trinidad – Cayo Santa Maria)
Sabah kahvaltıdan sonra otobüsle
yola çıktık. İlk programa göre Trinidad’da geceleme olacaktı, sonradan
otellerden şikâyetler olduğu için geceleme kısmı kaldırılmış. Trinidad küçücük
sevimli bir şehir, kısa sürede tamamını gezmek mümkün. Biz de şehir gezisi
yaptık. Ardından ünlü La Canchanchara Bar’a gittik ve barla aynı adı taşıyan
içkiden içtik. La Canchanchara, rom, limon, bal ve su ile yapılıyor. Devrimciler
bunu bir enerji içeceği olarak içiyorlarmış. Hafif ve tatlı bir kokteyl ama
bana sorarsanız bir defadan fazla içmeye değmez.
Aşağıda solda La Canchanchara Bar’ın
duvarındaki amblem, solda Trinidad’ın bu bardan görünümü yer alıyor.
Öğlen yemeğini Trinidad’da bir
restoranda yedikten sonra şehri biraz daha dolaştık. Trinidad hoş bir şehir ama
yarım günlük bir şehir turu bence yeterli. Turumuzu bitirdikten sonra Cayo
Santa Maria’ya doğru yol açıktık. Yolda zaman zaman tropikal yağmur bize eşlik
etti. Hotel Melia Cayo Santa Maria’ya akşam vardık. Otel blok evler şeklinde
yapılanmış ve her şey dâhil konseptiyle çalışan bir oteldi. Yemek açık büfe
şeklindeydi. Çeşit çok olsa da yemeklerin kalitesini beğenmedik.
Dördüncü Gün (Cayo Santa Maria)
Cayo kum yığınlarından oluşmuş küçük
ada demekmiş. Santa Maria da Kristof Kolomb’un üç gemisinden birinin adı. Ada,
Küba adasının kuzeyindeki irili ufaklı binlerce adadan birisi. Adaların hepsi
birbirine denizden doldurma bağlantı yollarıyla veya köprülerle bağlanmış
durumda.
Cayo Santa Maria beyaz kumlarıyla
ve turkuaz renkli deniziyle tam anlamıyla cennetten bir köşe. Birçok yerde
denize girdim bu kadar güzel ve temiz bir deniz görmedim. Bütün gün denizden
çıkmadık desem yeridir. Güneş müthiş yakıyor. Buraya gidecek olanların
yanlarında yüksek koruma faktörlü güneş kremi götürmesinde büyük yarar var.
Aksi halde insan denizin büyüsüne dalıp istakoz gibi haşlanabilir.
Aşağıda Cayo Santa Maria’nın
plajı yer alıyor (fotoğraf bana ait değil.)
Denizin güzelliği ve temizliğinin
yanı sıra kumsal da bir o kadar güzel. Bembeyaz ve incecik kumları var. Güneşin
yakıcılığına karşın kumda yürürken ayaklarınız yanmıyor. Adada büyük binalar
olmadığı için son derecede doğal bir görünüm egemendi. Yarın öbür gün kapitalizm
buraları ele geçirirse korkarım buralar daha çok para kazanmak için bozulur.
Beşinci Gün (Cayo Santa Maria – Santa Clara – Cienfuegos – Havana)
Kahvaltıdan sonra otobüsle Santa
Clara’ya doğru yola çıktık. Yol üzerinde Remedios kasabasına girip çıktık. Son
derecede sevimli tarihi bir kasaba Remedios. Bütün kent ve kasaba meydanlarında
Jose Marti’nin bir heykeli veya büstü bulunuyor. Küba bağımsızlık mücadelesinin
önderliğini yapmış olan Jose Marti (1853 – 1895) ulusal bir kahraman.
Sonraki durağımız Santa Clara
idi. Santa Clara, Küba devriminin en sert savaşlarına sahne olmuş bir şehir.
Che Guevara ve onunla birlikte Bolivya’da öldürülen 37 arkadaşının anıt mezarı
da bu şehirde bulunuyor. Mezar - müze yayvan bir bina ve üzerinde Che Guevara’nın
elinde tüfekli ünlü heykeli yer alıyor. Çatışmalarda yaralandığı için heykeli
bir kolu sargılı olarak yapılmış.
Aşağıdaki resim Che Guevara’nın
sözünü ettiğim heykeli.
Sonra da devrimin ünlü
simgelerinden zırhlı treni görmeye gittik. Che ve arkadaşlarının bu treni ele
geçirmesi devrimin başarıya ulaşmasında önemli bir dönüm noktası olmuş.
Aşağıda ünlü zırhlı tren yer
alıyor (fotoğraf bana ait değil. Trenin bugün sergilendiği yer asıl olayın
olduğu yerden biraz ötede)
Öğle yemeğini Santa Clara’da bir
restoranda yedikten sonra Cienfuegos kentine doğru yola koyulduk. Cienfuegos
kenti Unesco dünya mirası listesinde yer alan bir kent. Kent merkezini, Jose
Marti Parkını, Prado Promenad’ı ve Malecon Bulvarını gezdik.
Kentte serbest zamanı dolaşarak
geçirdikten sonra otobüsle Havana’ya dönüşe geçtik.
Altıncı Gün (Havana – Vinales Vadisi ve Pinar del Rio)
Kahvaltıdan sonra ekstra tur olan
Vinales vadisi ve Pinar del Rio gezisine katıldık. Eğer Küba’ya gidecekseniz ve
bu tur ekstra ise mutlaka katılmanızı öneririm.
Vinales vadisinde Küba
purolarının yapıldığı tütünler yetiştiriliyor. Burada kent merkezi ve ardından
tütün çiftlikleri ziyaret ediliyor ve tütünün nasıl yetiştirildiği, toplandığı
ve nasıl puro haline getirildiğini görmek mümkün oluyor.
Vinales kent merkezinde puro
fabrikalarını gezerek puroların nasıl yapıldığını gördük. Bu arada puroları
kadınların bacaklarında sardıkları da bir şehir efsanesinden ibaretmiş onu da
söyleyeyim. Tütünler fabrikaya balyalar halinde geliyor ve kalitelerine göre
ayrılıp sınıflandırılıyor.
Sonra Pinar del Rio’ya gittik.
Buradan vadi manzarasını gördük. İnanılmayacak kadar güzel ve görkemli bir
doğa manzarası var.
Öğlen yemeği vadinin ortasında
doğaya çok uyumlu bir restoranda yendi. Yemek sırasında adeta gök delindi ve
uzun süre tropik yağmur yağdı. Ben de yağmurun fotoğrafını çektim. Fotoğraflar
aşağıda.
Yemekten sonra bir içki molası
vererek oranın en tutulan içkisi olan Pina Colada kokteyllerimizi içtik. Çok
sevdiğim bir içki değildir ama orada gerçekten çok güzel yapıyorlar. Bir de
sürpriz vardı. Barda Küba ve Türk bayrağı yan yanaydı (bayrağı önceki gelişinde
tur rehberi Murat Yalçın vermiş.)
Vadide bir kayalığın tamamı
boyanarak dev bir resim yapılmış. Resim Cezanne ve Gaugin resimlerinin adeta
bir karması gibi. Aşağıda.
Bütün günümüzü alan bu geziden
sonra Havana’ya otelimize geri döndük.
Yedinci Gün (Havana)
Sabah kahvaltıdan sonra eski
Amerikan arabalarıyla şehir merkezine gittik. Bizim araba 1956 model Ford idi.
Bu arabaları aslında kaporta haricinde değiştirmişler. Örneğin vites,
orijinalinde direksiyonda iken bunlarda yere alınmış, motorlar dizel motorla
değiştirilmiş. Arabanın gösterge panelindeki hiçbir şey çalışmıyor ama usb
bellek kartıyla çalışan müzik çalar takılmış.
Otelden şehir merkezine gidiş
için 15 CUC verdik. Şehir merkezinde indik ve Devrim Müzesini gezdik. Müzenin
girişi 8 CUC. Müze, devrimle ilgili silahların, eşyaların, fotoğrafların
sergilendiği bir müze ve Küba’da görülmesi gereken yerlerden birisi olarak
nitelendirebilirim.
Aşağıda solda devrim müzesi
binası, sağda onun önünde sürekli olarak yanan devrim ateşi.
Devrim müzesi çıkışında hep
birlikte Ernest Hemingway’in meşhur ettiği, dünyanın en iyi 7 barından birisi
olarak kabul edilen Floridita Bar’a gittik. Zar zor oturacak bir yer bulduk.
Barın en ünlü içkisi olan Daiquiri’lerimizi canlı müzik eşliğinde içtik.
Bardan sonra serbest zamanımız
vardı. Biz de eski kentin caddelerini ve ara sokaklarını gezdik. Son derecede
renkli yerler. İnsanlar zengin değil ama hem kendileri hem de çevre temiz.
Kimisi kenti eski bulsa da ben tarihi olarak niteliyorum. İkisi biraz farklıdır.
Aşağıda ara sokaklardan iki
fotoğraf yer alıyor.
Yorulunca otele dönmeye karar
verdik. Bu kez üstü açık bir Chevrolet’ye binerek döndük otele Bu araba
gidiştekinden daha fiyakalı olduğu için 20 CUC aldı.
Sekizinci Gün (Havana)
Bana sorarsanız sekizinci gün
fazlaydı. Bir kez daha Havana’ya inmeyi gözümüz kesmedi. Otelin çevresinde
dolaştık sonra da otelin havuzunda zaman geçirdik.
Otelin biraz ilerisinde denize
girilebiliyor. Kayalık bir yer ama denize doğru iskeleler var. Ayrıca çevrede
küçük çaplı bir alış veriş merkezi var. Ama fiyatlar Avrupa’dan farklı değil.
Dokuzuncu gün (Havana – Toronto – İstanbul)
Turun en zor günü bu son gündü.
Havana – Toronto uçağı 8’deydi. Havaalanında işler ağır yürüdüğü için sabah
4.30’da yola çıktık. Havana – Toronto uçuşu 3,5 saat sürdü. Toronto hava
alanında 5 saat bekleme vardı. Buna karşılık hava alanında masalarda internetin
ücretsiz olarak kullanılabildiği masaya sabitlenmiş ipad’ler var. Dolayısıyla
zaman geçirmede sorun olmuyor.
Toronto – İstanbul uçuşu da
9,5saat sürdü. Otelden çıkıp İstanbul’da eve girdiğimizde kabaca 22 – 23
saattir yollardaydık. İşin bu tarafı çok yorucu, hele bir de benim gibi uçakta
uyuyamıyorsanız işiniz zor demektir.
DEĞERLENDİRME
Genel Olarak
Küba turuna kişi başı 2.390 USD ödedik.
Küba turundan genel olarak memnun kaldık. Tur, birkaç acentenin katılımıyla (Bin Rota, Gazelle, Setur, Jolly Tur, Mika Tur vd.) düzenlenmiş bir turdu.
Küba turundan genel olarak memnun kaldık. Tur, birkaç acentenin katılımıyla (Bin Rota, Gazelle, Setur, Jolly Tur, Mika Tur vd.) düzenlenmiş bir turdu.
Tur rehberi Murat Yalçın idi.
Murat bey hem çok bilgili hem de insanlarla çok ilgiliydi. Rehberliğini çok
beğendik.
Tur şirketlerine önerim bu turu ya bir gün kısaltmaları ya da daha iyisi Cayo Santa Maria’da bir gün daha kalınacak şekilde süreyi ayarlamalarıdır. Son gün Havana için fazla geliyor. Bu sadece benim görüşüm değil. Bizim tura katılanların ortak düşüncesiydi.
Genel bilgiler ve öneriler
Kanada üzerinden gidecekseniz
Kanada transit geçişte bile vize istiyor ve bu vize insanı bayağı uğraştırıyor.
Onun için vize için erken başvurun.
Bizim gittiğimiz mevsimde hava
sıcaklığı 30 derece dolayındaydı, nem de oldukça fazlaydı. Şort ve açık renkli
tişörtler ideal kıyafet. Mutlaka şapka alın. Yanınızda ince bir yağmurluk
bulundurun. Çünkü yağmurun ne zaman ve ne süreyle yağacağı bilinmiyor.
Ayakkabılarınız rahat olsun. Tercihan spor ayakkabı giyin. Güneş gözlüğünüzü
mutlaka götürün. Yüksek koruma faktörlü güneş yağı ve sivrisinek kovucu
spreylerden alın.
Otellerde kahvaltıda her türlü
tropik meyve ve bunların sıkılmış suyu (ananas, mango, papaya, star fruit,
guava) bulunuyor. Guava çok yararlı bir meyve bunun suyunu mutlaka içmenizi
öneririm.
Küba Devrimi ve Sonrası
Küba Devrimi; 26 Temmuz 1953’de
Batista rejimine karşı Moncada Kışlası ayaklanmasıyla başlayan ve 1 Ocak 1959’da
Batista’nın devrilmesi, Santa Clara ve Santiago kentlerinin de ele
geçirilmesiyle sonuçlanarak Fidel Castro önderliğinde yeni bir hükümet
kurulmasına kadar uzanan süreci kapsar. 5,5 yıla yakın bir dönemi kapsayan uzun
bir süreçtir. Devrimden sonra Küba’da sosyalist ilkeler yaşama geçirilmiştir.
Devrimin önde gelen komutanları;
Fidel Castro, Ernesto Che Guevara, Raul Castro, Frank Paist, Camilo Cienfuegos,
Juan Almeida Bosque,
Küba’da önemli yatırımları
bulunan ABD, Castro rejimini devirmek için birçok girişimde bulunmuş, 17 Nisan 1961'de Domuzlar Körfezi çıkarması diye
anılan hareketle adayı ele geçirmeye çalışmış ama başarıya ulaşamamıştır. Küba’nın
sosyalizme geçişi ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerini artırması bu olaydan
sonra hızlanmıştır. ABD, 1903 yılında 150 yıllığına Küba’nın güney ucundaki
Guantanomo Körfezinde 121 kilometrekarelik bir alanı yıllık 4 bin Dolara
kiralamıştır. Halen burası ABD üssüdür ve 2002 yılından itibaren askeri
hapishane olarak kullanılmaktadır.
Küba, ABD’nin uyguladığı ekonomik
ambargo altındadır. İki ülke arasında yumuşayan ilişkilerle bu ambargo artık
son bulma aşamasına gelmiştir. Küba ile ilgili değerlendirmeleri yaparken
ülkenin yarım yüzyıldan uzun bir süredir ekonomik ambargo altında bulunduğunu
dikkate almak gerekir.
Para birimi
Küba’nın para birimi Peso (CUP).
Ama bu parayı yabancılar kullanamıyor. Otelde veya başka bir yerde Euro veya
Dolar bozdurduğunuzda size Konvertibl Peso (CUC) veriyorlar. 1 CUC = 1 USD veya
1 CUC = 0,90 Euro ya da 1 CUC = 2,97 TL. Çarşıda pazarda Dolar veya Euro
almıyorlar. O nedenle CUC edinmeniz gerekiyor. Oteller aynı pariteyle Dolar
veya Euro bozuyor.
Küba’dan alınabilecek şeyler
(1) Alicia Plesenta kremi ve
Alicia Propolis kremi (kaldığınız otelin mağazasında bulabilirsiniz. Fiyatı
7,75 CUC)
(2) Rom (Bizim duty free
shoplarda da var ama orada daha ucuz. 7 yıldızlı Havana Club 18 CUC, 3
yıldızlısı kabaca 6 CUC.)
(3) Puro (İlk beş marka sıralaması
şöyle: Cohiba, Partagas, Monte Cristo, Romeo Julliet, Hoyo de Monterey.)
Fiyatlar puronun markasına ve boyuna göre değişiyor ama genel olarak oldukça
pahalı. Cohiba’nın robusto boyunun 25 adetlik orijinali 350 USD dolayında.
Bunların bir de irregular olanları var. Yani renkleri biraz daha açık olan veya
pek anlaşılmayacak farklılıkları olanlarının 25 adedi 85 Euro.
(4) Küba kahvesi (çekirdek veya
çekilmiş. 1 kg lık paket 12 – 15 CUC arasında.) Tütün çiftliğinde aynı zamanda
kahve de yetiştirildiği için oradan da organik olanını almak mümkün (kabaca
yarım kg lık paketi 5 CUC.)
(5) Manyet (1 CUC)
(6) Tişört (10 – 15 CUC arası)
(7) Küçük kız çocuğunuz varsa
ters çevrilince başka bebeğe dönüşen bezden yapılma Nina – Lola bebek (5 CUC.)
Bu tür şeylerin fiyatları her
yerde aynı, değişmiyor. Karaborsa diye bir şey yok. Örneğin en çok talep
yukarıda değindiğim kremlere yöneldiği halde her yerde aynı fiyata satılıyor,
kimse bunları tezgâh altına çekip karaborsa yapmaya yeltenmiyor.
Küba Ekonomisi (2015 verileri, kaynak: http://tr.tradingeconomics.com/cuba/indicators)
GSYH: 80,7 milyar USD (Türkiye:
720 milyar USD)
Büyüme hızı: % 4,3 (Türkiye % 4)
Nüfus: 11,4 milyon (Türkiye: 78
milyon)
Kişi başına Gelir: 5.351 USD
(Türkiye: 9.300 USD)
Kişi başına gelir SGP: 19.950
(Türkiye: 18.857 USD)
Cari denge / GSYH: % 0,1 fazla
(Türkiye % 4 açık)
Bütçe açığı: % 5,7 (Türkiye %
1,5)
Kamu kesimi borç stoku / GSYH: %
17,1 (Türkiye 35)
Sosyal göstergeler (2015 verileri,
kaynak: http://tr.tradingeconomics.com/cuba/indicators)
Terörizm Endeksi: 0 (Türkiye:
5,75)
Okuryazarlık oranı: % 99,8 (Türkiye: % 95,4)
Sağlık ve eğitim tümüyle parasız
olarak sağlanıyor. Ve kalitesi de çok yüksek. Kübalı doktorlar mavi akrep
kanını kullanarak kanser hücrelerinin gelişimini engelleyen bir ilaç yapmışlar.
Dünyanın her yanından müthiş bir ilgi var.
Günlük yaşamla ilgili gözlemler
Hava çok sıcak ve nemli olduğu
için kadınlar genellikle şortla geziyorlar. Tek bir Kübalı erkeğin kadınlara
laf attığına, sarkıntılık yaptığına hatta uzun uzun baktığına tanık olmadık.
Kadınlar her yerde yaşamın içindeler.
Marketler temel ihtiyaç
ürünlerini satıyorlar, lüks yok. Çikolatalar camekanlı dolaplarda bulunuyor.
Pet şişe su 0,45 CUC.
Küba Gezisiyle İlgili Verdiğim Notlar (5 en iyi, 1 en kötü)
Konu
|
Not
(5 en iyi, 1 en kötü)
|
Jolly Tur
|
3
|
Tur Rehberi Murat Yalçın (Bin Rota)
|
5
|
Kanada Hava Yolları
|
4
|
Toronto Hava Limanı
|
4
|
Havana
|
4
|
Trinidad
|
3
|
Cayo Santa Maria
|
5
|
Santa Clara
|
4
|
Cien Fuegos
|
4
|
Eski Amerikan arabaları
|
4
|
Floridita Bar
|
5
|
Melia Havana Otel
|
4
|
Melia Cayo Santa Maria Otel
|
4
|
Devrim Müzesi
|
4
|
Vinales Vadisi ve Pinar del Rio
|
5
|
Küba Turu
İçin Ortalama Not (5 üzerinden)
|
4,1
|
Son Söz
Küba'yı bir cümleyle özetle derseniz şöyle özetleyebilirim: Fakir ama mutlu. (Karşılaştırma için Amerika'yı şöyle özetleyebilirim: Zengin ama mutlu değil. Türkiye'yi şöyle özetlemek mümkün: Ne fakir ne zengin ne de mutlu.)
Küba'yı bir cümleyle özetle derseniz şöyle özetleyebilirim: Fakir ama mutlu. (Karşılaştırma için Amerika'yı şöyle özetleyebilirim: Zengin ama mutlu değil. Türkiye'yi şöyle özetlemek mümkün: Ne fakir ne zengin ne de mutlu.)
Porto, Lizbon Turu (17 – 21 Temmuz 2015)
Tur Programı (Notlar
5 üzerindendir)
Tur Düzenleyicisi: Kappa Tur (4)
Tur Programı: Porto 2 gün, Lizbon 2 gün: Gerçekte 1 tam gün
otobüs yolculuğuyla geçiyor (4)
Turun fiyatı: Kişi başına 499 Euro: (4)
Porto ve Lizbon hakkında görüşüm:
Porto: (5)
Lizbon: (4)
Tur Operasyonu
Rehber Hüseyin Yılmaz: (5)
Turun Otobüsü: (3)
Kalınan Oteller:
Beta Porto Otel
(Porto): (2,5) (Otelin kendi yıldızı ****)
Holiday inn
Ekspress Otel (Lizbon): (3,5) (Otelin kendi yıldızı ***)
Ekstra Geziler ve Faaliyetler:
Fatima, Nazare ve
Obidos Turu: (4) (Porto – Lizbon yol arasında uğranan yerler olmasına karşılık fiyatın
yüksek saptandığını düşünüyorum. Fiyatı mesela 50 Euro olsa 5 puan verirdim.)
Lizbon’da Fado gecesi: (4) (Fiyatı
kendi başınıza gideceğiniz fado gecelerine göre yüksek olduğu için 1 puan
kırdım, yoksa salon bizim tur için kapatılmıştı ve iki gitarist ve iki ayrı
fado şarkıcısı vardı. Eğer fiyatı örneğin 50 – 55 Euro olsaydı 5 puan verirdim.)
Portekiz Hakkında
Genel Bilgiler
Avrupa kıtasının en batı ucunda İber yarımadası üzerinde yer
alan Portekiz, kuzey ve doğudan İspanya, güney ve batıdan Atlas Okyanusu ile
çevrili bir coğrafyada yer alıyor. Atlas Okyanusunda bulunan Azor adaları ve
Madeira takımadaları da Portekiz’e bağlı özerk yönetimlerdir.
Beşinci yüzyılda Douro nehrinin ağzında kurulu olan Portu (bugünkü
Porto) ve Cale (bugünkü Villa Nova Gaia) kentlerinden dolayı ülke Terra
Portucalis adıyla anılıyordu. 1093 yılında Kastilya ve Leon Kralı VI. Alfonso,
bu topraklarda Portus Cale Kontluğu’nu kurdu. Bu kontluk Portucalensis adıyla
anılır oldu ve bir süre sonra bağımsız bir krallık halini aldı.
Portekiz İmparatorluğu 15 ve 16. yüzyıllarda Brezilya’dan
Filipinler’e kadar yayılan dünyanın en büyük imparatorluklarından birine
dönüştü. 20. yüzyıla girilirken gücünü yitiren imparatorluk geri çekile çekile
Avrupa’daki topraklarına döndü.
Portekiz, 1986 yılında Avrupa Birliğine katıldı. 1999
yılında Euro para birliğinin kuruluşunda üye olarak yer aldı ve Euro’yu resmi
para birimi olarak eski para birimi Eskudo yerine kullanmaya başladı.
3 F, Portekiz’in en sevilen, en ünlü şeylerini ifade ediyor:
Fado, Futbol ve Fiesta.
Portekiz Ekonomisi
Hakkında Bilgiler
Önce Portekiz’in ekonomik göstergelerini bir tablo halinde
son 5 yılla karşılaştırmalı olarak bir tablo halinde sunayım (Kaynak: IMF, WEO Database, April,
2015)
Gösterge
|
2010
|
2011
|
2012
|
2013
|
2014
|
GSYH
Büyüme oranı (%)
|
1,9
|
-1,8
|
-4,0
|
-1,6
|
0,9
|
Cari
Fiyatlarla GSYH (Milyar USD)
|
239
|
245
|
216
|
225
|
230
|
Kişi
Başına Gelir (USD)
|
22.581
|
23.217
|
20.589
|
21.514
|
22.130
|
Toplam
Yatırımlar / GSYH (%)
|
21,1
|
18,6
|
15,7
|
14,5
|
14,9
|
Toplam
Tasarruflar / GSYH (%)
|
9,4
|
10,9
|
14,1
|
15,0
|
15,5
|
Enflasyon
(%)
|
2,4
|
3,5
|
2,1
|
0,2
|
-0,3
|
İşsizlik
Oranı (%)
|
10,8
|
12,7
|
15,5
|
16,2
|
13,9
|
Nüfus (Bin
kişi)
|
10.573
|
10.558
|
10.515
|
10.457
|
10.393
|
Bütçe
Dengesi / GSYH (%)
|
-11,2
|
-7,4
|
-5,6
|
-4,8
|
-4,5
|
Kamu Borç
Stoku / GSYH (%)
|
96,2
|
111,1
|
125,8
|
129,7
|
130,2
|
Cari Denge
/ GSYH (%)
|
-10,2
|
-6,0
|
-2,1
|
1,4
|
0,6
|
2011’denbaşlayarak ekonomik küçülmeyle karşı karşıya kalmış
olan Portekiz ekonomisi büyümeye geri dönmüş görünüyor. GSYH ve kişi başına
gelir düşmüş olsa da yeniden yükselmeye başlamış. Kişi başına geliri yaklaşık
22 bin USD yani Türkiye’de kişi başına gelirin iki katından biraz yüksek.
Enflasyon sıfır dolaylarında, işsizlik oranı yüzde 14’e yakın bir düzeyde
bulunuyor. 2010’da hızla yükselen bütçe açığını yüzde 5’in altına çekmeyi
başarmışlar. Buna karşılık kamu kesimi borç yükü yüzde 130 gibi oldukça yüksek
bir düzeye tırmanmış. Portekiz 2010’da yüzde 10’a yükselen cari açığını yüzde
yarıma kadar düşürmeyi başarmış bulunuyor.
Portekiz, küresel krizden en fazla etkilenen Euro Bölgesi
ekonomilerinden birisi olmasına karşılık bu etkilenmeyi sokaktaki yaşamdan fark
etmek pek mümkün değil. Son dönemde ekonomi oldukça toparlanmış olduğu için
belki de onun etkisiyle örneğin 9 – 10 ay önce gittiğimiz Atina sokaklarındaki
olumsuz etkiyi buralarda hiç görmedik diyebilirim.
İstanbul – Lizbon
Atatürk Havalimanından saat 11,45’de kalkan THY uçağıyla
Lizbon’a (4,5 saatlik bir uçuştan sonra) yerel saatle 14,45’de indik.
Rehberimiz Hüseyin Yılmaz bizi karşıladı. Otobüse bindik ve Porto’ya doğru yola
çıktık (THY her gün Porto’ya uçmadığı için Lizbon’a indik ve Porto’ya otobüsle
gittik. Önce Porto yaptık sonra tekrar Porto’dan Lizbon’a otobüsle geldik ve
dönüş uçağına Lizbon’dan bindik. Bence turun en saçma yönü buydu. Oysa doğrusu
İstanbul’dan Porto’ya gitmek oradan otobüsle, hatta trenle, Lizbon’a gidip
Lizbon’dan İstanbul’a dönmekti. Porto’ya yakında THY her gün uçmağa
başlayacakmış ve o zaman bu dediğimi yapacakmış tur şirketleri.) Turla değil de
bireysel olarak gidecek olanlara İstanbul Lizbon uçuşunu yapıp Lizbon’da 1- 2 gün geçirdikten sonra Porto’ya trenle
gitmelerini (adam başı 5 Euro) öneririm. Sonra Porto’dan İstanbul’a THY ile
dönülebilir. Böylece Porto – Lizbon arasını 2 kez gidip gelmemiş olursunuz.
Lizbon – Porto ve
Porto Şehir Turu
Lizbon – Porto arası otobüsle 3,5 saat sürdü. Porto’ya
vardıktan sonra otobüsle şehir turu yaptık. Porto Katedrali, Şarap mahzenleri,
Liberdade meydanı, Batalha meydanı, Ribeira bölgesi, Tore Dos Clerigos Kulesi,
Santa Caterina caddesi, Don Luis I köprüsü, Boa Vista’yı bazılarında otobüsten
inerek kuş bakışı gezdik.
Porto şehir turunun ardından Beta Porto Oteline geldik. Şehir
merkezine yaklaşık 2 km uzaklıkta bir oteldi. 4 yıldızlı olmasına karşılık
bizim ölçülerimize göre 3 yıldızlı bir oteldi. Temiz bir oteldi, kahvaltısı da
Avrupa otel düzenine göre oldukça iyi düzeydeydi. Buna karşılık odaların
duvarları yalıtımsız olduğundan yan odaların gürültülerini duymamak mümkün
değildi. Kulak tıkaçlarım beni geceyi uykusuz geçirmekten kurtardı (ne olur ne
olmaz valizinize bir kulak tıkaçı atın derim.)
Porto
Turun programında sabah otobüsle Braga turu vardı (Ücreti 45
Euro idi.) Öğleden sonra 1,5 – 2 gibi dönüleceği için Porto’yu gezmeye zaman
kalmayacağı düşüncesiyle Braga turuna katılmadık. Sonradan şehri gezerken
uğradığımız tren istasyonunda gördük ki Porto – Braga tren ulaşımı 5 Euro imiş.
Biz yine de Porto’ya zaman kalmayacağı düşüncesiyle Braga’ya veya bazı tur
katılımcılarının yaptığı gibi Guimares’e gitmeyip Porto’yu gezdik. Eğer
Porto’da 1 gününüz varsa size önerim Porto’yu gezin. Çünkü Porto gerçekten çok
güzel ve tarihi bir kent. Braga veya Guimares’e giderseniz Porto’ya yeterince
zamanınız kalmaz. Ama eğer 2 gününüz varsa birisinde Braga ve Guimares’e
gidebilirsiniz.
Porto şehir turunda gittiğimiz her yere bu kez yürüyerek ve
bol zaman ayırarak gittik.
Porto Katedralini
gezin.
Eğer şaraba
meraklıysanız Gaia Bölgesi ve şarap mahzenlerine gidin (Duoro nehrinin bir
kıyısı Ribeira bir kıyısı da şarap mahzenlerinin bulunduğu Gaia bölgesi.)
Kısa Kısa
Son derecede sevimli, küçük, gezilmesi kolay bir kent olan
Porto’yu yürüyerek kolaylıkla gezebilirsiniz. Sıkıldığınız yerde tuk tuk denen
Uzakdoğu icadı araçlara binebilirsiniz. Her yerde kafeler var. Kenti gezmekten
yorulduğunuz yerde bir kahve molası verebilirsiniz. Kahve fiyatı 1 – 3 Euro
arasında değişiyor. Portekiz biraları da çok güzel. O da bardağın boyuna göre 3
– 5 Euro arasında değişiyor. Yanında patates kızartması da alırsanız çok
keyifli bir mola olur.
Portekizliler son derecede konuksever ve yardımsever
insanlar. Avrupa’da her yerde rastlamayacağınız kadar ilgililer. İngilizce
bilmeseler bile size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Porto - Lizbon Yolculuğu,
Fatima, Nazare, Obidos ve Lizbon Şehir Turu
Ertesi gün kahvaltıdan sonra otobüsümüze binerek Lizbon’a
doğru yola çıktık. Yol üzerinde üç yere uğradık (bu uğramalar da ekstra tur ve
yukarıda değindiğim gibi ek 70 Euro’ya mal oluyor. Eğer bu ekstra tura katılmayacaksanız
o zaman tur otobüsüyle değil tren veya başka bir otobüsle Lizbon’a gitmeniz
gerekiyor. Ama eğer böyle bir tura katılıyorsanız bu ekstra turu almanızı
öneririm çünkü üç yer de görülmeye değer yerler.)
Fatima
Fatima
kasabasının kutsallığı, 13 Mayıs 1917 günü üç köylü çocuğun Meryem Ana'yı
gördüklerini iddia etmesiyle başlıyor. İddiaya göre Meryem Ana altı ay süre ile
her ayın 13'ünde bu üç çocuğa görünmüş ve bir şeyler anlatmış. Bu söylentiler
üzerine kasabaya akın eden 70 bin kişinin gözünün önünde 'güneşin dans ettiği'
öne sürülüyor. Meryem Ana'nın çocuklara göründüğü öne sürülen yerde bir
manastır inşa edilmiş. Papa II. Paul, olayın gerçekleşmesinin ellinci yılında Fatima'ya
gitmiş ve ayini bizzat yönetmiş. Bu olay üzerine birçok şehir efsanesi türemiş
gitmiş.
Bir de kasabada
ayinin yapıldığı kiliseye giden uzunca mermer kalitesinde bir yol döşenmiş.
İnançlı Katolikler (bazıları çevre köy ve kasabalardan ayine katılmak için
kilometrelerce yürüyerek geliyor) bu yolu dizlerinin üzerinde gidince her türlü
dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Kimisi de bu şekilde yürüyerek eski
sağlığına kavuşacağını düşünüyor. İşin içine inanç girince denecek bir şey
kalmıyor. İstediğin kadar modern tıp de, istediğin kadar “yahu böyle yürürsen
daha da hasta olursun” de boş. Kültürü, eğitimi, görgüsü ne olursa olsun insanlar
bu tür hurafelere inanmaya meraklı. Ama şunu söylemek gerek: Bu üç çocuk bu
kasabaya inanılmaz bir iyilik yapmış. Bu şehir efsanesi sayesinde burası
turistik bir yer olmuş ve kasabalılar turistik eşya, adak mumu vb satarak,
restoran, otel işleterek iyi para kazanır hale gelmişler.
Lizbon Belem Bölgesi
Gezisi
Bu üç kasabayı gördükten sonra yeniden otobüsümüzle yola
koyulduk. Lizbon’a akşamüzeri vardık. Lizbon şehir turunda Belem semtini
gezdik. İyi ki de öyle yapmışız çünkü kalan bir günde bir daha oraya gidecek ne
zaman ne de hal kalmıştı. Belem bölgesinde Geronimo Manastırını, Kaşifler
Anıtını, Belem Kulesini gezdik.
Lizbon
Turun alternatif olarak sunduğu ekstra tur olan Sintra – Roca
Burnu, Cascais ve Estoril gezisini biz almadık (Ücreti 75 Euro idi.) Bu tura
gidersek Lizbon’u gezmeye zaman kalmayacağını düşündük. Ve haklı çıktık. Tura
gidenler Lizbon’u tam olarak gezemediler. Biz Lizbon’un önceki gün gezdiğimiz
Belem bölgesi dışındaki başlıca yerlerini gezdik.
Sabah kahvaltıdan sonra tam otelimizin önünden kalkan
otobüsle kentin merkezine kadar gittik (adam başı 2,25 Euro.) İndiğimiz
meydanın adı Marquis de Pombal Meydanı idi. Oradan büyük ağaçların gölgelediği
geniş bir caddeden aşağıya doğru on dakikalık bir yürüyüşle Baixa semtine ve
Rossio Meydanına geldik. Sözünü ettiğim geniş caddenin iki yanında en ünlü
markaların mağazaları vardı. Bu yoldan yürürken aklıma Buenos Aires ve
Madrid’in benzer caddeleri geldi. Bir yandan da bizdeki caddeleri düşündüm,
içime fenalık gelince bizdeki durumu en azından dönene kadar düşünmemeye karar
verdim.
Figueira meydanındaki turizm bürosundan kişi başı 6,5 Euro
vererek günlük bilet aldık. Bu bilet otobüs, tramvay, metro ve asansörlerde
geçiyor. Mutlaka almanızı öneririm çünkü yalnızca asansörün ücreti 5 Euro.
Santa Justa Asansörüyle
yukarı çıkın (Rue de Auera ile Rue de Santa Justa sokaklarının kesiştiği
yerde. Lizbon’un en önemli asansörü diye kitaplarda anlata anlata bitiremedikleri
Santa Justa asansörü bulunuyor. 1 saat sıcağın altında sıra bekledikten sonra
binip çıktık. Çıkılan yer yine kitaplarda görülmesi gerektiği yazılı olan Bairo
Alto bölgesi. Bana sorarsanız sıra yoksa binip çıkın ama sıra varsa ve sizin de
tek bir gününüz varsa zamanınızı burada harcamayın. Çünkü tepedeki manzara Porto’daki
Clerigos kulesi gibi değil.
Fado performansına
mutlaka gidin. Fado, denizci sevgililerini,
eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmemesi üzerine 19. yüzyıl Portekiz
kadınlarının yaktıkları ağıtlardan türemiş bir müzik türü. Biz gece turla
birlikte bir fado performansına gittik. Biri 12 telli gitar diğeri klasik gitar
çalan iki müzisyenin eşliğinde iki kadın şarkıcı ara vererek 20’ye yakın fado
söyledi. Yemek menüsü; kara lahanalı patates çorbası, zeytin ve ton balığı,
mısır ekmeği, Bachalau (morina balığı ve beşamel sos ile yapılan bir yemek) ve
meyve salatası idi. Yemeğin yanında ben kırmızı Porto şarabı içtim. Yemeğin
üstüne de tatlı Porto Şarabı ve kahve vardı. Yemekler de müzik de olağanüstü
güzeldi.
Kısa Kısa
Lizbon, Porto’nun aksine büyük, biraz karışık ve gezilmesi
çok daha zor bir kent. Lizbon’u yürüyerek gezmek mümkün değil. Buna karşılık
eğer günlük bilet alırsanız tramvaylar son derecede kullanışlı. Ne var ki
onlarda da oturarak seyahat edebilmek için ilk duraktan binmeniz
gerekiyor.
Lizbon’da da yorulduğunuz yerde bir kahve ya da bira molası
vermek hem kolay hem keyifli.
Portekiz’e özgü olan mantardan
yapılma cüzdan, şapka, çanta, ayakkabı, terliklere her yerde rastlıyorsunuz.
Ben pek beğenmediğim için almadım. Onun yerine mantar içine yerleştirilmiş çinilerden
yapılma bardak altlığı ve nihale aldık.
Portekiz, Avrupa’ya kıyasla ucuz
bir ülke. Portekiz’den hediye olarak getirmek üzere Porto şarabı, vişne likörü,
mantar üzerine çiniden eşyalar alınabilir.
İstanbul’a Dönüş
Dönüş uçağımız saat 11,30’daydı.
O nedenle kahvaltıdan sonra otelden hava alanına hareket ettik.
Uçakta Beşiktaş’ın ikinci kez
transfer ettiği Portekizli futbolcu Ricardo Quaresma vardı. Birçok kişi selfie
çekti. Havaalanında da Quresma’ya esaslı bir karşılama yaptı Beşiktaşlılar.
THY Üzerine Notlar
Her geç kalkıp inişinde eleştirdiğimiz THY ile ilgili bu kez
olumlu şeyler söyleyeceğim. Hem gidişte hem dönüşte yemekler ve içki servisi
mükemmeldi. Çok güzel bir Fransız Merlot şarabı içtim. İniş ve kalkış zamanları
da oldukça iyiydi. Eğer 5 üzerinden not vermek gerekirse THY’ye bu gezi için 4,5
veririm.
Kavala, Atina, Selanik Turu (4 Ekim - 8 Ekim 2014)
Birinci Gün:
İstanbul - İpsala - Dedeağaç (Alexandrapolis) - Gümülcine (Komitini) - İskeçe
(Xanti) -Kavala
Sabah saat 5'te
Harbiye'de Kappatur merkezinin önünden otobüsle yola çıktık. 45 kişilik
otobüsün tamamı doluydu.
Çoğu yolcu bir
gün önce (arife günü) yola çıktığı için yollar ve İpsala gümrük geçişi oldukça
rahattı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki doğal ve resmi sınırı oluşturan
Meriç nehri üzerindeki köprünün korkulukları yarıya kadar kırmızı beyaz
renklerle yarıdan sonra mavi beyaz renklerle boyalı.
Dedeağaç (++)
Yunanistan'da. İlk
durağımız Dedeağaç idi. Kısa bir turdan sonra limanda biraz dolaştık. Küçücük,
sevimli bir yer ama bizim ölçülerimizle Dedeağaç'a kent demek zor, daha çok bir
kasaba görünümünde. Bu tür yerler insana dolaşırken ilginç ve çekici gelir ama
ben hep "insan burada sürekli yaşasa ne yapar" diye düşünürüm ve çoğu
kez "herhalde iki gün sonra sıkılmaya başlardım" diye düşünürüm. Bu
kez de aynı düşünceye kapılmaktan kendimi alamadım.
Gümülcine (+++)
Osmanlı'nın
izlerini taşıyan bir başka kasaba - kent olan Gümülcine'de çarşıda çoğunlukla
Türklerin dükkanları var. Bayram nedeniyle dükkanların çoğu kapalıydı. Çukur
kahvede Türk kahvesi içtik, çok güzeldi.
İskeçe (+++)
Yine küçük ve
sevimli bir kent olan İskeçe’nin oldukça renkli bir meydanı var. Türkçe anlayan
ve konuşan esnaflarıyla sohbet edebiliyorsunuz. Bizi Türkçe çağıran bir esnafın
lokantasında oturup döner yedik. Döneri bizim usul değil, Yunan usulü yapıyorlar
(içine tatziki dedikleri bir tür cacık koyuyorlar sos olarak.) "Tarçın da
koyayım mı" diye sordu dönerci, "o kadar da değil" dedim.
Gülüştük.
Kavala (+++)
Kavala'ya
girdiğimizde saat 16.30 olmuştu. Kent meydanında otobüsten inip kent tutumuzu
yaptık. Kavala çok güzel, sakin, sessiz ve düzenli bir sahil kenti izlenimi
veriyor. Tam karşısında Taşoz (Thassos) adası var. Bu adanın çok güzel olduğu
bilgisini aldık ama gitme fırsatı olmadı. Kavala, İzmir’e benziyor, Varyanta
benzer döne dolaşa yukarı çıkan bir yoldan kentin çıkışına Selanik tarafına
doğru çıkışına gidiliyor.
Kentin en yüksek
tepesinde Kavalalı Mehmet Ali Paşanın müze olan konağı var. Bu tepeden kentin
ve Ege denizinin görünümünü izlemeye doyamadık. Kentin girişinde İbrahim Paşa
tarafından yaptırılmış büyük bir su kemeri var. Mimar Sinan'ın yaptıklarına
göre daha düşük estetiğe sahip bir kemer.
Kavala'da
restoranlarda çok ucuz ve kaliteli balık ve deniz ürünleri yiyebiliyorsunuz. Kişi
başına 15 - 20 Euro'ya deniz manzarası eşliğinde içki dahil güzel bir akşam
yemeği yemek mümkün.
Geceleme Esperia
Oteldeydi. Esperia Otel 3 yıldızlı bir şehir oteli. Küçük, temiz bir otel.
Sunduğu hizmet sınırlı olmakla birlikte çok merkezi bir yerde bulunuyor..
Dedeağaç,
Gümülcine ve İskeçe'yi kafamda geçen yıl gezdiğimiz Karadağ'ın Budva ve Kotor
kentleriyle kıyasladım. Budva ve Kotor bunlardan çok daha güzel ve çok daha
renkli kentler. Kavala'yı da Dubrovnik'le kıyasladım. Arada Dubrovnik lehine
büyük fark var.
İkinci Gün:
Kavala - Selanik - Katrina - Lamia -
Atina
600 km süren
yolculuk boyunca otobüsün teybinden bir yandan Yunan müzikleri dinlerken bir
yandan da rehberimizin anlattığı Yunan mitolojisini dinledik. Zeus, Hera,
Prometheus, Ares, Afrodit, Apollon, Paris, Truvalı Helen derken birçok
mitolojik bilgiyi yol boyunca tazelemiş olduk.
Selanik - Atina
otoyolu boyunca dikkatimi çeken şeylerden biri, tarlaların gerisinde yer alan
çok sayıdaki güneş enerjisi paneliydi. Bir başka dikkat çeken şey otoyolların
kalitesi oldu. Yunanistan'ın, AB fonlarını otoyollarının yapımında kullandığını
biliyordum, gerçekten de fonlar işe yaramış.
Selanik'i
geçtikten bir süre sonra Katrina kentinin girişinde mola verdik. Moladan sonra
yola Olimpos sıra Dağları'nı izleyerek devam ettik. Olimpos dağları Yunan
mitolojisinde Zeus'un ve diğer Tanrıların oturduğu yer.
Her iki saatte
bir mola verdiğimiz için bu kez Lamia kentinde öğle yemeği molası verdik ve tekrar
yola koyulduk. Yolda Thermopiles kenti yakınından geçtik. Thermopiles sıcak
geçit anlamına geliyor. 300 Spartalı filminin olaylarının geçtiği yer.
Yol boyunca Ege
Denizi hep görüntü olarak bize eşlik etti. Ege Denizi buralarda daha çok bir iç
deniz gibi karşılıklı iki kara parçasının arasında yer alıyor.
Atina'da 4
yıldızlı Stanley Otele yerleştik. Stanley Otel, Karaiskaki Meydanında Odiseos
Caddesi 1 numarada bulunuyor. Merkezi bir yer. Parlamento Binasının bulunduğu
Syntagma Meydanı'na yürüyerek 15 dakika uzaklıkta. Otel 4 yıldızlı görünse de
bizdeki otellerle karşılaştırınca ben 4 yıldız vermem. 3 yıldız olabilir. Buna karşılık
otelin roofu olağanüstü bir manzaraya sahip. Gece olunca bir yanda Akropol
ışıklandırılmış olarak tam karşınızda duruyor öte yanda ise Atina kenti
kuşbakışı görünüyor. Yani eğer bu otelde kalmıyorsanız bile gece olunca roofuna
çıkıp Akropol ve Atina'yı buradan izleyin. Sanırım etraftaki diğer otellerden
de aynı manzarayı yakalamak mümkün.
Akşamüstü
otelden çıkıp Stadiou caddesinden Syntagma Meydanı'na yürüdük. Meydanda canlı
müzik vardı. İnsanlar kafelerde kahve veya içki içiyorlar, bir şeyler yiyorlardı.
Yürüdüğümüz yollar boyunca kimi pazar olması nedeniyle kimi de batmış olduğu
için kapalı işyerleri gördük. Sokaklardaki insanların kılık kıyafetleri, işsiz
güçsüz sefil görünüşlü insanların varlığı krizin izlerini yansıtıyordu.
Atina'yı akşam
görünümü olarak pis ve fakir buldum. Geçen yıl gördüğüm Belgrad bana Atina'dan
çok daha zengin ve renkliymiş gibi geldi. Yunanistan, Sırbistan'dan daha zengin
bir ülke olduğuna göre demek ki kriz ciddi etki yaratmış.
Üçüncü Gün:
Atina (+++)
Sabahtan şehir turu yaptık. Parlamento
Binasının önünde iki Efsun askerinin nöbet showu ilginçti. Aklıma Dolmabahçe'de
turistlere show açısından niçin iki mehter askeri bulundurmadığımız sorusu
geldi. İlk ollimpiyatların yapıldığı stadyumu, Zeus tapınağını ve bazı diğer
tarihi kalıntıları gördük.
Gündüz gözüyle Atina çok daha iyi
göründü. Atina beş milyon nüfuslu bir kent yani Yunanistan'ın neredeyse yarısı
başkentte yaşıyor.
Akropol
(Acropolis) (+++++)
Aslında Atina'ya geliş amaçlarımızın
başında Akropol'e çıkmak ve orada fotoğraf çekmek geliyordu. Çocukluğumdan beri
tarih dersi kitabımdan hatırladığım az şey arasında en başta Perikles'e ait
olduğu sanılan bir tolgalı maske ile Akropol resmi yer alıyordu. Akropol
gerçekten çok etkileyici bir anıtlar bütünü. Mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Korint (Corinth)
Kanalı (-)
Yunanistan denince aklıma gelen
şeylerden birisi de kayaların delinmesiyle oluşturulmuş olan Korint Kanalıydı.
Eğer turunuzda ekstra olarak yer alıyorsa gitmeyin, paranıza da zamanınıza da
yazık edersiniz. Hiç bir şey yok, tam bir hayal kırıklığı. Orada zaman
kaybetmek yerine Atina’yı gezin.
Ermou Caddesi
(++++)
Atina'nın İstiklal Caddesi diyebileceğim
sokağı. Tanınmış mağazalar yer alıyor. Oldukça kalabalık bir cadde, araç
trafiğine kapalı ama bizde olduğu gibi arada araçlar da geçiyor. Bir kaç saat
geçirilebilecek bir yer. Ara sokaklarda oturup kahve içip çevreyi
izleyebileceğiniz kafeler var.
Pire Limanı
(++++)
Akşam yemek için Pire Paşa Limanı'na
gittik. Paşa limanı sıra sıra restoranların bulunduğu bir koy. Büyük çoğunluk balıkçı
lokantası olmakla birlikte arada diğer yemekleri sunan lokantalar da yer
alıyor. Eğer limanın arkasındaki lüks evleri bir yana bırakırsak Paşa Limanı
sıra sıra balıkçı lokantalarıyla Rumeli Kavağını andırıyor. Rehberimiz bir
lokantayla anlaştı, adam başına 25 €'ya çoban salata (üzerine beyaz peynir
koyup adına Greek Salad diyorlar), cacık, sardalya ve kalamar tabağı, çipura ve
bir kadeh Uzo (Yunan Rakısı) veya şaraptan oluşan bir menü aldık. Yemekler
oldukça iyiydi. Özellikle kalamar ve çipura harikaydı.
Turda artık herkes ahbap olduğu için
esprilerle, şakalarla güle konuşa otele döndük. Dönüşte yol daha kısalmış gibi
geldi. Roofun manzarasını herkese anlattığım için akşam otele dönüşte herkes
roofa çıkıp Akropol ve Atina manzarasına bakmaya gitti.
Dördüncü Gün
Atina - Meteaora
- Selanik
Sabah kahvaltı sonrası saat 7'de
otobüsle yola çıktık. 2 saatlik yolculuktan sonra yine Lamia'da kısa bir mola
verdik. Yol boyunca yağmur üstümüzden hiç eksik olmadı.
Meteora (+++++)
Meteora'da,
Kalambaka tepelerinde kayalar üzerine inşa edilmiş 6 manastır var. Sümela manastırına benzer manastırlar. Kayalardan
oluşan tepelerin ve o tepelerdeki manastırların görünümü tam anlamıyla
büyüleyici. Waala Manastırı'nın içini gezdik. Manastırın pencerelerinden
birinden iç hesaplaşma yapmak ve Tanrıyla başbaşa kalmak isteyen rahipleri bir
sepetle uçuruma sarkıtıp bir süre orada bırakırlarmış.
Biz tepelere
çıkarken sis başladı. Dönüşte sis tamamen ortalığı kapladı ve göz gözü görmez
oldu. Sisin etkisiyle zaten gizemli bir görünü olan tepeler iyice gizemli bir
görünüme büründü.
Eğer
Yunanistan'a giderseniz Meteora’ya mutlaka gidin. Bu turun bence en önemli
bölümlerinden biri Meteora turuydu.
Yemek molasından
sonra Selanik'e yola çıktık. Yolda Larissa kenti ve Katirini kentinden geçtik.
Selanik
Selanik'e vardığımızda saat 19'u
gösteriyordu. Şehir turunu ertesi sabah yapacağımız için saat 20.30 da buluşup
tavernaya gitmek üzere odalara çıktık. Grand Hotel Palace şehir merkezine 2,5
km uzakta beş yıldızlı bir otel. Benim notum ++++. Güzel bir otel, odaları
büyük ve rahat, buna karşılık şehir merkezine uzak olması dezavantaj. Otelden
şehir merkezine 4 €’ya taksiyle gitmenin mümkün olması bu sıkıntıyı da
hafifletiyor.
Selanik'te
Taverna
Tur olarak önceden kararlaştırılmış bir
tavernaya gittik. Biri kadın biri erkek iki şarkıcının söylediği Yunan ve Türk
şarkıları eşliğinde çoban salata, soğuk ve sıcak mezeler, 20'lik bir şişe Uzo
ya da bir şişe şarap, balık, köfte ya da tavuk seçeneği sonunda da tatlı
servisiyle güzel bir fiks menü sundular. Tavernada Rum müşteriler de vardı.
Danslar edildi, oyunlar oynandı. En güzeli Zeybetiko dansıydı. Tavernaya kişi
başı 40 € ödedik. Benim notum ++++.
Beşinci Gün
Selanik -
İstanbul
Selanik'te şehir turu sırasında Yedikule'yi,
Aya Dimitros Kilisesini, Galerios Zafer takını, Kazancılar Camii’ni, Hamzabey
Camii'ni ve tarihi yapıları gezdik. Beyaz Kule, Büyük İskender heykeli,
Aristoteles heykelinin fotoğraflarını çektik. Kordon boyunda gezdik, kahve
içtik.
Atatürk Evi
Selanik'te bizim için en önemli ve özel yer
kuşkusuz Atatürk Eviydi. Türk konsolosluğunun toprakları içine alınmış olan
evin içinde gezerken çoğumuzun gözleri doldu. Evin içinde Atatürk'le ilgili
resimler var. Ata'nın balmumu heykeli çok iyi yapılmış, çok etkileyiciydi. Evin
içinde eskiden Ata'nın eşyaları da varmış, sonradan ona ait olmadığı, onun
eşyalarına benzetilerek sonradan yapılmış eşyalar olduğu gerekçesiyle kaldırılmış.
Bence önemli olan o havayı verebilmek, eşyaların ona ait olmaması çok da önemli
değil. İnsan “keşke eşyaları da orada olsaydı” diye düşünüyor ama onun doğduğu
evin havasını teneffüs etmek bile çok etkileyiciydi.
Selanik, bu turun en güzel, en seçkin
bölümüydü. İzmir’e en çok benzeyen kentin Selanik olduğuna karar verdim. Selanik'e
notum +++++. Bu turda gittiğin yerlerden hangisine bir daha gitmek istersin
diye sorsalar tereddütsüz Selanik derdim.
Sonuç ve Özet
Değerlendirme
Tur: Kappa Tur ++++
Rehber: Yılmaz Kalyoncu +++++
Turun maliyeti (iki kişi için):
Çıplak maliyet: 229 € x 2 = 458
€ (+++++)
Ekstraların maliyeti:
Atina'da taverna 50 € x 2 = 100 € (biz
gitmedik)
Akropol gezisi 15 € x 2 = 30 € (+++++)
Korint kanalı gezisi 20 € x 2 = 40 € (-)
Pire Limanı gezisi 20 € x 2 = 40 € (+++)
Metearo gezisi 55 € x 2 = 110 € (+++++)
Selanik'te taverna 40 € x 2 = 80 € (++++)
Ekstraların
tümünü alanlar için turun (öğlen, akşam yenmekleriniz hariç) toplam maliyeti: 429 € (++++) x
2 = 858 € (kabaca 2,500 TL.)
Kendi arabanızla iki kişi giderseniz
maliyet ne olur?
Toplam otel
parası 240 €, toplam 70 € otoyol geçiş paraları, kabaca 300 € ekstralar (tura
göre daha ucuza alınabilir, bazıları sadece benzin parasına mal olur), toplamda
300 € da benzin parası olarak ödemeniz gerekir. (Benzin hesabı 3000 km yol
yaptığınız, 100 km’de 7 litre benzin/mazot yaktığınız ve 1.70 €/Litre benzin
parası ödediğiniz hesabıyla yapılmıştır.) Buna göre iki kişi kendi başınıza
gitseniz kabaca toplamda 910 € ödemeniz gerekir.
Arabanın aşınma payı, rehberlik
hizmetleri bu hesaba alınmamıştır. Ayrıca uzun yolun arabayı kullanan için
sıkıntısı da işin başka bir yönünü oluşturuyor.
Yolculuk: +++ (Otobüs
yolculukları yorucu. Kavala Atina arasındaki yolculuk molalarla birlikte 10
saate yaklaşıyor. Dönüş günü Selanik şehir turu ve yoldaki molalarla birlikte
otelden çıkıp otobüse binişinizde itibaren hesaplarsak otobüsle geçirdiğiniz
süre 12 saati buluyor. )
Tura katılanlar: +++++ (tura
katılanlar son derecede iyi, anlayışlı ve esprili insanlardı. Özellikle
otobüsle yapılan ve birlikte zaman geçirilmesi gereken bu gibi turlarda bu çok
önemli. Bizim şansımıza bu tur çok kaliteli bir gruptan oluşuyordu.)
Esperia Otel (Kavala) 3
yıldızlı otel, benim notum +++ (internetten baktım oda fiyatı 52 €)
Stanley Otel (Atina) 4
yıldızlı otel, benim notum +++ (internetten baktım oda fiyatı 69 €)
Grand Hotel Palace (Selanik) 5
yıldızlı otel, benim notum ++++ (internetten
baktım oda fiyatı 45 €)
Bazı fiyatlar
Şişe suyu 0,50 € (suları kaliteli)
Simit 0,50 € (bizim simide benzemiyor,
hafif tatlı, ben beğendim)
Kahve için Coffee Island zinciri oldukça
iyi. Kahveyi nispeten ucuz fiyata satıyor, aklınızda olsun.
Kafelerde kahve bedeli (Kahvenin cinsine
ve boyuna göre Değişiyor) 1,5 - 5,00 € arası.
Alınacak şeyler
arasında
Kavala kurabiyesi (kutusu 5 €) ve Mastika rakısı (50 cl’lik şişesi markasına
göre 7 – 8 € arasında değişiyor) sayılabilir. Kavala kurabiyesinin sadesi
olduğu gibi portakallısı, narlısı, sakız ve limonlusu da var.
Turun genel
değerlendirme notu:
++++
Bir daha gidilir mi? Bu tura bir kez
gitmek yeterli. Buna karşılık Selanik’e tekrar gidilip daha uzun süre
kalınabilir.
Benim
değerlendirme notlarımın anlamları:
+++++ Çok iyi
++++ İyi
+++ Orta
++ Orta ile kötü arası
+ Kötü
-
Çok
kötü
(İstanbul - Malaga –
Granada – Cordoba – Sevilla – Tanja – Casablanca – Marakeş – Casablanca
–İstanbul)
Tur fiyatı hava
durumu
7 gece 8 gün süren bu tur için (ekstra turlar haricinde)
adam başına 899 Euro ödedik. THY sitesinden baktım İstanbul – Malaga gidiş ve
Casablanca – İstanbul dönüş biletleri toplamı aşağı yukarı tur bedeli kadar
ediyor. 7 gece için otelleri de hesaba katarsak kabaca toplamda 1300 – 1500
Euro arasında bir paraya mal olacak. Bu durumda turla gitmek çok daha kârlı
görünüyor. Turla gitmenin bir başka avantajı da sizi her gittiğiniz yerde
gezilecek görülecek yerlerle ilgili araştırma ve planlama yapma zahmetinden
kurtarması. Eğer katıldığınız turdaki katılımcılar da iyi bir grup
oluşturuyorsa çok keyifli bir gezi oluyor. Bizim bu tur öyle oldu. Kısa sürede
herkes birbiriyle dost oldu, espriler, şakalarla dolu çok keyifli bir hafta
geçirdik.
Bizim tur süremizde (27 Temmuz – 3 Ağustos arası)
gideceğimiz kentlerde ortalama hava sıcaklığı gündüz için 33 – 36 derece arası
geceleri ise 20 derecenin altında görünüyordu. Gece yattığımızda sıkıntı
olmadan uyuyacağımızı düşündük. Ki bu düşünce doğru çıktı.
Tura gidiş ve iki ekonomi
hakkında ön bilgi
27 Temmuz – 3 Ağustos 2014 arasını kapsayan bu yoğun tura
sabahın erken saatlerinde başladık. Bayram nedeniyle tatil Cumartesiden
başlamış ve büyük grup yola çıkmıştı. Dolayısıyla Pazar günü hava alanına
gidişimiz çok rahat oldu. Hava alanı da boş denecek kadar rahattı. Tur
rehberimizle tanıştık, güncellenmiş tur programımızı aldık ve işlemlere
başladık. Güvenlik denetimlerinde olsun kontuarlarda olsun pasaport
geçişlerinde olsun hiç sıkıntı olmadı.
Hava alanında zaman öldürdükten sonra uçağa bindik ve
İspanya’nın Malaga kentine doğru yola çıktık. Turumuz iki ülke ve 7 kenti
kapsıyordu. O nedenle öncelikle bu iki ülkenin ekonomilerinin görünümünü
sunayım.
Ekonomik
Göstergeler (IMF, WEO, 2013)
|
İspanya
|
Fas
|
GSYH
(milyar USD)
|
1.360
|
105
|
Nüfus
(bin kişi)
|
46.610
|
32.853
|
Kişi
Başına Gelir (USD)
|
29.150
|
3.200
|
İşsizlik
Oranı (%)
|
26,4
|
9,2
|
Kamu
kesimi brüt borç stoku / GSYH (%)
|
93,9
|
61,7
|
Cari
denge / GSYH (%)
|
0,7
|
-7,4
|
Tablodan görüleceği gibi İspanya, Fas’tan on kat daha zengin
bir ekonomiye sahip. Buna karşılık işsizlik oranı İspanya’da Fas’ın iki buçuk
katından daha yüksek. Fas cari açık veriyor, İspanya’nın cari fazlası var.
İspanya’da kamu kesimi Fas’ın kamu kesimine göre çok daha fazla borçlu.
İspanya’nın para birimi Euro olduğu ve hepimiz Euro ile TL
ilişkisini bildiğimiz için bu alış verilerde büyük kolaylık sağılıyor. Fas’ın
para birimi Dirhem ve parite 10,9 Dirhem = 1 Euro. Ama bunu 10 Dirhem = 1 Euro
olarak düşünün çünkü her yerde böyle işlem görüyor. Bu düz eşitlik de hesap
yapmakta kolaylık sağlıyor. Fas’ta birçok yerde Euro geçmez onun için Dirhem
bozdurun diyorlar ama siz aldırmayın. Çünkü birçok yer Euro’yu kabul ediyor.
Buna karşılık ufak tefek alış verişlerde kullanmak için bir miktar (mesela 50
Euro) bozdurmakta yarar var. Otellerde bu çevirme işlemini yapıyorlar. Ayrıca
bir alış verişte Euro verirseniz kalanı da Dirhem olarak veriyorlar.
Birinci Gün: Malaga –
Granada
Uçağımız Malaga’ya saat 13 gibi indi ama Malaga’yı
göremedik. Çünkü otobüsle Granada’ya hareket ettik. Ertesi gün öğleden sonra
isteyenler için Granada’dan Malaga’ya gidiş turu (ekstra) düzenlenmişti. Kimse
katılmadığı için iptal oldu. O gece ve ertesi gün Granada’da kalınacaktı.
Granada’ya varış sonrası şehir turu yapıldı. Bib Lambra meydanı, Kristof Kolomb
anıtı, belediye sarayı, katedral başlıca gezilen yerlerdi. Akşam isteyenler
Sacromonte Çingene mahallesi ve Albayzın gezisiyle birlikte Çingenelerin
show’una katıldı. Biz, geçmiş turlarda katıldığımız gece showlarını çok fazla
profesyonel bulduğumuz için showa gitmedik.
Bu turun bence en önemli eksiği Malaga’da şehir turu
yapılmamasıydı. Uçak Malaga’ya inmişken bir şehir turunun niçin planlanmamış
olduğunu anlayamadım. Granada için süre kalmaz diye düşünülürse ertesi gün
sabah Alhambra gezisi sonrası Granada şehir turu yapılabilirdi.
İkinci Gün: Alhambra
Sarayı ve Garanada
İkinci günün sabah bölümü olduğu gibi Alhambra Sarayının
gezilmesine ayrılmıştı. Granada kentinin tepesine kurulmuş olan Alhambra Sarayı
sadece bir saray değil aynı zamanda kale. Burayı bir anlamda Tower Of London ya
da Hattuşa’daki surların içi gibi düşünmek gerekir. Yani aslında o zaman bütün
kent bu surların içindeymiş. Alhambra’nın anlamı kırmızı. Sarayın tuğlaları
kırmızı renkli olduğu için bu adı taşıyor. Saray gerçekten de çok güzel. Saraya
giriş bedeli kişi başına 15,40 Euro. Alhambra turunun fiyatı (saraya giriş,
otobüsle gidiş dönüş ve rehberlik hizmeti dahil) 45 Euro idi. Bu fiyat tur
bedeline dahil değil, yani bu bir ekstra tur.
Alhambra Sarayı turu öğleye doğru bitti. Tur otobüsü,
isteyenleri kent merkezine bıraktı. Biz o sıcakta orada olmak istemediğimiz
için otele döndük. Akşamüstü saat 16,30 gibi taksiyle kente gittik. Taksiler
son derecede düzenli ve profesyonel. Taksimetreyi açıyorlar ve olabildiğince
kısa yoldan gitmek istediğiniz yere sizi götürüyorlar. Bizim kaldığımız otelden
kent merkezi 7 Euro tuttu. Dönüşte de tam olarak aynı parayı verdik.
Akşamüstü uzun uzun kent merkezinde yürüdük. Granada hoş bir
kent. Ana caddelerde güneşten korunmak için karşılıklı binalara arasına ışığı
hafif geçiren branda benzeri örtüler çekilmiş. Böylece güneşten korunmak mümkün
olabiliyor. Çok akıllıca bir buluş bence. Bunu belki İstiklal Caddesinde
denemek düşünülebilir. Kenti gezdik Katedral çevresinde restoranlar ve çeşitli
mağazalar var.
Yemeğimizi Sacromonte’ye giden nehir üzerindeki yolda
rastgele girdiğimiz bir açık restoranda yedik. Ben karışık salata, deniz
mahsullü paella, sangria (bir çeşit şaraplı içecek) ve kahve aldım, eşim de
karışık salata, Brezilya usulü tavuk şiş, sangria ve tatlı aldı. Yemekten çok
memnun kaldık, fiyatı da çok iyiydi. Toplamda 26 Euro ödedik.
Üçüncü Gün: Cordoba –
Sevilla – Alcazar Katedrali
Kahvaltı sonrası otobüsle Sevilla’ya hareket ettik. Yol
üzerindeki ilk durağımız Cordoba idi. Cordoba olağanüstü güzel bir kent. Hatta
bence bu turun en güzel parçası Cordoba idi diyebilirim. Cordoba Camii ya da
İspanyollara bakarsanız Cordoba Katedrali olağanüstü bir Endülüs Emevi mirası.
Caminin içi adeta sütun ormanı gibi bir görünüm sergiliyor.
Alcazar Katedrali, Vatikan ve St Paul (Londra)
kiliselerinden sonra dünyanın üçüncü büyük katedraliymiş. Beni etkilemediğini
söylersem yalan söylememiş olurum.
Katedral gezisinden sonra otele gidip yerleştik. Akşam
Flamenko show vardı, hem gün boyu yürümekten yorulduğumuz için hem de daha önce
Barcelona’da Flamenko show izlediğimiz için biz katılmadık.
Dördüncü Gün: Tarifa
- Tanca
Turun Endülüs (İspanya) bölümünün son gününde kahvaltı
sonrasında otobüsle Fas’a geçeceğimiz Tarifa limanına doğru hareket ettik.
Yolda Ronda kasabasına uğradık. Yol üstünde olduğu ve ekstra tur olduğu için
bütün turun katılması şartı vardı. Hiçbir sorun olmadan herkes kişi başına 40
Euro ödemeli bu ek tura katıldı. Tur grubumuz bu anlamda çok uyumlu insanlardan
oluşuyordu. Ronda, son derece virajlı yollardan gidilebilen bir kasaba.
Uçurumlar üzerine kurulmuş. Bence bu turun en önemli yerlerinden birisi ve
mutlaka görülmeli.
Gibraltar (ya da Cebelitarık) yarımadası tam boğazda yani
iki kıtanın (Avrupa ve Afrika) birleşim noktasında İspanya toprakları içinde
bir ada. Ne var ki İspanyollara değil İngilizlere ait. İngiliz toprağı olduğu
için Gibraltar’a girmek için İngiltere vizesi gerekiyor. Gibraltar bizim tura
dahil olmadığı için sadece geçerken resmini çekmekle yetindik. Yani
Cebelitarık’ın iki yakasını gezdik ama iki yakasını birleştiremedik. Olağanüstü
önemli bir yerdeki bu yarımadayı İngilizler 1704 yılındaki savaşta ele geçirmiş
ve bütün boğazı denetim altına almışlar. Gibraltar İngiliz donanmasının ana
üslerinden birisi olarak görev yapıyor. İspanyollar bu toprakları geri
alabilmek için ciddi uğraş veriyorlar. Ne var ki 1967 ve 2002’de yapılan
referandumlarda ada halkı büyük çoğunlukla İngiltere’ye bağlı kalmayı tercih
etmiş durumda.
Tanca’da feribottan indik ve şehir turumuzu yaptık. İspanya
ve Fas ekonomileri arasındaki fark da hemen görülür olmaya başladı.
Gecelemeyi Tanca’daki otelimizde yaptık, akşam yemeğini
otelde yedik. Turun İspanya bölümünde otelde konaklama ve kahvaltı tur bedeline
dahildi, Fas bölümünde ise konaklama, kahvaltı ve akşam yemekleri dahildi.
Beşinci Gün: (Rabat)
Casablanca
Kahvaltı sonrasında yine otobüsle Casablanca’ya doğru hareket
ettik. Yol üzerine iki ekstra tur yapıldı. İlki programda olmayan (ekstra
olarak da gösterilmeyen) Assilah (Asiya okunuyor) kasabası’na gidişti. Bir
Berberi kasabası olan Assilah bence turun Ronda’dan sonra en önemli
duraklarından birisiydi. Tümüyle rehberimizin inisiyatifiyle gittik ve çok
memnun kaldık. Buralara kadar gidenlere bu kasabayı görmeden geçmemelerini
öneririm.
Altıncı gün:
Casablanca – Marakeş
Kahvaltı sonrasında otobüsümüze bindik ve önce Casablanca
şehir turumuzu yaptıktan sonra Marakeş’e doğru yola çıktık. Turun en uzun
otobüs yolculuğu bu iki kent arasındaydı. Yaklaşık 8 saat sürüyor. Yolda
devecileri görünce bir mola verdik. Aramızdan deve turu yapanlar çıktı. Ben
Tayland’da fil turu yapıp da kendi boyumdan büyük hayvanlara binmeye tövbe
ettiğim için hiç heveslenmedim.
Yedinci gün: Marakeş
– Essaouira (Suvayr) okunuyor)
Kahvaltı sonrası herkesin katıldığı kişi başına 65 Euro
bedelli ekstra Suvayr kasabası turu başladı. Yol üzerinde iki molamız vardı.
İlki Keçi Ağacı molasıydı. Yol üzerindeki uyanık köylüler keçileri ağaca
çıkarmışlar turistler fotoğraf çekince para alıyorlar. Ağacın ve keçilerin çok
komik bir görünümü var. Adeta ağaçta keçi yetişmiş gibi görünüyor. Bunu görünce
aklıma Marco Polo ve Evliya Çelebi’nin görüp yazdığı acayip şeyler geldi.
Mesela Marco Polo bu ağacı görse “Fas’ta keçi ağaçları var, meyve olarak keçi
veriyor” diye yazar mıydı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım.
Suvayr kasabası Atlas okyanusu kıyısında bir tatil kasabası.
Son derecede turistik bir görünüm taşıyor. Berber halılarından masklara kadar
pek çok otantik şey satılıyor. Bodrum’un belki 40 – 50 yıl önceki halini
andırıyor. Olağanüstü görüntülere sahip bir kalesi var. Game of Thrones’un bazı
bölümleri burada çekilmiş.
Çok fazla rüzgâr vardı ve deniz de çok soğuktu o nedenle her
türlü hazırlığımız olduğu halde Atlas Okyanusuna giremedik. Turdan girenler
oldu.
Suvayr yolu 3 saat sürüyor. Dönüş akşam 20.30’u buldu ve
yemeği otelde yedik.
Sekizinci gün:
Marakeş – Casablanca – İstanbul
Kahvaltıdan sonra otobüsle Casablanca hava alanına ulaşmak
üzere yola çıktık. Yol 3 saat sürüyor. Yolda mola verdiğimiz yerde taşlar,
fosiller satılıyordu. Oradan 5 Euroya bir adet trilobit fosili satın aldım
(trilobitler, 542 milyon yıl önce Cambrien çağda okyanuslarda ortaya çıkan
böcekler. O kadar fazla sayıda çıkmışlar ki o döneme cambrien patlama dönemi
adı veriliyor. Evrimciler bu patlamayı evrim teorisinin kanıtı olarak
kullanırken yaratılışçılar da tam tersine bunun yaratılışın bir kanıtı olduğunu
öne sürüyorlar. Bu kadar önemli bir tartışmanın baş aktörü olan bir trilobit
fosilini almaktan kaçınamadım doğrusu.)
Genel Değerlendirme:
Turdan genel olarak memnun kaldım. Organizasyon ve rehber
olağanüstü iyiydi. Turun bence en önemli yerleri Cordoba, Ronda, Assilah ve
Suvayr idi. En etkileyici yapı Cordoba Camiiydi.
Kentlerde çok sayıda kahvehane var. Erkekler sıra sıra
oturmuş yola bakıyorlar. İlginç görüntülerden birisi buydu.
Turun en ciddi hayal kırıklıkları ise Casablanca ve dünyanın
en büyük camisi olan ve 25 bin kişinin aynı zamanda namaz kılabildiği Hasan II
Camiiydi. Caminin tuvaletleri tam anlamıyla felaketti. 25 bin kişinin namaz
kılabildiği caminin tuvaletlerinde bir yanda namaz kılanları, bir yanda ellerinde
ibriklerle tuvalete girenleri ve abdest alanları görünce insan bir tuhaf
oluyor. Elimizi nerede yıkayabiliriz diye sorunca abdest alınan yere yakın
çeşmeleri gösterdiklerinde son darbeyi de yemiş oluyorsunuz. 25 bin kişilik
camiyi yapmış ama organizasyonunu yapamamış olmak bu coğrafyanın temel sorunu
sanırım.
Tuvalet meselesi zaten Fas’ta büyük sorun. Türkiye de 30 –
40 yıl önce böyleydi. Hatta o zamanlar tuvalet sorunu çözülse turist sayısında
patlama olur diye konuşulurdu. Türkiye bu sorunu önemli ölçüde aştı. Fas,
Türkiye’nin 30 – 40 yıl önceki hali gibi. Tuvaletlerin çoğu alaturka ve bir
bölümünde su yok. Yabancı petrol şirketlerinin istasyonlarındaki tuvaletler
daha iyi.
Bana sorarsanız Tajin ve Kuskus da hayal kırıklığı. Tajin,
huni biçiminde çömleklerde yapılan bir çeşit türlü. Bizim türlü ondan daha iyi.
Kuskus da bir çeşit bulgur pilavı ama bizim bulgur çok daha iyi. Dönüşte THY
bulgur pilavlı köfte verdi ve ben bulgur pilavının kuskustan çok daha iyi
olduğunu orada bir kez daha anladım.
Turun bize toplam
maliyeti:
Tur bedeli: 899 Euro
Alhambra turu: 45 Euro
Alcazar Katedrali turu: 40 Euro
Ronda turu: 40 Euro
Cordoba Camii turu: 30 Euro
Suvayr turu: 65 Euro
Rabat turu: 20 Euro
Toplam maliyet: 1.139 Euro. Gece showlarına da katılınsa bu
maliyet 1334 Euro’ya kadar çıkıyor.
Alınacak şeyler:
Bu turdan alınacak şeyler magnet dışında argan yağı, fosil taşları, tahta oyma işleri ve eğer taşımaktan üşenmezseniz berber halısı. Yalnız berber halısını mutlaka yerel rehberle birlikte alın çünkü 3 bin Euro dedikleri halıyı 500 Euroya verebiliyorlar.
Bu turdan alınacak şeyler magnet dışında argan yağı, fosil taşları, tahta oyma işleri ve eğer taşımaktan üşenmezseniz berber halısı. Yalnız berber halısını mutlaka yerel rehberle birlikte alın çünkü 3 bin Euro dedikleri halıyı 500 Euroya verebiliyorlar.
Son söz:
Ben bir turun iyi olup olmadığını iki şekilde değerlendiriyorum: (1) Tur organizasyonu iyi miydi? (2) Tur iyi miydi? Bence turun organizasyonu çok iyiydi. Prontotour ve rehber Ayhan Kalyan’a tam not veriyorum. Tur iyi miydi sorusunun yanıtını vermeden önce kendime bir soru daha soruyorum: Bu tura bir daha gider misin? Eğer yanıtım olumluysa tur iyi demektir olumsuzsa iyi değil demektir. Benim bu soruya yanıtım olumsuz. Yani bu tura bir daha gitmem. Bir kez gitmek gerekli ama ikinci kez gitmem. Bir fikir vermek açısından söyleyeyim şimdi imkân olsa mesela Mısır – Nil nehri turunu bir kez daha yapmak isterim ama Cebelitarık’ın İki Yakası turunu bir daha yapmam.
Ben bir turun iyi olup olmadığını iki şekilde değerlendiriyorum: (1) Tur organizasyonu iyi miydi? (2) Tur iyi miydi? Bence turun organizasyonu çok iyiydi. Prontotour ve rehber Ayhan Kalyan’a tam not veriyorum. Tur iyi miydi sorusunun yanıtını vermeden önce kendime bir soru daha soruyorum: Bu tura bir daha gider misin? Eğer yanıtım olumluysa tur iyi demektir olumsuzsa iyi değil demektir. Benim bu soruya yanıtım olumsuz. Yani bu tura bir daha gitmem. Bir kez gitmek gerekli ama ikinci kez gitmem. Bir fikir vermek açısından söyleyeyim şimdi imkân olsa mesela Mısır – Nil nehri turunu bir kez daha yapmak isterim ama Cebelitarık’ın İki Yakası turunu bir daha yapmam.
BALKAN TURU (15 Ekim 19 Ekim 2013)
Podgorica, Budva,
Kotor (Karadağ), Trebinje (Bosna Hersek), Dubrovnik (Hırvatistan), Mostar,
Sarajevo (Bosna Hersek), Belgrad (Sırbistan)
BİRİNCİ BÖLÜM: GEZİ
İZLENİMLERİ
Başlıktan da anlaşılacağı gibi katıldığımız Balkanlar turu 4
güne sığdırılmış 5 ülke ve 8 kenti kapsayan oldukça yoğun bir gezi turuydu.
Podgorica’ya uçakla gittik ve havaalanında bizi bekleyen otobüse bindik.
KARADAĞ
Ekonominin Görünümü
2012
|
2013
|
|
GSYH (Milyon USD)
|
4.214
|
4.518
|
Nüfus (bin kişi)
|
622
|
622
|
Kişi Başına Gelir (USD)
|
6.777
|
7.252
|
Büyüme Oranı (%)
|
-0,5
|
1,5
|
İşsizlik Oranı (%)
|
23,1
|
25,0
|
Enflasyon (%)
|
5,1
|
2,8
|
Bütçe Açığı / GSYH (%)
|
2,5
|
0,1
|
Kamu Borcu / GSYH (%)
|
51,9
|
55,5
|
Cari Açık / GSYH (%)
|
17,9
|
16,9
|
Karadağ ekonomisinin en ciddi sorunu işsizliğin yüksekliği,
büyümenin düşüklüğü ve buna karşılık cari açığın yüksekliğidir. Demek ki
Karadağ yeterince döviz geliri elde edecek ihracat, turizm geliri gibi
gelirleri üretemeyen, ithalat ağırlıklı bir ekonomiye sahip bulunuyor.
Podgorica
Karadağ’ın başkenti Podgorica’yı yalnızca geçerken gördük.
Arnavutluk’la Karadağ arasındaki İşkodra gölünü tepelerden seyrettik. Podgorica
bende fakir ve bakımsız bir kent izlenimi uyandırdı.
Budva
Budva’ya yaklaşırken Sveti Stefan adası çıktı karşımıza.
Müthiş bir ada. 15.
yüzyılda Osmanlı akınlarına karşı durabilmek için kale kent biçiminde şinşa
edilmiş yapılardan oluşuyor. Adaya ulaşım denizin doldurulmasıyla yapılmış
daracakı bir bağlantıdan sağlanıyor. Sveti Stefan adası 30 yıllığına Aman grup
tarafından işletilmek üzere kiralanmış.
Ada’ya
gitmedik. Bence turun en önemli eksiklerinden birisi buydu. Bu çok değişik ve
ilginç adaya mutlaka uğrayıp hiç değilse bir kahve ya da çay molası vermek
gerekir.
Yola
devam ettik ve Budva kentine geldik. 10 bin kişilik bir nüfusa sahip olan Budva
Adriyatik denizi kıyısındaki en eski yerleşim yerlerinden birisi. Tipik bir
ortaçağ kenti görünümü taşıyor. Taşlarla döşenmiş yollar, daracaık sokaklar, taş
evler ve surlar kenti bir kale kent konumuna sokuyor. Venediklilerin elinde
bulunan Budva, 1572 yılında Uluç Ali Paşa tarafından fethedilmiş, 1573 yılında
yapılan bir antlaşma ile tekrar Venediklilerin yönetimine verilmiş.
Budva’da
oldukça zaman geçirdik, kenti dolaştık, surlara çıktık, bir kafede oturup Türk kehvesi
içtik. Yanında su ve lokumla cezvede servis edilen Türk kahvesi 1,2 Euro.
Avrupa ülkelerindeki fiyatlarla kıyaslanamayacak kadar ucuz. Genellikle bu tür
yerlerden hatıra olarak buzdolabı magneti alınır. Onlar da 1 – 1,5 Euro gibi
ucuz sayılacak fiyatlara satılıyor.
Budva’yı gezerken mutlaka surlara çıkıp sur turu yapın.
Kenti kuşbakışı gezmenin en güzel yolu surlar üzerinde tur yapmak. Surlara
birkaç yerden çıkma imkanı var, aşağı yukarı bütün kenti tepeden turlamak
mümkün oluyor. Budva’da sur turu ücretsiz.
Geceleme
Budva’da Hotel Iberostar’daydı. Otel iyi bir otel. Çok büyük ve biraz karışık.
Çok güzel bir bahçesi var. Odalar temiz. Balkanlar turunda sabah kahvaltısı ve
akşam yemeği otel ücretine dahil. Yeterince yorucu bir gezi olduğu ve akşam da
milli maç (Türkiye – Hollanda) olduğu için akşam yemeğini de otelde aldık.
Zengin bir açık büfesi vardı. İçecekler ekstra, onun dışında ücret ödenmiyor.
Yemekten sonra internet üzerinden milli maçı izledik. Sonu hüsranla bitti
(Türkiye 0 – Hollanda 2.)
Ertesi sabah otelde kahvaltı yaptık. Açık büfe kahvaltı
oldukça zengin bir menüye sahipti. Ardından Kotor kentine doğru yola çıkıldı.
Kotor
Kotor kenti de Budva’ya benzeyen ama ondan daha güzel ve
şirin bir kale kent. 13.500 kişilik nüfusa sahip. Osmanlılar bu kente 1538 –
1571 yılları arasında egemen olmuş ve kenti tıpkı Budva’da olduğu gibi eski
egemenleri olan Venediklilere bırakmışlar. Unesco listesinde bulunan Kotor,
ortaçağa ait olup da en iyi korunan kentler arasında en üst sırada yer alıyor.
Kotor’u gezerken de Budva’da olduğu gibi mutlaka surlara
çıkıp sur turu yapın. Surlarda yürümek, kenti kuşbakışı görmek, kentin
dokusunu, yapısını ve kuşatmalara karşı yaşadığı korkuları anlayabilmek için
çok önemli. Surlara çıkıp orada tur yapmak Kotor’da, Budva’dan farklı olarak
paralı (3 Euro.)
Kotor’da
çarşıda gezerken bir dükkanda bu bibloyu görünce resmini çektim. Atının üstünde
Osmanlı (muhtemelen sultan) biblosu.
Kotor’u
gezdikten sonra yeniden yola çıktık. Karadağ’ı terkedip Bosna Hersek’e girdik.
BOSNA HERSEK
Ekonominin Görünümü
2012
|
2013
|
|
GSYH (Milyon USD)
|
17.326
|
18.867
|
Nüfus (bin kişi)
|
3.884
|
3.878
|
Kişi Başına Gelir (USD)
|
4.461
|
4.867
|
Büyüme Oranı (%)
|
-0,7
|
0,5
|
İşsizlik Oranı (%)
|
28,0
|
27,0
|
Enflasyon (%)
|
2,1
|
1,8
|
Bütçe Açığı / GSYH (%)
|
||
Kamu Borcu / GSYH (%)
|
44,3
|
42,1
|
Cari Açık / GSYH (%)
|
9,7
|
8,7
|
Sayılar bize Bosna Hersek’in kişi başına yıllık ortalama
gelirinin düşük olduğunu, ekonominin 2012’de küçüldüğünü ve 2013’de düşük bir
büyüme yakalayacağını, işsizlik oranının çok yüksek olduğunu, enflasyon sorunu
olmadığını buna karşılık cari açığın yüksek olduğunu anlatıyor. Demek ki Bosna
Hersek de Karadağ gibi ürettiğinden fazlasını tüketiyor ve ithalata çok para
ödüyor.
Trebinje
Uzunca bir otobüs yolculuğu yaptık. Öğleden sonra saat 3’de
Trebinje’ye vardık. Trebinje’de hiçbir şey yok. Turlar burayı bir ara durak
olarak seçiyorlar. Hırvatistan, AB’ye girdikten sonra Türklere vize uygulamaya
başlayınca ve vize için de 90 Euro fiyat uygulayınca tura katılanların bir
bölümü bu parayı ödememek için Dubrovnik’e gitmek istemiyor. Çünkü Dubrovnik’e
gidiş bu durumda turun altıda biri fiyatına geliyor. Aslında bizim satın
aldığımız turda geceleme Dubrovnik diye görünüyordu ama turda Hırvatistan
vizesi olmayanlar ağırlıklı olunca geceleme Trebinje’ye alınmış. Özetle biz hep
birlikte Trebinje’ye gittik, vizesi olmayanlar orada kaldı biz Dubrovnik’e
gidip akşam geç saatte döndük. Bu da bence turun en kötü tarafıydı. Çünkü
Dubrovnik bu turun adeta incisi. Orada daha çok zaman geçirmeliydik.
HIRVATİSTAN
Ekonominin Görünümü
2012
|
2013
|
|
GSYH (Milyon USD)
|
56.475
|
58.601
|
Nüfus (bin kişi)
|
4.402
|
4.402
|
Kişi Başına Gelir (USD)
|
12.829
|
13.312
|
Büyüme Oranı (%)
|
-2,00
|
-0,6
|
İşsizlik Oranı (%)
|
16.2
|
16.6
|
Enflasyon (%)
|
4,7
|
2,3
|
Bütçe Açığı / GSYH (%)
|
1,2
|
1,8
|
Kamu Borcu / GSYH (%)
|
53,7
|
57,8
|
Cari Açık / GSYH (%)
|
0,0
|
0,4
|
Balkanlarda gezdiğimiz dört ülke arasında en zengin
ekonomiye sahip ülke Hırvatistan. Kişi başına yıllık ortalama geliri
Türkiye’nin de üzerinde. Buna karşılık işsizlik oranı Türkiye’nin iki katına
yakın. Hırvatistan’ın enflasyon, bütçe açığı ve cari açık sorunları bulunmuyor.
Kamu borç yükü bize göre yüksek ama Maastricht kriterinin (% 60) altında. Tek
sorunu ekonomisi büyüyemiyor tam tersine küçülüyor.
Dubrovnik
Dubrovnik turuna katılacak olanlar (aynı tur şirketine ait
iki ayrı otobüsteki toplam 35 yolcu) bir otobüsle Dubrovnik’e doğru yola
çıktık. Bu turun organize edilmesi oldukça zaman kaybına neden oldu ve saat
15’de vardığımız Trebinje’den ancak saat 17’de Dubrovnik’e doğru yola çıktık.
Hırvatistan sınırında yaklaşık 45 dakika beklettiler bizi. Aslında 45 dakika
olması gereken yol böylece 1,5 saate çıkmış oldu. Dubrovnik’e vardığımızda saat
18,30 olmuştu.
Bugün 50 bin dolayında nüfusa sahip olan Dubrovnik’in eski
adı Ragusa Cumhuriyeti. Bu küçük kent devlet 1365 yılında I. Murat tarafından
Osmanlı himayesine alınmış ve bağımsızlık taşımaya devam etmiş ve Osmanlı’ya
yıllık haraç ödemeye başlamış. Kentin Osmanlı’ya bağlı kalması 443 yıl devam
etmiş.
Kente gelir gelmez hemen kent turuna başladık. Adriyatik’in
incisi olarak anılan Dubrovnik UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alıyor.
Yani oralara gidip de Dubrovnik’i görmemek gerçekten büyük kayıp olur. Onun
için ek vize parasını mutlaka verin ve turunuza Dubrovnik’i katın. Bu da Budva
ve Kotor gibi bir ortaçağ kenti ama onlardan hem daha büyük hem de daha çok
yapı barındırıyor.
Dubrovnik’te yürürken ortaçağ havasını iliklerinize kadar
soluyorsunuz. Sokak aralarında, meydanlarda dolaşırken köşebaşından bir atlı
şövalye çıkıverecekmiş gibi bir hava hissediyorsunuz.
Dubrovnik, geçtiğimiz kentlere göre daha pahalı. Basit bir
örnek vereyim Budva ve Kotor’da 1 – 1,5 Euro olan buzdolabı magnetleri burada
4, 5 Euro’ya yükseliyor. Buna karşın yine de Avrupa kentlerine göre ucuz sayılabilecek
bir yer. Akşam yemeğini grup olarak anlaştığımız güzel bir restoranda yedik.
Salata, deniz mahsulleri tabağı (kalamar, mürekkep balığı, levrek balığı) ve
bolca şaraptan oluşan menüye adam başı 20 Euro ödedi (böyle bir fiyatı
Avrupa’da bulmak mümkün değil.)
Yemekten sonra biraz daha dolaştık ve gecelemek üzere
Trebinje’ye döndük. Trebinje’de Leotar’da geceledik. Üç yıldızlı bir otel ama
bana sorarsanız 2 yıldız bile vermem. Turdan bir arkadaşımızın odasında fare
çıktı. Biz yemeği Dubrovnik’te yediğimiz için bilmiyoruz ama kalanların
söylediği kadarıyla akşam yemeği de kötüymüş. Sabah kahvaltısı otele göre iyi,
öteki yerlere göre kötüydü. Böylece Dubrovnik’te kalacağımızı umarak geldiğimiz
bu turda Trebinje’deki kötü bir otelde gecelemiş olduk. Otelin tek iyi tarafı
çarşafların, yastık yüzlerinin ve havluların temiz olmasıydı. Gerisini siz
düşünün. Ve benden size öneri vizenizi alıp mutlaka Dubrovnik’te kalın, sakın
olan Trebinje’ye gitmeyin.
Sabah erkenden kahvaltımızı alıp yeniden yollara döküldük.
Bu yolculuk aşağı yukarı 4 saat sürdü.
BOSNA HERSEK
Mostar
Neretva nehrinin kıyısında kurulu olan Mostar kenti 105 bin
kişilik nüfusa sahip. UNESCO dünya mirası listesinde yer alıyor. 1468 yılında
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar tarafından fethedilen Mostar
kentinde Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin’in yaptığı Mostar köprüsü
1566 yılında inşa edilmiş. 1993 yılının Kasım ayı sonunda köprü Sırlar
tarafından yıkılmış. Bugünkü hali aslına uygun olarak Türkiye’nin de katıldığı bir
konsorsiyum tarafından yeniden yaptırılmış hali. Geleneğe göre şehrin erkekleri nişanlılarına cesaretlerini
ispatlamak için düğün öncesinde
köprüden suya atlarlarmış. Biz köprüden geçerken köprünün korkuluğuna çıkmış
bir genç para karşılığı (40 Euro) köprüden atlayarak bu geleneği gösteriyordu.
Yeterince para toplanamadığı için bu gösteriyi izleme şansı bulamadık.
Bu noktaya kadar geçtiğimiz, gördüğümüz kentlerde Osmanlı
egemenliğine ya da en azından yüzyıllar süren Osmanlı’ya bağlılığa ilişkin bir
iz görmek mümkün olmadı. Mostar ise Osmanlı kenti havasını hala taşıyan, insana
Osmanlı duygusu yaşatan bir kent.
Mostar’da çarşıyı gezdik, köprüden geçtik, yürüyüş yaptık.
Rehberimiz Karadağ doğumlu olduğu ve buralara sıklıkla geldiği için çevreyi ve buralarda
konuşulan dilleri iyi biliyor. Bizi Mostar’da ünlü bir kasaba götürdü. İsli et
(kuru et ya da Boşnak eti de deniyor) aldık. İstanbul’da da bulunabiliyor ama
burada çok ucuzdu (kilosu 10 Euro dolayında.) Eğer Mostar’a yolunuz düşmüşse
isli et satan kasabı bulun ve bir miktar satın alın. Marketlerde de
bulunabiliyor ama kasapta satılanın hem kalitesi çok daha iyi hem de fiyatı çok
daha ucuz.
Mostar’dan sonra Poçitel’e doğru yola çıktık.
Poçitel
Poçitel, Mostar’a çok yakın çok tipik bir Osmanlı – Türk
köyü. İnsan Mostar’da hissettiğinden çok daha fazla vatanındaymış gibi
hissediyor kendisini burada. Vatanında ama sanki 500 yıl öncesinde. Ne tuhaf
her şeyiyle eski halini korumuş olan bu Osmanlı köyüne benzer bir köy
Anadolu’da bir yerde yok. Yani eski bir Osmanlı köyü görebilmek için Bosna
Hersek’e gitmeniz gerekiyor. Geçmişine hiçbir şekilde sahip çıkamamış bir
ülkenin çocukları olarak insanın içi acıyor.
Yol üzerinde Alperenler tekkesine de uğradık. Burada
dağların altından fışkıran kaynak suyunu gördük. Kaynaktan başlayan nehir
müthiş bir debiyle akıyor.
Alperenler tekkesindeki kahvehanede birer Türk kahvesi
içtik. Sunum yine su ve lokum eşliğindeydi. Kahve ve yanındakilerin bedeli
sadece 1 Euro.
Sonrasında Sarajevo’ya doğru düştük yeniden yollara.
Sarajevo
Sarajevo’ya akşamüzeri vardık. Hemen kent turuna başladık. Camileri,
tarihi yapıları, kent meydanını gezdik. Poçitel ve Mostar’da hissettiğim
Osmanlı – Türk havasını burada tam olarak alamadım. Ona karşın mesela bir
binada asılı olan “Bayram Şerif Mübarek Olsun” yazısı insanı havaya
sokabiliyor.
Saraybosna’da Başçarşı’da yürürken eski Galatasaraylı
futbolcu Tarık Hodziç’in Başçarşı’daki kebap restoranına uğradık. Turdaki
Galatasaraylı dostlarımız kendisiyle fotoğraflar çektirdiler. Ben de kebapçının
üzerinde yazılı Galatasaray yazısını fotoğrafladım. “Aranızda Fenerli var mı”
diye sordu “Ben varım” dedim. “Her maç Fener’e bir golüm vardı” diye bağırdı. Ben de
“Geri dön sana şimdi daha çok ihtiyaçları var” diye bağırdım.
Sarajevo’da II. Dünya Savaşının ardından Yugoslavya’nın
bağımsızlığını kazanması sonrasında 6 Nisan 1945’de yakılmış bir ateş var.
Bunun için bir anıt yapılmış. Oradaki ateş o gün bugün sönmeden yanıyor. Ateş
Boşnakların, Hırvatların ve Sırpların hep birlikte özgürlüklerini kazandığını
ve kaybetmeyeceklerini ifade ediyor. Biz gittiğimizde evsiz çocuklara bedava
soba hizmeti görüyordu.
Sarajevo’da Sarajevo Hotel’de geceledik. İyi bir oteldi. Tek
kusuru kent merkezinin dışında olmasıydı.
SIRBİSTAN
Ekonominin Görünümü
2012
|
2013
|
|
GSYH (Milyon USD)
|
38.539
|
43.677
|
Nüfus (bin kişi)
|
7.259
|
7.259
|
Kişi Başına Gelir (USD)
|
5.309
|
6.317
|
Büyüme Oranı (%)
|
-1,7
|
2,0
|
İşsizlik Oranı (%)
|
23,1
|
25,0
|
Enflasyon (%)
|
12,2
|
5,0
|
Bütçe Açığı / GSYH (%)
|
||
Kamu Borcu / GSYH (%)
|
61,8
|
66,6
|
Cari Açık / GSYH (%)
|
10,5
|
7,5
|
Sırbistan, öteki ekonomilere göre daha zengin görünüyor.
Bunu yalnızca başkent Belgrad’a bakarak söylenmiyorum. Yollar çok da düzgün,
kasabalar daha iyi evlere sahip görünüyor. Buna karşılık Sırbistan’da kişi
başına yıllık ortalama gelir Hırvatistan’ın yarısından biraz fazla. Bu farkın
döviz kurundan kaynaklandığını düşünüyorum. Cari açığının yüksekliğinin yanı
sıra büyüme oranı da düşük. Önceki yılı küçülerek geçiren Sırbistan bu yıl
yüzde 2 oranında büyüme bekliyor.
Belgrad
Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoda kurulu olan
Belgrad’ın nüfusu 1,5 milyon dolayında. Kent, 1521 yılında Kanuni Sultan
Süleyman tarafından Osmanlı egemenliği altına alınmış, arada bir egemenlik el
değiştirse de 1830’a kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış, 1830’da yarı bağımsız
bir statü kazanarak Osmanlı’dan kopmuş.
Önce otobüsle bir kent turu yaptık, ilginç yerlerde inerek
gezdik. Aşağıdaki resimde bir ağacın gölgesi altında kalmış olan Sırp asıllı
Amerikalı mucit Nicola Tesla’nın heykeli görünüyor. Tesla, elektrikle ilgili
hemen hemen bütün buluşların sahibi olsa da buluşlarını Edison’a kaptırmış. Ona
karşılık 700 adet buluşuna (bunlar arasında floresan lamba, neon ışığı, radar,
elektron mikroskobu, mikrodalga fırını da var) patent almış bir mucit.
Belgrad’da
Belgrad kalesi, Semendre kalesi, Damat Ali Paşa Türbesi, Zindan Kapı, Sokullu
Mehmet Paşa çeşmesi, Kale meydanı, Taş meydan başta olmak üzere hemen hemen
bütün tarihi yerleri gezdik.
Bayraklı
Camiini gezerken cami vakfının yöneticilerinden birisi cami ziyaretçileri için
yaptırdıkları börek ve baklavayı bize ikram etti. Eşi İzmirliymiş. Bizim için
hoş bir sürpriz oldu.
Belgrad
çok düzenli, tertemiz bir kent. 2011’de Avrupa voleybol kadınlar şampiyonası
için gitmiş ama bu kadar gezememiştim. O zaman çektiğim Kaledeki İstanbul kapısı
tabelasını da buraya koyayım.
İKİNCİ BÖLÜM: ÇEŞİTLİ BİLGİLER
Türkiye Ekonomisiyle
Karşılaştırmalar
Aşağıdaki
tabloda bu dört ülkenin başlıca ekonomişk göstergelerini Türkiye’nin ekonomik göstergeleriyle
karşıaştırıyorum.
Türkiye
|
Karadağ
|
Bosna H.
|
Hırvatistan
|
Sırbistan
|
|
GSYH (Milyon USD)
|
788.299
|
4.214
|
17.326
|
56.475
|
38.539
|
Nüfus (bin kişi)
|
74.885
|
7.259
|
3.884
|
4.402
|
7.259
|
Kişi Başı Gelir (USD)
|
10.527
|
6.777
|
4.461
|
12.829
|
5.309
|
Büyüme Oranı (%)
|
2,2
|
-0,5
|
-0,7
|
-2,00
|
-1,7
|
İşsizlik Oranı (%)
|
9,2
|
23,1
|
28,0
|
16.2
|
23,1
|
Enflasyon (%)
|
6,2
|
5,1
|
2,1
|
4,7
|
12,2
|
Bütçe Açı/GSYH (%)
|
1,2
|
2,5
|
1,2
|
||
Kamu Bor/GSYH (%)
|
36,2
|
51,9
|
44,3
|
53,7
|
61,8
|
Cari Açık / GSYH (%)
|
6,1
|
17,9
|
9,7
|
0,0
|
10,5
|
Tablodan görüleceği gibi Türkiye’nin ekonomik açıdan bu
ülkelere açık ara üstünlüğü söz konusudur. Hırvatistan, kişi başına gelirde
enflasyon oranında bizden iyi durumda görünse de işsizlik, büyüme, kamu
kesişmiş borç yükü ve cari açık göstergelerinde bizden oldukça kötü durumdadır.
Böyle bir tura
katılanlara satın alma önerileri
İsli et (kuru et ya
da Boşnak eti)
Tadı pastırmaya benzemekle birlikte sarımsaklı çemen söz
konusu olmadığı için kokusu yok. Bunun en iyi yapıldığı yer Mostar. Eğer füme
et seviyorsanız oradaki kasabı tur rehberine sorun ve bulabilirseniz mutlaka
alın. Aksi takdirde daha düşük kalitelisini çok daha pahalıya Belgrad’da
marketlerden ya da hava alanındaki duty free mağazalarından alırsınız.
Vranac şarabı
Vranac Balkanlar’da yetişen bir üzüm türü. Bundan yapılan
şaraplar hem kaliteli hem de çok ucuz. Üzümle aynı adı taşıyan Vranac şarabını
almanızı öneririm. Karadağ’da yol boyunca marketlerden çok ucuza alabilirsiniz.
En küçük boyu 1,5 Euro’ya satılıyor.
Sliivovica (Erik
rakısı)
Adına rakı denmekle birlikte aslında bu mürdüm eriğinden
yapılan bir likör. Daha çok mide rahatsızlıklarına iyi gelen, hazmı
kolaylaştıran bir içki özelliği taşıyor. Çok yenen yemeklerden sonra sabahları
yorgun kalktığınızda bir yudum ilaç niyetine içmenizi öneriyorlar.
ST. PETERSBURG 23 – 26 Ekim 2012
Anlatım ve fotoğraflar: Mahfi Eğilmez
Yolculuk öncesi bilinmesi gerekenler
Rusya’nın para birimi Ruble.
Ruble’nin dönüşüm pariteleri kabaca şöyle:
1 USD = 30 Ruble
1 Euro = 40 Ruble
1 TL = 16,5 Ruble
(100 USD verdiğinizde banka ya da
döviz bürosu 3000 Ruble verince insan birden bizdeki altı sıfır silinmesinden
önceki durumu hatırlıyor. Rusların da üç sıfır silmesi şart.)
Uçakta bir belge dağıtıyorlar.
Belge iki parçalı, iki parçasını da doldurmak gerekiyor. Belgedeki sorular
Rusça ve İngilizce. İlk parçayı havalimanında alıyorlar ikincisini pasaportla
birlikte saklamak ve çıkış yaparken pasaportla birlikte göstermek
gerekiyor.
Rossiya Havayolları İstanbul
kalkışından sonra Türkiye’den yüklenmiş Türk usulü yemek servisi yapıyor. St.
Petersburg’a varışı akşam saatlerine denk geliyor ve üstüne bir de şehir turu
yapılıyorsa insan acıkıyor. O saatte açık bir yer bulmak ya da ruble temin
etmek pek mümkün değil. O nedenle yanınızda bisküvi türü bir şeyler
bulundurmanızda yarar var.
Kentin çeşitli yerlerinde banka
şubesi ya da döviz bürosu bulmak ve döviz bozdurmak mümkün. Nevski Caddesinde
doları 1’e 30’a bozan da gördük 1’e 31’e bozan da. Eğer turla gitmişseniz ilk
ağızda 100 dolar ya da 50 Euro bozdurmanız yeterli. Sonrasında duruma göre daha
fazla bozdurabilirsiniz. Eğer turla gitmeyip kendi başınıza gitmişseniz o zaman
daha çok bozdurmanız gerekir. Çünkü birkaç istisna dışında hiçbir yer Ruble
dışında para kabul etmiyor. Kredi kartı genellikle bizdeki gibi hemen her yerde
geçerli olmakla birlikte kartı gözünüzün önünde çekmelerine dikkat etmeleri
konusunda tur rehberleri uyarıyor. Ben beş altı kez gerek mağazalarda gerek
lokantalarda kullandım ve bir sorun yaşamadım ama hepsinde de kartım gözümün
önünde kullanıldı. Yani alıp da içeri gitmediler.
Yolculuğa çıkmadan önce St.
Petersburg hakkında yazılmış bir kitap mutlaka okuyun. Özellikle kenti kendi
başına gezecekler için bu çok önemli. Aksi takdirde bir kent gezip dönmüş
olursunuz, kentin ruhunu keşfedemezsiniz.
St Petersburg hakkında ön bilgiler
St Petersburg yeni bir kent. Çar
Petro tarafından 1703 yılında kurulmaya başlanmış. Çar Petro’ya Ruslar ve
batılılar Büyük Petro, Türkler Deli Petro diyorlar. Bizimkilerin deli adını
takmasının en olası nedeni Petro’nun reformist kişiliği ve batılılaşmaya yönelik
tavırları olsa gerektir.
Kentin kuruluş adı St.
Petersburg’dur. Birinci Dünya Savaşı sırasında kentin adı Petrograd olarak
değiştirildi. Bolşevik devriminin öncüsü Lenin’in ölümünden kısa süre sonra
(1924) kentin adı bu kez Leningrad olarak değiştirildi. Sovyet sisteminin
yıkılması ve Rusya’nın ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmasının ardından kentin
adı yeniden kuruluştaki adı olan St Petersburg’a çevrildi.
Kent’in ortasından Neva nehri
geçiyor ve nehir kent Baltık Denizine (Finlandiya Körfezi) açılıyorlar. Neva
nehrindeki 42 adaya yayılmış bir kent olan St Petersburg’un nüfusu 5 milyon.
Rusya’nın Moskova’dan sonra ikinci büyük kenti.
St. Petersburg pahalı bir kent.
Dünyanın en pahalı kentleri sıralamasında 28’inci sırada yer alıyor. İstanbul’un
bu sıralamada 70’inci sırada olduğunu dikkate alırsanız St. Petersburg’un
pahalılığı konusunda karşılaştırmalı bir sonuca varabilirsiniz.
Buna karşılık metro ve otobüs
gibi toplu ulaşım araçları oldukça ucuz. Metro sisteminin Moskova’dakiyle
ilgisi yok. İstasyonlar eski ve hiçbir lükse sahip değil. Bazı istasyonlar da
metro treninin geldiğini görmüyorsunuz. Çünkü metro istasyonunda üzerinde
gidilecek hattın rengini gösteren ve son durağını adının yazılı olduğu kapılar
var. O kapıların önünde kuyruğa giriliyor. Tren gelince kapılar açılıyor ve
trenin içine giriyorsunuz. Kalkarken önce dış kapılar sonra da trenin kapıları
kapanıyor ve yola çıkılıyor. Karmaşık gibi görünse de aslında çok kolay ve
etkin bir metro ağı söz konusu. Bütün mesele gideceğiniz hattın rengini ve
gideceğiniz yönün son durağının adını aklınızda tutabilmek. Her istasyonda
haritalar olduğu için bu da oldukça kolay. Buna karşılık istasyonlar, yürüyen
merdivenler, yürüyüş alanları çok kalabalık. Bu kadar aşırı kalabalık insanı
biraz sersemletiyor doğrusu.
Metroda nereye giderseniz gidin
tek ücret uygulaması var: 27 Ruble (kabaca 1,60 TL.) Bizim kaldığımız Park İnn
oteli (ki Türk turlarının çoğu bu otelde kalıyordu) Pribaltiyskaya semtindeydi.
Buradan önce otobüsle (248 ve 162 numaralı ticari otobüsler geçiyor)
Primorskaya semtine gidiliyor (30 Ruble = 1,8 TL) oradan metro ile (yeşil hat
ya da 3 numaralı metro treni) iki durak gidilip Gostiny Dove durağında
inerseniz Nevski Prospekt’in (Nevski Caddesi) tam ortasında iniyorsunuz. Dönüşte
de aynı rotayı tersten izlerseniz toplam 114 Rubleye (yaklaşık 7 TL) gidiş
geliş rahat bir gezi yapmış oluyorsunuz. Taksiyle hiç uğraşmamanızı öneririm,
çünkü metro ve otobüs hem ucuz hem güvenli hem de oldukça sık.
Bizim kaldığımız otel 4
yıldızlıydı. Ama bana sorarsanız bizdeki otel düzeni içinde bu otel en fazla 3
yıldız eder. O da 2,5’dan 3. Dış görünüşü ve lobisi oldukça iyi ama odalar
sıradan. Yerlerdeki halılar temiz değil, hatta oldukça kirli. Odada havlu, el
sabunu ve şampuan dışında bir şey yok. O nedenle yanınızda diş macunu, diş
fırçası ve terlik götürmenizde yarar var.
Otelimizin yanında bir süper
market vardı ve doğrusu çok işimize yaradı. Suyumuzu, biramızı, hatta
atıştırmalık olarak yiyebileceğimiz şeyleri oradan alabildik. Kredi kartı
geçiyor ama döviz kabul etmiyorlar.
Herkes bunu konuştuğu için Böf
Stroganoff ve Borç çorbası yemeniz için üzerinizde bir baskı hissedeceksiniz
muhtemelen. Kentte çok ünlü lokantalar var. Bana sorarsanız önce kaldığınız
otelin lokantasını bir kolaçan edin. Genellikle otellerin lokantaları iyi
şeflerle çalışır. Biz öyle yaptık ve Böf Stroganoff ve Tavuk Kievsky yemeklerini
(aslında bir Rus yemeği olduğu halde ilk kez sunulduğu bir Rus lokantasında
Kiev adıyla sunulduğu için Ukrayna yemeği sanılıyor) otelin lokantasında birer
kadeh Chianti şarabı eşliğinde yedik ve çok memnun kaldık (Restoranın adı RBG.)
Eğer o otelde kalacaksınız bir deneyin derim. Ya da başka otelde kalıyorsanız kaldığınız
otelin lokantasına bir bakın.
23.10.2012 ST Petersburg’a varış ve şehir turu
Rossiya havayollarının uçağıyla
saat 13,20’de Atatürk havalimanından St. Petersburg’a doğru yola çıktık.
Havayoluyla ilgili ilk izlenimim olumluydu, çünkü uçak tam saatinde kalktı.
Sonradan St. Petersburg’da öğrendik ki THY ile gelen turlar normal kalkış
saatinden 2 saat sonra kalkmış. Tabii THY de artık normal kalkış saati diye bir
şey söz konusu değil. Yazdığı saatten itibaren iki saat içinde kalkabiliyorsa
normal saat sayılıyor. Rossiya havayollarının yemekleri THY kadar iyi değil.
Tercih sizin; zamanında kalkmak mı önemli uçakta iyi yemek yemek mi?
Uçak tam saatinde kalktığı gibi
tam saatinde (yerel saatle 17,30’da) St Petersburg Pulkovo hava limanına indi.
Havalimanı bizdeki büyük havalimanlarıyla karşılaştırılamayacak kadar basit bir
havalimanı. Zaten yeni bir havalimanı inşaatı başlamış ve devam ediyor. Tahmin
edeceğiniz gibi havalimanı inşaatında ortaklardan birisi bir Türk firması.
Havalimanından çıkışta yüzümüze
ilk çarpan şey ayaz oldu. Dereceler sıfırı gösteriyordu. Turun tuttuğu otobüse
bindik ve şehir turuna çıktık. Hava çoktan kararmıştı, o nedenle şehir turu bir
çeşit gece turu oldu.
Şehir turunda İsak Katedrali,
Kazan Katedrali, Kanlı Katedral, eski Pazar, Zafer Takı, Rusya Müzesi, Yusupov
Sarayı, Hermitage Müzesi, Saray meydanı, Nevski Caddesi, Puşkin anıtı,
Üniversite binaları, Bakanlık binaları, Aurora Gemisi başlıca duraklarımız
oldu. Hafif yağmur yağıyordu ve çok soğuktu. O nedenle durduğumuz yerlerde kısa
kısa fotoğraf çekimleriyle yetindik.
Çeşitli savaşlara girmiş, eğitim
gemisi olarak hizmette bulunmuş ve sonunda müze olarak kıyıya demirlemiş olan ünlü
Aurora gemisinin yanında durduğumuzda arabasıyla gelen bir satıcı arabasının
bagajından çıkardığı matruşkalar, kalpaklar, çeşitli hatıralık eşyayı satmaya
başladı. Ve ilginç biçimde TL de kabul ettiğini söyleyerek büyük matruşkaları
15 TL’ye sattı. Biz hemen aldık bir tane. Birkaç kişi daha aldı ötekiler
tereddüt edip almadı. Bir daha da hiçbir yerde o fiyata onların yarısı
büyüklüğünde matruşkalar bulamadık. Bu tür gezilerde kural şudur: “Eğer fiyat
da makul geliyorsa gördüğün ve beğendiğin şeyi alacaksın. Bir daha
bulamayabilirsin ya da o fiyata bulamayabilirsin. Eğer daha ucuza bulursan onu
da alacaksın, böylece ortalama maliyeti düşüreceksin.”
Efsanevi Aurora Kuvazörü
1917 Ekim Devrimi nedeniyle
verilen nişanlarda Aurora Kruvazörünün resmi yer alıyor. Bu, Aurora’nın Rus
tarihinde ne kadar önemli olduğunun kanıtı.
Gezimizin ilk günü iki kasaba ve
o kasabalardaki iki sarayı gezmeye ayrılmıştı. Yaklaşık 45 dakikalık bir
yolculuktan sonra Çar kasabasına vardık. Burası 18’nci yüzyılda Çariçe Katerina
tarafından inşa ettirilmiş bir park, saray ve çeşitli binalar kompleksi. Saray
binaları arasında yer alan okulda Puşkin eğitim gördüğü ve Puşkin, Ruslar
açısından çok değerli bir şair, yazar olduğu için burası aynı zamanda Puşkin
kasabası olarak da adlandırılıyor.
Çar Kasabasında sarayın dış görünümü
Saray kompleksinin dış görünümü
son derecede görkemli. Sarayın içi de çok görkemli. Her yer altın yaldızlarla
kaplı. Aslında altın yaldızlar ve aşırı dekorasyon insanı yoruyor.
Sarayın odalarından birisi
Saraydaki odalarda koltuklar,
masalar, iskemleler, son derecede bakımlı olarak sergileniyor. Yemek masaları
sanki az sonra yemek servisi yapılacakmış gibi donanımlı olarak duruyor.
Sarayda Çar Büyük Petro ve Çariçe
Katerinea’nın da resimleri duvarları süslüyor.
Çar Büyük Petro
Çariçe Katerina bizim tarihimizde
Prut Savaşı sırasında Baltacı Mehmet Paşa’ya hediyelerle birlikte kendisini de
sunmasıyla anılan çariçedir.
Sarayın en önemli odalarından
birisi olan Amber Odası’na yaz mevsiminde kalabalık nedeniyle girmenin çok zor
olduğu ya da çok sıra beklenmesi gerektiği vurgulanıyor. Bizim gittiğimiz
mevsimin yararı hiçbir yerde sıra beklememek oldu. Amber odasına girebilmenin yanı
sıra burada rehberimizin açıklamalarını dinleyecek kadar zaman da bulabildik.
Çok güzel eserler var. Ama ne yazık ki fotoğraf çekme izni verilmiyor. Odadaki
görevliye sordum odanın kapısından içeriyi çekebileceğimi söyledi ben de öyle
yaptım. Çok iyi olmasa da bir fikir veriyor sanırım.
Amber Odası
Sarayı gezmek oldukça zaman alıyor.
Ayrıca açıklanması gereken birçok soru oluşuyor insanın kafasında. O nedenle buraları
çok iyi bir rehberle gezmek gerekiyor.
İkinci durağımız Peterhoff saraı
ve saray kompleksiydi. Peterhoff Sarayı, II. Petro’nun İsveçlilere karşı
kazandığı zaferden sonra 1714 yılında Fransa’daki Versailles Sarayı’ndan
esinlenilerek yaptırılmış. Bahçesinde yaldızlı heykeller, fıskiyeler ve
çeşmeler olan saray hem dış hem de iç görünümüyle son derecede görkemli bir
yapı.
Peterhoff Sarayı’nın dışarıdan
görünümü
Bahçenin devamı bir kanal
eşliğinde Baltık Denizi’ne (Finlandiya Körfezi) açılıyor.
Peterhoff Sarayı, II. Dünya
Savaşı sırasında çok büyük zarar görmüş ve sonradan baştan başa restore
edilerek eski haline getirilmiş.
25.10.2012 Hermitage ve akşam yemeği
Hermitage Müzesi başlı başına bir
olay. 1764 yılında Çariçe Büyük Katerina tarafından kışlık saray olarak inşa
ettirilmiş daha sonra 1852’de müze olarak halka açılmış. Dünyanın en büyük ve
en eski müzelerinden birisi olarak sayılıyor.
Hermitage’ın karşı kıyıdan gece
görünümü (Fotoğrafı çekerken yağmur çiseliyordu o nedenle resimde objektife
gelen yağmur damlalarının izi var.).
Biz turla açılış saati olan 10.30’da
gittik Hermitage’a.
Tur burada 2,5 saat geçirdi. Türklerin
en çok ilgisini çeken objeler arasında Leonardo da Vinci’nin iki eseri baş
sırayı alıyordu.
Leonardo da Vinci Madonna ve
Çocuk
Bunun dışında Rönesans
odalarından bazıları, Rembrandt’ın resimleri ile bazı empresyonistlerin ve
Picasso’nun resimleri en çok ilgi çekenler olduğu için rehber turda buralarda
yoğunlaştı.
Tur grubu Peter ve Paul kalesi
ziyareti için çıkarken biz onlardan ayrıldık ve kapanış saatine kadar Hermitage’da
kalarak öteki odalardan ilgimiz alanında olanlara gittik. Empresyonistlerde
biraz daha zaman harcadık.
Paul Cezanne Aix – en – Province Yakınında
Büyük Çam Ağacı
Alt kattaki odalarda eski
uygarlıkların kalıntıları var. Bunlar arasında Mısır, Asur, Sümer
uygarlıklarından kalıntılar sergileniyor. British Museum kadar zengin olmasa da
görülmesi gereken şeyler bulunuyor. Benim gibi eski çağların tarihine meraklı
birisi için atlanmaması gereken odalardı bunlar.
Mısır tabutları
Hermitage çıkışı saray meydanı ve
Nevski Caddesi’nin giriş bölümünde kısa bir tur attıktan sonra metro ve otobüs
sistemini kullanarak otelimize döndük ve otelimizin lokantasında Böf Stroganof,
Tavuk Kievsky ve Chianti şarabından oluşan yemeğimizi yedik. Bu yemeğe 50 Euro
ödedik.
26.10.2012 Nevski Caddesi ve dönüş
Son günümüz serbest gündü. Sabah
erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık ve bavulları otel emanetine bırakıp çıkış
işlemimizi yaparak otelin minibüsüyle Kazan Katedrali’ne gittik. Kazan
Katedrali gerçekten görkemli bir katedral. Biz içeri girdiğimiz saatte ayin
vardı. Bir kenardan ayini izledik.
Kazan
Katedrali
Nevski Caddesi yaklaşık 4,5
kilometre uzunluğunda bir cadde. Biz caddeyi boydan boya gittik ve döndük. Arada
girip çıktığımız yerleri de hesaba katarsak kabaca 10 km’lik bir yürüyüş
yaptık. Cadde üzerinde mağazalar, küçük kapalı çarşılar ve bir AVM var. Hoş bir
cadde ama ne Oxford Street’e, ne 5th Avenue’ye ne de Beyoğlu’na benzemiyor.
Onlar kadar renkli değil. Buna karşın son derecede güvenli bir gezi merkezi.
Çantalara cüzdanlara dikkat edilmesi uyarısı yapılmış olmasına karşın uzun
yürüyüşümüz boyunca en ufak bir olaya tanık olmadık.
Sokaktaki insanlar, yollardaki
arabalar, kılık kıyafetler bizdeki gibi. Yani zengin bir toplum görünümünden
çok orta halliden iyice bir toplum görüntüsü var. Buna karşılık yollar,
caddeler, kaldırımlar oldukça geniş ve rahat. Şehrin tarihi silüeti oldukça iyi
korunmuş.
Caddeyi yürürken bir kahve evinde
oturup kahve içtik. Dönüşte canımız ağır yemek istemediği için Burger King’de
menü yedik. Whopper + Patates Kızartması + Kola menüsü 220 Ruble yani yaklaşık
olarak 13,25 TL.
Nevski Caddesinin altından geçen Neva nehrinin kanallardan birinin sonunda ünlü Kanlı Katedral yer alıyor. Olağanüstü güzel
bir yapıt.
Akşamüstü yine metro ve otobüs
sistemini kullanarak otele döndük ve tur otobüsüyle hava alanına hareket ettik.
Havaalanı yolunda kar başladı ve
giderek şiddetini artırdı. Kar yağışı yaklaşık yarım saatlik bir kalkış
gecikmesine yol açtı. Uçak alkolle temizlendikten sonra kalktık ve hemen hemen
zamanında da İstanbul’a indik.
St Petersburg’a ilişkin öneriler
Önceden hava durumunu inceleyip
ona göre kıyafet almak çok önemli. Bizim gittiğimiz tarihler için kaban, şapka
ya da yün bere ve eldiven gerekliydi. Hatta zaman zaman ayaz oldukça üşütücü
oluyor ve atkı bile aranıyor. Müzelerde ve saraylarda vestiyer usulü var.
Üstünüzdekileri vestiyere bırakmanız zorunlu. Vestiyerler ücretsiz. Müze veya
saray gezerken üstünüzdeki ağırlıklardan kurtulmak oldukça iyi oluyor.
St Petersburg çok güzel bir kent
ama oradan bir Londra, Paris ya da Roma beklemeyin. Örneğin Nevski Caddesi çok
güzel bir cadde ama bir Oxford Street, 5th Avenue, Beyoğlu değil. Hoş bir yer
ama gözünüzde büyütmezseniz hayal kırıklığına uğramazsınız.
Sokaktaki insanların çok büyük
bölümü İngilizce bilmiyor. O nedenle yol ya da yön sorduğunuzda işaret diliyle
anlaşmaya hazır olun.
Metro ve bağlantılı otobüs
sistemi çok kullanışlı ve kolay. Kendi başınıza gezerken bunları
kullanabilirsiniz. Bir de otellerin bir bölümünde şehir merkezine (genellikle Nevski
Cadeesine) ücretsiz shuttle bus servisleri var. Bunları kimseye söylemiyorlar,
otele indiğinizde bu minibüslerin kalkış ve dönüş saatlerini gösteren kartları
alın ve minibüste yer bulabilmek için kalkış saatinden on dakika önce durakta
sıraya girin.
Taksi sistemi bir sisteme dayalı
değil. Otellerin kapısında taksiler var ya da çağırtırsanız geliyorlar. Buna
karşılık merkezi yerlerde elinizi kaldırıp (otostop yapar gibi) durduğunuzda
taksi işareti taşımayan arabalar durup taksi olarak hizmet verebiliyor. Mutlaka
gideceğiniz yeri haritada gösterip pazarlık yapın. St Petersburg’da benzinin
litresi 2 TL’den az olduğu halde taksi ücretleri bizdeki taksi ücretlerinden daha
pahalı.
Alınabilecek hediyelik eşya
Matruşka (tahtadan yapılmış iç
içe giren bebekler)
Tahta bebekler, çanlar, magnetler
vb
Beluga votkası ya da Kauffmann
votkası (ötekiler bizde de var)
Beluga havyarı
BEYOĞLU'NDA TURİST GİBİ DOLAŞMAK (Temmuz 2012)
Mahfi Eğilmez
Son on yıldır her yıl bir yurtdışı tura gidiyorum. En ucuz ve yararlı tatil bu. Görmediğim yereli görmenin yanı sıra birçok yeni insanla tanışma fırsatı buluyorum. Yılın ilk aylarında eşim yaptığı araştırmaların sonucunu getiriyor bakıyoruz, inceliyoruz ve nereye gideceğimize karar verip önceden turu satın alıyoruz. Satın aldığımızda yüzde 40’ını ödeyince de tur indirimli oluyor. Bu yıl örneğin 5 Ülke 7 Şehir turuna gittik (bu turla ilgili gözlemlerimi bu yazının devamında okuyabilirsiniz.) Turu Ocak ayında satın aldığımız için 1049 Euro yerine 849 Euro ödedik. Bu fiyata bizim bu turun üçte birini yapma şansımız yoktu.
Bu sayede Avrupa’dan uzakdoğuya,
Estonya’dan Hindistan’a gezmediğimiz yer sayısı bayağı azaldı. Şimdiye kadar
katıldığım turların en ucuzu 7 günlük Madrid – Barcelona turuydu. 249 Euro’ya
gittik. Çok da memnun kaldık. Bu paraya uçakla gidiş dönüş bile mümkün değil.
Bu tür turların hepsinde gidilen
kentte otobüsle bir kent turu yapılır, tur rehberi önemli yapılar, sanat
eserleri hakkında bilgiler verir, kalelerde, meydanlarda önemli yerlerde inilip
fotoğraflar çekilir ve bunlar bittikten sonra otobüs kent meydanında bir yerde
durur. Rehber birkaç saatlik serbest zaman bırakır, ayrılmadan önce bir buluşma
yeri saptar ve herkes kendi ilgi odağına göre dağılır. Kimi market bulur, kimi
alış veriş mağazalarına bakar, kimi o civardaki tarihi yerlere bir kez daha
bakmaya gider, kimileri de bir yerlerde oturup ya yemek yer ya da bir şeyler
içer.
5 Ülke 7 Şehir turundan
döndüğümüzün ertesi günü turla ilgili böyle bir serbest zamanı Taksim
meydanında bize verselerdi ne yapardık diye düşündüm ve sonunda bunu yapmaya
karar verdik. Cumartesi günü metro ile Taksime gidip Cumhuriyet Anıtı’nın
altında kendimize 4 saat serbest zaman verdik.
Önce anıtı inceledik. Daha önce
de defalarca incelemiştim Taksim Cumhuriyet Anıtını. Güzel bir anıttır. Tek
kusuru o koca meydanda küçük kalmasıdır. Çok daha büyük olmalıydı diye düşünürüm
ne zaman yolum Taksim’den geçse. Kurtuluş savaşını, Cumhuriyetin getirdiği kazanımları çok
daha büyük boyutlarda resmetmeliydi.
Anıta yakından bir kez daha
baktım. Önde Mustafa Kemal Atatürk, sağında İsmet İnönü ve solunda Mareşal
Fevzi Çakmak var. Türk Kurtuluş Savaşının üç kahramanı. Arkada askerler ve
halktan kişiler yer alıyor. Bunların arasında ikisi dikkati çekiyor. Türk’e
benzemiyorlar. Birisi Mareşal Fevzi Çakmak’ın tam arkasında öteki de İnönü’nün
arkasında duran yüksek rütbeli iki asker. Çakmak’ın arkasında duran kişi Sovyet
Orduları Başkomutanı Mareşal Kliment Yefremeviç Voroşilov, İnönü’nün arkasında
duran kişi ise Kızılordunun kurucusu olan General Mihail Frunze.[1] Bu
iki asker Türk Kurtuluş Savaşına silah ve strateji desteği veren Sovyetler Birliği’nin
bu destek ve strateji uzmanlığını yürüten kişiler. Bu anıtta beni en çok
şaşırtan şey budur. O nedenle bir kez daha baktım uzun uzun. Ve bize Kurtuluşu
ve Cumhuriyeti verenleri ve tarihimizin en önemli savaşında bize bu kadar
destek olanları düşündüm Beyoğlu’nun karmaşasına karışmadan önce.
Litvanya’da Kaunas’da akşamüstü gezinirken
eşimin ayakkabısının altı açıldı. Bütün dükkanlar kapalı olduğu için ertesi gün
Vilnius’dan bir spor ayakkabı almaya karar verdik. Vilnius’daki serbest
zamanımızda aramadığımız yer kalmadı. Sonunda bir tane spor ayakkabı satan bir
dükkan bulabildik ve ne varsa almak durumunda kaldık. Aynı şey burada olsa ne
yapardık diye düşündük ve etrafa bakmaya başladık. Her adım başında ayakkabı
satan bir mağaza var. Hemen hemen bütün markaları çeşitli fiyatlara bulmak
mümkün.
Fiyatlar Avrupa ile
karşılaştırılamayacak kadar ucuz. Helsinki’de Fish Market’ten kendime üzerinde
Finlandiya ile ilgili desenler olan bir t-shirt aldım 10 Euro verdim.
Beyoğlu’nda Terkos Pasajı’ndan üzerinde İstanbul ile ilgili desenler olan bir
t-shirt aldım ve 5 TL (yaklaşık 2,25 Euro) verdim. Helsinki’de dürüm içinde
döner yedim 5,5 Euro verdim. Beyoğlu’nda aynı dönere yanında ayran da dahil
olmak üzere 5,5 TL (2,5 Euro) verdim. Üstelik bizdeki daha güzeldi.
Beyoğlu’nu boydan boya gidip
gelince eskiye göre çok daha fazla sevdiğimi anladım. Bir kere mağazaları çok
güzel. Sonra çok güzel restoranları var. Ben sırf karşılaştırma amacıyla döner
dürüm yedim Beyoğlu’nda, yoksa çok güzel ve çeşitli yemekler sunan restoranlar var ve de Avrupa’ya göre ucuz. Beyoğlu müthiş bir yer. Türkiye’nin gözbebeği
diye tanımlamak doğru olur sanırım.
Beyoğlu'nu karşılaştırabileceğim yerler arasında aklıma hemen Oxford Street (Londra) geliyor. New York'ta 5th Avenue, Paris'te Champs Elysee, Tokyo'da Akhiabara var ama onlar daha farklı yerler. En yakın görünen yer Oxford Street.
Beyoğlu'nu karşılaştırabileceğim yerler arasında aklıma hemen Oxford Street (Londra) geliyor. New York'ta 5th Avenue, Paris'te Champs Elysee, Tokyo'da Akhiabara var ama onlar daha farklı yerler. En yakın görünen yer Oxford Street.
Şimdi gelelim ucuzluk meselesine.
İstanbul’u Helsinki ile kıyasladım. İstanbul’daki fiyatlar Helsinki’deki
fiyatların yarısı gibi. Buna karşılık kişi başına gelir bizde yıllık 10 bin
dolar, Finlandiya’da 50 bin dolar. Yani adamların geliri bizim beş katımız ama
bizde hayat onlardan yarı yarıya daha ucuz.
Demek ki ideal durum Finlandiyalı
olup İstanbul’da yaşamak. Hem İstanbulluların 5 katı kadar gelirin var hem de
Finlandiyalıların harcadığının yarısını harcayarak aynı şeyleri yapabilirsin. Üstelik
havası da Helsinki ile karşılaştırılmayacak kadar güzel.
Yok eğer ben Helsinki’yi terk
edemem diyen Finliler varsa onlar da paralarını yollarlar. Finlandiya’da
bankaların mevduata verdiği faiz reel olarak negatif, yani bir Finlandiya
vatandaşı tasarrufunu bir yıl bankaya yatırsa karşılığında parasının bankada
korunmuş olmasından başka bir şey alamıyor, satınalma gücünü bile tam olarak
koruyamıyor. Bizde ise bankalar 1 yıllık mevduata net yüzde 9 faiz veriyor.
Yani bir Finlandiya vatandaşı için ideal olan durum parasını Türkiye’ye
yollayıp bu yüksek faizden yararlanmak. Finlandiya'da yıllık enflasyon yüzde 3 olduğuna göre eğer kur değişmeden kalırsa yıllık reel getiri yüzde 5,8. Burada tek sorun üstlenilecek kur riski sorunu. Kendi ülkesinde sıfır reel faiz elde edecek olan bir kişi için yüzde 6'ya yakın reel faiz veren bir ülkede kur riski almak çok da zor değil.
Not: Beyoğlu'nda anlatacak çok şey var. Burada sadece 4 saatlik bir serbest zaman değerlendirmesi yapmaya çalıştığım gözden kaçırılmamalı.
[1] Farklı görüşler de var.
Bazıları arka plandaki Ruslardan birisinin O dönemde Ankara Büyükelçisi olan
Aralov olduğunu öne sürüyor.
5 Ülke 7 Şehir
Polonya (Varşova, Krakov), Litvanya (Kaunas, Vilnius), Letonya (Riga), Estonya (Talinn), Finlandiya (Helsinki) (Temmuz 2012)
Polonya (Varşova, Krakov), Litvanya (Kaunas, Vilnius), Letonya (Riga), Estonya (Talinn), Finlandiya (Helsinki) (Temmuz 2012)
Anlatım ve Fotoğraflar: Mahfi Eğilmez
THY İle İstanbul – Varşova (Polonya)
İstanbul Atatürk havalimanındaki
buluşmanın ardından 12.25’de Varşova’ya kalkacak THY uçağına bindik. Uçağın
yolcu alma saatini beklerken öteki THY uçaklarının tamamında rötarlar olduğunu
görünce umudum kırılmıştı. Ama bizi tam saatinde uçağa aldılar. Şanslı günümüz
diye düşündüm açıkçası. Ama yanılmışım. Uçağın içinde beklemeye başladık. Bir
süre sonra pilot son derecede inançsız bir ses tonuyla “Varşova havalimanındaki
bilgisayar arızası nedeniyle gecikiyoruz” gibi bir şeyler söyledi. Ama kendi
söylediğine kendisi de inanmamış gibiydi sesi.
Saat 13.25 oldu hareket yok.
Sonunda hostesler, uçak kalkmadan yemek servisine başlamak zorunda kaldılar.
Saat 14.25’de yani bizi uçağın içine aldıklarından iki saat sonra alel acele
kalkıyoruz dendi. Yemek servislerinin çoğu toplanamadan kalktık. Hostesler
yolculara kalkış sırasında yemek servislerine ve özellikle de içeceklere sahip
çıkmalarını söylediler. Ve öylece kalktık. Bunca yıldır uçakla yolculuk
yaparım, geç kalkan, geç inen pek çok uçak gördüm ama yemek servislerini
toplamadan kalkan uçağı da ilk kez gördüm. THY sayesinde bakalım daha neler
göreceğiz. Avvrupa’nın en iyi havayolu olduğunu her alanda defalarca
kanıtladığı için şükran borçluyuz.
Pilot, kalkıştan sonra “Sabrınız
için sizi kutlarım, uçuş ekibimle birlikte sizi alkışlamak istiyoruz” dedi.
Adamcağızın sesinde tıpkı ilk anonstaki gibi utanç dolu mahcubiyet dolu bir
tonlama vardı.
İki saat uçağın içinde bekledik,
ben de dahil olmak üzere, hiç kimseden tık çıkmadı. Şu küçücük macera bile Türk
toplumunun giderek nasıl “vur ensesine al ekmeği elinden” konumuna geldiğini
açıkça gösteriyor. İnsanlar otoriteye başkaldırmaktan korkuyor. Nasıl
korkmasınlar tık diyen suçlanıyor. Giderek daha sessiz, daha içine kapanık,
daha kaderci bir toplum haline geliyoruz. Bu, toplumu yönetenler için ideal bir
durumu yansıtıyor olabilir ama bir toplumun geleceği açısından en büyük felaket
bence.
Turumuz 40 kişiden oluşuyordu.
Katılanların ağırlığı doktor ve hukukçuydu. Herkes yüksek tahsilliydi. Son
derecede kaliteli bir gruptu.
Polonya 38,2 milyon nüfuslu bir
ülke. Yaklaşık 513 milyar dolarlık GSYH’sı var. Yani kişi başına yıllık
ortalama geliri 13500 dolar dolayında. Bizden biraz daha yüksek bir refah
düzeyindeler. İşsizlik oranı yüzde 9,5, kamu borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde
55, cari açığın GSYH’ya oranı yüzde 4,3. Polonya Euro’ya geçmemiş bir ülke.
Para birimi Zloti.
1 Zloti = 0,2891 USD
1 Zloti = 0,2353 Euro
1 Zloti = 0,5259 TL.
Başkent Varşova Vistula nehri
üzerinde kurulu, 1,7 milyon nüfuslu bir kent. Biz Varşova’ya indiğimizde henüz
Euro 2012 Futbol şampiyonası sonuçlanmamıştı. O gün akşam İspanya İtalya maçı
vardı. Varşova da bu organizasyonun düzenleyicilerinden birisi olan Polonya’nın
başkenti olduğu için flamalar hala direklerde sallanıyordu (aşağıdaki resim.)
Varşova sevimli bir kent, bizim
ölçülerimize göre küçük ve sakin. Bizim alıştığımız kalabalıklar yok. Olanlar
da turist grupları zaten.
Aşağıdaki heykel Varşova’daki
Lazienski Park’ta bulunuyor. Kral Jan Sobieski III atının üzerinde ve atın
ayakları altındaki Osmanlıyı eziyor.
Polonya ve Litvanya birleşik
krallığının hükümdarı olan Jan Sobieski III’ün (1629 – 1696) en önemli başarısı
kumanda ettiği Polonya, Avusturya, Almanya karma ordusuyla (81 bin kişi)
Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın kumanda ettiği 130 bin kişilik Osmanlı ordusunu
Viyana Savaşı’nda yenmiş olmasıdır. Biz ne kadar kızarsak kızalım Avrupalılar
açısından Jan Sobieski, “Avrupa’nın Kurtarıcısı” dır. Polonya’da itibar
sağlamak istenen her şeyin başına ya da sonuna Sobieski ekleniyor.
Kentteki önemli eserleri gezdikten
sonra ayaküstü bir şeyler atıştırıp İspanya İtalya finalini izlemek üzere otele
döndük. Varşova’da tramvay çok yaygın. Kentin her tarafına tramvaylar işliyor.
Bizdeki metrobüslerin görevini görüyor.
Bir kenti bir ya da iki günde
değerlendirmek çok kolay değil kuşkusuz. Ve yanıltıcı sonuçlara götürebilir
insanı ama o kadar çok yer gördüm ve gezdim ki bir tur attıktan sonra iyi kötü
o kentin ruhu hakkında bilgi edinebiliyorum. Genellikle Varşova, Budapeşte ve
Prag’ı birbiriyle karşılaştırmak adet olmuştur. Üçü de eski doğu bloku başkenti
olduğundan, üçünde de tarihi yapılar ağırlıkta olduğundan bu karşılaştırma hep
yapılır. Budapeşte ve Prag’ı daha önce görmüştüm şimdi de Varşova’yı görünce
karşılaştırma yapma imkanım oldu. Bana sorarsanız sıralama şöyle: (1) Prag, (2)
Budapeşte, (3) Varşova. Bu sıralamadan Varşova’yı beğenmediğim sonucu çıkmasın.
Beğendim beğenmesine ama bence Prag’ın canlılığı ve Budapeşte’nin renkliliği
Varşova’da yok. Prag ve Budapeşte’ye bir daha gezmeye gider misin deseler evet
derim ama Varşova’ya zorunluluk olmadıkça bir daha gitmem.
Krakov
İkinci gün otobüsle Krakov’a
gittik. Otobüsle gidiş tam 4 saat sürüyor. Yani gidiş geliş 8 saatimiz yollarda
geçti. Böylece Polonya taşrasını görme imkanı da bulduk. Her yer yemyeşil.
Yazın 30 kışın eksi 30 derece arasında gidip gelen bir iklimi var. Yağış
miktarı çok fazla. Nem oldukça yüksek. Sonuç: Her yer yemyeşil. Yol boyunca
küçük kasabalardan köylerden geçtik. En fazla dikkatimi çeken şey yolların düzgünlüğü.
Bizdeki gibi çift yollar yok belki ama çizgisi çizilmemiş, geçidi gösterilmemiş
bir tek yol yok. Krakov’da yaklaşık 4 saat kaldık.
Krakov, Polonya’nın eski
başkenti. Nüfusu 800 bin yani İstanbul’daki Ataşehir’in iki katı kadar nüfusa
sahip. Bütün Avrupa kentleri gibi belediye binası ve kilisenin bulunduğu
büyükçe bir meydanı var. Genellikle o alanlar fuar alanı gibi kullanılıyor.
Meydanda restoranlar, bira evleri var. Herhalde ortaçağdan bu yana aynı amaçla
insanlar burada toplanıyor.
Kentin ortasından Wisla (Vistula) nehri
geçiyor. Bu kentin 1906’da kurulmuş Visla Krakov diye bir futbol takımı var.
Bizim takımlarla çeşitli defalar karşılaşmıştı.
Yaklaşık 4 saat Krakov’u gezip
yemek yedikten ve biraz hatıra eşya aldıktan sonra 4 saatlik bir otobüs yolculuğuyla
Varşova’ya geri döndük.
Kaunas (Litvanya)
Üçüncü günün sabahında
kahvaltıdan sonra otobüsle Kaunas’a doğru yola çıktık. Otobüs yolculuğu 6 saat
sürdü. Yol boyunca her taraf yemyeşildi. Bu gezide yeşile doyduk desem yeridir.
Litvanya’nın nüfusu 3,5 milyon,
GSYH’sı 43 milyar dolar, kişi başına yıllık ortalama geliri 13 bin dolar,
işsizlik oranı yüzde 15,5. Kamu borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde 39, cari
açığın GSYH’ya oranı yüzde 1,7. Litvanya 2014’de Euro’ya geçecek.
Para birimi Lita.
1 USD = 2,80 Lita
1 Euro = 3,45 Lita
1 TL = 1,54 Lita.
Kaunas küçücük bir ortaçağ kenti.
Toplam nüfusu 150 bin kişi. İstanbul’un küçük bir semti gibi. Eski şehir çok
şirin. Eski evlerin altları hemen tamamen ya restoran ya kahve evi ya da
birahane. Bütün kenti yürüyerek belki bir saatte dolaşmak mümkün. İnsanlar
burada nasıl zaman geçirir diye düşündüm ve yanbıt bulamadım. Diyelim ki ilk
gün gidip eski şehirde yemek yediniz. İkinci gün kahve içtiniz, üçüncü gün
bira. Dördüncü gün sil baştan yeniden başlamak zorundasınız. İstanbul gibi
kalabalık ve kaotik bir kentte yaşayanlar için burası huzur evi gibi bir yer.
Kaunas’ta Avrupa’nın birçok
kentine göre daha ucuz fiyatlarla yemek yemek ya da alış veriş yapmak mümkün.
Biz Kaunas’a vardığımızda
kapanmamış olsaydı Cadı Müzesi’ni gezmeye gitmeyi çok isterdim. Çünkü ortaçağa
damgasını vuran cadılık ve cadı avı meselesi bugün de çeşitli ülkelerde
düşüncelerin açıklanmasının yasaklanması ve cezalandırılması olarak farklı bir
biçimde sürüyor. Cadılık konusunda yazdığım yazım bu blokta yer alıyor http://www.mahfiegilmez.com/2012/01/cad-av.html
Vilnius (Litvanya)
Geceyi Kaunas’ta geçirdikten
sonra sabah yine otobüsle Litvanya’nın başkenti Vilnius’a doğru yola çıktık.
Vilnius 555 bin nüfuslu bir kent.
Kentin adı içinden geçen Vilnia nehrinden geliyor. Vilnius o ana kadar
gezdiğimiz en güzel kentti. Ne yazık ki yağmurlu ve kapalı bir günde gezdik
kenti. Eski evler, Arnavut kaldırımı yollar, cumbalı pencereler. Hepsinde
olduğu gibi büyük bir kent meydanı ve karşılıklı restoranlar, kafeler,
birahaneler.
Kentte dikkatimi en çok çeken
şeylerden birisi aşağıda fotoğrafı görünen “ışıkları yakan adam heykeliydi.”
Bana Orhan Veli’nin “Dalgacı Mahmut”unu hatırlattı. “İşim gücüm budur benim, / Gökyüzünü boyarım her sabah,
/ Hepiniz uykudayken. / Uyanır bakarsınız ki mavi. / Deniz yırtılır kimi zaman,
/ Bilmezsiniz kim diker; / Ben dikerim…”
Bu dizelere “Geceleri karanlık olur
kent, / Işıklarını ben yakarım” dizesini ekletecek gibi duruyordu heykel.
Riga (Letonya ya da Latvia)
Sabah yine otobüsle Vilnius’dan
Letonya’nın başkenti Riga’ya doğru yola çıktık. Herkesin Latvia dediği bu
ülkeye biz niçin Letonya deriz onu da anlamak mümkün değil. Osmanlı Polonya’ya
Lehistan dermiş, sonradan Polonya denmeye başlamış. Bu Letonya işini de
düzeltsek iyi olacak. Herkes Litvanya ile Letonya’yı karıştırıyor.
Bir de o kadar çok otobüsle
yolculuk yaptık ki otobüs giderek üstüme zimmetleniyor gibi gelmeye başladı.
Litvanya’dan Letonya’ya geçiş
sınırını fark etmedik bile. Avrupa Birliği olayı artık sınır formalitelerini
tümüyle kaldırmış.
Letonya, 2,2 milyon nüfuslu
küçücük bir ülke. GSYH’sı 28,3 milyar dolar, kişi başına yıllık ortalama geliri
12700 dolar. İşsizlik oranı yüzde 15,6, kamu kesimi borç stokunun GSYH’ye oranı
yüzde 38, cari açığın GSYH’ya oranı yüzde 1,2.
Letonya’nın para birimi Lat (LVL.)
1 Euro = 0,7 Lat
1 USD = 0,57 Lat
1 TL = 0,31 Lat.
Yani Lat’ın satın alma gücü bizim
ilgi alanımızdaki üç para biriminden de yüksek.
Riga bütün bu turun en güzel
durağıydı. Ben bundan daha şirin bir kent görmedim. Nüfusu 657 bin. Yani
Letonya’nın üçte biri Riga’da yaşıyor. Riga, Duagava nehrinin Baltık Denizine
açıldığı deltada kurulu. Son derecede önemli bir liman kenti. Turist bolluğu
açısından bütün geçtiğimiz kentlerden daha fazla turist vardı Riga’da.
Riga’daki ikinci günümüzde kentin
meydanındaki bütün sokakları ve binaları tek tek dolaştık. Evler, sokaklar ve insanlar
olağanüstü kaliteliydi. Avrupa kentlerinin pek çoğunda olduğu gibi yayalar
krallığı egemen Riga’da da. Yay geçidinde ışık filan yok, adımınızı yola
attığınız anda arabalar durup geçmenizi bekliyor. İnsanlar birbirine
inanılmayacak kadar saygılı.
Aşağıdaki evlere Üç Kardeşler
deniyor. Bunlardan ortadaki ev 17. Yüzyıldan solundaki ev 16. Yüzyıldan sağındaki
ev de 15. Yüzyıldan kalma.
Bu üç evin önünde iki çalgıcı
duruyordu. Birisi saksafon birisi de trompet tutuyordu elinden. Yerel rehbere
bir şey sordular. O da cevaben Turku dedi. Bir dakika sonra adamlar istiklal
marşını çalmaya başladılar. Bizim grup şaşırdı ve başladık hep bir ağızdan
marşı söylemeye. Bitişinde alkışlar ve bahşişler birbirini izledi. Ardından
adamlar Üsküdara Giderken ve Onuncu Yıl Marşını çalınca alkış ve bahşiş zirve
yaptı. Öteki turistler bizi izlediler. Çok hoş bir sürprizdi doğrusu.
Riga’da kent meydanında alışılmış
restoranlar, birahaneler ve kafeler manzarasına ek olarak şarkılar söylenen,
danslar edilen açık hava restoranları ve barları da var. Turistler için adeta
bir cennet Riga.
Akşam ortaçağdan kalma bir
restoranda yemek yedik, şarap içtik. Tam anlamıyla bir ortaçağ hanı. Garsonlar ortaçağ
kıyafeti giymişler. Canlı müzik de vardı. Canlı müzik de ortaçağ müziğiydi. Bir
ara müzisyenler Kaşlar Kara Gözler Kara Mevlana’yı çalmaya başladılar. Bizim
gruptan dayanamayıp piste çıkıp oynayanlar oldu.
Talinn (Estonya)
Sabah istemeye istemeye Riga’dan
otobüsle Estonya’nın başkenti Talinn’e doğru yola çıktık. Talinn’e varışımız
öğlen saatlerini buldu.
Estonya 1,3 milyon nüfuslu
küçücük hatta minicik bir ülke. 22,2 milyar dolar GSYH’sı ve 16500 dolar kişi
başına yıllık ortalama geliri var. İşsizlik oranı yüzde 12,5, kamu kesimi
borçlarının GSYH’ya oranı yüzde 6. Yani Estonya’da kamu kesiminin borcu yok
gibi bir şey. Estonya cari açık değil GSYH’sının yüzde 3,2’si oranında cari
fazla veriyor.
Estonya Euro bölgesi üyesi ve
dolayısıyla para birimi Euro.
Talinn 416 bin nüfuslu küçük bir
ortaçağ kenti. Tur otobüsüyle şehir gezisi yapıp önemli yerleri gördükten sonra
kent meydanında serbest zaman verildi. Burası da çok hoş bir yer. Pazarla
restoranlar, kafeler ve birahaneler iç içe. İnsanlar el işi mallarını getirmiş
kent meydanında satıyorlar. Bütün bu kentlerin meydanlarında hep bir ortaçağ fuarı
havası var.
Helsinki (Finlandiya)
Akşam feribotla Talinn’den
Helsinki’ye geçtik. Feribot yolculuğu yaklaşık 2 saat sürüyor. Günlerdir bizi
gezdiren otobüsümüzü terk edip bavullarımız elimizde feribota bindik. Böylece
otobüsü zimmetimden düşürmüş oldum.
Helsinki’de bir başka otobüs aldı
bizi limandan ve yaklaşık 500 metre ötedeki otelimize götürdü. Otel deniz
kenarında ve kent merkezine yaklaşık 15 dakikalık yürüyüş uzaklığındaydı.
Finlandiya, 5,4 milyon nüfuslu
bir ülke. Ankara’dan biraz daha kalabalık. Buna karşılık GSYH’sı nüfusuna göre
çok yüksek: Yaklaşık olarak 267 milyar dolar. Kişi başına yıllık ortalama
geliri de kabaca 50 bin dolar. İşsizlik oranı yüzde 7,8, kamu kesiminin borç
stokunun GSYH’ya oranı yüzde 49, cari açığın GSYH’ya oranı yüzde 0,7.
Finlandiya Euro bölgesi üyesi
olduğu için para birimi Euro.
Finlandiya’nın gezdiğimiz bütün
öteki ülkelerden zengin olduğu belli oluyor. Helsinki’deki çarşılardaki mağazalar
ve fiyatlara bakınca hem kalite hem de pahalılık zenginliği açıklıyor. Helsinki’nin
nüfusu 565 bin kişi.
Kentin en önemli bölümünde iki taraflı
caddelerin ortasında uzun ve çok güzel bir park var. İnsanlar orada oturuyor,
yemeklerini yiyorlar, biralarını içiyorlar.
Parklardan birisi ünlü Finlandiyalı besteci Jan Sibelius'un adını taşıyor. Parkta Sibelius'un bir heykeli bulunuyor. Parkı dolaşırken Sibelius'un keman konçertosunun giriş kısmı aklıma takıldı. Müthiş güzeldir keman koçertosu. http://www.youtube.com/watch?v=3OlI0RLQJoU
Helsinki’nin bir başka özelliği de Fish Market. Orada da her türlü hediyelik eşyayı bulmak mümkün.
Helsinki’nin bir başka özelliği de Fish Market. Orada da her türlü hediyelik eşyayı bulmak mümkün.
Gözlemler ve Öneriler:
(1) Riga
mutlaka görülmesi gereken bir kent.
(2) Vilnius
ve Talinn de görülebilir.
(3) Helsinki
pek fazla özelliği olan bir kent değil.
(4) Prag,
Budapeşte ve Varşova hep birbiriyle karşılaştırılır. Bence sıralama kesinlikle
şöyle 1. Prag, 2. Budapeşte, 3. Varşova.
(5) Bu kadar hızlı bir turla gidilecekse Varşova
görülmese de olabilir. Krakov’a ise gitmeye değmez. Çünkü bu kadar sürede bu kentleri tam olarak görüp sindirmek pek mümkün olmuyor.
(6) Finlandiya
dışarıda tutulursa Türkiye kişi başına gelir olarak (10 bin dolar) Polonya,
Litvanya ve Letonya ile başa baş, Estonya’ya da yakın sayılır.
(7) Gelirdeki
yakınlık kesinlikle kaliteye yansımış değil. Bu küçücük ülkelerin insan
kalitesi bizimkinin kat kat üstünde. Herkes birbirine ve kurallara saygılı. O
kadar yol yürüdüm birbiriyle yarışan, birbirine bağıran, birbirinin yol hakkına
tecavüz eden, yayanın üzerine araba süren, sokağa tüküren, çöp atan bir tek
kişi görmedim.
(8) Kilometrelerce
otobüs yolculuğu yaptık bir tek çukur, bir tek bakımsız yol görmedim. Bütün
yollar çizgiliydi.
(9) Kentler,
sokaklar eski evlerle dolu olsa da pırıl pırıl.
(10) Kuzeye doğru çıkıldıkça beyaz geceler daha etkin oluyor. Riga'da akşam geç saatlere kadar hava aydınlıktı. Helsinki'de gece saat 11'de her taraf aydınlıktı. Bu da insanın uyumasını biraz zorlaştırıyor.
(10) Kuzeye doğru çıkıldıkça beyaz geceler daha etkin oluyor. Riga'da akşam geç saatlere kadar hava aydınlıktı. Helsinki'de gece saat 11'de her taraf aydınlıktı. Bu da insanın uyumasını biraz zorlaştırıyor.
Avrupa
sıkıntıda olabilir, krizde olabilir ama bu kalite Avrupa’yı mutlaka bu krizden
çıkaracaktır.
Tur Değerlendirmesi:
Tur Değerlendirmesi:
Tura kişi başına 849 Euro ödedik (Tur ücretine Varşova gidiş, Helsinki dönüş THY biletleri, 4 yıldızlı otel konaklamaları ve kahvaltılar, kentler arası otobüs yolculukları, otobüsle kent turları, rehberlik hizmetleri, Talinn - Helsinki arası feribot ücreti dahildi.) Bu fiyatı Ocak ayında almıştık. Sonradan fiyat 1049 Euro'ya kadar yükseldi. Plan yapabilme imkanı olanlar bu tür gezilere ucuza gidebilmek için yılbaşından sonra girişimde bulunmalılar.
Turu değerlendirmem gerekirse ücrete göre 5 üzerinden 4,5 verebilirim. Yarım notu kırma nedenim otobüs yolculuğunun fazla olması. Bence bu turda Krakov gereksiz.
KAMBOÇYA, VİETNAM VE MALEZYA (Haziran 2011)
Anlatım ve fotoğraflar: Mahfi Eğilmez
26 Şubat ile 9 Mart 2011 arasında
Kamboçya (Phnom Penh ve Siem Reap), Vietnam (Ho chi Minh City ya da eski adıyla
Saigon ve Hanoi) ve Malezya (Kuala Lumpur) turunu yaptık. Bunlar arasında en
fakiri Kamboçya. Başkent Phnom Penh fakirliğin fazlasıyla göze battığı bir
kent. Hemen her yanı bizim gecekondu semtlerine benziyor. Benziyor ama aynısı
değil. Onlarda televizyon filan yok. En ünlüleri Angkor Wat olan Angkor tapınak
serisinin bulunduğu Siem Reap ise daha iyi görünümlü bir kent. Ölmeden önce
görülmesi gereken yerler arasında sayılan Angkor Wat gerçekten önemli bir
tapınak. Gittiğimizde orada bahar olduğu için tişörtler ve şortlarla gezdik.
Kamboçya’nın nüfusu 14,3 milyon.
GSYH’sı yaklaşık 12 milyar dolar, yani kişi başına geliri 800 dolar dolayında.
Gini katsayısı 0,43 yani gelir dağılımı oldukça bozuk. İşsizlik oranı yüzde
7’ye yakın görünse de sokaktaki insan kalabalığına bakınca bu oranın gerçeği
yansıtmadığını düşünmeden edemiyor insan. Kamu kesiminin borcu yüzde 15
dolayında. Buna karşılık yüzde 7’den fazla cari açık veriyor.
Bu tür Uzakdoğu turlarına katılan
Türklerin en büyük korkusu yemeklerdir. Her nedense bilmeden böcek filan yemek
korkusu sarmıştır çoğunun aklını. Eğer yağda kızartılmış yemeklerden, deniz
ürünlerinden yana bir şikâyetiniz yoksa yemekler mükemmel denilecek kadar
lezzetli. Ne var ki onları lezzetli kılan şeylerin başında çoğu acılı olan
soslar geliyor. Yani midenizin de biraz sağlam olması gerekli. Bu tür
yemeklerden hoşlanmayanlar her yemekte gelen pirince dört elle sarılıyorlar.
Oysa pirinç bizim bildiğimiz pilav gibi değil. Yağsız olduğu için ancak soya
sosuyla biraz daha yenilebilir hale geliyor.
Nehirde tekne gezintisi sırasında leğenleri kayık olarak kullanan çocuklar gelip para, çikolata, şeker istiyorlar. Aşağıdaki fotoğraf.
Nehirde tekne gezintisi sırasında leğenleri kayık olarak kullanan çocuklar gelip para, çikolata, şeker istiyorlar. Aşağıdaki fotoğraf.
En iyisi Vietnam
Bu turda en etkilendiğim ülke
Vietnam oldu. Vietnam, Kamboçya’ya göre daha zengin bir ülke. 88 milyon nüfusu
var. GSYH’sı 102 milyar dolar. Buna göre kişi başına ortalama gelir 1,200 dolar
dolayında oluyor. İki ülke arasında gözle görünen durum sanki bundan daha fazla
fark olması gerekirmiş gibi duruyor. Ne var ki iki ülkede de Mc Donalds
olmadığı için klasik Big Mac karşılaştırmasını yapamadım ve dolayısıyla gerçek
kurun nerede olması gerektiğini ölçemedim. Vietnam’da işsizlik oranı yüzde 5
dolayında. Yüzde 8 dolayında da cari açık veriyor.
Ho Chi Minh City ya da Saigon
küçük bir Paris modeli gibi. Son derecede modern ve güzel yollar, binalar var.
Kentte üç milyon motosiklet varmış. Gerçekten de kaldırımlarda yürürken bir
motosiklet selinin sokaklardan akıp gittiğini görüyor insan. Ve bu akıp giden
sel insanın başını döndürüyor. Her yerde Fransız, İngiliz, Amerikan otelleri ve
mağazaları var. Ho Chi Minh savaşın sonunu göremeden öldüğü için dirilip kalksa
şaşkınlık içinde kalır ve “Bizimkiler savaşı kaybetmiş” derdi herhalde. Mülkiye
öğrenciliğim geldi gözümün önüne. Amerika’yı ve Vietnam savaşını protesto eden
öğrenciler toplanır “Ho Ho Ho Chi Minh, daha fazla Vietnam” diye bağırırlar,
dünyanın başka yerlerinde de Vietnam benzeri direnişlerin olmasını isterlerdi.
Şimdi kapitalizm yolunda hızla ilerlemekte olan Vietnamlılar ise “daha fazla
Amerikan malı” der gibi duruyorlar.
Akşam olunca kentin meydanlarında
kızlar erkekler toplanıyor, motosikletlerini park ediyor ve kaldırımların
üstünde taburelere oturup bir yandan bişr şeyler yiyor bir yandan bira veya
başka içki içiyorlar. Kentin ana meydanları akşamları adeta bir festival yerine
dönüyor. Ben hayatımda bu kadar canlı bir kent görmedim. Sanırım bunda temel
neden kadınların erkeklerle yan yana her yerde birlikte olması.
Vietnamlıların Amerikan
askerlerini kelimenin tam anlamıyla darmadağın ettikleri Cu Chi tünellerini de
gezdik. Vietnamlı rehberler bir insanın zar zor sığabileceği tünellerin bir
ucundan girip öteki ucundan çıkıverdiler şaşkın bakışlarımız arasında. Oradaki
ilkel tuzaklarla koskoca Amerikan askeri gücünü yenebilmiş olmaları gerçekten
akıl alacak bir şey değil. Köşeye sıkıştırılmış kedi öyküsü geliyor insanın
aklına. Başka bir açıklaması yok.
Ben Ho Chi Minh’in doğduğu kent
olan Kuzey Vietnam’daki Hanoi kentini daha çok beğendim. Orası çok daha doğulu
bir kent ve insana Uzakdoğu’da olduğunu çok daha fazla hissettiriyor. Kentin
içinde asfaltı olmayan çamur sokakların içinde yükselen evlerin neredeyse
tamamı şato gibi evler. Hemen her biri farklı mimaride yapılmış evler gerçekten
çok güzel. Her biri bir sanat eseri gibi ama çamur sokakların içinde
yükseliyor. Bu çelişkili görünüm de ayrı bir gizemlilik katıyor kente.
Hanoi’den Halong Bay’e gidiş
geliş yaklaşık 8 saatimizi aldı. 2 saat de tekne turu sürdü. Böylece bir tam
günümüz Halong Bay’e gidiş geliş ve orada tekne gezintisiyle geçmiş oldu. Ama
değdi doğrusu. Halong Bay, Güney Çin Denizinin kıyısında çok hoş bir kasaba.
Denizde bir süre gittikten sonra deve hörgücüne benzeyen adalar çıkıyor karşınıza.
Bir süre sonra o adaların arasından geçerken müthiş güzel bir manzara
karşılıyor sizi. Biz gittiğimizde sis vardı. Fotoğraf çekme açısından sıkıntılı
olsa da sis bambaşka bir hava verdi manzaraya. Adalar çoğaldıkça kendimi gemici
Sinbad’ın bilmem kaçıncı seyahatinde yer alıyormuş gibi hissetmeye başladım.
Aşağıdaki fotoğrafı Halong Bay gezisi sırasında çektim. Sürekli buna benzer volkanik tepeler arasında gidiliyor.
Aşağıdaki fotoğrafı Halong Bay gezisi sırasında çektim. Sürekli buna benzer volkanik tepeler arasında gidiliyor.
Kuala Lumpur
Turumuzun son durağı Malezya’nın
başkenti Kuala Lumpur idi. Kuala Lumpur en kapalısından en açığına kadar
kadınların bulunduğu bir yer. Yanınızdan simsiyah çarşaflara sarınmış bir kadın
gererken karşıdan mini etekli iki kız geliyor. Kuala Lumpur’un bir başka
özelliği de alış veriş merkezlerinin çokluğu ve büyüklüğü. İstanbul’daki alış
veriş merkezlerinin bir kaçını yan yana getirseniz ancak o büyüklüğü
yakalayabilirsiniz. Bütün ünlü markalar var. Fiyatlar da ucuz değil. Hatta
pahalı. Bir süpermarketten Cadbury çikolatayı aldık. Sonra hava alanındaki
gümrüksüz mağazalarda aynı çikolatayı iki kat daha pahalı gördük. Oturup fiyatı
aklımda kalan bazı malların gümrüksüz mağazadaki fiyatlarına baktım, çoğu malın
fiyatı kentteki mağazaların fiyatlarından daha pahalı idi.
Aşağıdaki fotoğrafı ünlü Petronas Towers'ın altında çektim.
Aşağıdaki fotoğrafı ünlü Petronas Towers'ın altında çektim.
Bu üç ülke arasında en zengin
olanı Malezya’nın GSYH’sı 220 milyar dolar. Nüfusu 28 milyon olduğuna göre
ortalama kişi başına geliri 7800 dolar dolayında. Malezya yüzde 15’e yakın cari
denge fazlası veriyor. Buna karşılık gelir dağılımı en bozuk olanı da Malezya
(Gini katsayısı 0,46.) Kuala Lumpur’da Mac Donald’s olduğu için gidip baktım.
Big Mac 3 dolara denk geliyor. Amerika’da 3,7 dolar olduğuna göre Malezya
parasını yüzde 23 dolayında değersiz tutuyor demektir. Eğer bu düzeltmeyi
yaparsak kişi başına gelir Türkiye’ye eşit hale gelir ki sokaklardaki görüntü
de bunu söylüyor zaten.
HİNDİSTAN (EYLÜL 2009)
(Radikal Gazetesinde yayınlandı)
Hindistan turuna gittiğimiz 23 kişilik grup aslında üç alt gruptan oluşuyordu. Bizim grup 11 kişi idi ve 8’imiz Jaipur, Agra ve Delhi turundan sonra dönecektik. Bizim gruptaki iki kişi son gün bizden ayrılıp Udaipur ve Mumbai’ye gidip oradan dönecekti. 12 kişilik üçüncü grup ise Delhi’den Katmandu’ya oradan da Varanasi’ye gidip tekrar Delhi üzerinden Türkiye’ye gelecekti.
Taj Mahal
Tek tek kentleri anlatmanın ne kadar anlamsız olduğunu Hindistan’da anladım. Onun için bütün gözlemlerimi topluca anlatacağım. Aslında belki de anlatamayacağım, çünkü yol boyunca gördüğümüz şeyleri anlatmak çok kolay değil. Yanlarında birer bidon suyla yol kenarlarına çömelmiş hacet görenler mi istersiniz, yolda ezilmiş maymunlar mı istersiniz, otobüsün her durduğu yerde başımıza üşüşen dilenciler ve küçük çocuklar mı dersiniz hepsi var. Delhi’nin belirli bölümleri dışarıda tutulursa bütün kentlerde inanılmaz derecede pis koşullar altında yemek yapıp satan satıcılar, yerlere tükürenler, sokak aralarında duvarlara işeyen koskoca adamlar, üstünüze doğru gelen yüzlerce, binlerce insan, evlerin tepelerinde dolaşan maymunlar, sokaklarda oturan inekler, hatta üstünde bir adamla cadde ortasında yürüyen filler.
Yılan oynatıcısı
Size Hindistan’ın durumunu daha iyi yansıtabilmek için Hindustantimes gazetesinin 23 Eylül tarihli sayısından bir saptamayı aktarmak istiyorum. Commonwealth 2010 oyunlarının yaklaşması dolayısıyla bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Chidambaram oyunlardan önce kaldırmaya uğraştıkları en kötü on alışkanlığı şöyle sıralamış: (1) Korna çalmak (gerçekten de bütün arabalar ve tuk tuklar sürekli kornaya basıyor. Hatta bu konu o kadar yayılmış ki arabaların tamponlarında “korna çal” yazıları var), (2) Sokak ortasında işemek (o kadar yaygın ki ben bile birisinin fotoğrafını çektim), (3) kuyruklara sıra dışı kaynamak, (4) kamu taşıma araçlarında başkalarına saygı göstermemek, (5) etrafa çöp atmak (Delhi’nin bazı bölgeleri dışında kentler büyük bir çöplük gibi), (6) gürültü ve kabalık (gürültü kirliliği inanılmaz boyutta (Mayorka’dan sonra ilk kez bir yerde kulak tıkacı takmadan uyuyamadım), (7) tükürmek (herkes etrafa tükürüyor, tuk tuk denilen triportöre bindiğiniz andan itibaren şoför başlıyor sağa sola tükürmeye), (8) caddelerde karşıdan karşıya düzensiz geçmek (yayalar ışık ya da yaya geçidi beklemeksizin caddelerden geçiyorlar), (9) kural dışı bir iş yaparken yakalandığında “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek kamu görevlisini tehdit etmek, (10) kadınları bakışla veya daha ileri yollarla taciz etmek (buna Hindistan’da eyeteasing deniyor. Bu iş öyle yaygın ki Hindistan’da her 51 dakikada bir kadın cinsel tacize uğruyor, her 21 dakikada bir kadın sözlü ya da fiili saldırıyla karşılaşıyor.)
Yılan oynatıcısı
Size Hindistan’ın durumunu daha iyi yansıtabilmek için Hindustantimes gazetesinin 23 Eylül tarihli sayısından bir saptamayı aktarmak istiyorum. Commonwealth 2010 oyunlarının yaklaşması dolayısıyla bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Chidambaram oyunlardan önce kaldırmaya uğraştıkları en kötü on alışkanlığı şöyle sıralamış: (1) Korna çalmak (gerçekten de bütün arabalar ve tuk tuklar sürekli kornaya basıyor. Hatta bu konu o kadar yayılmış ki arabaların tamponlarında “korna çal” yazıları var), (2) Sokak ortasında işemek (o kadar yaygın ki ben bile birisinin fotoğrafını çektim), (3) kuyruklara sıra dışı kaynamak, (4) kamu taşıma araçlarında başkalarına saygı göstermemek, (5) etrafa çöp atmak (Delhi’nin bazı bölgeleri dışında kentler büyük bir çöplük gibi), (6) gürültü ve kabalık (gürültü kirliliği inanılmaz boyutta (Mayorka’dan sonra ilk kez bir yerde kulak tıkacı takmadan uyuyamadım), (7) tükürmek (herkes etrafa tükürüyor, tuk tuk denilen triportöre bindiğiniz andan itibaren şoför başlıyor sağa sola tükürmeye), (8) caddelerde karşıdan karşıya düzensiz geçmek (yayalar ışık ya da yaya geçidi beklemeksizin caddelerden geçiyorlar), (9) kural dışı bir iş yaparken yakalandığında “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek kamu görevlisini tehdit etmek, (10) kadınları bakışla veya daha ileri yollarla taciz etmek (buna Hindistan’da eyeteasing deniyor. Bu iş öyle yaygın ki Hindistan’da her 51 dakikada bir kadın cinsel tacize uğruyor, her 21 dakikada bir kadın sözlü ya da fiili saldırıyla karşılaşıyor.)
Hava Mahal
Bizim otobüsün yanından geçen başka bir otobüsün üstünde yolculuk yapanlar
Pazarlarda ya da diğer açık yerlerde grup olarak dolaşırken işsiz güçsüz bir sürü genç öyle durup bizim gruptaki kadınlara bakıyorlardı. Onlar bize, biz onlara şaşkın gözlerle bakıyorduk. Sokağa her çıktığımızda yanımızda birisi beliriyor ve başlıyor gideceğimiz yere kadar takip etmeye. Nereye gittiğimizi, ne aradığımızı, hangi ülkeden geldiğimizi sorguluyor. En sonunda da bahşiş istiyor doğal olarak. Bu kişi işli mi işsiz mi sayılıyor bilmiyorum.
Alış veriş merkezi
Hijyen çok ciddi bir sorun. Tuvaletler son derecede pis ve bakımsız. Açıktan hiçbir şey yenmemesi ve su içilmemesi öneriliyor. Havanın sıcaklığı, nemin yüksekliği ve türlü çeşitli kokular rahatsız ederken bir de hijyen sorunuyla uğraşmak insanı iyice geriyor.
Bundan önce de birçok tura katıldım ama bu hepsinden farklı bir deneyimdi. Hindistan ne Çin’e, ne Tayland’a ne de Mısır’a benziyor. Ve burada ne anlatırsam anlatayım Hindistan’ı görmeden tahmin etmek mümkün değil. Tur arkadaşlığının ne kadar önemli olduğunu da yine bu gezide anladım. Ben hayatımda bu kadar eğlenceli bir grupla tura katılmamıştım. Bütün bir gezi esprilerle, şakalarla geçti.
MISIR (Nisan 2008)
Anlatım ve fotoğraflar: Mahfi Eğilmez
Mısır yolculuğuna hazırlık
Eğer tarihe, mimariye, güzel sanatlara ilginiz varsa dünyanın en eski uygarlıklarından birisini kurmuş ve bunu uzun süre bir imparatorluk olarak ayakta tutmayı başarmış olan Mısır bana sorarsanız görülmesi mutlaka gerekli olan ülkelerin başında geliyor.
MISIR (Nisan 2008)
Anlatım ve fotoğraflar: Mahfi Eğilmez
Mısır yolculuğuna hazırlık
Eğer tarihe, mimariye, güzel sanatlara ilginiz varsa dünyanın en eski uygarlıklarından birisini kurmuş ve bunu uzun süre bir imparatorluk olarak ayakta tutmayı başarmış olan Mısır bana sorarsanız görülmesi mutlaka gerekli olan ülkelerin başında geliyor.
Mısır, inanılmaz zenginlikte bir uygarlık kalıntısı sunuyor. Ama bunların ne olduğu, ne zaman ve ne amaçla yapıldığını anlamak için önceden mutlaka bir hazırlık yapmakta yarar var. “Nasıl olsa rehber anlatacak” demek doğru değil. 1000 Euro dolayında bir maliyete çıkacak olan böyle bir tura çıkmadan önce Mısır tarihi üzerine yazılmış bir kitap alıp okumak çok önemli. Aksi takdirde bu önemli uygarlığın kalıntılarını görmüş, fotoğraflarını çekmiş ama olayı anlayamamış olabilirsiniz. Size önereceğim kitap “The AA Essential Guide Egypt.” Kitapevlerinde bulabilirsiniz. Hem kısa ve sıkıcı değil, hem de birçok yararlı bilgi sunuyor. Meraklısı için önerim ise Alberto Carlo Capiceci’nin “Art and History of Egypt” Bonechi yayıncılıktan çıkmış, oldukça ayrıntılı bir kitap.
Mısır turuna karar vermeden önce turun götüreceği yerleri iyice incelemenizi öneririm. Memfis, Kahire’nin 20 km doğusunda antik Mısır’da başkentlik etmiş bir kent. Bir başka başkent Teb ya da şimdiki adıyla Luxor. Akhetaten ya da şimdiki adıyla Tel El Amarna tek tanrılı dini ilk kabul eden kişi olan (Nefertiti’nin eşi ve Tutankhamun’un babası) Akhenaten’in kurduğu başkent. Tapınaklar genellikle bu başkentlerde yer alıyor.
Aşağıdaki haritada Nil nehri boyunca sıralanan yerler gösteriliyor. Tapınakların yerlerini bu harita yardımıyla belirleyebilirsiniz.
Karnak Tapınağı (Luxor): Mısır’da yeni krallık döneminden önce Amon rahipleri son derecede güçlüydüler. Bu tapınak bu rahiplerin Teb kentinin üç tanrısının başı olan tanrı Amon adına yaptırdığı dünyanın en büyük dinsel merkezlerinden birisini oluşturuyor. Luxor’a yaklaşık 2,5 km uzaklıkta. 4 bölümden oluşuyor: Amon Ra bölümü (Teb’de tanrılar Amon ile Ra birleştirilerek Amon Ra adı verilmiş), Mut bölümü (Amon Ra’nın eşi olan tanrıça Mut Teb kentinin üç tanrısından biri), Montu bölümü (Montu Amon Ra ile Mut’un oğullarının adı ve Teb kentinin üç tanrısından biri), ve Amenhotep IV tapınağı. (Amenhotep IV, sonradan tek tanrılı dine geçerek Amon rahiplerini kenara iten ve adını Akhenaten olarak değiştiren, başkenti Tel El Amarna’ya taşıyan Mısır firavunudur.) Onun yaptırdığı bu tapınak, ölümünden sonra tekrar eski güçlerine kavuşan Amon rahiplerince tümüyle yıktırılmış durumda. Tapınağın duvarlarında Hititlerle yapılan Kadeş Barış Antlaşması’nın Mısır versiyonu yer alıyor.
(Karnak Tapınağında II. Ramses’in heykeli. Önündeki küçük figür karısı Nefertari)
(Akhenaten’in alt kısmı ve bir kolu kırılmış heykeli. Kahire’deki Mısır Müzesi’nde sergileniyor.)
Luxor Tapınağı (Luxor): Bu tapınak da yeni krallık döneminde inşa edilmiş ve yine Teb’in üç tanrısına armağan edilmiş. Tapınağın yapımı Amenofis III zamanında başlamış, Tutmosis III tarafından genişletilmiş ve Ramses II tarafından tamamlanmış. Tapınakta II. Ramses’in oturan ve ayakta heykelleri bulunuyor. Tapınağın girişinde 25 metre yükseklikte bir granit dikilitaş yer alıyor. Bu dikilitaşın girişin öteki tarafında yer alması gereken ikizi ise bugün Paris’te Concorde meydanında bulunuyor. Dikilitaşı Fransızlara Kavalalı Mehmed Ali Paşa bir duvar saati karşılığında hediye etmiş. Giriş duvarlarında II. Ramses’in Kadeş savaşında Hititleri nasıl yendiği resimlerle ve hiyeroglif yazılarıyla anlatılıyor. Luxor tapınağı ölmeden önce görülmesi gereken elli yerden birisi olarak sayılıyor.
Luxor Tapınağı (Luxor): Bu tapınak da yeni krallık döneminde inşa edilmiş ve yine Teb’in üç tanrısına armağan edilmiş. Tapınağın yapımı Amenofis III zamanında başlamış, Tutmosis III tarafından genişletilmiş ve Ramses II tarafından tamamlanmış. Tapınakta II. Ramses’in oturan ve ayakta heykelleri bulunuyor. Tapınağın girişinde 25 metre yükseklikte bir granit dikilitaş yer alıyor. Bu dikilitaşın girişin öteki tarafında yer alması gereken ikizi ise bugün Paris’te Concorde meydanında bulunuyor. Dikilitaşı Fransızlara Kavalalı Mehmed Ali Paşa bir duvar saati karşılığında hediye etmiş. Giriş duvarlarında II. Ramses’in Kadeş savaşında Hititleri nasıl yendiği resimlerle ve hiyeroglif yazılarıyla anlatılıyor. Luxor tapınağı ölmeden önce görülmesi gereken elli yerden birisi olarak sayılıyor.
Abydos Tapınağı: Nil nehri üzerinde, Kahire ile Luxor arasında (Luxor’a çok daha yakın) bir tapınak kompleksi. II.Ramses’in babası Seti I tarafından tümüyle elden geçirilmiş olan yerel tanrı Khentiamentiu için yaptırılmış, sonradan tanrı Osiris’e adanmış olan bu tapınak eski Mısır firavunlarının bir bölümüne mezarlık görevi de görmüş. Bu tapınakta da II. Ramses’in damgası var. Yine duvarlara Kadeş savaşındaki galibiyetini resmettirmiş ve yazdırmış. Tapınağın duvarlarında renkleri canlı kalmış birçok yazı ve resim var.
Ramesseum Tapınağı (Luxor): II. Ramses’in anısına kendisi tarafından yaptırılmış olan büyük tapınak kompleksi. Bunun duvarlarında da II. Ramses’in Kadeş savaşında Hititleri nasıl yendiğini anlatan yazılar ve resimler var. Bu tapınak kompleksi de genellikle Memnon heykellerine gidişte otobüsle geçilirken görülüyor. Oysa çok önemli ve içine girmek gerekiyor. Bana kalırsa Memnon heykellerinin yerine Ramesseum’u gezmek çok daha önemli.
(Ramesseum Tapınak kompleksinden görüntüler)
Abu Simbel Tapınağı (Nubye): Yine II. Ramses tarafından yaptırılmış bir tapınak kompleksi. İki tapınaktan oluşuyor: İlki kendisi için ikincisi sevgili karısı Nefertari için yaptırılmış. Bana sorarsanız Mısır gezisinin en önemli ayağı burası. Gideceğiniz Mısır turunda Abu Simbel gezisinin mutlaka olmasını arayın. Abu Simbel’i gezip görmeden dönerseniz Mısır turunuz yarım kalmış demektir. Aslında oldukça zahmetli bir gezi. Aswan’dan uçak ya da otobüsle gidiliyor. Bu tur genellikle ekstra turlar arasında. Uçakla gidiş geliş yaklaşık 200 Euro, otobüsle gidiş geliş ise 75 Euroya mal oluyor. Biz otobüsle gittik. Otobüsle gidiş geliş altı saat sürüyor, iki saat de orada gezseniz toplam sekiz saatlik bir yolculuk. Oldukça yorucu ama kesinlikle değer. Her iki tapınağın da içine girilebiliyor ve renkleri hala canlı olan hiyeroglifler ve resimler görülebiliyor. Ramses ve Nefertari’nin heykellerinin çoğu sağlam durumda. Bu tapınak Nil nehrinin suları altında kalmaması için yer değişikliği yapılarak parça parça taşınıp yeniden kurulmuş. İç duvarlarında anlatılan birçok şeyin yanı sıra II. Ramses’in Kadeş savaşında Hititleri yenmesinin öyküsü de var. Abu Simbel ölmeden önce görülmesi gereken elli yerden birisi olarak belirlenmiş.
Abu Simbel Tapınağı (Nubye): Yine II. Ramses tarafından yaptırılmış bir tapınak kompleksi. İki tapınaktan oluşuyor: İlki kendisi için ikincisi sevgili karısı Nefertari için yaptırılmış. Bana sorarsanız Mısır gezisinin en önemli ayağı burası. Gideceğiniz Mısır turunda Abu Simbel gezisinin mutlaka olmasını arayın. Abu Simbel’i gezip görmeden dönerseniz Mısır turunuz yarım kalmış demektir. Aslında oldukça zahmetli bir gezi. Aswan’dan uçak ya da otobüsle gidiliyor. Bu tur genellikle ekstra turlar arasında. Uçakla gidiş geliş yaklaşık 200 Euro, otobüsle gidiş geliş ise 75 Euroya mal oluyor. Biz otobüsle gittik. Otobüsle gidiş geliş altı saat sürüyor, iki saat de orada gezseniz toplam sekiz saatlik bir yolculuk. Oldukça yorucu ama kesinlikle değer. Her iki tapınağın da içine girilebiliyor ve renkleri hala canlı olan hiyeroglifler ve resimler görülebiliyor. Ramses ve Nefertari’nin heykellerinin çoğu sağlam durumda. Bu tapınak Nil nehrinin suları altında kalmaması için yer değişikliği yapılarak parça parça taşınıp yeniden kurulmuş. İç duvarlarında anlatılan birçok şeyin yanı sıra II. Ramses’in Kadeş savaşında Hititleri yenmesinin öyküsü de var. Abu Simbel ölmeden önce görülmesi gereken elli yerden birisi olarak belirlenmiş.
(Solda Abu Simbel’deki ikiz tapınaktan II. Ramses’e ait büyük olanının, sağda ise II. Ramses ve eşi Nefertari’ye ait küçük olanının girişi. İlkinin girişinde II. Ramses’in dört tane oturan dev heykeli bulunuyor. Soldan ikincinin baş kısmı yerde uzanıyor. Bu kopmanın nedeni M.S.27 tarihindeki büyük deprem. İkinci tapınağın kapısının iki yanındaki iki heykel ve en dıştaki iki heykel II. Ramses’e öteki iki heykel Nefertari’ye ait.)
Krallar Vadisi (Luxor): Eski firavunlar kendilerine piramit mezarlar yaptırmış. Ne var ki çok dikkat çekici olan bu mezarların hepsi soyulmuş. Bunu gören sonraki firavunlar Luxor’da krallar vadisi adı verilen yeri toplu mezarlık olarak seçmişler ve mezarlarını buraya gizlemişler. Burada açık olan birkaç mezarı gezmek mümkün. Duvarlarında son derecede canlı resimler ve hiyeroglifler yer alıyor. Kuşkusuz en popüler mezar, içindekilerin hemen hepsi Kahire’deki Mısır Müzesi’ne taşınmış olmasına karşın Tutankhamun’a ait olanı.
Krallar Vadisi (Luxor): Eski firavunlar kendilerine piramit mezarlar yaptırmış. Ne var ki çok dikkat çekici olan bu mezarların hepsi soyulmuş. Bunu gören sonraki firavunlar Luxor’da krallar vadisi adı verilen yeri toplu mezarlık olarak seçmişler ve mezarlarını buraya gizlemişler. Burada açık olan birkaç mezarı gezmek mümkün. Duvarlarında son derecede canlı resimler ve hiyeroglifler yer alıyor. Kuşkusuz en popüler mezar, içindekilerin hemen hepsi Kahire’deki Mısır Müzesi’ne taşınmış olmasına karşın Tutankhamun’a ait olanı.
(Solda Krallar Vadisindeki mezarların yerlerini gösteren maket, sağda Tutankhamon’un mezarını işaret eden tabela)
Hatşepsut Tapınağı (Luxor): Mısır tarihinde fazla görülmeyen kadın firavunların en ünlüsü olan Hatşepsut’un kendisi için yaptırdığı mezar anıt son derecede görkemli bir eser. O da Luxor’da krallar vadisinin hemen arka tarafında yer alıyor. Gerek anıt kabiri andıran yapı gerekse heykeller son derecede çağrıcı bir görüntü sunuyor.
Hatşepsut Tapınağı (Luxor): Mısır tarihinde fazla görülmeyen kadın firavunların en ünlüsü olan Hatşepsut’un kendisi için yaptırdığı mezar anıt son derecede görkemli bir eser. O da Luxor’da krallar vadisinin hemen arka tarafında yer alıyor. Gerek anıt kabiri andıran yapı gerekse heykeller son derecede çağrıcı bir görüntü sunuyor.
(Solda Hatşepsut Tapınağı’nın genel görünümü. Üçüncü kattaki sütunların önünde sahte sakal takmış ve erkek giysileri giymiş olan kadın firavun Hatşepsut’un heykelleri yer alıyor. Sağda aynı tapınağın iç duvarında yeralan kadın Firavun Hatşepsut’un erkek giysisi içinde takma sakallı görünümü.)
Giza Piramitleri ve Sfenks: Kahire’nin Giza bölgesinde yer alan piramitler ve sfenks herkesin tarih kitaplarından bildiği bir görünümü canlı olarak karşısında bulması anlamını taşıyor. Üç piramit ve yakın çevrelerinde eş ve çocuklar için yapılmış küçük piramitler yer alıyor. Üç firavun Keops, Kefren ve Mikerinos için yapılmış piramitlerin en büyüğü Keops’a ait olanı. Bunların ön tarafında da dev bir sfenks heykeli (insan başlı aslan) yer alıyor. Bu alanda akşamları ses ve ışık gösterisi sunuluyor. Bundan 12 yıl önce gittiğimde izlemiştim. Oldukça güzel ve etkileyiciydi. Giza piramitleri (aslında yalnızca Keops piramidi) hem dünyanın yedi harikasından birisi sayılıyor hem de ölmeden önce görülmesi gereken elli yer arasında gösteriliyor.
(Solda Giza piramitleri: Keops, Kefren ve Mikerinos, sağda Sfenks’in baş bölümü. Piramitlerin bu şekilde yapılmasının nedeni güneş ışıklarının yeryüzüne bu formda inmesidir. Yani piramitin tepesinden bakıldığında güneşin ışıklarının inişi biçimlenmiş oluyor. Tersi ise güneşe geri dönüşü ifade ediyor. Yani güneş tanrısı Ra’ya geri dönüş.)
Mısır Müzesi (Kahire): Bana sorarsanız dünyanın en önemli müzelerinden birisi Kahire müzesi. Ölmeden önce görülecek elli yer arasında sayılmıyor ama bence mutlaka görülmesi gerekli. Ne yazık ki içeride fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Bu müzede pek çok önemli parça var. Hakkıyla gezilmesi günlerce sürebilir. Ama bu tür gezilerde en çok birkaç saatlik zamanınız oluyor. Bundan 12 yıl önce gittiğimde zamanım daha uygun olduğu için neredeyse bir tam gün gezmiştim, bu kez en önemli bölümlerine zaman ayırdım. Tur liderleri sizi nasıl olsa gezdirecek ama bana sorarsanız gitmeden önce bu müzeyle ilgili bir kitap alın ve önemli bölümleri öğrenin. Size önerim Tutankhamun’un mezarından çıkan eşyaları ve özellikle altın maskesi (üst katta 3 numaralı oda) ile altın tahtını (üst katta 35 numaralı galeri) görmeniz. Bir de tek tanrılı dine geçmiş ve bunun için kimilerince reformcu kimilerince sapkın firavun olarak adlandırılmış bulunan Akhenaten ve karısı Nefertiti’nin heykel ve büstlerinin sergilendiği giriş katındaki 3 numaralı odayı kaçırmamanız gerektiğini söylemek isterim. Akhenaten Mısır’ın en önemli firavunlarından birisidir. Musa’nın tek tanrılı bir din kurması konusunda Akhenaten’den etkilendiğine ilişkin kanıtlar için Sigmund Freud’un Türkçeye de çevrilen “Musa ve Tek Tanrıcılık” adlı kitabına bakılabilir.
Akhenaten’in yüzüne dikkat edin. Marfan sendromu denilen hastalıktan muzdarip olduğu için yüz kemikleri uzamış yarı Çinli bir görünüm almış olduğunu göreceksiniz. Akhenaten sapkın olarak ilan edildiği için adı bütün yazıtlardan silinmiş ve heykelleri kırılmış, tapınakları yerle bir edilmiş. Sonradan toprak altından çıkarılan heykelleri (hepsi kırık olarak bulunmuş) bu müzeye taşınmış. Yani Akhenaten’i bu müze dışında bir yerde görmek mümkün değil.
(Solda Tutankhamun’un altın maskesi. Maske som altın üzerine lapis lazuli ve türkuaz işlenerek yapılmış. Ortada Tutankhamun’un altın tahtı. Tahtın sırt dayama kısmında Tutankhamun otururken ve eşi Ankhesenamun ayakta ona hizmet ederken görülüyor. Som altın üzerine lapis lazuli ve türkuaz işlemelerle yapılmış. Sağda Akhenaten’in yalnızca üst parçası bulunmuş olan heykeli. Ellerinde imparatorluğun gücünü simgeleyen asalar tutuyor. Marfan sendromu nedeniyle uzadığı sanılan yüzüne dikkat edin.)
Bunların yanı sıra görülmesi gereken yerler arasında şunları saymak mümkün: Nil nehri üzerindeki Edfu Tapınağı şahin başlı tanrı Horus’a adanmıştır. Horus, İsis ve Osiris’in oğullarıdır. Firavunlar kendilerini tanrı Horus’un yeryüzündeki hali olarak gördükleri için onun adını bir unvan olarak kullanırlardı. Kom Ombo tapınağı yine Nil nehri üzerinde bir bölümü Horus’a (ya da bir başka adıyla Haroeris’e) bir bölümü de timsah başlı tanrı Sobek’e armağan olarak yapılmış bir tapınaktır. Her iki tapınak da öncekilere göre yeni yapılardır. Milattan sonra Ptolemeik dönemlerde yapılmışlardır. Mısır’daki anıtların ve dikilitaşların yapıldığı taşların çıkarıldığı yer olan granit ocakları ve oradaki bitmemiş dikilitaşı görmek insanı oldukça şaşırtıyor. Üzerinde çatlama olduğu için çıkarılmasından vazgeçilmiş bir dikilitaş duruyor. Onu görünce anlaşılıyor ki bu dikilitaşlar buradan kesilip, altı oyularak çıkarılıyormuş. Bundan 3000 yıl önceki alet ve teknikle bunun nasıl yapıldığı, buradan sökülüp alınan tonlarca ağırlıktaki dikilitaşın Nil’de nasıl taşındığı ve götürüldüğü yerde nasıl ayağa kaldırıldığı konusunda insanlar hala kafa yoruyor. Philae Tapınağı (Aswan) Nil Nehrinin Aswan bölümünde aynı adı taşıyan bir adacık üzerine inşa edilmiş bir tapınak. Milattan önce 380’de tanrıça Hathor için yaptırılmış. Turlar genellikle bu adaya ve tapınağa götürmeyip onun yerine gereksiz bir Aswan barajı ve Botanik Bahçesi gezisi düzenliyorlar. Eğer turdakileri ikna edebilir de bu iki gereksiz yere gitmek yerine Philae’ye gitmeyi başarırsanız doğru bir iş yapmış olursunuz.
(Kom Ombo Tapınağının gece görünümü)
Mısır’ın Turizm Tanrısı
II. Ramses, 66 yıldan fazla firavunluk yapmış Mısır’a ve inanılmaz tapınaklar, eserler bırakmış arkasında. Nereye başınızı çevirseniz II. Ramses’den kalma bir eser görüyorsunuz. O kendisini sonsuzluğa hazırlayan bir şeylerin peşindeydi kuşkusuz. Bütün heykellerindeki bakışları hep sonsuzluğa yönelik zaten. Ve sanırım aradığı sonsuzluğu da bir anlamda bulmuş görünüyor. Her gün binlerce insan heykellerini, ziyaret ediyor ve adını anıyor. Bu haliyle de Mısır’a müthiş bir turizm geliri sağlıyor. Mısır’ın çok tanrılı dini bugün geçerli olsaydı II. Ramses’in turizm tanrısı ilan edilmesi gerekirdi.
II. Ramses, 66 yıldan fazla firavunluk yapmış Mısır’a ve inanılmaz tapınaklar, eserler bırakmış arkasında. Nereye başınızı çevirseniz II. Ramses’den kalma bir eser görüyorsunuz. O kendisini sonsuzluğa hazırlayan bir şeylerin peşindeydi kuşkusuz. Bütün heykellerindeki bakışları hep sonsuzluğa yönelik zaten. Ve sanırım aradığı sonsuzluğu da bir anlamda bulmuş görünüyor. Her gün binlerce insan heykellerini, ziyaret ediyor ve adını anıyor. Bu haliyle de Mısır’a müthiş bir turizm geliri sağlıyor. Mısır’ın çok tanrılı dini bugün geçerli olsaydı II. Ramses’in turizm tanrısı ilan edilmesi gerekirdi.
(Solda II. Ramses’in Abu Simbel Tapınağındaki heykellerinden birisinin üst kısmı, sağda II. Ramses’in karnak Tapınağı önündeki büstü.)
II. Ramses’in Kadeş Savaşını Kaybettiğine İlişkin Bir Kanıt Daha
Mısırlılarla (II. Ramses komutasında) Hititler (II. Muvatalli komutasında) arasındaki Kadeş savaşını (M.Ö. 1274) kimin kazandığı tartışma konusudur. II. Ramses’in bütün tapınak duvarlarına kazıttırdığı resim ve hiyerogliflere bakarsanız savaşın galibi II. Ramses’tir. Buna karşılık uğrunda savaşa girdiği Asi Irmağı kenarındaki Kadeş kenti ile Amurru ülkesi (Asi Irmağı ile Akdeniz arasında kalan bugün Suriye’ye ait topraklar) savaş sonrasında Hititlerde kalmıştır. Yani II. Ramses galip geldiğini ilan ettiği savaşta, eskiden Mısır’a ait olan ve muhtemelen Akhenaten zamanında Hititlerin ele geçirdiği Kadeş ve Amurru’yu geri alamamıştır. II. Ramses’in yaptırdığı tapınakların duvarlarında Kadeş savaşıyla ilgili resimleri incelerken birden Mısırlıların savaşı kaybettiğine ilişkin bir başka kanıtın farkına vardım. Yaptırdığı bütün eserlere aynı şeyleri resmettirmiş II. Ramses. Yani bir yalanı ne kadar çok tekrarlarsan o kadar doğru sanılır tezine sığınmış. Eğer savaşı kazanmış ve ülkesine ganimetlerle dönmüş olsa bunu bir yerde anlatır geçer giderdi. Bana sorarsanız bu kadar çok tekrarlanmış olan şey galibiyetin değil mağlubiyetin kanıtıdır.
(Solda II. Ramses, Kadeş’te savaş arabasında Hititlerle savaşıyor, sağda Kadeş Savaşını anlatan hiyeroglif yazıt. Luxor tapınağı girişinin sol tarafında yer alan duvardan.)
Hayal Kırıklıkları
Hayal Kırıklıkları
En büyük hayal kırıklığı Kahire’deki Han Halil Çarşısı. İstanbul’daki Kapalıçarşı gibi olacağını düşünerek gidecek olanları büyük bir hayal kırıklığı bekliyor. Daha çok Mahmutpaşa’nın az gelişmiş bir şekli olarak tanımlamak mümkün.
İkinci büyük hayal kırıklığı Aswan barajı ve o civardaki Lord Kitchener’ın botanik bahçesi. Eğer imkânınız varsa tur liderinize söyleyip bu geziyi Philae adası turuyla değiştirmeyi önerin. Aksi takdirde her yerde görülmesi mümkün şeylere neredeyse bir tam gününüzü harcamış olacaksınız.
Üçüncü büyük hayal kırıklığı Giza’daki büyük piramidin önünde firavunun cenazesini taşımak üzere yapılmış olan geminin sergilenmesi için yapılan çirkinlik abidesi müze binası.
(Tapınak duvarlarından birisine yapılmış olan kilitli çekmece.)
Mısır’ın Şansı, Türkiye’nin Şanssızlığı
Mısır’daki bütün tapınaklar ve heykeller binlerce yıldır sağlam ve yerli yerinde duruyor. Akhenaten gibi nefret edilen bir firavunun heykelleri parçalanmak istenmiş olmasına karşın onlar bile yarı sağlam halde günümüze kadar kalmış. Bunun birinci nedeni bu tapınak ve heykellerin büyük ölçüde granit ya da bazalt gibi taşlardan kesilerek yapılmış olması. Mısır taş ocakları açısından oldukça zengin bir ülke. Bir başka neden de Mısır’da nem olmaması. Binlerce yıllık kerpiç duvarlar bile büyük ölçüde ayakta duruyor. Oysa II. Ramses ile aynı dönemde Anadolu’da Hititlerin yaptıklarından pek azı ayakta kalabilmiş. Ayakta kalabilmiş olanlar da bir metreden yüksek olmayan taştan kesilme temel blokları. Onların üstüne yapılmış olan kerpiç duvarlardan eser yok. Nedeni Anadolu’nun kar ve yağmur biçiminde yağış alıyor olması. Doğa koşulları Hitit eserlerini yok ederken tam tersine Mısır eserlerini korumuş. O nedenle Mısır’da ayakta kalmış birçok eser görebilmenize karşılık Anadolu’da dörtte biri ayakta kalmış olan eserlere bakıp hayal kurmak zorunda kalıyorsunuz. Bu çerçevede Hattuşa’nın eski hafiri Jurgen Seeher ve ekibinin JTI şirketinin sponsorluğuyla ayağa kaldırmayı başardığı surların 65 metrelik bölümü çok büyük önem taşıyor.
(Solda Hitit kenti Alacahöyük’den kalıntılar, sağda Luxor tapınağının kalıntıları)
Alınabilecek Şeyler
Bu tür gezilerde Türkler için en büyük dertlerden birisi hediye alma sorunudur. Herkesin zevki ve tercihi farklı kuşkusuz ama bana sorarsanız yakınlarınıza küçük gümüşten ya da altından yapılma scarab (firavun böceği) Horus gözü gibi şeyler hediye getirmek en doğru seçim olarak görünüyor. Bir de hiyeroglifle isim yazılan küçük kartuşlar alınabilir. Bunların küçük boylarının gümüşten yapılmış olanlarını 5 - 10 dolar arasında, altından yapılmış olanlarını da 25 – 80 dolar aralığında almak mümkün. Bu tür alış verişleri kaldığınız otelde yapmak belki de en akıllıca iş. Hem çok daha garantili, hem de birçok satıcıyla muhatap olup yorulmamanızın en kestirme yolu. Beş yıldızlı bir otelde kalıyor olsanız da pazarlık yapmayı unutmayın.
(Alınabilecek şeyler konusunda bir fikir vermesi için bir liste. Soldan sağa: Altın üzerine lapis lazuli kaplamalı bir scarab, gümüşten yapılma bir Horus gözü, gümüş üzerine altın hiyeroglif harflerle isminizin yazılabildiği kartuş ve eski Mısır’da yarı kutsal sayılan kedi heykelciği. Bunlara ek olarak hemen her köşede bulunabilen papirüs üzerine yapılmış resimler alınabilir ya da papirüs üzerine hiyeroglifle adınızı yazdırabilirsiniz.)
ÇİN'DE 10 GÜN
Radikal Gazetesinde yayınlandı)
10 günlük bir turla Çin’e gittik. Her meslekten kadınlı erkekli 30 kişilik grubumuzun turu Pekin, Xian, Guilin ve Şangay kentlerini kapsıyordu. Yollar boyunca espriler, klasik türk müziği şarkıları birbirini kovaladı durdu. Birisi “buranın ipek yorganı meşhurmuş” dedi, hep birlikte yorganlar aldık, onları presletip bavula sığacak hale getirene kadar akla karayı seçtik. Gören olsa yorgan ticareti yapıldığını sanacak. Bir önceki kentte 20 yuana aldığımız bir şeyin aynısını bir sonraki kentte 10 yuana görünce onu da alarak paçal maliyeti 15 yuana getirmeye çalıştık hep birlikte. Çin yemeklerinden bunaldığımız anda Çinli komilerin şaşkın bakışları arasında Çin çorbasının suyuna çantadan çıkarılan çabuk çorbayı katıverdik. Özetle çok keyifli bir tur oldu. İmkanı olan herkese öneriyorum.
Çin’de 2 para
geçerli: Biri Çin’in kendi parası Yuan, öteki ABD doları. Sokak satıcıları bile
doları tanıyor ve kabul ediyor. Çin’de 1.5 lisan geçerli: Biri Çince yarımı da
İngilizce. Belki okuma yazma bile bilmeyen Çinli satıcı “how much” denince
fiyatı hesap makinesine yazmayı, “too expensive” denince iskonto yapmayı,
almaktan vazgeçtiğinizde “okey okey, come come” deyip biraz daha indirim
yapmayı biliyor. Kapitalizmin temelini oluşturan serbest ticaret, İnglizceyi
uluslararası dil, doları da uluslararası para birimi haline getirmiş.
Pekin
Avrupa’daki, Şangay ise Amerika’daki büyük kentlere benziyor. Xian pek benzeri
olan bir kent değil. Çünkü Çin mimarisini oldukça iyi korumuşlar ve yanına
eklenen batı tipi binalara da Çin mimarisinden bir şeyler ekleyerek müthiş bir
sentez yaratmışlar. Guilin daha çok sahil kentlerini andıran ve mimari özelliği
olmayan, ama eşsiz doğal güzelliklere sahip bir kent. Deve hörgüçlerini andıran
yüzlerce irili ufaklı tepenin ortasından akan Li nehrinde botlarla yolculuk
yapmak doğrusu oldukça keyifli bir şey.
Guilin'de Li Nehri ve Volkanik tepeler
Batıdaki
büyük kentlerin pek çoğunu gördüğüm için rahatlıkla iddia edebilirim ki
Şangay’daki temizlik ve özen batıdaki benzerlerinde yok. Yollar tertemiz, ne
bir çöp, ne bir tükürük izi var. Mazgallar kaldırımla yolun birleştiği yere
gizlenmiş. Yollarda bir tek yama izi yok, ne bir çatlak ne de bir çukur görmek
mümkün. Kaldırım taşlarını bizdeki gibi kente nizamiye havası verecek biçimde
sarı ve beyaza boyamamışlar, ama bütün yollarına batı kentlerinde olduğu gibi sarı
trafik çizgilerini çekmişler. Bu görünüm kenti olduğundan da güzel ve düzenli
gösteriyor. Sangay’daki Nanjing Road ne Oxford Street’den, ne 5th Avenue’den,
ne de Champs Ellysee’den geri kalır.
Çin’e
giderken, 15 – 20 yıl kadar önce oraya gitmiş olan bir arkadaşım bana nehir
gibi akan bisikletlilerden sakınmamı önermişti. Bir de yanıma birden fazla
pantolon almamı, zira leke filan olursa orada pantolon bulamayacağımı
anlatmıştı. Geçen 20 yılda bisikletli sayısı yok denecek kadar azalmış,
pantolon miktarı ise sayılamayacak kadar artmış. Bir arkadaşımız 7 dolara son
derecede kaliteli bir pantolon aldı. Paçası biraz uzun geldi. Bunu söyleyince
satıcı kız hemen ölçüyü alıp arka tarafa geçti ve pantolonu kısalttı. Üstelik
hiçbir ek ücret almadan. İşte o zaman anladım ki bizim artık ucuz tekstilde
Çin’le baş etmemiz mümkün değil.
Kentlerde trafik
oldukça yoğun ama tıkanmıyor. Benzinin ucuzluğunun yarattığı trafik
yoğunluğundan mıdır, yoksa bisikletten arabaya geçişin yarattığı kaostan mıdır
bilmem Çinliler çok kötü araba kullanıyorlar. Hep birbirlerini sıyırarak
gidiyorlar ve dolayısıyla siz de arabada yüreğiniz ağzınızda gidiyorsunuz. Buna
karşın hiç kaza görmedim çevrede.
Çinliler,
bütün uzakdoğulular gibi terbiyeli ve saygılı insanlar. O kadar çarşı, pazar,
müze gezdik, kavga, itiş kakış ya da sıra kapma görmedik. Pekin ve Şangay’ı
gördükten sonra olimpiyatların niçin İstanbul’a verilmediğini net bir biçimde
anlamak mümkün.
Çin’in gayrısafi yurtiçi hasılası
2.2 trilyon dolar. Bu miktarla Çin, ABD (12.5 trilyon dolar), Japonya (4.6
trilyon dolar) ve Almanya’dan (2.8 trilyon dolar) sonra aşağı yukarı kendisiyle
aynı tutarda GSYİH’ya sahip İngiltere’nin bir adım önünde dünyanın dördüncü
büyük ekonomisi konumunda bulunuyor. Çin’de kişi başına gelir ise 1,703 dolar.
Bu tutar Çin’i kişi başına gelir sıralamasında 110. sıraya düşürüyor.
Sosyalist
piyasa ekonomisi uygulayan Çin’de geçmişin en önemli faaliyeti üretim ve
tasarruftu. Şimdi artık tüketim bunların yerini alıyor. Çinliler artık
biriktirmeyip tüketiyorlar. Mc Donalds’lar, Pizza Hut’lar, Kentucky Fried
Chicken’lar tıklım tıklım Çinli dolu. Küreselleşmenin yerel renklerin
kaybolmasına yol açan bu tüketim çılgınlığı bir yandan da yakın geçmişte ortaya
çıkarılan Terra Cota askerlerinin birdenbire inanılmaz bir biçimde turizm
merkezi haline gelmesine katkıda bulunuyor.
Terra Cota ordusu
Çin,
yıllardır sabit kur yöntemi uyguluyor. 1 Dolar = 8 Yuan. Kurun sabit olması
turistler için büyük kolaylık sağlıyor. Nerede para bozdursanız aynı kurdan
bozduruyorsunuz. Zaten bir çok yerde dolar da kabul ediyorlar. Bu hafta içinde
Çin, Yuan’ın dolara karşı daha hızlı değerlenmesini kabul ettiğini açıkladı. Bu
durumda Çin malları biraz pahalılanacak.
Benzinin
litresi 40 cent. Yani neredeyse bizdekinin beşte biri fiyatına benzin
satılıyor. O nedenle yollar tıklım tıklım araba dolu. Araba stoku yeni, taksi
ücretleri son derecede ucuz. 3 – 5 dolara istediğiniz yere gidebiliyorsunuz.
Bunun nedeni büyük ölçüde benzinin ucuzluğu olsa gerek. Ayrıca taksiler
tertemiz, şöförler beyaz eldiven giyiyor ve yolcuya ödediği para karşılığında
fiş veriyor.
Şanghay’da
merkezi bir yerde 2 – 3 odalı dairelerin aylık kiraları 1,000 ile 4,000 dolar
arasında değişiyor. Yani merkezi yerdeki kiraların İstanbul’dan hiç bir farkı
yok. Buna karşılık aynı dairelerin satış fiyatları çok daha yüksek. Shanghai
Daily gazetesindeki satılık ev fiyatları 1.3 milyon dolar ile 5.5 milyon dolar
arasında değişiyor. Müstakil evlerin kiraları da satış fiyatları da astronomik.
300 – 500 metrekare büyüklüğünde, 3 katlı evlerin kiraları aylık 6 – 7,000
dolara, satış fiyatları ise 11 – 13 milyon dolara çıkıyor.
The Economist
dergisinin icat ettiği ünlü Big Mac İndeksini Şanghay’da uyguladım. Bu indeks
dünyanın heryerinde standart olan Big Mac’in fiyatından giderek hem reel döviz
kurunu hem de ülkeler arasındaki satın alma gücü farklarını ölçmeye yarıyor. Big
Mac, Çin’de 10 Yuana yani 1.25 dolara satılıyor. The Economist’in sıralamasına
göre dünyada satılan en ucuz Big Mac bu ülkede. Türkiye’deki satış fiyatı 5
YTL, yani 3.7 dolar. Bu fark bize Çin parası Yuanın YTL’den daha değerli
olduğunu ve o nedenle de satınalma gücünün Çin’de bize göre çok yüksek olduğunu
gösteriyor. Aylık geliri 500 dolar olan bir Çinli 400 adet Big Mac alabilirken
aynı aylık gelire sahip bir Türk 135 adet Big Mac alabiliyor.
Big Mac dışında sokaklarda satılan başka yiyecek alternatifleri de var! Şişte akrep veya hama böcekleri
10
günlük gezinin özeti nedir derseniz Çin’in gerçek bir mucizeyi tamamlamaya
doğru hızla gidişinin gözlemlenmesi derim. Çin’in gidişi ile bizimki aynı
değil. Bizim milli gelirimiz daha yüksek olabilir ama Çinlilerin yarattığı
kalite bizimkinden daha yüksek görünüyor. Shanghai Daily gazetesinde okudum;
Çin Bilimler Akademisi uzmanları, geçenlerde ABD’li bilim adamlarınca fosili
bulunmuş olan balıktan sürüngene geçiş aşamasındaki yaratığın (tiktaalik
roseae) 405 milyon yıl önce Güney Çin’de yaşamış olan örneğinin fosili üzerinde
yaptıkları çalışmada, balığın sudan çıkmak için her türlü dönüşümü
tamamladığını saptamışlar. Onlara sorarsanız insanın kökenine doğru önemli bir
boşluk böylece dolmuş görünüyor. Bana sorarsanız asıl önemli olan Çin bilim
adamlarının uğraştığı konularla batılı bilim adamlarının uğraştığı konuların
aynı olması. Bu, Çin’e büyük üstünlük sağlayacak ileride.
TAYLAND, SİNGAPUR, HONG KONG (2004)
(Radikal Gaztesinde yayınlandı)
Ruhi Sanyer iki yıldır beni uzakdoğu’ya gitmeye teşvik ediyor, her tatil dediğimde Bangkok’tan, Hong Kong’tan, Tibet’ten, Nepal’den, Vietnam’dan, Kamboçya’dan söz ediyordu. Sonunda bu kez onu dinleyip bir turla Bangkok, Hong Kong ve Singapur’a gittik. Bu üç kentten, Bangkok’u daha önce görmemiştim. En ilginci de oymuş aslında. Son derecede modern bir binanın kapısından dışarı adımınızı attıktan beş dakika sonra birden bire hem su yolu, hem çamaşır yıkama leğeni, hem banyo hem de tuvalet işlevi gören bir nehirle burun buruna geliyorsunuz. Nehrin üzerinde kurulu teneke evlerden birinin önünde kadının birisi nehrin suyunda çamaşır yıkarken hemen yanındaki evin çocukları aynı suda yüzme yarışı yapıyorlar. Bu arada bir bakıyorsunuz yolunu şaşırmış bir timsah yavrusu aynı nehirde bata çıka ilerlemeye çabalıyor. Bangkok, teknoloji olarak Hong Kong ve Singapur ile rekabet edemez. Ama ben bir kez daha gidecek olsam Bangkok’u tercih ederim. Şimdi Ruhi Sanyer’in anlattıklarını düşünüp, Vietnam’ı, Kamboçya’yı, Nepal’i daha da çok merak eder oldum.
Victoria Tepesinden Hong Kong'un görünümü
Turla gezmenin ayrı ilginçlikleri de var. İlk kez tanıştığımız insanlarla birlikte alış verişe gittik, pazar gezdik, kanal gezileri yaptık, yılan terbiyecilerini izledik, lazerle yapılan ses ve ışık gösterilerini seyrettik ve Türkiye’nin turizmdeki beceriksizliğini tartışıp hayıflandık. Bu turlarda yeni yerler görme, yeni insanlar ve kültürler tanımanın yanısıra ister istemez alış verişin de bir ağırlığı oluyor. Kültürel gezilerden kalan zamanda alış veriş merkezlerine gidiliyor ve ilk gün fiyat araştırması yapılıyor. Fiyatlar önce Amerikan dolarına sonra da Türk Lirasına çevrilerek ucuz mu pahalı mı ona bakılıyor. İlk gün genellikle, alış veriş yapılmadan geçiyor. İkinci gün gezmeden arta kalan zamanda alış veriş merkezlerine gidiliyor ve bu kez bir şeyler alınıyor. Bir şeyler almak da öyle kolay değil hani. Tam gözünüze bir şey kestiriyorsunuz, fiyatı da buraya göre oldukça ucuz, tur rehberi araya giriyor ve buraların sahte mallar cenneti olduğunu söylüyor. Haydi ondan sonra al alabilirsen. Üçüncü gün, eğer hala zaman kalmışsa, bu kez farklı dükkanlara gidilip alınan şeylerin ucuza mı pahalıya mı alındığı kontrol ediliyor. Günün sonunda ailenin bütün fertleri, karı, koca, çocuklar, birbirlerine düşüyor ve birbirlerini ya gereksiz şeyler almakla ya da bavula sığmayacak kadar fazla şey almış olmakla suçluyor. Gece küs yatılıyor. Sabah olunca yine eski tas, eski hamam, ister istemez aile bir araya geliyor. Bu kez yeni bir bavulun nereden alınacağı konuşuluyor.
Singapur
ve Hong Kong’da İngilizler ne numaraları varsa hepsini yapmışlar. Londra’da
yapamadıkları gökdelenleri buralara dikerek New York kompleksini, dünyanın ilk
gece safarisini yaparak Disneyland kompleksini yenmişler. Singapur’daki Sentosa
adası, gerçekte olmayan, sonradan uydurulmuş son derecede basit bir kaç temayı,
efsaneymiş gibi alıp ses ve ışık gösterileriyle süsleyerek bir şov haline
dönüştürmüş. Sayısız turisti bu yolla çekiyor ve para kazanıyor.
Singapurun simgesi deniz aslanı
Singapurun simgesi deniz aslanı
Bizim
topraklarımızdan 42 tane gerçek uygarlık gelip geçmiş, bunların hiçbirisiyle
ilgili böyle bir şey yapamıyoruz. Gerekçemiz de basit: Para yok. Sentosa
adasındaki gösterileri düzenleyen şirketle görüşsek de mesela Efes’te,
Hattuşa’da, başka yerlerde buna benzer gösterileri ilk bir kaç yılın gelirini o
şirkete bırakmak suretiyle yap - işlet - devret modeliyle yaptırsak olmaz mı?
Bol Fotoğraflı harika anlatımınız çok güzel. Mısıra ilk kez gidecekler için yol gösterici bir yazı olmuş.
YanıtlaSilTeşekkürler umarım yararlı olur.
SilGeçen yıl Mısır'da çıkan ayaklanmalarda bazı müzelerin talan edildiği haberlerini hatırladım. Akhenaten heykeli sadece Kahire müzesinde vardı o da ayaklanmalar sırasında alınan askeri önlemlere rağmen çalınan ve kaybolan eserler arasındaymış hala bulunamamış. Ayaklanmalarda kaybolan eserler Eski Eserler Bakanı Zahi Havass’ın açıklamasına göre ; Kral Tutankamon’un altın kaplamalı heykeli,
YanıtlaSilZıpkın atan Kral Tutankamon heykelinin parçaları,
Akhenaton’un kireçtaşı heykeli,
Kraliçe Nefertiti heykeli,
Amarna prenseslerinden birinin kumtaşı heykeli,
Amarna kâtibi heykelciği,
11 Yuya Uşabti heykelciği,
Yuya’ya ait mumyanın kalbi üzerinde duran kalp şeklinde kutsal mısır böceği. Bu kayıp eserlerden sadece 2 adet heykelcik bulanabilmiş. Ayrıca en az 70 adet tarihi eser ciddi zarar görmüş. Zarar gören mumyalardan birine ait bir fotograf linkte: http://www.habervitrini.com/galeri/talana-ugrayan-kahire-muzesinden-ilk-goruntuler-512878/5/
Ne yazık ki bunlar doğru. Ben tam zamanında gidip gezmişim (2008)
SilHayranlıkla okudum. rehberlik yapan, mesleğinin âşığı bir arkeoloğun elinden çıkmışcasına güzel, anlaşılır akıcı ve bir o kadar da keyifli.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
SilHOCAM GEZERKEN ÖĞRETTİNİZ ELİNİZE VE GÖZÜNÜZE SAĞLIK
YanıtlaSilÇok teşekkürler.
SilBirlikte yaptığımız bu güzel turu çok güzel ozetlemissiniz.Başka bir turda tekrar görüşmek üzere selam ve sevgiler
YanıtlaSilGökhan ünal
Not: bavullarimiz 36 saat sonra Îzmire geldi THY a teşekkürler:)
THY artık gerçekten hızla irtifa kaybetmeye başladı. Yalnızca iyi bir mutfağa sahip olmakla iyi bir havayolu şirketi olunmuyor. Yavaş yavaş bütün kazanımları geri vermeye başladı.
SilHocam
YanıtlaSilsizin gozunuzde bir de Rusyayi dinlemek isteriz
Rusya ile Ticarette, Turizmde ,tasimacilikta ve Mutehaitlik hizmetlerinde cok ciddi isler yapiliyor,
saniyorum Turkiyenin en buyuk is ortagi olabilecek kapasiteye sahip bir ulkedir,
THY nin hergun sadece Moskovaya 3 seferi var buna THY nin uctugu diger rus sehirleri, Aeroflot ve charter seferlerini de ilave edersek inanilmaz bir yolcu trafigi ortaya cikiyor.
Ancak yanlis imaj yuzunden iliskilerimizde zaman zaman soguk donemler yasandigi oluyor'
saygilarimla
ismail boy
Rusya'ya bir kaç kez gittim. Moskova çok güzel bir kent. Çok da hızlı gelişti. Son on yıldır gitmedim sanırım daha da gelişmiştir. Rusya çok önemli bir ülke. Dediğiniz gibi aramız bazen iyi bazen kötü oluyor. Kurtuluş savaşında bize çok yardımları var. O yardımların anısına Taksim anıtında ön sıradaki Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak'ın arkasında duran iki asker iki Rus generalidir. Birisi Kızlı Ordunun kurucusu olan Frunze öteki de Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarına da katılan Sovyet Orduları Başkomutanı Voroşilov'dur. Bu iki figür Sovyetlerin bize yaptığı yardımın anısına oradadır. Yani Rusya bizim için çok önemlidir ve ilişkileri iyi tutmakta her zaman yarar vardır.
SilHocam
Silverdiginiz bilgilere cok tesekkur ederim,
Ne yazik ki Tarihimizi yazanlar, ders kitaplarinda Osmanli-Rus iliskilerinde biraz tarafli davranmislar, en basitinden aramizdaki savaslarin sayisi, zaferler ve yenilgiler hakkinda dahi her iki ulkede de farkli bilgiler var, oysa ki bu iki devletin arsivleri bir acisa eminim ki birbirini tamamlayacak pek cok bilgi tarihe isik tutacaktir,
Hocam, ellerinize sağlık, çok güzel yazmışsınız. Teşekkürler.
YanıtlaSilBir iki noktaya işaret etmeme izin verirseniz eğer:
- Varşova'nın ve Krakov'un kıyılarında kurulu oldukları nehir aynı, batıda bilinen adıyla Vistula, Lehçe adıyla ''Wisła''.
- Polonya'nın yolları her zaman böyle değildi, AB'ye alındıktan sonra altyapı ve kalkınma fonlarından yararlanarak bu hale geldi. Polonya, Rusya ile Batı Avrupa arasındaki en önemli karayolu bağlantısı olduğu için doğu-batı eksenindeki (yani sizin tura dahil olmayan) karayollarının durumu berbat, ağır aksak işleyen bürokrasi ve kaynak yetersizliği nedeniyle uzun yıllar Berlin-Varşova yolu yğzde 90 tek gidiş-gelişli bir yoldan sağlanıyordu. Bu durum çok yavaş düzeliyor.
- Varşova'nın saydığınız üç Avrupa başkenti arasında en az çekici olmasının nedeni ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle bir edilmiş olmasındandır. Diğer iki başkent ve Krakov, Nazi Almanyası tarafından ''Alman toprağı'' sayıldığı için tahrip edilmemiştir. Savaş sonrası harap vaziyette Sovyet ''etki alanı''nda kalan Polonya Stalin'in ve genelde SSCB'nin kendine has mimari zevkiyle yeniden inşa edilmiş, tarihi yapılar restore edilmekle birlikte şehirdeki eski orta Avrupaya özgü otantik çekicilik yerini komünist pragmatizmle yapılan binalara ve özellikle de mülkiyet sorunlarının bir müddet gözardı edilmesine bırakmıştır. Bugün dahi Varşova eski şehir merkezinde (stare miasto) komünist kurallara göre ''yeniden dağıtımı yapılan'' binalar üzerinde hala mülkiyet tespit davaları sürmektedir.
- Polonya çok eski ve köklü bir kültüre sahip bir ülkedir. Neredeyse tüm dünyanın edebiyatına ait geniş gamda eserler Lehçeye tercüme edilip ülkenin kültür mirasına eklenmiştir. Ve, İkinci Dünya Savaşından sonra ilk restore edilerek hizmete alınan varlığın tiyatro ve bale binası olduğu söylenir.
Saygılarımla,
Wisla'nın yanına (Vistula) ekledim hemen.
SilVarşova ve Krakov'un tarihsel durumu konusunda yaptığınız katkılar için çok teşekkür ederim. Ben de öğrenmiş oldum, blok izleyicileri de yararlanmış olacaklar. Tekrar teşekkürler.
Hocam eğer görmediyseniz bir de balkan turuna çıkmanızı tavsiye ederim. Özellikle dubrovnik kotor ve budva yeme-içme kültürü ve doğal güzellikleriyle çok renkli yerler..
YanıtlaSilSaygılarımla..
Rauf Efe.
Sırada Küba ve sonra da Balkanlar turu var.
SilHocam Ağustos ayında Helsinki-Tallin-Riga gezisi yapacağım için ilgiyle okudum sizden edindiğim izlenime göre Riga ya ağırlık vermek gerek en çok zamanı oraya ayırmalı. 2 numara Tallin ve 3 numara Helsinki. Elinize sağlık.
YanıtlaSilSıralama aynen dediğiniz gibi olmalı bence de. Helsinki çok gördüğümüz Avrupa kentlerinden birisi ve biraz da pahalı. Riga ve Talinn ise çok hoş yerler. Tarihini korumuş tam bir festival veya fuar kenti gibi.
SilÇok saygıdeğer Hocam,
YanıtlaSilAdı geçen şehirlerden birisinde (Polonya) 1 yıl öğrenim görmüş ve diğerlerini de gezilerle ziyaret etmiş birisi olarak paylaşımınızı büyük bir zevkle okudum. Kaleminizin ve ifadelerinizin net ve düzgünlüğü, bilgilerin yalınlığı dijital ekrandan uzun bir yazıyı okuyamayan ben, birden kendimi son noktada buldum.
Lakin hocam sanırım Varşova ve Krakow'da biraz turun azizliğine uğramışsınız çünkü mutlaka görülmesi gereken ve bu şehirler arasında en güzelidir Krakow. Yerel halkı son derece sıcak kanlı ve gerçekten yarım gün, bir gün gibi sürelerle tadı çıkarılacak bir şehir değil; Varşova da Avrupa Şampiyonasına denk geldiğiniz için biraz kozmopolit gelmiş olabilir kış ve bahar aylarında çok turistin olmadığı dönemler daha etkileyici ve orjinal. Kışın hava şartları sizi zorlayabilir fakat bir bahar dönemi tekrar bir tur düzenlemenizi ve Polonya'nın çok da bilinmeyen ama harika diğer iki kenti (Poznan ve Gdansk) görmenizi şiddetle tavsiye eder, saygılarımı sunarım Hocam.
Evet aslında Krakow'da sadece 4 saat kalınca çok kuşbakışı oldu. Bence böyle bir turda Varşova'dan 4 saat git 4 saat gel 4 saat de orada kal anlamı yok. Ya bir gece kalıp hakkını vermek gerekir ya da hiç gitmemek. Çünkü Krakow' gideceğiz diye Varşova'yı da tam gezemedik. Biraz daha zaman ayrılsa mutlaka güzel tarafları da keşfedilebilirdi. Buna göre öneri bölümünde biraz değişiklik yaptım.
SilHocam müsadenizle bir önerim olacak. Her turun sonuna hangi firma ile gittiyseniz en azından web sitesi adresini verseniz.
YanıtlaSilReklam diyenler olacaktır ama, duyuyoruz ki bazı firmalarla çok sorunlu geziler oluyormuş. Memnuniyet paylaşmakta problem olmaz diye düşünerek istiyorum.
Saygılarımla.
İzninizle bunları vermeyeyim. Şimdiye kadar 10'dan fazla firma ile yurtdışı gezi yaptım, hepsinden memnun kaldım. Ne var ki bazıları sonradan battı. O nedenle bu tip bir yönlendirme ve not yanlış izlenim yaratabilir.
SilUstadim
YanıtlaSilSt Petersburgun sansi sadece Buyuk petro degil onun olumunden sonra idareyi ele alan carice katerinanin (bizim Baltaci ile olan dedikodularin bu Katerina ile hic ilgisi yoktur) reformist kisiliginden kaynaklaniyor,
Carice, kizi Elizabethin mimari dehasi ile Petersburgu ihya etmis ayni zamanda onun sanata duskunlugu sayesinde ilk Konservatuar kurmus,Italyadan Opera ve Bale sanatcilari getirtilip gosteriler duzenlemistir,
Katerina sadece sanat degil ayni zamanda Askeri konuarda da bir deha imis, onun sayesinde Rusya guney kiyilara ulasmaya ve Askeri donanamalarda modenizasyon ve pekcok yeniliklere kavusmustur.
Ve isin en trajik yani da Katerinanin aslinda bir Cingene (kimi yerlerde fahise oldugu soylenir) iken Car Petro onu gorup asik olmasi ile saraya alinmis ve Petronun olumunden sonra da Rusya imparatorlugunun ilk kadin hukumdari olma serefini elde etmistir,
Bu yararlı tarihsel eklemeler için teşekkür ederim.
SilPolonya'ya gidecek arkadaşlara mutlaka Auswitch ve Birkenau Nazi toplama kamplarını gezmelerini tavsiye ederim. Mahfi hocamızın yaptığı gibi kısa bir süreliğine gidilecekse eger Krakow'a, tavsiyem Wisla nehri civarı değil tarihin tüm çıplaklığıyla gösterildiği, Krakow'a sadece 50 km uzaklıkta olan Oświęcim şehrindeki bu müzeler olur.
YanıtlaSilBen buraları görmediğim için bir şey diyemeyeceğim ama bu yerler yakın tarih açısından çok önemli yerler. Yeterli zaman olursa görülmesi gerekli.
SilSevgili Dostum Mahfi;
YanıtlaSilNe kadar güzel bir sayfa hazırlamışsın, hem eğlendiriyorsun hem de eğitiyorsun. Senin tahlillerin ve yorumların bizim için önemli. Gerçekleri gören ve söyliyebilin kaç kişi kaldı. Dostlukla öpüyorum.
Mustafa Kemal Öke
Çok teşekkür ediyorum, dostların böyle destekleri insanın gücünü artırıyor. Sağol.
SilHocam,
YanıtlaSilKrakovla ilgili bende bir şeyler eklemek istiyorum, en azından buraya gidecekler için.
Polonya'ya gidildiğinde Krakow yakınlarındaki Tuz Madenine ve özellikle de auswitch kapına mutlaka gidilmeli.
Özellikle auswitch kampı mutlaka görülmeli. Nazi felaketi ile ilgili o kadar kitap okudum ve belgesel seyrettim ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum. Bir giderseniz eminim çok etkisinde kalacaksınız.
Bu arada başkentten Krakow'a o kadar yol gittikten sonra dünyaca ünlü tuz madeni ve nazi kampının programda olmaması bence gezi programı açısından büyük eksiklik.
Saygılarımla
Hocammm,galiba size nazar değdi,geçmişler olsun,
YanıtlaSilhocam yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Acaba hangi tur şirketini tercih ediyorsunuz?
YanıtlaSilBelirli bir şirket yok. Bu geziye Kappa Tur ile gitmiştik.
Siltaksim heykeli ile ilgili olarak... http://alirizasigirci.blogspot.com/2012/10/bir-sehir-efsanesini-ykalm-taksim.html....
YanıtlaSilhttp://alirizasigirci.blogspot.com/2012/10/bir-sehir-efsanesini-ykalm-taksim.html verdiğiniz bilgiler, meşhur bir şehir efsanesidir...
YanıtlaSilYolladığınız blogdaki açıklama heykeldekilerden birisinin o zamanın Sovyet Büyükelçisi Aralov olduğunu anlatıyor. Evet böyle bir iddia var.
SilTeşekkürler
YanıtlaSilHocam yazınızı okurken bile insan heyecanlanıyor gerçekten, teşekkürler bu güzel yazı için.
YanıtlaSilAcaba ülkeye girişte Türkiye'den aldığımız rubleler problem olur mu? Bu konuda bilginiz var mı?
+++++
YanıtlaSilMerhaba Hocam,
YanıtlaSilBarselona-Madrid gezileri hakkına yazı yazdınız mı?
Teşekkürler,
Evren
Barcelona - Madrid gezimizi yazmadım.
SilHocam bu kadar ayrıntıya girmeniz çok hoşuma gitti.Özellikle hesap yaptığınız kısımlar.Bir an bu yazılar bana ait diye düşündüm.Yaza doğru bir tura katılırsam kesinlikle yazılarınızın etkisi olacaktır.
YanıtlaSilSaygılar Hocam
Hocam tur yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum,katıldığınız turların bir kısmına bende katıldım ama tur olarak değil kendi programımızı yaparak gittik.Endülüs bölgesine gitmişken Toledo ve Malaga görülmeden dönmek üzüntü verici.Eğer yazınızdan sonra gitseydik Cebelitarık komedisini de yaşamamış olacaktık :)) Yarımadaya doğru hareket etmiştik ki bir gümrük kapısıyla karşı karşıya kaldık ,görevli İngiliz kontrolünde olduğunu ve İngiltere vizesiyle girilebileceğini söylediğinde şaka yapıyor sanmıştık ve boynu bükük hevesimiz kursağımızda kalarak geri dönmüştük.Yeni seyahat yazılarınızı sabırla bekliyoruz
YanıtlaSilkamal adamın adı,,, kamal,,,,kamal,,,,kamal
YanıtlaSilhocam kaleminize,objektifinize sağlık. bütün gezilerinizi zevkle okudum. benim buralara gitme fırsatım pek yok ama sizle beraber o anları yaşamış gibi oldum. hocam keşke gittiğiniz bütün şehirleri yazsanız. hatta bunu gezi rehberi kitabı şeklinde yayınlasanız. tekrar teşekkürler hep yazın hocam.
YanıtlaSilhocam paylasimilariniz icin tesekkurler.
YanıtlaSilKuba'ya 8 yil once gitmistim, cok benzer bir gezi planiyla. Farkli olarak, turistik otellerden birinde degil abd'de kaldigim sehirden tanidigim birinin tavsiyesiyle buldugum bir pansiyon'da kalmistim. sehri ve insanlari cok daha iyi tanimama sebep olmustu bu fark, zira oteller tamamen turistik ve kuba'dan biraz izole yasamaniza sebep olabiliyor.
Izlenimim ise hemen hemen ayniydi, demek ki mutluluk parayla olmuyormus. insanlar sadece sarki soyleyerek, dansederek tum gecelerini malecon'da gecirebiliyor. en onemlisi internet'te hic zaman geciremeden. (o zaman internet asiri limitli, kontrol altinda ve asiri pahaliydi)
dogrusu abd ile olan son yakinlasmadan sonra neler oldugunu cok merak ediyorum, tekrar gitmek istiyorum, umarim bu yakinlasma mutsuzluk getirmemistir.
saygilar, tesekkurler
Otel ve pansiyon farkı konusundaki tespitiniz çok doğru.
SilBen neredeyse normal bir günün yarısını internette ya yazarak ya okuyarak ya da yorum yanıtlayarak geçiriyorum. Orada 10 gün hiç girmedim internete ve inanılmaz derecede rahat ettim.
ABD ile yakınlaşma ister istemez sistemin değişmesiyle sonuçlanacak. Çünkü insanlar bilmedikleri şeyi istemiyor ama gördüğü şeyi ihtiyacı olsa da olmasa da istiyor.
Paylaşımlarınız için çok teşekkürler.
YanıtlaSil2016 mayıs ayında arkadaşlarımızın daveti üzerine eşim ile birlikte İran'a gittik. Tahran ve İsfahan'da toplamda 7 gün geçirdik. Daha önce farklı ülkelerde bulunmuştum, ama İran çok farklı idi.
Kısacası, Kitlesel turizmin "henüz" işgaline uğramadığı İran'ı (özellikle İsfahan'ı) gezi planlarınıza dahil etmenizi ve burada izlenimlerinizi paylaşmanızı isterim.
Dostlukla.
Hocam çok sade ve güzel anlatmışsınız
YanıtlaSilHOCAM
YanıtlaSilÇok güzel bir siteniz var. Her yönüyle büyük bir zenginlik
sagolun var olun sayenizde dünya turu yapmış oldum. Ayrıca mukayeseli ekonomik veriler de muhteşem
sevgi ve saygılarımla
Ufuk Uysal
hocam
YanıtlaSilÇok güzel bir siteniz var. Yaptığınız seyahatleriniz ile ilgili bilgiler Muhteşem
Ekonomik veriler büyük bir zenginlik sağ olun var olun
Sevgi ve saygılarımla
Ufuk Uysal
Hocam,
YanıtlaSilSiteniz güzel ve faydalı, emek verip bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.
St. Petersburg gezinizle ilgili göremediğim bir iki not eklemek isterim: Çar Köyündeki geniş bahçede, gölet kıyısında bir anıt vardır ve bu anıt Çeşme'de yakılan Türk donanmasından alınan parçalarla yapılmıştır. Yine aynı gölün karşı kıyısında küçük bir mescite benzer bir yapı vardır. Burası Türk Hamamı olarak bilinir ve içindeki süslemeler 1829 Edirne işgali sırasında Rus ordusunun ele geçirdiği kitabe ve diğer Osmanlı eserleridir.
St. Petersburg merkezdeki Trinity Katedral önünde yer alan anıt, Plevne savaşında ele geçirilen Türk toplarından yapılmıştır.
Syg.
hocam merhaba;"gezierim"kısmı neden ayrı ayrı başlık olarak açılmıyor.tek sayfa ve bütün seyahatleriniz aynı sayfada aşağıya doğru devam ediyor. :( keşke başlık olsa ve biz istediğimize tıklayabilsek.
YanıtlaSilMerhaba Mahfi hoca.Siteniz oldukça muhteşem.Kısa zamanda İnşallah Baküye de bekleriz
YanıtlaSil22 senedir 'piyasalarla' ilgili olduğum için yüzünüze aşina idim. Eskiden daha da çok ekonomist etrafta idi. Şimdi maalesef seyreldi, sizi daha çok duymaya daha sonra da maalesef 'takip etmeye çalışmaya' başladık, sosyal medyada arar olduk. Bir insanın yüzü ve içi bu kadar birbiri ile örtüşebilir. Bu web sitesindeki içten paylaşımlarınız da bunu gösteriyor. Çok şanslıyız. Keşke sizden daha çok olsaydı veya daha çok istifade edebilseydik...
YanıtlaSilHocam gezileremi ara verdiniz? gezi yazılarınamı ara verdiniz?
YanıtlaSilMerhaba Hocam
YanıtlaSilOrta-Asya Turu ile taçlandırmanızı tavsiye ederim
Hocam uzun zamandır sitenizin bu bölümünde yazı paylaşmıyorsunuz . Gezilerinize ara mı verdiniz yoksa yazmaktan mı vazgeçtiniz? Gitmek isteyenler için faydalı bilgiler paylaşıyorsunuz. Devamını bekliyoruz.
YanıtlaSilHocam, gezi notlarınızı okudum ve çok yararlandım. Paylaşımınız için teşekkür ederim. dilerim buraya yeni yazılar eklersiniz. teşekkür ederim.
YanıtlaSilGezi yorumlarınız ne kadar güzel ve de gerçek..elle tutulur şeyler..Keşke ekonomi de böyle somutluklar içerse ; ne güzel olurdu ...çok teşekkürler...
YanıtlaSilHocam bu bölümü başlıklara bölemez misiniz?
YanıtlaSilAyrıca son yıllarda pek gezmiyorsunuz anlaşılan.
Mahfi hocam harika yazılar. HongKong ve Singapurla ilgili soylediginiz ses ve isik gosterileri cocuklugumda Sultanahmette yapılan ses ve isik gosterilerini hatırlatti. Hergun farklı bir dilde, sultanahmet camii duvarlarına yansıtılarak yapılırdı. O zamanlar ulkeye gelen turist profilide bugunden epey farklı olarak, basta batı avrupalilar olmak uzere, almanlar , ingilizler, amerikalilar, israilliler ve avusturalyalilar seklindeydi ve bu ses ve isik gosterileri epey ilgi goruyordu. Neden 30 sene once dusunup yaptıgımızı bugun yapamıyoruz yada yapmıyoruz. Cocuklugumun anılarındaki sultanahmet gitti, yerine bol nargileci dukkanlariyla yepyeni bir sultanahmet geldi.
YanıtlaSilMahfi Bey gezi notlarınızı paylaştığınız için teşekkürler. İlham verdi.
YanıtlaSil